20. Bölüm

~20.Bölüm~

M. Yaprak Epli
m.yaprak_epli

Mukaddes ağlıyordu...

Ela "Ben biliyordum, tahmin etmiştim. Size demiştim." bakışlarındayken ben şaşkındım. Hümeyra tarafından kanıtlanmıştı her şey. Ahmet'in bir numaralı yakınlarından biriydi sonuçta ve fotoğraftaki oğlan çocuğunun Ahmet olduğu artık kesin olarak kanıtlanmıştı. Mukaddes'i neyle teselli ederim, bilmem.

Asıl soru bundan sonra kendimi nasıl teselli ederim, bilmem...

Gerçek olmaması için o kadar dua etmiştim ki ama nasipten öte yoktu. İstemedim. O çocuğun Ahmet olmasını istemedim. Ahmet bir uçurumdu. Ben ve Mukaddes arasında derin ve tehlikeli bir uçurumdu. Şimdi o uçurum kimi yutacak bilmiyordum fakat Mukaddes'in üzülmesine dayanamıyordum. O yüzden arkadaşım için elimden ne geliyorsa yapacaktım. Mukaddes benim için değerliydi. Değerlimi, değerlisi ile üzemezdim. Ahmet, Mukaddes için çok önemli anlamlar taşıyordu.

"Asıl soru ne biliyor musunuz kızlar?"diye sessizliği bozan Ela ile ona döndük. Mukaddes artık ağlamıyordu. Çökmüş ve düşünceliydi. Bu içimi burkmuştu.

"Ahmet seni çocukluk aşkı zannettiği için mi seviyor yoksa çocukluk aşkını unutmuş da seni sen olduğun için mi seviyor? Bence önce bunu bir anlamalıyız."diye Mukaddes'e konuşan Ela'ya inanamadım. Kız burada ne hallerde, onun merak ettiği şeye bak!

"Ela!"diye ters ters ona baktım ama beni takmayıp konuşmaya devam etti.

"İkinci soru! Eğer seni çocukluk aşkı zannettiği için seviyorsa nereden ve nasıl anladı senin onun çocukluk aşkı olduğunu? Bence bu da önemli."

"Ela yeter artık!"

"Ela haklı Ceylan. Bu olayın üstünü öylece kapatamayız. Bunları öğrenmemiz gerekiyor. Hepimizin gelecek hayatı için..."

"Mukaddes ne önemi var Allah aşkına? Ben Ahmet'in seni sevdiğine eminim. Sana bakarken gözlerinin içi gülüyor onun. Sana sevgisi bambaşka. Bu olanların hiçbir önemi yok. Her şeyi unutalım ve hayatımıza kaldığımız yerden devam edelim lütfen..."

Mukaddes dediklerimden biraz etkilense de itiraz etti.

"Hayır Ceylan. Bilmek istiyorum. Ahmet beni hangi nedenle seviyor, bilmek istiyorum. Eğer gerçekten beni ben olduğum için seviyorsa dediğin gibi bunların bir önemi yok ama çocukluk aşkı zannettiği için seviyorsa..."

"O zaman ne olur? Ondan bırakır mısın Muko?"dedi Ela.

"Hayır Muko'can. Lütfen Ahmet'i bırakma. O sensiz çok üzülür. İnan bana. Lütfen bunu yapma."

"Bilmiyorum kızlar. Ne yaparım bilmiyorum ama onu çok sevdiğimi biliyorum. Bu yüzden canım çok yanıyor ya."dedi ve başını omuzuma koyup ağlamaya başladı. Ah canım Muko'm!

"Ceylan lütfen beni yanlış anlama. Seni de çok seviyorum ve bütün bu olanların senin elinde olmadığını da biliyorum ama canım yanıyor işte. Engelleyemiyorum. Özür dilerim..."

Başını okşayıp "Hayır. Lütfen özür dileme. Bu olanlar kimsenin elinde değildi. Bir imtihandan geçiyoruz. İmanımızla bu imtihanı atlatacağız inşaAllah. Üzülme ahiretliğim üzülme."dedim sanki asıl kendimi teselli etmeye çalışır gibi.

"Ama ya Ahmet gerçekte seni seviyorsa?"dedi ağlaması hıçkırığa dönüşürken.

"Yalvarırım böyle söyleme. Sen böyle dedikçe kendimden nefret edesim geliyor. O seni seviyor."

Başını kaldırıp gözlerini sildi.

"Kendinden asla nefret etme. Senin çok güzel bir insansın. Böyle yaparak kendine haksızlık edersin."

"Sen de öylesin."dedim gözlerini silmeye yardım ederek. "Canım Muko'm benim."

"Seni seviyorum Ceylan'ım."dedi bana sarılarak. Allah'ım şükür!

"Hey, ben de buradayım!"diye carladı huysuz Ela.

"Sana yok. Sana kızgınım."dedim gerçekten kaşlarımı çatarak.

"Ela dobra bir insan, biliyorsun Ceylan'ım. Bir yandan iyi yapıyor aslında. Gerçekleri konuşmak lazım."

Ela zafer bakışıyla Mukaddes'i göstererek "Gördün mü?"dercesine kaşlarını oynattı.

"Ama seni üzüyor!"

"Üzülmek veya sevinmek bir şeyin gerçek olduğunu değiştirmez. Ben ne kadar üzülürsem üzüleyim ya da sizler, lütfen her zaman gerçekleri konuşalım. Bir şeylerin saklı durması hoşuma gitmiyor."

Benim de!

"Peki şimdi ne yapacağız?"diye sordu Ela.

"Ahmet!"dedi Mukaddes. "Ahmet'i çözmemiz gerekiyor. Bütün soruların cevabı onda saklı."

"Ama nasıl çözeceğiz?"diye tekrar sordu Ela.

"Hamdolsun Hümeyra var. Hümeyra'yı aracı kılacağız."

"Mukaddes!"

"Hayır Ceylan'ım, korkma. Hiçbir şey olmayacak. Sadece Ahmet'i çözmeye çalışacağız, o kadar."

"Bu sana zarar verebilir ama. Lütfen bu işin peşini bırakalım. Kaldığımız yerden hayatımıza devam edelim böyle, lütfen."

"Ya Ceylan yeter ama kaçma artık!"diye birdenbire çıkışan Ela ile şaşırmadım değil doğrusu. "Bir kere de bir şeyden kaçma artık. Gözünü seveyim. Kaçma ve savaş. Kaçmak yerine arkasında dur o işin. Kaçarak neyi kazanacaksın Allah aşkına!"

"Ela ben neyden kaçmışım ya?"

"Yeni Zelanda'ya neden kaçtığını hepimiz iyi biliyoruz. İş sadece bir bahaneydi, araçtı. Sen buranın ve ailenin İslamiyet'e göre yaşamayışına dayanamadın. Annenden kaçtın en çok da! Seni çok iyi tanıyorum ben. Burada birbirimizi kandırmayalım. Annene, evdeki kavgalara, sülaledeki kavgalara dayanamadın. Sırf huzur bulmak için gittin. Oysa Mukaddes gibi burada kalıp savaşabilirdin. Burayı güzelleştirmeyi deneyebilirdin. Buraya İslamiyet'i geri getirmek için savaşabilirdin ama sen ne yaptın? Kaçmayı ve her şeyi ardında bırakmayı seçtin. Başka yerde aradın İslam'ı. Sen şuurlu bir müslümansın. Düzeltmek seninde elindeydi. Şimdi Mukaddes aşkı için savaşmak istiyorken sen engel oluyorsun. Korkularınla yüzleş artık. Bir şeylerden kaçarak, ardında bırakarak hiçbir şeyi çözemez ve huzur bulamazsın!"

"Ela tamam sakin ol. Kızın üzerine çok gitme."

"Ya bırak Muko ya! Yıllardır aşık olmaktan bile kaçtı, birine bağlanmaktan kaçtı. Neden kimse buna çıkma teklifi göndermedi biliyor musun? Çünkü önünde hep bir duvar var! Ceylan öyle bir duvar örmüş ki önüne, birisi ondan hoşlansa bile korktuğu için teklifte bulunamıyor. Kimseye yüz vermiyordu bunun için. Ben kendim bile şahit oldum buna."

Bu olanlara inanamıyordum! Ela'nın bunları yıllarca içinde taşımasına ve şimdi dile getirip benim bile farkında olmadığım gerçekleri yüzüme vurması bilmem kaçıncı derecede ciğerimi yakmıştı.

Hiçbir şey diyemedim ve çaresizce kalkıp direkt kapıya yöneldim.

"Ceylan dur, lütfen gitme."diye ardımdan gelip kolumu yakalayan Mukaddes'in elinden kurtulup hızla çıktım oradan. Gitmeseydim hüngür hüngür ağlamaya başlayacaktım, biliyorum. Zaten dışarı çıktığım gibi bir damla dökülmüştü yanağıma. Sadece Mukaddes ve kimse üzülmesin diyeydi bu tavırlarım ama Ela'nın sözlerini hatırlayınca içim acıyordu. Bana bunları nasıl söylerdi? Tamam, haklılık payı vardı sözlerinde ama kalbim çok kırılmıştı. Hem de çok...

Bahçe kapısını açıp dışarı çıktığımda camiden dönen Ahmet'i farkettim. Mukaddeslerin evi camiye çok yakındı ve camiye giden herkes evlerinin önünden geçiyordu ancak beni daha fark etmemiş olsa da şu an Ahmet ile karşılaşmış olmam hiç iyi olmamıştı. Hiç iyi sonuçlar da doğurmayacaktı. Bunu bildiğim için az önce yaşadıklarımı unutmaya çalışarak başımı önüme eğdim ve yürümeye devam ettim.

Yola çıktığımda aniden önümü bir çift ayak kesti. Ne ara yanıma kadar gelmişti, bilmiyorum. Şaşkınlıktan eğdiğim başımı daha da eğdim.

"Bir sorun mu var?"diye sordu. Bakışları omuzumdaydı. Aramıza belirli ve uygun bir mesafe koymuştu.

"Yok. Yok bir sorun..."dedim ve yanından geçmeye çalıştım ama yine önüme geçti. Ahmet lütfen bırak gideyim. Üstelik şeytan bana tüm bu olanlar senin yüzündenmiş gibi, sanki sen sebep olmuşsun gibi sana sinirlenmem, kin duymam için vesvese veriyor. Lütfen bırak gideyim...

"Ağlamışsınız..." Sesi o kadar şefkatli ve yumuşak çıkıyordu ki niye benim için üzülüyordu, bilmiyorum. Bakışları bir yüzümü buluyor, bir omzumu.

"Ağlamam sizi neden bu kadar ilgilendiriyor ki! Size ne benden!"diye en sonunda şeytanın vesvesesine gelip çıkıştım çocuğa ama hemen pişman oldum. Çünkü bu sözlerim anında yüz ifadesini değiştirmişti. Üzmüştüm onu. Ah Ceylan!

Benim aksime o çok sakindi.

"Şeytanın oyununa bu kadar kolay gelmeyin. Sizi kontrol etmesine izin vermeyin. Size öfke gibi bir illet hiç yakışmıyor. Siz bu değilsiniz..."dedi ve beni hem şaşkınlık içerisinde hem de düşünceler içerisinde bırakıp gitti.

Bu çocuğun nasıl bir düşünce yapısı vardı da dünyaya İslami açıdan bu kadar iyi bakabiliyordu? Ben de hep böyle olmak istemişimdir. Allah'ım Sen böyle olmayı tüm müslümanlara nasip eyle. Amin.

Ve Ahmet... Özür dilerim senden. Rabb'im bu özrümü kalbine ulaştırsın inşaAllah.

***

Yarın ağabeyimin kına gecesi vardı. Evet, bu gelenek yalnız gelin için değil, damat adayı için de yapılırdı. Bizim geleneklerimiz geçmişten yana hep böyleydi. Yarın erkenden herkes kuaförlere gidip hazırlanacak, her yer hazırlanmış olacak, akşam da kına gecesi olacaktı. Benim endişem bu hayırlı işi haram adı altında yapmalarıydı.

Memlekete geldiğimden beri annemlerle bu konuyu konuşup duruyor ve onları sade, İslam'a göre bir düğün yapmaya ikna etmeye çalışıyordum. Hatta düğüne gelmemekle bile tehdit etmiştim onları ama tek dillendirdikleri şey "Kızım el alem ne der sonra?" idi!

Kabire yalnız girecek olan bizdik ama el alem ne der'in sorgusunu yapıyorduk hâlâ. Kimse Allah ne der demiyordu hiç? Yazık gerçekten yazık...

Mukaddes'in evinden döndükten sonra bir de bu konu için ailemle tartışmıştım ve herkes nedense benim haksız olduğumu ve abarttığımı düşünüyordu. Bırak da biraz da düğünde eğlenelim diyorlardı. Ben eğlenmeyin demiyordum ki. Helaliyle eğlenelim eğleneceksek. Harama girmeye ne lüzum vardı?

Allah'a şükür ki Ahmet'in annesi içimi okumuş gibi annemi aramış, babası da babamı aramış ve bu konu hakkında biraz olsun ebeveynlerimi ikna etmişlerdi. Belki ki onlar da bu konudan muzdaripti benim gibi. Şimdiki büyükler kendisinden küçük olanlardan veya evlatlarından nasihat dinlemek istemiyordu. Kendi yaşıtları ve samimi insanları daha kaale alıyorlardı. Benim anne ve babam da bu insanlardan biriydi maalesef.

Akşam olunca düğün akşamı niyetine bir sürü misafir gelmişti yine. Ela ve ailesi de gelmişti. Ela geldiği gibi peşimden ayrılmamış ve sürekli özürler dileyip durmuştu.

"Ceylan beni o an çok sinirlendirdin, ne yapayım? Baktım aklını başına aldığın yok, ben de sana çıkışmak zorunda kaldım ama iyiliğini düşündüğümden öyle kızdım sana. Özür dilerim sana bağırdığım için. Hakkını helal et lütfen ve beni affet. Senin bana küs kalmana küçüklüğümden beri dayanamıyorum biliyorsun."diye çokça dil dökmüş ama kalbimi çok fena kırdığı için onu affetmem biraz uzun sürmüştü. Affettiğimde ise hemen Mukaddes'i arayıp müjde vermişti deli kız. Affetsem de trip atmaya devam ediyordum hâlâ.

Akşamın ilerleyen saatlerinde misafirler çayları ve sohbetleri koyulaştırırken annem misafirlere hizmeti diğer hanımlara emanet edip kolumdan tuttuğu gibi odaya sokmuştu beni. Önce beni yatağa oturtmuş, sonra da kendisi oturmuştu. Bu telaşına dayanamayıp sordum.

"Ne oluyor anne ya?"

"Ay kaç gündür konuşacağım konuşacağım diyorum, düğün telaşından, misafirlerden fırsat kalmıyor bir türlü. Ben de bugün konuşalım dedim de bu iş daha fazla aksamasın."

"Hangi işi anne?"

"Hani geçen gün seninle konuşmam gereken önemli bir konu var demiştim ya?"

"Aa evet, doğru. Vallahi unutmuşum."

"Senin unutmadığın bir şey var mı sanki kızım!"diye iğneleyen annem devam etti. "Bak kızım, sana önemli bir şey soracağım ama hemen itiraz etme. İyice bir düşün ve öyle karar ver olur mu?"

"Ne oldu anne? Neymiş bu önemli konu?"

Annem bir süre sessiz kalıp gözlerime baktıktan sonra derin bir nefes aldı ve açtı ağzını.

"Sana görücü var..."

-Bölüm sonu-

Bölüm : 26.09.2024 20:39 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...