10. Bölüm

Saha

Lucia_dark
luciadark

 

 

Merhabaaaaaa iyi bayramlar hepinizee.🎀🎀 Umarım severek okursunuz. Lütfen buraya kadar okumuş olanlar yorumlarda kendilerini belli edebilirler mi🫠🫠 Yıldız parlatırsanız çokk sevinirim. Ayrıca karakterler için isim öneriniz olursa paylaşmaktan çekinmeyin lütfen. Önerileriniz olursa yorumlarda buluşalım🎀

 

 

___________

 

 

 

 

Alexander'ın Thant'ın yüzüne yumruk indirmesiyle yüzümü ekşittim. Kan Thant'ın çenesinden çıplak vücuduna doğru ince bir yol çizmişti. İkisi de gerçek bir maçtan ziyade, rutin bir antrenmandaymış gibi davranıyorlardı.

Tek fark, biraz daha vahşi olmalarıydı. Ah, bir de yarı çıplak.

Alexander'ın sol omzu sargılıydı ve Thant bu zayıflığa oynamaktan geri durmuyordu. Omzundaki yaraya aldığı darbeler yüzünden her yüzünü ekşittiğinde dişlerimi sıkıp içimi huzursuz eden histen kurtulmaya çalışıyordum.

Liderler için ayrılmış özel bölümde, üstünde adımın yazılı olduğu minik koltuğa yanımdaki diğer liderler gibi sinmiş, içeceğimden yudumluyordum. Luke ve Jason'un ise bir boks maçı izler gibi tezahürat yapan insanlar arasında rahat olmadıkları her hallerinden belliydi. Elimdeki içeceği kaldırarak onlara selam verdim ve gülümsedim. Luke dudaklarını büzerek cevap verdiğinde gözleriyle içeceğimi işaret etti.

Yanımda dikilen korumalardan birini çağırarak içeceği Luke'a götürmesini istedim. Emrimi anında uygulayarak merdivenlerden aşağıya indi ve kalabalık ardından Luke'u bulup içeceği ona uzattı. Lucky önce şaşırsa da bana bakarak keyifle güldü.

Jason ise devam etmekte olan müsabakayı ciddiyetle izliyor ve başka herhangi biriyle ilgilenmiyordu. Thant'ın kazanmasını istediğine emindim şayet onu ekibimize katmayı beynimin bir yerlerine kazımıştım. Ancak bir tarafım da Alexander'ın yenilmesini istemiyordu.

Gözlerim tekrar ringe çıktığında Alexander dişlerini öfkeyle sıkarak omzunu tutuyordu. Tanrım, omzu tamamen kan içindeydi. Anlaşılan sargı onu darbelerden koruyamamıştı.

Thant ise ondan pek farklı değildi. Burnu kanamıştı ve zemin tamamen kana bulanmıştı. İkisinin de başlangıçta ellerinde olan bıçaklar yoktu, sanırım birbirlerine meydan okuyorlardı.

İkisinin de açıkta kalan bedenlerinde kesik izleri ve morluklar vardı. Maç gereğinden fazla uzun sürmüştü lakin henüz ikisi de pes etmemişti.

Alexander düştüğü yerden kalkmadan önce gözleri daha önce biliyormuş gibi tam beni buldu. Kirpiklerimi kırpıştırarak ona baktım ve kaşlarımı alaycı bir şekilde havaya kaldırdım. O ise bu hırçın tavrıma karşılık sadece gülümsedi ve dudaklarındaki kanı elinin tersiyle sildi. Hemen ardından Thant'a doğru bir hamlede bulunduğunda Thant yere yığıldı ve Alexander durumu fırsat bilerek birkaç yumruk fazladan attı.

Bu Thant'ın toparlanmasını imkansız hale getirdi. Şayet Thant düştüğü yerde iki büklüm olmuştu ve acı çektiği her halinden belliydi. Bu durumuna anlam veremeyerek kaşlarımı çattım ve Jason'a gözlerimle işaret ettim. Jason ise sadece başını salladı. Thant'ın bu durumu normal değildi çünkü iki yumruk yüzünden ölümün kıyısındaymış gibi çırpınması fazla absürt görünüyordu. Hem de bu kadar güçlüyken.

Thant öksürerek ayağa kalktı ve sol elini önce kalbine daha sonra Alexander'ın eline uzattığında maçtan çekildiğini duyurmuş oldu. İnsanlar Alexander'a tezahürat yaparken o sadece Thant'ın kendi tarafına geçmesine yardım etti ve kimsenin tebriklerini umursamadan ringden indi. Etrafını anında başkanın adamları sardığında çıkışa doğru kalabalık eşliğinde yürümeye başladılar. Büyük ihtimalle yaralarını temizleyip tedavi edeceklerdi.

Bende yayıldığım koltuktan esneyerek kalktım. Kalabalık dağılmaya başlamışken ikilinin yanıma geldiklerini gördüm ve merdivenlerden yanlarına indim. Gözlerim Thant'ı arayıp bulamadığında yürümeye başlamıştım.

"Thant nereye kayboldu?" dedim.

"Drake çıkarken o da çıkıyordu. Kalabalıktan görmemiş olabilirsin." dedi Jason. Başımı salladım.

"Neden bu kadar çabuk yenildi sizce? Bildiğim kadarıyla bir hastalığı yok." dedim tekrar.

"Drake hile yapmış olabilir. Sonuçta zehir konusunda ustalaşmıştır diye düşünüyorum." dedi Luke alaycı bir tavırla. Gözlerimi devirerek gülümsedim. Bu sırada üçümüz de yarı boş salondan çıkışa doğru ilerliyorduk.

"Sanmıyorum." dedim ona doğru. "Alexander kendi maçında böyle bir şey yapmaz. Zaten Thant maçın başından beri güçten düşmüş gibiydi. Bir sorun vardı." Jason başını salladı.

"Ben de fark etmiştim. Belki klasik bir hastalıktır."

Cevaben başımı salladım. "Gidip görelim ve kendimiz soralım."

"Akşama kadar tek yapmak istediğim biraz uyumak." dedi Luke. "Ve bunu gittiğimiz zaman iki kelime bile etmeyecek devasa bir kaya parçası için endişelenerek kullanmayacağım."

"Zaten benden pek hoşlandığı da söylenemez. Değil mi?" Gülerek başımı salladım.

"Eğer göreve gittiğimizde bavulunun tamamını kadın kıyafetleri ve makyaj malzemeleriyle doldurmasaydın senden bu kadar nefret ediyor olmazdı." dedi Jason.

"Üstelik tüm bunlar yüzünden bir gün boyunca operasyon aksadı ve dağın başında onun için büyük ve fazladan kıyafet aramak zorunda kaldık." dedim.

"En azından onun bavulundaki makyaj malzemelerini senin için tekrar çaldım, tatlım. Benim sayemde iki kat daha güzelsin artık." Ufak bir kahkaha attım.

"Benim için makyaj malzemesi çalmamış olsaydın bile Thant'ın onları tutmak isteyeceğini zannetmiyordum, Lucky. Ama yine de sağol. Sayende melekler kadar güzel hissediyorum." Alay ettiğimde ikisi de kahkaha attı.

"Pekala o zaman ikiniz de gidin ve biraz uyuyun. Ben de Thant'ı göreceğim." Luke gözlerini kısmış bana bakıyordu.

"Sadece Thant'ı görmeye gideceksin, değil mi?"

"Dışarda yapacak işlerim var. Onları halledip geleceğim." dedim cevaben. Bu sefer Jason konuya dahil oldu.

"Ne işiymiş peki bu?" dedi Luke gibi kıstığı bakışlarla. Sesindeki şüphe dikkat çekiciydi.

"Biliyorsunuz işte. Kurcalamayın daha fazla." dedim.

"Biz burada salyalar akıtarak uyurken sen yine birilerinin nefesini mi keseceksin Laeith?" dedi Luke. Israr ediyordu.

"Ne yaptığımı zaten biliyorsunuz Luke, dediğimi yapın ve ben gelene kadar biraz uyuyun. Daha sonra birlikte davete katılırız." dedim sakin çıkartmaya çalıştığım sesimle.

"Yaptığını engellemeye çalışmadığımızı biliyorsun. Bırak biz de gelelim." dedi Jason.

"Sizi bu işlere bulaştıramam Jason. Bu benimle o insanlar arasında." dedim ve yalvaran bakışlarımı gözlerine sabitledim. "Lütfen bunu daha da zorlaştırmayın."

"O insanlar senin ailen Laeith. Hiç bir zaman sana layık olamasalar da aynı kanı taşıyorsunuz. Onların küçücük bir kıza yapmaya çalıştığını onlara yaptığında onlardan ne farkın kalır?" Haklıydı, ancak bu beni durdurmazdı. İntikamım neyse onu almadan durmayacağımı biliyor olmalılardı. Bu sırada odamıza varmıştık.

"Onlar benim ailem değiller Jason. Onlar beni öldürmeye çalışan ama beceremeyip kendi elleriyle beni canavara dönüştüren insanlar. Bırak da beni dönüştürdükleri şeyle yüzleşsinler." dedim kesin bir sesle.

"Ne olursa olsun onlar hayattayken canım hala tehlikede. Sadece benim değil o ailedeki küçük çocukların da canı tehlikede. Dünyayı bu pisliklerden kurtarmam gerek." Aynı kanı taşıdığım insanlar tıpkı bana yaptıkları gibi başka küçük çocukları da uyuşturucu satışında kullanıyorlardı. Tek yaptıkları bu değildi, onlar büyük bir tehlike arz ediyorlardı ve ben bu tehlike büyümeden önce herkesin iyiliği için onları ortadan kaldırmalıydım. Bu benim için rutinleşmiş bir görevden ibaretti ancak işin içinde ailem olunca kalbimle savaşmak zorunda kalıyordum.

 

O ailenin, daha doğrusu örgütün büyük bir kısmını çökertmiştim. En son yengem ve amcamın yokluğu yüzünden büyük bir kriz çıkmıştı ve bunu atlatmaları epey zaman alacaktı. Son bir görevim kalmıştı. Kendime verdiğim son bir görev.

Annem ve babam.

Onlar da bu dünyadan gittiklerinde arenanın yıllardır aradığı örgüt liderleri ölmüş olacaktı. Evet, arena da onları arıyordu ancak bir fark vardı. Ben onları zaten tanıyordum.

"Son olduğuna söz vermiştin Laeith. En son gidişinde son olacağına söz vermiştin!" dedi Jason daha fazla kendini tutamayarak. Öfkelendiğini biliyordum ve gayet haklıydı ancak işimi bitirmeden duramazdım.

Odaya girdiğimizde Jason öfkeyle soluyordu. Luke da en az onun kadar öfkeliydi ancak belli etmemeye çalışıyordu.

"Son olacağını düşünmüştüm ama o lanet lideri bulamadım!" dedim sesimi yükselterek.

"Hatalar yapıyorum Jason, çok fazla hata yapıyorum. Şu lanet ilaçlar beynimi bulandırıyor ve en kötüsü de işlerimi yoluna sokup önüme bakamıyorum!" dedim. Yumruklarımı sıkmıştım. Jason üstüme yürüyerek konuşmaya devam etti.

"O yüzden bırak biz de gelelim. Belki bundan önceki işlerini hallettin ama annen ve baban o siktiğimin örgütünün liderleri! Oraya gittiğinde ne olacağını zannediyorsun? Onları öldürmeyi bırak, bunu yapamayacağını anladığında ihbar bile edemeyeceksin, Laeith. Her zamanki sinir krizlerinden birine yakalanacaksın ve onlar tekrar kaçacaklar." dedi tek nefeste. Öfkeden yüzü kızarmıştı. Haklı sözleri karşısında gözlerim doldu ve cevap vermeden kendimi koltuğa atarak ellerimi başıma koydum.

"Tamam." dedim güçsüz bir sesle. "Siz de gelin ve bunun son gidişim olduğundan emin olalım." Jason yanıma gelerek elleriyle saçımı dağıttı. Luke ise yanıma oturarak elini omzuma koydu.

"En doğrusu bu Laeith. Orada yakalanırsan arena onlardan gizli iş yaptığın için seni infaz eder. Biz yanında olursak daha dikkatli oluruz." Sadece kafamı salladım.

"Pekala, önce Thant'ı görmeye gitmeliyim. Sonra neler yapabileceğimize bakarız." dedim onay istercesine. Luke olumlu bir mırıltı çıkarttı.

"Thant'ı görmene gerek olduğunu sanmıyorum, zaten sorsan bile sana gerçeği söylemez. Söylese bile bu bizim işimize yaramaz." dedi Jason bilmiş bir ifadeyle. Dudaklarımı büzdüm.

"Evet ama merak ediyorum. Ayrıca ilerde onu ekibime alacaksam bir sorunu olup olmadığını bilmeliyim değil mi?" dedim sakince. "Eğer zayıflığı varsa almamalıyız."

"Haklısın, yine de söylemeyeceğini düşünüyorum. Ben olsam ağzımı bile açmazdım ve biz Thant'tan bahsediyoruz." dedi Luke gözlerini devirerek. Haklıydı, Thant ile konuşmak biraz zordu ancak eminim ekibime geldiğinde daha iyi anlaşabilirdik. Sayısız kere birbirimizin arkasını kollamıştık sonuçta.

"Pekala, gidip bir şansımı deneyeyim." dedim ayağa kalkarak. Luke iki yana düşen ellerinin desteğiyle ayağa kalktı.

"Peki, sen gelene kadar ben biraz kestireceğim. Katılmak ister misin Jason?" dedi alaycı bir tavırla.

"Siktir git." dedi Jason karşılık olarak ve orta parmağını kaldırdı. Luke ise aynı şekilde ona karşılık verdiğinde gitmek için kapıdan çıktım ve onları kendi hallerine bıraktım.

Birkaç dakika sonra arenanın tesisinin içindeki sağlık merkezine vardım. Kapıda gördüğüm ilk görevlinin yanına gittim.

"Pardon bakar mısınız? " Kadın beni görmesiyle gülümsedi ve ilgili gözlerini bana çevirdi.

"Thant Stoner, yaklaşık yarım saat önce buraya geldi. Hangi odada olduğunu öğrenebilir miyim?" diye sordum nazik çıkarmaya çalıştığım sesimle. Thant'ın bir sağlık sorunu olup olmadığını merak ediyordum ve açıkçası Alexander'ın omzunun kanaması ve vücuduna aldığı darbeler sonucunda nasıl olduğu sorusu da aklımda bir yerlerde dolanıyordu.

"Ah, ben henüz yeni başladım ancak bugünün kayıtlarında Thant Stoner adında biri olmadığına eminim." Kaşlarımı çattım.

"Arena maçından sonra buraya geldi, Thant Stoner ve Alexander Drake..." duraksadım. Drake onun soyadı değildi.

Bir saniye, ben Alexander'ın soyadını bilmiyordum.

"Ah, Alexander Drake Hunter..." Hunter, demek soyadı buydu. Durumun ironikliğine güldüm ve kadının sözlerini bitirmesini bekledim.

"...tabii, hatırlıyorum. Ona büyük ilgi gösterildi merak etmeyin ama yaraları için müdahalemiz yetersizdi. Bu yüzden onu hastaneye yönlendirdik. Ve evet yanında uzun boylu ve epey kaslı bir beyefendi de vardı." Kadın bir saniye duraksadı. "Berbat haldelerdi. Uzun süredir bu kadar yara alan bir ajan görmemiştim. Maçlar bu kadar korkunç mu?" Başımı iki yana salladım.

"Hayır, genelde bu kadar değil. İnsanlar Thant kadar yara aldıklarında dayanamayıp pes ederler. Dayananlar da genelde inatçı olurlar ve ölene kadar dövüşürler." dedim açıklayarak. Kadının gözleri şokla açıldı.

"Ne yani burada birbirinizi mi öldürüyorsunuz?" Gözlerimi kısarak gülümsedim.

"Nerden geldim demiştin?" Sorusunu umursamadan yeni bir soru sordum. Bu kadın kesinlikle başka bir arenadan gelmiyordu çünkü kurallara fazlasıyla yabancıydı. Mavi gözlerini bana dikerek konuştu.

"Ben aslında diğer arenalardan gelmiyorum. Stajım üç ay önce bitti ve üç aydır normal hastanede görev yapıyordum ancak profesörlerim gelecek vaadettiğimi düşünerek beni arenaya gönderdiler." Kadın konuşurken gözleri parlıyordu. Yaka kartından okuduğum kadarıyla ismi Lucy'di. Ona samimi bir gülümseme yolladım.

"İşinde başarılar Lucy. Sadece kurallara biraz uzak kaldığını görünce buradan olmadığını anlamıştım." dedim. Lucy gülümsedi. Diğer doktorlara karşı fazla genç görünüyordu.

"Ve evet, burası arena. İnsanlar ölür Lucy. Buna alışsan iyi olur." dedim destekleyici bir tavırla. Bu arena için kırılgan görünen bir ifadesi vardı ve arenanın, kadının gözlerindeki ışıltıyı almasını istemezdim. Lucy biraz şaşkın bir şekilde başını salladı. Teşekkür ederek yanından ayrıldım ve aracımın bulunduğu otoparka doğru yürümeye başladım. Thant'ı ve mümkünse Alexander Hunter'ı kontrol etmem gerekiyordu.

 

_____________

 

Aracımı hastanenin otoparkına bırakarak anahtarları cebime attım. Hastaneden içeriye girdiğimde serum karışık kan kokusu burun deliklerimi doldurdu. Burnumu kırıştırarak resepsiyona gittim.

Yaklaşık ellili yaşlarının sonunda bir adam yorgun bir ifadeyle bana döndü.

"Buyurun?"

"Thant Stoner, yaklaşık yirmi dakika önce buraya geldi. Oda numarasını alabilir miyim lütfen?" dedim. Gözlerim tavandaki süsleme ışıklara ve avizelere kaymıştı.

Tanrım, evime bunlardan bir tane almalıydım.

"Thant Stoner, 223 numaralı oda." dedi resepsiyonist yorgun sesiyle. Bense biraz daha yaklaştım. "Peki, Alexander Drake Hunter'ın oda numarasını da alabilir miyim?" dedim. Adam ufak bir bakış gönderdikten sonra burnunun ucundan düşmek üzere olan gözlüklerini düzelterek bakışlarını tekrar bilgisayarına çevirdi.

"Alexander Drake Hunter..." dedi heceleyerek. Sıkkın bir nefes verdim ve ayağımla yere ritim tutmaya başladım. Botlarımın çıkardığı sesler onu rahatsız ettiğinde ve bana ters bir bakış yolladığında durmak zorunda kaldım. Biraz daha aradıktan sonra nihayet oda numarasını bularak bana verdiğinde teşekkür ederek yanından ayrıldım.

İlk işim Thant'ı görmek olacaktı.

223 numaralı odanın kapısına geldim ve birkaç kez tıklattıktan sonra içeri girdim. Thant yarı çıplak bir şekilde beyaz hastane yatağının üstünde, bir koluna kan serumu bağlı şekilde yatıyordu.

Üstelik vücudunda da bir sürü yara vardı ve hepsi temizlenip sarılmıştı. Beni görmesiyle yatakta biraz daha dikleşti.

"Merhaba." dedim sakin bir ses tonuyla.

"Burada olmanı neye borçluyum?" dedi Thant cevap olarak. Gözlerimi devirerek üfledim.

"Seni ziyaret ediyorum işte. Neden minnettar olmak yerine beni tersliyorsun anlamadım." dedim yanına biraz daha yaklaşarak. Etraftaki boş ilaç kutularını elime alarak incelemeye başladım.

"Seni terslemedim. Neden burada olduğunu kibar bir dille sordum ama madem bunu istemiyorsun. Neden buradasın?" dedi daha sıkı bir ses tonuyla. Elini örtüsünün altına yerleştirmişti ve ısınmaya çalışıyor gibi görünüyordu.

Hem de bu sıcak havada.

"Maçta garip davrandığını fark ettim ve..." Thant gözlerini devirdi ve sözümü bitirmeme izin vermedi.

"Ah ,tabii. Maçta bir anda pes ettiğimi gördün ve bunun sebebinin bir hastalık veya bir güçsüzlük belirtisi olup olmadığını öğrenmek için bana geldin. Değil mi?" Tek nefeste tüm amaçlarımı ortaya döktüğünde anlatacak bir şey kalmadığı için omuz silktim.

"Beni tanıyorsun." dedim. Başını salladı.

"Seni çok iyi tanıyorum. Düşündüğünden bile fazla." Thant insanları iyi analiz ederdi. Beni tanımasına şaşırmamıştım.

"Ne o, yoksa diğerleri gibi beni de mi gözlemledin?" dedim alayla.

"Seninle çok fazla ortak işe girdiğimiz için elbette gözlemledim. Seni o kadar iyi tanıdım ki bazen keşke düşmanım olsaydın diyorum." Vay canına, bunu beklememiştim.

"Anlaşılan konuşabiliyormuşsun." dedim. "Ve beni iyi tanıdığın için düşmanım olmak mı istiyorsun?" Başını iki yana salladı.

"Hayır, keşke başından beri öyle olsaydın ve ben seni bu kadar iyi tanısaydım. Tüm taktiklerini biliyorum, giysi seçimlerini, dövüş tarzını, zayıf noktanı nasıl sakladığını... Tanrım, o kadar fazla gereksiz bilgi biriktirdim ki bazen düşmanım olsaydın bunların daha çok işe yarayacağını düşünüyorum." Sözleriyle kaşlarım havaya kalktı.

"Haklısın, keşke düşman olsaydık. Biraz olsun ajan olmaktan zevk alırdım belki." dedim. "Ayrıca bir dövüşten sonra dilinin bu kadar fazla açılacağını bilseydim, senin ağzından bilgi almak için daha farklı yollar denerdim." Neredeyse gülümsedi.

"Biliyorum, bazen konuşkan oluyorsun ama bugünkü konuşma aşkını soruma cevap vererek kullanmaya ne dersin?" dedim. Sadece başını salladı.

"Bir cevabım yok, Laeith. Hastayım ve saha görevinden kalan çok fazla yaram var. Zaten yenilecektim" inandırıcı gelmemişti.

"Yani sadece hastasın ve yaraların vardı öyle mi? Yenilginin sebebi bu mu?" Başını salladı.

"Ruh halindeki bu değişimin sebebi ne peki? İnsanlar hasta olduklarında konuşma istekleri azalır ama senin var olmayan isteklerin arşa çıkmış durumda." Bugün bu kadar konuşmasına çok şaşırmıştım. Bir yandan da iyiydi.

"Bana verdikleri ilaç yüzünden, duygu durumumu sık değiştiriyor. " Elimdeki kutuyu işaret etti. "Yalnızca yarım saat önce geldim ve neredeyse beş dakikada bir ilaç içiyorum. Lanet olsun."

Ellerini biraz daha örtünün altına getirdi ve üstüne çekti. Kaşlarım havalandı.

"Üşüyor musun?" dedim imayla. "Bu sıcak havada."

"Hastayım, Laeith. Hatırlatırım." Gözlerimi devirdim.

"O halde neden sana ateş düşürücü hap vermediler?" Sorumu bitirmemle aklıma Thant'ın birçok ilaca ki bu ilaçlara ateş düşürücü ilaç da dahil alerjisi olduğunu hatırladım. Bu onu ölüme götürürdü.

"Tanrım, üzgünüm aklımdan çıkmış." Thant biraz daha yatarak başını salladı.

"Eğer soruların bittiyse, biraz uyumak istiyorum." dedi Thant. Başımı salladım ve kapıya doğru hamlede bulunmamla kapı açıldı ve içeriye Alexander girdi. Gözleri önce Thant'ı gördü, ancak bana kaydıklarında kaşlarını çattı ve bakışları ikimiz arasında mekik dokurken öfkelendiğini hissediyordum.

"Ne oluyor burada?" dedi normal çıkarmaya çalıştığı sesiyle.

"Thant'ı kontrol etmeye gelmiştim. İşim bitti ve gidiyorum." dedim cevaben. Ancak Alexander bir şey hatırlamış gibi kaşlarını kaldırdı. Benim de aklıma asansörde üçümüzün karşılaşması gelince utançla dudağımı ısırdım. Bir yandan da Alexander'ın vücudut hatlarını inceliyordum.

"Siz gerçekten..." dedi ancak devamını getiremedi.

"Ben dalga geçiyorsunuz sanıyordum." dedi. Fazlasıyla rahatsız olmuş gibi görünüyordu. Aklıma Thant ile sevgilimmiş gibi konuştuğum geldi. Alexander Thant'ı sevgilim zannediyordu.

Gözleri bana döndüğünde keskin bakışları gözlerimin derinliklerine ulaşmıştı. Bu biraz olsun bakışlarını yumuşattı.

"Siz ikiniz..." biraz durdu ve öksürdü. Sanki beklediği cevabı almak istemiyor gibiydi. "Birlikte misiniz?" Sorduğu soruyla içimdeki gülme isteğini zorlukla bastırırken kıkırtıya benzer bir ses çıkarttım. Bu Alexander'ın gözünden kaçmamıştı.

"Komik olan bir şey mi var, lider?" dedi öfkeli sesiyle. Tanrım, sadece onunla dalga geçiyordum, bunda bu kadar öfkelenecek ne vardı ki?

Başımı olumsuz anlamda salladım. Alexander cevap almak için Thant'a döndüğünde o da rahatsız olmuş gibi görünüyordu, ancak yine de beni bozmamıştı.

Ancak Thant'ı daha fazla rahatsız hissettirmenin gereksiz olduğuna karar verdim.

"Birlikte değiliz, Drake." dedim. Bakışları rahatladığında ufak bir nefes verdi ve elini ensesine götürdü. Anlamsız bakışlarımı ona diktim.

"Ancak her an olabiliriz." dedim gülmeyle karışık bir ifadeyle. Drake kaşlarını tekrar çattığında Thant da bana inanamayan bakışalr attı ve dudaklarını araladı.

"Tipim değilsin." Sözlerine kahkaha attığımda o da bana katılarak gülümsedi ancak Alexander ne olduğunu anlamayan bakışlar atmaya devam ediyordu.

"Yine de belli olmaz Thant, beni listenden silme." dedim alay ederek. Alexander Thant'ın beni reddetmesine rahatlayarak onun yanına yaklaştı ve birkaç kutu hap bıraktı. Yarası yüzünden aksayarak yürüyordu ve omzundaki şişlik, yaraya müdahale edildiğini gösteriyordu. Gözlerim bir anlığına yaralı olup olmadığını görmek için vücudunu taradığında bir sorun olmadığına kanaat getirerek kaşlarımı serbest bıraktım.

"Şimdilik gidiyorum, belki tekrar uğrarım." dedim Thant'a doğru. Sadece başını salladığında kapıdan çıktım ve kapatmadan önce gördüğüm son şey Alexander'ın bana çatık kaşlarla bakmasıydı.

 

___________

 

Arenaya rahat bir şekilde döndüğümde hızla odamıza girdim. Jason salonun ortasında rahatlıkla televizyon izleyerek kraker kemiriyordu. Luke ise büyük bir ihtimalle kendi odasında derin bir uykudaydı.

Jason'un yanına giderek onun yaptığı gibi ayaklarımı sehpanın üzerine uzattığımda eline aldığı kumandayla televizyonun sesini kıstı ve bana döndü.

"Ee, öğrendin mi bir şeyler?" dedi ağzına tıkıştırdığı bir avuç krakerle.

"Normal bir hastalıkmış." dedim umursamaz bir tavırla elimi sallayarak. Jason ise mırıltılar çıkartarak ağzına bir avuç kraker daha attı.

"Ne demek normal bir hastalıkmış?" dedi yutkunmaya çalışarak. "Gözümüzün önünde sırf karnına bir yumruk yediği için kıvranmaya başladı." Elimi bilmiyorum dercesine havaya kaldırdım.

"Evet, ama gittiğimde zaten kötü haldeydi. Yaraları da onun durumuna hiç yardımcı olmamış. İki dövüşçü de baştan zayıflardı. Biraz şans işi oldu." dedim. "Yani Drake'in kazanması."

Kraker paketini buruşturarak kenara fırlattı. "Evet, öyle olmuş olmalı. Her neyse, ikisi de arenadan atılmayacak nihayetinde." Başımı onaylayarak salladım.

"Luke'u uyandırayım mı? " dedi ayağa kalkmak için yeltenirken.

"Davete birkaç saat kaldı. Diğer işleri gece hallederiz olur mu?" dedim sakince. Başını salladı.

"Yine de biraz daha plan yapalım. Doğrudan anneni ve babanı hedef almamız gerektiğini uygun bulmuyorum." dedi analiz ederek. "Uzun süredir yoğunuz ve en ufak hatada hepimiz hayatımızdan olacağız. Hiçbirimiz dikkatimizi veremedik. Üstelik bunlar öyle sandığımız kadar küçük bir örgütün liderleri değiller. Senden sonra işlerini hayli genişletmişler."

"Geliştiklerinin farkındayım. Aslında bir noktada haklısın ki direkt saldırsak bile bunu birkaç kişiyle yapamayız. Üstelik onlar çok yüksek düzeyli bir koruma altındalar. Değil mi?" dedim emin olmak için. Başını salladı.

"Evet, sen gittikten sonra biraz araştırma yaptım. Bu kadar büyük bir örgütü gizlemeleri tahmin ettiğimiz gibi şirketleri sayesinde." Gözlerim irileşti. Bunu gören Jason hevesle devam etti.

"Evet, Laetih sen gittikten sonra işleri büyütmüşler dememin sebebi buydu." dedi.

"Gerçekten adamlar şirket kurmuşlar. Üstelik kurmakla kalmayıp bunca zaman herkesin gözü önünde saklanarak bunu büyütmüşler. Şimdi onların emrinde olan bir sürü çalışan var." Uzun süredir onları araştırmıyordum ve açıkçası ilgi alanım tamamen onlarda olmadığı için şirketlerini bilmemem elbette normaldi. Başımla onu onayladım.

"Bir şirket kurmuşlar ve bunu paravan olarak kullanıyorlar öyle mi? Sence de bu çok klasik değil mi? Yani pekala şirketleri olabilir ama bunu kendi uyuşturucu ticaretlerinde kullanmaları onlar için pek mantıklı olmazdı. Amcamın da zamanında şirketi vardı ve bunu kullandığı için yakalandı, biliyorsun. Bunu göze alacaklarını düşünmüyorum." dedim açıklayarak. Elimi bacağımın üstüne koyarak ritim tutuyordum. Gerilmiştim. Onaylayan mırıltılar çıkarttı. Aynı anda Luke'un kapısı açıldı ve uykulu gözlerle yanımıza gelerek bizi dinlemeye başladı.

"Evet, bunu göze alamazlar belki ama şansımızı denemekten zarar gelmez değil mi? Şirkete girebilirsek eğer belki göze batmadan bir şeyler öğrenebiliriz." dedi.

"Evet ama birimiz şirkete girmek istese arenadaki işler aksar. Bunu başkana açıklayamayız." dedim. Luke konuyu anlamış gibi söze atladı.

"Peki, geçen hafta amcanla yengemi evlerinde öldürdün hatırladığım kadarıyla. Neden annen ve baban için aynısını uygulamıyoruz ki?" dedi. Aynı anda saçımdaki tokayı çıkartarak onları serbest bıraktım.

"Amcam şüphe çekmemek için korumaları işe almıyordu. Herkesi artık normal bir yaşam kurduğuna inandırmıştı. Ormanın kenarında küçük bir evde yaşıyordu ve inanın bana adresi bulmak çok zor olsa da güvenlik olmadığı için işim kolaylaştı. Yani, onları öldürmeyi amcamı öldürmekle bir tutamayız." dedim elimdeki tokayı bileğime geçirerek. "Birkaç kişiyle yapamayız bunu." Jason beni onayladı, Luke ise oflayarak arkasına yaslandı.

"Birilerini şirkete köstebek olarak gönderelim. Arenayı aksatmayacak şekilde arada bir kontrol ederiz." dedi Luke. Başımla onayladım.

"Olabilir. Ama unutmayın işimiz uzun sürecek. Yine de benimle gelmek isterseniz sizi engellemem." dedim sakince. Düşündüğümden daha zor ve uzun bir iş olacak gibi görünüyordu. Üstelik arena dışında tanıdıklarımızı riske atacak şeyler yapmak mantıklı gelmiyordu. Kendi ailemle olan savaşımı kendim bitirmeliydim.

İkisi de başıyla onayladı. "Bizi vazgeçirmeye çalışma, tatlım. Geleceğiz." dedi Luke. Hafif bir tebessüm ettim.

"Arenadan iznimizle çıkabiliriz. Birkaç aylık iznimiz var, bana kalırsa bu süre bize yeter." dedi Jason. Aslında söyledikleri mantıklıydı. Yaklaşık iki yıldır hiç izin kullanmamıştık çünkü arena da evimiz gibi olduğu için kendi evlerimizi kullanmanın zaman kaybı olduğuna karar vermiştik. Arada bir çıkarak dostlarımızı ziyaret ediyorduk ancak hepsi bu. Hiç toplu izin kullanmamıştık.

"Bu bana da mantıklı geldi. Eğer üç ay içinde yapabilirsek bana uyar." dedim.

"Üç ay bile sürmeyeceğine emin olabilirsin." dedi Jason. Luke da başını salladı.

"Yine de bunu bir süre askıya alalım. Oyunlar yüzünden henüz ayrılamayız. Onları bir ay kadar oyalayacak bir hamlede bulunmamız yeterli." dedi Luke.

"Katılıyorum, birkaç gün önce bir davet verecekleri haberini duymuştum. Lila'nın 24. Yaş gününü kutlayacaklarmış. Bence bunu kullanabiliriz." dedi Jason. Lila benim üvey kardeşimdi. Ne annemiz ne babamız aynıydı. Birbirimizden pek hazzetmezdik. Oysa küçükken çok iyi anlaşırdık ama ben gittikten sonra tekrar onunla konuşmak isteyince beni terslemiş, hatta arenadan aldığım birkaç göreve burnunu sokarak çuvallamama neden olmuştu. Karşılığında büyük cezalar alacağım görevlerde tabi. Onun yüzünden vücudumun çeşitli yerlerinde izi geçmeyen yaralar vardı. Yani teknik olarak Lila da o şirket için çalışıyordu.

"Kimi hedef alacağız peki?" dedim. "Eğer annemle babam orada olacaksa giremeyeceğimiz kesin zaten. Üstelik kendi kızlarının doğum günüyse geleceklerini düşünüyorum." dedim buruk bir şekilde. Kendi kızlarının doğum gününü devasa bir parti vererek kutlayacaklardı. Eminim diğer kızlarının doğum gününden haberleri bile yoktu. Bu karnımda garip bir his oluşmasına neden olurken gözlerimi kırpıştırarak kasvetli hisleri bedenimden uzaklaştırdım.

Duyguları kontrol etme konusunda eğitim almanın bir diğer iyi yanı.

"Yurt dışına çıkacakları için burada olmayacaklar. Ama en güçlü ortaklarının oğulları orada olacak. Hermstring Holding'in sahibinin oğulu." dedi. Gözlerim şaşkınlıkla irileşti.

"Ne yani Hermstring Holding onların ortağı mıydı?" dedim şokla. Bildiğim kadarıyla bu holding bir çok iyi iş yapan, en dürüst holdinglerden biriydi.

"Evet, ben de yeni öğrendim. Aisha ve diğerleriyle konuştuğumda söylediler." dedi. Aisha dışarıdaki dostlarımızdan biriydi. Yaklaşık altı sene önce arenadan kendi isteklerimizle ayrıldığımızda onlarla tanışarak işimize devam etmiştik. Aisha, Jay, Mandy ve Paul. Birlikte iyi bir ekip olsak da aynı evde olmaya alışamamış ve en sonunda arenada biraz daha kalmanın daha iyi olacağına karar vererek geri dönmüştük. Başkan da memnuniyetle bizi kabul ettiğinde bizi bir daha kaybetmek istemediğini söyleyerek ayrılmamızı yasaklamıştı. Eminim yasak kırılabilirdi ancak tüm yarım kalan işlerim hallolduktan sonra bir çaresine bakacaktım. Başımı sallayarak anladığımı belirttim.

"Hermstring Holding'in oğlunun, önemli ortaklarından birinin davetinde ölmüş olması iki tarafı birbirine düşürür. Bu bize isteğimizden fazla zaman bile kazandırır." dedim. Luke onayladı.

"O zaman akşam ayrıntılarla ilgileneceğim. İki gün sonra olacak diye biliyorum ama emin olmam gerekiyor. Hazırlıkları tamamlayarak davete katılırız. Jay'e bize Yeni kimlikler hazırlamasını söylerim." dedi Jason. Başımla onu onayladım. "O zaman plan bu." dedi Luke ve Jason onu onayladı. Luke ayağa kalkarak odasına yöneldi.

"O zaman biraz daha uyuduktan sonra davet için hazırlanayım." dedi arenanın davetinden bahsederek. "Eğlence şimdi başlıyor."

 

Elbette daveti kastetmiyordu.

 

 

_______

 

Odadda son hazırlıklarımı da yaptıktan sonra makyaj masama yönelerek üzerinde duran büyük altın küpeleri aldım. Kulağıma taktığımda artık her şey tamamdı.

Kan kırmızısı bir elbise giymiştim, derin bir yırtmacı ve hafif sırt dekoltesi vardı. Altın rengi takılarımla muhteşem bir uyum yakalıyordu. Saçlarımı fazla süslü olmayan şık bir topuz yaptım ve dudaklarıma kırmızı rujumu sürerek hazır olduğuma karar verdim ve odamdan ayrıldım.

Kapıda beni bekleyen Jason ve Luke'u gördüm. Luke koyu mavi bir takım elbise giyerek gözleriyle bir uyum yakalamıştı ve fazlasıyla cezbedici görünüyordu. Açık renk saçlarıyla geceye meydan okur gibi bir havası vardı. Jason ise koyu yeşil bir takım elbise ve siyah gömlek giymişti. Ön cebine koyduğu siyah mendille güzel bir uyum yakalamıştı ve evet, o da fazlasıyla hoş görünüyordu.

Siyah topuklu ayakkabılarımla yanlarına yaklaştığımda beni ilk gören Luke oldu. Bir hayalete bakıyormuşçasına mavi gözlerini irileştirirken Jason onun bakışlarını takip ederek beni buldu ve kaşlarını etkilemiş bir ifadeyle kaldırdı.

"Vay canına, kırmızı sana çok yakışıyor Laeith." dedi Jason. Tebessüm ettim, bugün kırmızıyı benim yüzümden ölen iki insana ithaf ediyordum. Angel ve Vales. En azından bunu hak ediyorlardı. Hatırlanmayı.

"Yuh kızım, beş metre uzamışsın." dedi Luke yanıma gelerek. Tam omuz hizamda durduğunda boylarımızı karşılaştırdığını anlamıştım. Hala benden fazlasıyla uzundu ama yine de eskisine göre yaklaşmıştım.

"Yine de benden uzunsun Lucky." dedim gülerek. O da gururlu bir şekilde gülümsedi. "Tabi, benim boyumu ne yapsan da geçemezsin de, biraz fazla uzamışsın sanki." dedi bakışlarını topuklularıma indirerek. "Daha küçük bir ayakkabı mı tercih etseydin."

Gözlerimi abartılı bir ifadeyle irileştirdim. "Benim özel üretim ve süper pahalı ayakkabılarımla böyle konuşamazsın." dedim.

"Ah, pardon özel üretim süper pahalı ayakkabı. Öyle demek istememiştim." dedi Lucky göz devirerek. Ama aynı zamanda gülüyordu. İkisinden de aynı parfümün kokusu geliyordu, biraz karanfil, biraz vanilya biraz da deniz kokusu.

"Aynı kokuyu mu sıktınız?" dedim küçük çantama anahtarlarımı ve kartlarımı doldururken. "Luke buna nasıl müsaade etti şaşırdım doğrusu."

Luke ellerini parlak saçlarından geçirerek ofladı. "Sevgili kardeşimin parfümü bitmiş. Şansa bak ki bütün şişeler! Tam yedi şişe parfüm." dedi Luke.

"Almayı unuttum, Luke. Bunu bilerek yaptığımı mı ima ediyorsun." dedi Jason.

"Hayır, kardeşim. Bunu bilerek yaptığını bildiğimi ima ediyorum. Sırf mükemmel erkeksi kokuma özendiğin ve kıskandığın için bilerek yaptın. Değil mi Laeith?" Ufak bir kahkaha attım. "Evet, kesinlikle."

Jason somurtarak önden çıktığında Luke göz kırptı ve eliyle önden geçmemi işaret etti. Gülümseyerek geçtiğimde davet salonuna gitmemiz için sadece birkaç dakika yürümemiz gerekiyordu.

Biraz yürüdükten ve topuklular üstünde işkence çektikten sonra davet salonuna girdik. Rahat bir nefes aldığımda bizim takım için ayrılan masayı buldum. Hepimiz oraya yöneldiğimizde gözlerime altıncı ekipten Louis çarpmıştı. Tanrım, doğru ya. Ekibimle bizzat tanışmak istiyorlardı. Görmezden gelmeye çalışarak masaya yaklaştım ve Jason'un benim için çektiği sandalyeye oturarak teşekkür ettim. Etraf fazlasıyla şık olmuştu. Balkona açılan kapılar yüzünden içeriye esen hafif rüzgar nemli havayı dağıtıyor, içimi ferahlatıyordu.

Garsonun önüme şampanya kadehi bırakmasıyla kadehi burnuma götürdüm. Koklayarak tadının güzel olacağına kanaat getirdikten sonra bir yudum aldım ve enfes tadının damağıma yayılmasına izin verdim. Memnun bir şekilde gülümsedim, Jason ve Luke da aynısını yapıyordu.

Hafif bir müzik çalıyordu. Sakin ve romantik. Henüz fazla ekip gelmediği için sahnede dans eden kimse yoktu ama ilerleyen saatlerde yemekler yendikten sonra buranın bir parti salonuna dönüşeceğine neredeyse emindim.

Bir süre ikiliyle sohbet ettikten sonra masaya Thant geldi. Hepimizin gözleri ona çevrildiğinde solumdaki Luke'un yanına oturarak rahatça yayıldı.

"Ne?" dedi sakince. Siyah bir takım elbise giymişti.

"Bilmem farkında mısın koca adam ama burası dördüncü ekip. Yani sen buraya ait değilsin." dedi Luke. "Yine de bize katılmayı kafana koyduysan keyfine bak."

Thant derin bir nefes aldı. "Beni almayı kafaya koyan sizsiniz. Kendi takımımdan kimse kalmadığı için buradayım." Luke içtiği şampanyayı öksürerek püskürttüğünde hepimizin şaşkın gözleri ona dönmüştü.

"Ne yani, Betty öldü mü?" dedi Luke şaşkınca. Tanrı aşkına Betty de kimdi?

Jason düşüncelerime tercüman oldu. "Betty de kim Luke?" Luke dudaklarını birbirine bastırdı.

"Ara sıra takıldığım bir kadındı. Bilirsiniz işte o..." duraksadı ve dudaklarını yaladı. "...ateşli bir sarışındı." dedi. "Her neyse, üzücü oldu." Kadehi tekrar umursamaz bir ifadeyle dudaklarına götürdü. Thant ise şaşırmış görünüyordu.

"Ekibimden biriyle mi yattın seni aptal?" dedi öfkeyle. Luke ise umursamaz bir şekilde omuzlarını kaldırdı. Garsonun yeni getirdiği kocaman şampanya şişesini alarak kendine yeni bir kadeh doldurdu. "Merak etme koca adam, sadece birkaç kez oldu." dedi sakince. Jason ise bıkmış bir ifadeyle gözlerini ovuşturuyordu. Ben anın tadını çıkararak tartışmayı büyük heyecanla izliyordum.

"Hem de birkaç kez. Hemen bana seni şu an öldürmemem için bir sebep söyle." dedi Thant sert bir sesle. Kendisi ekibinin lideri olduğu için başka ekiplerle kendi ekibini karıştırmıyordu, üstelik arenada aşk ilişkileri yasak olduğu için her ihtimale karşı ekibini herkesten sakınmıştı. Ancak Luke'un yakalanmadan ve kolayca bunu yapabilmesi onun gururuna tersti.

"Bir daha yapamayacak olmam." dedi Luke. "Rahatla koca adam, al bir kadeh şampanya iç." dedi başka bir kadeh uzatarak. Thant öfkeyle şampanyayı elinden aldı ve kafasına dikti. Arkasına yaslandığında tartışmanın bittiğini anlayarak önüme döndüm ve telefonumu karıştırmaya başladım. Arada bir gözüm Thant'a kayıyordu.

"Hey, daha iyi misin?" dedim ona doğru. İkili duymalarına rağmen kendi aralarında bir sohbete dalmışlardı. Thant sadece başını salladı.

"Gelmemeliydin, daha birkaç saat önce çok kötü bir haldeydin. Kendine dikkat etmelisin Thant." dedim. Fazla önemsediğim söylenemezdi çünkü formalite icabı söylüyordum. Arenadaki sağlık teknolojisi fazla ilerideydi. Üstelik Thant güçlü biriydi ve evet gelmesini şaşırtıcı bulmuyordum.

"Merak etme, iyiyim." dedi kısa kesmek istediğini belli edercesine. Bense sadece başımı salladım.

Birkaç dakika sonra etraf iyice kalabalıklaşmıştı ancak Alexander Drake henüz gelmemişti. Onu aklıma getirdiğim için kendi kendime kızdım ama görüntüsü gözümün önünden gitmiyordu.

Belki de gelmeyecekti, nasıl olsa bu sabah ringde dövüşmüştü ve her ne kadar sağlık teknolojisi iyi olsa da herkesin bir miktar dinlenme süresine ihtiyacı vardı. Gelmemeyi tercih etmiş olabilirdi.

Burnuma ferah ama bir o kadar baskın bir koku dolduğunda kokunun sahibini hemen tanıdım ve arkamı dönmemle gözgöze geldik. Nerede olduğumu biliyormuş gibi kahverengi keskin bakışları bana kilitlenmişti. Gözlerimi onda fazla oyalamadan önüme döndüm. O da birkaç masa ötemizdeki masasına oturdu, daha önce görmediğim bir adam ve bir kadınla birlikte.

Gözlerim kadına kaydığında istemsizce bakışlarımı kıstım ve izlemeye başladım. Kesinlikle başka arenadan veya dışardan olmalıydı çünkü onu görmediğime emindim. Üstelik Drake ile birlikte geldiğine göre en az onun kadar statü sahibi olmalıydı. Alexander kadına olan bakışlarımı yakaladığında belli belirsiz dudaklarının kenarı kıvrıldı. Buna anlam veremedim ancak uzatmamaya karar vererek önüme döndüm. Bir süre sonra başkan da gelmişti ve arena hakkında bir şeyler zırvaladıktan sonra nihayet yemek servisleri yapılmaya başlanmıştı.

Herkesin önüne koca birer tabak et gelirken benim tabağımda tavukla yapılmış bir çeşit yemek duruyordu. Tavuk eti hariç et sevmezdim. Birkaç farklı içecek servisi de yapıldığında insanlar birbirlerini masalarına davet ederek keyifle yemeklerini yiyorlardı. Arenaya eğitim için gelen öğrenciler de bazı ekiplerin masalarına konuk olmuşlardı.

Gözlerim tekrar Drake'in masasına gittiğinde kadının ona biraz daha yaklaştığını gördüm. Çok alımlı zarif, zümrüt yeşili bir elbise giymişti ve gözleriyle uyum sağlıyordu. Çok güzeldi, altın gibi saçları elbisesine yakışmıyordu ama kimsenin buna dikkat etmediğine emindim. Büyük bir hevesle Alexander'a bir şeyler anlatıyordu. O ise başını biraz öne eğmiş, kadını duymaya çalışıyordu.

Nedensiz bir şekilde karnımda büyümeye başlayan sıcaklığa engel olamadım. Kalp atışlarım öfke yüzünden hızlandığında bunun Drake yüzünden olmaması için dua ettim.

Jason yemeğini çoktan bitirmişti, Luke ise yemekten sıkılmış kendini tamamen içeceklere vermişti. Thant da ağzına tek lokma bile atmıyordu. Ben de yemeğimi bitirdiğimde zarif bir şekilde dudaklarımı sildim ve hep birlikte ikinci salona geçmek için ayağa kalktık. Pek fazla kişi kalmamıştı zaten.

Diğer salon, burdakine kıyasla biraz daha geniş bir salondu ve içeride yemek masaları yoktu. Kokteyl masaları vardı ve dans pisti diğerine kıyasla daha büyüktü. Luke ilerlerken Thant ile konuşmaya çalıştı ancak Thant ona yüz vermeyince yanımda olan Jason ile yer değiştirerek tutmam için kolunu bana uzattı. Koluna girdiğimde ağır adımlarla yürümeye başladık. Bizimle beraber Alexander ve arkadaşları da kalkmıştı.

"Koca adam benden pek hoşlanmıyor galiba." dedi Luke fısıldayarak. Kıkırdadım. "Ben olsam bende hoşlanmazdım Lucky, bence seni öldürmediği için kendini şanslı bile saymalısın." dedim. Salona vardığımız için cevap veremedi ve hepimiz birer kokteyl masasına geçtik.

Biraz sonra bir garson yanımıza gelerek "Efendim, Drake bey sizi ve ekibinizi yanında görmekten mutluluk duyacağını belirtiyor." dedi. Kaşlarımı çattım ve aramızda yaklaşık yirmi metre olan Alexander'a baktım.

"O halde kendisi de gelebilir." dedim garsona doğru. Garson sadece başını salladı ve dediklerimi iletmek üzere onların yanına gitti. Elimde gezdirdiğim kadehi dudaklarıma götürerek bir yudum daha aldım, boğazımı buz gibi yakarak geçtikten sonra mideme inerek rahatlamama neden oldu. Kadehe bir bakış atarak ruj izimin üstüne kopyalanmış olduğunu fark ettim.

"Luke, bu şarabı denemek ister misin? Tadı enfes." dedim kadehimi Luke'a uzatarak. O ise kadehe bakmadan eline aldı ve tam dudaklarına götürürken yüzümdeki mutlu ifadeyi yakaladı ve duraksadı. Gözlerini kadehe çevirdiğinde ruj lekesini gördü ve kadehi bana tekrar uzattı.

"Tatlım, beni rezil etmek istiyorsan daha zekice yollar denemelisin ." dedi dalga geçerek. Dudaklarımı büzdüğümde Alexander'ın yanındakilerle beraber buraya geldiklerini gördüm. Kalbim bir anda hızlandı, gerçekten geleceklerini düşünmemiştim, ellerimi nereye koyacağımı bulamadığımda kadehimi sımsıkı kavradım.

"İyi akşamlar beyler..." dedi üçüne doğru, sonra bakışları bana kaydı ve aynı tonda "...Laeith." dedi. Başımı eğerek teşekkür ettiğimde yanındaki sarışın kadın hevesle elini bana doğru uzattı.

"Merhaba, Laeith. Ben Daisy. Üst arenada Drake'in ekibindeydim. Tanıştığıma memnun oldum." dedi ve sarı saçlarını eliyle karıştırdı. Gözleri sırasıyla hepimizde gezindi. "Drake'in dediğine göre buradaki en iyi ekip sizmişsiniz. Bu yüzden sizinle bizzat tanışmak istedim, Drake de ısrarlarıma daha fazla dayanamadı." dedi gülerek. Ben de ona gülümseyerek karşılık verdim.

"Sizinle tanışmak da çok hoş." dedim elini sıkarak. Aramızda ufak bir bakışma geçti ve elini sırayla diğerlerine uzattı. Bu sırada yanındaki adam da elini bana uzatmıştı.

"Merhaba, Theo ben. Memnun oldum." dedi Theo. Elini sıkarak başımı salladım. Gözlerim Alexander ile kesiştiğinde ağır bakışlarının vücudumda dolandığını gördü.

Tanrım, sıcaklamaya başlıyordum. Lanet olsun.

Ellerimle saçlarımı karıştırdım. Alexander bakışlarını çekti.

"O halde size keyifli geceler diliyorum. İlerleyen saatlerde görüşürüz." dedi ve son kez gözlerini gözlerime değdirerek gitti. Onların gidişiyle herkes birbirine baktığında Jason ve Luke kahkaha attı.

"Tanrım, çok gergin bir ortamdı." dedi Luke. "Yalnız sarışın fena değilmiş."

Jason, Thant ve ben ona göz devirdik.

"İşine bak Luke." dedi Jason.

Biraz sonra nihayet hareketli şarkılar eşliğinde içeceklerimizi yudumluyorduk. Ara sıra masamıza daha önce görmediğim kişiler uğruyordu. Hepsi bizimle tanışmak istiyor, bazılarıysa ekibimiz kurulurken gelip gelemeyeceğini ölçmeye çalışıyordu. Ellerindeki kadehi yavaşça dudaklarıma götürerek ufak bir yudum aldım. Aynı anda gözlerim bu tarafa doğru gelen Louis'e kaydı. Tanrım, bu adam hastaneden çıktıktan sonra yanıma gelerek ekibimle tanışmak istediğini söyleyen adamdı. Dirseğimle Luke'u dürttüğümde bakışları bakışlarımı takip ederek Lous'i buldu. Sıkıcı dakikalar başlamak üzereydi.

Tanrım, biri bana yardım etsin.

Louis gülümseyerek beş kişilik ekibiyle yanımıza geldiğinde bir masa için fazlasıyla kalabalık olmuştuk. Jason bu tarafa kısık bir bakış attıktan sonra Louis'in ona uzattığı elini sıktı ve içten olmayan bir gülümseme gönderdi.

"Sizinle yeniden görüşebilmek büyük onur." dedi Louis ve ekibindeki herkesi tanıtmaya başladı. Kızıl saçlı kadın ve korumaya benzeyen adam hariç hiçbirinin adını aklımda tutamamıştım.

Alexa, kızıl saçlı kadındı.

Marcus ise koruma olan.

Not alındı.

Louis'e gülümseyip hepsinin elini teker teker sıktıktan sonra nihayet tokalaşma faslı bitmişti. Luke'un yüzünde şimdiden sıkıldığını belli eden bir ifade vardı.

"İzninizle, bir hanımefendiyle görüşmem gerekiyor." dedi Luke ve yanımızdan ayrılmak için bir teşebbüste bulundu. Louis sıkkınlıkla onu onayladı. Tam gidecekken kimsenin görmeyeceği şekilde kolundan tuttum.

"Bizi burada yalnız mı bırakıyorsun, Lucky." dedim sessizce. Luke ise dudaklarını birbirine bastırarak gülümsedi.

"Üzgünüm, tatlım ama kendi başına halletmen gerekecek." dedi ve arsız bir sırıtış yollayıp kalabalığın arasında gözden kayboldu. İşine gelmediği için kaçıp gitmesi sinirimi bozmuştu, bunun hesabını daha sonra soracağımı aklımın bir köşesine not ederek Jason ile konuşan Louis'e döndüm.

"Aslında onunla çok tanışmak istiyordum, biliyorsunuz Luke çok ünlü bir ajan. Burayı bilmem ama gerçek dünyada hakkında türlü dedikodular döndüğünü duymuştum. Kendisinin büyük hayranıyım." dedi Louis. Jason kafasını sallayarak onu onaylıyordu ancak canı sıkılmış gibi görünüyordu. "Her neyse, sizinle konuşmak da benim ve ekibim için büyük bir zevk."

Louis açıkça müttefik arıyordu ve bizi yanına çekemese bile bizimle görüştüğü için gücümüzden faydalanacaktı. Bunu göremeyecek kadar aptal değildim. Sohbete daldıklarında ilgilenmemeye karar vererek etrafa göz gezdirdim. Bazı çiftler romantik şarkılar eşliğinde dans ediyorlardı, güya aşk ilişkileri yasaktı. Tabi ki her ekibin liderinin izin verme kotası farklıydı. Boynumdan aşağıya sıcak terler almaya başladığında içimde büyüyen nefes kesici his beni hava almam için uyarıyordu.

"İzninizle." diyerek kadehimi bıraktım ve masadan ayrıldım. Çantamı da elime alarak balkona çıktım. Kapıdan girmemle yüzüme çarpan soğuk hava ferahlamamı sağlamıştı.

Demirliklere iyice yaklaşarak önümde uzanan manzarayı izlemeye başladım. Ellerim çantama gittiğinde küçük kare kutuyu bulunca aradığımı bulmuş olmanın verdiği rahatlıkla dudaklarımda bir gülümseme peydah oldu.

İçinden bir dal sigara çıkartarak dudaklarımın arasına yerleştirdim. Ellerim tekrar çantamı aralayarak çakmağımı aramaya başlamıştı. Ancak aradığımı bulamayınca sigarayı elime aldım ve sanki hayati derecede önemli bir eşyam kaybolmuş gibi çantamı karıştırmaya başladım.

Bir anda yanımda ateşiyle yanan çakmak tutan bir el belirdi. Ellerin sahibine bakmak için gözlerimi şaşkınlıkla kaldırdığımda bunun Alexander olduğunu gördüm. Gözleriyle sigaramı yakmamı işaret etti, diğer eliyle rüzgara karşı siper oluşturuyordu.

Sigaramı tekrar dudaklarıma götürerek öne doğru uzandım ve yaktım. Yanmanın etkisiyle duman çıktığında dudaklarımdan ayırdığım sigarayı iki parmağımın arasına aldım.

"Teşekkür ederim." dedim fazla sıcak olmayan bir sesle.

"Ne zamandan beri sigara kullanıyorsun?" dedi Alexander, hiç de içten olmayan teşekkürümü umursamamıştı bile.

"Altı belki de yedi yıldır." dedim cevap olarak. Rüzgar saçlarımı dağıtıyor, sigaramdan çıkan dumanların yönünü insan kalabalığına çeviriyordu. Alexander anladım dercesine başını salladı. İç çekerek ceketinin cebinden bir şeyler aramaya başladı. Aradığını bulduğunda bunun da bir sigara paketi olduğunu gördüm.

"Yani 17 yaşında mı başladın?" dedi şaşkın bir sesle. "Fazla erken." Cevap vermek istemedim. Onaylayan bir mırıltı çıkardığımda bunu anlamış olacak ki devam etmedi. Aklıma gelen hatıraları defetmek için gözlerimi kapatarak rüzgara odaklanmaya çalıştım. Dudaklarımı ve yüzümün her zerresine değerek geçen rüzgar içimi rahatlatıyordu. Alexander bir süre bana baktıktan sonra tıpkı benim yaptığım gibi yanıma biraz daha yaklaşarak gözlerini kapattı.

"Ne düşünüyorsun?" dedi Alexander. Kaşlarımı çattım.

"Ne?" dedim. Soru soran bakışları bir anda değişerek aydınlandı.

"Burada sorduğum soru sana bir şeyleri hatırlattı değil mi? Fazla düşüncelisin." dedi düşünür gibi. Burun kemerini sıktı. "Unutmak istiyorsun."

Beni bu kadar iyi analiz etmesine şaşırsam da bundan hoşlanmadım. Kimsenin özellikle bir yabancının sadece suratıma bakarak hatıralarımı öğrenmesini istemiyordum.

"Bu seni ilgilendirmez, Drake." dedim sert tutmaya çalıştığım sesimle. Bu sırada kahverengi gözlerimi kısarak ona dikmiştim.

Bu gece simsiyahtı, gömleğine hatta cebindeki mendile kadar simsiyah. Ben ne kadar kırmızıysam o, o kadar siyahtı.

"Elbette." dedi cevap olarak. "Seni öldürmek isteyen biriyle geçmişini konuşmazsın herhalde, değil mi?" dedi ancak bu bir soru değildi. Kendi kendine yaptığı bir açıklamaydı daha çok. Keskin bakışlarını kısarak önüne çevirdi. Sanki biraz bozulmuş gibiydi.

Biraz.

"Bu gece neden simsiyahsın?" dedim konuyu değiştirerek. Sorduğum soruyla gözlerini bana çevirdi.

"Genelde siyah giyinirim, lider. Mesleğimin bende bıraktığı bir özellik." dedi yeterince normal bir sesle. Gözlerimi ondan çekerek tekrar şehir manzarasına çevirdim.

"Mesleklerimiz aynı, Drake." Beni uyardığından beni ona Alexander demiyordum. "Yine de kırmızı giydim. Çünkü bu gece saklamak isteyeceğim bir kan lekesi veya saklanmak isteyeceğim insanlar yok. Eminim senin de yoktur." dedim kaşlarımı kaldırarak. Dudaklarının kenarı benimle aynı şekilde kıvrıldı.

"Arena hayatımdan birçok parça aldı, lider. Belki de hala senden sana kalan bir şeyler vardır." dedi.

Senden sana kalan bir şeyler.

Bu da ne demekti?

Onaylamadım ancak reddetmedim de. Aramızda gergin bir sessizlik büyürken içimde tuttuğum o soruyu sormaya karar verdim.

"Hayatında yaşamaya değer en ufak bir şey yok mu? Ailen, arkadaşın, işin... Bilmiyorum, ruhunun simsiyah olmasını engelleyen birileri." dedim tek nefeste. Bir an onun simsiyah giyinmesini saçmalık olarak görmüştüm ancak etrafımda kimse kalmasaydı ve en sevdiklerimi kaybetseydim büyük bir ihtimalle ben de tıpkı onun yaptığı gibi renklerden uzaklaşırdım.

Yine de bu yüzde yüz mantıklı değildi elbette.

"Ya da neden bunu renkler üzerinden yansıtıyorsun?" dedim cevap vermesine olanak tanımadan. "Bu, seni kötü etkilemiyor mu?"

Başını salladı.

"Küçüklüğümden beri alışkanlığa dönüşmemiş olsaydı yapmazdım." dedi iç çekerek. Kendini bana açması çok tuhaftı. "Eskiden kardeşimle duygularımızı renklere dönüştürürdük. Az çok biliyorsundur, bazılarını kendimize göre değiştirdik elbette. Beyazı sakin ve huzurlu olduğumuzda giyerdik, yeşili heyecanlı olduğumuzda özellikle yaramazlık yapmak istediğimiz zaman..." Yüzünde buruk bir gülümseme oluştu. "Maviyi yorgun olduğumuzda, turuncuyu dostlarımızla, sarıyı mutluyken ve moru korktuğumuzda."

Kaşlarım çatıldı, buna şaşırmıştım. Renklere kodlu olmalarından. Üstlelik bunun büyüyünce resmen bir takıntıya dönüşmüş olmasından.

"Peki siyah ve kırmızı. Onları ne zaman giyerdiniz?" dedim sakince. Benimle konuşması yeterince tuhafken susmasını istemiyordum, en azından kısa bir an ortamdan uzaklaşmamı sağlıyordu ve en önemlisi, huzurlu hissediyordum. Gözlerindeki anlam dolu bakışlarla bana baktı. Geçmişi hatırlaması onu üzüyordu belki de.

"Siyah, çaresizken. Her şeyden vazgeçtiğimiz anlarda. Sustu. Kırmızı için bir cevap vermedi.

"Peki ya kırmızı?" dedim konunun derinine inmeye çalışarak.

"Bilmiyorum, kırmızıya bir anlam yüklemedik sanırım." dedi emin olmayan bir sesle.

Kaşlarım kendiliğinden serbest kaldı. Anladım dercesine kafamı salladım.

"Hiç aşık oldun mu?" dedim bir anda. Nedensiz bir şekilde bunu merak ediyordum. Başını olumlu anlamda salladı. Yüreğimde bir ağırlık hissettiğimde sanki görebiliyormuş gibi saklamak istercesine başımı yukarı kaldırdım. Ellerimi etrafıma sardım.

"Ama bunları seninle daha fazla konuşmayacağım, lider." dedi. Sesi bir anda sertleşmişti. Bunu normal karşıladım. Sonuçta benimle konuşuyor olması bile çok tuhaftı.

Onu araştırdığımda bir zamanlar evli olduğu ancak sadece iki yıl evli kaldığı yazıyordu. Üstelik yaşı sadece yirmi yediydi. Belki de aşık olduğu kadın oydu.

Trafik kazasında ölen karısı.

Tam üç hafta manşetlerden düşmeyen Hunter Holding'in sahibinin oğlunun karısı.

Ve ben Alexander'ın soyadının Hunter olduğunu bile yeni öğreniyordum.

Birkaç kez Alexander'ın fotoğraflarını görmüştüm. Ancak bir kez bile siyah giysiler içinde görmemiştim.

Lakin karısının öldüğü güne kadar. O günden sonra ise bir gün bile renkli giydiğini görmemiştim. Demek sebebi buydu. Derin bir yas tutmasıydı.

Başımı onaylar gibi salladım. Ellerimin etrafıma sarılı olmasından dolayı üşüdüğümü düşünmüş olacak ki ceketini çıkartarak nazik bir şekilde omuzlarıma yerleştirdi. Aynı anda burnuma onun kokusu dolduğunda hafif bir tebessüm ettim.

"Teşekkür ederim." dedim. Normalde olsa belki ceketi kabul etmezdim ama bu gece iki taraf da kalkanlarını indirmiş gibi görünüyordu.

O indirdiyse benim de indirmemden zarar gelmezdi. Değil mi?

"Bu aralar fazla teşekkür ediyorsun." dedi Alexander.

"Bu aralar teşekkür etmemi gerektirecek fazlaca şey yapıyorsun, Drake." dedim aynı ses tonuyla.

"Bundan rahatsız mısın?" dedi meraklı bir sesle. Birkaç dakikadır elinde tuttuğu sigara kutusunu uzattı. Elimde duran ruj bulaşmış sigaramı gösterdim. Yine de almamı işaret etti ve kutunun içinden bir dal sigara çıkarttım.

"Evet diyemem." dedim kabullenmiş bir sesle. Burnundan bir gülme sesi çıkardı. Dişlerini göstererek gülümsüyordu.

Tanrım, bu güzeldi.

Sigarayı almamla elimde duran ruj bulaşmış sigarayı alarak dudaklarına götürdü. Çakmağıyla bana verdiği sigarayı yaktı. Şaşkın bakışlarımla ne yaptığını izliyordum.

"Sigaramı çalmak mı istiyordun?" dedim. Gülmeye benzer bir ses çıkardı.

"Dudaklarının değdiği bir sigarayı çalmak istiyordum." dedi. Bu, bir iltifat mıydı?

Kafam karışmıştı. Şu an benimle flörtleşiyor muydu yoksa ben mi yanlış görüyordum? Üstelik henüz karısını düşünmüşken. Ağzım bir karış açık ona bakarken ifademe güldü.

"Fazla mı oldu?" dedi alay ederek. Kaşlarımı çattım.

"Benimle dalga mı geçiyorsun?" dedim. Alkolün de üstümde bıraktığı etkiyle beraber hiç bir halt anlayamıyordum. Elimdeki sigaradan bir nefes çekmeden yere atarak söndürdüm. Yanımdan geçen garsonun taşıdığı tepsiden bir kadeh daha aldım.

"Sarhoş olma sınırındasın. İçmemen gerekiyor." dedi elimdeki vişne kırmızısı içkiye bakarak. Başımı salladım.

"Buna sen mi karar veriyorsun?" dedim küstah bir tavırla. Az önceki davranışlarıyla ya benimle dalga geçiyordu ya da dalga geçiyordu. Başka bir açıklaması olamazdı.

"Anlaşıldı, yine başladık." dedi oflayarak. Aynı anda yanına sarışın bir kadın geldi. İsmini tam hatırlayamıyordum.

Ah evet, Daisy.

Daisy, Alexander'ın kulağına bir şeyler söyledikten sonra Alexander'ın kaşları çatıldı. Aynı anda Jason da kalabalığın içinden çıkmaya çalışarak beni arıyordu.

"Tanrım, neredeydin Laeith." dedi Jason. Gözleri bir anlığına yanımdaki Alexander'a ve üstümdeki ceketine kaydığında sorgular bir ifadeyle kaşlarını çattı. Bunu görmezden gelerek "Ne oldu?" dedim.

"Üçüncü arenaya saldırı düzenlenmiş. Destek ekip için buradan iki ekip görevlendirdiler. Acil." dedi tek solukta. Kaşlarımı çatarak bir adım ger gittim. Alexander da yanımdaki Daisy ile aynı şeyi konuşuyordu.

"Neden bizi istiyorlarmış? Saldırı devam mı ediyor?" dedim sorgular bir şekilde. Jason başını salladı.

"Evet, ayrıca içerde arena ekiplerinin çoğunun ailesi de var. Bugün buluşma günü veya öyle bir şeymiş. Rehin alınanlar var." dedi ve kolumdan tutarak çekmeye başladı. Beraber Luke'u bulmak üzere yürüdüğümüz sırada Alexander da yanındaki Daisy ile ajan toplamak için harekete geçmişti.

"Başkan hızla kendine bir ekip oluşturmanı istedi, lider." dedi Jason. Görev başına geçtiğimiz için resmileşmişti. Başımı salladım.

"Pekala, bana Thant'ı ve Dain'i bul. Luke'u ben alırım." dedim.

"Emredersiniz." dedi Jason ve hızla yanımdan ayrıldı. Kalabalık çoktan haberi duymuş olmalı ki meraklanmaya başlamışlardı. Gözlerim nihayet Luke'u bulduğunda bir kadınla dipdibe oturduklarını fark ettim. Hatta kadın neredeyse onun kucağındaydı. Yanına giderek kolundan çektim.

"Kalk, gidiyoruz Luke." dedim. Luke bir terslik olduğunu anlamış olacak ki kadına veda ederek kalktı.

"Neler oluyor? Umarım o esmer fıstığı orada bırakmama değecek bir olaydır". dedi Luke. Gözlerimi devirdim ve olayı kısaca anlattım. Luke anında ciddileşti. Yanımıza Jason, Thant ve Dain de geldiğinde çıkışa doğru ilerlemeye başlamıştık.

Kapıya vardığımızda yanıma hızla gelen Alexander'ı ve ekibini gördüm.

"Ekibini topla, lider. On dakika sonra seni ve ekibini birinci katta görmek istiyorum." dedi.

Sanırım bana emir verme yetkisi vardı.

Üstünde fazla durmayarak başımı salladım ve herkesin hazırlanmasını emrederek saha görevi odasına gittim. Kalbim adrenalin ile çarpıyordu. Uzun süre sonra saha görevinde olacak olmak ne kadar garip görünse de dudaklarımda bir tebessüm oluşturmuştu.

Tam on dakika sonra Thant, Jason, Dain, Luke ve ben dördüncü ekibi temsilen silahlı bir şekilde toplanma alanındaydık. Yanımızda Alexander, Daisy, Theo ve ismini bilmediğim başka bir adam başkanın verdiği emirleri dinliyordu.

Başkanın söylediğine göre emrimize asker ordusu vermişlerdi. Pekala bu bizim işimizi kolaylaştırırdı.

"Tanrım, bu çok heyecanlı." dedi Luke. "Sonunda saha görevindeyiz, yeniden." Onu durdurmak istemedim, bana göre haklıydı çünkü. Jason büyük bir ciddiyetle başkanın sözlerini bitirmesini bekliyorduk.

 

Başkan bitirdiğinde hepimiz arabalara binerek yola çıktık. Üçüncü arena binasına vardığımızda etraf olması gerekenden sessizdi. Arabalardan inerek sessizce binanın girişine yaklaştık.

"Dain, Thant sağdan ve soldan binanın etrafını sarın." dedim kulağımdaki kulaklık ile.

"Emredersiniz." dedi ikisi aynı anda ve harekete geçtiler. Alexander ve ekibi ise bina girişine biraz daha yaklaşmışlardı. İçeriye girmenin bir yolunu arıyorlardı.

"Lider, Luke'u alarak yanımıza gel. Daisy, Percy onlarla yer değiştirin." dedi Alexander. Emrine uyarak elimdeki silahı sımsıkı kavradım ve Luke'a işaret ettim. Bu sırada gözüm bize doğru gelmekte olan bir askere kaydı. Karanlık gecede fark edilmesi zordu. Alexander da görmüş olacak ki bana döndü.

"Hallediyorum." dedim sessizce.

Alexander bakışlarıyla beni takip etti. Askerin yaklaşmasını bekleyerek olduğum yere iyice sindim. Tam yanıma geldiğinde ayağa kalkarak karnına bir tekme attım, acıyla bağırdığında daha fazla dikkat çekmemesi için silahımla ensesine vurarak onu bayılttım. Kalbimin gürültüsü kulaklarımda duyuluyordu. Namlunun ucunu askerin başına çevirdim.

"İşini bitirmeli miyim?" dedim Alexander'a doğru. Kaşları hafif çatıldı ancak başıyla onayladı. Bunu içimde sorgulasam da dışarıya yansıtmadım ve pantolonumdan çıkardığım bıçağı askerin boğazına sapladım. Bu sırada Alexander dikkatli gözlerle beni izliyordu. Dikkatlice çıkardığım bıçağı tekrar yerine koydum ve diğerlerinin peşine takıldım.

Alnımdan soğuk terler akarken adrenalin yılan gibi vücudumda dolaşıyordu. Her zerrem titriyordu ancak bu korku değil, heyecandı. Biraz da mutluluk.

Alexander'ın önünde duran Luke'un yanına gittiğimde kaşlarını çattı. "Onu öldürmemen gerekiyordu. Başkan zarar vermemeye çalışmamızı söylemişti." dedi.

"Onu öldürmemi bana Drake söyledi, Luke. Git ona bağır." dedim bağırmamasına rağmen.

"Arkamdan gel." dedi Alexander bana doğru. "Siz ikiniz dışarıda bekleyin. Kapıyı açtığımızda içerdeki askerleri vurmaya başlayacaksınız." Kalanlar aynı anda "Emredersiniz." dedi.

Peşine takılarak arenanın etrafını dolaştığımızda bir plan bile yapmadan gelmiş olmanın ne kadar saçma olduğuna bir kez daha karar verdim. Alexander bir yandan kulaklığı sayesinde başkandan bilgi alıyordu.

"Şuradaki elektrik tellerinde kesikler var Lider, onları aşarak içeriye girebilir misin?" dedi. Başımla onu onayladım.

"Oradan sonra yolu biliyorsun. İçeriye gir ve bize kapıyı aç. Açmadan önce sis bombasını etkinleştir. Anlaşıldı mı?" Gözlerimi devirdim.

"Merak etme, bunları biliyorum." dedim. Pekala bir süre emir verebilirdi ancak can sıkıcı olmaya başlamıştı. Üstelik hadi ama, eğlenmeye çalışıyordum. Alexander dudaklarını birbirine bastırarak beni elektrik tellerine kadar ittirdi. Geri kalan yolu eğilerek geçtiğimde tellerin tenime batması acı vermişti. Ancak bu acıyı bile özlemiştim.

İçeriye girdiğimde tek yapmam gereken tesisin ufak bir camını bulup içeriye sis bombası fırlatmaktı. İnsanların dikkati dağıldığında sakince girip kapıları açabilirdim.

Aradığım açıklıkta camı bulduğumda belimden çıkardığım sis bombasının pimini çektim. Bakışlarımı pencereden içeriye kaydırdığımda yerde yatan bir sürü insan ve başlarında bekleyen silahlı askerler olduğunu gördüm. Yerde yatanlar arasında çocuklar ve yaşlılar da vardı. Üstelik bazıları...

Tanrım bazıları ölüydü.

Dişlerimi sıktığımda öfke içime hızla yayıldı ve etrafındaki her şeyi yakıp kavuracak hale geldi. Tam elimdeki bombayı içeriye fırlatacakken arkamdan bir ses duydum.

"Bakın burada ne varmış. Ufak bir kaçak."

 

 

Selaaammm, umarım sevmişsinizdir artık bölümler daha uzun geliyor 🫠 Lütfen yeni okumaya başladıysan kitabıma bir şans verir misin? Çok teşekkür ederim🎀🎀

Bölüm : 30.03.2025 21:55 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...