28. Bölüm

26. Bölüm

Linaz
linazkiz

 

Selamm,

 

Son kez bölüm yayınlayacağım demiştim, bölüm kısa olunca biraz daha uzatmak istedim ve bu yüzden beklettim sizi.

 

Bir önceki bölümde açıkladığım gibi çok mükemmel dönemlerden geçmiyorum, her insanda olan şeyler bunlar.

 

 

Ama ben pek odaklanamıyorum bu yüzden şu YKS geçsin öyle buluşuruz.

 

Bölümde eksiklerim olabilir, gözardı edin lütfen.

 

YORUM YAPMAYI UNUTMAYIN BAK!

 

jdhdkdhskj

 

Vaktim ve moralim oldukça girer bakarım zatenn.

 

Hadi iyi okumalar ballarııım.

 

Sınıfımı zorda olsa bulmuş şimdi biricik abimin(!) de dediği gibi uslu uslu oturuyordum.3

Herkes geçen senelerden tanıştığı için aralarında konuşuyorlardı fakat yine de benim gibi yalnız takılanlar da vardı. Fakat farketmiştim ki birkaç kişi bana bakıp kendi aralarında konuşuyorlardı ve yine gözlemlediğime göre bunu sadece benim üzerimden yapıyorlardı. Yani sınıfa yeni gelen tek kişi ben olmalıydım.

Ders zili çalalı baya oluyordu fakat hâlâ hoca derse girmemişti. Herhalde ilk dersimiz sınıf hocasına olurdu diye düşünüyordum. Fakat bir yandanda bunu istemiyordum, sonuçta onun nur yüzünü sürekli olarak evde görüyordum bir de burada ekstra olarak görmek istemezdim.2

Ben yine düşüncelere dalmışken sınıfın kapısı açılıp içeri Sıraç girdi.

Ah... Tam anlamıyla şom ağızlıydım...

"Günaydın."

Birkaç kişi ayağa kalkacakken Sıraç elleriyle durdurup geri oturmalarını işaret etti. Zaten pek anlamazdım şu ayağa kalkma işini, ayağa kalkarak mı gösterecektim saygımı? Çok yaşlı biri olsa anlardım ama işte gençti sonuçta Sıraç.1

Sıraç'ın günaydın dileğinden sonra sınıftan da benzer nidalar yükseldi. Herkes Sıraç'ı gördüğüne mutlu olmuşa benziyordu.

Yerine oturup sınıf defterini açmıştı, gözleri de sınıfı tarıyordu bu esnada. Belki de beni arıyordu fakat cam kenarında ne arka ne ön denilebilecek bir yerde oturuyordum, ister istemez önümdekiler beni kapatıyordu.1

Sınıf listesinde gözlerini gezdirip geri bıraktı. Hâlâ beni görememişti, ayaklanıp masaya yaslanıp tekrardan taradı sınıfı ve bu sefer gördü beni. Yine de bir şey demeyip ön sırada oturanlara döndü, demek ki gerçekten beni görmezden gelecekti.

İşte bu bir anlık acıtmıştı canımı fakat içimdeki acıyı görmemeye çalıştım. Ne abimdi o benim ne de bir tanıdık. Yoldan geçen bir yabancıdan daha yabancıydı bana.1

"Ee nasıldı yaz tatiliniz? Çalıştınız mı?"

"Hocam ne çalışması ya? Gezmek varken hemde."

Ön sıradaki konuşan çocuğa baktım, sayko bir tipe benziyordu.

"Gezmekten fırsat bulamadın yani? Aferin oğlum, sene sonu göreceğim seni."

"Hocam ya..."

Sıraç onun saçını karıştırıp diğer öğrencilerle sohbet etmeye başlamıştı. Fakat benim gözüm dokunduğu saçlarda kaldı, şimdiye kadar takılmamıştım bu mevzuya fakat şuan bana gramını göstermediği sevgiyi başkasına göstermesi illaki zoruma gitmişti. Sertçe yutkunup kendime gelmeye çalıştım, ondan bananeydi sonuçta.

Bu sırada herkes kendi arasındaki sohbete geri dönmüş, Sıraç'ın üzerinden ilgi biraz da olsa çekilmişti. Oyalanacak başka bir şeyim olmadığı için kolumdaki ip bilekliklerle uğraşırken önümdeki kız bir anda bana döndü.

"Şey... Merhaba, hoşgeldin."

Çekingence bakıp kısık sesle konuştu.

"Merhaba, hoşbuldum."

Gülümsemeye çalışırken cevap vermiştim fakat o hâlâ çekingendi.

"Bizim sınıftakiler biraz şeydir... O yüzden sana şey yapmışlardır..."

Dedikleriyle kaşlarım çatılmıştı, bana bir şey yapmamışlardı ki?

Kendi içinde bir çatışmada olmalıydı ki kısa bir süre düşündü fakat onun tekrar konuşmasına kalmadan arkamdan biri gelip o kızın yanına oturdu.

"Aman be Buse! Kıza ilk günden sınıfımızı yanlış tanıtacaksın."

Ani girişiyle şaşırsamda bir şey demedim. Adını daha yeni öğrendiğim Buse de sadece gözlerini devirmekle yetinmişti, ki dış görünüşüne göre tezat bir davranıştı.

"Ben Karan canım, sen?"

Canım mı?

"Mahperi."

Elimi tutup salladı kendi eliyle birlikte ve ben bundan her zamanki gibi rahatsız olmuştum, ister istemez.

"Memnun oldum Mahperi,"

"Ya bi' izin verseydin de ben tanışsaydım kızla ya!"

"Sus kız."

Birbirleri arasında minik bir tartışmaya tutuşmuşlardı ki ben girdim araya.

"Siz hep böyle misiniz?"

Karan bana dönüp gülümsedi.

"Evet."

"Hayır."

Buse ise reddetmişti anında.

"Nasıl hayır?"

"Hayır işte, ben hiç kavgacı biri değilim. Beni yanlış lanse ediyorsun insanlara!"

Bu sefer Karan göz devirdi.

"Sende sınıfı yanlış tanıtıyordun bıraksam."

"Yalan mı?"

"Yalan."

Kaşlarım şaşkınlıkla kalkmış onları izliyordum.

"Yanlış tanıtılacak ne var ki?" Çenemi tutamadan sormuş, aralarındaki keskin bakışmayı bölmüştüm.

"Yok işte, dediklerimin doğru olduğunu biliyor! Bizim sınıf çok tutucudur, kendi arkadaşlarından başka kimseye pek yanaşmazlar."

"E siz?"

Sıkıntıyla nefes verdi.

"E ben saçma buluyorum bu tavırları. Bazen kendilerini üstün görenler olur, uyarmak istedim işte."

Karan girdi araya.

"Ya kızım sanki sınıftaki herkes öyleymiş gibi lanse ediyorsun. Bazı insanlar öyle ama diğerleri yine de dışlamaz seni kimse merak etme."1

Buse içime minik bir korku düşürse de Karan'ın dedikleri az da olsa su serpmişti.

Kendi aramızda konuşurken birbirimizi tanımaya çalışıyorduk. Onlarla yaşıttım mesela. Bahsettiklerinden anladığım kadarıyla aileleri varlıklı insanlardı, zaten özel okulda olduğumuza göre bu kolay anlaşılabilir bir şeydi. Biz böyle sohbet ederken sınıftan diğer sesleri bastıran bir ses yükseldi. Bu ses bir erkeğe aitti.

"Hocam! Sınıfımıza yeni gelen arkadaşımızla tanışmayacak mısınız?"

Çocuğun Sıraç'a yönelik söylediği şeyle anlık bir öfke yüklendi bedenime fakat belki etmedim sadece içimden 'Siz tanıştınız mı ki?" demek geldi fakat sustum.

Sıraç'ta mecbur kalmış olmalı ki bana döndü.

"Mahperi!"

Yutkunup ona baktım.

"Ayağa kalk, kendini tanıt. Arkadaşların çok tanımak istiyor seni belli ki."

O şuan öğretmenimdi, beni istemeyen abim değil. Bu yüzden saygımı korumalı, Sıraç yerine hocam demeliydim.

"Mahperi ben, Mahperi Yı-" Hemen durup boğazımı temizledim, az kalsın eski soyadımı söyleyecektim. "Aksel."

"Hocam? Soyadınız aynı?"

Yine aynı çocuğun konuşmasıyla Sıraç'a bakmaya devam ettim. Ne diyecekti acaba?

"Olabilir Çağatay, tanışmıyoruz zaten... Neyse devam et sen."

Sözlerine takılmamaya çalışıp kısa bir an önümde oturan ikiliye baktım.

Ne desem diye kısa süreli düşünsem de devam ettim.

"17 yaşındayım."

"Hangi okuldan geliyorsun buraya."

Ne yani? Devlet okulundan geliyorum diye küçük düşeceğimi falan mı sanıyordu?

"Herhangi bir devlet okulundan, sizin bileceğinizi sanmıyorum."

Meydan okuyan bakışlarla ona bakarken o sadece alaylı bir gülümseme gönderdi bana.

"Niye son senende değiştirdin peki?"

Daha bu sabah hiçbir şeyden bahsetme diyen bu değil miydi? Yoksa ben şizofren olmaya mı başlıyordum?

Derin bir nefes alıp kendimi sakinleştirdim. Sus dedim kendime, sus.

"Hayat şartları diyelim."

Yine güldü alaylıca.

"Biraz baktım Mahperi. Derslerine yani..."

Bu sefer ki yutkunuşum ayrıydı.

Sıraç'a bir şey demeden bakmaya devam ettim.

"Pek başarılı değilsin, bizim sınıfımızsa en başarıları kapsıyor."

"Hayat şartları."

"Çalışmıyorum demiyorsun da..."1

Tüm sınıfın önünde rencide etmekse niyeti başarıyordu fakat aldırmadım.

"Nasıl anlamak isterseniz."

Uğraşmazdım onunla, o da benimle uğraşmasa iyi olurdu. Onu daha fazla umursamadan geri oturdum yerime. O da gözlerini çekmişti zaten.

Oturduğum zaman Karan ve Buse'nin soru dolu bakışlarıyla karşılaşmama rağmen bir şey deme ihtiyacı duymadım, zaten ne diyebilirdim ki?

"Neydi bu şimdi? Bizim Sıraç hoca hiç böyle biri değildir aslında."1

Buse'nin kafası karışmış bir şekilde söylediklerine yine yorum yapmadım, sonuçta o şuan sizin Sıraç Hocanız değil, beni istemeyen öz abi rolünde diyemezdim.

"Boşverin, genel de öğretmenlerle pek iyi anlaşan biri değilimdir zaten."

"Allah Allah..."

Onlar kendi içlerinde düşüncelere dalmışken ben konuyu değiştirmenin iyi olacağını düşünüp okulla ilgili sorular sormaya başlamıştım.

Derslerde böylece boş geçmiş öğle arasına gelmiştik. Yemek katına çıkmış etrafa bakıyordum, tabi yanımda da Buse ve Karan vardı. Teneffüs aralarında bazen kendi arkadaşlarının yanlarına gitselerde genelde beni yalnız bırakmamışlardı.

"Eğer istersen yemekhane yemekleri yiyebilirsin, istersen de kantin kısmı var oradan alırsın. Genelde yemekhane yemekleri güzeldir ama bazen sevmediğin yemekler çıkarabilirler."

Bana açıklama yapan Buse ile başımı sallamıştım. Ortama göz gezdirip yemekhane kısmına doğru ilerlemeye başladık.

