
Kantinde, elimdeki kahve ile sessizce oturuyordum. Kahveyi incelerken, kafamın içinde de aynı şekilde dönen bir düşünce vardı: Doğum günüm.
Bugüne kadar hiç kutlanmamış, kimsenin hatırlamadığı, benim de zamanla unutmayı öğrendiğim o gün… Ama bu yıl, bir şekilde içimde bir umut vardı. Belki, belki de biri hatırlardı. Küçük bir kutlama bile olsa…
Tam o sırada, karşımdaki sandalyeye biri çekinmeden oturdu. Başımı kaldırdım ve Dilara’nın yüzünü gördüm. Gülümseyerek, neşeli bir şekilde bana döndü.
"Gece, sence Akgün'e ne hediye alsam?"
Kaşlarımı hafifçe çattım. Akgün mü?
Sonra hatırladım. Tabii ya… Bugün okulda herkes onun doğum günü için planlar yapıyordu. Akgün’ün doğum günü… Ve benim de.
İçimde bir şeyler burkuldu. Kimse bilmiyordu. Kimse hatırlamıyordu. Doğum günüm Akgün’ünkiyle aynıydı ama sanki benimki hiç var olmamış gibi davranılıyordu.
Gözlerimi kahvemden ayırmadan omuz silktim. "Ne bileyim, sen sevgilisisin. En iyi sen bilirsin."
Dilara hafifçe güldü, sonra koluma dokunarak biraz daha yaklaştı. "Tamam, tamam ama senin de fikrini almak istedim. Hem, akşam parti yapıyoruz. Sen de geliyorsun, değil mi?"
İçimden “Gelecek miyim?” diye kendime sordum. Doğum günümün kutlandığına değil de, başka birinin doğum günü partisine davet edildiğime inanamayarak acı acı güldüm.
Ama dışarıdan belli etmemeye çalışarak, sahte bir gülümsemeyle başımı salladım. "Tabii, gelirim."
Dilara mutlu bir şekilde konuşmaya devam etti ama ben artık onu pek dinlemiyordum. İçimde tuhaf bir burukluk vardı. Küçükken hep bir doğum günü pastam olsun istemiştim. Birileri bana “İyi ki doğdun” desin… Ama her yıl olduğu gibi, bu yıl da kimse bilmiyordu.
Kendi doğum günümde, başka birinin doğum gününe misafir olacaktım.
Ve bu düşünce içimi paramparça ediyordu.
Dilara masanın üstüne dirseklerini koymuş, enerjik bir şekilde Akgün için düşündüğü hediyelerden bahsediyordu. Ama benim aklım başka yerdeydi.
Gözlerim farkında olmadan kantinin diğer tarafındaki masaya kaydı. Akgün, Ayaz ve Güney oturuyordu. Normalde böyle anlarda muhabbetlerine dalmış olurlardı ama… Ayaz?
O konuşmuyordu.
Sadece bana bakıyordu.
Gözlerimi kaçırmadan önce birkaç saniye daha ona baktım. Kaşlarını hafifçe çatmış, düşünceli bir şekilde beni süzüyordu. Sanki aklına bir şey takılmıştı. Ya da belki de… Sadece bana bakıyordu.
Dilara'nın sesiyle gözlerimi hemen ona çevirdim.
"Ne diyorsun? Sence Akgün saat mi sever, yoksa parfüm mü alsam?"
Boğazımı temizleyip, düşünmeden cevap verdim. "Parfüm. Saat fazla resmi olur, ama parfümü her sıktığında seni hatırlar."
Dilara, "Mantıklı!" diyerek başını salladı, sonra gözlerini kısmış bir şekilde bana baktı. "Bu arada… Bir şey soracağım ama dürüst olmanı istiyorum."
Kaşlarımı kaldırıp merakla ona döndüm. "Sor bakalım."
Gözleri hafifçe parladı. "Ayaz'la aranda bir şey mi var?"
Bir an, konuşmanın şiddetiyle yerimde irkildim. "Ne?! Hayır, tabii ki yok."
Dilara dudaklarını büzüp alaycı bir bakış attı. "Hadi ama Gece… Az önce ona baktığını gördüm. Hem o da sana bakıyordu."
O an içimden, "Ona baktım çünkü o bana bakıyordu!" diye bağırmak geldi ama bunun nasıl göründüğünü fark edince dilimi ısırdım.
Omuz silkip rahat bir tavır takındım. "İnsanlara bakmak yasak mı? Kantindeyiz sonuçta."
Dilara kıkırdayarak elini salladı. "Tamam tamam, ama bence sende bir şeyler var…"
Göz devirdim. "Yok diyorum Dilara, gerçekten. Hem o bana bakmıyordu, hayal görüyorsun."
Ama içten içe, Dilara'nın yanıldığından emin değildim. Çünkü birkaç saniye sonra gözlerim yine istemsizce Ayaz'a kaydı…
Ve o hâlâ bana bakıyordu.
Dilara'nın şüpheci bakışlarını görmezden gelmeye çalışarak elimdeki kahveden bir yudum aldım. Konuyu değiştirmem gerektiğini hissediyordum, yoksa bu kızın dilinden düşmeyecektim.
"Neyse, boş ver şimdi Ayaz’ı falan," dedim umursamaz bir sesle. "Akgün’ün doğum günü partisi için başka ne düşünüyorsun? Mekan falan belli mi?"
Dilara hemen heyecanlanarak eğildi. "Evet! Akgün’le konuştuk, bahçede büyük bir parti yapacağız. Işıklandırmalar, müzik falan her şey mükemmel olacak!"
Başımı sallayıp zoraki bir gülümseme kondurdum. "Güzel fikir."
Dilara, "Herkesi davet ettik, sen de kesin geliyorsun değil mi?" diye ekledi.
"Tabii ki," dedim ama içimde bir boşluk hissi vardı. Kendi doğum günüm için hiç bu kadar heyecanlanan biri olmamıştı. Hatta… Hatırlayan bile olmamıştı.
Dilara konuşmaya devam etti. "Akgün için bir video da hazırlayacağız. Herkes bir şeyler söyleyecek, anılar falan paylaşılacak. Senin de konuşmanı bekliyoruz, sonuçta kuzeni sensin!"
Gülümsedim ama bu sefer tamamen yapmacıktı. "Tabii ki, bir şeyler düşünürüm."
O sırada kantinin diğer tarafındaki masadan kahkaha sesleri yükseldi. Gözlerim yine oraya kaydı, Akgün ve Güney gülerek birbirlerine bir şeyler anlatıyordu. Ayaz ise yine konuşmuyordu.
Ama bu kez… Beni izlemiyordu.
Kendi düşüncelerine dalmış gibi görünüyordu, kaşları hafifçe çatılmıştı. Sanki orada otursa da zihni başka bir yerdeydi.
Bir an, içimde tuhaf bir rahatsızlık hissi oluştu.
Ayaz’ı düşünmemin saçma olduğunu biliyordum ama yine de… Dün gece bana soğuk davranışını hatırladım. O eski ilgisi, alaycılığı yoktu. Bunun sebebi ben miydim? Yoksa gerçekten önemli bir şey mi vardı?
Dilara, "Gece? Dinliyor musun?" diye seslenince irkildim.
"Evet, evet, dinliyorum," diye aceleyle cevap verdim.
Dilara şüpheli gözlerle beni süzdü ama üstelemedi. "Tamam o zaman, partide görüşürüz. Hediye almaya çıkacağım, haberleşiriz!"
"Görüşürüz," dedim ve Dilara’nın uzaklaşmasını izledim.
Kendi doğum günüm unutulmuştu. Herkes Akgün için planlar yapıyordu ve ben sadece gölgede kalıyordum. Bir beklentim olmadığını kendime söylüyordum ama… Olmayan bir şeyi neden bu kadar dert ediyordum?
İçimdeki buruklukla derin bir nefes aldım ve Ayaz’ın masasına tekrar baktım.
Bu sefer göz göze geldik.
Ve o an, gözlerindeki düşünceli bakışın yerini, anlam veremediğim bir ifade aldı.
Kahvemi yudumlayıp dudaklarımda sıcak bir tat bırakmasına izin verdim. Şekerli ama biraz acı… Tıpkı şu an hissettiklerim gibi.
Gözlerim, farkında olmadan yine Ayaz’ın olduğu masaya kaydı. Akgün ve Güney hararetli bir şekilde konuşuyordu ama Ayaz…
O bana bakıyordu.
Kaşları hafif çatık, düşünceli bir ifadeyle izliyordu beni. Sonra, göz göze geldiğimizi fark ettiğinde, o düşünceli bakışın yerini belli belirsiz bir gülümseme aldı.
Öyle büyük bir gülümseme değil… Sinsice değil, alaycı da değil.
Sanki, sadece ben fark edeyim diye dudaklarının kıyısına yerleşen o küçük gülümsemelerden biri.
Bir an, kalbimin ritmi bozuldu.
