7. Bölüm

Arenaya Dönüş

Lucia_dark
luciadark

Merhabaaa. Kitabıma büyük bir çabayla bölüm eklemeye devam ediyorum lütfen siz de bu emeğin karşılığı bir yıldız parlatır mısınız. Okuyanlara çok teşekkür ederim💗💗💫

 

 

 

---------------

 

Yüzüme vuran ışık gözlerimi yakarken zorlukla araladım. Son yaşananlar aklıma gelince irkildim ve hızla etrafıma bakındım. Burası arenanın hastanesiydi. Gözlerim kolumdaki boruyu takip ederek başımın tepesinde birleştiğinde bir serum takılı olduğunu gördüm.

Olanlara anlam vermeye çalışarak üzerimdeki örtüyü kaldırdım. Vücudumda herhangi bir şey yoktu. Ne olmuştu bana böyle. Aklıma gelen şeyle irkildim.

Asıl Vales'e ne olmuştu.

Başım dönmeye başladığında sırtımı yatağa yasladım. Örtüyü biraz daha üzerime çekerek olduğum yere yayıldım. Aynı anda odanın kapısı açıldığında gelen kişi şaşırmama neden oldu.

Alexander Drake gelmişti. Hemen arkasından Luke ve Jason'un birbirlerini ittirerek yanıma gelmeye çalıştıklarını gördüm. Bu tebessüm etmeme neden olurken yattığım yerden biraz doğruldum. Ancak Alexander öfkeli görünüyordu.

Kaşlarım merakla çatılırken Alexander yanımdaki koltuğa oturdu. Hemen arkasından ikili de gelerek yanıma yaklaştığında gözlerim ilk olarak Jason'un gözleriyle buluştu. Endişeli bakışlarının aynını Luke'da da gördükten sonra konuşmaya başladım.

"Merak etmeyin, iyiyim." Konuşurken boğazım kuruduğunda devam edemedim. Öksürmeye başladığımda Alexander yanında duran sürahiden bir bardak su uzattı.

Garip bakışlarla suyu elinden alırken teşekkür ettim. Cevap olarak kafasını salladığında hala öfkeli görünüyordu. Onun yerine Jason konuştu.

"Çok endişelendik Laeith. Bizi çok korkuttun." Sitem eder gibi bir hali vardı. Pek de açık konuşmuyordu, ben bayıldıktan sonra ne olduğunu deli gibi merak ediyordum.

"Ne oldu bana?" Sorumla Alexander gözlerini hızla bana çevirdiğinde gözlerinde kıvılcımlar çaktığını gördüm. Bu kalbimin hızlanmasına neden olurken konuşmaya başladı.

"Bence bunu bize sen söylemelisin." Sinirle söylediği şeyler kafamda soru işareti oluştururken anlamaz bakışlarımı ayak ucumdaki örtüyle oynayan Luke'a çevirdim. Bana bakmazken bu sefer de Jason'a döndüm ve o da dönmemle birlikte kafasını öfkeyle başka bir yere çevirdi.

"Boşuna yardım isteme onlardan. Yardım etmeyecekler." Alexander devam ettiğinde hiçbir şey anlayamamıştım.

"Ben ne dediğinizi an-"

"Bilmiyormuş gibi yapma, bundan kurtuluşun olmadığını sen de çok iyi biliyorsun." Alexander sözümü kestiğinde boğazımın düğümlendiğini hissettim. Ne olmuştu da bana böyle davranıyorlardı ki.

"Bakın ben gerçekten-"

"Laeith, bize söylemeliydin." Bu sefer sözümü kesen Luke olduğunda gözlerimi ona çevirdim. Kırgın bakıyordu, biraz da kızgın.

"Artık anlatır mısınız ne olduğunu, sizi anlamıyorum işte neyden bahsettiğiniz hakkında en ufak bir fikrim yok." Cümlelerimi art arda sıraladığımda Luke konuşacaktı ki Jason onu eliyle durdurdu.

"Uyuşturucu kullanmaya başladığını bize söylemeliydin. Belki o zaman sana yardım edebilirdik."

Sözleriyle şoka uğradığımda ne diyeceğimi bilemedim. Ellerim titremeye başlamıştı ve kalbim var gücüyle atıyordu. Yataktan destek alarak biraz daha doğrulduğumda kaşlarım çatıldı.

"Ne diyorsunuz siz? Ben uyuşturucu kullanmadım." Kendimi savunmak istediğimde Alexander dalga geçer gibi güldü.

"Zaten bağımlıymışsın. Daha önce de yatmışsın hastanede. Senin gibilerini neden arenada tuttuklarını anlamıyorum." Alexander beni suçlarken yardım dileyen gözlerim önce Jason'u buldu. Jason'un bakışları bir an bile yumuşamadı aksine daha da sertleşti.

"Ya ölseydin? O zaman ne olacaktı Laeith. Sen ne yaptığının farkında mısın? Başkan bile sana yardım etmeyeceğini söyledi." Luke Jason'un sözlerinin ardından kısık bir küfür savurduğunda kaşlarım olabilecekmiş gibi daha da çatıldı.

"Kullanmadım diyorum size, inanın kullanmadım. Lütfen ne olduğunu baştan açıklayın." Sözlerime Alexander cevap vermek için ağzını açtı.

"Özetleyeyim ister misin? Sen ve Vales aynı anda yere düştükten sonra herkes vurulduğunuzu zannetti. Görevliler yanınıza geldiler." Suçlayıcı bir üslupla konuşurken bundan rahatsız oldum. Bunu anlayan Luke sözlerini devraldı.

"Sonra sizi kaldırdılar işte. Biz de korkuyla peşinizden çıktık. İkinizi de hastaneye getirdiler, Vales zaten orada ölmüştü. Sen kurtuldun, tam üç gündür de uyuyorsun. Doktor fazla dozda uyuşturucu yüzünden böyle olduğunu söyledi. Zaten eski olayları birlikte yaşadığımız için bunu tahmin etmiştik ama içten içe hiç inanmadık. Söylesene Laeith, neden kendine bunu yapmaya devam ettin?"

Luke açıkladığında ağzım bir karış açık kalmıştı. Vales gerçekten de ölmüştü ve artık benim uyuşturucu aldığımı düşünüyorlardı. Daha da kötüsü, eğer bunun gerçek olduğu doğrulanırsa beni arenadan gönderirlerdi. Bu da şüphesiz ölümüme yol açardı.

"Yemin ederim, ben bir şey kullanmadım. Maçtan önce böyle bir şey yapacak kadar aptal değilim zaten bunu siz de biliyorsunuz." Gözlerimi ikiliye çevirdim. Kalbimin kırıldığını hissettim.

"Buna nasıl inanırsınız?" Gözlerim dolduğunda buna inanmış olmalarına inanmak istemedim. Bana güvenmelerini istedim, o günden sonra asla bir şey kullanamazdım. Kullansaydım kendimi affedemezdim.

Jason elini ensesine attı ardından saçlarını karıştırdığında gözlerinde bana inanmadığını belli eden bir ifade vardı.

"Jason.." Bakışlarım hüzünle ondan ayrıldığında bana inanmasını umut ederek Luke'a döndüm. Luke kayıtsız kalamadı ve konuştu.

"Bilmiyoruz Laeith. O madde damarlarına nasıl girdi?" Umutsuzca sorduğu soruyla onun da bana inanmadığını fark ettim. Bu mümkünmüş gibi kalbimi daha çok kırarken gözlerimin yaşardığını hissettim.

Bu sefer bakışlarım Alexander'a kaydı. Bana inanmadığını zaten bildiğim için umutsuzca ona baktım. Sırtımı yatağa yasladım ve gözlerimden birer damla yaş akmasına izin verdim.

"Hiç biriniz bana inanmıyorsunuz."

"Laeith, öyle değil -". Jason beni üzmemek için açıklamaya çalıştığında öfkelendim. Bana inanılmaması kırılma noktamdı. Birileri benim yanımda yer alıyorsa bana güvenmeleri de lazımdı.

"Sus Jason. Bana inanmadığını biliyorum. " Hüzünlü gözlerim ellerime kaydı. Daha fazla yüzlerine bakmak istememiştim. Burnunu çektiğimde ellerimle gözyaşımı sildim. Kimseden çıt çıkmıyordu. Alexander ayağa kalktı. Kapıya doğru yürüdü. Gideceğini anladığımda bakışlarımı ondan çektim ve elimle üzerimde duran örtünün kenarlarıyla uğraşmaya başladım. Ne yapacağımı bilmiyordum ve yaşadığım şeyler aklıma geldikçe ko

"Kamera kayıtlarını inceleteceğim. Eğer o maddeyi sen almadıysan birilerinin sana vermiş olması gerekiyor." Alexander'ın sözleriyle gözlerim şaşkınlıkla ona döndü. Bana inanıyordu. Bu kalbimde heyecan yetişmesine neden oldu. Umutla ona baktığımda tebessüm ettim.

"Teşekkür ederim." Kamera kayıtlarını inceleyeceği için değil, bana inandığı için teşekkür ediyordum. Bunu anladı ve başını öne eğerek kendince rica etti. Kapıyı açarak dışarı çıktı.

Luke ayağa kalkarak başımın arkasındaki yastığı düzeltmeye çalıştı, pek de başarılı olamadığında başımı çekerek kendim düzelttim. Henüz kimsenin ağzından bir şey çıkmamıştı.

"Biraz daha dinlen güzelim. İyi olduğunda çıkarız hastaneden." Jason konuştuğunda gözlerim ona çevrildi. Cevap olarak başımı salladığımda kırgın hissediyordum. Bana inanmamış olmaları kalbimi acıtmıştı.

"Sana inanıyoruz, sadece kendine zarar vermiş olma ihtimalin bizi deliye döndürdü. Öfkeliyiz sadece, özür dileriz." Luke kendince bir açıklama yaptığımda tekrar cevap olarak başımı salladım. Gözlerinde hüzünle karışık öfke vardı. Luke benden cevap alamayınca Jason devam etti.

"Bunu sana kimin yaptığını bulacağız." Gülümsediğinde ufak bir gülümseme gönderdim. Başım ağrıyordu ve çok yorgun hissediyordum. Başımı tekrar geriye yasladım.

"Hastanede kalmamız gerekmiyor mu yani?" Sorduğum soruya karşılık Jason kafasını iki yana salladı.

"Doktor kalmanı istemişti ama biraz ısrarla her gün gelip kontrol yaptırmak şartıyla izin verdi." Kafamı salladım. Luke yanıma gelerek dudaklarını saçlarıma bastırdı, elini yanağıma koyarak güven verici bir tebessüm yolladı.

"Çıkalım biz, dinlen sen biraz. Çıkış işlemlerini halledelim, iyi hissettiğinde arenaya döneriz. Olur mu?" Başımı salladığımda ikisi de kapıya doğru hareketlendi. Odadan çıktıklarında sonunda yaşananları düşünmek için fırsatım olmuştu.

Bunu bana kim yapmıştı? Ya da yapan kişi neden beni ve Vales'i hedef almıştı?

Biraz düşününce aslında Vales büyük ihtimalle öleceğini zaten biliyordu. Bu yüzden bana benim suçum olmadığını söylemişti, bunu yaşayacağımı bildiği ve beni öldürmeye çalışan birinin benim yüzümden onu öldürmüş olacağını düşünmemden endişelenmişti. Açıkçası Vales için pek üzülmüyordum ancak kafamda bir sürü soru işareti vardı. Vales neden kendi ölümünü kabullenmişti veya bana neden böyle bir şey yaşanacağını söylememişti ki?

Oflayarak gözlerimi serumuma çevirdim. Bitmiş olduğunu görünce doktoru bekleyemeyeceğime kanaat getirdim ve kolumdaki iğneyi bir anda çektim. Bu acıtmıştı ancak pek de umrumda değildi.

Kendimi zorlayarak yataktan kalktığımda uzun süredir yürümüyormuş gibi hissetmiştim. Gerindiğimde karnıma bir ağrı girdi, bu ağrıyı biliyordum. Bağımlılığımdan kurtulmak için geldiğimde de bu serum yüzünden aynı acıyı yaşıyordum. Yan etkileri olmalıydı.

Ağrının etkisiyle büküldüğümde yataktan uzaklaşmış olduğum için mecburen yere çöktüm. Eş zamanlı bir anda kapı açıldığında gelenin Alexander olduğunu gördüm. Gözleri bir anlığına beni aradı ve bulduğunda endişeyle kaşlarını çattı. Hızla yanıma geldi.

"Ne oldu?" Gözleri vücudumda bir yara olup olmadığını görmek için geziniyordu. Bense hala aynı acıyı yaşadığım için kıpırdayamamıştım ancak yatağa gitsem hiç de fena olmazdı.

"İyiyim. Serum yüzünden ufak bir sancı-" devam edemeden bir sancı daha geldiğinde acıyla inledim. Ellerimle karnıma biraz daha bastırdığımda bunun gerçekten dayanabilecek bir acı olmadığının farkındaydım.

Alexander zorlanmadan bir anda beni kucağına aldığında ne yapacağımı şaşırdım. Gözlerim açıldı ve ona baktım.

"Ne yapıyorsun?" Sözlerime cevap vermeden beni yatağıma bıraktığında bir adım geri çekildi.

"Kamera kayıtlarının incelenmesini söyledim. Birinin sana ve o herife suikast kurmuş olabileceği üzerine duruyoruz."

"Biz derken? Kimler bu olayı araştırıyor ki?" Merakım arttığında bunu düşündüm. Gerçekten ikili ve Alexander dışında birileri beni kurtarmaya çalışıyor muydu?

"Arenadaki diğer herkes." Duyduklarımla önce şaşırdım, ama bu uzun sürmedi. Sonuçta eğer başkanın haberi varsa herkesin zorla araştırma yapmalarını sağlamış olması yüksek bir ihtimaldi.

"Anladım." Acım biraz azaldığında toparlanmıştım.

"Nasıl hissediyorsun?" Alexander gitmek yerine soru sormaya başlamıştı ve gerilmiştim.

"İyiyim, dedim ya." Bu adam beni kurtarmaya çalışıyor olabilirdi ama bu onu sevdiğim anlamına gelmiyordu. Hala bu adamda kötü bir şeyler seziyordum.

Alexander kaşlarını çattı. Bu verdiğim cevabı sorgulamama neden oldu ama üstünde çok durmadım.

"Her zaman böyle misin?" dedi.

"Nasılım?" Dediğimde düşünmeden cevap verdi.

"Huysuz." Kaşlarımı çattığımda o aynı ciddiyetle bana bakıyordu.

"Huysuz falan değilim ben. Farkında mısın bilmiyorum ama ölmek üzereydim.

"Bunun senin için sorun olduğunu düşünmüyorum." Haklıydı, sorun değildi çünkü defalarca ölümle karşı karşıya gelmiştim. Buna alışkındım.

"Evet, değil. Ama anlarsın ki her an ölümle karşılaşmak can sıkıcı olabiliyor."

"Senin görevin bu. Eğer yapamıyorsan bırakmalısın." Öfkeyle kaşlarımı çattım. Ne dediğini sanıyordu bu?

"Buna sen mi karar vereceksin?"

"Aynen öyle yapacağım." Verdiği cevap öfkemi katlarken tam ağzımı açmıştım ki haklı olduğu aklıma geldi. Beni istediği her an arenadan attırabilirdi. Bunu yapacak yetkisi vardı.

Cevap veremediğimde Alexander bundan memnun bir şekilde gülümsedi ve ayağa kalktı. Mağlubiyetin siniriyle kollarımı birleştirdiğimde öfkeli bir bakış atmayı ihmal etmedim.

"Görüşürüz o zaman." Biraz durdu, düşünür gibi yaptı. "Lider."

"Yoksa eski lider mi demeliydim?" Bu adam sinirlerimi daha da bozarken ona döndüm.

"Benimle uğraşmak hoşuna mı gidiyor? Öyleyse bundan zevk al. Her şey sona erdiğinde kazanan kişi ben olacağım." Kendimden emin kurduğum cümleler onu hayal kırıklığına uğratmadı. Aksine kaşları havalandı ve gözlerinde bir parıltı peydah oldu.

"Dikkat et, kazanayım derken kaybeden olmayasın." Cevap vererek gitmek için hareketlendi. Bir şey demedim, o da beklemedi. Kapıyı çarparak çıktığında neredeyse başımdan dumanlar çıkıyordu. Gelip, moralimi bozup gitmişti. Aklıma gelen şeyle arkasından bağırdım.

"Alexander!" Birkaç defa tekrar ettiğimde yaklaşan adım seslerini duydum. Alexander kapıyı açtı ve sorgulayan biraz da öfkeli gözlerle bana baktı.

"Bana bir daha böyle seslenme." Anlamadığımda sordum.

"Ne?" Alexander öfkelenmiş görünüyordu.

"Bana Alexander deme. İsmim Drake." Buna neden bu kadar öfkelendiğini anlayamazken elime onunla uğraşmak için fırsat geçtiği için içten içe gülüyordum.

"Neden, o da senin ismin değil mi?" Alayla cevap verdim.

"Lider!" Öfkeyle bağırdığında tırsmıştım ama elbette bunu belli etmedim. Ne diye bağırıyordu ki şimdi.

"Efendim Alexander." Sözlerim onu neredeyse deliye döndürdüğünde odaya tamamen girdi ve kapıyı arkasından kapattı, üstünde duran anahtarı çevirdiğinde açıkçası biraz korkmuştum.

Gözlerim etrafımda kendimi korumak için bir şeyler aradı ancak başarısız oldum. Alexander iki adımda yanıma ulaştığında öfkeyle yüzüme doğru eğildi.

"Bu, sana son uyarım." Tane tane konuşuyordu. "Bana bir daha Alexander dersen, seni arenadan atmakla kalmam, seni ölümüne pişman ederim."

Gözlerimi korkuyla kırptığımda üstümden uzaklaştı. Gözlerindeki ifade beni gerçekten çok korkutmuştu.

"Anladın mı?" Az öncekine nazaran biraz daha sakince sorduğu soruya başımı salladım, yatağa sinmiştim.

"Bana cevap ver!" Tekrar bağırdığında kalın sesi odanın içinde yankılanmıştı. Ona karşı bir hata yapmak şuan için pek de mantıklı bir karar olmazdı. Ancak bu, onu ilerde pişman edemeyeceğim anlamına gelmiyordu elbette, sadece odada yalnızken doğru bir karar versem iyi olacaktı.

"Anladım." Dedim sesimi düzgün çıkartmaya çalışarak. Biraz daha geriye gitti.

"Aferin." Gözlerimi istemsizce devirdiğimde görüp görmeyeceğinden korkarak ona baktım. Neyse ki görmemişti de yeni bir azar yememe gerek kalmamıştı.

"Drake. Arenaya döndüğümde ilk oyunu tekrar oynayacak mıyım?" Gözlerini tekrar gözlerime çıkardı. Başını olumsuz anlamda salladığında rahat bir nefes aldım. Başıma daha fazla bela açmamak en işe yarar şeydi.

"Peki, teşekkür ederim çıkabilir misin?" Söylediğim şeyle başını salladı, kapının kilidini usulca açtı, ardından kapıyı da açarak çıktı. Gitmesiyle düşüncelerimle tekrar baş başa kalırken ellerim yatağın kenarından destek alarak vücudumu öne doğru ittirdi.

Gözlerim aradığı kıyafetleri rahatlıkla bulurken onları almak için harekete geçtim. Bunlar geldiğimde üstümde olan kıyafetler değildi, şu anda da üstümde pijamalar vardı. Bir anlığına kimin değiştirdiğini düşünsem de üstünde fazla durmamaya karar verdim ve aldığım kıyafetleri giymeye başladım.

Hareketlerim canımı acıtıyordu. Dişlerimi sıkarak son parçayı da giydiğimde odanın kenarında duran aynadan kendime bir göz attım. Gerçekten göz altlarım kızarmış dudaklarım kupkuru olmuştu. Bu halime daha fazla bakamadım ve hızla saçlarımı topladım.

Kafam karışmıştı, kim benimle uğraşmak istemişti ki? Gerçekten amacı beni öldürmek miydi yoksa gözdağı mı vermeye çalışıyordu? Hatırladığım kadarıyla rekabet içinde olduğum bir düşmanım da yoktu.

Arenadakilerden biri yapmış olabilirdi tabii, eğer öyleyse gözümü korkutmak için olması muhtemeldi çünkü hiçbirinin benimle uğraşacak cesareti olduğunu sanmıyordum. Eğer yapacaklarsa ifşa olmadan yapmaları gerekiyordu. Bu da bir ihtimaldi.

Eğer arenadan biri değilse kim olabileceği aklımın ucundan bile geçmiyordu. Düşmanım yoktu, en azından bildiğim kadarıyla.

Başım ağrımaya başladığında bunları daha sonra düşünmeye karar vererek ayakkabılarımı giydim. Yanımda duran çantayı alarak odanın kapısını açtım.

Bir anda ışıkla karşılaşmam gözlerimi kamaştırırken başımın da dönmeye başladığını hissediyordum. Bir an önce arenaya dönsem iyi olacaktı. Önümü görmeye çalışarak yürüdüğümde bir anda bir bedene çarptım. Elimi başımda tutarak kafamı kaldırdığımda bunun Luke olduğunu gördüm. Beni görmesiyle yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu. Bu içimi sıcacık etti. Tam ona bir gülümseme yollayacaktım ki aklıma az önce odada yaşananlar geldi ve gülüşümü bastırdım. Luke bunu anlamış olacak ki sıkıntılı bir nefes verdi ve konuşmak için dudaklarını araladı.

"Arenaya haber verildi. Kim yaptıysa bunu bulacağız Laeith. Jason ve ben sana inanıyoruz." Ufak bir nefes aldı. "Seni kaybedecek olma düşüncesi bile korkunçken bunu kendi kendine yapmış olma ihtimalinden çok korktuk." Söylediklerinin haklılık payı vardı. Aynı şeyi ikisinden biri yapmış olsa ben de benzer bir tepki verirdim muhtemelen. İçini rahatlatmak için gülümsedim.

"Ankıyorum, aslında haklısınız da. Siz yapmış olsaydınız ben daha kötü bir tepki bile verirdim." Karşılık olarak gülümsediğinde hastaneden çıkmak için yürümeye başladık

"Arenaya mı dönüyoruz?" Sorumla başını salladı. "Evet, Jason arabada bizi bekliyor. Drake nerede bir fikrim yok ama." Anladım dercesine bir işaret yaptım.

"Biraz önce odamdaydı. Buralarda bir yerlerdedir." Luke tekrar başını salladığında birden ayağımın altındaki yer kayıyor gibi oldu. Aynı anda dengemi kaybettiğimde ağzımdan ufak bir inleme döküldü. Luke hemen elini belime koyarak dengemi sağlamama yardımcı oldu.

"İlaçlar..." Yutkunarak konuştuğumda Luke ne demek istediğimi anladı ve konuşmama izin vermedi.

"Biliyorum biliyorum. Doktor sana bir ton ilaç yazdı. Bu ilaçlar sana bunları yapıyorken arenada ne yapacağız çok merak ediyorum." Luke beni biraz daha kaldırdığında elimi omzuna atarak iyiyim işareti yaptım. Birlikte adımlayarak hastaneden çıktığımızda soğuk hava yüzüme hücum etti. Bu gözlerimi yaşartırken artık etrafımı net göremiyordum, harika.

Ellerimi yüzüme siper ederek ilerlemeye başladım. Tüm olanlar yetmiyormuş gibi havanın da bana düşman olması sinirlerimi oynatmıştı. Mızmız bir çocuk gibi ayaklarımı yere vurduğumda Luke bunun farkına vardı ve hızla ellerini bacalarıma atarak beni kucağına aldı.

"Luke, hayır dur. Yürüyeceğim ben." Luke tekrar güldüğünde başım da döndüğü için bunu yapmasına minnettardım. Ama herkes bize bakıyordu ve bundan da hiç hoşlanmamıştım.

"Evet Laeith başın dönerken ve gözlerin görme kabiliyetini kaybetmişken yürümek çok mantıklı bir seçenek. Aynen." Luke haklı olduğu için daha fazla itiraz etmedim ve gözlerimi kapattım. Baş dönmesi kesinlikle rahatsız ediciydi.

Arabaya vardığımızda, arabanın önünde ayaklarını çapraz bağlamış Jason'la gözgöze geldik. Jason gördüğü şeyle kaşlarını çatarken soru soran gözlerle bizi izliyordu.

"Laeith, bir şey olmadı değil mi?" Jason endişeyle bakarken cevap verecektim ki Luke söze atladı.

"Sen burada sigaranı tüttürürken Laeith hastaneyi birbirine kattı. Önce ilaçları yüzünden delirdi ona buna saldırmaya başladı. Hayır durduramadım da diyorum yapma kızım burası arena değil, yok dinlemiyor. Zar zor tuttum vallahi en sonunda gitmeye ikna ettim." Uydurduğu şeylere sessizce gülerken Jason hala ciddi ciddi Luke'u dinliyordu. Luke da bunu fark etti ve kesmeden devam etti.

"Sonra tam kapıya geldik tutturdu beni kucağına al. Delidir dedim çok sorgulamadan aldım anca sustu işte. Sana getirdim biraz sende kalsın diye, bu halde arenaya giremez biliyorsun." Luke sözlerinin sonlarına doğru sahte bir ciddiyete büründüğünde Jason hala olanların şaka olduğunu anlayamamıştı. Tedirgin gözlerini bana çevirdiğinde daha fazla dayanamadım ve kocaman bir kahkaha patlattım, Luke da benimle aynı anda kahkaha atarken Jason sonunda anladı ve ufak bir küfür eşliğinde sürücü koltuğuna yerleşti.

Luke da beni arka koltuğa oturtarak ön koltuğa geçti. Yol boyu Jason ile dalga geçtikten sonra nihayet arenaya varmıştık.

Arabadan inmeden Luke bir bakış fırlattığında ne demeye çalıştığını anlamıştım.

"Gerek yok Lucky, yürüyebilirim." Luke ona Lucky dememden hoşlanmıyordu. Ben de ekibimizde onu sinirlendirme görevini üstlendiğim için tabi ki de ona Lucky diyordum.

Bir kaç yıl önce Jason'un köpeği Lucky ile ilk kez tanıştığımızda ona bir parça et vermek için seslenmiştim. Luke ise bunu kendisine dediğimi zannetmişti ve büyük bir iştahla yanıma koşmuştu. Jason ise durumu fırsat bilip Luke'a artık Lucky diye seslenmeye başladığında bunu yapmaya gerek görmemiştim ancak Luke bana cadı demeye başladığında karşı atakta bulunmanın zamanının geldiğini fark etmiştim.

O günden beri keyfimiz yerine olduğunda ona Lucky diyordum ki bence gayet zevkliydi.

Hepimiz aynı anda arabadan indiğimizde otoparktan çıkmak için girişimde bulunduk. Ana salona vardığımızda bazı ekiplerin bizi izlediklerini fark ediyordum. Onları es geçerek hızla başkanın odasına girdiğimde ikili arkamdan gelmişti.

"Ah Laeith, sen miydin?" Başkan kuru sesiyle benimle konuşurken meşgul görünüyordu. Masasında oturuyordu ve önünde bir yığın dosya vardı.

"Bir gelişme olup olmadığını öğrenmek için gelmiştim efendim." Başkan gözlerini bana çevirdiğinde belli belirsiz başını salladı.

"Otursana. Gençler siz de oturun lütfen." Başımı sallayarak koltuğa oturduğumda başkan ellerini gözlüğüne götürdü, çıkararak masasındaki dosyanın üzerine koydu. Ellerini birleştirerek konuşmaya başladı. Luke ve Jason da yerlerini almışlardı.

"Hastaneden gelen raporla uyuşturucu yüzünden bu halde olduğunu öğrendik." Başımı hafif yere çevirdim, bundan rahatsız oluyordum.

"Evet efendim."

"İlk başta tepkimiz tabi senin kullandığın yönündeydi. Üç gün boyunca arenadan çıkartılma işlemlerin sürdü. Rütben alındı, dosyaların ve özgeçmişin seninle birlikte yok olacaktı, odanız boşaltılmak üzereydi." Bakışlarını ikiliye çevirdi.

"İkizlerin ısrarıyla sen uyanıncaya dek odanı boşaltmamaya karar verdik." Başkan Jason ve Luke'a benzerliklerinden dolayı ikizler diyordu ama bana kalsa hiç benzemiyorlardı. Bir kere Luke sarışındı.

Minnettar gözlerimi onlara çevirdiğimde başkan hafif bir öksürükle dikkati üzerine topladı.

"Sabah sen uyanmadan hemen önce Alexander Drake'i yanına gönderdim. Ölümünü belgelemesi ve arenada hiçbir izinin kalmaması için." Duyduklarımla tüylerim diken diken oldu, bunu biliyordum, beni öldüreceklerini biliyordum, arenada hata yapan herkesin cezası ölümdü ancak bu kadar kısa sürede bunun için harekete geçmeleri moralimi bozmuştu. Üstelik hiç bir hata yapmamışken.

"Ancak Drake zamanında bana rapor yollamadı. Biliyorsun ki senin gibi bir ajanımdan olmak benim için de zordu. Sen benim en başarılı öğrencilerimden ve liderlerimden biriydin. Ancak Laeith anlarsın ki her insanın en fazla üç hata şansı vardır. Sen sonuncuyu da kullandın." Başkan sert ve tepksizdi, her zamanki gibi. Hafif beyazlamış saçlarını düzeltti ve konuşmasına devam etti.

"Ancak Drake'in rapor göndermemesi seni öldürmediği anlamına geliyordu. O an Laeith, işte o an ben de hata yaptım sandım. Drake'in karşı ajan olabileceği düşüncelerimi istila etti ve onu geri çekmek için bir ajan ordusu gönderdim. Şükürler olsun ki yanılmışım. Seni öldürmemiş çünkü sen sonuncu hatanı henüz yapmamışsın."

Yutkunarak gözlerimi kaçırdığımda başkan sandalyesinde kendinden emin bir şekilde geriye yaslandı.

"Sana birinin komplo kurmuş olabileceğini düşündüğünü ve senin ifadenin de bunu desteklediğini söyledi. Buna elbette inanmadım ancak doğruluğu kesinleşti. Sabah siz odanızda ayrıldıktan sonra Laeith'in odasına birinin girdiğini tespit ettik."

"Senin suçsuzluğun anlaşıldı yani. Merak etmene gerek yok, burada başka şeyler dönüyor ve iki ekibi bu olanları araştırması için görevlendirdim. Üst düzey arena ekipleri ve Arena kurultayı da bunun araştırmasını yapıyor. Senden de iş birliği istiyorum."

Derin bir nefes aldım. Bunlar duymayı beklediğim şeyler değildi elbette, Alexander'ın beni öldürmek için gelmiş olması kalbimi ağırlaştırmıştı.

"Merak etmeyin, bana saldıranı bulmak için elimden geleni yapacağım." Başkan memnuniyetle kafasını salladığında eliyle kapıyı işaret etti. Üçümüz de ayağa kalkarak odadan hızla çıktık.

"Siz bunu biliyor muydunuz?" Sorumla Jason ve Luke bana döndü.

"Bilmiyorduk, haberimiz yoktu ama zaten yanından ayrılmadık bile. O adama güvenmediğimizi sen de biliyorsun." Jason kendinden emin bir şekilde konuştuğunda ona hak verdim. Nasıl olsa yanımdan ayrılmamışlardı, her zamanki gibi liderlerini koruyorlardı.

Yavaş adımlarla odamıza gitmek için harekete geçtik. Bugün izinliydik.

"Oyunlara ne oldu peki?" Sorduğum soruya Jason cevap verdi.

"Sen yokken üç gün boyunca ilk oyun devam etti, çoğu bitti zaten sadece üç dört takım kaldı. Senden sonra sıra bizdeydi ama senin yanında olduğumuz için bizi sona ertelediler. Yani anlayacağın sadece biz ve iki tane daha ekip kaldı." Sözleriyle başımı salladım. Nasıl olsa ikisinin de kazanacağı belliydi bu yüzden bunu dert etmiyordum.

"Ha bir de benim maçım bu gece yapılacak. Luke'un ki sabaha kaldı. Arada da birinci ekipten Grey ve Angel'ın maçı var." Grey ve Angel, ikisi de aynı ekipteydi ve bildiğim kadarıyla birbirlerini abi kardeş gibi destekliyorlardı. Düşman olmaya mecbur bırakılmaları çok kötüydü. Grey'i pek yakından tanımazdım ancak Angel ile birkaç sohbetimiz olmuştu ve iyi biriydi. Çoğu zaman bana karşı cephe alanları bile susturmuştu.

"İkisine de şans dileyemem çünkü hangisi kazanırsa kazansın aslında kimse kazanmayacak." Jason hüzünle dudaklarını birbirine birleştirip kafasını öne eğdi. Bu sırada odamıza varmıştık.

Kapıyı kartımızla açarak içeriye girdik ve koltuklara yerleştik. Aynı anda kapı çaldığında oflayarak ayağa kalktım.

Kapıyı açtığımda karşımda hangi ekipten olduğunu hatırlamadığım sarışın bir adam duruyordu. İsmini dahi hatırlayamıyordum.

Meraklı bakışlarımı ona çevirdim. İlk izin günümde bile rahatsız ediliyordum.

"Merhaba Laeith." Adam konuşmaya başladığında arkamda İkiliden birinin hareketini hissettim.

"Merhaba." Soru sorar gibi bir sesle konuşuğumda adam rahatsız olmuşa benzemiyordu.

"Ben ekibim adına geçmiş olsun dileklerimizi iletmek için geldim." Erkeksi ses tonuyla cesur bir şekilde konuşuyordu.

"Ekibim derken?" Bildiğim kadarıyla maçlar henüz bitmediği için ekipler de kurulmamıştı. Yani şu an aynı odada kaldığı arkadaşlarından bahsediyorsa bilemezdim ancak tanışmalar genellikle yeni ekipler oluşturulduğunda olurdu çünkü başkan dışarıdan yeni elemanlar alırdı.

"Ekibimdeki herkes maçını kazandığı için dağıtılmayacağını düşündük. Hep öyle olmadı mı zaten." Kelimelerinin ardından burnundan ufak bir gülüş duyulduğunda samimiyetsiz bir tebessüm yolladım.

"Ah, şey teşekkür ederim düşünmeniz çok hoş -" Devam edemediğimde ne düşündüğümü anladı ve hemen cevap verdi.

"Ben Louis, ekibim de altıncı ekip. Bilmediğini tahmin etmiştim zaten benim hatam. " Başımı sallayarak tebessüm ettim.

"Pekala Louis. Tanıştığımıza sevindim ve tekrar teşekkür ederim." Kapıyı kapatmak için bir harekette bulunduğumda tekrar konuşmak için ağzını açtı. İçimden sabır dilenirken bunu yüzüme yansıtmamaya çalışıyordum.

Adam kötü biri değildi, ancak şu anda tahammül edebileceğim biri de değildi ki zaten genelde ekiplerle konuşmaları ben değil Jason ve Luke yapardı. Tahmin edip onları kapıya göndermeliydim.

"Bildiğim kadarıyla yarın sabah senin ekibinden Luke'un maçı varmış. Ondan sonra da Drake ve Thant dövüşecekmiş. Maçlar bittikten sonra bir yemek düzenleneceğini duydum-" Louis konuşmaya devam ediyordu ancak daha fazla dinleyemedim. Söylediği sözler aklımda takılmıştı. Ne yani Thant ve Alexander birbirleriyle mi eşleşmişlerdi.

Daha önce listeye baktığımda Alexander'ın karşısında başka biri vardı , ancak bunun değişmiş olması muhtemeldi. Sorun Thant'dı.

Thant ve ekibi geçtiğimiz iki yılda bizim ekibimizin müttefikiydi. Birbirimize destek çıkardık, hoş pek hoşlanmıyorduk birbirimizden ancak Thant çok güçlüydü. Eğer bir kişiyi daha alma hakkı verseler kesinlikle onu alırdım ekibime.

Saha görevlerinde çok işe yarıyordu ve namı tüm ülkeye yayılmıştı. Herkes Thant adında bir seri katilden bahsediyordu ancak onu gören olmamıştı, gören olduğunda toprağın altını boyluyordu zaten.

İkisinin dövüşmesi beni huzursuz etmişti. Thant kaybetmeyi göze alacağım bir müttefikim değildi, değerli hazinelerimden ve dost sayabileceğim biriydi. Şayet şu zamana kadar bana bir kere bile ihanet etmemişti ve dürüst olmak gerekirse sohbeti hoştu.

Ancak içten içe Drake in de ölmesini istemiyordum. Sebebini bilmiyordum ancak ölürse bunun pek işime geleceğini düşünmüyordum.

Louis'in ise neden buraya geldiği şimdi anlaşılmıştı. Kendine müttefik arıyordu ve bizim güçlü olduğumuzu bildiği için kendince bize yaklaşıyordu. Genelde bir kaç oyun sonra yemekler düzenlenirdi ve yeni gelenler ile hayatta kalanlar birbirleriyle tanışarak mütteffik oluştururlardı. Ekibi ise onun umrunda değildi çünkü dediği gibi ekibinin bozulmama ihtimali oldukça düşüktü.

Bu benim de içimi huzursuz eden şeylerden biriydi ancak düşündükçe sonuca varamadığımdan es geçtim.

"Laeith, beni dinliyor musun?" Louis'in bana seslenmesi beni düşüncelerimden sıyırırken dürüst davrandım.

"Üzgünüm Louis, anlarsın ki kafam karışık ve hastaneden yeni çıktım. Bunları sonra konuşsak olur mu?" Sesimi hafif kısarak kendimi acındırma çabasına girmiştim.

"Anladım Laeith, ama yemekte ekiplerimizin tanışmasına olanak sağlarsan eğer-" devam etmesine katlanamayacağıma karar verdim.

"Tamam, Louis. Olanak sağlarım. Dinlenmem gerekiyor. Hoşçakal." Louis belli belirsiz tebessüm ederek kapımdan uzaklaştığında derin ve rahatlama bir nefes verdim. Gözlerimi ikiliye çevirdim.

"Ne çok konuştu bu ya." Luke gözlerini devirdi ve kendini koltuğa biraz daha bıraktı.

"Luke, salak mısın kardeşim? Thant ve Drake dövüşecekmiş duymadın mı?" Jason inanamaz bakışlarını Luke'a çevirdi.

"Ee duydum. Ne olmuş yani?" Luke umursamazca elinin altındaki patlamış mısırdan biraz daha ağzına attı.

"Luke, Thant ölebilir ve o bizim en büyük müttefikimiz." Jason tane tane Luke'a anlatmaya çalışırken Luke'un tepkisizliği sinir bozan cinstendi.

"Ee, tatlım. Ne olmuş diyorum bende?" Luke Jason ile dalga geçerken yanlarına ulaştım.

"Luke şu elimdeki yumruğu yüzüne yediğinde böyle rahat konuşabiliyor musun görürürüz." Jason öfkeyle ayağa kalktığında Jason'un önünde durdum.

"Ay tamam durun. Sırası değil şu anda. Luke sen de düzgün cevap versene kardeşim." Luke benim sözlerimle ayağa kalkarak kucağındaki mısırları silkeledi.

"Bak güzelim. Şu anda götümü kurtarma derdindeyken Thant düşüneceğim son kişi bile olamaz. Belki hayatta kalmayı başardığımda düşünebiliriz ama sabah maçım var o yüzden izin verirsen-" yanağıma bir öpücük bıraktı. Aynı şeyi Jason'a da yapmak için dudaklarını büzdüğüne Jason onu ittirerek koltuğa düşürdü.

"Aman iyi be. Sana da sevgi gösterisinde bulunulmuyor. İleride sevgilin olduğunda ne yapacaksın acaba mağara ayısı." Luke Jason'a doğru bağırdı. Ancak Jason'un konuşmasına izin vermeden devam etti.

"Neyse, o yüzden izin verirseniz antrenman yapmaya gidiyorum."

"Lucky sence de abartmıyor musun? Jon ile eşleşmişsin yani zaten kazanacaksın." Ellerimi iki yana açarak küçümsediğimde Luke yanıma yaklaştı.

"Sen daha önce hayatında hiç 'rakibini asla küçümseme' diye bir söz duymadın mı? Yani bazen filmlerde falan da diyorlar duymuş olman lazım." Luke dalga geçer gibi cevapladı.

"Buna rakibi küçümsemek değil, kendi sınırlarının farkında olmak denir Lucky." Luke sözlerime kahkaha attı.

"Güçlü olduğumu mu ima ediyorsun tatlım?" Göz kırptığında bende onunla beraber gülmüştüm. Dediğini yaparak odadan çıktı ve büyük bir ihtimal spor salonuna gitti.

Odada Jason ile yalnız kaldığımda kendimi bir anda çok yorgun hissettim. Başım da eşzamanlı olarak dönünce Jason koşar adım yanıma ulaştı. Tıpkı Luke'un yaptığı gibi o da beni kucağına almak isteyince buna engel oldum.

"İyiyim, biraz uyusam iyi olacak." dedim.

"Peki bende odamda olacağım birazdan seni kontrol etmeye gelirim. Kendini yorma." Uyarıcı bakışlar attığında kafamı salladım ve odama girdim. Kendimi yatağa bıraktığımda baş dönmem iyice şiddetlenmişti. Bir süre yatakta dönüp durduktan sonra uyuyamayacağıma kanaat getirerek oturur pozisyona geçtim.

Ellerim yatağımın yanında duran komodinin üzerindeki telefonuma kaydığında uzun süredir telefonumla ilgilenmediğimi fark ettim.

Ekran kilidini açtığımda bir sürü cevapsız arama ve sosyal medya bildirimleriyle dolu olduğunu gördüm.

Gözlerim bir mesajda takılı kaldığında doğru görüp görmediğimi anlamak için gözlerimi kırpıştırdım.

Alexander mesaj atmıştı.

"Drake. Numaramı kaydet lider." Altına bir mesaj daha yazmıştı.

"Eski lider." Bu öfkemi katlarken numarasını kaydettim.

*Numara 'lider bozuntusu' olarak kaydedildi*

Yüzüme mutlu bir gülümseme yerleştirirken onun sayfasından çıktım ve gelen diğer mesajları inceledim.

Gözlerim bir ismi aramaya odaklandığında çok geçmeden buldum.

James August

Hızla mesaj sayfasına girdiğimde bana bir konum göndermiş olduğunu gördüm. Bu gülümsememi biraz daha arttırırken ona teşekkür ettim ve adresi not aldım.

Geçmişi ısrarla bırakmıyordum.

Bu gece de işlerim vardı.

James'in mesaj ekranından çıktıktan sonra başka bir isimde takıldı bu sefer gözlerim.

Alice South.

Ablam.

Onunla o kadar uzun süredir konuşmuyordum ki sesini duymayı özlemiştim. Mesaj sayfasına tıkladığımda beni bir ton mesaj karşıladı. Bu buruk bir tebessüm etmeme neden olurken mesajlara bakmakla zaman kaybetmeyip yanımda duran komodinin çekmecesinden metal bir telefon çıkarttım.

Ablamın numarasını hızla girdikten sonra açmasını ümit ederek beklemeye başladım. Telefonu birkaç çalışta açtı.

"Alo." Meleği andıran sesi bana huzur verirken yanımdaymış gibi hissettim.

"Abla." Ona cevap verdiğimde bir an duraksadı. Şaşırdığını anlamıştım.

"Laeith, güzelim. Sen misin?" Ağlamaklı sesi gözlerimi doldururken kıkırdamadan edemedim. Her zamanki gibi fazla telaşlıydı işte.

"Benim abla. Uzun süre oldu konuşmayalı. Nasılsın?"

"Uzun süre mi oldu, Laeith tam altı ay oldu." Alınmış sesi kalbime dokunurken sol gözümden bir damla yaş aktığını fark ettim. Onu özlemiştim, hem de çok.

"Biliyorum abla, arayamadım tehlikeliydi. Üzgünüm." Yumuşak sesimle onu rahatlatmaya çalışıyordum.

"Neyse önemli değil, unuttum gitti. Sen iyi misin? Amcamla yengemin ölüm haberini duydun mu?"

Yutkundum.

"Duydum. " Düz sesimle cevap verdim. Bir cinayetin katili olunca ilk duyan da ben olmuştum elbette.

"Evlerinde, ölü olarak bulunmuşlar. Kimin yaptığı bulunamamış. Kim bu Laeith? Neden ailemizdeki herkesi teker teker öldürüyor? İki amcam da öldü, yengelerimiz, halamız. Neler oluyor?" Ablamın art arda sorduğu sorularla bir kez daha yutkunurken yatağa biraz daha yaslandım.

"Bilmiyorum abla. Ölmelerini hep istememiş miydik zaten?" Ablam bir süre cevap vermedi.

"Evet ama biri ailedeki herkesi öldürüyor. Ya sıra bize de gelirse?" Gözlerimi kapattım. Ben olduğumu bilmiyordu, bun

u bilmesine izin veremezdim. Kardeşinin bir seri katil olduğunu öğrenmesi gerekmiyordu.

"Sana bir şey olmasına asla izin vermem abla. Merak etme."

"Kendini koruman benim için daha önemli küçük meleğim." Gözümden bir damla daha yaş aktı. Burnum sızlıyordu. Ablamın sesi içime huzur doldururken birbirimizden uzak kalmamız üzücüydü.

"Korurum abla merak etme. Boşver bunları hem. Nasılsın, işler yolunda gidiyor mu?"

"Gidiyor meleğim. Beni boşver asıl. Sen nasılsın? Orada çok zorluyorlar mı seni?" Gözlerimi tekrar kapattım. Ablam burada olduğumu biliyordu ancak ona göre herşey daha basitti. Kimse ölmüyordu, ölümcül görevler yoktu. Sıradan birer asker gibi olduğumuzu düşünüyordu.

"Hayır abla. Her şey gayet iyi gidiyor. Jason ve Luke da çok mutlular. Konuşmak ister misin?" Mutlu çıkarmaya özen gösterdiğim sesimle heyecanlı bir şekilde arenayı anlatıyordum.

"Ay yok yok. Ağlamamak için zor duruyorum zaten onlarla konuşursam iyice ağlarım. Birazdan toplantıya katılmam gerekiyor." Ablam bir nefeste konuşurken ufak bir kahkaha attım.

"Tamam ablacım. Nasıl istersen."

"Laeith, ne zaman geleceksin? Ne zaman göreceğim tekrar seni?" Ablamın yine hüzünle sorduğu sorusuna sessiz kaldım. Yalan söylemekten başka çarem yoktu.

"Geleceğim abla, merak etme yakında geleceğim." Gülümserken onun da telefonun diğer ucunda gülümsediğine emindim.

"Tamam, bekleyeceğim." Umutla konuşması beni tekrar ağlatırken sesimi çıkarmamaya çalıştım. Ellerimle gözlerimden akan yaşları silerken düzgün tutmaya çalıştığım sesimle konuştum.

"Görüşürüz abla."

"Görüşürüz meleğim." Telefonu kapattığınızda gözyaşlarımı daha fazla tutamadım. Ağlamaya başladığımda oldukça sessiz olmaya çalışıyordum ancak ağzımdan kaçak hıçkırıklara engel olamıyordum. Ablamı çok özlemiştim. Ancak peşimde kim olduğunu bilmediğim bir ton düşmanım olduğuna emindim, ablamı asla riske atamazdım. Zaten arenada bağımsız bir ajan olmadıkça çıkamazdım da.

Ellerimi yüzüme götürerek ağlamamı durdurmaya çalışırken odamın kapısı birden açıldı ve içeri giren Jason'u gördüm. Hızla yanıma ulaştığında endişenin esir aldığı gözlerle beni inceliyordu. Bir sorun olup olmadığını anlamaya çalışıyordu.

"Ne oldu Laeith. Ağrın mı çok? Ağrı kesici vermemi ister misin, dur şuralarda olacaktı." Yanımdan ayrılarak çekmeceleri karıştırdığında yaşlı gözlerle kolundan tuttum. Ona minnettardım, ablamın yokluğunu hissettirmemişlerdi.

Kolunu tutmamla durdu ve bana bakmaya başladı. Kendime çekerek ona sarıldığımda bir süre karşılık vermedi ancak sonra beni sıkıca sardı. Bir ağabeyin sıcaklığı içimi rahatlattığında bir kuş kadar hafiflemiş hissediyordum.

"Teşekkür ederim." dediğimde daha sıkı sarıldı.

"Ben teşekkür ederim." Ne için olduğunu bile sormadan bana teşekkür ettiğinde gülümsedim. Ayrıldığımızda benden açıklama bekleyen bir çift gözle karşılaştım.

"Ablamla konuştum. Ona yalan söylemekten nefret ediyorum." Tekrar ağlayacak gibi olduğumda Jason ellerini yüzüme yerleştirdi.

"Şş, sakin ol. Onu korumak için yalan söylemek zorundayız. Onu seviyoruz ve koruyoruz Laeith. Onu buraya sokmadığın için kendinle gurur duymalısın."

"Ama ona yalan söylüyoruz ve artık ona haksızlık ediyormuşuz gibi hissediyorum." Gözlerimden tekrar yaşlar süzüldüğünde Jason elleriyle sildi.

"Hayır, eminim ablan senin yerinde olsa aynısını yapardı." Gözlerindeki ifade bana güven verirken rahatladım.

"Öyle mi?" Bir bebek gibi sorduğum bu soruya gülümsedi. Alaycı bir gülüş olduğunu sezdiğimde dudaklarımı büktüm ve tekrar ağlayacak gibi yaptım.

"Neye gülüyorsun?" Çatık kaşlarla yarı ağlamaklı bir ses çıkarttım.

"Şş sakin, gülmüyorum. Ve evet öyle yapardı o yüzden rahatla. Biz hep yanındayız." Sözlerine karşılık sadece gülümsediğimde Jason iyi olduğumdan emin oldu ve ayağa kalktı.

"Bazen kendinden emin bir liderle mi yoksa her an ağlamaya hazır bir bebekle mi konuşuyorum emin olamıyorum." Sözlerine kıkırdadım.

"Küçükken çok şımarttınız beni. Ondan oluyor bunlar." O da sözlerimle güldüğünde elini cebine attı. Ne olduğunu merak ederken küçük bir şeker çıkarttı.

"Al sana şeker getirmiştim ama uyuyorsun diye veremedim. Madem uyumuyorsun, yiyebilirsin." Gözlerim hızla açıldığında şekeri almak için bir hamlede bulundum. Şeker bu dünyada sevdiğim nadir şeylerden biriydi.

Elimi uzatmamla şekeri havaya kaldırdı ve alamadım. Çatık kaşlarla ona döndüğümde yüzünde eğlenir bir ifade vardı.

"Bebek gibisin." Tehditkar bir ses tonuyla konuştum.

"Şekerimi ver." Buna sadece gülümsedi.

"Yemek yemedin, önce yemeğini ye. Ondan önce de biraz uyu. Hadi bir buçuk saat uyursan sana yemek ve şeker vereceğim." Jason ciddi ciddi planlama yaparken ağzım açık onu izliyordum.

"Dalga geçiyorsun değil mi?" O şekeri kesinlikle istiyordum.

Jason arkasını dönerek uzaklaştı. Odamın kapısına geldiğinde eliyle saati gösterdi ve kapıyı açarak dışarı çıktı.

Arkasından oflayarak yatağa yerleştim. Belki de biraz uyumak fena olmazdı.

 

 

---------------

 

Merhabaa, umarım bölümü sevmişsinizdir. Eğer hoşunuza gittiyse bir yıldız parlatın olur mı💫

 

 

 

 

 

 

 

​​​​​

Bölüm : 03.02.2025 00:32 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...