19. Bölüm
Mosiella / Hüzün Kovan Kuşu ( Mahalle Kurgusu) / 9.Virane I

9.Virane I

Mosiella
madamosiella

 

Bölüm bölüm diye başımın etini yiyen okuyucularım buyurun bölüm. Kendimi affettirmek için size upuzuun bir bölüm yazdım. Siz bir yorum yapmadan gidin de o zaman görün bakalım kim kimi tefe koyup başının etini yiyor. Tehdit yok. ( şüpheli 🔫)

 

 

 

 

 

 

 

H Ü Z Ü N K O V A N K U Ş U

 

 

 

 

Kaç güneş battı o gece bilmiyorum
Ama bir daha hiç güneş doğmayacak gibiydi
Bir söz kaç güneş batırır o zaman öğrendim

 

 

 

 

 

D O K U Z U N C U B Ö L Ü M

 

 

 

"V i r a n e"

 

Araba Yaylıca yolunda usul usul ilerlerken elleri direksiyonu sıkmaktan bembeyaz olmuştu kadının. Sol elini boynuna doğru götürüp ovuşturdu. İçinde rahatsız edici bir huzursuzluk vardı. Yol ayrımı tabelasını görüp derin bir manevrayla Karadağlıların evine doğru sürmeye devam etti. Şirkette görüşmeyi teklif etse de adam inatla onu eve davet etmiş kadına söyleyecek başka bir söz bırakmamıştı. Bir süre ayıya dayı demek de kararlıydı Karaca. Adamın güvenini kazanabilmek için kendinden taviz vermek zorunda kalsa bile durmaya niyeti yoktu.

 

Araba otomatik sürgülü kapının önünde durduğunda demir kapı usul usul açıldı ve takım elbiseli adamlardan biri zaten geleceğinden haberleri varmış gibi önünden çekilerek başıyla içeriyi işaret etti.

 

İçeri girip motoru durdurduğunda gözleri dikiz aynasındaki yansımasını buldu ve derin bir nefes aldı. Zehirli yılanlarla dolu karanlık bir kuyuya inerken içinde en ufak bir tereddüt yoktu zira ya bu zehirli yuvayı yıkacak ya da o zehirli yılanlar tarafından sokulup bin parçaya ayrılacaktı.

 

Takım elbiseli adamlardan biri gelip kapısını açtığında saçını ağırca kulağının arkasına sıkıştırarak adamı birkaç saniye beklettikten sonra çantasını da alıp usulca indi arabasından.

 

“Arabanın anahtarları alabilir miyim hanımefendi?” Karşısında dikilen adama gözlerinin altından kısa bir bakış attı. “Sebep?” derken sesi buz gibi bakışları umursamazdı.

 

“Buraya park yasak. Arabanızı daha uygun bir yere çekeceğim.”

 

“Öyle mi? Ne güzel. Bahçesini birkaç saat işgal ettik diye incileri dökülmez herhalde patronunuzun.” Adama arkasını dönüp girişe doğru adımlarken bakışlarını etrafta gezdirdi ve evi en ince ayrıntısına kadar incelemeye çalıştı. Ve her ayrıntıyı bir bir not etti aklına. Dikkatini çeken ilk şey evin her bir yanında dolanan gereksiz koruma kalabalığıydı. Ya canından ya da sakladıklarından korkuyordu Karadağlı.

 

Geniş peyzajı iyi yapılmış bir bahçesi olan villanın çam ağaçlarının arkasında kalan havuzunu buradaki açıklıktan bile görebiliyordu. İki katlı eve döndüğünde yere sıfır döşenmiş perdesiz camları gördüğüne şaşırmadı. Zira adamın bir mahremiyetinin olmadığına zaten yıllar önce babası yüzünden şirketinde staj yapmak zorunda kaldığı sıralarda bizzat şahit olmuştu.

 

Alt kattaki bakışlarını gayri ihtiyari yukarı doğru çıkarken Aytekin Karadağlıyı üst kattaki pencerelerden birinin önünde gördü. Adam her zamankinin aksine üzerinde kravatsız ve ceketsiz bir takımla, elinde sigarası, onu izliyordu.

 

Kapı onun için açıldığında arkasında beyaz gömlek ve siyah mini etekli bir kadın belirdi. Evin çalışanlarından biriydi. “Buyurun efendim. Aytekin Bey üst katta, çalışma odasında sizi bekliyor.”

 

Kadın üst kata yöneldiğinde gözlerini devirmeden edemedi Karaca. Bizzat ayağına kadar getirmek istiyordu Karadağlı onu, çünkü gücün kim de olduğunu göstermekti niyeti.

 

Bu durum kadını rahatsız etse de gözlerini kapatıp sakin bir nefes aldı ve çalışana yolu göstermesi için eliyle merdivenleri işaret etti. “Çıkalım.”

 

Kız önünden ilerleyip holü geçtikten sonra merdivenleri çıkmaya başladı. İki duvarın arasına sıkıştırılmış merdivenleri çıkarken ruhu daralıyormuş gibi hissetti. Hizmetçi soldaki ikinci odanın kapısına doğru ilerleyerek ona yolu gösterdiğinde üst katında tıpkı alt kat gibi ahşap ve kahvenin boğucu ahengine eşlik ettiğini fark etti. Duvardaki absürt tablolarsa sadece müstehcenliğiyle gözlerine eziyet etmişti. Bu katta sayamayacağı kadar çok oda vardı. Hizmetçi çaldığı kapıyı aralayarak geçmesi için ona müsaade ettiğinde dişlediği yanaklarını serbest bırakarak derin bir nefes aldı. Burada olmak bile Asmin’in ruhuna yapılmış bir saygısızlık gibi hissettiriyordu ona.

 

“Misafiriniz geldi efendim.”

 

Pencerenin önünde dikilen adam arkasını bile dönmeye gerek görmediği kadına doğru konuşurken kadının bakışlarını bir saniye olsun yerden kaldırmadığını fark etti Karaca.

 

“Sen aşağı in. Miray gelince üst kata çıkmasına da izin verme. Bahçede kalsın.”

 

“Peki efendim.” Hizmetçi kız kapıyı kapatıp ortadan kaybolurken rahatsız edici bir tedirginlik hissetse de belli etmemeye çalışarak bakışlarını odada gezdirmeye başladı Karaca. Ahşap, deri ve siyah. Tüm ev de olduğu gibi...

 

“Kemal gibi pısırık bir adamdan senin gibi dik başlı bir kız.” Aytekin ona doğru dönüp sigarasını masasının üzerindeki tablada söndürürken masanın karşısındaki deri koltuklardan birine geçip oturan adamı izledi. “Şaşılacak şey doğrusu.”

 

“Babam pısırık bir adam olsaydı sizin gibi bir adamla çalışmazdı.”

 

“Para her kapıyı açar Karaca. Özellikle baban gibilerin kapısını. Cesareti değildi Kemal’i benimle çalışmaya iten. Para ve güç isteğiydi.”

 

Babası için söylenen sözler ağrına gitti Karaca’nın. Lakin sustu. Sustu çünkü Karadağlı’nın her sözü yalanlayamayacağı kadar gerçekti.

 

“Fazla vaktim yok. Anlaşmayı kabul ettiğimi söylemek için geldim babamı konuşmak için değil.”

 

Alayla güldü adam. İçinde bulunduğu durumdan bariz keyif aldığını belliydi. “Bu teklifi sana sunarken kabul etmeyeceğinden neredeyse emindim oysaki. Şaşırtıyorsun beni Karaca. Lakin beni esas meraklandıran başka bir şey var.”

 

Adamın bakışları her detayını bilmek istercesine üzerinde gezinirken midesinin bulandığını hissetti. Bu öylesine bir bakış değildi çünkü. “Ölen şu kız, neydi adı?”

 

Yanakları parçalayıncaya dek sıktı dişlerini.

 

“Ha Asmin... Evet hatırladım şimdi. Önce kardeşimi sonra kendini öldüren arkadaşın.” Sırtına bir kırbaç inmiş gibi irkildi Karaca lakin ağzına yayılan demir tadına rağmen kendini tutmayı başardı. Bu lafları bir bir yedirecekti karşındaki adama. Zaman dedi kendi kendine. Sadece zaman...

 

“Yaşanan onca şeye rağmen, hala benimle çalışmayı kabul ediyor musun sahiden?”

 

“Geçmişin davasını güdemeyecek kadar çok şey yaşandı Karadağlı...” dedi Karaca ve güç toplamak istercesine derin bir nefes alıp verdikten sonra devam etti. “Artık daha büyük sorunlarım var. Verdiğiniz teklif reddedemeyeceğim kadar büyük. Duygularımla değil mantığımla hareket etmek zorunda kaldığım bir borç batağının içindeyim. Siz de bunu bilerek yaptınız bana bu teklifi öyle değil mi? Kabul etmeyeceğimi düşünsenizde o ufacık ihtimali bile değerlendirmekten geri durmadınız. Neden mi?”

 

Haklı olmalı ki Aytekin Karadağlı ağzını açıp tek kelime etmedi. Zira yüzünde ufak bir şaşkınlık gözlerindeyse beğeni vardı. Zekası hoşuna gitmişti.

 

“Çünkü zor durumdayım ve bu durumdan faydalanıp beni avucunuzun içine alacak olmak size ayrı bir keyif veriyor.” Alaycı bir gülümseme oluştu o an kadının yüzünde. “Teklifinizi kabul ettiğime göre belki de sandığınızın aksine gerçekten babamın kızıyımdır.”

 

“Tehlikeli bir kadınsın Karaca ama zeki ve açık sözlü insanları severim. Zamanında babanla bir anlaşma yaptık. Gerçeklere karşılık senin özgürlüğün. Bunca zaman seni o dizginledi. İskenderun’a dönmeni en başında tasvip etmesemde artık dizginleri bizzat kendim tutmaya karar verdim. Zira kendini demir parmaklıklar arkasında bulmak istemiyorsan sen de aklını kullanıp susmaya devam edersin.”

 

“Bunun sadece bir iş teklifi olduğunu sanıyordum ama anlaşılan ben kabul etmesem de siz tehditlerinizle zaten zorla kabul ettirecekmişsiniz bana teklifinizi.”

 

Adam parmaklarını birbirinin içine geçirip arkasına yaslanırken beyaz dişlerini gözlerini gözler önüne sererek başını iki yana salladı ve ağırca kalktı oturduğu yerden, masasının etrafını dolanıp adımlarını oturduğu koltuğun arkasında durdurduğunda usulca ona doğru eğildi. “Bu şekilde algılaman beni üzer.”

 

Aytekin’in nefesi tenine değdiği an midesindeki safranın boğazına doğru yükseldiğini hissetti Karaca.

 

“ Böylesine güzel kadınları üzmek bana yakışmaz.Sadece ufak bir uyarı.”

 

Aytekin'e tahamülü kalmadığını fark ettiğinde eğilip önündeki bardağa uzandı ve “Sözleşmeyi hazırlattıysanız imzalayalım.” dedi tek nefeste.

 

Tek isteği buradan bir an önce defolup gitmekti.

 

“Güzel. Aynı dili konuştuğumuza sevindim. Ama acele etme anlaşmayı şirkete geldiğinde imzalarız.”

 

.Adi herif şirkette buluşmayı teklif etmesine rağmen onu boşu boşuna ayağına kadar getirmişti. Daha fazla beklemek istemeyerek çantasını da alıp ayaklanmadan önce karşısına dikilen adama döndü ve bakışları tek bir çizginin dahi olmadığı gömleğinden uzaklaşıp yüzüne çıktı.

 

“Madem öyle istiyorsunuz. Öyle olsun.”

 

“Akşam yemeğine kalmaz mısın?”

 

“Başka planlarım var. Size afiyet olsun.” derken yüzünü bir saniye olsun adama dönmeden kapıyı aralayıp dışarı çıkarak o boğucu odadan uzaklaştı. Zira yüzündeki ifadeyi daha fazla sabit tutamayacağına emin olduğunda midesindeki safrayı çıkaracak bir yer arar hale gelmişti.

 

Bakışları holün ortasındaki varaklı kapıyı bulurken kaşları istemsizce çatıldı. İçinden bir ses istemsizce oraya yönelmesini istiyordu. Lakin yakalanırsa daha en başında Aytekin’in içine büyük bir şüphe düşürür ve her şeyi başlamadan bitirmiş olurdu. Temkinli ve sakin ilerlemeliydi.

 

Tam o sırada merdivenlerin biraz ilerisinde kapısı açık bırakılmış bir oda daha çekti dikkatini. Gelirken fark etmemişti çünkü kapısının kapalı olduğuna neredeyse emindi.

 

Bu sıkıcı evde her detayı pembenin her tonuyla döşenmiş bir çocuk odası bulmaksa oldukça şaşırtmıştı Karaca'yı. Zira Aytekin gibi bir adamın çocuk sahibi olacağını aklının uçundan geçirmemişti.

 

Sahiden bir kızı mı vardı adamın?

 

Alt kattan gelen gürültüyle yakalanmak istemeyerek merdivenleri hızlıca inmişti ki onu karşılayan hizmetçi kız ile karşı karşıya geldiğinde korkuyla irkilerek elini göğsünün üzerine koydu. Bir anda karşısında belirmişti kadın.

 

“Buyurun, sizi geçireyim.” Karaca’nın bakışları istemsizce kızın omzunun üzerinden arkasındaki bahçeye düşerken tekrar “Buyurun.” dedi hizmetçi kadın kapıyı işaret ederek.

 

Bu evde tuhaf bir şeylerin döndüğünü hissediyordu Karaca. Ki hisleri onu hiç yanıltmazdı.

 

Hizmetçi kadın resmen kovar gibi alelacele göndermişti onu. Korktuğu ya da özellikle saklaması istenilen bir şeyler vardı. Miray adında birinden bahsetmişti Karadağlı. Baş da karısı olduğunu düşünse de gördüğü çocuk odası Miray’ın bir kadın değil de daha çok bir kız çocuğu olduğunu düşündürmeye başlamıştı ona.

 

Anahtarını çıkarıp dedesinden kısa bir süreliğine aldığı arabaya binerken korumalara ters bir bakış attı. Bu evdeki herkes insanları gözleriyle yemeyi görev edinmiş gibiydi.

 

Gündüz yerini geceye bırakırken havanın da giderek soğuduğu fark etti. Üzerindeki ceketin mevsimi çoktan geçmişti. Lakin hafifliği kadını her seferinde cezbediyordu. Anahtarı kontağa taktığı an çalan telefonuyla motoru çalıştırma işini sonraya bırakarak açtı telefonu. Bilinmeyen bir numaradandı arama.

 

"Efendim."

 

"Avukat Hanım merhaba, Melek ben. Rahatsızlık verdim kusura bakmayın ama kimi arayacağımı bilemedim inanın."

 

"Sorun değil Melek. Bir problem mi var?"

 

"Ne olursa olsun ara beni demiştiniz."

 

"Evet öyle söyledim. Kocanla ilgili bir sorun mu var?"

 

"İnanın kimim kimsem olsa sizi bunun için rahatsız etmezdim ama..."

 

"Melek... ne olduğunu söyleyecek misin artık?"

 

"Ömer'in çok ateşi. Karnım burnumda alıp hastaneye gidemedim."

 

"Gelmedi mi değil mi yine o kocan olacak şerefsiz?"

 

"Gelmedi. Ömer çok hasta dedim ama... umurunda bile olmadı. Dinlemedim seni, korktum ama yok, canıma tak etti artık. Sen nereyi diyorsan imzalayacağım söz. Kurtar beni bu adamdan."

 

Karaca motoru çalıştırıp tek eliyle direksiyonu çevirirken "Tamam, boş ver şimdi bunları." dedi kadını girdiği buhrandan çıkarmaya çalışarak. "Şu an önemli olan tek şey çocuğun. Gidip bir hastaneye baktıralım neyi varmış olur mu?" Kadının tarazlı sesiyle verdiği adresi kafasına not ederek sürgülü demir kapının açılmasını bekledi bir süre Karaca. Ve ardından Yaylıcadan hızlıca çıkarak müvekkilinin verdiği adrese doğru yola çıktı.

 

Saat gece yarısını gösterirken iyice ayaza çeken havaya inat acilin önünde bir bankta öylece oturuyordu. Melek'in 39 derece ateşle hastaneye getirdikleri dört yaşındaki oğlu doktorlar tarafından hızlıca gözetim altına alınmış ardından çocuğa yatış kararı verilmişti.