Bakışlarımı hızla kaçırıp kahveme odaklandım. Ama her şeyin farkındaydım. O anın, Ayaz’ın o bakışının, içimde bir yerlere nasıl sızdığının…
Şu an bile hissettiğim o saçma sıcaklığın…
Dilara az önce yanımdan ayrılmamış olsaydı, kesinlikle bir şeyler sorardı. Belki "Ne oldu, yüzün neden kızardı?" diye üsteleyebilirdi.
Kendime kızarak derin bir nefes aldım.
Dışarıdan bakınca oldukça normal bir sahne gibiydi. Kantin, kahve kokusu, arkadaş grupları…
Ama benim dünyamda, bu an normal değildi. Çünkü Ayaz bana gülümsüyordu.
Ve bundan kaçmak istemediğimi fark ettiğimde, içimde bir şeyler paramparça oldu.
Bu çocuğun gözleri bazen fazla şey anlatıyordu ve ben onlardan hiçbir şey anlamıyordum.
Akgün ve Güney konuşmaya devam ediyordu ama Ayaz bana öyle bir bakıyordu ki sanki her kelimeyi duyuyor ama hiçbirine aldırmıyordu.
Dayanamadım. Kaşlarımı hafifçe çatarak sordum, “Ne var?”
Omuz silkti. “Hiç.”
“Öyle bakıyorsun ama.”
Güney hemen lafa girdi. “O sana hep öyle bakıyor zaten, yeni mi fark ettin?”
Şu an tüm kantin kadar sıcak hissettiğime yemin edebilirim. Ama bozuntuya vermedim. Bardağımı elime alıp kaşığımla oynadım. “Ben birine öyle baksam, en azından bir sebebim olurdu.”
Akgün kahkaha attı. “Sana bence de bir sebebi var gibi geliyor ama.”
Ayaz kaşlarını kaldırdı ama inkâr etmeye tenezzül bile etmedi. O, Ayaz’dı. Ne düşündüğünü asla belli etmezdi.
Ama ben hissediyordum.
Çünkü o gülümsemenin, o gözlerinin içindeki kıvılcımın bir anlamı olmalıydı.
Benim içimdeki bu saçma heyecan gibi.
Elimdeki kahve bardağını çevirip duruyordum. İçinde kalan son yudumu içip içmemek konusunda kararsızdım. Sanki içtiğimde sohbet de bitecek, önümde duran bu an tamamen yok olacaktı.
Dilara az önce kalkıp gitmişti ama ben hâlâ olduğum yerde, Ayaz’ın o belli belirsiz gülümsemesini düşünüyordum. Bir insana bu kadar kısa bir an nasıl bu kadar dokunabilirdi?
Yan masadan gelen kahkahalarla irkildim. Akgün bir şeyler anlatıyor, Güney de kıkır kıkır gülüyordu. Ayaz yine sessizdi. Ama artık bana bakmıyordu.
Derin bir nefes aldım ve içimdeki sıkıntıyı dağıtmak için ayağa kalktım. En azından biraz hareket edersem kafamı dağıtabilirdim. Tepsimi alıp çöpe doğru ilerlerken arkamdan gelen sesi duydum.
“Acele etme, düşeceksin.”
Dondum kaldım.
Ayaz’dı.
Başımı çevirip ona baktım. Hâlâ oturduğu yerdeydi, ama bakışları üzerimdeydi. Kaşları hafif yukarı kalkmış, sesi alaycı bir tınıya bürünmüştü.
Gözlerimi kıstım. “Düşsem bile sana ne? Yardıma mı gelecektin yoksa?”
Güney hemen lafa girdi. “Gece, Gece… Bak hâlâ tanıyamamışsın. Ayaz düşeni izlemeyi sever.”
Akgün kahkaha attı. “Gerçekten öyle.”
Ayaz gözlerini devirdi ama belli belirsiz gülümsedi. “O kadar beceriksizsen sana yapabileceğim bir şey yok.”
Buna karşılık sadece kaşlarımı kaldırıp ters ters baktım. İçimden bir sürü cevap geçiyordu ama onları sıralasam daha fazla muhatap olmam gerekecekti.
Tepsimi çöpe bırakıp masama dönerken, Ayaz’la göz göze geldim.
O yine gülümsüyordu. Ama bu kez alaycı değil, daha farklı bir şey vardı yüzünde.
Sanki beni izlemek hoşuna gidiyordu.
Sanki, tam olarak ne yaptığını biliyordu.
Yaaaa.. aşık mı olmuşş Ayaz 😻
Gece'min doğum gününü kimse hatırlamıyor...🥺
Bölüm hakkında ki düşüncelerinizi alayııımm.
🍫🤍
Instagram: wattylongingly
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 23.24k Okunma |
1.45k Oy |
0 Takip |
35 Bölümlü Kitap |