13. Bölüm

12. Bölüm

Özlem
longingly_

Bahçede kitabımı okumaya çalışıyordum ama bir türlü odaklanamıyordum. Sayfalar önümde dönüyordu ama aklım tamamen başka bir yerdeydi… Ayaz’da. Gözümün önüne sürekli onun sahadaki hali geliyordu. Sanki tüm dünyayı unutmuş gibiydi, sadece top ve pota arasında bir bağ kurmuştu. Ne zaman onu böyle ciddi görsem, istemsizce bir gülümseme beliriyordu yüzümde. Ama sonra kendi kendime kızıyordum. “Gece, saçmalama. Ayaz kim ki böyle kafanı kurcalıyor?” diye söylenip durdum.

Tam o sırada gözüme bir gölge düştü. Başımı kaldırdım ve… Ayaz. Orada dikilmiş, kollarını göğsünde bağlamış bir şekilde bana bakıyordu. Suratında o hafif alaycı gülümsemesi vardı. “Kendi kendine konuşuyorsun, farkında mısın?” dedi, sanki bundan büyük bir keyif alıyormuş gibi.

Bir anlığına ne diyeceğimi şaşırdım ama çabuk toparlandım. “Ne diyorsun ya? Sen niye buradasın? Yoksa yine beni rahatsız etmeye mi geldin?” dedim, kitabımı kapatıp ona bakarak.

Sadece yanımda oturdu, öyle sessizce. Kaşlarımı çattım. “Ne istiyorsun Ayaz? Dalga geçmeye mi geldin yine?” diye sordum, biraz da meydan okurcasına.

Ama Ayaz sadece omuz silkti. “Kimseyle konuşmadığını gördüm. Yalnız kalma isteğini bozmamak için geldim,” dedi, alayla karışık bir sıcaklık vardı sesinde. “Belki bana da anlatırsın ne düşündüğünü.”

Bu çocuğun beni böyle alt üst etmesine daha ne kadar dayanabilecektim, bilmiyordum. Ama o anda tek yapabildiğim ona dik dik bakıp, hislerimi bastırmaya çalışmaktı.

Bir süre sessizlik oldu. Ayaz yanımda, sanki kendi dünyasındaymış gibi oturuyordu. Onun bu rahat tavırlarına hem kızıyor hem de içten içe bu kadar huzurlu olmasına imreniyordum. Elimdeki kitabı sıkıca tuttum. Daha fazla bu sessizliği sürdüremeyeceğimi anladım ve derin bir nefes alarak söze girdim.

"Bak Ayaz, eğer buraya beni sinirlendirmeye geldiysen, gerçekten yanlış bir zaman. Kendi başıma kalmak istiyordum." Sesim her zamankinden daha sert çıkmıştı, ama o yine alaycı bir ifadeyle bana baktı.

"Güzelim, bu kadar gergin olmayı nasıl başarıyorsun? İnsan biraz rahatlar, güler, eğlenir. Ama sen hep diken üstündesin."

Kaşlarımı çattım. Ve heyecanlandım, güzelim dedi ayy. "Bu seni neden ilgilendiriyor ki? Hem, senin bu kadar rahat olman da ayrı bir yetenek. Dışarıdan bakınca hiçbir şey umursamıyormuş gibi görünüyorsun."

Ayaz hafifçe güldü. O gülüş... Tuhaf bir şekilde sinirlerimi zıplatıyordu. "Her şeyi umursamam gerektiğini kim söyledi? Bazen sadece anın tadını çıkarmak lazım. Mesela şu an, burada oturup beni izliyordun ve düşündüğün şeyleri tahmin edebiliyorum."

Şokla ona baktım. Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. "Ben seni izlemiyordum!" dedim, biraz fazla hızlı bir şekilde.

O ise daha da gülümsedi. "Tabii ki izlemiyordun," dedi, sesi tam da inanmadığını belli edecek kadar yavaştı. Ardından yüzüme biraz daha yaklaştı. "Peki, kitapta hangi sayfadaydın? Bakayım, gerçekten okuyor muydun yoksa başka şeyler mi düşünüyordun?"

Kitabı sakince kapattım ve yüzümü ona çevirdim. "Ayaz, gerçekten sınırlarımı zorluyorsun. Hangi sayfada olduğum seni neden ilgilendiriyor ki?"

"Çünkü her şey ilgimi çekiyor," dedi, sesi bu sefer ciddiydi. Bakışlarımız kısa bir an için kilitlendi. İçimde bir şeyler titremişti. Ama hemen toparlandım ve ayağa kalktım.

"Ben gidiyorum. Daha fazla bu saçma konuşmayı sürdüremem."

Tam uzaklaşacaktım ki arkamdan seslendi: "Gece." Ses tonu bu sefer yumuşaktı. Durup arkamı döndüm.

"Ne var?" dedim, kollarımı göğsümde bağlayarak.

"Bu kadar savunmada olmayı bırak. Bazen biri seni gerçekten tanımak isteyebilir. Herkesin seni zorbalamaya çalıştığını düşünmekten vazgeç," dedi ve gözlerimi delip geçercesine baktı.

Cevap veremedim. Sanki ne desem eksik kalacaktı. Sadece sustum ve hızlıca uzaklaştım. Ama içimde bir his vardı... Ayaz beni gerçekten tanımak istiyor muydu? Yoksa bu da bir oyun muydu? Düşüncelerim karmakarışıktı ve kalbim bir türlü yerinde durmuyordu. Kalkıp sınıfa doğru adımladım, Ayaz'da arkamdan geliyordu. Sınıfa girdiğimde yerime oturdum. Ayaz ise grubunun yanına gitti.

Sınıfta Ayaz, Akgün, Güney ve Dilara kendi aralarında konuşurken, göz ucuyla bana baktıklarını fark ettim. Sanki bana bir şey söylemek üzerelerdi ama nedense önce birbirleriyle ufak bir tartışmaya girdiler. Kendi hâllerinde o kadar komik görünüyorlardı ki istemeden dikkatimi çektiler.

“Bak Güney, sen gelme zaten. Annem bir daha mutfağa girip yemek yapmaz,” dedi Ayaz, ciddi bir ifadeyle.

Güney hemen kaşlarını kaldırdı. “Neden ya? Ben mi yedim tencereleri?”

“Yedin tabii. Herkes bir tabak yerken sen üçüncüye doldurdun. Annem hâlâ mutfakta kaybolan dolmaları düşünüyor,” dedi Ayaz, alaycı bir şekilde.

Dilara kıkır kıkır gülmeye başladı. “Bence Güney yerine ben geleyim. Ayaz’ın annesi beni çok seviyor, hatta geçen sefer tatlı tarifini bile vermişti,” dedi, gözlerini Ayaz'a dikerek.

Akgün hemen araya girdi: “Ya Dilara, annem bile senin kadar yemek tarifi almıyor. Biraz yavaş ol, kadın seni mutfakta işe alacak diye korkuyorum!”

Ayaz başını iki yana sallayıp gülerek: “Yok, tamam. Herkes gelsin, ama Güney sofraya otururken tencereyi mutfağa kilitleyeceğim,” dedi.

Dayanamayıp güldüm. Hepsi başını bana çevirdi. Ayaz bana dönüp kaşlarını kaldırdı. “Eğleniyor musun Gece?” dedi, yüzünde o tanıdık alaycı gülümsemeyle.

“Yani, sizin bu hâlinizden eğlenmemek mümkün değil,” dedim, gülüşümü saklamaya çalışarak.

“Gelsene, annem bir tabak fazla yapar,” diye ekledi Ayaz. Sesinde bir davetkârlık vardı ama gözleri hâlâ o hafif ciddi bakışı taşıyordu.

Yüzümdeki gülümseme hafifçe silinirken, bu teklifin hoşuma gittiğini fark ettim. Ama bir şey söyleyemedim. Belki de içimde annemin yemeklerinden bir tabak yemek isteği vardı, ama bunu onlara söyleyemezdim. Onlarsa konuşmaya devam ediyorlardı, sanki dünyanın en komik konusu yemekmiş gibi...

Ayaz’ın teklifine ne cevap vereceğimi düşünürken, hepsi kendi aralarında yeniden konuşmaya başladılar. Beni unuttular mı, yoksa unutur gibi mi yaptılar, emin değildim.

“Bu sefer tatlı olarak ne yapacak, Ayaz?” diye sordu Dilara, gözleri heyecanla parlıyordu.

Ayaz omuz silkti. “Bilmiyorum. Annem tatlıda doğaçlama yapar genelde. Ama sen yine tarif istemeye kalkarsan, kadın seni sofraya oturtmaz benden söylemesi.”

Güney kahkaha atarak başını iki yana salladı. “Cidden Dilara, geçen sefer kadın tarif verirken mutfağı işgal ettin. Ayaz’ın annesiyle en son bir tatlı tarifi için kavgaya tutuşacaksınız diye korktum.”

Dilara, gözlerini devirdi. “Abartmayın ya! Kadın mutfakta kendini yalnız hissetmesin diye yardım ettim. Hem o sütlacı benden başka kim bu kadar güzel yapabilir ki?”

Akgün gülerek Dilara’ya döndü. “Evet, kesinlikle sen yaparsın. Ama bunu bir gün annemin mutfağında denemek zorunda kalırsan, beni karıştırma. Kadın o mutfağı ikinci kez başkasına açmaz.”

Ayaz’ın kahkahasıyla birlikte hepsi güldü. Ben de gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Ayaz’ın bu yanını görmek garipti; genelde hep mesafeli, hep biraz soğuk. Ama burada, bu anın içinde, tamamen farklı bir Ayaz vardı. Daha neşeli, daha rahat.

Sonra bir anda başını bana çevirdi. “Gece, tatlı seviyor musun?” diye sordu.

Soru beklemediğim kadar doğrudan gelmişti. Hafifçe duraksadım ama gülümsemeye çalışarak cevap verdim. “Tatlıyı kim sevmez ki?”

Ayaz gözlerini hafifçe kıstı ve alaycı bir ifadeyle başını salladı. “İyi, o zaman gelirsin. Annem o kadar tatlı yaparken bir tabak fazla koyar.”

Bu kez, yanaklarımın kızardığını hissettim. Ayaz’ın daveti basit bir nezaket miydi yoksa gerçekten beni çağırmak mı istiyordu? Konuşmaya devam ederlerken, bir anda gözlerim Dilara’ya kaydı.

“Bence Gece gelirse bir daha kalkamaz. Ayaz’ın annesi o kadar iyi yemek yapıyormuş ki, tabakları bırakmadan oturuyormuşsun!” dedi, hafif bir şaka yaparak.

“Hepiniz yerken tabakları tükettiniz, sıra bende,” dedim, gülerek. Onların sohbetinin bir parçası olmayı garip bir şekilde sevmiştim.

Ayaz’ın “tatlı seviyor musun” sorusu hâlâ kulaklarımda yankılanıyordu. O kadar basit bir soru ama beni olduğum yere mıhlamıştı. Herkes kendi aralarında konuşmaya devam ederken, kafamın içinde Ayaz’ın sesini tekrar tekrar duyuyordum.

Dilara bir ara bana dönüp, “Gece, bak şimdi cidden söyle, Ayaz’ın annesinin yemeklerini tattıktan sonra başka bir yerde yemek yemek istemeyeceksin,” dedi. Sesinde o kadar net bir güven vardı ki gülmekten kendimi alamadım.

“O kadar mı özel?” diye sordum, biraz şaşkın bir şekilde.

Akgün araya girerek, “kuzen, inan bana, abarttıklarını sanıyorsun ama biz oraya ne zaman gitsek annesi resmen bir şef gibi davranıyor. Her şey tam zamanında, tam kararında. Ama tatlıyı yerken hızıma yetişemeyeceksin, baştan söyleyeyim.”

Güney arkasına yaslanarak güldü. “Akgün’ün iştahını gördükten sonra, senin tabak dolu kalır Gece. Onun için önceden strateji geliştir.”

Herkesin kahkahaları arasında Ayaz gözlerini bana çevirdi. Sessizce baktı birkaç saniye, sanki bir şey söylemek istiyor ama kararsız gibi. Sonra omuz silkti ve içten bir şekilde ekledi: “Tatlı özel değil ama annemin ellerinden çıktığı için tadı hep farklı. Gidersen anlarsın.”

Bu kadar sıradan bir cümlede neden kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu, bilmiyordum. Sanki bu sözlerle bir şeyler ima ediyordu ama belki de tamamen ben kuruyordum.

Dilara yine lafa atladı: “Ama bir şey söyleyeyim mi, Gece? O sofraya oturunca Ayaz’ın annesinden tarif almak isteyebilirsin. Ama dikkat et, tarif istemek cesaret ister!”

Güney gülerek başını salladı. “Aynen, Dilara’dan sonra tarif istemek yasaklandı. Kadın resmen Dilara’ya mutfağı devretmek zorunda kalıyordu.”

Dilara gözlerini devirdi. “Hep abartıyorsunuz! Kadıncağız beni sevdi, size ne? Ayrıca sütlaç konusundaki becerim tartışılmaz.”

Bu eğlenceli diyalog arasında, Ayaz bir kez daha bana baktı. Bakışları bu kez daha yumuşaktı ama o kadar yoğun ki gözlerimi kaçırmak zorunda kaldım. O an fark ettim ki, bu anların bir parçası olmaktan, onların arasında yer almaktan mutlu oluyordum. Ama içimde başka bir duygu da vardı: Ayaz’ın beni gerçekten oraya çağırıp çağırmadığını düşünmek.

“Tamam,” dedim, biraz tereddütle ama gülümseyerek. “Geleceğim. Bakalım abarttığınız kadar var mıymış.”

Ayaz’ın yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. “Göreceksin,” dedi, alaycı bir tonda ama aynı zamanda samimiydi. Sanki bu sohbetin merkezinde sadece o ve ben vardık.

O an Akgün lafa atladı: “Gece, hazır ol. Ayaz’ın annesi seni asla aç bırakmaz ama yemek sonrası kalkamayabilirsin.”

Herkes gülmeye devam ederken, içimde hafif bir heyecan vardı. Bu kadar basit bir şeyin beni neden bu kadar etkilediğini bilmiyordum. Ama Ayaz’a baktığımda, gözlerindeki o yumuşak bakışları fark ettiğimde, sanırım biraz daha anlıyordum.

Derslerin bitiş zilini duyar duymaz çantamı kaptığım gibi sınıftan çıktım. Gün boyu başım ağrımıştı ama şimdi, eve gitmek fikri biraz olsun rahatlatıyordu. Kapıdan adımımı atar atmaz Ayaz’ı gördüm. Klasik siyah sırt çantası omzundaydı ve her zamanki gibi sakin bir şekilde koridorda yürüyordu. Nedense gözlerim onu fark ettiği anda, bir gülümseme belirdi yüzümde.

Tam çıkış kapısına yönelirken adımlarını hızlandırıp yanıma geldi. “Birlikte yürüyelim mi? Hem aynı binaya gidiyoruz,” dedi, her zamanki gibi sakin bir tonda ama bu sözleri, onun bana eşlik etmek istediğini belli eder gibiydi.

“Tabii,” dedim ve yan yana yürümeye başladık.

Okul bahçesinden çıkarken hava oldukça serindi. Ellerimi ceplerime soktum ama yine de üşüdüm. Ayaz bunu fark etti sanırım, çünkü hafifçe eğilip, “Üşüyor musun?” diye sordu.

“Yok ya, iyiyim,” dedim ama üşüdüğümü anlamıştı. Gözleri hafifçe kısıldı, yüzünde o tipik alaycı ifadelerinden biri belirdi.

“Evet, hiç üşüyor gibi durmuyorsun zaten,” dedi ve yürümeye devam etti.

Ben de bu fırsatı kaçırmadım ve yanına biraz daha sokuldum. Omzuma çarpar gibi yürüyerek, “Ne yapayım, ceketimi getirmeyi unuttum,” dedim şımarık bir sesle.

“Sorumluluk sıfır,” diye mırıldandı ama yüzünde o hafif gülümseme vardı.

Yolda ilerlerken konuşmamız bir şekilde komik bir hale büründü. Bir ara Ayaz, “Spor salonunda o kadar basket topunu potanın yanından geçirdikten sonra, bu kadar özgüvenli yürüyebilmen şaşırtıcı,” dedi.

Kaşlarımı kaldırıp dramatik bir şekilde döndüm ona. “Özgüvenle alakası yok. O gün moralim bozuktu, kesin öyleydi. Yoksa kimse Gece’nin ne kadar yetenekli olduğunu sorgulayamaz!” dedim.

Gözlerini devirdi ama dudaklarının kenarında bir tebessüm beliriyordu. “Tabii, pota da kesin moralin bozuktu diye kaçtı, değil mi?”

Bu lafına kıkırdamadan duramadım. Ona küçük bir dirsek attım, ama fazla güçlü yapmış olacağım ki yüzünü hafifçe buruşturdu. “Aman Tanrım, ne kadar narinsin! Dirseğimle bile mi acıtıyorum?” dedim dalga geçerek.

“Evet, tamamen narinim. Bir daha dikkat et,” dedi sahte bir ciddiyetle.

Bu arada binamıza yaklaşmıştık. Binanın önüne vardığımızda durup bana döndü. “Sen hep böyle şımarık mısın, yoksa bu bir Gece’ye özel yetenek mi?” diye sordu.

“Tamamen doğuştan gelen bir özellik,” dedim gülerek. “Ama şikâyet etmeyeceksin, anlaştık mı?”

Başını iki yana salladı, hafifçe gülümseyerek. “Emin değilim. Yarın şikâyet edersem, şaşırma,” dedi ama bu sefer gözleriyle gülüyordu.

Asansöre birlikte bindiğimizde, sessizlik birkaç saniye sürdü. Ben, elimdeki çantayı düzeltiyordum ama yan gözle ona bakıyordum. Nedenini bilmiyorum, ama onunla yürümek bile beni mutlu etmişti.

“Gece,” dedi bir anda, sessizliği bozarak.

Başımı kaldırıp ona baktım. Gözlerini hafifçe kısıp bir süre yüzüme baktı. Tam bir şey söyleyecek gibiydi ama sonra kafasını sallayıp, “Hiç, boş ver,” dedi.

Kapı açıldığında hep olduğu gibi ilk o çıktı ve ben de arkasından yürüdüm. Ama ne demek istediğini çok merak ediyordum. “Hiç” dediği şeyin ne olduğunu öğrenmek için içimde hafif bir dürtü vardı. Ama şimdilik sustum. Bu gün, onunla yan yana yürümek bile yeterince güzeldi.

 

​​​​​​Birazdan veya yarın falan atarım diğer bölümü.

"wattylongingly" hesabımı takip eder misiniiizz

Yorumlarınızı bekliyorum kuzularım

🧡🍫

Bölüm : 23.01.2025 20:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...