 

Melek'i sakinleştirmesi zor olsa da çocuğun hastalığının zatürreye çevirdiğini öğrenince o da en az Melek kadar üzülmüştü. Çocuğun rengini kaybetmiş soluk teni, oyun oynamaya bile gücü olmayan bedeni, babası olacak o pisliği bin bir parçaya ayırmak isteyecek kadar çok sıkmıştı canını. Sorumsuz adamın biri olduğunu anlatmıştı Melek ona lakin bir insan evladına nasıl kıyardı aklı almıyordu kadının.

 

Haftalar önce tanışmıştı Melek'le. Eli gözü şiş, bedeninde onlarca çürük karnının burnunda olduğuna bakmadan ellerinde koca koca poşetlerle ona çarparken kaderin onlara oynadığı oyunu daha ilk an anlamıştı kadın.

 

Karnındaki çocuğa kıyamamış elindeki poşetleri yüklenip evine kadar bırakmıştı kadını lakin evdeki durum daha çok yaralamıştı onu. Küçücük rutubetli bir evin iki göz odasında oğluyla çektiği sefalet yetmiyor gibi bir de hayırsız bir şerefsize başlık parası karşılığında bir mal gibi satıldığını duyduğunda öfkesi tüm bedenini sarmıştı.

 

O gün ne kadar dil dökerse döksün Melek'i boşanmaya ikna edemedi Karaca. Ama ertesi gün çalıştığı büroya geleceğine dair bir söz aldı kadından. Sormadı, sorgulamadı zira kadının gözlerindeki korku her şeyi açık ediyordu. Onlarcası gibi o da çocuğunun gözleri önünde öldürülüp günler sonra unutulacak bir üçüncü sayfa haberi olmaktan, kimsesiz kalan oğlunun alelade bir yetiştirme yurdunda büyüyüp sersefil olmasından korkuyordu.

 

Tam o an kulaklarını çınlatan yeni bir ambulans daha acile girdiğinde aceleyle etrafta koşuşturan insanları izledi bir süre. Bu kaçıncıydı hatırlamıyordu saymayı uzun zaman önce bırakmıştı. Lakin burada olmak ruhunu daraltıyordu. Hastanede bir işinin kalmadığını bilse de Melek'i son bir kez görüp öyle gitmekti niyeti. Doktor birkaç gün burada kalmaları gerektiğini söylemişti. Karnı burnunda kadın günlerce burada nasıl kalacaktı ona da akıl sır erdiremiyordu ya. Kimsesizlik böyle bir şey olsa gerekti.

 

Çoktan buz gibi olmuş kâğıt bardaktaki kahvesinin sonunu yudumlarken karşısına dikilen adamla birlikte derin bir nefes aldı Karaca. Saatler önce bir kaşık su da boğmak istediği adam kendi ayaklarıyla ona gelmiş gibi tam da karşısına dikilmişti.

 

"Hayırdır ya kimsin sen? Orada burada karşımıza çıkıp duruyorsun?"

 

"Adam gibi koca olsaydın da her yerde karşına çıkmak zorunda kalmasaydım o zaman."

 

"Ağır ol. Benim adamlığımı sorgulamak sana kalmadı. Kadın demem-"

 

"Eee?" dedi Karaca oturduğu yerden kalkarken. "Ne olur?" Aralarındaki mesafeyi kapattığında adamın öfkeden kızaran gözlerine daha yakından baktı. "Beni o kimsesizliğinden nemalanıp gözünü korkutarak susturduğun Melek mi sandın? Adamlığını sorguladığım için bana ahkam keseceğine önce dön bak bakayım bir kendine. Adammış... Meyhane köşelerinde zıkkımlanacağım diye çocuğunu üç kuruşluk ilaçtan mahrum etmek mi adamlık?"

 

Karşısında öfkeden köpüren adama karşılık "Ama merak etme." dedi Karaca başını sallayarak. "Bunlar senin iyi günlerin."

 

"Lan ateş olsan cürmüm kadar yer yakarsın. Sen kimsin de beni tehdit ediyorsun?"

 

"Yakında öğrenirsin kim olduğumu."

 

Hasan'ın bakışları kararırken altındaki tedirginliğe an be an şahit oldu Karaca. Tıpkı adamın köpüren öfkesine şahit olduğu gibi. Korkmadı. Öyle ki adam üzerine yürüyüp gözünü korkutacağını sandığında tek bir adım atmadı geriye. Bileğini bir kelepçe gibi kavrayan parmaklara inat dik bakışlarını adamın yüzünden ayırmadı.

 

"Başına bela alıyorsun. Büyük bela..."

 

"Ben başka bir yerine montalamadan önce çek o ellerini. Belaymış... S*kerim lan senin belanı."

 

Kaya adamın göğsüne vurup sırt üstü düşürürken Karaca'nın afallamış bakışları önce Kaya'yı ardından Hasan'ın arkasında elleri ceplerinde dikilen Sencer'i buldu. Bunların bu saatte burada ne işi vardı?

 

"Kaya dur! Dur napıyorsun, Bekle önce bir konuşalım." Hasan'ın üzerine yürüyen Kaya'yı hızlıca kolundan yakalayıp durdurmaya çalışırken topuklularının zeminde kaydığını hissetti. Gücü adamı yerinden oynatmaya bile yetmemiş aksine o Kaya'nın peşinden sürüklenmişti.

 

"Ben ecdadını s**tıktan sonra konuşacak bir ağzı kalırsa konuşursunuz."

 

Adamın parmaklarının arasından kurtulması sadece birkaç saniyesini almıştı. "Kaya!" Dedi yeniden veryansın edercesine. Lakin adamın onu duymadığına neredeyse emindi. "Her şeyi mahvedeceksin..."

 

Endişeli bakışları Hasan'ın kanlı yüzünden ayrılıp Sencer'e döndüğünde öfkeyle baktı adama. "Orada öylece dikilecek misin? Bir şey yapsana."

 

"Buranın havası güzel. Gel sen de izle. Fena mı bak senin için adam dövüyor eski sevgilin."

 

İnanamayan gözlerle baktı Sencer'e. Fakat adam ciddiydi. Elini cebinden çıkarmaya tenezzül etmeyi bırak bulduğu bir arabaya kalçasını yaslayıp keyifle bir sigara yakmıştı. "Saçmalama Sencer. Başına bir bela gelecek görmüyor musun? Tüm geceyi karakolda mı geçirsin istiyorsun?"

 

"Alışkın o... Koymaz ona."

 

Hayal kırıklığıyla derin bir nefes çekip saçlarını başıyla elleri arasına sıkıştırırken başını iki yana salladı Karaca.

 

Kaya bir zamanlar bildiği Kaya'dan çok daha ötesi, öfkenin ta kendisi olmuştu. Bakışları Kaya'nın üzerinde gezinirken hayal kırıklığıyla karışık bir soluk çıktı dudaklarının arasından. "Delirmişsiniz siz."

 

🔗

 

Saat sabah üç sularını geçerken saatler öncesinin aksine acilde bir bankta değil bu kez bir polis memurunun masasının önündeki sandalyede oturuyordu Karaca. Tahmin ettiği gibi karakolluk olmuşlar, Kaya ve Hasan polisler tarafından alıp götürülürken Kaya'yı nezarethaneye Hasan'ı ise şikâyeti sebebiyle sorguya almışlardı.

 

Burnunun kemerini ovuştururken boş boş etrafı izleyen Sencer'e bakıp sabırsızca oturduğu yerden kalktı ve ellerini göğsünün üzerinde bağlayarak Hasan'ın sorguya alındığı odanın kapısının önünde ileri geri yürümeye başladı. Karakolun sessiz gri duvarları arasında gergince yürürken topuk sesleri yankılanarak kulaklarına çarpıyordu kadının. Dışardaki soğuğa rağmen stresin, üzerindeki lacivert gömleğin ve siyah eteğinin üzerine ikinci bir deri gibi yapışıp tenini nemlendirdiğini hissedebiliyordu. Sorgunun neden bu kadar uzun sürdüğüneyse bir türlü anlam verememişti.

 

Tam o an kapı aniden açıldığında içeriden çıkan komiser onu karşısında görmeyi beklemiyormuş gibi kaşlarını çatarak kendisine doğru ters bir bakış attığında elaları komiserin birkaç adım arkasında oturan üstü başı kan içinde yüzü beş karış olan adamı buldu. Haftalar önce karısına aynısını yaşatmamış gibi içeride asıl mağdur oymuşçasına oturuyordu.

 

"Kadir."

 

Komiser masa başındaki memurlardan birini çağırıp kapıyı kapatmadan önce "Adi herif." dedi kendine hâkim olamayarak. Kaya'ya kızsa da belki bir yumruk da o sallamalıydı Kaya'nın es geçtiği, adamın sol kaşının üzerine.

 

"Bir şey mi dediniz hanımefendi? Siz kimsiniz? Burada neyi bekliyorsunuz tam olarak?"

 

Komiserin ilk sorusundan sıyrılıp adama elini uzattı ve gülümseyerek kendini tanıttı Karaca. "Kaya Saygıner'in avukatı, Mihriban Karaca Aktan. İzin verirseniz müşteki ile ben de görüşmek istiyorum. Belki bir orta yol bulup sizin işinizi kolaylaştırırım."

 

"Zor. Akşam akşam bin tane işimiz yokmuş gibi bir de sabıka kaydı ayyuka çıkmış adamların yediği dayağın peşine düşüyoruz. Şikayetinden falan vazgeçmez bu. Boşuna dil dökmeyin."

 

Komiserin çağırdığı memur geldiğinde kararlı bir şekilde yeniden araya girdi Karaca. "Rica ediyorum. İkna kabiliyetim iyidir." Yazılı ifade alınmadan önce bu işin içinden kolayca çıkmalıydı.

 

"Peki, çok uzun sürmesin."

 

Komiser, Kadir denen memura göz kulak olmak için kapının dışında bırakırken ince ama sert adımlarla sorgu odasına doğru yöneldi Karaca. Ve dudaklarında alışıldık bir soğukkanlılıkla kapıyı açıp içeri girdi.

 

Adam önündeki başını kaldırıp bakışlarını ona çevirdiğinde geleceğini zaten biliyormuş gibi sinsi bir ifade vardı yüzünde.

 

"Ne o, sevgilinin yerine şikayetimi çekmem için yalvarmaya mı geldin?"

 

"Hayal dünyan da en az yüzün kadar renkli."

 

Hasan'ın an be an değişen bakışlarına aldırış etmeden karşısındaki koltuğa oturup adama doğru iyice eğildi Karaca. Gözlerini onun üzerinde gezdirirken güzel ama keskin hatlarıyla zarafetin bilek bükemeyen hali gibiydi. "Meşru müdafaa nedir bilir misin?"

 

Adamın kaşları çatıldı, gözlerindeki tedirginliği görebiliyordu Karaca. "Ben sana bir şey yapmadım."

 

"Öyle mi?" derken dudaklarını bükerek kaşlarını alayla kaldırdı. Ve gömleğini kıvırıp bileğinden dirseğine dek sıyırdı. Hasan'ın tuttuğu sol bileğinde dirseğine uzanan koca bir morluk vardı. Gerçek bir acı değildi belki ama iz... iz gerçekti.

 

Hasan'ın gözleri kocaman oldu. "Ne olduğunu ikimizde biliyoruz." dedi Karaca, yavaş ve tane tane konuşarak. "Ama onların ne bileceğine ben karar veririm."

 

"Delirip bana saldıran senin sevgilindi. Benden daha az mı zarar göreceğini sanıyorsun?"

 

Karaca'nın yüzünde tek bir mimik oynamadı. Karşısındaki adamdan daha zeki bir hamle beklemişti. "Avukatım ben Hasan, Kaya'yı kurtarmak haftalarımı bile almaz. Her şey tek bir davaya bakar. Peki sen? Yirmi yedi sabıka kaydıyla bir avukata şiddet uygulamaktan kaç yıl yatarsın dersin?"

 

Tek kelime edemedi Hasan. Bir çıkış yolu aradı ama Karaca o yolların hepsini bir bir tıkamıştı. Tek başına bir avukatla savaşacak kadar aptal değildi fakat yine de kendi menfaati için şansını denemekten çekinmedi.

 

"Tek bir şartla, Melek'ten uzak durup aklını yıkamayı bırakacaksın işte o zaman şikayetimi çekerim."

 

Bakışlarını kararlı bir şekilde adamın üzerinde gezdirip "Şart mart yok." dedi Karaca ve çantasını alıp gömleğini yeniden bileğine indirerek yerinden kalktı. "Bu karakoldan nasıl çıkacağın sana kalmış. Ya şikayetini geri çekip sesini kesersin ya da ben senin içeri girmen için elimden geleni yaparım."

 

 

🔗

 

Kaya çıkış işlemleri için imza atarken arabasına yaslanmış yanında dikilen Sencer omzuyla omzuna vurarak kadının Kaya'nın üzerindeki bakışlarının ona doğru dönmesine sebep oldu.

 

"Ne?"

 

"Nasıl kapadı çenesini bu yavşak? Para mı teklif ettin adama?"

 

Gözlerini devirirken alaycı bir gülüş yerleşti suratına. "Faturalarımı zor ödüyorum abi ben ne parası Allah aşkına."

 

"O zaman?"

 

Onun soru dolu bakışlarına karşılık omuz silkti Karaca. "İkna ettim işte bir şekilde. O değil de sizin hastanede ne işiniz vardı?"

 

"Leyla teyze rahatsızlanmış akşam üzeri."

 

"Neden?" dedi Karaca kaşlarını merakla çatıp Sencer'e doğru dönerken. "Neyi varmış?"

 

"Tansiyonu çıkmış, baygınlık geçirince de hastaneye kaldırmışlar."

 

"Kaya'nın niye ateşini arayan barut gibi gezdiği belli oldu."

 

Sencer konuşup konuşmamak arasında kalsa da cebinden çıkardığı paketten bir dal sigara çekip ateşledikten sonra derin bir nefes çekip dumanı dışarı verdi ve yeşil gözlerini omzunun üzerinden kendisine çevirdi. "Ahsen düğünde olanlardan bahsetmiş Kaya'ya... Barut gibi gezmesine sebebi annesi değil dün gece Nihan'ın sana söyledikleri."

 

Karaca içindeki meraka engel olmaya çalışarak sustu bir süre lakin kaşlarını çatıp ela gözlerini kirpikleriyle perdelemeden edemedi.

 

"Sonrası elli altı zaten. Olay Nihan'dan babasına sıçramış."

 

Kaya imzaladığı kağıttaki bakışlarını onlara doğru çevirdiğinde karşısındaki polis memuru ona bir şeyler söyleyerek bakışlarını yeniden önüne çevirmesine sebep olmuştu.

 

Göğsünün orta yerinde bir şeyler titredi Karaca'nın. Kaya'nın babasıyla ettiği kavgaların ne denli şiddetli olduğuna şahit olmuş ve Kaya'nın da babası konusunda kendisinden farklı bir kader yaşamadığını yıllar önce kendi gözleriyle görmüştü. Keşke görmeseydi. Sevgiden yoksun taş kalpli adamın tekiydi Şahin Saygıner. Bir güne bir gün çocuklarının başını okşadığına şahit olmamıştı. Haklı olduğunu bilse de onun yüzünden babasıyla kavga ettiğini duymak içten içe suçlu hissettirmişti Karaca'ya. Bir kez daha Kaya'nın babasıyla arasındaki uçurum olmak istemiyordu. Onun yaşadığı yoksunluğu Kaya da yaşasın istemiyordu.

 

"Keşke söylemeseymiş." dedi derin bir iç çekerek. Sözleri Ahsen'eydi.

 

"Ahsen sussa ben konuşurdum Karaca. Herkes yerini bilecek. O gün sustuysam bu konuşmayı yapması gereken kişinin Kaya olduğumu bildiğimdendi."

 

Omzunun üzerinden dönüp Sencer'e baktı kadın. Ercüment'e karşı yaşadığı hayal kırıklığı hala içine oturmuş öylece dururken Sencer'den bu lafları duymak ona tuhaf hissettirmişti.

 

Adam telefonuna gelen mesajı okuyup ona döndüğünde "Ben gidip Leyla Teyzeleri hastaneden alayım." dedi. "Siz Kaya ile dönün. Üstü başı kan içinde kadın bir de bunu böyle görüp yüzünden üzülmesin."

 

Karaca başını sallayarak onayladı adamı. Adam gitmek üzere dönecekti ki vazgeçmiş gibi kararlı kararsız yeniden ona döndü. "Dün geceden sonra Efnan'la konuştunuz mu?"

 

"Hangi konuda?"

 

"Benimle ilgili bir şey söyledi mi sana?"

 

Kirpikleri usulca kısıldı kadının. Efnan'ın dün geceki anlam veremediği tuhaflığının sebebi Sencer miydi?

 

"Konuşmak istedi ama ne ile ilgili olduğunu söylemedi. Ne oluyor Sencer?"

 

"Yok bir şey. Anlatmak isterse Efnan sana anlatır. Hadi eyvallah."

 

Sencer'in yüzündeki karmaşa Karaca'yı daha da düşündürürken adam ona arkasını döndü ve arabasına binip kadını kafasında onlarca soru işaretiyle bırakarak ani bir manevrayla karakolun bahçesinden çıkıp gitti. O an en kısa zamanda Efnan ile konuşup neler döndüğünü öğrenmesi gerektiğini aklına not etti Karaca zira aklında dönen tilkiler ve burnuna çalınan kokular ona hiç iyi şeyler olduğunu söylemiyordu.

 

Yaklaşık on on beş dakika sonra Kaya karakoldan çıktığında yasladığı arabadan doğrularak adamın onu fark etmesi için elini kaldıracaktı ki daha elini kaldıramadan Kaya'nın bakışları saliseler içinde onu bulmuş uzun ve sert adımları sayesinde birkaç saniye içinde burnunun dibinde bitmişti.

 

"Ne zırvalıyor o şerefsiz?"

 

"Kim?"

 

"Hasan denen o şerefsiz Karaca. Ne söyledin de şikayetini geri aldı ibne."

 

Dudaklarını ıslatarak sakin kalmaya çalıştı Karaca. "Gidelim mi çok yoruldum?" Arabanın diğer tarafına dolanmak için harekete geçecekti Kaya onu kolundan tutup kendine doğru çektiğinde dişlerini dudaklarının içine geçirerek acısını görmezden gelmeye çalıştı.

 

"Karaca!"

 

"Bir avukata kafa tutarsa neler olabileceğini söyledim. Hepsi bu tamam mı?"

 

Adamın ona inanmadığını gözlerinden okuyabiliyordu Karaca bundandır ki konuyu değiştirerek şoför koltuğuna doğru yürürken omzunun üzerinden dönüp adama baktı tekrar. "Sencer Leyla Teyzeleri almaya gitti. Sen de bana kaldın. Tabii benimle gelmek istersen..."

 

"İt herif. Kim bilir yine neyin peşinde."

 

Kaya kapıyı sertçe kapatıp yerine yerleştiğinde araba kullanırken kat kat giyinmekten hoşlanmadığından üzerindeki trençkotu çıkarıp koltuğuna oturarak çantası ile birlikte arka koltuğa arka koltuğa bıraktı. Bu hareketi Kaya ile aralarındaki mesafeyi sıfıra indirmiş uzun saçlarının adamın gömleğinin üzerine dökülmesine sebep olmuştu.

 

Kadın her şeyden habersiz almayı unuttuğu telefonunu çantasından çıkarırken Kaya ciğerlerinin hasret kaldığı o koku burnuna dolduğu an diken diken oldu tüyleri. Arabaya girdiği ilk an aldığı koku şimdi birkaç santim ötesinde ciğerlerini acı acı yakıyordu. Beyaz gömleğinin üzerine dökülen tutamlara bakıp zorlukla yutkundu. Kendini uzun zaman sonra ilk defa bu kadar çaresiz ve alaşağı olmuş hissediyordu. Kadının gözlerine bakmak bile onun için bir işkenceyken burnunun dibinde olması ona karşı beslediği tüm duyguları bir bir aşikâr ediyor tüm gardını düşürüyordu.

 

"Senin yapacağın işi s*keyim Sencer." dedi kasılan çenesi yüzünden sıktığı dişlerinin arasından ve dayanamayarak kadına söylendi.

 

"Oturacak mısın artık!"

 

"Bir saniye."

 

"Ver! Bana ver."

 

"Neyi?"

 

"Çantanı."

 

Karaca adamın sesindeki tınıyı hissettiğinde çantasıyla birlikte geriye doğru çekilip yerine oturarak adamın o içinde kaybolduğunda koyu kahverengi gözlerine baktı. Biraz önce ışığın altında bal rengine dönen ela gözleri şimdi kahvenin en koyu tonuna ev sahipliği yapıyordu.

 

"Ver."

 

İkiletmeden dalgınca uzattı çantasını. O an o da en az Kaya kadar afallamış hissediyordu. Çünkü çok iyi tanıyordu bu buğulu bakışları.

 

Kaya'nın üzerindeki gözlerini çekip anahtarı çevirerek motoru çalıştırdı ve camı aralayarak derin bir nefes alıp sakince karakolun bahçesinden çıktı.

 

Saniyeler sonra Kaya telefonunu çıkarıp ona uzattığında ne aradığını bile unutmuştu, adam çantasını gelişi güzel arka koltuğa fırlatıp arkasına yaslandığında dönüp kısaca yüzüne baktı. Dirseğini camın kenarına yaslamış parmakları dudaklarının üzerinde öylece yolu izliyordu.

 

"Nereye bırakayım seni?"

 

"Eve."

 

"Mahalleye mi?" derken usulca kaçırdı yine bakışlarını yoldan Karaca. Adamın bakışları hala camın arkasındaki yoldaydı.

 

"Limana."

 

Pencereyi aralayıp derin bir nefes verdi Karaca. Bir zamanlar kaçıp nefes aldıkları sıcacık bir evleri vardı Kaya ile limanda. Evlendikleri zaman onlara yuva olacak içinde onlarca hatıra barındıran küçük ama huzur dolu bir ev. Hala o evde mi kalıyordu sahiden?

 

"Kimdi o adam seni niye tehdit ediyordu?"

 

"Bu soruyu sormak için biraz geç kalmadın mı?"

 

Adam cevap bekleyen elalarını ona çevirdiğinde derin bir nefes alıp "Tüm işimi baltalamasaydın müvekkillerimden biri olacak bir kadının, eski kocası olacaktı." dedi sesine yansıyan öfkeye engel olamayarak. "Ama artık davaya bakacak başkasını bulmam gerek."

 

Dönüp Kaya'ya kısaca baktı Karaca. Hareketlerini izliyordu.

 

"Hastanede ne işiniz vardı?"

 

"Kadının dört yaşında hasta bir oğlu var. Hasan olacak pislik ilaçlarını almayınca zatürreye çevirmiş hastalığı, otuz dokuz derece ateşle zor yetiştirdik hastaneye. Kimi kimsesi yok kadının, daha gencecik yetmiyor gibi bir de hamile. Benden medet ummuş işte..."

 

İçli bir nefes çekip yüzüne dökülen saçlarını geriye doğru taradı parmaklarıyla Karaca. Bileğine dolanan sıcak parmaklar yoldaki bakışlarının aniden Kaya'ya dönmesine sebep olduğunda direksiyonu zorlukla zapt etti. "Napıyo-"

 

"Bu ne?"

 

Kaya'nın öfkeden deliye dönmüş elaları, sıyrılmış gömleğinin aşikâr ettiği morluktan ayrılıp ona döndüğündü kendine ağır bir küfür savurdu Karaca. Ceketini çıkarırken aklından ne geçiyordu ki? Böyle bir ahmaklığı nasıl yapabilmişti?

 

"Çek arabayı sağa."

 

Dinlemedi kadın. Kaya ile yeni bir kavgaya hazır değildi. Sürmeye devam etti fakat Kaya'nın ikinci ikazı ilkinden çok daha sertti.

 

"Arabayı sağa çek Karaca."

 

Işıkların zar zor aydınlattığı yolda yavaşlayarak adamın isteğini yerine getirdi Karaca. Sertçe kapanan kapının ardından arabanın etrafına dolanıp onun kapısını açmadan önce derin bir nefes alıp gözlerini kapatarak dudaklarını yaladı.

 

"İn aşağı."

 

Uzatmadı, Öyle ya da böyle bu konuşmayı yapmak zorundaydı artık. Arabadan gönülsüzce inip kapıyı kapatarak arkasına yaslandı Karaca. Kaya kolunu tutup gömleğini dirseğine kadar sıyırdığında kaşları olabildiğince çatılmıştı. "Hasan denen o p*ç mi yaptı bunu sana?"

 

Sesindeki öfkenin aksine canını yakmaya korkar gibi baş parmağı belli belirsiz teninde gezindi Kaya'nın. Zorlukla yutkundu, başını kaldırıp Kaya'nın gözlerine bakmak yerine omuzlarının üzerinde gezdirdi bakışlarını. Tenine bir diken gibi batan soğuğa karşılık Kaya bedenini ona siper ettiğinde farkında olmadan adama biraz daha sığındı.

 

"Ben yaptım." dedi başını kaldırıp Kaya'nın bir zamanlar içinde kaybolmak istediği koyu elalarına bakarken.

 

"Delirdin mi sen? Bunu kendine nasıl yapar bir insan Karaca?"

 

"İnsan sevdikleri için her şeyi yapar Kaya... Benim yüzümden daha fazla zarar gör istemiyorum."

Yüzünde belli belirsiz bir gülüş oluştuğunda "Hem seni yaktığım kadar yanmadı canım merak etme." dedi

 

Haftalar önce Kaya'da aynı cümleyi ona kurmuştu. Onun yaktığı eline karşılık 'Senin yaktığın kadar yakmadı Karaca.' demişti. Çektiği vicdan azabı dün gibi aklında, sözleriyse göğsünün orta yerine saplanmış öylece duruyordu orada.

 

Kaya'nın elleri kollarını iki yanından kısaca kavradığında başını eğip aralarındaki tüm mesafeyi sıfırladı. Ciğerlerine dolan koku öylesine gerçekti ki özlemle sızladı her bir yanı. Sımsıkı kapattı gözlerini. Kaya'nın sıcak nefesi saç diplerini süpürürken parmaklarının tenine battığını hissedebiliyordu.

 

"Sevmek mi? Yapma Karaca." dedi başını iki yana sallarken alayvari bir gülüşle. "Beni aynı çukurun içine bir kez daha atma. Kolumu kanadımı kır kalbimi göğsümün ortasından söküp al. Ama beni bir kez daha sana mahkum etme."

Kaç güneş battı o gece bilmiyorum. Ama bir daha hiç güneş doğmayacak gibiydi. Bir söz kaç güneş batırır o zaman öğrendim.

🪽

 

 

 

 

Bu bölüm, desteklerini bir an olsun esirgemeyen Damlaylo ve Hanımelikokusu'na ithaf edilmiştir.

🩷

 

Bu bölümü olayların uzunluğu ve devamlılığı sebebiyle iki parta ayırmaya karar verdim çiçekler. Umarım keyifle okursunuz.
Varsa yazım yanlışları vs. bir hatam şimdiden affola.
Oyları ve yorumları size, sizi de Allah'a emanet ediyorum.
Bir sonraki bölüme dek sağlıcakla kalın.

 

 

Bölüm : 29.09.2025 22:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...