1. Bölüm

Başlangıç

Mertcan yıldız
m1rtc1n

 

 

Gerçeklik,görmek istediğimiz bir illüzyon değil,yüzleşmemiz gereken bir aynadır..

Odam'dan içeri sızan ışık ile gözlerimi yeni bir gün ve haftaya açtım her ne kadar uyanmış olsamda yataktan kalkmak istemiyordum çünkü hafta başı ve okul vardı kendim ile verdiğim savaştan sonra yataktan kalkmayı başardım ağır adımlar ile banyoya doğru ilerledim kişisel bakımlarından sonra alev kırmızısı saçlarımı taradım kendim ile barışık biri değildim kendimde sevdiğim iki şey vardı alev kırmızısı saçlarım ve gök mavisi gözlerim geriye kalan herşeyim sanki eksikti düşüncelerimden kurtulup tekrar odama geldim dağınık bıraktığım yatağımı toparladım ve üzerime şık mavi bir bluz ve onunla uyumlu mavi bir kumaş pantolonu üzerime geçirip alt kata indim ailenin geri kalanı çoktan masaya oturmuş kahvaltı yapıyordu babam gazetesini almış okuyor annem çayları bardaklara dolduruyor kardeşim telefona gömülmüş bir şekilde duruyordu herkese günaydın diyip annemin yanağını öptükten sonra masadaki yerimi aldım bugün okulda benim sunumun vardı ve geç kalmak istemiyordum üniversitenin bitmesine son iki yılım vardı ve ben daha fazla uzamasını istemiyordum kahvaltımı yaptıktan sonra babama beni okula bırakması için rica ettim yaklaşık yirmi dakikalık yolculuğun ardından okuluma varmıştım yol boyu babamın geleceğim için yaptığı planları dinlemiştim sanki hayat bana değil ona ait gibi konuşuyordu her ne kadar bu beni sinir etsede onu üzmek istemediğim için dediği bir çok şeyi yapıyordum okulun bahçesinde girmem ile eski sevgilim Alex'inyanıma gelmesi bir oldu

- günaydın güzelim

+ ne istiyorsun Alex

- günaydın yokmu Lina

+ Alex ne istiyorsun yetişmem gereken bir sunum var

- konuşmak istiyorum Lina tekrar birlikte olmak istiyorum

+ Bu saçmalıklara ayıracak vaktim yok Alex

Dedikten sonra adımlarımı hızlandırıp astroloji bölümünü doğru ilerledim bugün boyutlar ile ilgili çok önemli bir sunumum vardı küçüklüğümden beğri uzaya aşık bir kızdım en büyük tutkum uzay ve kitaplardı yaklaşık beş dakika sonra ders zili çaldı ve ders öğretmenimiz bay Smith geldi ve herkes yerlerini aldıktan sonra derse başladık bir kaç dakikanın ardından bay Smith sunumum için beni çağırdı gerekli görseller ve belgeler ile tahtaya çıktım kırkbeş dakikalık boyutlar ve paralel evrenler hakkında ki sunumum bitti sunumum ile dersimizde bitmişti ve sınıftan ayrılıp Bahçeye çıkıp derin bir nefes aldım. Hava biraz serindi ama bu, zihnimi toparlamam için iyi olabilirdi. Sunumumun iyi geçtiğini biliyordum, ancak Alex’in sabahki tavrı keyfimi kaçırmıştı. Eski sevgilim olmasına rağmen hâlâ üzerimde bir hakimiyet kurmaya çalışması canımı sıkıyordu.

 

Tam kendimi toparlamaya çalışırken, arkamdan gelen adım seslerini duydum. İçimi bir huzursuzluk kapladı. Döndüğümde Alex’in bana doğru sert adımlarla yaklaştığını gördüm.

 

"Lina, hâlâ benimle konuşmayı reddediyor musun?" diye sordu, sesi gergindi.

 

Gözlerimi devirdim. "Alex, yeter artık. Konuşmak istemiyorum. Beni rahat bırak."

 

Alex kaşlarını çattı ve kolumu yakaladı. Aniden gelen bu hareketle irkildim. "Beni böyle kolayca silip atamazsın, Lina. Biz birbirimize aidiz!"

 

Kolumu kurtarmaya çalışırken ona sertçe baktım. "Biz bitti, Alex. Bunu kabul etmek zorundasın."

 

Ama o bunu kabullenmeye hiç niyetli değildi. "Sana iyi davrandım, Lina. Seni sevdim. Ama sen ne yaptın? Beni hiçe saydın, beni bıraktın!"

 

Sinirlenmeye başlamıştım. "Beni sevdiysen, bana zarar vermemen gerekirdi. Sevgi bu değil, Alex!"

 

Alex bir an duraksadı ama sonra yüzü iyice sertleşti. Gözleri kararmış gibiydi. "Başkasına gitmene izin vermeyeceğim."

 

Ve o an, hiç beklemediğim bir şey oldu.

 

Elini kaldırıp yüzüme sert bir tokat attı.

 

Başım yana savruldu, yanaklarım yanmaya başladı. Şok içinde birkaç saniye hareketsiz kaldım. Çevremizdeki insanlar şaşkınlıkla bize bakıyordu ama kimse bir şey yapmıyordu.

 

Gözlerim dolmaya başladı ama burada, onun karşısında ağlamak istemiyordum. Zor da olsa kendimi toparlayıp ona keskin bir bakış attım. "Sen gerçekten hastasın, Alex!" diye bağırarak geri adım attım.

 

Daha fazla burada kalamazdım. Hızla arkamı dönüp kampüs kapısına doğru koştum. Kalbim çılgınlar gibi atıyordu. Gözyaşlarım artık durdurulamaz bir hâl almıştı.

 

Eve gidip kimseyle konuşmadan sadece ya

tağıma kapanmak istiyordum…

Eve vardığımda kapıyı sertçe kapatıp odama yöneldim. İçeri girdiğimde, gözlerim hâlâ doluydu. Derin bir nefes alarak kendimi yatak odamın köşesine attım. Dün geceki gibi zihnimde dağınık düşünceler vardı ve her şey birbirine karışıyordu. Alex’in bana yaptığı her şey hâlâ taze bir yara gibi içimdeydim. Ama bir şekilde, bu duyguyu kontrol altına almalıydım.

 

Biraz zaman geçtikten sonra, aklıma o eski alışkanlığım geldi: Kitapçı. Son zamanlarda biraz gönüllü çalışma yapmaya başlamıştım. Kitapçıda geçirdiğim zaman, kafamı toparlamama yardımcı oluyordu. Aynı zamanda, kitapları ve onların büyülü dünyalarını sevdiğim için de orada olmak beni rahatlattı.

 

Saat 4’e geliyordu. Her zaman gittiğim saat, çünkü kitapçının en sakin zamanlarıydı. Kapıdan çıkmadan önce bir kez daha derin bir nefes aldım. Bugün biraz yalnız kalmalıydım, kalabalıktan uzaklaşmalıydım.

 

Çantasını alıp, evden hızlı adımlarla çıktım. Havanın hafif soğuk olduğunu hissedebiliyordum ama bu, beni durduracak bir şey değildi. Kitapçı, okulumdan birkaç sokak ötede küçük ama oldukça samimi bir yerdi. İçeri girdiğimde, o tanıdık kitap kokusu beni karşıladı. Her zaman olduğu gibi, şeffaf kapaklı eski kitapların raflarındaki yerleri düzenlemeye başlamıştım.

 

Yavaşça, rafları kontrol ederken içimi bir huzur kapladı. Kitapların sayfalarına dokunmak, onların içinde kaybolmak bana her zaman bir tür güven hissi verirdi. İşte bu yüzden kitapçıda gönüllü çalışmak, ne zaman ruh halim bozulsa bana iyi geliyordu.

 

Bir süre sonra, dükkanın sahibi olan Yağmur Hanım yanıma geldi. Uzun, dalgalı kahverengi saçları ve sakin tavırlarıyla hep bir huzur verirdi.

 

"Bugün biraz daha farklı görünüyorsun, Lina. Her şey yolunda mı?" diye sordu, gülümseyerek.

 

Gülümsemeye çalıştım ama bu, kesinlikle içten değildi. "Evet, sadece biraz yoruldum. Ama kitaplar hep iyi gelir."

 

Yağmur Hanım başını salladı. "Kitaplar her zaman sığınabileceğimiz bir yer, değil mi?" dedi. "Eğer istersen, biraz dışarıda oturup bir çay içebiliriz. Belki kafanı dağıtmak istersin."

 

Düşünmeden kabul ettim. Gözlerimden biraz daha yaş süzüldü ama artık daha az ağlıyordum. Yağmur Hanım’a karşı hissettiğim o güven, bana bir nebze olsun rahatlık veriyordu. Bir süre sonra dışarıda küçük bir masada oturduk, çaylarımızı içmeye başladık. Burası, evden uzaklaşabileceğim ve yalnız kalabileceğim bir yerdi. Ve belki de en önemlisi, burada kimse beni sorgulamıyordu.Yağmur Hanım ile sohbet ederken zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Kitapçıda geçirilen saatler, içimdeki karışıklığı bir nebze olsun hafifletmişti. Raflarda gezmek, kitapları düzenlemek, her köşeye yerleştirilmiş eski kitapların kokusunu içine çekmek bana huzur veriyordu. İçimde bir şeyler yavaşça yatışırken, gözüm birden yere düşen bir kitaba takıldı.

 

Kitap, oldukça sıradandı. Cildi solmuş, köşeleri hafifçe yıpranmıştı. Ama garip olan bir şey vardı: Üzerinde hiçbir yazı yoktu. Hiçbir başlık, isim ya da herhangi bir işaret… Sadece düz, eski bir kapak. Merakla kitabı yerden aldım ve sayfalarını çevirmeye çalıştım. Ama kitap açılmıyordu. Sayfalar neredeyse tamamen sıkışmış gibiydi, sanki içeriye ulaşmak imkansız gibiydi. Ne yazık ki, içinde hiçbir şey yoktu, boş bir kitap gibiydi.

 

Bu tuhaf kitabı, neler olup bittiğini anlamaya çalışarak yanımda taşıdım. Kitabın içi boştu ama bir şekilde bana çekici geliyordu. Hızla çantama koyarak, Yağmur Hanım’a veda edip dükkanın kapısını kapadım. Kitapla ilgili düşüncelerim kafamı kurcalıyordu ama akşam olmak üzereydi ve evdeki işler beni bekliyordu.

 

Sokakta yürürken, kitabı çantamda hissedebiliyordum. Onunla ilgili bir şeyler vardı, ama neydi? Bu sorunun cevabı beni rahatsız ediyordu. Eve vardığımda, içeriden yüksek sesle bir kavga sesi duyduğumda, zihnimdeki o sorular bir anda kayboldu. Kapıyı açtım ve annemle kardeşim arasında yükselen sesler, içeriye girmeme engel olmuştu.

 

"Emily! Bunu tekrar tekrar anlatmama gerek yok! Ne zaman yapacaksın?"

 

Annemin sesi keskin bir şekilde yankılanıyordu. Kardeşim Emily, sinirli bir şekilde ona karşılık verdi. "Senin neyi doğru yaptığını da anlamıyorum! Sürekli her şeyi eleştiriyorsun, ama kendi hatalarını görmüyorsun!"

 

İçerideki gerilim arttıkça, gözlerim büyüdü. Annem ve Emily'nin arasında böyle bir kavga duymak, her zaman alışık olduğum bir şey değildi. Seslerinin yükselmesi beni oldukça rahatsız etmişti.

 

"Yeter!" diye bağırdım, birden. Hem kendimi hem de onları sakinleştirmek istiyordum. Adımlarımı hızlandırıp odama yöneldim.

 

Odamın kapısını kapatıp, çantamı masa üstüne koyarken, gözlerim yine o eski kitaba kaydı. Kitap hala çantamdaydı, ama açılmıyordu. İçimi garip bir huzursuzluk kapladı. Bu tuhaf kitabın neden açılmadığı, içinde ne olduğuna dair sorular kafamı kurcalıyordu. Fakat bu sefer, içeriğini merak etmekten çok, ona bir çözüm bulma düşüncesi beni sarmıştı.

 

Annem ve Emily arasındaki tartışma da bir süre sonra yankılarını kaybetti, ama kitabın gizemi hala aklımdan çıkmıyordu.

Ne vardı içinde?Akşamın yaklaşmasıyla birlikte evin içi biraz daha sakinleşmişti. Annem, kardeşim ve ben akşam yemeği için masaya oturduk. Tüm günün karmaşasından sonra, akşam yemeği ailemle birlikte olmak, biraz olsun rahatlamamı sağlıyordu. Yemek sırasında annem, sofradaki sessizliği bozan ilk kişiydi.

 

"Emily, bugün okul nasıl geçti?" diye sordu, gülümsedi.

 

Kardeşim Emily, cevap vermek için başını kaldırdı ama gözleri hâlâ bir miktar sinirliydi. "Buna zamanım yok, annem! Yine seninle tartışmak zorunda kaldım!"

 

Annemin gözleri bir an için kısıldı ama sonra sakin bir şekilde, "Hayat bazen zor, ama birbirimize destek olmalıyız," dedi ve sofradaki havası biraz daha yumuşadı.

 

Yemek boyunca, annem ve Emily'nin arasındaki gerilim devam etse de, ben yalnızca kendi düşüncelerime daldım. İçimdeki huzursuzluk ve merakla çantamda taşıdığım o gizemli kitap bir türlü aklımdan çıkmıyordu. Yemek bitince, annem ve Emily mutfağa yönelirken, ben masadan kalkıp odamın yolunu tuttum.

 

Odamın kapısını kapattım ve masama oturdum. Ödevlerim vardı ama bir türlü odaklanamıyordum. Kitap hala çantamdaydı ve gözlerim her an ona kayıyordu. Yavaşça çantayı açıp kitabı masanın üzerine koydum. Kitap hâlâ aynıydı, içi boştu, ama her baktığımda daha da gizemli geliyordu.

 

Bir süre kitabı inceledikten sonra, birden parmağımın ucunda ince bir kesik hissettim. Farkına varmadan parmağım kitabın üzerine kaymıştı ve kesik oraya damlayan birkaç damla kanı gördüm. Derin bir nefes aldım, ama o anda kitapta bir şeyler değişmeye başladı.

 

Bir anda, masanın üstündeki kitap bir ışıltıyla parlamaya başladı. Kitabın sayfaları hızla hareket etmeye başladı ve bir ışık patlamasıyla odada her şey sarsıldı. Gözlerimi korumaya çalıştım, ama ışıklar çok parlaktı ve bir anda gözlerimi kapatmak zorunda kaldım.

 

Bir anda odadaki hava değişti. Işıklardan sonra her şey sessizliğe büründü ve gözlerimi açtım. Burası… burası başka bir yerdi. Odam yoktu, evim yoktu, her şey değişmişti. Kendimi devasa bir ormanın tam ortasında buldum. Üzerimdeki giysiler bile farklıydı.

 

Etrafımda hiçbir şey tanıdık değildi. Havanın kokusu bile değişmişti. Ağaçlar devasa ve karanlık, gökyüzü ise garip bir mavi tonuna bürünmüştü. Çevremde herhangi bir canlı yoktu, ama bir şey hissediyordum. Sanki birinin gözleri üzerimdeydi, ama kimseyi göremiyordum.

 

Sadece o kitabın içindeki kan damlası, her şeyin değişmesine neden olmuştu. Sanki bu kitap bana ait değilmiş gibi, beni bir başka boyuta çekmişti. Bu, düşündüğüm kadar basit bir şey değildi. Hızla arkamı döndüm ve ormanın derinliklerine doğru adımlarımı atmaya başladım. Hangi dünyaya düştüğümü anlamaya çalışıyordum

Gözlerimi araladım ve etrafımdaki her şeyin nasıl değiştiğine bir kez daha şahit oldum. Ormanın derinliklerine doğru yürüdükçe, ışıklar yavaşça söndü ve karanlık yerine gri bir sabahın havası yayıldı. Ama şu an, o derin sessizlik yerine, bir hareketlilik vardı. Bir adam, ellerinde alevlerle büyü yapıyordu. Hızla bir adım attım ve daha yakından görmek için daha dikkatli bakmaya başladım.

 

Adamın kumral saçları, rüzgarla savruldukça, gözleri kehribar ve ela arasında bir karışım gibi parlıyordu. Ne kadar basit giyindiği söylenemezdi, ama etrafındaki hava o kadar güçlüydü ki, bende bir tür çekicilik yaratıyordu. Birkaç saniye duraksadıktan sonra, büyüsünü bitirip etrafındaki havayı bir an için dağıttı. O an, kendimi nehir kenarına oturmuş, dalgalara bakan bir kız gibi hissettim, bir şekilde ona çekiliyordum.

 

Hızla yanına gitmeye karar verdim, ama bir yandan da kendimi çok garip hissediyordum. "Merhaba," dedim, sesimin titrediğini fark ederek.

 

Adam döndü, gülümsedi Hoş geldin. Adım Cyrus.

 

"Ben… ben Lina," diye cevap verdim. Fakat hala aklımda tek bir soru vardı: "Burası neresi? Bu… boyut nedir?"

 

Cyrus gözlerini biraz kısarak bana doğru bir adım attı. "Burası Evolador" dedi, sesinde bir anlam derinliği vardı. "Cennet ile Cehennem arasındaki bir yer."

 

Evolador? Bu kelimeyi daha önce hiç duymamıştım. Şaşkınlıkla derin bir nefes aldım. "Evolador mu? Yani başka bir dünya mı?"

 

Cyrus başını salladı. "Evet. Burası, bizlerin, yani şeytan ve melek ruhlarının yaşadığı bir yer. Herkes ya bir melek ruhlu ya da bir şeytan ruhlu burada."

 

Her şey birden kafamda karışmaya başladı. "Peki ya ben? Burada ne işim var?"

 

Cyrus gülümsedi, biraz da gizemli bir şekilde. "Henüz bilemiyorum, ama belki de buraya gelmen bir anlam taşır."

 

Söylediklerine tamamen anlam verememiştim, ama bir şekilde ona güvenmeye başladım. Daha fazla soru sormak istedim, ama o anlarda, sadece bir şekilde sohbet etmeye karar verdim. Bir süre daha konuşup vakit geçirdikten sonra, Cyrus beni evine götürmeye karar verdi.

 

Ev, oldukça büyük ve karmaşık bir yapıya sahipti. Evin içine adım attığımda, ilk karşılaştığım kişi o adamı gördüm O an, sanki tüm dünya durdu. Gözlerim ona takıldığında, ne kadar karizmatik olduğunu fark ettim. Siyah dalgalı saçları ve derin, gece gibi siyah gözleriyle oldukça etkileyiciydi. Yapılı vücudu ve o gizemli havası, içimde bir şeyleri kıpırdattı. Kendimi bir anda, Cyrus’a olan ilgimin yerini o adama karşı duyduğum daha büyük bir çekimle buldum. O kadar hızlı olmuştu ki, başımı eğip bakmamaya çalıştım.

 

Cyrus beni o adama tanıttı. “Bu Lina,” dedi.

Ve bana dönerek buda abim Zayn dedi

 

Zayn’in bakışları, derin ve karizmatik, bir anda gözlerimi etkisi altına aldı. "Hoş geldin, Lina," dedi, sesindeki o derinlik beni sarmaladı. Kalbim hızla çarpmaya başlamıştı, ama bu his tam olarak tanıdık değildi. Zayn’in her hareketi, her bakışı, beni bir şekilde içine çekiyordu.

 

Ve sonra, sonra merdivenlerden aşağıya biri indi Onun fiziksel görüntüsü, Cyrus’a çok benziyordu. Kahverengi saçları ve gözleri vardı, fakat yüzü çok daha olgundu. Cyrus adama dönerek 'Baba Lina dedi" sonra tekrardan bana dönerek"bu babam Aleck dedi" Aleck sıcak ve yumuşak bir gülümseme ile "Hoşgeldin Lina dedi" sesi ve verdiği his kendimi sıcak ve güvende hissetmeme neden olmuştu Ama hala, Zayn’in etkisinden çıkamamıştım. Onun bakışları, karanlık, gizemli havası, beni daha fazla etkiliyordu. Cyrus’a karşı bir ilgi duymuştum, ama Zayn, her bakışıyla kalbimi biraz daha derinlere çekiyordu. Onunla ne yapacağımı bilmiyordum. Burası, evet, farklı bir yerdi ve bu yerin kuralları, beklediğimden çok daha karmaşıktı.

 

 

Bölüm : 25.01.2025 07:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...