8. Bölüm

Hayatta Kalmak

Lucia_dark
luciadark

 

Merhabaa, bıkmadan yeni bölüm atmaya devam ediyorum umarım okuyanlarınız vardır , eğer severseniz fikirlerinizi belirtmeyi unutmayın olur mu?

 

 

_______________

 

 

 

 

"Annem" dedi küçük Laeith. "Annemi istiyorum. Lütfen amca, lütfen dur artık." Ağlıyordu. Vücuduna daha önce almış olduğu derin yaraların izleri geçmeden yenileri ekleniyordu.

"Kes sesini, annen seni istiyor mu sanıyorsun?" Laeith duyduğu sözlere inanmak istemiyordu. Elbette annesi onu istiyordu, hangi anne kızını istemezdi ki? Minik elleriyle kulaklarını kapattı, düştüğü yerde darbelerden kendini korumak için kıvrıldı.

"Annen fırsatı varken seni gebertmeliydi. Onu uyardım, çok uyardım. Bu leke sonumuzu getirecek dedim. Dinlemedi, beni dinlemedi." Amcası acımasızca sözlerine devam ediyordu. Bir yandan küçücük kızın kıyafetlerinin açıkta bıraktığı yerlere kırbaç şekline getirdiği kemeriyle izler bırakıyordu.

Laeith'e 'leke' diyorlardı. Bu küçük kız çocuğunun kime zararı olmuştu ki onu annesi bile sevmiyordu?

Laeith'in ağlaması artık çığırından çıkmıştı. Bedeni bu acıları daha fazla taşıyamayacakmış gibi hissediyordu. Beyni daha fazla katlanamayacakmış gibi uyuşuyordu, bayılmak üzereydi.

Ama küçük kız dayanmalıydı. Annesi gelirse onu görmeliydi ve tıpkı kendi yaramazlık yaptığında annesinin onu cezalandırdığı gibi amcasını da cezalandırmasını izlemeliydi.

Bir anda kapı açıldı. Evet sonunda küçük kızın istediği gerçekleşiyordu. Zorlukla araladığı yaşlı gözleriyle kapıya doğru baktı. Annesi gelmişti, onu kurtarmak için.

Laeith gülümsedi. "Anneciğim." Vücudundaki acılara rağmen annesine gülümsüyordu. Oysa annesi ona bir kez bile gülümsememişti. Bir bildiği vardır diyordu Laeith. Annesinin her fırsatta ondan nefret ettiğini göstermesine rağmen buna inanmak istemiyordu.

Annesi gözünün ucuyla küçük kıza bir bakış attı. Laeith'in içi sımsıcak oldu o an, tüm acılarını unuttu. Umutla baktı annesinin gözlerinin içine.

Fakat annesi bir pisliğe bakmış gibi iğrenerek bakışlarını kızdan çekti.

Bu kez kalbi ağrıdı küçük kızın. İçinde bir ses ona "İşte busun sen, bir leke, bir hata." diyordu.

"Ne yapıyorsunuz burada? Tüm ev kızın çığlıkları ve ağlamasıyla yankılanıyor. Ağzımızın tadıyla yemek bile yiyemiyoruz." Annesi soğuk bir ifadeyle amcasına sormuştu bu soruyu. Demek yemek yiyorlardı.

Laeith'in karnına üç gündür yiyecek girmemişti.

"Kızın yine yaramazlık yapıyor Lila." Amcasının gözleri küçük kızın korkudan titreyen bedenine döndü. "Bırak halledeyim şunu."

Annesi hışımla karşı çıktı. "Hayır, eğer o ölürse hayatım biter. En azından birkaç yıl daha.." Annesi düşündü. Daha ne kadar yaşatması lazımdı kızını?

"Onların işini bitiremiyoruz. Bırak kızı onlara verelim. İki taraf da istediğini almış olsun." Amcası öfkeyle ekledi. "Bu pisliğe daha fazla katlanmayacağım."

"Eğer kızı verirsek bizi öldürmeyecekleri ne malum? Kafanı çalıştır. Bu işin bir sonu yok. Ya biz onları bitireceğiz ya da onlar bizi. Kız sadece bize zaman kazandırır." Annesi sıkıntıyla ofladı. "Yakınız, çok yakın."

Kız duyduklarına pek bir anlam verememişti. Birileri kızı mı istiyordu?

"Daha karnındayken ölmeliydi." Amcası nefretle son sözlerini söyledi. Gitmeden önce son kez yerde yatan minik bedene kaydı bakışları, tıpkı annesi gibi yüzünü buluşturarak yanlarından çekip gitti.

Kız amcasının gitmesini fırsat bilerek doğruldu. Beli acıyordu, kolları ve bacakları da. Ancak annesinin sevgisini kazanmak için kusursuz olmalıydı. Ablası gibi.

Annesi ona yaklaştı. Kızın kalbi hızlandı, yerinde kıpırdandı. Annesi iyice yaklaştığında kızın yüzüne bir tokat indirdi.

Küçük kız şokla ve korkuyla annesine bakakaldı. Gözleri doldu ama belli etmedi. Annesi ona nefretle baktı.

Ablasına hep gururla bakardı oysa.

"Anne, beni de yanına alır mısın? Ablama yaptığın gibi her gece kitap okumanı da istemem eğer yorulur-" küçük kızın sesini annesi böldü.

"Kes sesini. Senden nefret ediyorum duydun mu? Bana sakın bir daha anne deme. Senden kurtulmama az kaldı. O zamana kadar uslu dur." Annesi daha fazla bakamayacakmış gibi kızdan bakışlarını çekti ve kız cevap veremeden kapıdan çıkıp gitti. Kilitlemeyi ihmal etmedi.

Kız tekrar karanlık odada tek başına kalmıştı. Korkmuştu, annesinden korkmuştu. Ablasını düşündü o an. Neden annesinin onu ablasını sevdiği kadar sevmediğini düşündü.

Bir keresinde annesi ona geldiğinden beri başlarına bela getirdiğinden bahsetmişti. Babası da kızı sevmezdi. Amcasından farklı değildi. Evde halası ve yengesi de yaşıyordu. Küçük kıza hiç iyi davranmıyorlardı.

Bir anda kapıdan kilit sesi duyuldu. Küçük kız biraz daha doğrulmak istedi ancak ağrıyan beli buna izin vermedi. Kollarına kısa bir bakış attı, kanamışlardı.

Kapı yavaşça aralandığında ablasını gördü küçük kız. Hiç bir şey hissetmedi. Ne korku ne heyecan ne de mutluluk.

Ablası hiç ona karşı kötü olmamıştı. Ama bu annesini kıskanmadığı anlamına gelmiyordu.

Ablası bir elinde su şişesi diğer elinde pek doğru yapılmışa benzemeyen bir sandviç tutuyordu. Usulca kardeşinin yanına eğildi ve sandviçi kucağına bıraktı. Su şişesini dizlerinin dibine koydu.

"İyi misin?" Ne diyeceğini bilemiyordu. Küçük kardeşine neden kötü davranıldığını anlamıyordu, yaşı bunun için çok küçüktü.

"İyiyim." Tek kelimesi bu oldu küçük Laeith'in. Ablasının diğer sorularına cevap vermedi. Elindeki sandviçi özenle yemeye başladı. İçinde ne olduğunu pek anlayamadı ancak tadı güzeldi. En azından doyurucuydu.

"Bu kadarını alabildim. Gece bir kez daha geleceğim o zaman daha çok yiyecek getiririm." Ablası Laeith'in elini tuttu. "İlaç da getireceğim, beyaz bir ilaç. Annem bunu ağrıları kestiğini söylemişti. Sana da iyi gelebilir." Şefkatle kardeşine bakıyordu. Laeith sadece başını salladı. Zaten annesi son birkaç aydır ona bir ilaç getiriyordu. Ağrılarını kesmede ile yaramamıştı. Kısa süreli uyuşukluk veriyordu hepsi bu.

Düşündüğü şeyle canı o ilaçtan istedi.

Kardeşi başını mahçup bir şekilde öne eğerek bir adım geri gitti.

"Şimdi gidiyorum. Tekrar geleceğim." Laeith yine bir şey demedi. Ufak bir tebessüm yolladı sadece. Annesi onu daha çok seviyor olsa bile kardeşiydi. Kardeşini sevmeliydi aksi halde annesinden ne farkı kalırdı?

Yiyeceğinin tamamını bitirmedi. Ablası ona yemek getiremezse diye bir kısmını sakladı, su şişesinin kapağını zorlukla açtı ve dudaklarına yasladı. Kana kana içti. En son ne zaman temiz su içtiğini hatırlamıyordu. Suyu da bitirmedi, şişenin kapağını çevirerek kapattı.

Ablasının gitmesiyle oda tekrar karanlığa büründü. Canı çok acıyordu, üstlelik bunu her gün yaşıyordu. Küçük bacaklarını kendine doğru çekerek yerinde rahatsızca kıpırdandı. Başını soğuk zemine koyarak uykunun bedenini esir almasını bekledi. Göz kapakları yavaşça kapandı ve kısa süreliğine de olsa yaşadığı cehennemden uzaklaştı.

 

 

*****

 

 

Göz kapaklarına yapışmış gözlerimi kendimi zorlayarak açtım. Çok fazla uyumuş gibi hissediyordum ancak bedenim kavgadan çıkmış gibi yorgundu. Ellerim hemen yanımda duran telefonuma gittiğinde saatin çoktan akşama geldiğini gördüm. Jason'un maçına yaklaşık üç saat kalmıştı.

Hızla bedenimi yataktan kaldırarak kapımı açtım. Salonda kimsenin olmadığını görünce odama tekrar girip kapıyı kapattım ve kıyafetlerimi değiştirdim. Jason spor salonuna inmiş olmalıydı, sanırım son birkaç saatini antrenman yaparak geçiriyordu.

Yapmasına da pek gerek yoktu aslında. Bir kadınla eşleşmişti, üstelik güçsüz bir kadınla. Kazanacağı neredeyse kesindi. Bu beni gülümsetirken odamdan çıktım ve mutfağa doğru ilerledim.

Küçük dolaptan Luke'un özel kupasını çıkarttığımda içine toz kahveyi ve soğuk sütü döktüm. Zihnimi açmak için uğraşıyordum.

Luke beni bu halde görseydi eğer kupasını aldığım için beni cadı ilan edip yakmaya çalışacağına emindim. İstemsizce olacakları hayal etmeye başladım.

Evet, muhtemelen beni öldürmeye çalışırdı.

Kendi kendime ufak bir kahkaha attığımda hızla odama gidip telefonumu aldım. Kahve bardağını yüzüme doğru kaldırarak dudaklarımla kahvemden bir yudum alırken fotoğrafımı çektim.

Üçümüzün olduğu gruba girerek fotoğrafı yolladım. Altına not düşmeyi ihmal etmedim.

"Iıım kahvenin tadı efsane." Sinsice gülerken telefonumu kenara bıraktım ve odanın fazla havasız olduğuna kanaat getirerek pencereyi açtım. Bu sırada kahvemi bitirmiştim ancak yeterli gelmemişti, aklıma gelen yeni fikirle gülümsedim ve kendime yeni bir kahve yapmaya koyuldum.

Yeni yaptığım kahveyi bu sefer Jason'un kupasına boşalttığımda telefonumla aynı pozla fotoğraf çektim. Bu sefer başka bir not düştüm.

"Kupam kırıldı ve değiştirmek zorunda kaldım :("

"Kahvenin tadı hala efsane."

Ve ekledim.

"Gelip denemek ister misiniz?"

Mesajlarım anında mavi tik olduğunda ikisinin spor salonunda beraber olduklarına kanaat getirdim. Luke anında cevap yazdı.

"İnanamıyorum Unicornlu kupam, hangi ellere düştün sen?"

Luke abartılı bir tepki verdiğinde telefonun başında kahkaha attım. Aynı anda Jason da mesaj yazdı.

"Geliyoruz."

İkili odaya aynı anda geldiklerinde Luke hızlı davranıp kupasını kontrol etmeye gitti. Kırılmadığını görünce rahat bir nefes aldı ve yanıma gelip ellerini saçlarıma daldırdı. Saçlarım darmadağın olduktan sonra gülümseyerek elinde kupasıyla kendi odasına çekildi.

Oflayarak saçlarımı düzeltmeye koyulduğumda Jason soru soracakmış gibi kıpırdanıyordu. Ne demek istediğini hemen anladım.

"Yemedim Jason. Aç değilim daha yeni kalktım." Yanına giderek yanağından makas aldığımda burnundan sesli bir nefes verdi ve ellerini beline koydu.

"Mutfakta yiyecek bir şey var mıydı peki?" Düşünmeden cevap verdim.

"Hayır." Birkaç adımda koltuğa ulaşarak kendimi bıraktım.

"Yani üşendin ve kendine yemek yapmadın." Jason hala elleri belinde bana bakıyordu. Kendimi sorgu altında gibi hissediyordum. Üşendiğim için yemek yememiş olabilirdim ama çok aç olsaydım bir yolunu bulurdum.

"Öyle de demeyelim de." Ufak bir gülümsemeyle Jason'a baktım. Bana bakmadan mutfağa adımladı ve buzdolabından bir şeyler çıkartarak ufak bir sandviç hazırladı. Yanıma getirerek bıraktığında şaşkın gözlerle ona bakıyordum.

"Gerçekten o kadar aç değildim ama sağol. Bedava yemeğe hayır demem." İştahla elimdeki sandviçe odaklandığımda bir ısırık aldım ve tadının gerçekten güzel olduğunu fark ettim. Jason cevap vermeden yanıma oturarak telefonuyla ilgilenmeye başladı.

Büyük bir iştahla sandviçimi yedim. Jason arada yiyip yemediğimi kontrol etmek için ufak bakışlar atıyordu. Bir bakışını daha yakaladığımda ağzım dolu kocaman gülümseyerek ona baktım. Karşılık olarak memnun bir gülümseme takındığında ayağa kalktım.

"Ee, maçın yok mu hadi gidelim yavaştan." Jason kafasını telefondan kaldırmadan cevap verdi.

"Henüz 1 saat var, anons geçtiklerinde gideriz. İzin ver biraz daha dinleneyim." Anlayışla başımı salladım.

"Peki o zaman siz Luke ile gelirsiniz. Ben aşağı inip ortamı yoklayacağım." dedim.

Jason başını sallamakla yetindi. Hemen ardından kapıyı açarak odadan çıktım. Acele etmeden asansörün olduğu kısıma yürüdüm.

Aklımda bir sürü şey dolanıyordu, önce Vales daha sonra Jason ve Luke'un maçları, ablam ve gece gitmem gereken görevim. Kabul, son görevi kendi kendime vermiştim ancak bu bir görev olmadığı anlamına gelmiyordu.

Asansöre vardığımda parmağımın ucuyla düğmeye tıkladım. Çok geçmeden geldiğinde kapıları açıldı ve içeride olan Thant ile göz göze geldim. Kısa bir baş selamı vererek hızla asansöre daldım.

"Yarın sabah maçın varmış duyduğum kadarıyla." Söze başlayan ben oldum. Thant soğuk duruşunu hiç bozmadan cevap verdi.

"Öyle." Dudaklarımı birbirine bastırarak anladım dercesine başımı salladım. Thant'tan bana doğru soğuk rüzgarlar esiyordu, her zaman böyle biriydi bu yüzden sorun etmedim.

"Endişeli misin peki?" Sesimi meraklı ve masum tonda çıkartmaya özen gösterdim. Sonuçta Alexander ile maçı vardı ve ben Thant'ın yerinde olsam Alexander'ın kazanmak için her şeyini ortaya koyacağını, hatta bir ihtimal hile yapacağını düşünürdüm ki düşünüyordum da. Thant çok güçlüydü. Alexander'ın kurallara sadık kalarak maçı alması pek mümkünmüş gibi durmuyordu.

En azından ben öyle düşünüyordum.

Bir anda hepimizi şaşırtmaya yeltenmezse Alexander için arena dönemi sona ermiş gibiydi. Hem Thant'ın maçı alması işime gelirdi. Takımlar yeniden kurulurken ilk işim Thant'ı ekibime dahil etmek olurdu. Tabii kabul ederse.

"Ne için endişeli olmalıyım?" Thant düz tutmaya çalıştığı sesiyle cevap verdi ama sorum onu öfkelendirmiş gibi görünüyordu.

"Bilmem, Drake üst arenadan geliyor. Yani anlarsın ya." Thant ölümcül bakışlarını bana çevirdi. Bu beni korkutmadı ancak yine de tüylerimin ürperdiğini hissettim. "Bizden daha güçlü biri olabilir. Yani, ne kadar üzgün olsam da yenilme ihtimalin var."

"Onurumla dövüşeceğim, yenilirsem giderim. Kazanırsam zaten karar verilmiş demektir." Thant bakışlarını yumuşatarak benden çekti.

"Kaybetmeyi düşündüğünü sanmıyorum, fazla kendinden emin görünüyor. Sence de şüphe uyandırmıyor mu? Yani, tamam bizden üst arenadan gelmiş olabilir ancak senin namını duymayan yok ve buna rağmen bu kadar özgüvenli olması pek de mantıklıymış gibi görünmüyor. Ya düşündüğümüzden de salak ya da-" Thant sözlerimi tamamladı.

"Ya da hile yapacak. Demek istediğin bu mu?" Başımı sallayarak onayladım. Devam etti.

"Sanmıyorum, yapacak olsa bile her zaman sıyrılmanın bir yolunu bulurum lider. Beni düşünmen kalbime dokundu ancak önemsemen gereken daha önemli konular var." Yüzünde mimik oynamazken buz gibi soğuk bakışlarını tekrar yüzüme çıkarttı. Ardından keskin bir gülümseme yolladı.

Karşılık vermeyi düşünmüyordum. Haklıydı, Thant yenilse bile muhtemelen öldürülmeyecekti çünkü tüm ülkedeki en iyi seri katili öldürmek cesaret isterdi. Başımı önüme eğdiğimde asansörün kapısı bir kez daha açıldı. Bu sefer içeriye hiç beklemediğim biri girdi.

Alexander Drake.

Gözleri önce beni buldu, bakışları parıldadı, tehlike sinyallerimin algılayacağı kadar tehlikeli bir gülüş gönderdikten sonra keskin bakışlarını yanımda duran Thant'a çevirdi. Gözleri kısılırken avına bakan yırtıcı bir kuş gibi Thant'ı izliyordu. Eh rakibiydi sonuçta.

Çok geçmeden asansörün kapıları kapandı. Alexander ikimizin arasında yerini bulduğunda hepimiz tek kelime etmeden önümüze bakıyorduk.

"Benim hakkımda mı konuşuyordunuz yoksa?" Alexander kendinden emin bir ses tonuyla bana doğru döndü. Bunu nereden çıkardığına anlam veremeyen bakışlarım yüzünü bulduğunda gözlerimi açıp kapattım.

"Neden senin hakkında konuşalım?" Alayla cevap verdiğimde gözlerinden ufak da olsa bir memnuniyet parıltısı geçti. Fakat hızla yok oldu, gözlerini tekrar otorite kurmak isteyen bakışlar bürüdü.

"Asansörün kapısı açıldığında konuşuyordunuz, ben gelince sustunuz. Başka şeyler mi düşünmeliyim yoksa?" İma ettiği şeyle yüzüm ekşirken aynısını Thant'ın da yaptığını gördüm. Onun ifadesi bir anlığına komik geldi ve dudaklarımdan ufak bir gülüş döküldü. Alexander'ın gözleri dudaklarımı bulurken öfkelenmişti.

"Bu tepkinden hoşuna gittiğini düşünmeliyim sanırım, lider." Alexander tekrar konuştu. Başımı onaylamaz biçimde salladım.

"Bilemiyorum, belki de." Onunla uğraşmanın verdiği zevkle dudaklarımı ısırdım. Gözleri bir anlığına oraya kaysa da çabuk toparladı. Bense bakışlarımı Thant'a çevirdim.

Tahammül edemiyor gibi görünüyordu. Onu tanıyordum, eğer benden gram nefret ediyor olsaydı çoktan elinde sallandırdığı iple beni boğmaya çalışacağını söyleyebilirdim.

Alexander geldiğinde onu araştırmıştım. Arenanın bir sistemi vardı ve yüksek güvenlikli yazılımlarla korunuyordu. İçeri girmek benim için elbette zor olmamıştı.

Onun ismini araştırırken elde ettiğim bilgiler arasında ekibinde duygusal bağlara izin vermediği yazıyordu. Şimdiyse çoktan ekibime göz koymuştu, o halde kuralları çiğnemem onu sinirlendirirdi ve evet, kesinlikle bunu yapmak istiyordum.

"Öyle mi?" Drake tehditkar bir ifadeyle sordu. Thant rahatsızca yerinden kıpırdandı. Fakat beni durdurmak için bir şey yapmıyordu. Cevap olarak sadece başımı salladım.

"Ekibinin lideri olduğumda kuralları çiğnemenin cezaları da olacağını anlayacaksın lider." Bana doğru bir adım attı. "Beni araştırmışsın, tebrik ederim ancak bu bana karşı bir zafer aldığını göstermez. Aksine, benim seni cezalandırırken daha cömert olacağımı gösterir." Onu sinirlendirmiş olmanın verdiği galibiyet ile mutlu bir şekilde gülümsedim. Alexander başka kelime etmeden açılmış olan asansörün kapısından çıktı ve arkasına bile bakmadan gitti. Tekrar Thant ile başbaşa kaldığımızda eksi dördüncü katın düğmesine bastım.

"Neden onunla uğraşıyorsun?" Thant'ın soru sorması beni memnun etmişti. Küçük canavar sonunda samimiyet göstergesinde bulunmuştu. Yüzümdeki sırıtış büyürken bekletmeden cevap verdim.

"Onunla uğraşmıyorum, o benimle uğraşıyor. Ekibime çoktan göz koydu, bende onun kurallarını çiğniyorum. Üzerimde otorite kuracağını düşünüyorsa çok fena yanılıyor." Bakışlarımı Thant'ın iri cüssesine çevirdim. Sağ elimle hafif bronzlaşmış kol kaslarına baskı uyguladım. "Baksana, kendi ekibine almayı düşündüğü birinin düşmanıyla müttefik olması onun için pek sevindirici bir haber olmayacaktır. Bu arada vay be, kasların son gördüğümden daha iyi." Elimle pazularını sıkıyordum, tepkisiz bir şekilde koyu mavi gözleriyle beni izliyordu.

"İşim gereği." Fazla uzatmadan konuyu kapattı, ancak söylediklerimden memnun olduğunu anlayabiliyordum. Bir anda rahatsızca kıpırdandı ve kolunu elimin hakimiyetinden kurtardı. Bakışlarıyla kapıyı işaret ettiğinde gelmiş olduğumuzu gördüm.

Kendime çekidüzen vererek Thant'ın yol açmasıyla asansörden indim. Thant da peşimden indi. Birkaç adım sonra spor salonunun girişine gelmiştim. İnsanlar çoktan toplanmaya başlamışlardı. Gördüğüm kadarıyla Angel ve Grey de buradalardı. Nasıl olsa maçları Jason'un maçının bitiminden bir saat sonraydı. Hazırlık yapıyor olmalılardı.

Thant yanımdan hızla geçerek kendini spor aletlerinin olduğu bölüme atınca yalnız kalmamak için Angel ile konuşmaya karar verdim. Yönümü hızla ona çevirdim.

Yanına ulaştığımda birkaç adım ilerisinde Grey, yere çökmüş bir vaziyette suyundan yudumluyordu. İkisi de bitkin ve mutsuz görünüyorlardı. İyi dostlardı, birbirleriyle eşleşmiş olmaları ne acı.

"Angel, nasıl gidiyor?" Angel sorumla bana döndüğünde gözlerindeki yorgunluğu gördüm, ağlamış olmalıydı. Bu kalbimde ince bir sızı bırakırken Angel kendini zorlayarak gülümsedi ve kollarını iki yana açarak yanıma geldi.

"Laeith, kusura bakma hastanede seni ziyaret edecek fırsatım olmadı. Merak etme ama burada olayları araştırıyordum. Daha iyi misin?" Yemyeşil gözleriyle bana meraklı bakışlar gönderiyordu.

"Önemli bile değil Angel, ve teşekkür ederim yardımların için. Duyduğum kadarıyla şüphelinin robot resmini oluşturabilmişsin." Angel heyecanla kafasını salladı.

"Evet evet oluşturdum. Ancak henüz kağıda basılamıyor, kodlarımda bir hata olmuş olmalı. Merak etme, onu bulacağız." İçtenlikle ona göz kırparak sarıldım. Bu durumda bile beni konuşmamızı istemiyordum.

"Sen iyi misin peki?" Angel kocaman gözlerini bana çevirdi, iyi olmadığı belliydi.

"Ne kadar iyi olabilirsem o kadar iyiyim Laeith." Gözlerini güven verircesine kırptı. Zoraki bir gülümseme takındı.

"Dövüşecek misin?"

"Dürüst olmak gerekirse bilmiyorum." Gözlerini hüzün kaplamıştı, ağlamak üzere gibi görünüyordu. Benim için Luke ve Jason neyse onun için de Grey oydu. Maçlarını izlemeyi düşünmüyordum şayet izlersem buna dayanabileceğimi pek sanmıyordum.

"Dövüşmek zorunda değilsin. Maçtan çekil, buradan sağ salim çıkmana yardım ederim. Arenanın dışında ortaklarım ve müttefiklerim var, biliyorsun. Birbirinizi kaybetmeye değmez." Güven vermek için ellerini tuttum.

"Laeith, sana güvenim sonsuz ancak çıkarsam beni yaşatmayacaklarını biliyorum." Angel hüzünle konuştu. Evet, eğer arenadan güçsüzse yaşama şansı yoktu ancak müttefiklerim sayesinde hayatta kalabilirdi. Aklıma gelen fikirle gülümsedim. Eğer Angel maçtan önce kaçarsa, arenanın onun gittiğinden haberi olmayacaktı ve hayatta kalabilirdi. Gittiği fark edildiğinde Angel yurtdışına gidip müttefiklerime ulaşana kadar başkanı ve kurulu oyalamayı başarırsam, kimse Angel'dan bir iz bulamazdı.

Üstelik Angel'ın sadece iki yıl saklanması yeterliydi, iki yıl sonra arena ile olan anlaşmanın geçerlilik süresi dolacaktı ve bu da onu dokunulmaz yapardı.

Angel mantıklı bir karar vererek anlaşma yapmıştı, bunu arenada yapan tek kişi olabilirdi. Arenanın verdiği sözlere sadık kalma kuralı vardı. Bu kuralın bir gün birini kurtaracağını biliyordum.

Kimsenin duymayacağına emin olarak vakit kaybetmeden planımı Angel'a anlattım. Başta kararsız gibi görünse de başka bir seçeneği kalmadığının farkındaydı. Ona Jason'un maçında sonra benimle arka bahçedeki boş yolda buluşmasını söylediğimde beni onayladı.

Ancak planı Grey'e anlatamazdı, sorun çıkartıp çıkartmayacağını kestiremiyordu. İkili, Angel'ın ısrarıyla spor salonunda çıktığında, zavallı kızın onunla geçirdiği son zamanları mutlu geçirmek istediğini anlıyordum.

Ben de planımı ikiliyke paylaşmayacaktım, ona yardım ettiğim öğrenilirse başkanın ve kurulum kararıyla bir ceza alacağımın farkındaydım ama hiçbir ceza, arkadaşımın canının kurtulmasından daha önemli olamazdı. İkiliye anlatırsam beni durdurmak için ellerinden geleni yapacaklarını biliyordum.

Spor salonunda yaklaşık kırk dakika kendi kendime oyalanarak Angel için işleri yoluna sokmaya çalışıyordum. Bazı eski dostlarıma mailler yolladıktan sonra kalabalık iyice artmaya başlamıştı. Bu kadar insanın içinden gözlerim Luke'u bulduğunda başkanın ve Drake'in de salona giriş yaptıklarını fark ettim. Hızla Luke'un yanına ulaştım.

"Jason nerede?" Jason maçı bir kadınla yapacaktı, kadın o kadar da güçlü değildi ve tanrıya şükür Jason'un bu kadınla eşleşmesi beni üzmüyordu.

"Ekipman seçiyor, Amelia'yla birlikte." Maça girmeden önce Vales ve benim yaptığım gibi bıçak ve benzeri şeyler seçiyorlardı. Açıkçası maçların çoğunda hastanede olduğum ve yaşanan vahşeti görmediğim için şükrediyordum. Luke'u başımla onayladım ve kalabalık arasından kendimize bir yer bulduk.

Ring yerden yüksekteydi ve bir boks ringini andırıyordu, seyirciler oturmuyordu ancak başkanın, kurulun ve Drake'in oturduğu bir VIP bölüm vardı. Buraya sadece yöneticiler otururdu.

Başkan kendini geniş koltuğuna bıraktı, hemen yanına Drake yerleştiğinde etrafı tarayan bakışları gözlerimde duraksadı. Başıyla ufak bir selam verdikten sonra karşılık beklemeden gözlerini çekti. Başkan ve Drake buradan kolezyumdaki aslan dövüşlerini izleyen imparatorlar gibi görünüyorlardı. Bu düşünce komik gelirken kendi kendime gülmeden edemedim. Tam o sırada Luke'un yadırgayan bakışlarıyla karşılaştım.

"Ne?" Luke kafasını iki yana sallayarak ağzından cık sesleri çıkarttı.

"Biraz saygı, ikizim dövüşüyor." Luke alaycı ancak bir o kadar da ciddi bakışlarla bana baktığında göz devirdim ve Jason'un ringe çıkmasını beklemeye başladım.

Ufak bir bekleyişten sonra nihayet Jason ve rakibi Amelia ringe çıktılar. Hakem bilgilendirmelerini bitirdikten sonra başlama düdüğünü çaldı ve başkanın da onayıyla maç başladı.

İki taraf da birbirine fazla hasar vermeyecek şekilde dövüşüyorlardı, Jason hasar vermek istemediği için yavaş oynuyordu ancak Amelia hasar veremediği için hasar vermiyordu. Hırsını gözlerinden görebiliyordum. Jason ondan gelecek her hamleyi neredeyse tahmin ediyor ve ona göre kendini savunuyordu, gerçekten bu kadını öldürmek istemiyordu ancak biraz daha kararsız devam ederse yenilmesi an meselesi olacaktı.

Amelia hep ataktayken Jason hep savunmadaydı. Herkes Jason'un alacağının farkındaydı ancak o ağırdan almayı tercih ediyordu.

Amelia birden Jason'a güçlü Jason'un bacağına sapladı. Ellerimi öfkeyle saçlarıma geçirdim. Yanımda duran Luke'un da hareketlendiğini görebiliyordum. Jason acıyla inledi ve gözlerini bir anlığına kabalığa çevirdi. Salonun çoğu onun için tezahürat yaparken bazıları Amelia'yı destekliyordu. Ancak son hamlesi benim bile sinirlerime dokunmuştu.

Ne hakla kardeşime zarar veriyordu bu?

"Jason, bitir artık!" Sesimi çıkarabildiğim kadar çıkardım ve Jason'a bağırdım. Gözleri beni bulduğunda başını onaylar gibi salladı, güçlü duruyordu ,salonun yarısı ise onun bu direncine karşı hayrandı. Ancak anlamamışlardı, Jason acı çekiyordu. Ruhsal olarak acı çekiyordu çünkü masum görünen birini öldürecekti. Lakin ben biliyordum ki o kadın masum değildi ancak bu Jason'un yükünü hafifletmezdi. Fiziksel olarak ise henüz bacağına kocaman bir bıçak saplanmıştı. Ana damarına gelmemiş olması için dua ediyordum. Luke yanımda öfkeyle küfürler ediyordu ancak Jason hiçbirimizi duymuyordu.

Amelia yüzünde gururlu bir gülümsemeyle yerde kalan Jason'a küçümseyici bakışlar atıyordu. Ancak Jason bir anda atağa geçti ve Amelia'yı yere düşürdü. Bir bacağı yüzünden ayağa kalkamamıştı ancak kadını yere düşürerek şartları eşitlemiş sayılırdı.

Amelia'nın arkasına geçti ve belinden çıkardığı ince biri ipi kadının boğazına doladı. Gücü yettiği kadar kıpırdamasını engellemek istiyordu. Ona acısız bir ölüm sunuyordu.

Amelia çırpınıyordu ancak bir işe yaramayacağı belliydi. Birkaç saniye sonra kıpırdamayı bıraktı ve gözleri yavaşça kapandı, kolları Jason'u kollarından ayrıldığında Jason yere düşen Amelia'ya karşı ayağa kalktı ve zaferini ilan etmiş oldu.

Kalabalık deliler gibi alkışlıyor ve Jason'a tezahürat yapıyordu. Ellerimi birbiriyle birleştirerek Jason'u alkışladığımda yüzümde ufak bir gülümseme bile yoktu, ancak hayatta olduğu için mutluydum. Luke da aynı şekilde dudaklarını birbirine bastırmış Jason'u alkışlarken Jason sakin bir şekilde ringden indi. Geri kalanını görmek istemediğim için kalabalığı geçerek kendimi dışarıya attım.

Nefes alabildiğimi hissederken başım da ağrıyordu. Yanıma Luke'un geldiğini hissettim.

"İyi misin?" Sorusuna başımı salladım.

"İyiyim, gel Jason'a bakalım." Luke elini omzuma attı ve abi edasıyla sıktı. Bu içimde güven duygusunu yeşertirken birlikte Jason'un yanına ulaştık. Bu sırada kalabalım yavaşça salonu boşaltmaya başlamıştı. İnsanlar maçın kritiğini kendi aralarında yapıyorlardı. Sonunda herkesin bir ekibi olacaktı ve şimdiki ekiplerin bu konu hakkında birbirleriyle fikirlerini paylaşması normaldi.

Koluna girdiği iki adam sayesinde ayakta duruyordu ancak yüzü soluklaşmıştı, üstelik hala kan kaybediyordu ve bu iyiye alamet değildi. Adamlara bakarak konuştum.

"Ne duruyorsunuz, hastane bölümüne götürsenize." Aldıkları emirle Jason'u hızla doktorların ve hemşirelerin olduğu bölüme götürdüler. Peşlerinden biz de girdik ve doktorun Jason'un yarasını dikip sarmasını bekledik.

Doktor işini bitirdiğinde bize odaya girebilirsiniz işareti yaptı ve zaman kaybetmeden Jason'u görmek için odaya daldık. Sedyenin üstünde oturuyordu, bir eliyle diğer elini sarmaya çalışıyordu.

"Bırak ben yapayım." Jason'a yardım etmek için yanına yaklaştım ve elindeki sargıyı aldım. Hüzünlü olduğunu gözlerinden okuyabiliyordum. Luke Jason'un bacağındaki yarayı kontrol ederken ben elini sarıyordum.

"O zaten iyi biri değildi Jason. Bir kadın öldürdün ama belki de bu sayede yüzlercesinin hayatını kurtardın." Elimle omzuna dokunduğumda gözlerini gözlerime çıkarttı. Normalde birilerini öldürürken tereddüt etmezdi ancak arenanın oyunlarına sonuna kadar karşıydı, üstelik bu zorunluluk yüzünden bir kadın öldürmüş olmasını gururuna yediremiyordu. Dudaklarını birbirine bastırarak teşekkür manasında kafasını salladı. Dudaklarını araladı.

"Ona acısız bir ölüm vereceğime dair söz vermiştim. Sözümü tuttum." Burukça gülümsedim, bunu anlamıştım. Elini sarmayı bitirerek kollarımı omzuna atarak dostane bir şekilde sarıldım. Sarılışıma karşılık verdiğinde Luke hiç çekinmeden ellerini ikimize sardı. Bu hareketine ikimiz de kıkırdarken ayrıldık.

Aynı anda çıkmak için hareketlendik, başımla doktora teşekkür ettiğimde aynı hareketle karşılık verdi ve odamıza geldik.

Jason kan kaybetmişti, bu yüzden fazlasıyla yorgundu. Onu zorla odasına götürüp yatağına yatırdığımda bana karşı koyacak gücü pek yok gibiydi. Hala kolundaki damara takılı olan kan serumunu yüksek bir yere koydum ve hızla onun için yemekhaneye gidip bir kase çorba aldım. Kaseyi Jason'a uzatmamla gülümsedi.

"Dur tahmin edeyim, kesin sen yapmadın." Jason'a tam cevap verecekken Luke odaya daldı.

"Hayır, bence yapmayı denedi ama mutfağı yakıp yıktığı için vazgeçerek yemekhanede aldı." Sözlerine gülerek gözlerimi devirdim.

"Yemekhaneden aldım, ve mutfağı da yakıp yıkmadım. Onun için hala zaman var." Yemek konusunda başarısızlığım ikili tarafından iyi bilinen bir şeydi. Ama en azından Jason için bir kase çorba almaya gecenin bir yarısı gitmiştim. Üstelik görevliyle mercimek çorbası istemediğimi söyleyerek domates çorbası için kavga çıkartmıştım. Bence bu iyi bir fedakarlıktı.

"Dur o zaman, kesin biriyle yolda kavga ettin." Luke cevap vermede gecikmediğinde utançla gülümsedim.

"Domates çorbası yoktu ve abla yapmak istemedi. Hem yapmasını beklemek zorunda kaldım hem de yarım saat bunun için kavga ettim." Luke sözlerime karşılık kahkaha attı.

Aklıma gelen şeyle duraksadım. Angel'a yardım etmem gerekiyordu ve ben hastanede ve çorba almaya gittiğimde çok zaman kaybetmiştim. Maçı yaklaşık 15 dakika sonra başlayacaktı.

İkiliyi zorla uyumaya ikna ettiğimde ceketimi alarak odadan ayrıldım. Tek yapmam gereken Angel'a veda etmekti. Onun dışında yapması gerekenleri mail yoluyla ona göndermiştim.

Spor salonunda kendi başıma kaldığım süre boyunca yurtdışındaki ittifak kurduğum kuruluşlarla görüşüp Angel için uygun bir yer ayarlamıştım. Şimdilik her şey tıkırında ilerliyordu.

Buluşma noktasına vardığımda Angel'ın orada olduğunu ve beni beklediğini gördüm. Hızla yanına giderek ona sarıldım.

"Fazla zamanımız yok Angel." Cebimden bir kredi kartı çıkarttım. "Sana zaten kart verirler ama işler yolunda gitmezse diye bunu almanı istiyorum. Limitsiz." Angel sadece söylediklerimi dinliyordu. Bu hali beni endişelendirdi ancak Grey'den ayrılmasına yorarak üstüne düşmedim.

"Vardığında bana haber vermelisin, her şeyin yolunda olduğuna dair bir işaret almam gerekiyor tamam mı?' Angel söylediklerime pek dikkat etmiyor gibiydi, bu beni durdurdu.

"Hey, Angel beni dinliyor musun?" Kollarından tutarak Angel'ı sarstım ancak o bana boş gözlerle bakmaya devam etti. Dudakları morarmıştı. Gözlerinden yaşlar akmaya başladı. O an gözlerinin kıpkırmızı olduğunu fark ettim.

Aklıma gelen şeyle dondum.

"Angel sen, uyuşturucu mu aldın?" Şokla sorarken Angel başını iki yana salladı. Bir anda birinin ayak sesini duyarken telaşlandım, zamanımız fena halde daralıyordu.

"Tamam Angel, al bunu ve git. Zamanımız yok git hadi." Ancak Angel yerinden kıpırdamadan bana bakıyordu. "Angel, git. Hadi lütfen gitmek zorundasın. Ölmek mi istiyorsun?" Angel'ı ittirmeye çalışıyordum ancak yerinden kıpırdamamak için kendini zorluyordu, bahçedeydik ve etraf karanlıktı. Bu yüzden ifadelerini net seçemiyordum. Angel'ın morarmış dudakları aralandı.

"Gidemem, Laeith." Şaşkınlıkla ona baktım. Ancak o devam etti. "Ben çoktan öldüm." Kulaklarım duyduklarına anlam veremezken Angel bir anda yere düştü, ve düştüğü yerde hareketsizce kaldı. Şokla irileşen gözlerim ne yaşadığıma anlam veremezken Angel'ın arkasında bir ses duydum. Biri geliyordu ve benim acilen gitmem gerekiyordu.

Adımlamak için arkamı döndüğüm sırada sesim sahibi durdu ve bana seslendi.

"Nereye gidiyorsun Laeith?" Duyduğum sesle donakaldım. Arkamı döndüm ve sesin sahibini görmemle yaşadığım şaşkınlık daha da arttı.

"Alexander..."1

Alexander ise sadece boş bir gülümseme gönderdi.

 

 

__________

 

 

 

Düşüncelerinizi ve önerilerinizi benimle paylaşırsanız çooooookk mutlu olurum, yıldır parlatmayı unutmayın olur mu🫠🎀

Bölüm : 11.02.2025 18:28 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...