
Akşam yemeği için hazırlanırken aynanın karşısında kendimi inceliyordum. Çok mu abartmıştım? Etek giymek fikri biraz tuhaftı ama Dilara’nın ısrarı üzerine giymiştim işte. Siyah, zarif bir bluz ve diz boyunda sade bir etek… Kendime fena olmadığımı söyleyerek derin bir nefes aldım. Karşı komşuma yemek için gitmek, özellikle orada Ayaz’ın da olması… Sinir bozucu bir durumdu.
Kapıyı çaldığımda Dilara hemen açtı, beni içeri çekip “Geç kaldın, tam başlıyorduk,” diye fısıldadı. Gülümseyerek içeri adım attım. Masanın etrafında Güney, Akgün, Ayaz ve ailesi oturmuştu. Ayaz’ın annesi, beni gördüğünde bakışlarını birkaç saniyeliğine üzerimde gezdirdi. Soğuk bir ifadeyle, “Hoş geldin Gece,” dedi. İçim ürperdi. Hemen toparlanıp, “Hoş buldum, teşekkür ederim,” dedim.
Güney, “Hadi ama, sofrada ciddi olmayacağız değil mi? Ben açlıktan bayılacağım!” diyerek atmosferi dağıttı. Herkes masaya oturdu. Ayaz tam karşımdaydı ve göz ucuyla bana bakıyordu. Eteği seçtiğime bu kez memnun oldum.
Yemek sırasında sohbete Akgün başladı. “Gece, basketbol sahasında artık yeni yetenekler varmış. Ayaz öğretmenlik yapmaya başladı diyorlar, doğru mu?” dedi gülerek.
Utandım ama bozuntuya vermedim. “Öyle bir şey denebilir… Ama yetenek kısmı tartışılır.”
Ayaz, kaşlarını kaldırdı. “Sen bayağı hızlı öğrendin aslında. Ama şutlarını düzeltmen gerek. Bir dahaki sefere çalışırız.”
“Bir dahaki sefere mi?” dedim alaycı bir gülümsemeyle. “Bakalım o gün ne kadar sabırlı olacaksın.”
Güney araya girdi. “Ayaz’ın sabrının sınırlarını test eden ilk kişi sen değilsin, Gece. Ama sanırım bunu eğlenceli hale getiren sensin.”
Masada kahkahalar yükseldi. Ayaz, hafifçe gülümseyip kafasını eğdi.
Yemek oldukça güzel geçiyordu, ama arada sırada Ayaz’ın annesinin soğuk bakışlarını üzerimde hissetmek sinirlerimi bozuyordu. Neyse ki masadakiler, özellikle Akgün ve Dilara, oldukça neşeliydi. Ayaz’ın annesi sessiz kalmayı tercih ederken, Dilara ve Akgün aramızda küçük bir gösteri düzenliyor gibiydi.
Dilara, Akgün’e doğru eğilip, “Akgün, sen gerçekten bugün çok tatlı görünüyorsun,” dedi. Gözlerini kocaman açmış, tamamen abartılı bir tonla söylüyordu bunu.
Akgün kahkaha atarak ona cevap verdi. “Tatlı mı? Dilara, tatlılar yenmek için değil mi? Bu yüzden bu kadar ilgilisin sanırım.”
Gözlerimi devirdim. “Of, gerçekten mi? Bu kadar mı yapmacık olabilirsiniz? Yemekteyiz sonuçta.”
Dilara bana dönüp sinsice gülümsedi. “Ne yapayım, Akgün’ü övmem gerekiyor. Yoksa başka kim yapacak?” dedi, Akgün’e göz kırparak.
Ayaz araya girdi. “Bana sorarsanız, siz zaten birbirinize övgüler yağdırırken başkalarını nasıl rahatsız edeceğinizi iyi biliyorsunuz.”
Akgün omuz silkti. “Kardeşim, seni de bir gün böyle göreceğiz. O zaman konuşuruz.”
“Benim böyle aptalca şovlar yapmaya ihtiyacım yok,” dedi Ayaz, göz ucuyla bana bakarken.
Dilara hemen lafa atladı. “Ama Ayaz, Gece’ye basket öğretirken gayet de şov yapıyordun. Üstelik epey sabırlıydın da. Normalde bu kadar sabırlı olmazsın.”
Ayaz kaşlarını kaldırdı ve Dilara’ya anlamlı bir bakış attı. “Basketbol öğretmek bir şov değildir, Dilara. Bu bir görevdir.”
“Görev mi?” dedim gülerek. “Kendine fazla güveniyorsun.”
Ayaz hafifçe gülümsedi, ama pek bir şey demedi. Sadece başını eğip yemeğine devam etti. Bu anlık suskunluğu, diğerlerinden farklıydı. Sanki söylediklerimi sindiriyor gibiydi.
Tam bu sırada, Akgün yine lafı eline aldı. “Bu arada, Gece, Ayaz’ın basketbol koçluğundan memnun musun? Yani, yoksa başka birine mi geçmek istersin?” dedi alaycı bir şekilde.
Dilara hemen ona vurdu. “Ne kadar kötü bir espri Akgün. Gerçekten…”
Ben de katıldım. “Evet, biraz yaratıcı olsaydın belki gülerdim.”
Güney, masanın diğer ucundan lafa karıştı. “Siz böyle atışmaya devam edin. Ben tatlıları yemeğe başlayacağım.”
Tatlı tabakları masaya geldiğinde, Akgün ve Dilara hala bir şeyler hakkında mırıldanıyordu. Birbirlerinin tabaklarından tatlı çalmaya başlamışlardı bile. Ayaz’ın annesi bir noktada içini çekip başını iki yana salladı. Sanki bu kadar gürültüye hiç alışkın değil gibiydi.
Ayaz, hafifçe eğilip bana doğru konuştu. “Her gün böyle değiller, söz veriyorum. Ama işte Akgün ve Dilara… Durmaları için bir mucize gerekiyor.”
Gülümseyerek cevap verdim. “Yok, alışıyorum. Merak etme.”
Ayaz gözlerimin içine bakarak hafifçe başını salladı. “Sen zaten alışmaya çok müsaitsin, Gece.”
Ayaz’ın gözlerinin içine baktığımda, yüzündeki sakin ifadeye karşın, altında başka bir şeylerin saklı olduğunu hissediyordum. Ama bu düşünceleri kafamdan atmaya çalıştım. Şu an, bu masada, sadece anın tadını çıkarmaya odaklanmalıydım.
Ayaz’ın annesinin masadaki mesafeli tavırları beni iyice rahatsız etmeye başlamıştı. Bana bakışlarında sanki yılların yükü ve bir parça da suçlama vardı. İçimde bir yerlerde, her şeye rağmen Ayaz’ın annesiyle daha samimi olmayı istiyordum. En azından beni tanımasına fırsat vermek için bir şeyler yapmalıydım.
Tatlı tabakları masadan kaldırılırken, cesaretimi topladım ve Ayaz’ın annesine döndüm. “Yemekler harikaydı, gerçekten. Ellerinize sağlık,” dedim içten bir gülümsemeyle.
Kadın bana kısa bir bakış attı, sonra hafifçe başını salladı. “Teşekkür ederim. Her gün bu kadar özenli yapmam, ama misafirlerimiz olduğunda elimden geleni yaparım.”
“Özeniniz gerçekten fark ediliyor. Ayaz da sürekli sizin yemeklerinizden bahsediyor. Onun favorisi ne acaba? Belki bir gün tarifinizi öğrenip denemek isterim,” dedim, biraz daha yakınlaşmaya çalışarak.
Ayaz’ın annesi, bu sefer biraz daha dikkatli baktı bana. “Ayaz’ın favorisi?” dedi, hafifçe kaşlarını kaldırarak. “Genelde her şeyi yer, ama köfte patates onun vazgeçilmezidir. Çok basit bir yemek aslında.”
“Basit ama klasiktir,” dedim gülümseyerek. “Sanırım hepimizin bir konfor yemeği vardır.”
Kadının yüzünde belirsiz bir gülümseme belirdi. Bu, biraz olsun mesafeyi kırmaya başladığım anlamına mı geliyordu? Belki de...
Sonra, tatlı bir şeyler denemek istedim. “Eğer bir gün vaktiniz olursa, ben de size annemin meşhur tatlısını yapabilirim,” dedim. Sözler ağzımdan çıktığında bir an duraksadım. Annemle ilgili bir şey söylemek… garip hissettirmişti.
Kadının yüzü bir an sertleşir gibi oldu, ama hemen ardından nötr bir ifadeye büründü. “Tatlı konusunda pek becerikli değilimdir, ama tadına bakmak güzel olabilir,” dedi, sesi yine mesafeliydi.
Ayaz, bu arada olan biteni sessizce izliyordu. Gözleri hafifçe kısılmıştı, ama yüzünde anlaşılması zor bir ifade vardı.
Tam o sırada, Akgün araya girdi. “Gece’nin tatlısı gerçekten iyidir teyze. Ama ben her şeyden önce onun yaptığı makarnayı severim,” dedi alaycı bir şekilde.
“Bir dakika!” dedim, Akgün’e dönerek. “Makarna mı? Sanki başka bir şey yapamıyormuşum gibi mi söyledin?”
“E, doğru değil mi?” dedi Akgün, kahkahasını zor tutarak.
Ayaz da hafifçe gülümsedi. “Bence makarna da başlı başına bir yetenek gerektirir. Ama Akgün haklıysa, Gece’nin yemek konusunda daha çok çalışması gerekebilir.”
Gözlerimi devirdim. “Ah, erkekler… Bir makarnaya laf ediyorlar diye bütün yemek yeteneğimden şüphe ediliyor.”
Bu sırada, Ayaz’ın annesi tatlı bir şekilde güldü. “Aslında makarna bile bir sanattır. Ama kadınların mutfakta ne kadar yetenekli olduğu, sadece yemekle ölçülmez.”
Kadının sözlerindeki o incelik beni etkiledi. Ona doğru hafifçe gülümsedim. “Haklısınız. Bazen en küçük şeyler bile bir evi yuva yapabilir.”
Ayaz’ın annesi bu sözlerim üzerine bana baktı, ama bu kez gözlerinde bir parça yumuşama vardı.
Belki aramızdaki mesafeyi tamamen kapatmamıştık, ama en azından bir adım atmıştık. Ve bu benim için yeterince iyi bir başlangıçtı.
Yemekler yavaş yavaş toparlanıyordu, ama masanın üzerindeki sohbet hâlâ devam ediyordu. Akgün ve Dilara, kendi aralarında tatlı tatlı atışırken Ayaz'ın yanındaki sandalyemde sessizce oturuyordum. Sanki Ayaz’ın annesiyle olan o küçük ilerleme beni biraz rahatlatmıştı. Ama Ayaz... O hâlâ sessizdi. Beni en çok huzursuz eden şey de buydu galiba. Göz ucuyla ona baktım. Bir eli çenesinin altına dayanmış, diğer eliyle masanın ucunda oynuyordu. Sanki aklından geçen başka şeyler vardı.
“Bir şey mi oldu?” dedim fısıldayarak, dikkat çekmeden.
O sırada başını bana çevirdi. Hafifçe gülümsedi, ama bu gülümsemenin altında başka bir şey vardı. “Hayır, olmadı,” dedi. Ama sesi sanki bir şey gizliyormuş gibi derindi.
Kaşlarımı kaldırdım, biraz da inatla. “Yalan söyleme. Yüzünde, ‘Aklım başka yerde’ yazıyor resmen.”
Bu kez gülümsedi, biraz daha gerçek bir şekilde. “Belki aklım gerçekten başka yerde. Ama seni ilgilendirmez.”
Gözlerimi devirdim. “Tabii ki ilgilendirir. Yanında oturuyorum ve senin bu hâlini izliyorum. Şimdi ya anlatırsın ya da tüm akşam boyunca bu konuyu kurcalayacağım.”
Bu tehdidim üzerine, omuz silkti. “Ne kadar ısrarcısın Gece, gerçekten. Ama aklımdaki şeylerin seni ilgilendirdiğine emin misin?”
“Kesinlikle,” dedim, dik bir şekilde oturarak. “Hadi ama, söyle. Senden bir sır çıkarmak için mi buradayım?”
O an gözleriyle gözlerime kilitlendi. Masadaki gürültüye rağmen, sanki ikimiz bir anda bir balonun içine hapsolmuş gibiydik. “Sana söyleyemem, çünkü… belki seni biraz daha çözmeye çalışıyorum.”
Bir an donakaldım. “Beni mi çözüyorsun?” dedim, kafamı hafifçe yana eğerek.
Başını salladı. “Evet. Mesela, neden her zaman bu kadar inatçısın? Her zaman kendini kanıtlamak zorundaymışsın gibi hissediyorsun. Ama bazen insanlar seni zaten olduğu gibi kabul eder, biliyorsun, değil mi?”
Bu sözler beni o kadar hazırlıksız yakalamıştı ki, bir süre ne diyeceğimi bilemedim. Sanki içimi görmüş gibiydi. Dudağımı ısırdım ve gözlerimi başka bir yere çevirdim. “Kabul edilir miyim, emin değilim,” dedim sonunda, alçak bir sesle.
“Ben eminim,” dedi Ayaz, sesi her zamanki gibi sakindi ama bu kez bir şeyler daha eklenmişti. Sanki samimi, dürüst bir şeyler.
Yanaklarımın ısındığını hissederken, masadaki diğerleri bir kahkaha patlattı. Akgün, Dilara’ya bir şeyler anlatıyor.
Akgün'ün sesli kahkahası beni o kadar irkiltmişti ki, neredeyse sandalyemden sıçrayacaktım. Gözlerim Ayaz’dan ayrılıp masadaki diğerlerine döndüğünde, Akgün, Dilara’ya doğru eğilmiş, neredeyse masanın üzerine çıkacak şekilde bir şeyler anlatıyordu. Dilara ise kıkırdamaktan nefes almakta zorlanıyordu.
“Ne oldu, niye gülüyorsunuz?” diye sordum, doğal bir şekilde konuşmaya katılmaya çalışarak.
Akgün başını bana çevirip, yüzünde yaramaz bir sırıtışla, “Gece, bir bilsen! Dilara’ya, geçen gün kantinde o elindeki tepsiyle nasıl tökezlediğini anlatıyordum. Ama asıl komik olan, tökezleyip düşerken söylediği şey: ‘Ben bilerek yaptım, havam bu benim!’” dedi.
Dilara, Akgün’ün kolunu dürterek, “Akgün! Niye söylüyorsun ki bunu? Rezil olmuştum zaten!” diye sitem etti, ama o kadar çok gülüyordu ki, söyledikleri hiç de ciddiye alınacak gibi değildi.
Bir an kahkahalarına katılmaktan kendimi alamadım. Gözlerim istemsizce Ayaz’a kaydı. O da bu durumu izlerken hafifçe gülümsüyordu, ama dikkatle baktığımda, onun gülümsemesinde bile bir ölçülülük vardı. Ayaz’ın böyle anlarda bile kendine hâkim olması beni her zaman şaşırtıyordu.
“Peki, gerçekten bilerek mi yaptın?” diye sordum Dilara’ya, hafifçe eğilip.
Dilara gözlerini devirerek, “Tabii ki hayır! Ama orada kendimi bir şekilde kurtarmam gerekiyordu. Akgün tabii ki dalga geçmek için bunu asla unutmadı!” dedi, ama Akgün’ün omzuna küçük bir yumruk atmayı da ihmal etmedi.
“Bence havan yerindeymiş,” dedim alaycı bir şekilde. “Bazen düşmek bile bir sanattır.”
Bu sözüm Akgün’ü daha çok güldürdü, ama Dilara bir an duraksadı. Gözleri kısık bir şekilde beni süzerek, “Gece, sen de tam Ayaz gibi konuşuyorsun,” dedi.
O an Ayaz’a döndüm, o da bana bakıyordu. Kaşlarını kaldırmış, gözlerinde hafif bir alayla karışık şaşkınlık vardı. “Benim gibi mi konuşuyor?” dedi Ayaz, bu durumu pek ciddiye almadan.
Dilara hemen atıldı. “Tabii ki! Şu ‘her şeyde bir anlam bulma’ huyunuz var ya. İkiniz de böyle felsefi konuşuyorsunuz. Gerçekten, siz komşu değil de kardeş gibisiniz.”
Bu söz beni bir an afallattı. Kardeş? Ayaz’la mı? Düşünce kafama o kadar ters geldi ki, istemsizce başımı sallayıp, “Yok, yok! Ayaz’la aramızda öyle bir şey yok,” dedim hemen.
Ayaz, o sırada yüzüne hafif bir gülümseme yerleştirerek, “Evet, Gece benim gibi konuşamaz. Fazla da abartmayın,” diye mırıldandı. Ama sanki içinde başka bir şey gizliyormuş gibi bir ton vardı.
Dilara ve Akgün kendi aralarında gülmeye devam ederken, ben sessizce Ayaz’a baktım. Onun gözlerinde bir anlığına beliren o yumuşak ifade... İşte o anda içimde tuhaf bir his belirdi. Sanki sözlerinin altında başka bir şey gizlenmişti. Ama ne olduğunu bir türlü anlayamıyordum.
---
Akgün ve Dilara, salondaki büyük koltukta yan yana oturmuşlardı, hatta birbirlerine o kadar yakınlardı ki aralarında bir karış bile mesafe yoktu. Güney de kendine hemen uzanacak bir köşe bulmuş, telefonuyla oynamaya başlamıştı. Ben ise, elimdeki sıcak çay bardağıyla, oturacak yer ararken gözüm Ayaz’a kaydı. Ayaz, salonun biraz köşesinde, iki kişilik bir koltukta oturmuştu. Gözleri bana kayar kaymaz koltuğun yanındaki boş yere eliyle işaret etti.
“Gece, burası hâlâ boş,” dedi, sesindeki sakin tonuyla.
Küçük bir gülümsemeyle yanına oturdum. Ayaz’ın yanında olmak beni garip bir şekilde rahatlatıyordu ama aynı zamanda içimde bir huzursuzluk da uyandırıyordu. O kadar sessiz ve sakindi ki, bazen düşündüklerini anlamak imkânsız geliyordu.
“O kadar insanın içinde niye köşeye çekildin?” dedim çayımı masaya koyarken.
“Burası daha sessiz,” dedi omuz silkerek. “Hem herkesin gürültüsünü dinlemek yerine huzurlu bir köşede oturmayı tercih ederim.”
Başımı salladım, gülerek. “Sen gerçekten yaşlı bir adam gibi konuşuyorsun biliyor musun?” dedim.
Kaşlarını hafifçe kaldırdı, yüzünde alaycı bir gülümsemeyle bana döndü. “Yaşlı mı?”
Evet, yaşlı. Yani kim arkadaşlarının arasında köşeye çekilip sessizliği tercih eder ki? Senin yerinde başkası olsa, şu an eğlencenin tam ortasında olurdu.
Ayaz hafifçe güldü, bu sefer gerçekten gülümsediğini görebiliyordum. “Belki de sessizlik eğlenceden daha değerlidir. İnsan, sessizliğin içinde kendini bulur, Gece.”
Gözlerimi devirdim. “Yine felsefi bir konuşma mı? Ayaz, bazen seni anlamakta gerçekten zorlanıyorum. Sessizlik falan… Hiç düşündün mü, belki de sadece sosyalleşmekte kötü olduğun için köşeyi tercih ediyorsundur?”
Ayaz bir an sessizce bana baktı, ardından kahkahayla güldü. “İyi ki varsın, Gece. Ne zaman sohbet etsek beni aşağılamadan duramıyorsun.”
Kollarımı göğsümde bağlayıp sırıtım. “Ne yapabilirim, hak ediyorsun.”
Bir süre sessizlik oldu. Akgün ve Dilara kendi aralarında bir şeyler fısıldayıp kahkaha atıyor, Güney arada bir telefonundan kafasını kaldırıp onlara bakıyordu. Ben, göz ucuyla Ayaz’a baktım. O ise bana bakıyordu.
“Bir şey mi oldu?” diye sordum kaşlarımı kaldırarak.
Ayaz başını hafifçe yana eğdi, yüzündeki ifadeyi çözmek zordu. “Sadece…” dedi, biraz duraksayarak. “Gece, bu gece… çok güzel görünüyorsun. Bilmeni istedim.”
Sözleriyle birlikte yüzümde sıcak bir his yayıldı. Kalbim hızlanmaya başladı, ama ne diyeceğimi bilemiyordum. Elimi saçlarıma götürdüm, gözlerimi yere kaydırarak, “Teşekkür ederim,” diye mırıldandım.
Ayaz’ın gülümsemesini hissedebiliyordum. “Utandın mı yoksa?” diye ekledi, sesindeki alaycı tonla.
“Utandığım falan yok,” dedim hızla, ama yanaklarımın kızardığını biliyordum. Ona doğru dönüp bakamadım bile. Ayaz, bu durumdan fazlasıyla keyif almış gibi görünüyordu.
“İyi,” dedi sakin bir şekilde. “Çünkü söylemekte geç bile kaldığımı düşünüyorum. Senin farkında olmamak mümkün değil, Gece.”
Bu sefer başımı çevirdim ve onunla göz göze geldim. Ayaz’ın gözlerindeki o derinlik beni her seferinde sarsıyordu. Sanki onun gözlerinin içine bakınca, bütün dünyanın gürültüsü bir anlığına susuyordu. Ne diyeceğimi bilemedim, bu yüzden sadece hafifçe gülümsemekle yetindim.
Kuzularım oy verir misiniizzz, ve yorumm.
Ayaz'ın ağzından yazmayı düşünüyorum bir bölümü İnşallah birgün yazarım.
🫂😻🍫
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 23.2k Okunma |
1.45k Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |