9. Bölüm

Tehdit

Lucia_dark
luciadark

 

 

 

Merhabaaaaa, umarım okursunuz🥹 Lütfeeen yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın olur muu🎀🎀

 

 

----------

 

 

 

Dudaklarımdan kaçan küfre engel olamadığımda kaşlarını alaycı bir gülümsemeyle kaldırdı.

"Beni görmeyi beklemiyordun anladığım kadarıyla." Yavaş ancak büyük adımlarla yaklaştı. "Yoksa ölüme hiç bu kadar yakın olmamış mıydın?" İlk şoku atlattıktan sonra yaptığı ima karşısında çenemi dikleştirdim ve ben de ona bir adım attım.

"Her zaman ölüme yakın olduğumu biliyorsun Alexander." Son kelimem çene kasının seğirmesine neden oldu ancak beklediğim gibi bir tepki vermekten kaçındı. Cevaplarını almam gereken sorular vardı.1

"Neden masum bir insanı öldürdün?" dedim Angel'ı kastederek. Beyazlamış teniyle hemen ayaklarımın dibinde yatıyordu, kahretsin ki onu orada öylece izlemek canımı acıtıyordu.

"Öldüğünü nereden biliyorsun?" Alexander umursamaz bir ifade takındı. Kaşlarımı çatarak yarım adım geriledim.

"Dudakları morarmış ve teni olması gerektiğinden daha beyaz, o gözlerimin önünde öldü Alexander. Üstelik zehirle." Angel önümde yere bayılmadan önce ona bunu yapanın zehir olduğunu anlamıştım, çünkü aynı zehri daha önce kendim kullanmıştım. Ancak onda olmasına şaşırmıştım çünkü kimsenin kolay kolay elde edebileceği bir şey değildi. Ayrıca uyuşturucuya benziyordu, bu sayede şüphe uyandırmadan onu bir çok yere sokabiliyordum. Ancak bir farkı vardı.

Bu lanet zehir leş gibi kokuyordu.

"Öldürücü bir zehir olduğunu da nereden çıkarttın?" dedi büyük ciddiyetle. Bir anlık şüpheye düşmüş olsam da kendime güvenim bu duygunun üstüne geçti.

"Bu zehri tanıyorum." Yutkundum ."Kokuyor." Gözlerimi gözlerinden ayırmadım.

"Panzehir -" Tamamlamasına izin vermedim.

"Panzehirin elinde olamayacak kadar güçlü olduğunu biliyorum. Olsa bile ona vermeyeceğine eminim." Üstelik Angel'ı kurtarmak için çok geç olduğunu düşünüyordum.

Harika, atlatılması gereken nur topu gibi bir vicdan azabı daha.

Tabii eğer yaşarsam.

"Kim olduğumu bilmiyorsun, lider. Neler yapabileceğimi henüz görmedin." Kaşlarım havalandı.

"Panzehir laboratuvardan çıkmadı. Bu zehrin bir panzehiri yok. Kimi kandırmaya çalışıyorsun Drake?" İsminin üstüne basarak söylemiştim. Gözlerini kısarak bir anlığına bunu yaptığımı sorgulamama neden oldu ancak düşünmemeye çalıştım.

Ellerini temkinli hareketlerle cebine attı, içinden küçük bir şişede duran parlak bir sıvı çıkarttı.

Gerçekten, kimi kandırıyordu bu?

"Bunun panzehir olduğuna inanmadığına eminim. Ancak bilirsin ki lider, umut umuttur. " Dudaklarını ısırdı ve parmaklarının ucunda tuttuğu panzehiri -en azından kendi deyimiyle - havaya kaldırdı. "Bir anlaşma yapalım. Ben sana panzehiri vereyim, sen de basit sorularıma cevap ver." Bu bende merak uyandırsa da o şişedekinin bir panzehir olmadığını düşünüyordum, bildiğim kadarıyla bu zehirin panzehiri hiç yapılamamıştı çünkü zehir sanki canlıymış gibi enfekte edilen kanda sürekli mutasyon geçiriyordu, bu da bir panzehiri olmasını imkansız hale getiriyordu.

Ya doğruyu söylüyorsa?

Kahretsin ki bir konuda haklıydı. Umut, vazgeçilemeyecek kadar çekici bir kaynaktı. Tereddüt ettiğimi görünce şişeyi cebine attı.

"Sen bilirsin, ben sen sorgudayken her şekilde cevaplarımı alırım. Madem arkadaşını kurtarmak istemiyorsun." Bana doğru bir adım attı.

Haklı olabilir miydi? Soracağı sorular hakkında fikrim yoktu ancak neden kaçmaya çalıştığımız veya neden Angel'a yardım ettiğim muhtemel sorulardı. Her halükarda beni öldürmeye çalışacaklardı, en azından Angel'ın benimle birlikte cehenneme gelmediğine emin olsam fena olmazdı.

Kaybedecek bir şeyim yoktu.

"Tamam, dur. Kabul ediyorum." Dudakları sahici bir gülümsemeyle kıvrıldı.

"Neden bu arenadasın, lider. Ya da belki de şöyle sormalıyım." Biraz duraksadı. "Neden arenadan ayrılmadın?" Sorusu kaşlarımı çatmama sebep oldu.

"Neden ayrılmalıydım?" Çenesindeki kaslar seğirdi. Öfkelendiğini hissediyordum.

"İkimiz de neden burada olduğunu biliyoruz. Bana karşı dürüst ol ki arkadaşın ruhunu teslim etmeden önce ona yetiş." Öfkeliydi ancak bunu elinden geldiği kadar saklamaya çalışıyordu. Gözümden kaçmamıştı.

Not alındı.

"Sen de bana biraz daha açık sorular sor Alexander. Buraya bilgi toplamak için gönderilmiş bir ajan olduğumu mu ima ediyorsun?" Karanlıktan göremediğim suratı bana biraz daha yaklaşmasıyla aydınlanmıştı. Önüne dökülen kumral saçlarını eliyle erkeksi bir şekilde geriye taradı.

"Belki de sadece bilgi toplamak için değildir." Burada bir suçlu varsa bu kesinlikle ben değildim.

Bir anda aklıma maç günü geldi. Vales'in o görüntüsü. Tanrım, bu nasıl aklıma gelmemişti?

"Siktir." Mırıldanarak ettiğim küfürden sonra düşüncelerimi toplamaya çalışıyordum. Alexanderın acelesi var gibi durmuyordu. Yaşadığım şok ve aydınlanmayla ellerimi ağzıma götürüp ona döndüm. Anladığımı fark ettiğinde büyük bir memnuniyetle gülümsedi.

"Sen Vales'i öldürdün. Onun ağzında aynı zehir kokusu vardı. Ben, ben nasıl anlamam? Doktorlar uyuşturucu dedi ama hayır, bunu sen yaptın. Başından beri sendin." Ellerimi saçlarımdan geçirdim. Bunu nasıl daha önce anlayamamıştım. "Bu yüzden o hastanede bana çabucak inandın, kullanmadığımı bir şekilde biliyordun hatta emindin. Çünkü bunu yapan zaten sendin." Dudaklarını birbirine bastırarak konuşmamı bitirmemi bekledi.

"Aydınlanman bittiyse, sorularımıza dönelim mi?" Öfkeyle kaşlarımı çattım. Ne hakla bunu bana yapabilirdi?

"Beni zehirledin!" büyük bir nefes aldım. "Bunu nasıl yaparsın?" Öfkeyle üzerine yürüdüm ancak bir saniye sonra bunun çok mantıksız olduğuna karar verip yerimde küfürler etmeye devam ettim.

"O güzel ağzına yakışıyor mu bu küfürler?" Alayla bürünmüş ses tonu beni iyice çileden çıkarttı. Tam cevap verecektim ki yeniden ciddiyete büründü.

"Sende başından beri bir şeyler olduğunu biliyordum, lider. Bu arenaya adımımı attığımdan beri senin şüpheli biri olduğunu anlamıştım. Eğer şu an bana kime çalıştığını tam olarak söylersen." Durdu, düşünür gibi yaptı.

"Seni daha az acı yollarla öldüreceğim." Öfkeyle güldüğümde ciddiyetini koruyordu.

"Neden bunu öğrenmek için Vales'i ve Angel'ı öldürdün?" Boğazımdan kor gibi bir alev yükseliyordu.

"Vales bir araçtı, zaten ölmesi gereken biriydi. Bende bunu lehime çevirdim. Senin ittifak yapmış olabileceğin birkaç düşman arenaya bilgi sızdırdım. En azından adamlarına. Vales'in öleceğini bildirdim. Senin onlarla iletişimin olup olmadığını anlamak için." Durdu ve yutkundu.

"Sen Vales'in öleceğini bilmiyordun. Bu sayede onlar elenmiş oldu. İnan bana başından beri seni test ediyorum ve elimde sadece birkaç isim kaldı. İşte anlaşma, bana çalıştığın kişilerin ismini direkt olarak ver."

Anlamıyordu, bütün bunları boşuna yapıyordu.

"Hala elinde kanıt yok." Öfkeden yaşaran gözlerimle ona meydan okudum.

"O yüzden karşında bir anlaşmayla duruyorum. İnan bana seni her şekilde öldüreceğim, resmi yollarla veya değil. Burada sadece ikimiziz, itiraf et." Başımı sağa sola salladım.

"Kimseye çalışmıyorum." Bu bir gerçekti, kimseye çalışmazdım.

"Pekala, sanırım anlaşamayacağız. Arenaya dön Laetih ve sabah arkadaşının ölümünden haberin yokmuş gibi davran." Göz kırptı. "Bir de, her zaman seni izlediğimi unutma, elbet elime düşeceksin." Hayır, Angel'ı burada bırakamazdı.

"Masum bir insanı ölüme terk etmek bu arenada suçtur, Drake." Gözlerimle yerde kıpırdamadan yatan Angel'ı işaret ettim. Eğer ona geç kalmışsam bu canımı fena halde yakacaktı.

"Ölmesi gerekiyordu, kuralları biliyorsun. Arenada herhangi bir takımdan herhangi bir üyenin arenayı terk etmesi yasaktır. Cezası ise..." Sözlerini tamamladım. "Ölümdür." Ezbere bildiğim kurallar aklıma geldikçe midem bulanıyordu. Gerçekten iğrenç bir yerdeydik. Tam da tahmin ettiğim gibi, panzehir sahteydi.

"Ancak ona yardım edenlerin cezası da ..." Bu sefer o benim sözlerimi tamamladı. "Ölümdür." Bakışlarımı kaçırarak yutkundum. Sanırım Angel'dan önce canım hakkında endişelenmek daha doğru bir karardı. Beni öldürmek için kanıtı yoktu ancak bu şuan yapmayacağı anlamına gelmiyordu. Drake'e güvenim yoktu.

Silahsız değildim, bacaklarımdaki ceplerde küçük bıçaklarım vardı, bunun kendimi savunmada ne kadar yeterli olacağı tartışılırdı ancak bir sıfırdan iyiydi.

Ellerimi bıçaklarımı alabilecek kadar aşağıya indirdim. Bakışları ellerime kaydı. Bir anlığına gözlerinin istekle parıldadığını gördüm ancak bunu çabucak sildi.

"Bana karşı koyabileceğini mi sanıyorsun?" Gülümsemişti. "Eğer şu saniye isteyecek olsam, yarın Angel'ın ölümü yüzünden sahte gözyaşları dökmen yerine içinde bulunacağın tabutun, onunkinin yanına koyulur."

"Bu sözlerinin beni dehşete düşürmesi mi gerekiyordu?" Alaycı bir tını eklediğim sözlerim onun duruşunu bir saniye bile bozmadı. Karanlıkta koyulaşmış gözleri büyük bir açlıkla beni izliyordu.

Muhtemelen beni defalarca kez öldürdüğü senaryoları aklından geçiriyordu.

"Angel'ın ölümünü bir uyarı olarak kabul et. Gözüm üstünde olacak, lider. Sevdiğin diğer insanların da." Sözleriyle açık bir şekilde onlara zarar verebileceğini ima ediyordu. Zarar görmelerine izin verecek değildim.

Belki de Alexander ile şimdi dövüşsem onu öldürebilirdim. Görünüşe göre yanında ateşli silah yoktu ancak bu saklamadığı anlamına kesinlikle gelmiyordu. Bu fikri aklımda tutmaya karar verdim.

"Onlara zarar vereceğini mi söylüyorsun?" Küçümseyici bir gülüş gönderdim. "Senin gerçekten arenanın önemli bir ajanı olduğunu düşünmüştüm. Çok acı." Cevap vermek için dudaklarını araladı. İzin vermedim.

"Ancak onlara zarar veremezsin, buna arenanın izin vereceğini mi zannediyorsun gerçekten?"

Bir anda bir kahkaha attığında buna hem şaşırdım hem öfkelendim. Sol elimi belime attığımda gözlerimi kısarak ona bakıyordum.

"Sence senin hain olduğunu arenaya ve kurula açıklarsam bunu teyit etme gereği duyarlar mı? Bunu yapabilecek güçte biri olduğumu unutuyorsun." O da beni taklit ederek sol elini beline koydu. İfadesizce onu izliyordum.

"Ayrıca merak etme, suçu olmayan insanlara zarar vermem. Ancak arkadaşlarının hata yapmamasını sağlamaya çalış." Gözünü kırptı.

"Angel'ın kaçmasına yardım ederek hata yapıyordum. Neden beni şimdi öldürmüyorsun, Drake?" Ağırlığımı sol ayağımdan diğerine verdim.

"Birincisi elimde kanıt yok, sabah cesedini bulduklarında başkanın ilk işi fikrimi almak olacak ve inan bana bu konuda yalan söyleme gereği duymam. Seni öldürürsem bu senin için kolay bir kurtuluş olur." Bana tepeden bakmaya yetecek kadar yaklaştı. Ellerimi bıçaklarımdan birinin üzerine yerleştirdim. "Bunu istemem, lider. Henüz benden kurtulamazsın."

Karşılık veremediğimde yutkundum, bakışları boğazıma kaydığında memnun bir şekilde gülümsedi ve dudaklarını ıslattı. Durumu fırsat bilerek aniden bacağımdan çıkardığım bıçağı ona saplamak için hamlede bulundum.

Ancak kenara çekilerek bileğimi yakaladığı gibi çevirdi ve sırtımın göğsüne yaslanmasını sağladı. Öfkeyle dişlerimi sıktım ve elinden kurtulmak için çırpınmaya başladım. Bileğimi kaçmamam için fazlasıyla sıkıyordu ve biraz daha zorlarsa kırabilirdi.

Üstelik bıçağım ikimizin arasında sıkışıp kalmıştı ve birimizin etine saplanması an meselesiydi. Üstelik o benim favori bıçağımdı.

Tuttuğu ve birini çevirdiği bileğimi birbirlerine bastırarak bıçak tuttuğum bileğimin bıçağı düşürmesine neden oldu. Aynı anda kemik kırılma sesinin de geldiğini duyduğuma emindim.

Harika, yeni bir kırık daha.

Acıyla inlediğimde elimden geldiğince ona göstermemeye çalıştım. Boynumda nefesini hissettiğimde kulağıma eğildiğini fark ettim.

"Bunu da bir ikinci uyarı olarak kabul et, lider." Acıdan dolan gözlerim, gözyaşı akıtmamak için zor duruyordu. Ardından bir diziyle dizime vurdu ve yere düşmeme sebep oldu. Aynı anda beni bıraktı.

Acıdan zonklayan bileğimi tutarak mümkün olduğunca hareket ettirmemeye çalışıyordum. Gözlerimi kaldırdığımda ayaklarının hemen yanında bıçağımın olduğunu gördüm, biraz uzağımızdaysa Angel'ın ruhsuz bakışları gözlerimi bulduğumda kusma hissini zorlukla bastırdım.

"Ben bir hain değilim." Acıdan dişlerimi sıktığımda bana gülerek karşılık verdi. "Hep öyle derler zaten."

"Seni buna pişman edeceğim." Ayağa kalkma zahmetinde bulunmamıştım. Öfkeli bakışlarımı onunkilere değdirdiğimde gözlerini kaçırmadı. Aksine daha da yaklaştı ve bana istediğim fırsatı kendi elleriyle sundu.

Hızla sağlam olan elimle diğer bacağımda duran bıçağı kaptım ve kaçmasına fırsat vermeden omzuna sapladım. Gözlerinde bir anlığına saldırımı engelleyememenin verdiği hayreti gördüm.

Biz de kolay lokma değildik.

Acıyla inlediğinde dizlerimle dizlerine tekme attım ve hemen yanıma düşmesine neden oldum. Artık eşittik.

"Sen..." Tıpkı benim gibi öfkeden dişlerinin arasından konuşuyordu. Bu biraz olsun keyfimi yerine getirdi.

"Ben. Hain. Değilim. " Üstüne basarak konuştuğumda tek eliyle omzundan akan kanı durdurmaya çalışıyordu. Bıçağı çıkarmamıştı eğer çıkarırsa kan kaybından ölebilirdi. Kendini zor tutuyor gibi görünüyordu.

"Öyle olsaydım seni öldürüp buradan kaçardım." Ellerimle omzunu gösterdim. "Merak etme, omzunu hedeflemiştim." Dudaklarını birbirine bastırdı ve öfkesini kontrol etmeye çalıştı. Biraz olsun bana inanmış gibi görünüyordu ancak bu görüntüyü çabuk bozdu.

"Senden emin olana kadar sana zarar vermeyeceğim, lider. Bunu lehine kullansan iyi edersin." Son sözleri bunlar oldu ve sendeleyerek ayağa kalktı. Bir elini kalkmam için bana uzatırken şüpheli bakışlarımı ona yönelttim ve ellerini tutmadan ayağa kalktım.

Bileğim fena halde acıyordu ve eminim sabah olduğunda Jason ve Luke bunun hesabını soracaklardı. Ancak Alexander benden daha beter görünüyordu. Karanlıktan seçemesem de yüzünün solduğunu fark edebilmiştim.

Onu umursamamaya karar vererek arkamı dönerek uzaklaşmaya başladım. Dediği gibi Angel ile ilgim olmadığını göstermek en doğrusuydu. En azından biraz daha hayatta kalabilmek için.

Ancak arenanın hastanesi on dakikalık mesafedeydi ve onun yetişebileceğinden pek de emin değildim.

"Kahretsin." Kendi kendime fısıldadığımda arkamı döndüm ve onun da bana dönük olduğunu fark ettim. Fena halde kan kaybediyordu ve ayakta durmakta güçlük çekiyor gibi görünüyordu. Beni zehirlemesi benim için çok büyük bir sorundu, sonuçta Vales'i o öldürmüştü ve aynı gün ben de gözlerimi hastanede açtığıma göre bana o maddeyi veren de o olmalıydı. Bu damarlarıma kadar kaynayan bir öfke hissetmeme neden oldu, geçmişimi bildiğine emindim ve buna rağmen bende bağımlılık yapabilecek herhangi bir ilacı vücuduma enjekte etmesi korkunçtu.

"Ölmeyi düşünüyor musun?" Elimi kaldırarak sorduğum soruyla tekdüze sesini kullandı.

"Bugün mü? Hayır." Sıkıntıyla oflayarak yanına ulaştım. Onu bu halde bırakacak değildim, o kötü biri olabilirdi belki ancak benim ablama bir sözüm vardı.

İhtiyacı olanları görmezden gelme.

Yanına ulaşarak koluna girdiğimde itiraz etmek için uğraştı ancak biraz zorlasam yere yığılacaktı. Kimse gelmeden buradan çıkmalıydık. Elimle sağlam kolunu kendime çektiğimde onu peşimden sürüklemeye başlamıştım.

"Yardımına ihtiyacım yok, lider." Huysuz bir şekilde söylendiğinde zaten acıyan bileğim yüzünden onu umursayacak durumda değildim.

"Öyleyse Angel'ın yanına seni bırakabilirim." Söylediklerimle boğazım düğümlendi, Angel ölmüştü. "Tabii, sen benim yanıma gelirken telefon getirmek gibi bir hata yapmazsın. Kimseye haber veremezsin ve gördüğüm kadarıyla uzun süre yürüyemeceyeceksin de. Yani en iyi ihtimalle seni sabaha karşı deneyimsiz ekiplerden biri bulur. Hastaneye götürmeleri en az on dakika sürer." Biraz düşündüm. "Tabii o zamana kadar ölmüş olmazsan."

Ela gözlerini devirdi.

"Benim gibi biri omzundan yaralanmış halde bir geceyi rahatlıkla geçirebilir." Belki geceyi geçirebilirdi ama sabahında korkunç derecede uzun süren bir komaya girdiğinde bunun pek önemi kalmaz gibiydi.

"Kan kaybediyorsun ve hava buz gibi. Kansızlıktan olmasa bile sabaha kadar soğuktan ölüp gideceksin. Henüz beni öldürmedin." Bir gülüş duyduğuma yemin edebilirdim ancak yüzüne baktığımda ifadesini koruyordu.

"Pekala, yaptığın şey için sana ceza verecektim ancak cezan beni hastaneye götürmek olsun. Yarın eskisi gibi devam edebiliriz." Sözleri yumuşak ancak sesi bir o kadar sertti. Dışarıdan gören biri onu dostum bile zannedebilirdi. Şahsen neden az önce beni öldürmek istediğini söyleyen ve üstelik tehdit eden bir adamın hayatını kurtarmak için hastaneye götürmeye çalıştığımı bilmiyordum.

Yaklaşık bir dakika sessizlik içinde yürüdüğümüzde arkamı dönüp onu kontrol etmek istedim. Yüzü olabilirmiş gibi daha da beyazlamıştı ve gerçekten çok zor yürüyordu.

Biraz daha yaklaşarak kolunu omzumun üstünden geçirdim ve arabamın olduğu yere kadar zorlukla onu çekiştirdim.

"Bana yardım etmemen gerekiyordu." Evet muhtemelen gereken şey buydu.

"Ben kötü biri değilim." Ters ters ona baktığımda onu arabaya bindirdim ve sürücü koltuğuna yerleştim. Kırık bileğimle nasıl araba kullanacağım hakkında bir fikrim yoktu ancak bana bir iyilik yapıp vites değiştirmeme yardım ederse zorlanacağımı sanmıyordum.

Yaklaşık yedi dakika sonra hastaneye ulaştık. Ancak kapısında bizi bekleyenleri görmemle yerimde sabitlenmem bir oldu.

"Luke..." Luke kapıda durmuş bir eliyle saçlarını karıştırırken bir doktorla konuşuyordu. Muhtemelen soru soruyordu çünkü doktorun bıkmış bir ifadesi vardı.

Jason ise bizi gören ilk kişi olmuştu. Gözleri önce beni taradı, yaram olup olmadığını anlayabilmek için tüm vücudumda soğuk bakışlarını gezdirdi, gözleri ellerimde takılı kaldı ancak hayati önem taşımadığı için bakışları biraz olsun yumuşadığında yanımda duran Alexander'ı görmesiyle hızla ifadesini değiştirdi.

Ne yapması gerektiğini bilemeyen adımlarla kapıya doğru ilerledim. Jason bir koluyla Luke'u dürttü ve doktor bunu fırsat bilerek hızla uzaklaştı. Luke'un da bakışları bize kaydığında kaşlarını çattı.

Yanımdaki Alexander ise oldukça rahat görünüyordu. Bu haline anlam verememiştim çünkü birincisi bıçaklanan ben değildim oydu, ikincisi ise az önce tehdit edilen kişi o değil bendim. Üstelik onun tarafından.

Zihnimin karmaşık düğümlerini çözemeyeceğimi fark ettiğimde ufak bir tekmeyle ücra köşelere doğru gönderdim. Büyük bir nefesle ciğerlerimi doldurdum ve gelecek olan her soruya karşı kendimi hazırlamaya çalıştım.

"Hey, ne yapıyorsunuz burada?" Luke bana yaklaşıyordu ve bir kedi gibi kıstığı gözlerle Alexander'ı süzüyordu. Bakışlarının Alexander'ın bıçak yarası olan omzuna takıldığını gördüğümde bana önce şaşkın sonra bastırmaya çalıştığı bir gülümsemeyle baktı. Gözlerinde küçük de olsa bir gurur parıltısı geçtiğine yemin edebilirdim.

Jason ise onun tam tersi, bulunduğumuz durumu sorgularken bana ters ters bakmayı ihmal etmiyordu. O da yanımıza vardığında şüpheci bakışlarla dudaklarını araladı.

"Ne halt ediyorsunuz burada?" Jason yanıma iyice yaklaşarak elleriyle yaralı bileğimi kavradı ve kontrol etti. Kırık olduğunu fark etmiş olacak ki yüzünü buruşturdu. Yanlış bir hamleyle canımı acıttığında elimi ondan kurtardım. Güven verici bir bakış gönderdim.

"İyiyim."

"Tanrı aşkına bileğini kırmışsın Laeith." Luke abartılı tepkilerle nihayet bileğimi fark ettiğinde yanımda duran Alexander sıkılmış görünüyordu. Üstelik bu yarayla biraz daha beklerse öteki tarafı boyayabilirdi. Ancak şaşırtıcı bir şekilde dingindi ve acı çekiyora benzemiyordu.

"İyiyim dedim ya Lucky. Ufak bir kırık sadece. Her zaman olan şeyler." Özgüvensiz bir tebessüm gönderdiğimde yanımıza iki hemşire ve bir doktor gelmişti bile. Kimin ne zaman çağırdığına anlam veremedim ancak daha fazla konuşamadan hemşirelerden biri arkamdan beni ittirerek bileğimi sarmak üzere odanın yolunu tuttu.

Arkamdan Luke hızlı adımlarla yetişmeye çalışırken Jason, Alexander'a son bir kez sert bir bakış gönderdi ve peşime takıldı. Alexander ise benim odaya girdiğimden emin oluncaya kadar doktorların gözle görülür ısrarına rağmen ayakta dikilmeye devam etti. Sonunda Luke önüme geçerek görüşümü kapattığında Jason da kapıyı üstüne çarptı.

Sedyeye oturduğumda içerde olan doktor sargı malzemelerini getirmek için odadan ayrıldı. Artık odada Jason, Luke, ben ve hemşire kalmıştık.

Ancak Luke'un ters bakışlarına dayanamayan hemşire de doktorun ardından kapıyı açarak çıktı. Bu, biraz olsun gelenekselleşmiş bir olay haline gelmişti. Yaralı ekip getirildiğinde doktorlara bizi birkaç dakika yalnız bırakmaları söylendiğinden artık kendilerine söylenmesini beklemiyorlardı.

"Ne olduğunu anlatmayı düşünüyor musun?" dedi Luke kaşlarını havaya kaldırarak. Derin bir of çektim.

"Angel..." Boğazıma gelen yumruyu zorlukla geriye ittirdim. "O öldü." İkili sözlerimle büyük bir şaşkınlık yaşarken "Siz burada olacağımı nereden biliyordunuz?" diye sordum. Luke henüz şaşkınlığı atamamıştı ancak Jason hızla bundan kurtularak cevapladı.

"Ortak banka hesabından birkaç milyon lira transfer etmen biraz şüphe çekici göründü sadece Laeith. Üstelik anlatmaya devam et. Lider seninle ne yapıyordu?"

"Ortak hesap mı?" Tanrım, dalgınlığıma gelmiş olmalıydı ki Angel'a yardım etmek üzere kullanacağım parayı ortak hesaptan çekmiştim. Bunu nasıl fark edemezdim?

"Evet, güzelim. Bu sıralar biraz dikkatsizsin herhalde." Luke hızla sözleri devraldığında yaptığım hata yüzünden kızardım. Tam ağzımı açacaktım ki Jason bunu engelledi.

"Üzgünüm Laeith ancak şuan soruları ben soruyorum. Devam et." Bakışlarıyla da devam etmemi işaret ettiğinde yalan söylemenin gereksiz olacağına karar vererek her şeyi baştan sona anlattım.

"Drake..." Jason birkaç saniye düşündü. "O neden Angel'ı öldürsün ki?"

"Kuralları biliyorsun Jason, bunu yapması onun göreviydi aslında ama..." Gözyaşlarım hızla yanaklarıma aktı. "Bu yine de benim yüzümden oldu." Jason'un bakışları biraz olsun yumuşadı ve başımı göğsüne çekerek ufak bir sarılma girişiminde bulundu.

"Şş, senin yüzünden olmadı. Sana ne kadar kızmış olsam da Angel'ı kaçırma girişimini gayet haklı buluyorum." O sırada doktor içeri girdi ve bileğimi sarmaya başladı. "Ancak Lider seni öldürmedi, sen de kurallara uymadın. Üstelik senden şüphelendiğini söylüyorsa seni öldürmek için elinde güzel bir fırsat vardı ancak o bunu kullanmamayı seçti." Jason bitirmemişti ancak Luke onu kesti.

"Üstelik bu arenada olduğumuzdan bu yana senin gizli işler yaparken bir kez bile yakalandığını görmedim. Bu adam mı fazla profesyonel yoksa senin taktiklerin artık işe yaramaz hale mi geldi?" Bileğim alçıya alınırken ufak bir sızı hissettiğimde inledim.

"Siz benim bir işler karıştırdığımı anladıysanız o da anlamıştır. Bu sefer , bu kadar önemli olduğunu düşünemediğim için fazla güvenlik sağlamadım. Benim hatamdı." Bakışlarımı yere eğdiğimde Luke iyice yanıma yaklaştı ve kolunu bir omzuma attı.

"Ayrıca senin soruna gelirsek Jason. Beni öldürmek için elinde geçerli bir nedeni vardı. Benden şüpheleniyor, düşman arenaların veya birliklerin ajanı olduğumdandı sanırım. Öyle bir şeyler dediğini hatırlıyorum. Bundan şüphelenmek için elinde bir nedeni bile yok. Belki suçlu olmamam ihtimaline karşı beni serbest bırakmıştır. Üstelik gözümü korkutmak için sizinle bile tehdit etti." Jason düşünüyor gibi yaptı.

"Ve sen de ona bir bıçak sapladın." Luke gururla gülümsedi. "Bizi bu kadar sahiplenmen çok hoş." Elini kalbine götürdü. Bu sırada sargım neredeyse bitmek üzereydi. Jason Luke'un sözleriyle gülümsedi.

"O benim bileğimi kırdı, ben de ona bıçak sapladım." Umursamaz ifadeyle omzunu silktim.

"Pekala, yine de ondan önce ona bıçak saplamaya çalıştın." Luke bir elini çenesine yerleştirdi ve yeni ye

ni çıkan sakallarını kaşıdı. "Yani, teknik olarak ona ilk saldıran sendin." Gözlerimi açıp kapatarak onu onayladım.

Luke ise dişlerini göstererek sırıttı. Doktor kolumu sarmayı bitirdiğinde Jason'a muhtemelen kolum hakkında bir şeyler söylemeye başladı ancak Alexander'ın nasıl olduğu düşüncesi aklımda dolaşıp durduğu için dinlememiştim.

Gerçekten onu kontrol etsem iyi olacaktı. Bir gecede iki kayıp yaşamak iyi olmazdı.

Kıyafetlerimi çekiştirerek düzelttim ve ayağa kalktım. Luke koluma girmeye çalıştığında elimi kaldırarak onu durdurdum. Kırık bir bileğin yürümeme engel olacağını düşünmüyordum.

Jason hala doktorla konuşurken Luke ve ben kapıdan dışarı çıktık.

"Alexander'ı kontrol etmeliyim." dedim Luke'a dönerek.

"Yaklaşık yarım saat önce birbirinizi öldürmeye çalıştığınız ve bir arkadaşımızı öbür tarafa gönderen adamı mı? Pekala." Luke'un Angel hakkındaki umursamazlığına karşı dudaklarımı büktüm. Pekala ölümünün benim yüzümden olduğu düşüncesi beni üzen şey olabilirdi ancak yarın Grey'in ormanlık bir alanda dostunun cesedinin bulunduğunu öğrenmesi onda benden daha fazla tahribat yaratacaktı.

"İkinci bir cesedi kaldırabileceğimi sanmıyorum." Tekrar ağlamaya hazır hale gelmiş gözyaşlarımı hızla ellerimle soğuttum. Bu sırada Jason arkamızdan bize yetişti.

"Çıkış o tarafta değil yalnız." Luke Jason'a başını salladı.

"Biz de biliyoruz bu tarafta olmadığını. Laeith tutturdu Drake'i göreceğim diye. Ne yapayım söz geçiremiyorum." Luke her zamanki gibi abarttığında gözlerimi devirdim ve tırnaklarımı omzuna geçirdim. Acıyla bağırdığında Jason yüzünü buruşturmuş Luke'a bakıyordu. Bu ifadesinin bana mı yoksa Lucky'nin bağırmasına karşı mı olduğunu anlayamamıştım.

"Ne yapıyorsun kızım ya. Of, ne güç varmış az kalsın tırnağın etimde kalacaktı." Tebessüm ettim.

"Abartma Lucky." dememle Jason önüme geçerek beni durdurdu.

"Gerçekten Lider'i görmeye gitmiyorsun değil mi?" Gözlerimi devirdim.

"Şuna lider demeyi kesin." O bana lider diyordu.

"Takılmış ağzımıza ne yapalım. Herkes lider diyip duruyor. Haklılar da zaten, oyunlar bittiğinde bir ekibin lideri olacağı belli." Evet haklıydı. Alexander da bizim gibi oyunları oynuyordu ancak bu sadece göz doldurmak ve adaletin varlığını ispatlamak için yapılmış bir diğer oyundu. Her şey sona erdiğinde hayatta kalan veya yeni gelen ekiplerden birinin lideri olacağı kesindi. Lakin başkan üst arenadan gelmiş ve üstelik o arenanın bile nihai lideri olan insanı herhangi bir üye konumuna düşürmezdi.

"Her neyse konuyu saptırma Laeith. Onun yanına gidemeyiz, çoktan odasının etrafı korumalarla çevrilmiştir ve başkan buraya gelmek üzeredir." Jason bitirmeden Luke onu yine kesti.

"Üstelik burada çok oyalandık, eğer birkaç insan daha bizi görecek olursa yarın Angel'ın cesedi bulunduğunda herkes senin olayla bir alakan olduğunu anlayacak. Başkan da gelmeden buradan tüysek iyi olur." Ağzım açmama fırsat kalmadan Jason yine konuşmaya başladı.

"Biliyorum, herkes Drake'in bu halini sorgulayacak ve öğrenecekler diyeceksin ama kimse, parantez açıyorum başkan bile ona ne olduğunu direkt olarak sorgulayamaz. Zaten o da seni konuşmaman için tembih ettiyse kendisi de ağzını açmayacaktır. Şimdi gidiyoruz." Bir bakıma doğruyu söylüyordu , kapısında koruma ordusunun bulunacağı aklımın ucundan bile geçmemişti. Şu zamanlardaki sorumsuzluğumu ve dikkat dağınıklığımı hala kullandığım ilaca yoruyordum.

Ancak yine de Alexander için endişeliydim. Pekala darbeyi hayati bir yerinden almamıştı ancak uzunca bir süre kan kaybetmişti. Üstelik içimden bir ses onun ölmesini istemeyeceğimi söylüyordu.

"Başkan neden onu sorgulayamasın ki? O üst arenanın lideri olabilir ancak buraya geldiyse hepimiz gibi sıradan biri olmayı göze almış demektir." Sorumla Jason daha fazla oyalanmak istememiş olacak ki sağlam kolumu çekiştirerek beni kapıya doğru götürdü. Luke da solumuzds bizi takip ediyordu.

"Laeith, monarşik devlet yapısı modeli. Unuttun mu bize ilk öğrettikleri şey buydu. Arena bu kurala göre dizilmiş ve inan bana kral köylülerin yanına gidip kendini herkes gibi göstermeye çalışsa bile köylüler biraz olsun fazladan kazanç sağlamak için krala itaatkar davranırlar." Bana dönerek göz kırptı ve önüme döndüm.

"Tanrım, bu aralar biraz fazla dikkatsizim." Luke Jason'a kısa bir bakış attı.

"Bunun biz de farkındayız Laeith. Merak etme ilaçlar yüzünden böyle şeyler olabileceğini tahmin ediyorduk zaten." dedi Jason ve güven veren bir gülümseme gönderdi. Bu sırada hastanenin kapısından çıkmıştık.

"Biz de tam olarak bu günler için varız." Luke da elini sırtıma koyarak beni destekledi.

"Teşekkür ederim." dedim ikiliye doğru. İlaçları kullanmaya başlayalı pek uzun olmamıştı ancak etkilerini fena halde hissediyordum. Tanrım gerçekten de fazlasıyla sıradan davranıyordum.

"Yarın ne yapacağız?" dedi Luke. Jason da bana dönerek anlatmaya başladı.

"Bu sabah Luke'un maçı var. Gidelim ve hepimiz biraz dinlenelim. Yarın nasıl olsa kimin ne öğrendiği belli olur." İkimiz de sessizlik içinde başımızı sallayarak onayladık. Arabaya yaklaştığımızda Jason sürücü koltuğuna oturdu, Luke ise onun yanına yerleştiğinde bana arka koltuk kalmıştı.

Luke arabaya binmek için kırk takla attığımı gördüğünde indi ve kapımı açarak girmeme yardımcı oldu. Kendisi tekrar ön koltuğa oturdu.

Yaklaşık on dakika sonra Tesise varmıştık. Hızla arabadan inip ortak odamıza geçtiğimizde rahat bir nefes verdik. Jason hepimizin biraz dinlenmesi konusunda ısrar ettiğindeyse hiçbirimizin konuşmak için hali olmadığını anlayıp hızla kabul ederek odalara çekildik. Biraz uyumak hiç fena olmazdı, tabi uyuyabilirsek.

"Siktir." Aklıma gelen şeyle uykumu yarıda bölerek gözlerimi açtığımda James'in gönderdiği konumu hatırladım. Gitmeyi unutmuştum. Ellerim telefonumu aradığında yastığımın kenarında buldum ve saati kontrol ettim. Henüz Luke'un maçına dört saat vardı , belki şimdi gidersem yetişebilirdim ancak kırık bir bilek ve etrafında ne olup bittiğini anlayamayan bir beyinle bunu yapmak pek akıl kârı gelmiyordu.

Ertesi gece halledebileceğime karar vererek gözlerimi kapattım ve kendimi uyumaya zorladım.

İkinci kez gözlerimi açtığımda daha fazla uyuyamayacağıma karar vererek yorganları ittirerek yataktan kalktım. Hava sıcaktı ve bu beni fena halde bunaltmıştı. Son uyandığımdan bu yana iki saat geçmişti ve bu uyku bugünlük bana yeterdi, Luke'un maçına kadar spor salonunda antrenman yapsam benim için daha iyi olabilirdi lakin tüm gücüm yok olmadan önce kendimi geliştirmeliydim. Ekipler tekrar dağıtılırken en iyi olarak kalmam gerekiyordu.

Aynanın karşısına geçerek saçlarımı sıkı bir atkuyruğu yaptım. Sporcu atletini ve bacaklarımı saran bir tayt geçirdiğimde hareketlerimin rahat olup olmadığını kontrol ettim ve hazır olduğuma kanaat getirerek yatağımdan telefonumu aldım ve odamın dışına çıktım.

Gözlerim Jason'un kapısına gittiğinde ses çıkarmamaya özen göstererek ortak odanın kapısını araladım ve arkamdan kapattım. Etrafta pek insan yoktu ancak birkaç saat sonra devasa bir ekip ve lider topluluğu son iki müsabakayı izlemek için spor salonunu ve ringleri dolduracaktı.

Spor salonuna geldiğimde kendime uygun bir manken buldum ve elime ufak ancak keskin bir bıçak alarak hayali dövüş hareketleri yapmaya başladım.

"Soldan saldır, böylece rakip kendini korumak isterken sen hem savunma hem atakta bulunursun." Arkamdan gelen ses irkilmeme neden olurken anlık bir refleksle sesin geldiği yöne doğru bir bıçak hareketi savurdum. Bıçağımın Alexander'ın boğazına dayanmasıyla yutkundum ve bıçağı geri çektim.

Gözlerim bir anlığına omzuna kaysa da bunu belli etmemeye çalıştım ve arkamı dönerek mankene bıçak savurmaya devam ettim.

"Bir dahakine arkamdan sessizce yaklaşma." dedim soğuk çıkarmaya çalıştığım sesimle.

"Yoksa bana bir bıçak mı saplarsın?" Alayla güldü.

"Evet, sana tekrar bir bıçak saplarım. Ama bu seferki omzuna değil direkt boğazına doğru olur." İddialı sözlerime karşılık arkamda hareketsizce durmaya devam etti.

"Pekala, lider. Önce anlaşalım, ben sana izin vermeden sen bıçağını yanımdan bile geçiremezsin." Bu sefer alayla gülen ben oldum.

"O yüzden birkaç saat önce omzunda bir bıçakla hastaneye gittin." Ona doğru döndüğümde bana bir adım attı ve mesafeyi en aza indirdi.

"İtiraf etmeliyim ki omzuma bıçak sapladığında gerçekten etkilendim. Senden böyle bir hamle beklemiyordum." İtirafı beni şaşkınlığa uğratsa ifademi normal tutmaya özen gösterdim. Bakışlarım tekrar omzuna kaydığında bunu yakaladı ve gözlerini kıstı. Yakınlıktan dolayı rahatsız olmuştum.

"İyi olup olmadığımı sormayacak mısın?" dedi kaşlarını kaldırarak.

"İyi olduğunu görebiliyorum." Gözlerimi devirdim. "Birkaç saat sonra senin de maçın var ve bu yarayla maçı kazanman biraz zor gibi görünüyor." dedim hafif ancak soğuk bir gülümsemeyle.

"Ben hep kazanırım, lider." Bunu maçta görecektik.

Aklımda beni zehirlemesi dönüp durduğu için daha fazla konuşmaya devam etmek istemiyordum. Yanından geçerek yere attığım su şişemi aldım ve kafama diktim.

"Bu saatte burada ne yapıyorsun?" dedi olduğu yerden.

"Antrenman." Kısa kesmiştim.

"Maçın bitti sanıyordum."

"Hala saha görevi alabilirim." dedim ona doğru yürürken. "Ve bilirsin ki bu arenada kendimi korumak bir zorunluluk haline geldi." Yaptığım ima karşısında neredeyse gülümseyecekti.

"Seni öldürmek için zehirlemediğimi biliyorsun, lider." dedi rahat bir ifadeyle. Sinirle ufak bir kahkaha attım.

"Siktir git." Kısık sesle ettiğim bu küfrü duymuştu ancak ben çoktan arkamı dönüp silah deposuna doğru yola koyulmuştum. Ancak arkamı dönmemle onunla göz göze geldim.

"Bana küfür mü ettin sen?" dedi tehditkar ancak eğlenir bir sesle.

"Hatırlamıyorum."

"Seni öldürmek istemedim ve bak, hala hayattasın. Bunun için bana minnettar kalacağına ağzına hiç yakışmayan küfürler ediyorsun." dedi. Benimle dalga geçiyor olmalıydı lakin ellerimin altında fokurdamaya başlayan öfkeyi hissediyordum.

"Bu beni ölümden daha beter şeylere doğru sürükleyebilirdi." dedim öfkeli bir sesle. Biraz olsun beni ciddiye almış gibi görünüyordu.

"Ne gibi mesela?" dedi biraz daha ciddi bir sesle. Ancak içimde yükselmeye başlayan öfke bir volkan gibi patlamaya hazır bekliyordu.

"Bunu bildiğini biliyorum Drake. O hastane odasında bana bağımlı diyerek yeni öğreniyor rolü yaptığını hepimiz gördük." dedim yanına yaklaşarak. "Tanrılara dua et bu beni daha kötü şeylere sürüklemedi yoksa en büyük düşmanın ben olurdum." Bu sefer tehditkar tonla konuşan ben olmuştum.

"Bağımlı olduğunu biliyordum ancak bunun çok eski olduğunu da biliyordum, lider. Bilmem biliyor musun ancak bağımlılık bittikten sonra üç yıl içinde izlerini neredeyse tamamen siler. Herkeste değil tabii. Aşırı derecede yüksek doza uzun süre maruz kalmadıysan ki kalmadığını düşünüyorum bu seni ölümden daha kötü şeylere sürükleyecek falan değildi." dedi daha sakin bir şekilde. Bir an içime şüphe düştü, gerçekten uzun süre maruz kaldığımı bilmiyor olabilir miydi?

"Her neyse." dedim konuyu kapatmak istediğimi belli ederek. Alexander da daha fazla kurcalamamaya karar vermiş olacak ki sükunete büründü. Adımlarıma devam ettim ve silah deposuna vardığımda elimde olan minik envanterimi yenilemek için gözlerimi üzerlerinde gezdirdim. Alexander da benimle beraber girmişti. Ancak düşünceli görünüyordu.

Birkaç silah seçerek belime ve bacaklarıma yerleştirdim. Aynı şekilde botlarıma da küçük birer silah koyduğumda Alexander masaya yaslanmış bir şekilde beni izliyordu.

"Beni nasıl öldüreceğine karar mı vermeye çalışıyorsun yoksa?" dedim ellerimi botlarımdan çekerken.

"Çok yaratıcı yollar izleyeceğimden emin olabilirsin." dedi iç karartan bir sakinlikle. Alayla gülümsedim.

"Bunlardan korkmam mı gerekiyor, hem de suçsuzken." dedim kaşlarımı kaldırarak.

"Suçsuz olmadığını biliyoruz Lider."

"Arenaya geldiğimden beri bir kez bile ayrılmadım Drake. İş aşkına hayran kaldım ama ihanet edecek olsaydım sence de bunu çoktan yapmış olmaz mıydım? " Gözlerini kıstı.

"Belki de. Arenada henüz suçsuz olabilirsin lider ancak gerçek dünyada sen bir suçlusun, hem de en azılısından." Sözlerine karşılık gülümsedim.

"Arena için çalışan bir suçlu." diyerek düzelttim. "Üstelik bu arenada olmama rağmen azılı bir suçluysam senin arenan seni..." devam etmek için uygun kelimeleri arıyordum. "Ultra suçlu yapar. Değil mi?" dedim göz kırparak. Buna karşı dudaklarının kenarı kıvrılır gibi oldu.

"Belki de." dedi.

"Belki de." diye tekrar ettim.

 

Birkaç dakika sonra kapıdan çıkıp gitmişti. Bende Luke'un Jon ile olan maçına kalan saatleri spor salonunda antrenman yaparak değerlendirmiştim. Şimdiyse etrafta ekip üyeleri ve liderler toplanmaya başlamışlardı. Salon görevlileri ringi müsabaka için uygun hale getirirlerken gözlerim Jason ve Luke'u arıyordu.

Aradığım şeyi bulamadığımda kalabalığın arasından sıyrılarak ringe en yakın tarafa geçmeye çalıştım. Biraz sonra Luke çıkacak olmalıydı ve açıkçası içimde korkunun tek bir zerresi dahi yoktu.

Beklediğim gibi birkaç dakika sonra Luke silahlarını toplamış bir vaziyette hakemin duyurusuyla ringe çıktı. Rakibi Jon da aynı şekilde karşısında pozisyonunu aldığında herkes yeni bir ölüm için hazırdı.

Luke kendinden emin ve ukala görünüyordu. Pozisyon bile almadan Jon'a doğru hamlede bulunduğunda yumruğu Jon'un yüzüne geçirip onu yere düşürmüştü ancak Jon hızlı toparladı ve çabucak ayağa kalktı. Aynı şekilde Luke'a vurmaya çalıştığında Luke ustalıkla sıyrıldı ve arkasına geçerek bacağına bir tekme attı.

Jon çok güçsüzdü. Belki de normal insanlara göre güçlü sayılabilirdi çünkü arenaya girebilmişti. Ancak diğer ekiplerin yanında bir hiçti.

Jon'un ekibinin lideri Dain yüzünü öfkeyle buruşturdu. Bir yandan bağırarak Jon'a taktikler vermeye çalışıyordu öbür yandan da Luke'un dikkatini dağıtmaya çalışıyordu. Bense Jason'u bulamayacağıma kanaat getirerek liderler için ayrılmış bölüme geçmek için hamlede bulundum. Tam o sırada Jason kolumu tutarak beni kalabalıktan kendi yanına çekti.

"Ben de seni arıyordum." dedi yürümeye devam ederken.

"Sabah erken çıktım antrenman yapmak için. Nereye gidiyoruz? Maç daha bitmedi." dedim.

"Biraz daha yaklaşıyoruz ringe. Başkanın attığı maili gördün mü?" dedi. Çenesini hafif sıktığı belli oluyordu. Başımı görmedim dercesine iki yana salladım. Uzun süredir telefonumu kontrol etmemiştim ve şu anda salonun hangi köşesinde olduğu bilinmeyen bir çantanın içindeydi.

"Angel'ın ölümünü duyurmuş. Bu sayede Grey direkt galip ilan edildi ve maça çıkmak için yeni bir rakip seçmeyeceğini bildirdi." Gözlerimi kapattım.

"Tanrım, onu bulmuşlar mı?"

"Evet, büyük ihtimalle maçtan sonra konuşmasını da yapacaktır." dedi gözleriyle maçı yukarıdaki balkonundan izleyen başkanı göstererek. Alexander da onun yanındaki yerini almıştı ve etrafı korumalarla çevriliydi. Bencil egoist pislik.

"Angel için üzgünüm Laeith ancak tekrar etme gereği duyuyorum ki senin suçun değildi. Drake onu yine de öldürecekti." Göz bebeklerim yaşla dolduğunda akıtmamak için kendimi toparladım. Sadece başımı salladım ve ringe biraz daha yakın bir yere geçtiğimizde ellerimi önümde birleştirerek maçın sonlanmasını bekledim.

Gözlerim arada Dain'e kayıyordu. Kendi ekibi hiç de küçümsenecek bir ekip değildi hatta en iyi üçüncü ekip olabilirdi. Ancak aralarında tek bir çürük yumurta vardı ve bu onun liderlik pozisyonunu etkileyecek bir sorundu.

Şimdi de o sorun arenanın en iyi ekibinden bir üyeyle dövüşüyordu. Ekibinin yani 1. Ekibin imajı için bir problem teşkil ediyordu.

Gözlerim ringe kaydığında Jon'un yere yığılmış bedeninin üstüne çıkarak onu yumruklayan Luke'u gördüm. Tanrım, abartmasına gerek yoktu. Jon ağzındaki kanı tükürerek bağırmaya ve başkana seslenmeye çalıştı.

"Pes..." Öksürdü, bu Luke'u durdurdu. "Pes ediyorum." Cümlesini bitirmesiyle Luke ayağa kalktı ve sevinç çığlıklarıyla beraber alkışlar yükseldi. Jon ise yerinden kalkamadı ve ringin yanındaki devasa görevliler Jon'u kaldrarak salonun dışına çıkarttılar.

"Çok yazık, savunmasız birini öldürecekler." Az önceki adamlardan bahsettiğini anladığımda kalbim burkuldu. Ancak yüz ifademi ve soğukkanlılığımı koruyordum.

"Ne yazık ki kurallar böyle." Öyle bir yazılı kural yoktu ancak sözsüz bir güçsüzü yok et politikası uygulanıyordu. Luke ringden zıplayarak indiğinde hangi arenadan olduklarını bilmediğim ancak henüz öğrenci oldukları belli olan birkaç kız Luke'un etrafını sardılar. Gözlerimi devirdiğimde Luke onların ilgisinden memnun olmuş bir halde gülümsüyordu.

Bir saniye, burada öğrenciler mi vardı?

"Jason, burada öğrenciler var." dedim meraklı bir sesle. Jason'un da ilgisini çekmiş olacak ki etrafına bir bakış attı ve sadece arena ekiplerinin değil, aynı zamanda iki alt arenadan olan öğrencilerin de olduğunu fark etti. Kaşlarını şaşkınlıkla yukarı kaldırdı.

"Buraya girmelerinin yasak olduğunu sanıyordum." Yasaktı. Öğrenciler eğitimlerini tamamladıklarında bir üst arenaya, eğer orada başarılı olurlarsa bir üst arenaya daha geçebilirlerdi ki benim yapmaya çalıştığım Alexander'ın geldiği arenaya geçmek veya şansım varsa buradan defolup gitmekti.

Öğrencilerin olduğu arena beraberinde bir sürü küçük kurumdan oluşuyordu, yani öğrenci sayısı bir hayli fazlaydı. Ancak gördüğüm kadarıyla yalnızca iki takım öğrenci buraya gelmişti. Onlar bizim aksimize birkaç kişilik değil genellikle on veya on bir kişilik gruplar halinde olurlardı. Hoş, bizde de on kişilk gruplar vardı ancak bu düzensizlikten kaynaklıydı ve oyunlar bittiğinde tüm bunlara müsade edilmeyeceğini biliyordum.

"Ben de." dedim Jason'a karşı. "Başkana sorabiliriz." Beni başıyla onayladı. Hemen arkasından başkan özgüvenli adımlarla balkonundan inerek herkesi duyuru salonuna davet ettiğini belirtti.

Duyuru salonu diyordum ama kesinlikle Savaş arenası gibi korkunç derecede büyük ve karanlık bir salondu ancak kenarındaki minik sahne oraya biraz daha tatlılık katıyordu. Başkanın emirlerini herkes dinlerken sıra halinde spor salonundan çıktık ve duyuru salonuna varmak için yaklaşık birkaç dakika yürümek zorunda kaldık. Kalabalık gruplar halinde asansörleri veya mini arabaları kullanmamız yasaktı. Bir başka saçma kural.

Luke'un nerede olduğundan habersiz Jason ile beraber salona girdik ve kendi ekibimizin olması gerektiği yerde hizaya geçtik. Ben bir adım önde duruyordum ve arkamda Jason, Luke'u bekliyordu.

Nihayet Luke da yanımıza ulaştığında geri kalan on iki ekip ve liderleri de yerlerini almışlardı. Tüm liderler ekiplerinden biraz önde duruyordu ve görünüşe göre liderlerini kaybetmiş ekipler de vardı. Üstelik her ekip çok az kişi kalmıştı ve bu bana göre iyi bir haber olsa da arena için değildi.

Başkan beyaz saçlarını geriye tarayarak sahneye çıktı. Alexander sahnenin hemen altında hepimizi görebilecek bir yerde bizi izlerken başkan kuru ses tonuyla konuşmaya başladı.

"Hoşgeldiniz dördüncü arena liderleri ve ekipleri, ayrıca sekizinci arena ve öğrencileri." Öğrenci olduklarını öğrendiğim ekiplerden alkışlar yükselince başkan gururla gülümsedi.

"Bugün yapacağımız iki duyuru için tüm ekipleri buraya toplama kararı aldık. Öncelikle belirtmek isterim ki dördüncü ekipten Luke, en son senin maçını izleyebildiğim için tebrik etmek istiyorum." Kalabalık tekrar alkışladı. Özellikle o kızlar.

"Ayrıca ekibindeki tüm üyeleri ve ayrıca liderinizi de tebrik ederim. İlk oyunlardan sağ çıkan ilk ekipsiniz." Yutkundum ve yerimde rahatsızca kıpırdandım. Alexander'ın gözleri bana dönmüştü.

"Diğer ekipleri de başarıları için tebrik ederim. Ancak bugünki konumuz beklenmeyen bir kayıp yaşamamız. Bu sabah, maillerinizden de öğrendiğiniz üzere üçüncü ekipten Angel Darlow'un cesedine ulaştık. Kim tarafından veya neden yapıldığı bilinmiyor. Bildiğiniz üzere arenada ölümler bizler için sıradanlaşmış şeylerdir ancak birkaç gün önce Laeith'in saldırıya uğraması ve Vales'in ölümüyle ilişkili olabileceğini düşündüğümüz için size bildirmek ve önlem almanızı sağlamak için buradayız." Kalabalıktan uğultu sesleri yükseliyordu. Anlaşılan çoğu kişi Angel'ın ölümünü henüz yeni öğrenmişlerdi. Görüş açıma Grey girdiğinde korkunç göründüğünü fark ettim. Güçlükle ayakta duruyordu, göz altları morarmıştı ve öfkeliydi. Angel'ın intikamını almak istediğini görebiliyordum ancak intikam alınması gereken tek suçlu bendim.

Evet, hala kendimi suçluyordum.

Islanan bakışlarımı kimsenin görmemesi için yere indirdiğimde bir çift gözün beni izledipini hissetmiştim. Başımı kaldırdığımda tekrar badem gözlerle bakışlarım kesişti. Alexander kaşlarını çatmış beni izliyordu. Kafamı ne bakıyorsun dercesine salladıktan sonra bıkmış bir suratla önüne döndü ve tüm dikkatini başkana verdi.

"İkinci duyurumuz ise, sekizinci arenadan iki ekibin bugün dördüncü arenaya birer eğitim için gönderilmiş olmaları. Yaklaşık iki ay boyunca burada kalarak arena kurallarını ve buradaki hayatı gözlemleyecekler. Kendi arenalarının en iyi iki ekibi oldukları için buradalar. " Tekrar güçsüz bir alkış yükseldiğinde öğrenciler gayet hevesli görünüyorlardı.

"Birkaç saat sonra birinci arena lideri Drake'in maçı olacak. Ancak söylemeliyim ki bu bir kişinin kazanacağı bir maç değil, pes eden kişinin de bir ekibe gönderileceği bir maç olacak." Şaşırmıştım, başkan Thant ve Alexander'a müsamaha gösteriyordu. Galiba Alexander'ı kaybetmeyi göze alamamıştı. Bakışlarım ikiliye kaydığında onların da şaşkın olduklarını gördüm ancak hızla toparlandılar ve ellerini arkada birleştirdiler.

"Akşam ilk oyun şerefine düzenlenecek yemeğe hepiniz davetlisiniz." Son sözlerini de söyledikten sonra sahneden indi ve kalabalığın arasından sıyrılarak kayboldu. Onun gitmesiyle biz de rahat pozisyon aldığımızda herkes ekip sırasını bozmadan salondan ayrılıyordu. Bakışlarım tekrar Grey'e kaydı ve bana doğru öfkeyle yürüdüğünü gördüğümde stresle kasıldım.

"Grey, sen iyi-" yüzüme bir yumruk indirdiğinde neye uğradığımı şaşırdım ve önüme düşen saçlarımı geriye attım. Karşılık vermeye fırsat bulamadan yanıma ne ara geldiğini anlamadığım Alexander, Grey'in yüzüne bir yumruk indirdiğinde Grey yere düştü. Öfkeyle başını kaldırarak Alexander'a baktı. Bense neler olduğunu idrak edemeyecek kadar şaşırmış durumdaydım. Salonun neredeyse yarısı boşalmıştı.

"Sikeyim, neler oluyor?" dedi Luke beni arkasına ittirmeye çalışarak. Ancak Alexander onu durdurdu ve kolumdan kendine doğru çekti.

"İyi misin?" dedi yüzümü kontrol ederken. Kesinlikle yanağımda ince bir sızı hissediyordum ancak önemli değildi. Alexander'ın benimle ilgilenmesi de ağzımı bir karış açık bırakmıştı.

"Şaşırma, benim avımı kimse avlamaya çalışamaz." dedi sert bir sesle. Pekala niyeti belli olmuştu. Kendi öldüreceği kadını başkasının öldürmesini istemiyordu. Başımı sallayarak iyi olduğumu belirttim ve Grey'e döndüm. Ayağa kalkmıştı.

"Sen, sen onunla konuşan son kişiydin. Seninle konuştuktan sonra garip davranmaya başladı! Onu tehdit ettin değil mi seni pis-" bu sefer kimse onu susturmak için ona vurmadı ancak Jason öfkeyle sözünü kesti.

"O ağzına sahip çık Grey. Kiminle konuştuğunu sakın unutma." Greyse pek umursamışa benzemiyordu ve hala öfkeyle bana küfürler savurmaya devam ediyordu. Haksız değildi, eğer o Jason veya Luke'u öldürmüş olsaydı ben kesinlikle bununla kalmazdım. Kendimi savunmak bile istemeyecek kadar kötü hissettim. Birkaç adım geri gittim ancak Alexander'ın bedenine çarpmamla yerimde sabitlendim.

"Eğer biraz daha sesini kesmezsen konuşabilecek ses tellerin olmayacak." dedi Alexander tehditkar bir ifadeyle. Grey'in yanına ise aynı ekipten iki kişi daha gelmişti. Birinin adının Orlok olması gerekiyordu ancak diğer adamı hatırlayamıyordum. Etrafımızdaki kalabalık ise artmıştı. Normalde böyle bir kavga onların ilgisini çekmezdi ama Alexander'ın burada olması merak uyandırmış olmalıydı.

"Asıl sen sesini kes lider. Angel'ın ölümünden bu sürtük sorumluysa cezasını keseceğiz." dedi Orlok. Luke ise kaşlarını havaya kaldırdı ve Orlok'a doğru adım atarak yakasına yapıştı.

"Kimin cezasını kesiyorsun sen lan? " dedi Luke, hiçbirimiz onu durduracak hamle yapmadık ancak Grey ve yanındaki adam Orlok'u Luke'un ellerinden almak için girişimde bulundular.

Luke kendi isteğiyle Orlok'u biraz daha hırpaladıktan sonra bıraktı. Diğer adam ise Grey ve Orlok'tan daha öfkeli görünüyordu. Bana baktığında gözlerinden alev fışkıracak gibi görünüyordu.

"Seni geberteceğim, duydun mu beni? Sevgilimi ellerimden almanın hesabını senden soracağım!" diye bağırdı adam. Grey ise tetikte bizi izliyordu.

"Tamam, Piyer. Sakinleş." dedi Orlok sanki az önce beni tehdit eden kendisi değilmiş gibi. Adının Piyer olduğunu ve Angel'ın sevgilisi olduğunu öğrendiğim adamsa geri adım atmadan kapkara gözlerini bana dikmişti. İstesem hepsini benzetebilirdim ancak kendimi onların yerine koyduğumda haklı olduklarını düşünmeden edemiyordum.

"Şimdi siktirip gidin buradan. Cezanızın ellerimden olmasını istemezsiniz. " dedi Alexander ve öfkeli gözlerini bana çevirdi. Grey ve ekibi tehditkar bakışlarla bizden uzaklaşırlarken Alexander kolumu tuttu ve beni peşinden sürüklemeye başladı. Bense tepki veremeden Jason elini Alexander'ın kolunun üstüne koyup bizi durdurmuştu.

İkisi de birbirine kısa bir bakış attığında kolumu Alexander'ın hakimiyetinden kurtardım. Gözleri bir anlığına bana çevrilse de tekrar Jason'a döndü.

"Bize birkaç saniye izin ver." dedi Alexander görünüşünün aksine sakin bir sesle. "Üstelik onun senden izin aldığını bile sanmıyorum." diye ekledi beni kastederek.

Jason ise gözlerini bana çevirdi, gözlerimle onu onaylayınca Alexander'ın kolunu bıraktı ve Luke'u dürterek arkasını dönüp ilerlemeye başladı. Alexander ise son kez ona sert bakışlar fırlattıktan sonra daha sertleriyle bana döndü.

"Ne halt ediyorsun sen?" dedi öfkeyle. Şaşırmıştım, ne yapmıştım ki?

"Güzel bir azar yiyecekmiş gibi duruyorum, ondan önce ne yaptığımı sormalı mıyım?" Ciddiye almadan ona cevap verdiğimde biraz daha öfkelendi.

"Senin bu cesaretin bir tek bana mı?" dedi üzerime eğilerek.

"Teknik olarak cesurumdur ancak evet şu sıralar genelde sana."

"Az önce kendini gayet güzel savunabilecekken neden yapmadın? Birilerinin gelip seni kurtarmasını mı bekliyorsun. O iki arkadaşının hep yanında olacağını mı zannediyorsun?" dedi neredeyse bağırarak. Etrafımızdaki kalabalık ise meraklı gözlerle bizi dinlemeye çalışıyordu. Ancak yine de olayın bitmesiyle çoğu ortadan kaybolmuştu.

"İsteseydim kendimi savunurdum Drake. Bu seni ilgilendirmez." dedim aynı sertlikle gözlerinin içine bakarak. Hızla alıp verdiği nefesler yüzünden göğsü inip kalkıyordu.

"Sorun da bu lider. Eğer bu kadar duygusal davranacaksan baştan söyle de sen kendini başkalarına öldürtmeden ben seni öldüreyim."

"Duygusal falan davranmadım. Onları haklı buldum ve karşılık vermek istemedim." dedim.

"Aynı şey olduğunun farkındasındır umarım. Kim olduğunun farkına var lider. İnsanların seni küçümsemesine izin verme, bu zamana kadar nasıl hayatta kaldığına öyle şaşırıyorum ki." Bıkkınlıkla nefes verdim.

"Demek ki istediğimde kendimi savunabilirim. Bu gerçekten seni hiç ilgilendirmez Drake ve bir daha sakın beni kurtarmaya çalışma." dedim biraz yaklaşarak, artık nefeslerini yüzümde hissediyordum.

Gözleri dudaklarıma kaydı ve kendi dudaklarını yaladı. Gözleri tekrar öfkeyle parıldadı ancak hızla umursamaz ifade takınarak bunu örttü.

"Eğer ben izin vermeden kendini öldürtürsen, seni buna pişman ederim lider." Alayla gülümsedim.

"Peki, eğer ölecek olursam sana haber veririm." Sözlerime neredeyse gülecek gibi oldu.

"İşte böyle." dedi. Sanırım alayla söylediğim şeyi ciddiye almıştı.

"Yine de teşekkür ederim." dedim Grey'e attığı yumruğu kastederek.

"Senin için yapmadım, ve bunun gerçek bir teşekkür olmadığını anlayabiliyorum." Sahtelikten sıyrılarak somurttum ve son kez gözlerinin içine bakıp ayrılmak için hamlede bulundum.

"Müsabakanda iyi şanslar, Drake."

"Hayatta kalma konusunda iyi şanslar, lider."

Gülümsedim.

 

 

__________

 

Merhabaaaaa, umarım okuyanlarınız sevmişsinizdir, lütfen yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayınn, görüşürüzzzz🎀2

 

Bölüm : 06.03.2025 19:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...