Bu katın genelinde masalar vardı zaten. İsteyen istediğini alıp oraya geçiyor olmalıydı.

Bizde sıraya girip beklemeye başladık.

Beni hiç yalnız bırakmamaya çalışmaları tatlıydı fakat kimseye kolayca güvenmezdim, elbette ki mesafemi koruyacaktım.1

Herkese güvenemem derken kendimle zıt düşüyordum biliyorum ama yapacak bir şey yoktu. Elimden geldiğince yapmaya çalışıyordum işte...

Sonunda ise çıkış saati gelmiş okuldan da çıkmıştım. İçimden binlerce kez şükrederek kafeye ilerliyordum. Telefonumun çalmasıyla -ki yeni telefonum çaldığı için sesi yabancılamıştım- içimden şükretmeyi bırakıp elime aldım. Telefondaki yabancı numarayla ne yapacağımı bilmesem de rehber de kimse olmadığından dolayı belki babamdır diyerek açtım, normalde olsam yabancı numaraları açmazdım sonuçta arayan kişi Çınar olabilirdi.

Aramayı yanıtladığım zaman babamın samimi sesiyle beraber gelen 'Kızım' sözüyle yüzümde istemeden bir tebessüm oluşmuştu bile.

"Baba?"

"N'apıyorsun babam?"

"Kafeye geçiyorum baba."

Derin bir nefes aldığını duydum, hoşuna gitmiyordu biliyorum fakat karışmayacaklarını söylemiştiler.

"Kaçta çıkarsın güzelim?"

Dudaklarım hafifçe büzülüp düşünceli bir tavır aldı yüzüm, düşündüm biraz. Cevabı tam bilemiyordum fakat babamı daha fazla bekletmemeliydim telefonun ucunda.

"Bilmiyorum aslında, ben size haber veririm sonra. Öğrendiğim zaman ararım yani..."

"Peki babacığım, öyle olsun."

Ne ben onun üstüne laf ettim ne de o. Fazla uzatmadan vedalaştık.

Bunu daha kaç kere derdim bilmiyorum fakat yine söyleyecektim, dışıma vuramasam da içimden konuşuyordum kendi kendime.

Biliyorum diyordum çoğunlukla, biliyorum rahatsız oluyorsun fakat diğer türlü de ben kendimi kötü hissediyorum. Sonuçta ben kendi ihtiyaçlarımı karşılamaya alışmış biriydim, bugün bile yemeğimi kendi paramla almıştım; elim asla babamın verdiği paraya gitmemişti.

Yine düşüne düşüne kendimi bir buhran içine çekiyordum bu yüzden düşünmemeye çalışıp hızlıca yürüdüm. En yakın zamanda bir kulaklık almalı ve yürürken bile karmaşa yaratan beynimi müzikle meşgul etmeliydim...

5 dakika geçmeden kafeye gelmiştim, içeri yine hızla girip pek oyalanmadan üstümü değiştirdim. Bazen bulaşık yıkarken kıyafetlerimi batırabiliyordum.

Bulaşıklara başlamışken yanıma bir hışımla Memo geldi.

"Ablaa!"

Kaşlarım çatılmıştı bu ani girişine karşı. Bulaşıklara daldığım için korkmuştum elbette ki.

"Memo? N'oldu oğlum?"

"Gelmek istemiyoruuum. Yeter artık."1

Biz iş bulmak için bir yerlerimizi yırtarken Memo'nun bu isyanı bana hayatın adaletini bir anlıkta olsa sorgulatmıştı.

"Gelme Memo?"1

Geri bulaşıklara dönmüşken Memo kendine kenardaki sandalyeyi çekip oturdu.

"Hee sonra abim de lime lime doğrasın beni. Zaten hayatta onun kadar şansım olsa zengindim... Ama o da zengin ya zaten." Bir şey demeden sadece dinledim onu, yorum yapmak bana düşmezdi.

"Yine de onun kadar şanslı olabilirdim, anlatabiliyor muyum?!"

Oturduğu yerden dibime girip sorunca sadece başımı sallayarak geçiştirdim onu.

"Anlayamazsın Mahperi Ablaa... Onun adı Efdâlken benim adım Memo, düşün ya düşün! Bu nasıl şans? Aslında şans değil bu! Dedemin zoru! Ne demek ilk torununa kendi adını vermeyip ikinci torununa vermek?! Ah ah dertli başım."4

Elini başına yaslayıp dertli dertli düşündü gerçekten. Sonra bir anda kapıya bakıp ve ayaklandı geri bana yaklaşarak güya fısıldayarak konuşmaya başladı.

"5 dakikaya geleceğim dedi, aman duymasın şimdi bunları."

Dayanamadım lafa girdim, normalde kimsenin hayatına karışmazdım fakat Memo fazla samimi biriydi ve beni yanlış anlamazdı.

"İsmin kötü değil ki Memo? Hem abilerin senin iyiliğini düşünüyor, yoksa seni çalıştırarak fazladan para kazanma amacı gütmüyorlardır eminim ki. Kıymetlerini bilmek gerek..."

Kaşlarını çatarak baktı bu sefer.

"Pek bahsetmedin hayatından ama..."

Sormaktan korkuyor gibiydi veya çekiniyor demek daha doğru olurdu.

"Şu zamana kadar zor bir hayatım oldu evet ama şimdi... Düzene giriyor diyebiliriz, belki."

"Okuldan mı geldin şimdi de?"

Nereden anlamıştı bilmiyorum ama doğruydu.

"Evet."

"Zor olmayacak mı?"

"Alışığım."

Daha da bir şey demedi ama hüzünlüce bakıyordu. Minik bir süre sessizlik oldu, bu sessizliği dağıtmak için olmalı ki tekrardan lafa girdi.

"Geçen gelen kişi de ağabeyin miydi?"

Urazdan bahsettiğini anlayarak başımla onayladım onu.

"Sert birine benziyordu?"

Ağzımdan laf mı almaya çalışıyordu o?

"Pek değildir aslında, sana öyle gelmiştir."

"Valla benim abim bana hep sert! İyi ki bir tane abim var, yoksa ne yapardım? Hem o hem Selim abim canıma okuyor."

Güldüm onun bu isyankâr haline.

"Ya benim yerimde olsaydın?"

"Ne?"

"5 tane abiye sahibim."

5 tanesinin 5'i de tam anlamıyla abi değildi belki ama dışarıya bunu belli edemezdim, değil mi?

"Yuh!"

Şaşırmış bir şekilde yüzüme bakıyordu, bense hâlâ bulaşıkları diziyordum makineye; hepsi sığacak gibi durmuyordu.

"Nasıl dayandın şimdiye kadar abla? Ben bir tanesiyle zor idare ediyorum."1

Ne desem bilememiştim.

"Bizim durumlar biraz karışık Memo ama boşver, halloluyor her şey illa ki."

Yine bir süre sessiz kaldık, bu sessiz anlar fazla uzamıyordu fakat kendini hissettiriyordu.

"Memo!"

Memoyla aynı anda yerimizde sıçrayıp arkaya döndük.

"Abi?"

"Selim seni bekliyordu oğlum."

Memo hemen kafasını sallayıp bana dönerek saçlarımı karıştırıp çıktı mutfaktan. Arkasından ne kadar homurdanıp kızsamda pek kulak asmadı. Efdâl denen adam ise hâlâ burada bana bakıyordu, omzunun arkasında kalan açık mutfak kapısına bakıp geri önüme döndüm. İşlerimi aksatmadan halletmeliydim ki mesaiye kalma ihtimalini ortadan kaldırmalıydım.

Her türlü ihtimale karşı kenardaki bıçağı daha da yaklaştırdım kendime. Kabul dışarıdan hoş biriydi fakat içini bilemezdim, bu yüzden önlem almalıydım her zaman.2

"Merhaba."

Benden uzaktaki tezgaha yaslanıp beni izlemeye başladı. Selamına karşılık vermesem absürt kaçardı.

"Merhaba."

"Ben, biraz önce... Kulak misafiri oldum biraz."

Elimdekini bulaşık makinesine yerleştirirken kaşlarım çatıldı.

"Dinledin yani?"1

Hâlâ yüzüne bakmıyor elimdekiyle uğraşıyordum.

"Hayır, kulak misafiri oldum."

Sıkkın bir nefes verip ağzına kadar doldurduğum büyük bulaşık makinesinin kapağını eğilip sertçe kapattım. Bana farkettirmese de yerinde hafifçe sıçradığını görebilmiştim.1

Düğmelere sertçe basıp çalıştırdığım vakit tekrardan lafa girdi.

"Okuldan sonra geliyormuşsun?"

"Yeni mi duydun?"

"Evet."

Anlık ona bakmamla yeni aldığım bulaşık eldivenlerime dönüp onları elime geçirdim, umarım işe yarardı.

"Zor olmayacak mı?"

"Abi kardeş niye aynı soruları sorup duruyorsunuz?"

Elimdeki tabağı tezgaha bırakıp ona dönmüşken saçlarımda olan gözleri gözlerime düştü.

"Çünkü tam anlamıyla bir cevap duyamadım."

"Hayatımı idame ettirebiliyorum, endişe etmenize gerek yok."

Derin bir sessizlik aldı götürdü. Derin nefes seslerinden başka bir ses yoktu ve bu beni gerdikçe gerdi. Neden hâlâ burada duruyordu?

"Eğer yardım edebileceğim bir şey varsa-"

"Kimseye ihtiyacım yok."

Ani çıkışıma karşı bocaladı.

"Sağolun düşündüğünüz için fakat gerek yok!"

"Sadece-"

"Sadece iyilik yapmak istiyorsunuz anlıyorum fakat..."

Ne diyeceğimi bilemeden kaldım öyle.

"Tamam anladım."

Arkasını dönmüş tam gidecekken durdu, sağ omzunun üzerinden kafasını çevirip baktı bana.

"Ama aklımda bulunsun, bir gün ihtiyacın olursa buralardayım."

Bakışlarına karşılık başımı salladım. O da sonra çıktı zaten. Gitmesiyle birlikte gözlerim doldu. İnsanlara aciz görünmemek için binbir türlü uğraş verirken şimdi böyle olması ağrıma gidiyordu.1

Böyle böyle bulaşıklara devam ettim. Ne kadar merkez bir yerde olmasa dahi işlek bir kafeydi ve buna karşı bulaşıklara yetişmek zor oluyordu. Tam çıkış saati gelmiş kendimi kenardaki sandalyeye bırakmıştım ki içeri Mehmet girdi.

"Ablaa..."

Üzgün üzgün içeri gelmesiyle gülecek gibi olsam da tuttum kendimi. Gün içinde sürekli kaçarak yanıma gelmişti fakat bu sefer ki farklı gibi duruyordu, gözlerindeki hüznü okuyabiliyordum.

"Yine ne oldu?"

Kendini yanıma atıp omzuma yasladı kafasını.

"Okulumu değiştirdiler."2

Kaşlarım çatıldı. Şuan ki okulunda birkaç sorun olduğunu duymuştum, arkadaşlarıyla yanyana gelince pek hoş şeyler olmadığı gibi sorunlar.

"Ee?"

"Ya ne ee? Okulumu değiştirdiler işte!"

"Yani karışmış gibi olmak istemem ama haberlerin herkesin kulağına geliyor. En azından düzgün bir yerde, düzgün bir şekilde okursun. Yani... Umarım."1

Son kelimelerimi sarfederken ne kadar gülmemek için kendimi tutsam da pek becerememiş olmalıydım.

"Abla gülme yaa..."

"Hangi okula yazdırdılar seni bakalım?"

Bu sorumun cevabı kesinlikle benim daha yeni başladığım okulun adı değildi fakat duydum. Şaşırdığım gören Memo da baktı bana şaşkın şaşkın.

"Ya niye böyle şaşırdın? Çok mu kötü bir yer? Uffff, kesin çok disiplinli bir yer değil mi? Böyle işlerle hep abim ilgilenir zaten, anlamalıydım yaa..."

"Yok kötü bir yer değildir herhalde, ben de daha yeni gittiğim için bilmiyorum."

"Ne?"

Bundan sonrası Memo'nun sevinçle ayaklanıp ba

şımda zıplaması ve abimin gelip beni almasıydı. O halimizi görünce kaşlarını çatmış, ne olduğunu anlamaya çalışmıştı fakat pek anlayamamış olmalıydı. Memo benim de orada olmamla kendini avutur olmuştu anlaşılan.1

Şimdi de eve gelmiş oturma odasında oturuyorduk. Can bile daha uyumamıştı. Yeni çektirdiği biyometrik fotoğrafları bana göstermek için bu saate kadar beklemişti, okulu için yaptırdığı şeyler onu fazlasıyla heyecanlandırıyor bizden de aynısını bekliyordu.

Fotoğrafına dalmış bakarken hiç beklemediğim bir soru geldi Canımdan.

"Abla? Senin var mı bundan? Küçük olan sen olsun ama!"

Küçüklüğümden kalan pek bir şey yoktu aslında ama bir tanecik fotoğrafım vardı. Küçüklüğümden kalan nadir şeylerdendi ve ben bunu ölesiye saklıyordum.

Başımı kaldırmamla beraber meraklı gözlerle karşılaştım. Hatta Alaz bile meraklı meraklı bakıyordu, tabi soğuk bakışlarını da eksik etmiyordu.

"Çantamda cüzdanımı getir bakalım, belki oralarda vardır bir şeyler."

Hızla koşup vestiyerden çantamı getirip cüzdanımı çıkardı ve bana uzattı.

"Al ablacığım."

Minik elindeki lacivert cüzdanımı alıp yumuşak saçlarına öpücük bıraktım.

Cüzdanın yan kısmını açıp fotoğrafı çıkarayım derken fotoğrafla birlikte üzerinde ismimin yazılı olduğu bebeklik künyem yere düştü. Yazı yazan yer açıkça herkesin dikkati ona kayarken benim bakışlarım Muhteşem üçlüyü buldu. Şaşkınlardı. Hatta belki diyebilirdim ki Burak'ın gözleri dolmuştu.4

Derin bir nefes alıp hemen aldım künyemi yerden.

"Aaa abla o ne?"

Ellerim titreye titreye künyeyi yerine koyarken Can'a gülümsemeye çalıştım.

"Öyle bir bileklik bir tanem, boşver. Bak bu fotoğrafım işte."

Dikkatini ona çekerken diğerleri hâlâ bana bakıyordu. Burak bir anda ayaklandı.

"Yarın işim var, nöbetim yani. Yatayım ben. İyi geceler."

Onun ardından da Sıraç ayaklanmış hiçbir şey demeden çıkmıştı. Diğerleri ise fotoğrafım hakkında yorum yaparken gözüm Alaz'a değdi. O da bana bakıyordu. Gözleri Uraz abim de gezdi; omzumda bulunan kolunda, göğsüne yasladığım başımda gezdi.2

Bilmiyorum, emin değilim ama gözlerinde bir keşke gördüm sanki. Abimin saçlarımı okşadığı gibi okşamak istedi belki, sarıldığı gibi sarılmak istedi belki... Hepsi benim için bir belkiydi işte. Hiçbir duygusundan emin değildim ama öyle bir baktı ki işte o an anladım onu. Pişmanlığını, keşkelerini gördüm.

Fakat artık elden gelen bir şey yoktu...10

 

 

 

 

Görüşmek üzere...

Linaz

 

Bölüm : 20.05.2025 21:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...