
Selam çiçeklerim, yeni bölümle karşınızdayım. Umarım beğenmeyi ve bol yorum yapmayı unutmazsınız;)
Güzel ve keyifli olumalar dilerim, sizi seviyorum.
Hayat... O kadar güzel bir yer ki, ama yaşaya bilene. Onun değerini bilene. Hayat sevdiğinle güzel, onunla yaşarken güzel. Denizi, kumu, gökyüzü, güneşi, ayı o kadar kusursuz ve muazzam ki, tadını çıkara bilen insan en şanslı insan benim için.
Bu hayata bir kere geliyoruz. Bana sorarsanız diye dünyaya tekrar gelmek ister misin? Hayır! diye cevap veririm.
Dünya benim için diğer insanlar gibi muhteşem ve ya büyüleyici değil. Ben hep bu dünyada yaşamak için çok fazla mücadeleler verdim. Direndim, çalıştım kendimi kurtarmak hayatımı kurtarmak için. Sonuç ne oldu? Nafile!
Hep derler ya iyi insanlar kazanır diye. O bazen öyle olmuyor işte. Kötü insanlar da kazana biliyormuş. Ve biliyor musunuz ben bir kanaata geldim. Şu dünyada bazen kötü olmak da gerekiyormuş.
Bir insanın babası onun hevesini kursağında bırakır mı? Çoğu insan bırakmaz der di mi? Ama benimki bıraktı işte. En mutlu günümü bana zehir etti.
Ağzından çıkan her kelime hayatımı mahv ediyormuş gibime geliyordu. Ağzından çıkan her kelime zehir saçıyordu.
Avukat olacaktım guya. Dünyada adalet sağlamaya çalışacaktım. Kimse beni ezemeyecekti. Bu kişi babam bile olsa. Ama şimdi hayallerim yıkılıyor ve ben zorla buna dayanıyordum.
İçimde fırtına kopuyordu. Bana oynanan oyunlar bitmiyordu. Verilen sözler tutulmuyordu. Şimdi ben o oyunu kazansam bile ne fayda? Gördüklerim bana yetmez mi? Duyduklarım, yaşadıklarım yetmez mi?
Bu acı yetmez mi?
"Baba sen ne diyorsun? Ne demek bir haftaya evleniyorsun ya?" zayıftı sesim. Yaksalar sesim çıkmazdı. Yıkılmıştım ben ya. İnfaz edilmiştim, ama öldürülmeden.
Babam hiç acımadan yine zehir saçan kelimelerini ortaya döküyordu. Olup bitenleri abim, Zana, annem, hizmetçiler izleyip duruyorladı.
"Duydun işte evleniyorsun. O kadar!" başka bir şey demiyordu. Hep aynı şeyler. Ben bunları duymak istemiyorum. Dizlerim titriyordu ya. Sebepi kendi babamdı ya. Kendi babam. Bir kez bile bana 'nasılsın' diye sormayan babam.
Hayatıma hiç bir faydası dokunmayıp da, hayatımla ilgili kararlar kabul eden, babam.
"Ya baba biliyorsun ben üniversiteyi kazandım. Hem de tam puanla. Daha avukat olucağım. Hiç mi gurur duymuyorsun benimle? Hiç mi 'aferin' demiyordun içinden? Ya sen hiç mi beni düşünmüyorsun?" ağlamaktan konuşamıyordum bile, ama yine devam etdim zorla "Sen nasıl babasın, benim nasıl böyle bir şey yapmamı istersin?" daha fazlalarını hakk ediyordu. En ağır cümleleri hakk ediyordu.
Abim kendini ortaya atarak yine konuşmaya başladı. Derin bir nefes alıp başını babama dikerek lafını söylüyordu.
"Ben kardeşime böyle bir şey yapılmasına asla müsade etmem. İster vur, ister öldür. Ben yaşadığım sürece asla böyle bir şey olmayacak! Zeyşan avukat olacak ve kendi ayakları üzerinde durmayı öğrenecek. Anladın mı?" cümlesinin sonunu bağırarak söylüyordu. Ama bilmiyordu ki, bu defa onun korumaları bile beni korumayacak.
"Senin dilin ne der it? Benim lafımın üstüne nasıl laf söylersin sen hadsiz." o da bağırıyordu. O dedim, çünkü baba demeye dilim varmıyordu artık.
"Hatırlatmam gerekirse, ben de bir Duranım, baba. Ve şöyle bir şey var ki, ben bu aşiretin yegane ağasıyım. Sen kabul etsen de, etmesen de duydun mu?" abim benim gibi ezilmiyordu onun karşısında. Lafını söylüyordu. Fakat ben. Dünyam başıma yıkılmışken iki cümleyi bile zor söylüyordum.
Babam elinin tersi ile abime tokat attı. Zana ve ben elimizi ağzımıza götürdük korkuyla, çünkü babam abime ilk defa tokat atıyordu ve bu benim yüzümdendi. Abim sendeleyerek geriye gitti. Annemin karşısına dikildi. Ona da hesap sormaya başladı.
"Sen de kendine anne mi diyorsun?" Abim biraz da kızgın şekilde parmağı ile ilk önce beni gösterdi."Gözlerinin önünde kızını istemeyerek bir adama verecekler," yeniden anneme uzattı parmağını "Ve sen sesini bile çıkarıp bir kelime etmiyorsun öyle mi? Sen nasıl annesin ha, söyle? Böyle şeye için nasıl el veriyor?" babama bağırdığı kadar bağırmıyordu ona. Fakat sinirden alnında olan tüm damarları belirmişti.
Annem hiç abimin dediklerine kulak vermeden lafını söyledi.
"Sen dur durduğun yerde, Halil. Bu işler seni aşar. Baban ne derse haklı der. O da Zeyşanın iyiliği için böyle yapıyor" kimse anlamıyordu beni. Biri bana sormuyordu ki, sen bu iyiliği istiyor musun?
Abimin sinirden gözleri kıpkırmızı olmuştu. Zana ile ben de perişan halde ağlayarak izliyorduk. Benim durumunu tahmin bile edemezsiniz. Zaten ben konuşamıyordum. Abim de bunu fark ettiğinden yerime konuşuyordu.
"İyilik ha, iyilik. Öyle mi? Hayatını mahv ederek mi iyiliği yapıyorsunuz? Bir zahmet o zaman bu seferlik iyilik değil de her zaman yaptığınız gibi kötülüğünüzü yapın!" abim derin bir nefes aldı ve yine devam etdi. "Yahu, bir günden bir güne şu kızın yüzünü güldürmediniz. Ben kardeşimin bir gün oturup da annem, babam benim için bunu yaptı, abi çok mutluyum demedi. Bu mu sizin iyiliğiniz?Hiç gerek yok olmayı versin" haklıydı. Ne dese hakkıydı.
Abim beni çok güzel savunuyordu biliyor musunuz? Ben abimle gurur duyuyorum. Hep benim arkamda dağ gibi dururdu. Annemle babamın yapmadıklarını yapardı benim için. Hem bana abi oldu, hem de anne baba. O yüzden ben abimi çok seviyorum. O kadar çok seviyorum ki, onun için kendi canımı bile feda ederim.
Babam yine yapacağını yaptı. Abimin o kadar lafının üzerine yine "Sen sus, Halil, kes sesini!" diyerek bağırdı.
Tam o anda konağın kapısı açıldı. Dayım tüm heybeti ile içeri girdi. "Yiğenim neden kesiyormuş sesini ha, Fikret?"
Babam korkardı dayımdan. Onun içeri girmesiyle herkesin rengi değişti. En çok da babamın. Ben ise mutlu oldum.
"Sen bizim ailemizin işine karışma, Nadir." babam yine yapacağını yaptı tabi.
Tüm gücümü toplayıp dayıma yakınlaştım. Ona sarılarak konuşuyordum.
"Dayıııı, dayıcığım, babam beni evlendiriyor. Lütfen bir şeyler yap yalvarıyorum?" sessizce ağlıyordum.
"Ne? O ne demek evlendiriyor?" şaşkınlıkla babama yüzünü tutarak sordu. Saçımı okşuyoru dayım. Babamın yapması gerek şeyi o yapıyordu.
"Duydun işte, Nadir. Uygun kısmet bulduk Zeyşan'a evlenecek işte o kadar. Sen de karışma" bu defa kimseyi dinlemeyecek ve kendi elleriyle beni mezara gömecekti!
Dayım sesini kaldırıb konuştu. "Lan bana bak Fikret! Kardeşimin kocasısın diye sana ses etmedim bu güne kadar, ama yeter! Zeyşanı hiç kimseye vermeyeceksın, anladın mı beni? Yoksa yemin olsun ki sana tüm pisliklerini dökerim ortalığa."
Her seferinde böyle oluyordu işte. Babamın kafası atıyordu. Dayım da gelip onu bir şeylerde tehdit edib susturuyordu. Ama bu sefer içimden bir ses babamın durmayacağını söylüyordu.
Dayım yine durmayıb devam etti. Fakat bu defa anneme baktı.
"Hele sen, Fahriyye. Sen böyle şeye nasıl müsade edersin de bana. Nasıl annesin sen be nasıl? Yazıklar olsun." dedi.
Annem yine hiç kimseyi şaşırtmadı tabi. Hep olduğu gibi babamın tarafını tuttu. Gerçekten bu kadın bizi satacak kadar babama aşık mıydı acaba? Ama ben her ne kadar aşık olsam, çocuklarımın hayatını mahv edecek kararların arkasında durmam.
"Abi bak, Fikret ağa doğru der. Bu bizim ailevi mesele. Hem kız bizim kız. Sen ne diye karışırsın bu konuya?"
"Bana bakın benim tepemin tasını attırmayın. Bu güne kadar ne analık, babalık yaptınız da sizin kız oldu. Nadir ağanın suratını ortaya çıkartmayın." dayım konuşmasını bitirdikten sonra bana ve Zana'ya bakarak konuştu.
"Zana, güzel kızım. Al ablanı çıkın odasına. İkiniz de sakin olun, korkmayın bu konu burda kapandı, tamam mı?" o geldiği için biraz da olsa rahatlamıştım. Ama o değildi işte. Mutlu olamıyordum, hatta geldiği için. Gülemiyordum.
Zana kafasıyla 'anladım' cevabını verdi. Elimden tutarak merdivenlere doğru ilerledik. Beni odama çıkardı ve yatağıma yatırdı.
"Ablam, güzel ablam hadi uyu, bak dayım da geldi. Merak etme o böyle bir şey olmasına asla müsade etmez, tamam mı?" o da ağlıyordu. Ellerinin tersiyle gözyaşlarını sildi.
"Zana, ya babam ikna olmazsa? Ya beni evlendirirse, ben ne yapıcam?" çaresizdim. Ve çaresizlik en iğrenç duyguydu.
"Ablam, dayımı tanıyormuş gibi konuşma lütfen, o hall ederim dediyse hall eder. Sen merak etme. Ben odama geçiyorum şimdi birazdan gelib sana bakarım uyumuş ol ben gelene kadar." başımdan öptü ve kapıyı açıp dışarı çıktı.
Yine kaldık yalnız başımıza.
Elime telefonumu aldım. Şu an Avazla konuşmaya o kadar çok ihtiyacım vardı ki anlatamam. Ama ona söylemeli miydim? Konuşmalı mıydım? Bilmeli miydi? Ölüyorum Allahım. Ölüyorum. Kararsızım. Hemen Avazın adına girdim. Ona bir mesaj yazdım.
Ben: Avaz'ım şu an sana çok ihtiyacım var. Nerdesin? Konuşalım lütfen.
Sanki ona yazmamı bekliyormuş gibi hemen mavi tık oldu mesajım ve yazıyor...
Sevgilim: Ne oldu, gülüm? Hadi hemen anlat, nasılsın?
Ellerim titreyerek mesajımı yazdım.
Ben: Avaz, çok kötüyüm. Babam beni zorla evlendirmek istiyor.
Sevgilim: Ne demek evlendirmek istiyor ya? Hemde zorla öyle mi? Dur bekle, ben oraya geliyorum!
Ben: Hayır, Avaz. Zaten ortalık elli altı götürüyor. Dayım geldi, her yer yangın yeri. Hem merak etme, şimdilik dayım hall etti. Eğer yine konu açılırsa, o zaman konuşuruz babamla, tamam mı? Şimdi sakin ol.
Sevgilim: Tamam, güzelim. Sen nasıl istersen öyle olsun da. Ama eğer bir de böyle şey olursa? Ya seni benden alırlarsa? Yemin ederim durmam gelirim oraya. Baban kusura bakma da, gebertirim. Kimse senin saç telinden daha değerli değil.
Ardından yine bir mesaj yazdı Avaz'ım. Onunla konuşmak o kadar rahatlatmıştı ki.
Sevgilim: Bak, eğer bir şeye ihtiyacın olursa, ben burdayım unutma tamam mı? Hemen ara beni, ya da yaz! Seni çok seviyorum ne olursa olsun! Bunu da unutma olur mu?
Sevgilim: İstersen yanına geleyim, gizlice odana girerim. Yanında olurum en azından. Umarım ağlamıyorsundur, yoksa her damla gözyaşının bedelini ödetirim.
Sevgilim: Geleyim de, gözlerini silip, öpeyim.
Ben: Biliyorum ve ben de seni seviyorum zaten. Ama korkuyorum ne yaparım bilmiyorum.
Ben: Ve gelmene gerek yok, daha da zor durumda kalmak istemiyorum, ama seni seviyorum ve teşekkür ediyorum.
Sevgilim: Zeyşan, bak kendimi zor tutuyorum. Böyle konuşma, gelip yakarım o konağı!
Ben: Sakin ol, sevgilim. Tamam. Şimdi uyumak istiyorum. Yarın konuşuruz. Öptüm.
Sevgilim: Ben de öptüm çiçeğim, ben de öptüm. Ama uyur muyum bilmem.
Onunla konuşmak o kadar iyi hiss ettirmişti ki. Kendimi daha iyi hiss ediyordum. Öyle olup bitenleri kafamda düşünerek uykuya teslim etmişim kendimi.
*******
Sabah...
Sabah oldu ve güneşin odama ışık saçması ile ben de ayağa kalktım. Saat dokuz buçuktu. Lavoboya girdim, aynada kendimi gördüm. Gözlerim kıpkırmızı olmuştu. Berbat haldeydim. Dün akşam o kadar çok ağlamıştım ki, gözlerim şişmişti. Morarmıştı. Biraz makyaj yaptım ve zorla da olsa kendime bakıp gülümsedim.
Hepsi babam yüzündendi. Bir insan evledına acımadan nasıl böyle şey yapa bilirdi? Hiç mi beni düşünmüyordu? Bazen diyorum da bu adam beni hiç mi sevmiyor?
Banyodan dışarı çıktım. Ağabeyim kapıyı çalıp sordu.
"Günaydın, kuzummm. Gele bilir miyim?Dün kötüydün de sana bakmaya geldim. İyi misin?" kapıdaydı.
"Gel abi, gel tabi. İyiyim, çok sağ ol"
Abim kapıyı kapatıp içeri girdi. Odamda olan koltuğun üzerine oturdu ve beni yanına çağırdı. Elimi tutub konuşmasına devam etti.
"Zeyşan, bak delalim (güzelim). Sen sakın korkma tamam mı? Ben ne olursa olsun seni korurum ve başına kötü bir şey gelmesine izin vermem! Ha diyelim ki, ben koruyamadım dayım var. O kötü şey olmasına izin vermez anladın mı?" o da sıkıntılıydı işte göre biliyordum. Bu mesele de kolay kapanacak gibi durmuyordu.
Burnumu çekip abime cevap verdim.
"Tamam abi, merak etme. Korkmuyorum ki ben zaten. Hem dayım var, sen varsın," tebessüm ettim zorla. "Abim var ya abimm, Zana var... Bana yetersiniz ki." omuzlarımı yukarı çekerek konuştum. Abim lafına devam etti.
"Avaz var bir de, di mi?" gözlerini kırpıp imalı şekilde konuştu. Kıskanıyordu ondan, ama mutluydum diye sesini çıkarmıyordu. Yoksa yıllarca ikimize de çektirmişti.
"Yaa abi, demesene öyle." utancımdan elimle yüzümü kapattım. Ama cesaretlenip dedim. "Ama evet abicim doğru diyorsun, Avazz varr, di miiii?"
"Ya ya ne demezsin." ikimiz de gülmeye başladık.
"Tamam, abicim, ben işe gidiyorum. Öpüyorum seni." ayağa kalktı tek seferde.
"Abi kahvaltı?" dedim. Halim yoktu benim de zaten. Ama aç gitmesini istemiyordum.
"Bu gün iş çok, çabuk gidicem o yüzden" dedi ve çıkıp gitti.
Abim bana çok iyi geliyordu. Yanıma geldikten sonra kendimi daha iyi hiss ediyordum.
*********
Aşağı indiğimde Emine abla masayı hazırlamıştı. Her şey yerli yerindeydi. Bir tek kuş sütü eksikti. Neden böyleydi ki sofra?
"Rojbaş, Emine ablacığım" dedim.
"Rojbaş, güzel kızım. Nasılsın, iyisindir inşallah. Dün çok yıprandın, kuzum" annemden daha şefkatlidi. En azından nasıl olduğumu sormuştu.
Kafamı salladım. Emine ablanın yanına gelip elimi omuzuna attım.
"Merak etme, tontonum benim. O güzel canını hiç sıkma. Hem ben iyiyim bak." tabi ne kadar iyi derlerse.
Emine ablanın gözlerinde hüzün vardı. Sanki bir şeyleri biliyormuş da saklıyormuş gibi.
"Hep iyi ol emi?" dedi hayal kırıklığıyla.
Kafamla Emine ablayı onayladım.
"Ha bu arada güzel kızım. Amcanlar, Dilşah yengenler falan gelecek. 1 saate burada olurlar. Kahvaltıyı öyle yapıcakmışsınız. Dün sana söyleyemedik. Haberin olsun. Deyi verdim sana da" yeniden işlerine dönerek konuştu.
Bu aralar duyduğum en güzel haberdi. Mutluluktan havaya uça bilirdim.
"Eeee onlar geliyorsa, demek ki, Gül de geliyordur. Di mi?" biraz mutlu ola bilirdim sanırım. Hakkım değil miydi?
"Tabi geliyor. Gelmez olur mu, deli kız"
Zıplaya zıplaya mutfaktan çıktım. Emine abla da arkamdan bağırmaya başladı.
"Bir yerlerini kıracaksın, koşma deli kızzzzz"
Sonra kendi kendine gülerek söylenmeye başladı.
"Ah ah, benim güzel kızım. Ne zaman akıllanacak acaba? Evlenecek çağa geldi hala çocuk gibi. Te Allahım"
*******
Amcamların gelmesine 5 dakika falan kalmıştı. Hepimiz onları karşılamak için aşağıya indik.
İşte beklediğim o an. Gül geldi, Gülüm gelmişti. En son geçen yıl görmüştüm onu. Tabi ki telefonda konuşuyorduk, ama yine de görmenin duygusunu vermiyordu ki. Sonunda geldiler.
İkimiz de bir-birimize özlemle sarıldık.
"Gülüm, seni çok özledimmmm" dedim sarılarak.
"Asıl sen mi, yoksa ben mi?" dedi o da.
Gül ile sarıldıktan sonra sırayla amcam ve Dilşah yengemle de selamlaştık. Onlar da bana sarıldı.
"Zeyşanım, yengem maşallah, nasıl da güzel kız olmuşsun sen böyle." dedi. Yengemi seviyordum ben. İyi insandı. Amcam şanslıydı. Gül de öyle.
"Çok sağ ol, yengeciğim" sonra azıcık yengemin kulağına yakınlaşdım. "Sen de fena değilsin. Bize taş çıkartırsın vallahi bu yaşta." dedim.
Övülmek hep yengemin hoşuna giderdi. Tanıyordum onu. İki hoş söz söyle hemen yelkenlerini suya indiri verirdi.
"Sus, deli kız. Annenin kaşlarına baksana çatık, ikimizi de gebertir. Hem çabuk yaşlanacak" ikimiz de gülüyorduk, ama kimse neye güldüğümüzü bilmiyordu.
"Tabi güzel olacak benim yiğenlerim. Ama şu an benim Zana'm dışlanıyor burda." üzülmüş gibi yaptı amcam.
Hazar amcam eli ile Zana'yı kendine doğru çağırdı. Kollarını kocaman açtı. "Gel benim küçük yiğenimm, ben de sana sarılayım." diyerek ona sarıldı sıkıca. Ben de Gül ve yengemin arasında durmuştum.
Amcamların gelişi ile dünkü gergin ortamdan eser kalmamıştı.
"Eeee benim 1 numara yiğenim nerde?"
Amcam hep abime 'bir numara yiğenim' diye hitap ederdi. Zana amcama cevap verdi. "Abim işde, amca."
Amcam şaşırarak "Afedersiniz, ama kargalar daha bokunu yapmadan bu çocuk işe neden gitmiş?" tüm herkes büyük bir kahkaha ateşine tutuldu. O kahkahalar bir tek bize yasaktı sanki. Bunu düşünerek buruk tebessüm ettim.
"Ama iyi güzel, çalışkan olmak güzeldir" dedi gurur duyarak.
Fikret ağa ortama giriş yaparak konuşmaya başladı.
"Eeee herkesin birbirine sarılıp öpüşmesi bittiyse içeri geçelim. Kahvaltımızı yapalım." dedi kötü sesiyle.
Bu adam hep güzel anıların katiliydi Allah affetsin. Bıkmıştım. Kısıtlamasından, emirler vermesinden, guya sözde benim için kararlar vermesinden.
*******
Kahvaltımızı yapmıştık. Ben, Zana ve Gül odamıza çekilmiştik. Gül benden 3 yaş küçük, Zana'dan 2 yaş büyüktü. Yani 20 yaşı vardı. Olup bitenleri yine de üçümüz konuşmuştuk. Gül ise her şeyden haberi olduğunu söyledi. Emine abla yengemle telefonda konuştuğunda söylemiş, Gül de konuşmayı duyunca mecburen olanları anlatmıştı Dilşah yengem.
Gül Avazdan haberdar olduğu için rahatca o konuyu da konuşa biliyorduk.
******
Yazarın anlatımıyla
Avaz konakta babasının karşısında oturmuştu. Zeyşan'ın babam beni evlendirmek istiyor lafından sonra rahat uyku uyuyamamıştı. O sözünden beri içine bir öküz oturmuştu sanki. Sanki her an Zeyşan'ını elinden alıcakmışlar gibi. Onu kaybedicekmiş gibi.
O yüzden Avaz bir karar vermişti. Bu gün babası ile konuşacak, Zeyşanı başkasına vermeden kendisi gidip isteyecekti.
Mehmet ağa aslında çok iyi biriydi. Ama söz konusu Zeyşan'a gelince değişiyordu işte. Bir türlü sevmemişti onu. Sebebi de babası olacak adam yüzündendi. Mehmet ağa Fikret ağanın ne mal olduğunu iyi biliyordu. Hangi kirli işleri olduğunu da biliyordu. 'Babası nasılsa kızı da öyle olur' düşüncesi kafasından çıkmıyordu. Zeyşan lafı açılınca geçiştirip gidiyordu. Fakat kızla şahsi problemi yoktu.
"Baba, müsade edersen seninle bir şey konuşmak istiyorum." oturmasını düzeltti Avaz.
Mehmet ağa oturuşunu düzeltip can kulağıyla oğlunu dinliyordu.
"Baba, bak biliyorsun ki, Zeyşanı çok seviyorum. Tamam kabul onu sevmediğini de biliyorum ve sev de demiyorum. Biliyorum ki, benim dememle olacak iş olsa, şimdiye kadar çoktan sevmiştin." derin nefes aldı Avaz.
"Oğlum, ben sana kaç kere demedim mi o adamın kızının adını yanımda söyleme diye. Senin kafan basmıyor mu, evladım?"
Avaz sinirle Ya Sabır çekti. Sesi daha sinirli çıkıyordu.
"Baba, bak bu sefer bildiğin gibi değil. Kızı zorla evlendirecekler. İstemediği biri ile. Bir süreliğine bu konu kapanmış ola bilir, ama bu mesele böyle kolay kolay çözülmez de, kapanmaz da. Ben gidip Zeyşanı kendimi istemek istiyorum." babasıyla konuşmaktan çekinmiyordu Avaz. Açık açık her şeyi söylüyordu. Zaten çekinmesi gereken şey yoktu. Tüm Mardin Zeyşan Avaz aşkını biliyorken çekinmek saçmaydı.
Bundan sonra Mehmet bey sinirle ayağa kalktı. Bağırarak konuşmaya başladı.
"Bana bak, Avaz ben o kızı o adamdan istemem. Gelin olarak da bu konağa sokmam, basmıyor mu o kafan?"
Avaz da dayanamayıp bağırarak konuştu.
"Anlamıyorum baba, anlamıyorum. Babası yüzünden kızı neden sevmezsin? Ne suçu var ki onun? Babasını kendi mi seçti? Onun problemi mi böyle sorunlu baba. Eğer bu konağa gelin gelmiyorsa, ben de gelin gele bileceği bir yere götürürüm onu anladın mı?" son sözü buydu Avaz'ın. Ellere bırakamazdı onu. Sevdiği kadını kimse elinden alamazdı, yakardı çünkü.
Mehmet ağa elini kaldırıb Avaza tokat atacak an Avazın abisi Deran içeri girdi.
"Ne oluyor yine burada, Avaz? tüm heybetiyle konuşmaya başladı.
"Ben bilmem git sen onu babana sor."
Avaz sinirle konağın dışına çıktı. Deran artık konunun ne olduğunu biliyordu. Ne zaman Avazla babasını böyle kavga ederken görse konu Zeyşan olurdu zaten.
********
Şu bir hafta içerisinde hiç bir hadise yaşanmamıştı. Bu sessizlik Zeyşan'ın hoşuna gitmiyordu.Fırtına öncesi sessizlik gibiydi bu sanki. Her an her şeyi virane koyacakmış gibi.
Akşam yemeği için masaya toplanmıştı herkes. Babam bana baktı.
"Yemeği yedikten sonra seninle konuşacaklarım var, sakın itiraz edeyim deme." başımla babamı onayladım. Herkes merak etti, acaba yine ne patlayacaktı. Fakat ben konuyu az çok tahmin ediyordum. Lokmalar boğazıma dizildi zaten, bundan sonra iştah mı kalırdı sanki?
Yemeği bitirdikten sonra avluya geçtiler kahve içmek için. Ben de yanlarına geçip oturdum.
Babam karşımda oturmuştu. Abim bir yanında, amcam öbür yanındaydı. Yengem ve Gül'ün ortasındaydım ben. Zana ve annem de karşı koltuktaydı.
"Zeyşan, bak. Ben söz verdim Feyruz ağaya seni oğluna verecem diye." aha işte o malum konuşma. Gerildi tüm ortam. Gözüm abime kaydı. Bana bakıyordu, ama başını sağa sola çeviriyordu sakin olmak için. Yumruğunu dizlerinin üzerine bırakmıştı.
Abim hırsla ayağa kalktı.
"Baba, bu konu kapanmıştı biliyorsun." dedi sinirle.
"Sus da, dinle. Ben zorlamayacağım Zeyşanı. Kararı kendi verecek. Ben karşısına iki seçenek sunucam sadece" kesin kötü bir şeydi. Babam istediğini zorla da olsa yaptırırdı. Beni tanıyordu. Karşıma redd edemeyeceğim teklifler koyardı.
Merakla babamı dinliyordum. Seçenek mi sunacmış? Ne ki ve niye? Asla böyle şey yapmazdı. Kararı verirdi bana da uygulamak düşerdi. Herkesin içinde kendini melek göstermek istiyordu galiba.
"Dinle şimdi. Ya evlenmezsin evde oturursun sana üniversite falan yok. Ya evlenirsin üniversite okursun. Üniversite dediğim de öğretmenlik okursun. Avukat olup bizi rezil etme. Seç birini!"
Bu muydu babamın şartı? Kendini kötületmemek için bu yöntemi mi bulmuştu gerçekten? Hiç biri benim istediğim hayat değildi ki?
İki gün mutluluktan zıpladığım evden nefret ediyordum. Hakk ediyor muydum bunu gerçekten?
Kafamda neyi kurduğumu, neyi düşündüğümü bilmeden kararımı verdim.
"İkincisini seçiyorum. Üniversite okumamaktansa, evlenirim daha iyi." sinirle ayağa kalktım. Ağlamamak için zor duruyordum. Merdivelerden çıkmaya başladım. Ama çöktüm. Oturdum öylece.
Hıçkırarak ağlamaya başladım. Ölüyorum. Nefes alamıyordum. İçim yanıyordu. Aklım çıkıyordu. Bağırmak istiyor, ama kimsenin beni duymasını istemiyordum.
Ben ne diye bu kararı verdim? Avaz'ı düşünmeden nasıl böyle karar verdim? Kim bilir ne hale gelir! Neden böyle söyledim? Başka yolu yok mu?
Öldür beni Allahım. Bana bir yol göster. Ne yapmam gerekiğiyle ilgili akıl ver. Delirmek istemiyorum.
Bölüm sonu...
Zeyşan neden böyle karar verdi?
Bundan sonraki hayat nasıl olacak?
Avaz ne yapacak?
Mehmet ağa Zeyşanı kabullenecekmi?
En sevdiğiniz sahne?
Bölüm nasıldı?
Diğer bölüm hakkındakı düşünceleriniz?
İnsta sayfam:lotussmiaa
Tt: lotussmiaaa
WhatsApp grupuna bekliyorum sizi. Çıkın çıkın gelin. Link profilimde mevcut. Sizi seviyor ve güzel günler diliyorum:)
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
