
Sabahın ilk ışıkları ile Yavuz ve İdil, Atilla’nın salonda rahat uyuduğunda emin şekilde hafifçe kapıyı açıp içeri girdiklerinde koltuğun üstü düzeltilmiş yorgan ve yastık katlanıp köşeye bir yere bırakılmıştı. Yavuz şaşkın şekilde İdil’e bakıyordu.
“Bu adam şimdi nereye gitti?” İdil tebessüm etti, koltuğa doğru yaklaştı, oturdu derin bir nefes aldı.
“Sen halen Atilla’yı tanımıyor musun? o bir yerde durmaz bir yere uğrar sadece. Bak bakalım yorganın altında bir şey var mı?” Yavuz şaşkın şekilde İdil’e baktı. İnanmıyordu yorganın altında bir şey çıkacağına ama yine de merak duygusu ile yorganın yanına gitti yorganı kaldırıp yere doğru silkeledi. Yere düşen para dolu zarf ve 3 kurşunu gördükleri gibi her ikisi de korku içerisinde birbirlerine baktılar.
“İdil o yerdeki kurşun değil mi?”
“Evet, evet, Atilla neden kurşun koysun ki eski zamanda yaptığı gibi sadece para koyar zannettim.” Her ikisi de şaşkın ve korku içerisinde birbirlerine bakıyorlardı. Yavuz bu durumun bir şaka olduğunu düşünüyordu.
“Bu sefer şaka mı yaptı giderken?”
“Kim Atilla mı? Bu kadar zaman beraberiz ne zaman şaka yaptığını gördün. Adam gülmüyor bile sadece tebessüm ediyor. Gerçekten gitti mi yine, bir veda bile etmeden.”
“Şu an ki konumuz vedamı İdil. Adam giderken bize 3 kurşun bırakmış. Neden 3 kurşun, biz iki kişiyiz.” Her ikisi de birbirlerine baktıklarında anlamışlardı ne olduğunu.
“İdil Atilla nereden biliyor, sen mi söyledin?”
“Yok ben neden söyleyeyim sen mi söyledin?”
“Yok o zaman bu adam nereden ve nasıl anladı senin hamile olduğunu. Gerçekten eskisinden bile daha fazla korkuyorum şu an. Sana bir şey yapmayacağını biliyorum ama karnındaki çocuğumuza acımaz, acımayacak da tek bir hata…”
İdil hemen Yavuz’u susturdu.
“Sen beni ölümsüz mü zannediyorsun. Atilla için kimsenin bir değeri olmadığını ikimizde biliyoruz. Sen ben karnımdaki bebeğimiz, sadece dakikalar içerisinde ölmüş oluruz. O yüzden beni ölümsüz zannedip daha fazla kafamı bozma Yavuz.”
Her ikisi de bu düşüncenin altında eziliyorlardı. İkisi de sadece Atilla’dan korkuyorlardı. Yapacağı şeyler ve yapma biçimi sonsuz bir döngünün başlangıcı gibi sayısız ve neticesi belirsiz olduğunu biliyorlardı. Evden gittiğinden memnunlardı her ne kadar eski arkadaşlarını özleseler de artık yanlarında olmamasından mutlulardı.
“Şükür ki gitti, dün gece bir ara eski Atilla olmuştu sanki.”
“Yeni Atilla çok iyi miydi ki Eski Atilla’yı söylüyorsun. Tabii ki eskisi bize değer veren bir Atilla’ydı her zaman daha güzeldi ama şimdi yeni yapılmış yolda asfaltı eskite, eskite gidiyor.”
“Artık dursak mı dün gece güzel zamandı ama bu Atilla, ölümün içerisinden bile geri geldi. Her yerde olabilir artık konuşmasak mı?” diye hem kendisini hem de İdil’i susturmaya çalışıyordu. Korku her daim kanlarına ve DNA’larına kadar işlemişti.
Atilla, Kör Ahmet’e uğrayıp eski düşmanlığı sormak istiyordu ama Piramit misali her katta kelle almak istemiyordu aslında. Arabasının önüne geldiğinde daha kimse sokakta yoktu olanlarda dışarıda içip uyuya kalmışlardı. Arabaya bindi, hızlıca ilerledi u dönüşü alıp kapıya doğru yöneldi. Adamlar fazla beklemeden hemen kapıyı açıp arkasından seslendiler.
“Komiserim ayağınıza sağlık tekrar bekleriz.” Dedikten sonra Atilla, Sason İlçesinden ayrıldı. Doğru yer gibi hissediyordu, her arabanın devrini yükselttiğinde gideceği yer kafasında şimdilik tam net değildi.
Sürmeli’ye doğru direksiyonu çevirince kendisi de bir şaşkınlık içerisindeydi. Onu öldürmeye çalışanlar sadece orayı mı biliyordu. Yol boyunca bir taraftan ayağı gaz ve frende, elleri direksiyon da ama gözleri etrafta onu öldürmeye çalışan kişileri bulmaya çalışıyordu. Yol ilerledikçe uzuyor uzadıkça Atilla’nın kafasını net olarak bir yerde belirleyemiyordu. Arkası biranda uzun bir arabalar konvoyu haline gelmişti, arabaların durmadan selektör ve kornaya basmasıyla Atilla “bunlar kim?” diye kendi kendine sormaya başladı. Kendisini öldürecek olan adamların bu kadar hızlı şekilde bulmalarını beklemiyordu. Peşindeki adamların, durmadan direksiyonu kırar gibi çevirmeleri Atilla’nın arabasına vurmaya çalıştıklarını fark etti.
“Demek beni öldürmeye tekrar geldiniz hodri meydan.” Diye arabanın içerisinde adamlara doğru bağırıyordu. Arabalar her defasın da Atilla’ya çarpmaya kalkışsalar da Atilla her defasında kendini kurtarmayı başarıyordu. İleriye doğru ilerlemeye devam etti, bir kuytu yer bulup silahıyla hepsini öldürmeye düşünüyordu ilerledikçe yolun kalabalıklaşması herkesi öldürme düşüncesinden vazgeçmesine neden oluyordu. Bir gözüyle dikiz aynasıyla arasından gelen arabalar konvoyuna bir tarafta da karşı tarafta kendisine doğru gelmekte olan arabalara doğru bakıyordu.
“Hay şansıma sıçayım…” ilerlemeye ve bir ara yol bulmak için hamle yapacak kadar hızlansa da bir yol bulamıyordu hemen yanındaki koltuğa koyduğu silahına baktı. İçinde 14 mermiden başka bir şey yoktu. “Düşün Atilla Düşün.” Diye kendisine durmadan teskinler vermeye çalışıyordu. Arabanın yan aynasından zor dahi olsa Sürmeli kara yolunun sol karşı şeritteki tabelasında 200 metre sonra sağ tarafta Zahter köyü yazısını görmesiyle hemen direksiyonu o tarafa doğru çevirdi. Araba havalanmasıyla karşı şeritte doğru ilerledi. Arabanın ön tampon, farlar ve birçok parça tamamen parçalanmış haldeydi. Karşı şeride geçtiğinde hemen U dönüşü yapıp geldiği yöne doğru arabayı hızla sürüyordu. Arabaların ve adamların çoğu karşı şeritte kalmıştı.
Atilla kaçmış olmaktan hiç memnun değildi ama yapacağı en doğru kararı vermesi gerekiyordu. Yaralı olması, silahında mermilerin kalmaması ve en önemlisi bu savaşın içerisinde doğru adımlarla savaşması. Kendisini öldürmeye çalışan kişi ve kişilerin kim olduğunu daha fazla düşünüyordu. Araba ile ileride ki kavşaktan sağa doğru döndü. Araba artık çok hız yapamıyor ve manevra alanı daralmaya başlamıştı. Arabayı Zahter köyün girişinde sol tarafta bir ağacın altına çekti. Etrafın yeşillik içerisinde olması ve etrafta kimsenin olmaması hoşuna gitmişti.
“Zaman, zaman…” diye kendi kendine söyleniyordu. Arabadan indiğinde bedeninde bir ağrı olduğunu gördü yine dikişleri patlamıştı. Kanın akmasına öyle alışmıştı ki bedeni artık Atilla durdurmak için bile dikişlerine bakmıyordu. Gömleğinde beyaz olan hiçbir yer kalmamıştı. Birkaç adım attı, kendisini öldürmek için gelen adamların adresini bilmelerinin sebebini arıyordu.
“Yavuz mi beni sattı, yoksa İdil mı? Sason İlçesine gittiğimi kimse bilmiyordu. Beni öldürmeye çalışan kişiler beni tanıyor ya da nereye gideceğimi, nerede olduğumu haber verenler var. Ama kim…” düşünce kafasını yiyecek kadar kendisini düşündürüyordu.
“Buralarda yaşadığımı bilen kimse yok. O zaman nasıl beni buldular ve peşime düştüler.” Aynı sorular ve başka bakış açılarını düşünüyordu.” Tekrardan kaybolmam lazım. Buralarda dolaşarak bulabileceğim tek şey ölüm ya da öldürebileceğim insanlar.” Birkaç adım attı, ilerleyerek bir yer bulmaya çalışıyordu. Hayatında hiç denk gelmediği köyde kimsenin kendisini tanımadığını umuyordu. Yalnızlık içerisinde tamamen yalnız olmak istiyordu. İlerlemeye devam etti.
Boş bir ahır benzeri eski yıkılmış bir haraba kulübeye gözü çarptı etrafta kimsenin olmaması ve köyün dışına doğru yapılmış ve terk edilmiş o kulübeye doğru ilerlemeye başladı. Kapıyı açarken bile birisi içeride olmasından tedirgindi. Bedeni daha fazla kan akmasına ve ağrı sızıya dayanamayacak hale geliyordu. Gözleri kararmaya başladı adım attı kulübeye içeri girdi arkasından kapıyı kapattığı gibi yere yıldı. Gözleri kapalı ama zihni yarı uyanık halde, yerde uzanıyordu. Aklının içerisinden ne geçtiğini oda anlamayacak kadar kısık sesle sesleniyordu. “Asral, Asral, Asral…” diye.
BÖLÜMLER OKUMANIZI VE YORUM YAPMANIZI RİCA EDİYORUM.
KELİMLERDE HATA BULURSANIZ LÜTFEN SÖYLEYİN BAZEN YÜKLERKEN BAZI KELİMELERDE KAYMA VE HARF SİLMELER OLABİLİR.
İYİ OKUMALAR DİLERİM.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |