

Sürpriizz 🎊💃
Gecikmeli bir bölüm ve pazar akşamından merhabalar efenim. Hoş geldiniz. Biz çok özledik umarım siz de özlemişsinizdir.
Yorum yapmayı ve yıldızımızı parlatmayı unutmayın olur mu?
HÜZÜN KOVAN KUŞU
O n u n c u B ö l ü m
“Virane II”
Boğulduğum denize zâfım bitmiyor.

Kaya’nın elleri kollarını iki yanından kısaca kavradığında başını ona doğru eğilen başa doğru kaldırıp aralarındaki tüm mesafeyi sıfırladı. Ciğerlerine dolan koku öylesine gerçekti ki özlemle sızladı her bir yanı. Sımsıkı kapattı gözlerini. Kaya’nın burnu yanağına sürtüp saç diplerine uzanırken parmaklarının tenine battığını hissedebiliyordu. Kendiyle savaşıyordu sanki sevdiği adam.
“Sevmek mi?” dedi sesi titrerken. Bunu öylesine kısık söylemişti ki bir an adamın kendi kendine konuştuğunu sandı Karaca. Ta ki Kaya konuşmaya devam edip onu alaşağı edene kadar... “Yapma Karaca.” dedi adam alayvari bir gülüşle. “Beni aynı çukurun içine bir kez daha atma. Kolumu kanadımı kır kalbimi göğsümün ortasından söküp al. Ama beni bir kez daha sana mahkum etme.”
Tek bir kelime çıkmadı ağzından, çıkamadı. Aldığı darbe göğsünü delip geçmiş, nefesini kesmişti sanki kadının. Duyduğu her bir söz, beklediği ama yine de canını yakan sert bir darbeydi sanki.
Boğazına oturan ciğerlerini yakan, dile getirmeye dahi gücünün yetmediği o sözleri avaz avaz bağırmıştı sevdiği adam yüzüne. Tıpkı yıllar önce Karaca’nın da ona yaptığı gibi...
Ona söylediği son sözleri hala dün gibi kulaklarındaydı. Nasıl unuturdu ki.
Sana, senin sevgine mahkum olduğum bir hayat istemiyorum ben, Kaya.
Nasıl bir rüyaya dalmıştı bilmiyordu lakin Kaya haklıydı. Onlar için bir gelecek yoktu. İlmek ilmek boğazına dolanan o düğümü görmezden gelip Kaya’yı bir yangının ortasına daha atmaya hakkı yoktu. Öyleyse bu pervasızlığı niyeydi?
O an yüzüne vuran gerçeklerle parmaklarının ne ara kavrağını bile fark etmediği gömleği, kolu kanadı kırılmışçasına bıraktı Karaca. Elleri ona ait değilmişçesine iki yanına düştüğünde yeni bir rüyadan uyanmış gibi araladı gözlerini ve Kaya’yı usulca kendisinden uzaklaştırdı. Bir süre öylece kaldı ne kadar süre ne kadar zaman geçti kavrayamadı.
“Hakkısın.” dedi gözleri adamın koyu kahve gözlerine bir saniye olsun uğramazken. Kurumuş dudaklarını ıslatıp yukarı aşağı salladı başını.
Zorlukla yuttu boğazındaki düğümü. “Bundan sonra ne sesimin izi sana ne adımın yankısı bana ulaşsın...Tanıdık bir yabancıdan ötesi değilsin artık benim için.” Dedi dolan gözlerine inat burnunu çekip başını dik tutmaya devam ederken. “Tıpkı senin bana yaptığın gibi...”
Adamın koyu kahvelerine uğrayan elaları gördükleri karşısında anında alaşağı olurken başını iki yana sallayarak reddetmeyi seçti gördüklerini Acının ya da pişmanlığın emareleri değildi o dipsiz kuyuda gördükleri. Bu saatten, kalbini bin parçaya ayıran o sözlerden sonra olmamalıydı.
Kolunu adamın parmaklarının arasından kurtarıp arkasını dönerken Kaya’nın kararsızlıkla ona uzanan elini görse de aldırış etmedi Karaca, adamı arkasında bırakıp sertçe kapattı açtığı kapıyı. Göğsünü yumruklayıp duran kalbine, ciğerlerine bir türlü dolmayan havaya isyan edercesine göğsünü ovuştururken emniyet kemerini bağlayıp bir santim olsun çevirmedi başını ona doğru. İçinde koca bir yangın vardı. Başını çevirse o gözlere bir kez daha baksa gardını düşürmesi saniyelerini bile almazdı biliyordu Karaca, bundandır ya motoru çalıştırıp yeniden yola girdikten sonra adamı öylece arkasında bırakarak tüm pişmanlıklarıyla birlikte arkasına bile bakmadan çekip gitti.
🪽
Gün aymaya, gece yerini gündüze bırakmaya hazırlanırken sokaklardaki sessizliğin aksine kafasının içinde koca bir gürültü vardı adamın. Lakin zihnindeki bu gürültünün arasında bile tek bir sesi seçebiliyordu. Zihninde durmadan zikreden, onu bir gün olsun yalnız bırakmayan ama her duyduğunda kolunu kanadını kırıp ona uçmayı unutturan bir ses, Karaca'nın sesi.
Sana, senin sevgine mahkum olduğum bir hayat istemiyorum ben, Kaya.
Derin bir girdabın içindeydi sanki. Yılların içindeki tek bir duyguyu dahi eksiltmesine izin vermeden sevmekten vazgeçemediği, bir türlü veda edemediği kadına beni kör bir kuyuya atma derken kendisinin onu uçsuz bucaksız bir uçurumdan itmiş olmanın lanet vicdanını yaşıyordu. Yaşıyordu çünkü Karaca’yı Ahu’m diye sevmesine sebep olan hüzün bulutlarıyla doldurduğu elalarında gördüğü acı bin yerinden bıçaklamış gibi hissettirmişti adama.
Lakin yine de içinde zapt edemediği kalbini pençelerinin arasına sıkıştırıp aklına hükmeden deli bir öfke vardı Kaya’nın.
Öfkesinin sahibinin Karaca olduğunu sanıyordu ama yanılıyordu. Zira kusmak istediği içindeki bu öfke Karaca’ya değil kendisineydi; uzak durmak istediği kadına her an daha fazla çekilmek isteyişine, yanıp tutuştuğu o kokuyu derince içine çekmek isteyişine kör olmayı seçtiği duyguları bağır çağır veryansın ederken onu susturamayışınaydı öfkesi.
O halde ne diye sadece Karaca’ya kusuyordu ki öfkesini?
Tanıyamıyordu artık kendini?
Öfkesine yenilip Karaca’yı her seferinde geçmişlerinden vuran da oydu onu her kırdığında bin parçaya ayrılan da. Aklıyla kalbi arasında bir cenderede sıkışıp kalmıştı...
Ne geri gidebiliyordu ne de ileri... Yıllardır sadece öylece yerinde sayıp duruyordu.
Hala nasıl yaşanır öğrenememişti Karacasız.
Onsuz bir dünya düşlememişti ki hiç.
Derin bir iç çekti Kaya, yaşamak mıydı bunun adı?
‘Koskoca üç sene.’ diye düşündü; tatsız tuzsuz zehir gibi geçmiş bir üç sene.
O kara gecenin ağrılı çağrısı düştüğünde ansızın zihninin orta yerine, yeni bir sigara çıkarıp yaktı. İlk kez omuzlarında taşıyamayacağı ağır bir yükle savaşırken sevdiği kadının omzunda utanmadan hıçkıra hıçkıra ağlamak isteyecek kadar çaresiz olduğu başka bir gece daha hatırlamıyordu hala. Ağlayamamıştı ama, aksine o lanet günün sabahı asıl darbeyi dizine yatıp merhamet beklediği eller tarafından terk edilerek yemişti.
Geçmişin yükü yine nefesini keser gibi sırtına bindiğinde zihnindeki tüm düşünceleri s**tir edip Sencer’in limanda yankılanan sesine aldırış etmeden biten sigarasının arkasına yeni bir sigara daha yaktı.
“Hiç mi usanmaz insan şu kıçı kırık banktan anasını satayım?”
Adamın ona doğru gelen adım seslerine aldırmadan elindeki bitmiş kutuyu ayağının dibindeki poşete gelişi güzel atarken rahatsız edici bir gürültü çıkarmıştı.
Kaya ses vermeyince “Karaca’yı gördüm mahalleden çıkarken.” dedi Sencer. Boşlukta gezinen bakışlarının ona dönmesi için tek bir ismi zikretmesinin yeteceğini bilecek kadar iyi tanıyordu Kaya’yı. “Gözlerini kan çanağına dönmüş. İki dakika aranızdaki buzları eritin diye bıraktım sıçıp sıvamışsınız yine.”
Koyu kahverengi gözleri usulca Sencer’in göğsünden kayıp yeniden denize döndü Kaya’nın. Söyleyecek sözü yoktu. Zira konuşacak gücü de. Karaca’yı o haliyle gördüğünden beri içinde bir yerler sessizce çürüyordu zaten.
Sencer elindeki yeni yaktığı sigarasını alıp yanına kurulurken eski bank gıcırdayarak sallansa da ikisi de yerinden kıpırdamadı.
“Aranızdaki mevzuya karışmak haddim değil.” dedi Sencer gecenin sessizliğini kesip atarken, boğazını tarazlandıran dumanın aksine sesi sert değil yumuşaktı. “Sanma ki taraf tutuyorum. Gözümün önünde günden güne eriyişini gördüm.” derken gözünün önünden geçti adamın birkaç yıl içindeki hali. Bu hale gelebilmesi için çok çabalamış Kaya izin verdiğince her an elini kardeşinin sırtına koymaktan çekinmemişti lakin bu haliyle bile yıkık bir binanın enkazından farkı yoktu adamın.
“Ama Karaca da eski Karaca değil be abi.” dedi dizlerine koyduğu dirseklerinin izin verdiğince Kaya’ya dönerek. “Gözünün ışığı sönmüş sanki kızın. Kolay değil. Babasının ölümü ağır gelmiş belli ki. Sanır mıydın ki Nihan’ın onca sözüne oturup ses etmeyecek? Benim tanıdığım Karaca Nihan’ın saçlarını eline vermeden bırakmazdı.”
Kaya’yı en çok yaralayan da buydu ya. O karşısında daha güçlü, hırslı bir kadın beklerken Karaca tüm pişmanlıklarıyla dönmüş gibiydi ona. Yüzü gülmüyor, gözleri eskisi gibi ışıl ışıl parlamıyordu. Küçücük kalmış yüzü, incecik bilekleri adamın avucunun içinde yok olup gidecek gibiydi sanki. Oysa yurt dışından döndükten sonra İzmir’de Cemalettin denen o şerefsizle defalarca görmüştü kadını.
Evinde, iş yerinde, adliyede... Mutluydu, kazandığı her davanın ardından koşup adamın boynuna atlarken mutluydu Karaca. Ne değişmişti? Onu bu hale getiren neydi sahiden? Sencer’in söylediği gibi o sahtekâr herifin ölümü müydü gözlerindeki ışığın sönmesine sebep olan? Kafasına takılıp cevabını bulamadığı onlarca soru vardı. Karaca şirkette bir hissesi varken neden babasının avukatlarından biri olmak yerine kendine yeni bir ofis açmıştı mesela? Babası gibi bir avukat olmak, ideallerinin peşinden gitmek isterken babasıyla nasıl bir fikir ayrılığına düşmüştü de ondan tek kuruş bile istemeyerek hisselerini Emir’e devretmişti?
Araştırıp sonuca ulaşamadığı bu soruların cevabını alacağı sadece iki muhatabı vardı. Bu Karaca’ya öylesine sorabileceği bir soru değildi Kaya’nın. Geriye onun kudurtan tek bir seçenek kalıyordu, cevabını aldıktan sonra yüzünde kalıcı bir iz bırakmak istediği ama Karaca’nın bu durumdan hiç hoşlanmayacağına emin olduğu bir seçenek...
Sencer’in sesi yeniden kulaklarına dolduğunda ne ara çıkarıp yaktığını hatırlamadığı sigarasından derin bir nefes çekti.
“Nereye kadar devam edecek bu böyle?”
“Kendime bile cevabını veremediğim s**** s**** sorular sorup durma Sencer.”
“İyi, ben vereyim o zaman sana o s**** soruların cevabını... Bugün size bakarken ne fark ettim biliyor musun? Öfken... öfken senin kalkanın olmuş kardeşim. Karaca o gözlerinin ardında hâlâ delice yanan ateşi görmesin, şurandaki varlığını hissetmesin diye öfkenin ardına saklanır olmuşsun sen.”
Onun kendine bile yüksek sesle itiraf edemediklerini dost acı söyler dercesine bir bir yüzüne vurdu Sencer.
“Ama hata ediyorsun... Seni koruyor sandığın öfke var ya içten içe yiyip bitiriyor seni. Sevdandan, Karaca’dan kaçayım derken hiç olmadığın bir adama dönüşüyorsun. Çünkü kaçtığın şeyin kendin olduğunun farkında bile değilsin.”
Sessiz kaldı Kaya. Parmaklarının arasında bir sigara, öylece yanmadan tükenen bir nefes gibi dururken adamın söylediği her bir kelime vicdanına atılan yeni bir tekme yemiş gibi kıvranmasına sebep oluyordu. Sencer'in onu açık bir deftermişçesine okumasından rahatsız olsa da ses etmedi. Ta ki Sencer kurduğu son cümleye kadar.
“Oysa içindeki o çocuk hala Karaca’ya koşmak için can atıyor.”
Boğazına çöken parmakların varlığını daha çok hissedip nefesinin kesildiğini hissettiği an “Yeter Sencer.” dedi Kaya tahammülsüzce çattığı kaşları ve sesine yansıyan öfkesiyle adama dönerek. “Yeter.” Sencer dönüp uzunca ona baktıktan sonra gözlerini devirip bitmek üzere olan paketteki sigaradan bir dalda o çekti.
Bu ikazın ardından bir süre yalnızca sessizlik konuştu. Sahile vuran dalgaların getirdiği rüzgâr sertçe bedenlerine çarparken Kaya’nın yaktığı son sigaraya bakıp ekledi Sencer. Sesi neredeyse bir fısıltı gibi çıkmıştı.
“Gerçeklerle yüzleşmenin nefes almanın vakti gelmedi mi artık?”
Dalga sesleri bir nefes gibi gidip gelirken Sencer’in sorusu da sigarasının ucundaki kül gibi savrulup rüzgâra karıştı.
Karaca gittikten sonra nefes almayı unutmuştu Kaya. Zira nefes almak daha on yedi yaşında Karaca’ya olan hislerini kabullenişiyle anlam bulmuş onun gidişiyle ızdırap veren bir eziyete dönüşmüştü.
Her şeyi onunla öğrenmiş tüm duygularını onunla tatmışken bir anda onsuz kalmak lisanını hiç bilmediği bir dünyada, yeniden var olmak gibiydi bu yüzden. Bazen delicesine özlüyordu kadını, bilhassa son zamanlarda... Bir parfüm kokusu doluyordu burnuna, bir şarkı çalıyordu Akgün’ün dükkanında bangır bangır çalan lanet radyosunda, bazı sabahlar onun perdesinin aralanmasını beklerken buluyordu kendini pencerenin ağzında. Bitti dese de Karaca’yı her gördüğünde daha çok palazlanan bir ateş vardı sanki göğsünde.”
Rüzgar yeniden esti, Kaya’nın gözlerini yakıp doldurdu. “Bazen diyorum ki.” dedi kısık bir sesle. “Keşke gururumdan ölüp geberseydim de peşinden hiç gitmeseydim. Belki o zaman affetmek daha kolay olurdu.”
“Gurur aşığın taşıyacağı silah değil kardeşim.”
Cevap vermedi Kaya. Mesele gurur değil diyemedi.
Belki de bebeğini kaybetmiş bir baba değil yalnızca terk edilmiş bir adam olarak yaşamaya devam eder bir yas mumu daha yakmazdım göğsünün orta yerine diyemedi. Zira onun yıkımı, Karaca’nın onu bırakıp gidişiyle değil, ikisine ait o küçücük canın, ondan habersizce yitirilmesiyle gelmişti.
Bir süre sadece dalgaların sesini dinledi yine, ardından ağırca kalktı ayağa. Kaç paket bitirdi o gece sayamadı lakin yaktığı son dalı bankın üzerinde söndürdükten sonra Sencer’i ardında bırakarak ağır adımlarla limandan uzaklaşarak karanlığa karıştı.
🪽
“ Yeyaa! Dayım geldi.”
“Şşt...” Kaya parmaklarını dudaklarının üzerine koyup usulca dizlerinin üzerine çökerken yeğenini bacaklarının arasına çekerek susturdu. “Asmin’im, ne işin var senin bu saatte ayakta?” Bakışları koridora uzanıp yeniden Asmin’i bulduğunda “Asmin’in çişi geldi dayısı. Hem okula gidiyor ya artık Asmin, akıllısı.” dedi Asmin üzerindeki dizlerine kadar sıyrılmış yıldızlı pijamalarının içinde sırıtarak. “Yeyayla, annesi de kalktı.”
“Öyle mi? Desene yakalandık.” Kaya, pijamasının sıyrılan kollarını ve bacaklarını aşağı çekip onu kucaklamadan önce sigara ve alkol kokan ceketini hızlıca üzerinden çıkarıp gelişi güzel vestiyere attı. “Burada mı kaldınız siz?”
Usul usul başını salladı Asmin. “I-hı Yeyam hasta ya Asmin’in annesi onunla uyudu.”
“Oğlum.”
Adamın bakışları ona seslenen annesini bulduğunda uzunca süzdü kadını. Yorgun göz altları her şeyi açık etse de nasıl olduğunu sormaktan geri duramadı. Ağzından iyi bir şeyler duyup kendini kandırmaya ihtiyacı vardı belki de. “Nasıl oldun anne?”
“İyiyim kuzum, iyiyim çok şükür. Gece eve gelmeyince aklım sen de kaldı.”
“Kalmasın... Başımın çaresine bakarım ben merak etme, Birkaç gün limandaki evde kalacağım, seni göreyim diye geldim.”
“Kayaa..”
“Boşuna dil dökme anne, ne babam ne de Nihan’ı göresim yok bir süre.” Üst katın açılan kapısının sesini duyduğunda sesini bilhassa yükseltti Kaya. Zira duvara düşen gölgesinin ardından merdivenlerde belirmişti kadın. “Mesele benim meselem ama haddi olmayan herkes burnunu sokar olmuş.” dedi gözlerini kızın kızarmış gözlerine dikerek. “Bir kere söyleyeceğim o yüzden kulağını aç iyi dinle. Ağzından Karaca hakkında tek bir kelime daha duyarsam... tek bir ima bile... bunu sana unuttururum, Nihan. Babamı arkana alıp yaptıklarını görmezden geleceğimi sanıyorsan gazabımdan daha çok kork zira benim en büyük savaşım bizzat arkasına sığındığın o adamla.”
“Kaya ben sadece senin-”
“Benim için hiçbir şey yapma.”
“Baban duyacak...” dedi annesi gergince. Yeni bir olay çıkmasından korkuyordu belli ki kadın.
“Duyarsa duysun.”
Ahsen annesinin paniğini fark edip olaya müdahil olarak konuyu değiştirmek için kapının önünden ayrılıp Kaya’ya doğru yürürken “Hadi annem biz gidip hazırlanalım, dayınla anneanne konuşsun.” dedi lakin Ahsen’in kardeşinin kucağındaki kızına uzanmasına karşın kızının onun oyununa dahil olmayı reddederek adamın boynuna daha çok kıvrılıp pür dikkat dayısını ve Nihan’ı izlemeye devam ettiği yetmezmiş gibi konunun içini cumburlop atlamasıyla “Karacacım çiklikten-?”
“Annemm.” dedi Ahsen bu kez de lafı kızının ağzına tıkayıp zorla gülümserken. “Hadi annem ballı sütünü de kaynatmış anneannen.” diyip dikkatini dağıtmaya çalışarak yeniden uzandı kardeşinin kollarından ayrılmak istemeyen kızına doğru. Neydi bu meraklı kız çocuğundan çektiği?
“Erken değil mi Ahsen? Daha vakit var kızım.”
“Sallana sallana anca gidiyoruz anne.”
“Asmin dayısıyla gitsin annesi.”
“Olmaz annem, dayın da yorgun bak... Yatıp dinlensin biraz.”
Diplerinde dikilen Ahsen’in sıcak alnına kısa bir öpücük bırakıp Asmin’i ablasının kollarına verirken “Hastasın zaten hava soğuk daha çok üşütmeyin.” dedi Kaya kadının silmekten kızarmış burnu ve şişmiş gözlerine bakarak. “Asmin’i kreşe ben bırakırım. Üzerimi değiştirip çıkacağım zaten.” Ahsen her daim ona ikinci bir anne olmuşken o da Volkan’ın gece gündüz demeden çalıştığı şu günlerde ablasının yükünü olabildiğince hafifletmek istiyordu.
“Nereye? Daha yeni geldin? Kahvaltı etmeyecek misin?” Annesi anında onu soru yağmuruna tutarak peşine düşünce hala merdivenlerin başında dikilen Nihan’a ters bir bakış atıp odasına girdi Kaya. Kızın anne babasızlığı vicdanına dokunsa da son zamanlardaki pervasızlığı canını sıkmaya başlamıştı.
“Aç değilim.”
“Nereye gittiğini söylemeyecek misin?” Üzerindeki gömleği çıkaramadan duraksadı parmakları. Alnındaki çizgileri aşikar edecek derin bir sıkıntı düşmüştü yine yüzüne. Kardeşi öldükten sonra annesinin bu tedirgin üzerlerine titreyen hali her seferinde Kaya’nın içine daha çok oturuyor kendini suçlu hissetmesine sebep oluyordu. Annesi bir evladını daha kaybetmekten öylesine korkuyordu ki, gözlerine yerleşen hüzün ve endişeyi görmemek için kör olması gerekirdi.
“İşim var anne. Şehir dışına çıkacağım.”
“Bir sıkıntı mı var?” dedikten sonra başını kapıdan dışarı uzatıp salona doğru torununu hazırlayan kızına seslendi usulca annesi. Yine gözü kulağı her yerdeydi. “Ahsen ocağa ıhlamur koydum senin için annem, bakar ol. Asmin’in de altına yeni aldığım kilotlu çorabı giydir, hastalanmasın çocuk.”
“Ya Yeyaa, annesi Asmin istemiyor, giymesin.”
“Şş... Deden uyanacak.”
Annesi, kapısını örterek tartışan ablası ve yeğeninin sesini perdeleyip ona döndüğünde duşa girmeden önce kendine birkaç çamaşır çıkardı. Leş gibi koktuğuna emindi. “O zaman iş için gidiyorsun?” dedi annesi bakışlarını bizzat yüzünde gezdirerek.
“Hmm...”
Onun yatağın üzerine çıkardığı gömleğine uzanıp kirliye atmak üzere kollarının arasına sıkıştırmıştı ki aldığı kokuyla burnunu kırıştırması aynı anda oldu kadının. Zira aldığı koku bu durumun hiç de hoşuma girmediğini gösterir nitelikteydi. “Zıkkımlandın mı sen yine?”
Derin bir nefes alıp verdi Kaya. “Anne.”
“Kayaa... bana bak-” Annesi aralarındaki mesafeyi kapatırken bu cümlenin ardından konunun babasına geleceğini çok iyi bilir gibi kadına izin vermeden kestirip attı konuyu Kaya. Zira bu konunun bir yere varacağı yoktu.
“Aynı mevzuları konuşup durmayalım anne.”
“İyi, tamam.” dedi kadın iç çekerek. Madem oğlu yola gidecekti canını sıkacak değildi. “Konuşmayalım.”
Düşen yüzünü görünce kolunu kadının omzuna atıp saçlarına dudaklarını bastırdı Kaya. Annesi daima babasıyla arasındaki köprü olmaya çalışsa da babasıyla arasındaki uçurum onun bile düzeltemeyeceği kadar büyüyeli çok olmuştu.
“Dert etme sen bunları. Hastaneden çıktın, yat dinlen.” dedi kadını teskin edip ayırdığı havluyu sırtına atarak.
Annesini arkasında bırakıp Asmin’in söylenişleri arasında koridoru geçip banyoya girerken Asmin’e kısa bir bakış atmayı da ihmal etmedi. Annesini arkasından koştururken çıkardığı ince, neşeli sesi koridoru dolduruyordu. Kaya onların mutfağa doğru uzaklaşan görüntüsünü izledi bir süre. Gördükleri günün ağırlığıyla çarpışıp acı bir sızı bırakmıştı içinde. Başının içinde daralan bir çember gibi giderek büyüyen ağrı artık banyoya girip soğuk bir duş alma isteğini daha çok tetikler olmuştu.
Banyoya girdiğinde kapıyı kapatıp derin bir nefes aldı. Elindeki havluyu gelişi güzel tezgahın üzerine bırakırken aynadaki aksine baktı bir süre. Tam soğuk suyu açmak için uzanıyordu ki tezgahın üzerine bıraktığı telefonuna düşen bildirimle duraksadı hareketleri. Kirpiklerinin kısılmasına sebep olan mesajı tekrar tekrar okurken öfkesine hakim olamayarak ağır bir küfür döküldü dudaklarından zira aldığı haber hiç hoşuna gitmemişti.
🪽
Ayağında uzun zaman sonra ilk kez giydiği spor ayakkabılarıyla sağa sola doğru yürürken bakışlarını dalgınca kaldırdı Karaca, elaları birkaç metre ilerisindeki tanıdık bakışları bulduğunda derin bir nefes alıp adımlarını yavaşlatarak ona doğru yürüyen adamı izlemeye başladı. “Bir an hiç gelmeyeceksin sandım.”
“Beni bu kadar çabuk özlemeni beklemiyordum. İşleri ayarlamam biraz uzun sürdü.” dedi Emir gözlüğünün altından bir bakış atarak. “Pijamalarınla mı geldin?”
Giydiklerine pijama denemezdi. Lakin sabah üşendiğinden üzerine siyah bir tayt ve polarlı bir kapüşon geçirip alelacele çıkmıştı evden. Fena görünmese de uzun zamandır benimsediği günlük kıyafet tanımından çok farklı göründüğünün o da farkındaydı. Öyle ya, Emir’in bu tepkisi de onu böyle görmeye pek alışık olmadığındandı.
Adamla laf dalaşına girmek yerine kapanmak üzere olan gözlerine dayanamayarak kestirme yolu seçmeyi tercih edip bavuluna uzandı yeniden. Dün geceden beri uykusuzdu. Fakat Emir ona izin vermeyip bavulu elinden alırken bir şeyler onu rahatsız etmiş gibi gıcıklanmış boğazını temizleyerek ciddileşmişti. “Şu gözlükleri çıkarsana sen.”
“Güneş gözümü alıyor.” Sıkıntılı bir nefes verdi ama uzatmadı Emir, zira biliyordu ki Karaca konuştuğu insanla göz teması kurmadığı zaman rahatsız olur, duygularını gizlemek istediği zamanlar da ise tam da böylesine saklardı kendini.
“Öyle olsun bakalım.” dese de arkasını dönüp çıkışa doğru yürürken Kaya’ya ağır bir küfür savurmayı ihmal etmedi. Adamı haklı bulsa da Karaca’nın bu halini görmek her seferinde canını daha çok sıkıyordu. “Ee?” dedi omzunun üzerinden Karaca’ya dönerek. Asıl amacı konuyu değiştirip Karaca’nın keyfini yerine getirmekti. “Nereye gidiyoruz?”
“Üsküdar tarafında bir pansiyon ayarladım gelmeden önce. Uykusuzluk başıma vurmak üzere. Gidip biraz dinlenelim, sen de yorgunsundur.”
Adımları duraksarken kısılmış kirpikleriyle arkasında kalan kızın ona yetişmesini bekledi Emir. Yorgun olduğu attığı düzensiz adımlardan bile belli oluyordu Karaca’nın. Kim bilir ne boklar dönüyor diye geçirdi yeniden içinden. Kadının karmaşık hayatı onu dahi yormaya başlamışken Karaca’ya söyleyecek sözü yoktu. Sağ omzunu uyku sarhoşu kıza vurup dengesini bozduktan sonra yeniden kendine çekerek kolunu boynuna attı. “Kızım sen baya makyaj güzeliymişsin ha. Kıyafetler falan gidince kül kedisinden farkın kalmamış.”
“Bu halimle bile taş çıkarırım sana. Uğraşma benimle.”
“Ona ne şüphe canım, Kemal amca boşuna avukat yapmamış seni. Lakin konu Kaya olunca bir avellik geliyor sana. Herkese çen çen öten dilin bir ona lâl.”
Karaca yorgun gözleriyle gözlüğünün altından Emir’e sert bir bakış atarken dirseği daha yerinden kaldıramadan adam tarafından yakalanınca “Kaşınıyorsun farkında mısın?” dedi beyaz dişlerini gözler önüne seren Emir’e doğru. Derin bir nefes alıp gözlerini etrafta gezdirdi bıkkınca bakışları yeniden Emir’i bulduğunda adamın önünde dikildiği siyah audinin kapısını açarak yolcu koltuğuna yerleşti.
“Çocuk gibisin bazen yemin ediyorum. Ama bir gün öyle sert kayaya çarpacaksın ki ben de keyifle karşına oturup izleyeceğim senin gibi.”
“Senin sert Kaya'ya mı?”
“Adisinin tekisin Cemaleddin.”
“Karaca.” dedi anında adam dişlerinin arasından.
“Zıkkımın peki. Beter ol... Uyuz herif.”
🪽
Bir Hafta Sonra
Gördüğü kabustan duyduğu telefon sesiyle uyanırken nefes nefese üzerindeki yorganı sıyırarak bir süre öylece etrafı izledi kadın. Uyduğu saatlerin aksine sokak lambasının zar zor aydınlattığı karanlık bir odada uyanmak içinde tuhaf huzursuz bir his yaratmış ağzında acı bir tat bırakmıştı. Annesi bu saatler de uyumamasını tembihlerken haklıydı belki de.
Usulca doğruldu yataktan, gündüz vakti uyumasına sebep olan başındaki ağrı geçmiş olsa da kasıklarında başlayan derin bir sızıya bırakmıştı yerini. Kazağının tenine geçen resmine bakıp iyice morarmış olan koluna karşın bezgin bir nefes verdi. Tüm bedeni resmen isyan ediyordu.
Sancıyan kasıkları şiddetini artırarak ağzından kısık bir iniltinin kaçmasına sebep olurken yerinden kalkıp sıcak suyun sızısına iyi geleceği düşüncesiyle hızlı ve sıcak bir duş aldı lakin ağrısı bana mısın dememişti. Adet dönemleri kendini bildi bileli çekilmez bir çileye dönüşen sancılı günlerden başka bir şey değildi kadın için. Neyi kolay olmuştu ki?
Acısı katlanınca dayanamayarak yakınlarda açık bir eczana bulmak umuduyla üzerindeki gecelik takımını umursamadan ceketini sırtına geçirdi hızlıca. Gece boyunca bu sızıyla kıvranamazdı.
Telefonunu alıp Emir’in odasına uzattı usulca başını adam hala mışıl mışıl uyuyordu. Seçtiği pansiyon öylesine yıkık dökük ve tuhaf tiplerle doluydu ki Emir pansiyondansa Bağcılardaki, anneannesinin dededen kalma eski evinde kalmayı tercih etmiş onu da peşinden sürüklemekten geri durmamıştı.
Telefonu yeni bir titreşimle karanlık binanın içinde aydınlatırken cebine attığı anahtarlarla kapıyı çekip arkasını dönmüştü ki korku dolu çığlığı daha ağzından dökülemeden dudaklarının üzerine kapanan elin içinde boğulup gitti.
O an o karanlıkta korkuyla aklına ilk gelen isim onu her fırsatta tehdit etmekten çekinmeyen Aytekin olsa da yanılıyordu. Zira burnuna dolan koku tüm düşüncelerini bertaraf edip yerini yeni bir duyguya bırakırken kocaman olmuş gözleriyle başını kaldırıp baştan aşağı siyahlara bürünmüş adamın gözlerini buldu gözleri.
Bu karanlığın içinde bedenini seçmekte zorlanmıştı evet, fakat burnunun ucundaki parıldayan koyu kahveleri tanımamak için tüm hafızasını yitirmiş olması gerekirdi.
🪧
Tutarlılıkta Kaya gibi olun.
Bölüm aralıkları uzun biliyorum fakat içime sinen bölümler yazmak istediğim için her şey biraz ağır ilerliyor bu konuda anlayışınıza sığınıyorum. Son okuma yapmaya fırsatım olmadı o yüzden fark etmediğim, atladığım yazım yanlışları varsa onun için de şimdiden özür dilerim.
Sağlıcakla kalın...🧡
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |