
27.BÖLÜM
Puslu gecelerden çıkıp gelmiştim gündüzlere, el pençe durduğum zamanları unutup fütursuzca dimdik yürüyordum, boynum bükük falan değildi, aksine öğrendiğim her gerçek daha da bir güçlendiriyordu beni, geçmişim açık seçik seriliyordu önüme, platin misali mıhlanıyordu vücuduma ve ben bu sayede ayakta durabiliyordum. Yıkılmamaya yemin etmişti bedenim sessizce, dudaklarımdan dökülmeden beynim kalbime nakşediyordu yeminimi, gözyaşlarımla imzalıyordum kararlarımı. Ben Merve Yılmaz “Geçmişimi önüme katıp prangalarımdan kurtulacağıma and olsun!”
“Öğrenmek istediğin yer tam olarak burası mı?” Gözleriyle olduğumuz konumu işaret ederken ona karşılık ben de aşina olduğum uçak koridorlarına baktım. “Yer, mekan ne fark eder, ben zaten her geçen gün bilmediğim bir şeyle yüzleşiyorum!” Her ne kadar mümkün olmasa da koltuğuma yaslanıp rahatlamaya çalışdım. “O adamın suikastı kime yaptırdığını sen farkındalığımı uyandırana kadar hiç düşünmemiştim, öyle usta bir mafya elbette kendine, pis işlerini yaptırabileceği, belki de yüzlerce adam edinmiştir diye düşündüm, sonra sen bunu bana söylediğinde anladım ki öyle herhangi biri değil bu isim! Kafamda sana soracak o kadar çok soru birikti ki sen cevabı bana söylediğinde hiç durmadan arkası kesilmeyen cevaplar bekleyeceğim senden, ne sen ne de ben buna hazır mıyım bilmiyorum, o yüzden en iyisi bunu ertelemek, en azından ben kendimi hazır hissedene kadar!”
Beni tasdiklemesini beklemiyordum ama yine ona yakışanı yapıp kafasını sallamakla yetindi, gözlerindeki merhamet kalbimi öyle bir ısıtıyordu ki hiçbir alev bu denli yakıcı olamaz gibime geliyordu. Dudaklarımızı mühürleyip ellerimizi yeniden birbirine kenetledik, kafamı göğsüne yaslayıp derin bir nefes çektim içime, gömleğin ilk iki düğmesi açık olduğundan teninin rayihası arsızca doluverdi zihnimin en derin köşelerine, ağzından belli belirsiz çıkan sese kulak verdim.
“Solumda bir ses vardı hiç merak uyandırmayan; kimdi bana onun kalp olduğunu hatırlatan…” Söylediğiyle bir an duraksadım, kalbimin coşmasına müsade edip kafamı kaldırmadan dudaklarımı araladım. “Küçük tebessümlerine sığındı güneş ışığım, satır satır seni yazdı kalemler, istemem bundan sonra ne ay doğsun ne de kurusun mürekkepler…”
Gözlerimi karanlığa teslim etmeden önce birbirimize bahşettiğimiz cümleler sardı dimağımızı ve ben yine, yeniden aşık oldum kokusunda öldüğüm adama.
…
Usulca uyandırıldığım uykumdan zorlukla kalkabildim, zaman ne kadar geçti bilmediğimden gözlerimi aralayınca etrafa baktım, doğrulup gerildiğim esnada pilotun iniş için hazırlık yapmamızın anonsunu duyunca epey uyuduğumu farkettim.
“Amma da uyumuşum, rahatsız olmadın mı?” Furkan’a yönelttiğim sorunun cevabını önce gülümsemesiyle aldım. “Yaptığım en rahat yolculuktu.” Kemerlerimizi sıkıca bağlayıp inişe hazırlandık. Yolculuğumuz sorunsuz bir şekilde biterken el ele indik uçaktan. İndiğimizde bizi karşılayan kocaman “Schiphol Amsterdam Airport” yazısına gözüm takıldı, hiç bilmediğim bir yerdi burası, benim için farklı bir deneyim olacağı kesindi. Taksi yol boyu seyrini sürdürürken etrafa bakmayı ihmal etmedim, evler bizim oradakilerin aksine iki kattan fazla değildi, koca koca binalara alışık olduğumdan burası şehirden çok bir kasaba esintisi veriyordu.
Furkan’ın İngilizce konuşurken ki aksanına hayran olmamak mümkün değildi, profesyonelce taksiciye adresi verince gözlerimi belertip dudaklarımı kıvırdım, kafamı bir aşağı bir yukarı sallayıp ellerimle sessizce alkışladım. Bu hareketim onu epey güldürdü, kıvrılan dudaklarının kenarında bir ömür mesken tutabilirdim.
Süre gelen kötülüklerin ardından şu an yaşadığım sevincin bir tarifi yoktu, kalbim uzun zamandır böyle atmayı unutmuştu, ömrümün hengamelerini bir kenara bırakıp Furkan’ın benim için inşa ettiği lunaparka atıyordum adımlarımı, rengarenk oyunlarla döşeli bu parkın her bir köşesi heyecan verici, merak uyandırıcıydı, kendimi bir çarpışan arabanın içindeymiş gibi heyecan dolu, bir dönme dolabın tepesinde özgür hissediyordum, ayağımdaki prangalardan o kurtarmıştı beni.
“Hesapsız, kitapsız, yalansız, dolansız beni sevdiğin için teşekkür ederim.” Minnettarlığım göstergesi olarak küçük bir tebessüm bahşettim dudaklarımdan. “Bir şey söylemene gerek yok, içimdekileri saklamak istemiyorum, gözünün içine baktığımda zihnimde ne varsa dudaklarımdan kulağına, oradan da kalbine aksın istiyorum, elimi tuttuğunda hiç bırakma istiyorum, senin varlığını bilen kalbim yokluğuna alışmasın istiyorum, senden öncesi diye bir şey olmasın, ömrümün geri kalanı sen ol istiyorum.”
Gözlerinden şimşek gibi geçen bir pişmanlık sezdiğime yemin edebilirdim, bu duyguyu bir an da hissetmek beynimde şimşekler çakmasına neden oldu.
“Bir sorun mu var?” Sorduğum sorunun verdiği ağırlık kaplamıştı bedenimi, düşen moraline anlam veremedim, kafasını hayır anlamında sallayıp önüne dönmüştü, yaşadığım hayal kırıklığını tarif etmem imkansızdı. Bu neydi şimdi? Taksi durduğunda geldiğimizi anladım, ücreti ödeyip teşekkür ettik.
Arabadan inerken elimi tutmaması canımı sıkmıştı. Ben bir şey mi kaçırmıştım? Karmaşık duygular içinde önümdeki gri renge boyalı, tek katlı eve baktım, çimlerin üzerine döşeli taşlara basarak evin kapısına vardık, açık bir bahçesi vardı, etrafıma baktığımda kimsenin bahçesinin çitle ya da duvarla çevrili olmadığını gördüm, sokağın başından sonuna tüm evler aynıydı.
“Sen beni burada bekle, ben görevliden anahtarı alıp geleyim.” Onun yaptığı gibi kafamı sallamakla yetindim. Furkan gözden kaybolurken ardından öylece baktım.
Ani ruh değişimi afallamama sebep olmuştu, nedenini anlayamadığım bir soğukluk girmişti aramıza, hiç böyle hayal etmemiştim diye düşünmeden edemedim, kendimi hep balayında olduğumuza inandırmak için çabalamıştım, başarılı da olmuştum doğrusu, ta ki şu ana kadar!
Bir şey olmadığını söylüyordu ama diline çektiği manevi fermuar bunun aksini iddia ediyordu. Çok geçmeden yanıma elinde anahtarla geldi, yüzüme bile bakmadan önümdeki bavulu tutup kapıyı açtı, sessizce peşinden gittim. İçeri geçtiğimde ufak bir salon karşıladı bizi, hemen yanında adayla ayrılmış amerikan mutfağı vardı, ev ne çok eski ne de yeni gibiydi, mutfak dolaplarının ahşap rengi eskimeye yüz tutmuştu, koltukların üzeri farklı desenlerde örtülerle kaplıydı, kafamı sağa sola çevirirken kapının önünden bir santim bile hareket etmemiştim.
“Ben şu örtülerden kurtulayım.” Koltuk örtülerini kollarının arasında buruştururken hala bana bakmamakta ısrarcıydı, o böyle yaptıkça devam edemiyordum, ne yürümeye ne de nefes almaya!
“Eve uzun zamandır kimse girip çıkmamış, görevli öyle söyledi, burası site olduğundan çalışanları özelmiş, bir arzunuz…”
Öfkeyle sözünü kestim. “Ne yapıyorsun?” Eğildiği yerden kalkıp bana baktı. “Örtüleri kaldırıyorum!”
Kaçmasına izin verecek değildim. “Neyi kastettiğimi gayet iyi anladın! Furkan, ne zamandır ağzını bıçak açmadı, ne oldu birden? Ben hiç bir şey anlamıyorum! Seni kıracak bir şey mi yaptım?” Gerginliğim sesime yansıdığından istemsiz dudaklarım aşağı doğru kıvrıldı, sinirlenince dolan gözlerime lanet okuyarak devam ettim.
“Ben anlamıyorum, bir anda ne oldu sana?” Yanıma gelip kollarını açtığında geri çekildim.
“Yaklaşma, hiçbir şey olmamış gibi şuan bana dokunmana izin vereceğimi sanmıyorum.”
Ona deli gibi sarılmak istesem de bunu yapmayacaktım. Bir şey varsa hemen şimdi söylemesi gerekiyordu.
“Sen beni yanlış anladın! Sana kırılmam mümkün mü benim?” Gözleri her ne kadar doğruyu söylediğine yemin edercesine parıldasa da inanamıyordum!
“O zaman ne oldu? Ne oldu da birden sesin kesildi, ne oldu da buzdan duvarlar ördün? Bir anda değişen bu tavrının pekala sen de farkındasın!”
Geriye doğru iki adım atıp sırtını döndü, gerildiğini kasılan omuzlarından anlayabiliyordum, hırsla saçlarına gömdüğü ellerini aşağı yukarı sertçe savurdu.
“Kafam allak bullak oldu, ne yapacağımı şaşırdım, kurduğum planlar elimde patlayacak diye endişeleniyorum, seni koruyamayacağım diye endişeleniyorum!” Sesi her cümlesinin ardından hırlarcasına boğazını yırtarak çıkıyordu.
“Ne kadar korumaya çalışsam da bir yerlerde hep mutsuz olduğunu görüyorum, bu beni deli ediyor, gözünden bir damla yaş aktığını görünce tüm dünyayı ateşe vermek istiyorum, sana yetişememekten korkuyorum!”
“Bu yüzden mi benden uzaklaşıyorsun!” Geri adım atmaya niyetli değildim, zira kalbim fena halde kırılmıştı.
“Ne uzaklaşması Merve! O artık mümkün mü sanıyorsun!” Bana döndüğünde gözlerindeki öfkeden daha koyulaşmış harelerini görmemem imkansızdı.
“Mümkün olmasını mı isterdin?” Gözlerimden istemsiz yaşlar akmaya başladı.
“Ben mi istedim böyle olmasını?” Ellerimi hırsla sağa sola savurdum.
“Sus!” Göz kapakları öfkeyle açıp kapandı.
“Ben mi istedim anne babamın ölmesini?” Gözyaşlarım patır patır dökülürken ruhum da eş zamanlı bedenimden sökülüyordu.
“Sus!” Kafası öne eğik bana bakmamak için kendiyle savaş veriyor gibiydi.
“Neden ha? Neden susmamı istiyorsun?” Öfke içimde büyüdükçe büyüdü ve ben harlanan volkanı patlatmadan rahat edemeyecektim.
“Pişman mısın?” Sesim git gide alçalırken omuzlarım da çaresizce aşağı düştü.
“Sus Merve!” Hareket dahi etmeden parmaklarını avucunun içine hırsla bastırdı. Beni susturmak istemesi istemsiz daha çok kalbimin kırılmasına neden oluyordu.
“Pişman mısın benimle geldiğin için? Pişman mısın beni tanıdığın için? Furkan beni sevdiğin için…”
Başını kaldırıp hızlıca yanıma geldi, söyleyeceğim bütün sözleri bertaraf edip dudaklarını dudaklarıma mühürledi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |