17. Bölüm

8. Firuze

Mosiella
madamosiella

 

 

 

 

 

HÜZÜN KOVAN KUŞU

 

 

 

 

S E K İ Z İ N C İ B Ö L Ü M

 

“F i r u z e”

🪽

 

 

Dedesinin onu ne için çağırdığını merak etse de sormadı. Zira Kaya’nın buna net bir cevap vermeyeceğini biliyordu. Detayları dedesinden öğrenmek onun için daha kolaydı.

“Anladım...” dedi Kaya’nın üzerindeki bakışlarını çekip göl kenarındaki atına bakarak. Ani hareketi amansızca başını döndürmüştü o an. Gözlerinin önüne siyah bir perde çökmüştü sanki. Ellerini güneşe karşı siper ederek gözlerini birkaç kez açıp kapattı ve ayaklarını yere daha sağlam basmaya çalıştı. Saati dokuzu çeyrek geçiyordu, açlık başına vurmuş olmalıydı.

Gözlerini birkaç saniye kapalı tuttuktan sonra atının üzerindeki irislerini Kaya’ya çevirdi. “Git öyleyse... Dedemi bekletme.”

Kendini iyi hissetmiyordu.

Adamın kısılan kirpikleri ve dikkatle üzerinde gezinen gözlerinden habersiz ona doğru gelen atına doğru yürümek istedi lakin daha ilk adımını atamadan yer ayağının altından kaymış tüm bedenini alaşağı etmişti. Kaya tam da bu anın geleceğini biliyormuş gibi tek hamlesiyle onu sıkıca kavrarken iyiyim demek istedi ama iyi değildi bok gibi hissediyordu. Ağzı kuruyor avuçları uyuşuyordu.

Üzerindeki eller boynu boyunca kayıp ensesini ve çıplak belini sıkı sıkıya kavradığında teninin altından bir elektrik akımı tüm bedenini yalayıp geçmiş kalbi bu duruma anında tepki vermişti. Gözleri adamın çenesi boyunca kayıp koyu renkli irislerini bulurken kolları arasından çıkmaya çalışarak birkaç adım geriledi. Adam ona dokunduğu an her şey daha da kötü hale gelmişti sanki. “İyi-iyiyim ben.” dedi. Değildi. Lakin yine de onun karşısında bu kadar savunmasız ve muhtaç olmaktan nefret ediyordu.

“Sadece... başım döndü bir an.” Kaya’ya tek kelime etmeden arkasını dönerken binlerce küfür sıraladı içinden kendine. Adamı görünce neden aklını yitirmiş gibi alıklaşmaya başlıyor ve eli ayağı güçten kesiliyordu ki?

Eyer yardımıyla atına tek hamlede binerek ıslanmış yelelerini okşadı usulca gölete girdiğine göre oda tıpkısı kendisi gibi yorulmuştu anlaşılan. Atının kayışlarının rahatsız edip etmediğini kontrol ederken Kaya’nın hala olduğu yerde onu izlediğini gördü ve yüzüne dökülen saçlarını geriye doğru savurarak adamın bulunduğu tarafa doğru sürdü. Sandığının aksine aklım başımda ve gayet güzel at sürebiliyorum gördüğün gibi demekti bu Karaca’ya göre.

Aklının başında olmadığını iddia etmişti daha birkaç dakika önce ona.

“Gitmiyor musun?”

Kaya, dalgınca yolu işaret etti başıyla. Ellerini ceketinin cebine koyup eski kasa Ford Mustang’ine baktı önce sonra çok geçmeden dönüp ona yeniden baktı. İyi olup olmadığını anlamaya çalışıyor gibiydi. “Önden buyur...” diyerek arabasına doğru yürürken bir şeyler daha dedi adam lakin yüzü ona dönük olmadığı için anlayamadı Karaca. “Nasıl olsa yine kendime engel olamayıp arkandan geleceğim”

Söylediği gibi de yaptı Kaya hep bir adım arkasında ağır ağır takip etti kadını. On dakikada gideceği yolu Karaca ile yarım saatte tamamladı. Çiftliğin kapısı onlar için aralanırken usulca geçti kadın sürgülü kapıyı ve dedesini avludaki çardakta otururken buldu. Adamın suratı yine sirke satıyordu. “Günaydın.”

“Size gün ayalı çok olmuş Mihriban Hanım.”

Bugün güne Mihriban olarak uyandığına göre günü bok gibi geçecek demekti. Zira Merdan Karakurt’un bariz sitem kokan sesi onun için çanların çoktan çaldığını gösteriyordu.

Çiftliğin seyisi Adnan inmesine yardım edip atıyla birlikte ahıra doğru giderken arkasındaki Kaya’ya kısa bir bakış atıp dedesine doğru yürümeye başladı. Kaya hala arabasını park ediyordu.

“Haber vermediğim için özür dilerim uyku tutmayınca o saatte kimseyi uyandırmak istemedim.” dedi ve kayıtsızca elindeki tesbihini çeviren dedesine gözlerini kısarak baktı. “Kaya’yı sen çağırmışsın?”

“Ben çağırdım. Başka bir planınız mı vardı Karaca Hanım?”

“Görüştüğünüzü bilmiyordum.”

“Sormadın ki.”

“Sen de söylemedin.”

“Selamünaleyküm.” Kaya’nın sesi onları bölerken dedesiyle adamın arasından çekildi Karaca. Kaya’nın uzun boyu onu resmen gölgede bırakmıştı.

“Ve aleykümselaam.” Kaya dedesi ile tokalaştığı sırada ellerini arka ceplerine yerleştirerek ahşap evin pencerelerine doğru baktı. Emir’in uyanıp uyanmadığını merak ediyordu.

“...Naptın be oğlum çağırmasak geleceğin yok.”

“İş güç be Merdan Dede.”

Oğlum.

Bu durum Karaca’yı istemsizce şaşırttı. Dedesi kolay kolay kimseye oğlum demezdi. Zira oğlum diyeceği bir oğlu olmamıştı. Kaya’yı sevdiğini biliyordu lakin anlaşılan onlar yokluğunda aralarındaki sınırları aşmış dede torun kıvamına gelmişlerdi. İyi ama neden?

“Geç otur şöyle ayakta kalma. Mihriban sen de bize orta şekerli birer kahve yap. Çok zaman oldu kahveni içmeyeli.”

İşte yine Mihriban olmuştu.

Adamın çatık kaşlı bakışları kısa bir süre üzerinde gezindikten sonra sıkıntılı bir nefes vererek yerine oturdu. “Neriman’a da söyle üzüm pekmezi kaynatsın.”

Ellerini kot pantolonunun arka ceplerinden çıkarmış eve doğru yürüyecekti ki “Üzüm pekmezi mi? O niye?” dedi Karaca. Durduk yere üzüm pekmezi nereden çıkmıştı şimdi? Üstelik adam üzüm pekmezinden nefret ederdi.

“Ye de yüzüne azıcık kan gelsin diye. Anan olacak o karı aç mı bırakıyor seni?”

“Hıı.” dedi Karaca dedesini onaylarcasına. Dedesinin kızına laf sokmak için kaçırdığı tek dakika yoktu. “Gece işten döndükten sonra da sahilde dilendiriyor beni.”

“Eşek sıpası! Hadi ananın avukatlığını yapacaksan dikilme karşımda git kahvemi getir.” Adam elini kaldırıp gitmesi için ileri geri sallarken dudaklarını ıslatarak derin bir nefes alıp soludu Karaca. Annesi için, dedesi ile ettiği kavgalarının ne sonu vardı ne de başı. Bazen ondaki inadın da dedesinden geldiğine inanıyordu. Zira bundandı tüm çatışmaları. İkisi de kendi istediği olana kadar diretiyor bir adım geri atmıyorlardı.

Dedesinin üzerindeki asi bakışlarını yanındaki adama çevirdiğinde Kaya’nın yüzünde saniyelik bir ifade yakaladı. Dedesini onu alt etmesinden bizzat keyif almıştı gibi görünüyordu taş kafalı herif.

Dedesinin yeni bir serzenişe daha başlamadan önce iki katlı ahşap eve doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Sahiden pekmez olmadık yerde dönüp ona alaşağı eden baş dönmelerine ve halsizliğine iyi gelir miydi acaba? Denemekten zarar gelmezdi. Pekmez dedesi gibi onun da hazzettiği bir yiyecek olmasa da ilaç içmekten bıkmıştı. Neriman Teyze’ye pekmez yaptırma işini ciddi ciddi kafasına not etti.

Evin sağ tarafındaki geniş avlusunu geçip verandaya çıkarken Emir’in bir eli telefonunda diğeri ensesinde arka bahçeden ona doğru geldiğini gördü. Şişmiş gözleri ve birbirine karışmış saçlarından uyanalı çok zaman geçmediği belli oluyordu. Adam ağır ağır ona doğru yürürken tıpkı kendisi gibi bahçeden çıkan seyisin küçük oğlunun saçlarını karıştırıp elindeki sepetten kırmızı bir elma seçti ve üzerindeki tozu umursamadan koyu renkli tişörtüne silerek ısırdı.

“Naber?”

Dudaklarını büküp omuz silkti Karaca. “Bildiğin gibi. Orman havası iyi gelmiş bakıyorum.”

“Uzun zamandır bu kadar derin uyumuyorum. Cennet gibi yemin ediyorum burası.”

Keyfinin yerinde olması mutlu etti kadını. Zira dün geceden sonra sıkıldığını düşünmüş berbat geçen gecesinin ardından eve gitmek yerine onu görmeye çiftliğe geri dönmüştü.

“Kahvaltı yaptın mı?”

“Sen gelmeyince Merdan dedemle gördük güzelim biz o işi. Çınlamadı mı kulakların?” Üzerinde gezinen bakışları saçlarının arasına düştüğünde usulca kısıldı adamın kirpikleri. “Samanlıkta falan mı yuvarlandın sen?”

“Ne samanlığı?” Elini saçlarına atıp karıştırırken Emir uzanıp solmuş bir yaprak çıkardı tutamlarının arasından. Adamın gayri ihtiyari Karaca’nın arkasındaki arabaya ilişen irisleri ışıltıyla parıldadı o an ve yüzünde alayvari bir sırıtışla yeniden ona döndüğünde Karaca’nın bakışları da Kaya’nın arabasını buldu. “Ha samanlık seyran diyorsun.”

“Emir!” Kocaman olmuş gözleriyle susması için dirseğiyle sertçe dürttü adamı Karaca ve telaşla birinin onlar duyup duymadığını kontrol etmek için mutfağın girişine baktı.

“S*ktir!”

Belki de dürtmek yerine vurmuş da olabilirdi. O da bu kadar patavatsız olmasaydı canım.

“Delirdin mi sen? Biri duyacak.”

“Elin iyice ağırlaşmış anasını satayım. Sen resmen şiddet uyguluyorsun bana.”

“Dua et kafanı kırmıyorum.” Emir’e ters bir bakış atıp dış kapıdan girdikten sonra söylenerek mutfağa doğru yürümeye başladı. “O samanlığın kapıları kıyamete kadar kapalı bize.”

Neyse ki mutfakta in cin top oynuyordu.

Dolapları hızlıca karıştırıp bir cezve buldu ve dedesinin özel çektirdiği kahvesini aramaya koyuldu. Açtığı ilk dolapta kahveyi bulduğunda resmen nokta atışı yapmıştı. “Kahve yapacağım içecek misin?” Emir’den ses gelmeyince cezveyi yaktığı ocağın üzerine bırakarak döndü arkasındaki adama. Yine telefonuna dalmıştı. İşleri buradan yürütmek onu zorluyor olmalıydı. O an aklına dün geceden beri telefonuna hiç bakmadığı geldi. Belki de bir ara annesini arayıp haber verse iyi olurdu. Çoktan onu defalarca arayıp meraka düşmüş olmalıydı.

“Kahve?” dedi tekrar Emir’e.

“Almayım. Şirketle görüşeceğim.”

“Sahi işler nasıl gidiyor? Yeni ortağın kim olduğunu öğrenebildin mi?”

“Henüz değil? Kendisi toplantıya teşrif etmedi. İşlerini onun yerine avukatı hallediyor.”

Aktan Hukuk Bürosunun kime geçtiğini hala deli gibi merak etse de bir türlü bilgi edinememişti. Babasını iflasın eşiğine sürükleyen bu hamleyi kim neden yapmıştı bilmiyordu, bildiği tek şey hisseleri satın alan kişinin ona kalan hisseleri de almak gibi bir derdinin olmadığıydı. Adamın daha şahsi bir derdi vardı. Para ya da tüm şirketi üzerine almak falan değildi niyeti. Onu meraka düşüren de buydu. Zira adam tüm şirketi üzerine geçirmeyi teklif bile etmemiş Karaca ona bu teklifin sunulmasını istediğindeyse reddederek sessizliğini korumuş ve perde arkasında kalmaya devam etmişti.

Emir telefon görüşmesi yapmak üzere üst kata çıkarken oda yanına su ve çikolata koyduğu kahve tepsisini alarak verandaya çıktı. Aç hissetmiyordu ama baş ağrısının açlıktan olduğunu biliyordu.

Kapıdan çıktığı an Kaya ile buluşan bakışlarına karşılık ağır adımlarla kapattı aralarındaki mesafeyi. Toy değil yirmi altı yaşında kadındı ama Kaya’nın gözleri onu bulduğu an aynı tepkiyi veriyordu bedeni.

Dedesi bir şey söylüyordu fakat Kaya’nın düşünceli bakışları onun üzerindeyken dedesini dinleyip dinlemediğini merak etti. Büyüklüğüne hürmet ederek önce dedesine ikram etti kahveyi. Kaya’ya doğru dönmüştü ki adam önünde eğilmesine izin vermeden bardağını alarak masanın üzerine bıraktı.

“Eline sağlık.”

“Afiyet olsun.”

“Mihriban’dan başka bir isteğiniz var mı dedecim?” dedi onu izleyen adama dönerek ima ile. Mihriban bir köleydi, dedesi ona öfkelendiği zamanlar mesaiye başlayan dedesinin öfkesi geçene kadar da azat edilmeyen cefakar bir köle.

“Yok. Otur sen de şöyle.” Dedi dedesi bakışlarıyla Kaya’nın sol tarafındaki boşluğu işaret edip karşısına oturmasını isteyerek.

İkiletmedi bu kez, Kaya’nın yanına geçip oturdu Karaca. Zira oturacak başka bir yerde yoktu zaten. İki kişilik ve tek kişilik olan iki berjer ve ahşap oymalı bir orta sehpa ile çevresine ekilmiş ortancalar ev sahipliği yapıyordu bahçenin bir köşesine yerleştirilmiş çardağa. Renkleri öylesine güzeldi ki zamanında evlerinin bahçelerine diktiği çiçekleri anımsattı ona. Annesi çok sevdiğinden çocuğu gibi bakardı her birine. Şimdiyse yerini kurumuş otlara taşlaşmış toprağa bırakmıştı. Gayri ihtiyari derin bir iç çekerek dalgınca konuştu. Bakışları ortancaların üzerindeydi. “Adnan amca nereden alıyor bu ortancaları?”

Dedesi anlamayarak kaşlarını çattığında eliyle işaret etti çocukça. “Şunları diyorum. Bir de şu sarı laleleri? Nereden alıyor Adnan amca bunları?” dedi çiftliğin ortasındaki su çeşmenin etrafına yerleştirilmiş çiçekleri işaret ederek.

Boş boş baktı Merdan Karakurt torununa. Bu çiçekleri kendi için istemediğini daha ilk dakika anlamıştı. Yine annesinin gönlünü etme derdindeydi sevimsiz torunu. “Arka bahçede iki kasa daha var söyle Numan’a yüklesin arabaya götürün.”

“Gidip çiçekçiden kendim seçebilirim dede.”

“Anası kılıklı! İyi söyle Adnan götürsün seni hangi cehenneme götürecekse. Eve kadar da bıraksın.”

Kahvesinden büyük bir yudum aldıktan sonra bitmiş bardağını masaya bırakarak tek nefeste konuşmaya devam etti dedesi. “Yarın İstanbul’a gidiyorsun... Kaya ile.”

“Anlamadım?” dedi Karaca kaşlarını çatarak. Afallamıştı. “Hangi sebeple?”

“İstanbul’a ulaştırman gereken bir emanet var.”

“Kaya’yı böyle bir şeye mecbur etmene gerek yok dede. Tek başıma gidebilirim.”

“Seni Kaya’dan başkasına emanet edemem Karaca. Torunumu gözü gibi koruyacağına emin olduğum başka kimse yok etrafımda. Hasmım çok benim gittiğin yerde ne ile karşılaşacağını bilmiyorum.”

Kaşları daha da çatıldı, dedesi ondan tam olarak ne istiyordu? Kafasında cevabını bulamadığı onlarca soru oluştu o an.

“Bana her şeyi en başından anlatacak mısın?”

Adam önce bir süre sessiz kaldı. Nereden başlayacağını bilmiyordu sanki. Uzun uzun izledi bahçenin ardındaki ormanı. Elindeki köstekli saati evirip çevirirken çok başka diyarlara dalmış gibiydi.

“Vakti zamanında bir dostum vardı; Halil İbrahim Fekeli. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Askerdeyken tanıştık. O zaman on sekizinde delikanlıyız ikimizde. Annesi babası yoktu Fekeli’nin Anadolu’nun bir köyünde bir başıma yaşar gidermiş. Bizim askerlik bitince ayrılamadık tabii, gel dedim Antakya’ya, birlikte yeni bir düzen kuralım sana. Anadan babadan üryan olunca çok düşünmedi kabul etti. Antakya’ya geri dönüp avarelik ettik bir süre baktık olacak gibi değil meydanda bir dükkân açmaya karar verdik. En başta her şey tıkırındaydı lakin bir süre sonra alem yapmaktan eve barka düşemez oldu Fekeli. Aylarca uğramadı dükkana. Her şeyi bir başıma halletmek zorunda kaldım. Okul açıldı işler arttı, Fekeli piyasa da yok tabii Karakurt her boka bir başına koştursun. Gel zaman git zaman kurdu yeniden düzenini, çok geçmeden de bir kıza sevdalandığını söyledi. Aklı başından gitmiş gözü hiçbir şeyi görmüyor. Ne kadar dil dökersem dökeyim kızın kim olduğunu söylemedi.” Derin bir nefes verdi adam bugün bile ruhunu daraltıyordu bu konuşmayı yapmak.

“Fekeliyle açtığımız dükkân okulun karşısındaydı. O sene yıllar sonra okula yeni bir öğrenmen atandı dediler adı Firuzeymiş... çok geçmeden bir gün geldi dükkana. Okuldaki yoksul çocuklara kışlık almak için mahalleliden yardım toplamaya gelmiş. Gencecikti daha, o da toy bizim gibi.”

Duyduğu isimle birlikte dudakları hafifçe aralandı Karaca’nın, dedesini dinlerken adamın gözlerindeki hüznün sebebinin sadece Fekeli olmadığını anlaması güç olmamıştı kadın için. Zira dedesinin uzun uzun dinlediği plaklarının arasında zerk eden sevdasının adı her gece defalarca çalınırmış kulaklarına meğer kulaklarına;

Kıskanır rengini baharda yeşiller, sevda büyüsü gibisin sen Firuze. Sen nazlı bir çiçek, bir orman kuytusu, üzüm buğusu gibisin sen Firuze.

Eski bir dosttan çok daha fazlasıydı Halil İbrahim Fekeli.

“Sonra.” dedi Karaca sakince. Öne doğru eğilmiş birleştirdiği parmaklarını dudaklarının altına, çenesine yaslamıştı. “Sonra ne oldu?”

“Bir gün büyük bir kavgaya tutuştuk. Ne var ne yoksa tek çırpıda silip attık. Ne dükkan kaldı ne dostluk. Birkaç ay sonra evlendiğini duydum. Firuzeyle... Birlikte İstanbul’a taşınmışlar İki tane de çocukları olmuş.”

“Hapse nasıl düşmüş?” Uzun zamandır duymadığı Kaya’nın nefesini yakınında hissedince yaşadığı ana geri döndü Karaca. Dedesi anlatmamış olsa da onun içine açılmış koca deliği buradan bile görebiliyordu. Onca yıl onca zaman hiçbiri merhem olmamıştı yarasına.

“İstanbul’da gittikten birkaç yıl sonra sağ sol olaylarına karışmış. Burnunun girmediği bok yoktu zaten. Nasıl olduysa Karayalı cinayetindeki öldürülen Baş komiserin evinde bunun parmak izlerini bulmuşlar. El kadar iki çocuğuna acımadan itiraz etmemiş üstlenmiş suçu. Onca ömrü karanlık bir delikte çöp olup gitti. Ne karısı gitti görüşüne ne evlatları. Vatan haini damgası yapışınca alnına kimse dönüp yüzüne bakmadı.”

“Senden başka...” dedi Karaca dedesinin cümlesini devam ettirerek. Vicdanlı adamdı dedesi. “Emanet diye bahsettiğin Fekeli’nin vasiyeti öyle değil mi? Sevdiğin kadını elinden aldı lakin yine de vasiyetini ailesine senin götürmeni istemekten geri durmadı. Çünkü onun son isteğini yerine getirecek kadar vicdanlı bir adam olduğunu biliyor.”

Dedesi cevap vermese de bakışları yetti Karaca’ya. “Peki ya Firuze?”

“Yoruldum ben!” dedi adam yerinden kalkıp bastonuna yere vurarak huysuzca. “Odama çıkıp dinleneceğim. Daha rahatsız etme beni.”

“Dede.”

“Rahatsız etme beni dedim Karaca. Anlat dedin anlattım ötesini berisini kurcalama. Haydi eyvallah.”

Merdan Karakurt yorgun omuzları ve ağır adımlarıyla eve doğru yürürken hüzünle baktı ardından Karaca. Adamın yaşanamamışlığına kurduğu hayallerine üzüldü. Kendisi de dedesinden farklı bir kader yaşamıyordu. Derin bir iç çekti.

“Hayat ne zalim.”

“Zalim olan hayat değil. Sizsiniz.” Başını çevirip omzunun üzerinden Kaya’ya baktı. Bakışları çardağın arkasında uzanan çitlerin üzerindeydi. Bir kısmı siyah boğazlı kazağının altında kalan kirli sakalları yine yüzünü çerçeveleyip çenesindeki gamzeyi perdelemişti. Yüzündeki bakışları usulca göğsünün üzerine düştüğünde “Biz.” Dedi Karaca. Herkesin bir zalimi vardı. Kaya‘nın zalimiyse oydu. Dalgınca düşündü bir süre. Yaşanamamışlıkların ağırlığını taşıyamadı. Kendi sevda yükü yeterince ağırda bir de dedesine yandı.

“Yarın sabaha karşı hazır ol. Çiftlikten alırım seni.” Kaya yerinden kalkıp ona döndüğünde o da çok düşünmeden kalktı yerinden. Ve ağır adımlarla arabasına doğru ilerleyen adamın peşine takıldı.

“Gece çiftlikte kalmayacağım boşuna gelme.” Dedi ve bir süre sessiz kaldıktan sonra ekledi. “Hatta sen İstanbul’a hiç gelme. Emir ile giderim ben.”

Adam derin bir nefes alarak gözlerini devirdi. Daha çok sabır diliyor gibiydi. “Siz İzmir’de de böyle götle don gibi mi gezerdiniz?”

“Düzgün konuş.”

“Göt dedim diye mi alındın? Sana değil ona dedim.” Dedi Kaya başıyla omzunun arkasını işaret ederek. Emir birkaç adım arkalarında onlara doğru yürüyordu.

Emir dün de gözünün düştüğü arabaya bakarken “Kaça bırakırsın.” Dedi Kaya’ya doğru. Araba resmen antika kokuyordu.

“Sana bırakmam.”

“Kime bırakırsın?”

“Kimseye.” Adamın kaile almaz tavırları ve inceleyici bakışları o dakika dikkatini çekti Karaca’nın. Emir’den sahiden haz etmemişti.

“E o zaman niye sadece bana bırakmıyormuşsun gibi konuşuyorsun birader?”

“Satsam bile sana özellikle satmayacağımı bil diye Cemalettin Kozcuoğlu.”

 

Kaya arkasını dönüp arabasına binerken öylece baktı arkasından Karaca. Emir’in kim olduğunu biliyordu. Hakkında onun haberinin olmadığı başka ne biliyordu Kaya?

 

 

 

Merdan Karakurt'un hikayesine ne diyorsunuz? Dost için sevdiğinden vazgeçmek de sevdaya dahil mi?

Diğer bölüm Halil İbrahim Fekeli'nin ışığında da okuyacağız hikayeyi bakalım neler olup bitmiş. Bakarsınız bu durum Kaya ve Karaca arasında da bir kıvılcım çaktırır 🤔

 

 

 

Yıldızımızı parlatmayı unutmayıın ✨️

 

 

 

 

 

Bölüm : 11.08.2025 05:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...