3. Bölüm

3. Bölüm

Luffy
luffyninsapkasi

ılmış eski bir yazı vardı: "Her şey bir kıvılcımla başlar."

 

Özge, yazıyı dikkatle inceledi. "Bu köy terk edilmiş olabilir, ama burada bir yaşam vardı. Bu insanlar nereye gitti? Ve neden bu kadar sessiz kaldı her şey?"

 

Özgür, etrafa bakarak düşündü. "Belki de bu köy, yeniden bir hikaye yazılmayı bekliyor. Terk edilmiş bir yer, umutla dolu bir başlangıca dönüşebilir."

 

Köyü keşfetmeye başladılar. Yıkılmış duvarlar arasında, eski bir kilisenin kalıntılarını gördüler. İçeride, duvarlara çizilmiş soluk resimler hâlâ seçilebiliyordu: İnsanlar bir arada, ellerinde ışık taşıyor gibi görünüyordu. Özge, resimlere dokunarak, "Bu bir birliktelik mesajı gibi," dedi. "Sanki insanlar burada bir araya gelip bir şeyleri kutluyordu."

 

Özgür, hafifçe gülümseyerek ekledi: "Belki de bu köyün yeniden canlanması için aynı şeyi yapabiliriz. İnsanları bir araya getirip, buraya yeni bir hayat getirebiliriz."

 

O gece, eski kilisenin kalıntıları arasında bir ateş yaktılar. Ateşin ışığı, köyün karanlık sokaklarını aydınlatırken, Özge ve Özgür ateşin başında oturup plan yaptılar. "Buraya döneceğiz," dedi Özge. "Yanımızda insanlar getireceğiz. Hikayelerini, umutlarını paylaşmak isteyen herkesle bu köyü yeniden canlandıracağız."

 

Günler sonra, köye geri döndüklerinde yalnız değildiler. Yolda tanıştıkları, hikayelerini paylaştıkları insanlar onlarla birlikteydi. Herkes bir işin ucundan tuttu: Terk edilmiş evler onarıldı, kilisenin duvarlarına yeni resimler çizildi, meydandaki kuyu yeniden işler hale getirildi. Köy, bir umut ve dayanışma sembolüne dönüşüyordu.

 

Bir gün, bir çocuk kuyudan su çekerken, Özge'ye dönüp "Burası artık bizim evimiz," dedi. Özge, gözlerinde bir mutluluk parıltısıyla, "Evet," diye yanıtladı. "Burası artık bir iz bıraktığımız yer. Birlikte yeniden inşa ettiğimiz bir hikaye."

 

Yıllar sonra, bu köy, yalnızca bir yerleşim yeri değil, insanların hikayelerini paylaştığı, birbirine umut verdiği bir buluşma noktası oldu. Kilisenin duvarına büyük harflerle bir mesaj yazıldı: "Hikayenizi buraya bırakın, çünkü her iz, yeni bir başlangıçtır."

 

Özge ve Özgür, köyden ayrılırken, yıldızlarla dolu gökyüzüne baktılar. "Her adımımızda dünyaya bir iz bıraktık," dedi Özge. "Ve her iz, başkalarının yolculuklarına rehber oldu."

 

Özgür, elini kalbine koyarak, "Ama en büyük iz, bizim içimizde kaldı," diye ekledi. "Yolculuklarımız, öğrendiklerimiz ve paylaştıklarımız... Bunlar bizim hikayemiz."

 

Ay ışığı altında yollarına devam ederken, ikisi de biliyordu ki bu yolculuk hiç bitmeyecekti. Çünkü dünyada daha anlatılacak çok hikaye, dokunulacak çok kalp ve yeşertilecek çok umut vardı. Ve her yeni gün, yeni bir iz bırakmanın başlangıcıydı.

...yazılmış kelimeler vardı: “Umudu unutma.” Bu kelimeler, terk edilmiş köyün sessizliğinde yankılandı sanki. Özge ve Özgür, birbirlerine baktılar. Bu köyün bir zamanlar neşe dolu olduğunu, ama bir şeylerin burada yaşayan insanların umudunu tükettiğini hissediyorlardı.

 

Meydanın köşesinde, yarı yıkılmış bir evin duvarında bir tablo dikkatlerini çekti. Tablo, bir zamanlar canlı renklerle boyanmış gibi görünüyordu, ama artık solmuştu. Üzerinde, çocukların el izleriyle yapılmış bir güneş vardı. Altında ise şu yazıyordu: “Birlikte, her şey mümkün.”

 

Özgür, sessizliği bozarak, “Bu köyde bir şey olmuş. İnsanlar burayı terk etmiş, ama bir zamanlar burada umut vardı,” dedi.

 

Özge, tablonun altındaki toprakları kazıyarak bir şey buldu. Küçük, yuvarlak bir taş... Üzerine bir kuş resmi kazınmıştı. Altında ise şu yazıyordu: “Uçmayı hatırla.”

 

Bu köy, geçmişte umutla yaşayan, ama belki de zorluklar karşısında pes eden insanların hikayesini anlatıyordu. Özge, ellerinde taşı tutarak, “Burası yeniden canlanabilir,” dedi kararlılıkla. “Bu taş bir sembol. Uçmayı hatırlamak demek, yeniden ayağa kalkmak demek.”

 

Özgür başını salladı. “Öyleyse buradan başlayalım. İnsanların yeniden buraya dönmesini, umudu hatırlamalarını sağlayabiliriz.”

 

İkisi, köyün meydanında çalışmaya başladılar. Terk edilmiş evlerin girişlerini temizlediler, yıkık duvarlara resimler çizmeye koyuldular. Meydandaki kuyu etrafını çiçeklerle süslediler ve duvarlara büyük harflerle şu mesajı yazdılar: “Umudu unutma, uçmayı hatırla.”

 

Bir süre sonra, köyün eski sakinlerinden birkaç kişi, merakla geri döndü. Özge ve Özgür, onlara yaptıklarını anlattılar. İnsanlar, köylerini yeniden inşa etmek için kolları sıvadılar. Herkes, ellerinden geleni yaparak evlerini, sokaklarını ve kalplerindeki umudu onardı.

 

Aylar geçti. Köy, yeniden hayat buldu. Her gelen, köyün ortasındaki “Umudu Unutma” kuyusuna bir taş bırakıyordu. Bu taşlar, birbirine bağlı hikayelerin ve yeniden doğuşun sembolü oldu. Kuyunun etrafı artık rengarenk çiçeklerle ve insanların neşe dolu kahkahalarıyla çevriliydi.

 

Bir gün, köy meydanında toplanan insanlar, Özge ve Özgür’e teşekkür ettiler. Köyün en yaşlısı, elinde küçük bir taçla yanlarına geldi. “Siz bu köyü yeniden hayata döndürdünüz. Bize umudu hatırlattınız. Artık bu köyün birer parçasısınız.”

 

Özge gülümsedi. “Biz sadece bir adım attık. Asıl hikayeyi siz yazıyorsunuz.”

 

Özgür ekledi: “Ve bu hikaye, başka hikayelere ilham olacak.”

 

Gün batarken, Özge ve Özgür, köyden ayrılmak üzere yola çıktılar. Ama bu kez, arkalarında yalnızca umut dolu bir köy değil, dokundukları her kalpte büyüyen bir sevgi tohumu bırakmışlardı.

 

Ufukta yeni bir yol onları bekliyordu. Yürürken, Özge fısıldadı: “Biliyor musun? Biz iz bırakırken, aslında kendi yolumuzu da buluyoruz.”

 

Özgür gülümsedi. “Her hikaye, bir diğerine köprü oluyor. Ve bu köprüler, dünyayı bir arada tutuyor.”

 

Ay ışığı eşliğinde yollarına devam ettiler. Çünkü biliyorlardı ki; bıraktıkları izler, bir gün dünyanın her köşesinde yankı bulacaktı. Ve her yeni adımla, daha güzel bir geleceğin tohumlarını ekiyorlardı.

Özge ve Özgür, köyden ayrıldıktan sonra uzun bir süre sessizce yürüdüler. Yolları, uçsuz bucaksız bir ormanın kıyısına çıktı. Gökyüzü, gece karanlığında yıldızlarla bezeli bir örtüye dönüşmüştü. Özge durup yıldızlara baktı ve derin bir nefes aldı.

 

“Biliyor musun?” dedi düşünceli bir sesle. “Her adımımızda bir hikaye yazıyoruz. Belki de insanlar, kendi hikayelerini unuttuklarında umutlarını kaybediyorlar.”

 

Özgür, elindeki küçük kuş taşına baktı ve başını salladı. “O zaman unutmamalıyız. Kendimizi, birbirimizi ve bu dünyayı hatırlamalıyız.”

 

Ertesi sabah, ormanın içinde bir açıklığa vardılar. Açıklıkta, yıkılmış gibi görünen eski bir şapel vardı. Ancak içeriden hafif bir ışık huzmesi sızıyordu. Birbirlerine baktılar ve içeri girmeye karar verdiler. Kapılarını araladıklarında, içeride bir ateşin yandığını ve etrafında yaşlı bir kadının oturduğunu gördüler. Kadın, onlara dönüp gülümseyerek el salladı.

 

“Hoş geldiniz, yolcular,” dedi yumuşak bir sesle. “Uzun bir yolculuktan geliyorsunuz, değil mi?”

 

Özge ve Özgür, şaşkınlıkla kadına yaklaştılar. “Siz kimsiniz?” diye sordu Özge.

 

Kadın, ateşin üzerine eğilip içine birkaç kuru ot attı. Alevler bir anda yükseldi ve odanın duvarlarında gölgeler dans etmeye başladı. “Ben bir hikaye anlatıcısıyım,” dedi. “Ama benim hikayelerim, yalnızca başkalarının yolculuklarıyla anlam kazanır. Siz de bir hikaye taşıyorsunuz, öyle değil mi?”

 

Özgür, cebindeki kuş taşını çıkarıp kadına gösterdi. “Bu taşı bulduk,” dedi. “Ve bu, bize uçmayı hatırlattı.”

 

Kadın taşı aldı, ellerinde çevirdi ve yüzünde bir gülümsemeyle geri verdi. “Bu sadece bir başlangıç,” dedi. “Her taşı, her sembolü bir başka yolculuk tamamlar. Şimdi size bir sır vereceğim. Bu dünyada, unutulmuş hikayelerle dolu başka köyler, başka insanlar var. Onları bulup hikayelerini yeniden hatırlamalarına yardım etmelisiniz.”

 

Özge merakla eğildi. “Nasıl yapacağız bunu?”

 

Kadın, ateşin içine bakarak, “Dinleyerek,” dedi. “Ve gördüğünüz her şeyi anlamaya çalışarak. Çünkü bazen en derin hikayeler, sessizlikte saklanır.”

 

O gece, şapel onların hem sığınağı hem de yeni bir yolculuğun başlangıcı oldu. Sabah olduğunda, kadın gitmişti, ama geride bir harita bırakmıştı. Haritada, dünyanın farklı köşelerine işaretlenmiş noktalar vardı. Her biri, onların keşfetmesini bekleyen başka hikayelere işaret ediyordu.

 

Özge, haritayı eline aldı ve Özgür’e döndü. “Ne dersin? Bu bizim görevimiz olabilir mi?”

 

Özgür gülümsedi. “Görevimiz değil, kaderimiz olabilir.”

 

Böylece, Özge ve Özgür, hayatlarını dünyanın unutulmuş köylerine, unutulan hikayelere, ve yeniden umudu hatırlatmaya adadılar. Yolları, onları bir gün en beklenmedik yerlere götürecekti. Ancak her adımda, dünya biraz daha aydınlanıyordu.

 

Çünkü her hikaye, bir başka umudun kıvılcımıydı. Ve onlar, her kıvılcımı ateşe dönüştürmeye kararlıydılar.

Özge ve Özgür, haritayı takip ederek ilk duraklarına, derin bir vadinin ortasında saklı bir köye ulaştılar. Köy, dışarıdan bakıldığında terk edilmiş gibi görünüyordu. Evlerin çoğu yıkılmış, bahçeler yabani otlarla kaplanmıştı. Ancak köyün ortasında, eski bir kuyunun çevresinde bir grup insan sessizce oturuyordu. Hepsinin gözleri, boş bir şekilde ileriye bakıyordu.

 

Özge, Özgür’e dönüp, “Sence ne oldu burada?” diye fısıldadı.

 

Özgür omuz silkti. “Bunu öğrenmenin tek yolu var.”

 

Kuyunun yanına yaklaştılar. İnsanlar onları fark ettiğinde, sessizlikleri bir anda yerini şaşkın bakışlara bıraktı. İçlerinden biri, yaşlı bir adam, ağır ağır ayağa kalktı ve çatlak bir sesle konuştu.

 

“Yabancılar,” dedi. “Neden buraya geldiniz? Bu köyde hiçbir şey kalmadı.”

 

Özge nazik bir şekilde cevap verdi. “Hikayenizi duymak istiyoruz. Size yardım edebilirsek, bunu yapmak isteriz.”

 

Yaşlı adam acı bir gülümsemeyle başını iki yana salladı. “Hikayeler mi? Bu köyde hikayeler çoktan öldü. Herkes geçmişi unuttu ve umutla birlikte kayboldu.”

 

Özgür bir adım öne çıktı. Cebindeki kuş taşını çıkarıp yaşlı adama uzattı. “Belki de unuttuğunuz hikayeleri hatırlamanın zamanı gelmiştir,” dedi. “Bu taş bize bir şey hatırlattı: Her şeyin uçup gitmediğini.”

 

Yaşlı adam taşın üzerine uzun uzun baktı. Gözleri bir anda derin bir hüzünle doldu. Titreyen elleriyle taşı tuttu ve genç bir çocuk gibi gülümsedi. “Bu taş... bu bizim eski efsanemizi hatırlatıyor,” dedi. “Bir zamanlar burada, vadinin üstünde kuşlar uçardı. Onlar bizim koruyucularımızdı. Ama insanlar onları unuttuğunda, köyümüz de yok olmaya başladı.”

 

Yaşlı adamın sesi titrerken, diğer köy sakinleri de dikkatle onları dinliyordu. Özge’nin kalbine bir şey dokundu; bu insanlar yalnızca hatırlamak için bir kıvılcıma ihtiyaç duyuyordu.

 

“Peki,” dedi Özge, kararlı bir sesle. “Eğer geçmişi hatırlamak istiyorsanız, bize bildiklerinizi anlatın. Bu köyün efsanesini birlikte yeniden inşa edelim.”

 

Yaşlı adam başını salladı ve köyün diğer sakinlerine döndü. “Toplanın,” dedi. “Bu gençler bize bir umut getirmiş olabilir.”

 

O gece, köy halkı ilk kez birlikte bir ateşin etrafında toplandı. Özge ve Özgür, yaşlı adamın anlattığı hikayeleri dinlediler. Hikayelerdeki kuşlar, özgürlüğün ve birlikteliğin sembolüydü. Ancak insanlar arasında anlaşmazlıklar başladığında, kuşlar bir daha geri dönmemişti.

 

Sabaha kadar süren bu paylaşım, köyde bir değişimin başlangıcı oldu. İnsanlar, eskiden birbirlerine nasıl yardım ettiklerini, birlikte nasıl çalıştıklarını hatırlamaya başladı. Özge ve Özgür’ün yardımıyla, köyün meydanında bir kuş heykeli yapmaya karar verdiler. Heykelin kanatları, her bir köy sakininin katkısıyla şekillendi.

 

Heykel tamamlandığında, vadinin üzerinde bir şey değişti. Uzaktan, gökyüzünde birkaç kuş belirip köye doğru süzülmeye başladı. Köy halkı, gözlerinde yaşlarla kuşları selamladı. Kuşların gelişi, köyün unutulmuş hikayesinin yeniden canlandığını müjdeliyordu.

 

Özge ve Özgür, vadiden ayrılmadan önce yaşlı adam onlara teşekkür etti. “Hikayemizi bize geri getirdiniz,” dedi. “Artık yeniden başlayabiliriz.”

 

Özgür, haritayı açtı ve bir sonraki duraklarına baktı. “Hazır mısın?” diye sordu Özge’ye.

 

Özge gülümseyerek başını salladı. “Hadi yeni hikayelere doğru uçalım.”

 

Ve böylece, yolları onları başka köylere, başka unutulmuş hikayelere doğru götürmeye devam etti. Her durakta, dünyayı biraz daha parlak bir yer haline getirdiler.

Özge ve Özgür, vadiden ayrılırken köyün artık eski yalnızlığında kaybolmadığını bilmenin rahatlığıyla ilerlediler. Haritada bir sonraki hedef, kalın bir ormanın derinliklerinde gizlenmiş, etrafı sisle çevrili bir gölü işaret ediyordu. Gölün adını ilk kez duyuyorlardı: “Unutuluş Gölü.”

 

Yolculuk boyunca, yaşadıkları önceki deneyim hakkında konuşup gülümsediler. Özge, yaşlı adamın taşla ilgili sözlerini hatırladıkça, kendi içinde bir umut taşıyordu. Bu yolculuk, sadece diğer insanlara yardım etmek değil, onların da kendilerini bulmaları içindi.

 

“Peki bu gölde neyle karşılaşacağız?” diye sordu Özge.

 

Özgür omuzlarını silkti. “Belki bir efsane, belki de başka bir unutulmuş hikaye. Ama haritada burası çok önemli görünüyor. Sanki her şey buraya bağlanacakmış gibi.”

 

Saatler süren yolculuğun ardından, ormanın içine girdiler. Ağaçlar o kadar sık ve yüksekti ki, gün ışığı zar zor yere ulaşıyordu. Kuş sesleri, rüzgarın yaprakları hışırdatışı ve uzaklardan gelen suyun şırıltısı, ormanın canlı bir varlık gibi hissettirmesine neden oluyordu. Fakat orman derinleştikçe, sis yoğunlaşmaya başladı.

 

Bir süre sonra gölün kenarına ulaştılar. Sis, gölün üzerinde ağır bir battaniye gibi duruyordu. Su, sabit bir ayna gibi hareketsizdi. Ancak bu sakinlik, Özge ve Özgür’ü huzursuz etti. Gölün yanında eski taş bir tabela vardı. Üzerindeki yazılar, zamanla silinmiş ve zor okunur hale gelmişti. Ancak bir cümle net bir şekilde seçilebiliyordu:

 

"Burada yüzleşmeyen, unutmaya mahkum olur."

 

Özge tabelayı işaret etti. “Ne demek bu? Yüzleşmek derken neyi kastediyorlar?”

 

Özgür cevap veremedi. Gölün kenarına yaklaşıp suya baktı. Yansımasını görmeyi beklerken, suyun derinliklerinde başka bir şey fark etti: Kendi yüzünün yerine, tanımadığı bir çocuğun yüzü ona bakıyordu. Geri çekilip şaşkınlıkla Özge’ye döndü.

 

“Bir şey gördüm,” dedi. “Ama benim yansımam değildi.”

 

Özge de aynı şekilde suya baktı. Bu kez, suyun derinliklerinde kendi geçmişinden bir anı gördü. Henüz küçük bir kızken kaybettiği bir arkadaşını… Bu görüntü, içinde bastırdığı bir üzüntüyü tekrar su yüzüne çıkardı.

 

“Sanırım bu göl… geçmişimizi yüzeye çıkarıyor,” dedi Özge, gözleri dolarak. “Yüzleşmek zorundayız.”

 

O sırada suyun üzerinde bir hareketlenme oldu ve sis daha da yoğunlaştı. Gölün tam ortasında bir ışık belirdi. Işıktan bir figür yavaşça ortaya çıktı. Eski zamanlara ait bir kıyafet giymiş gibi görünen, elinde uzun bir asa tutan yaşlı bir kadın onlara doğru baktı.

 

“Hoş geldiniz,” dedi sakin ama derin bir sesle. “Burası sadece cesaret edenlerin geçebileceği bir yer. Herkes unutmayı seçer, ama siz unutmayı reddettiniz. Şimdi kendinizi bulmak istiyorsanız, gölün size sunduklarını kabul edin.”

 

Özgür ve Özge birbirlerine baktılar. Bu yüzleşme, yalnızca geçmişleriyle değil, aynı zamanda kendileriyle ilgili en derin korkularıyla da yüzleşmek anlamına geliyordu. Ama gölün sırrını çözmeden yola devam edemezlerdi. Birbirlerine cesaret veren bir bakış attılar ve gölün içine doğru adım attılar.

 

Su, onları içine çekerken her şey bir anda değişti. Kendilerini farklı zamanlarda, kendi hayatlarının en derin anılarında buldular. Özgür, bir zamanlar yaptığı bir hata nedeniyle duyduğu suçlulukla; Özge ise geçmişte hissettiği bir kayıpla yüzleşti. Her biri, gölün onlara sunduğu anılarda kaybolmadan, içlerindeki çözülmemiş duygularla barışmak zorundaydı.

 

Ancak bu yüzleşme bir son değil, yeni bir başlangıçtı. Çünkü göl, geçmişi serbest bırakmalarını, böylece yolculuklarında daha güçlü ve özgür bireyler olmalarını sağlıyordu. Anılarıyla barıştıklarında, göl onları tekrar kıyıya çıkardı.

 

Yaşlı kadın hala oradaydı ve bu kez yüzünde nazik bir gülümsemeyle onlara baktı. “Geçmişinizden kaçmadığınız için, artık geleceği şekillendirme gücüne sahipsiniz,” dedi. “Haritanızın son sırrı, artık sizin elinizde.”

 

Kadın, Özge’ye eski bir pusula uzattı. “Bu pusula, sadece kalbinizi takip ettiğinizde doğru yönü gösterecek. Ama unutmayın, her zaman doğru sorular sormak zorundasınız.”

 

Özge ve Özgür, pusulayı alıp teşekkür ettiler. Yeni bir görevleri vardı, ama bu görev sadece onların değil, tüm dünyanın hikayesini değiştirebilirdi. Artık haritanın ve yolculuğun gerçek amacını çözmeye bir adım daha yakındılar.

Özge ve Özgür, yaşlı kadından aldıkları pusulayı incelerken, onun sıradan bir pusula olmadığını fark ettiler. Pusulanın ibresi sürekli hareket ediyor, ama belirli bir yön göstermiyordu. Özgür dikkatlice baktığında, pusulanın merkezine kazınmış eski bir sembol fark etti: bir daire içinde bir üçgen ve üçgenin tam ortasında parlayan küçük bir nokta.

 

“Bu sembolü daha önce görmüştüm,” dedi Özgür, düşünceli bir ifadeyle. “Ama nerede olduğunu hatırlayamıyorum.”

 

Özge, haritayı tekrar açarak pusulayı onun üzerine yerleştirdi. Beklenmedik bir şekilde, pusula bir noktada sabitlendi ve ibresi haritanın üzerinde işaretlediği bir yere doğru yöneldi. Haritanın o bölgesi gri tonlarla çizilmişti ve adı net bir şekilde okunuyordu: “Zamanın Kapısı.”

 

“Bu da ne anlama geliyor?” diye sordu Özge, heyecanla. “Zamanın Kapısı mı? Bu nasıl bir yer olabilir ki?”

 

“Bunu öğrenmenin tek yolu var,” dedi Özgür, pusulayı dikkatlice cebine koyarken. “Oraya gitmek.”

 

Zamanın Kapısına Yolculuk

 

Vadiden ve Unutuluş Gölü’nden ayrıldıktan sonra, pusulanın gösterdiği yöne doğru ilerlemeye başladılar. Yolculuk, diğerlerine kıyasla daha uzun ve daha zorluydu. Ormanların, tepelerin ve taşlı yolların içinden geçtiler. Ancak her adımda, sanki pusula onları bir tür büyüyle yönlendiriyordu; yanlış yola sapmalarına izin vermiyordu.

 

Bir süre sonra, karşılarına yükselen devasa, taş bir yapı çıktı. Bu, haritanın üzerinde işaretlenmiş “Zamanın Kapısı”ydı. Kapı, antik görünümlü sütunlarla çevriliydi ve üzerindeki yazılar, bilmedikleri bir dilde kazınmıştı. Ancak Özge ve Özgür yazılara baktıkça, anlamlarını hissedebildiklerini fark ettiler. Sanki yazılar, düşüncelerine doğrudan konuşuyordu.

 

"Buradan geçenler, zamanın akışını değiştirme cesaretine sahip olmalı. Ama unutmayın, her değişim bir bedel gerektirir."

 

Özgür, düşünceli bir şekilde kapının üzerinde oyulmuş sembollere baktı. “Sence bu kapı bizi nereye götürecek? Geçmişe mi, geleceğe mi?”

 

“Belki ikisine birden,” dedi Özge. “Ama burası sadece bir geçit değil. Bence burası, yaptığımız seçimlerin sonuçlarını test ettiğimiz bir yer.”

 

Kapının önünde, eski bir taş levha üzerinde parlayan yuvarlak bir girinti vardı. Özge, yaşlı kadının verdiği pusulayı hatırladı. Pusulanın tam merkezindeki üçgen sembol, bu girintiye mükemmel bir şekilde uyuyordu. Yavaşça pusulayı çıkarıp girintiye yerleştirdi. Anında, kapıdan gelen bir titreşim tüm çevreyi sardı. Taş kapı, yavaşça açılmaya başladı.

 

Kapının Ötesinde

 

Kapının arkasında, bambaşka bir dünya belirdi. Gökyüzü, altın ve mor renklerle parlıyor, yer ise yıldız tozlarıyla kaplıydı. Zaman burada gerçek anlamda durmuş gibiydi; ne bir rüzgar esiyor ne de bir ses duyuluyordu. Ancak atmosfer, yoğun bir enerjiyle doluydu. Bu yerin, evrenin tüm anılarını barındırdığını hissettiler.

 

Kapının içinden geçtiklerinde, aniden kendilerini iki ayrı yolda buldular. Bir yol geçmişlerine açılıyor gibi görünüyordu; çocukluk anıları, eski dostluklar ve unutulmuş hayallerle doluydu. Diğer yol ise geleceğe uzanıyordu; belirsiz ama büyüleyici bir ışıkla kaplıydı.

 

“Ne yapacağız?” diye sordu Özge, hem heyecanlı hem de tedirgin bir şekilde. “Geçmişe mi gideceğiz, geleceğe mi?”

 

Özgür derin bir nefes aldı. “Belki de doğru olan ikisini de seçmemek. Belki bu yolculuk, geçmiş ve geleceği bir kenara bırakıp, şu anın gücünü anlamamız için tasarlanmıştır.”

 

O sırada, gökyüzünden bir ses yankılandı. Sanki evrenin kendisi konuşuyordu:

 

"Seçim sizin. Geçmişinizi değiştirmek mi istiyorsunuz, yoksa geleceğinizi şekillendirmek mi? Ama unutmayın, her seçim, diğeri

nden vazgeçmek anlamına gelir."

 

Özge ve Özgür, bu kararı birlikte vermek zorundaydı. Ama neyi seçerlerse seçsinler, bu yolculuğun sonunda hayatları bir daha asla eskisi gibi olmayacaktı…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 07.12.2024 19:33 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Luffy / Beyaz Sayfaların gölgesinde / 3. Bölüm
Luffy
Beyaz Sayfaların gölgesinde

16 Okunma

4 Oy

0 Takip
4
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...