17. Bölüm
Mosiella / Milyon Dolarlık Gelin / 10. Yol Geçen Hanı

10. Yol Geçen Hanı

Mosiella
madamosiella

 

 

 

​​​O N U N C U B Ö L Ü M

"Yol Geçen Hanı"

🔗

 

Kenan Karahanlı’nın servetine servet katacak kızına biçtiği değer yirmi milyon muydu yani?
Ne fedakar baba. Onu bulabilmek için her şeyini ortaya koymaya hazır. Yanan gözlerime inat güldüm. Ya da beni Affan’a satabilmek için her şeyini ortaya koymayı hazır mı demeliyim?

“En çirkin çıktığım fotoğrafı basmışlar.”

“Bunun için ağladığını söyleme bana.”

Burnumu çekip arkasındaki masaya yaslanmış Cihangir’e baktım. Kollarını göğsünün altında bağlamış çattığı kaşlarıyla karşımda dikiliyordu.

“Başka ne için ağlayabilirim Allah aşkına. Babamın bana biçtiği değere ağlamıyorum herhalde?” Yanağıma süzülen birkaç damlayı sildikten sonra saçlarımı geriye atarak başımı kaldırdım.

“Babam sonuna kadar açmış kesenin ağzını. İhtiyacın varsa söyle gidelim para yabancıya gitmesin.” Dedim gülmeye çalışarak burnumu çekerken.

Hayır, hayır ağlamayacağım. Cihangir’in karşısında salya sümük ağlamayacaksın öldürürüm seni.

“Şevval’i aramamı ister misin?” Benden bağımsız akıp yüzümü ıslatan göz yaşlarıma baktı. Yaşadığım duygu karmaşası onu da afallatmıştı. Başımı iki yana sallayıp yüzümü elimin tersiyle yeniden sildim.

“Beni teslim etmek için Şevval’i değil babamı araman gerekiyor. Ya da Affan’ı. Eminim çok daha fazlasını verir o şerefsiz.”

“Seni birine verecek olsaydım bu haber basılmadan çok daha önce verirdim Defne.”

“O zaman Karahanlıların varisi olduğumu bilmiyordun. Bu kadar para ettiğimi de..."

“Paranız umurumda bile değil. Kimsenin maddi bir ederi olamaz.” Durmak bilmeyen lanet olası yüzüme akan yaşları tekrar tekrar silerken tüm bedenimi şoka uğratan o cümleler döküldü dilinden.

“Sandığının aksine ilk günden beri kim olduğunu biliyordum.”

“Nasıl?” dedim. “Hırsız olmadığımı bildiğin halde beni yerden yere mi vurdun yani?” Esas takıldığım meselenin bu olmasına ben bile şaşırdım.

Sahiden bu kadar içerlemiş miydim?

“Tam olarak öyle olmadı. Sen baygınken öğrendim her şeyi. Şevval aradıktan sonra Safa’ya kimliğini sorgulatıp senin hakkında bilgi toplamasını istedim.” Magazin dergisi takip etme olasılığını anında elemiştim kafamdan. Cihangir ve magazin dergileri...

Jetonum yavaşça düşerken Cihangir’in kurduğu cümleyi yeniden süzgecimden geçirdim. “Bir dakika... sen ne yaptım dedin?”

“Mesleki deformasyon, şahsi algılama.”

“Mesleki deformasyon mu? Kirpiklerimi kırpıştırıp başımı omzuma doğru eğdim. “Oldu olacak sicil kaydıma da baktırsaydın.”

Dilini dişlerinin üzerinde gezdirdikten sonra derin bir nefes alıp göğsünün üzerindeki ellerini ceplerine indirdi.

Sahiden baktırmıştı.

“O tuhaf gözlerini üzerimden çek. Aranan bir suçlu olduğunu düşünmemi sağlayan Şevval’di.”

“Madem aranan bir suçlu olduğumu düşünüyordun keşke hakkımda gizlice bilgi toplamak yerine gelip bana sormayı tercih etseydin.” dedim ıslak yüzümü temizleyip burnumu çekerken.

“Sorsam her şeyi anlatacak mıydın bana?”

“Her şeyi değil. Sadece bilmen gerektiği kadarını. En azından hırsız ya da suçlu olmadığımı kanıtlardım sana. Ben bir kez olsun sordum mu sana o gizli kapaklı işlerini? Ya da peşindeki adamların kim olduğunu? Sormadım, gizlice kapılarını dinlemedim, üstüme vazife olmayan işlere kalkışmadım. Çünkü isteseydin anlatırdın. Ben de sanıyorum ki sahiden bana saygı duyduğun için sormayı tercih etmiyorsun. Alışverişte beni saklamaya çalışman, ailemden kaçtığımı söylediğinde en ufak bir tepki dahi vermemen... Bu kadar saf olduğuma inanamıyorum gerçekten.”

“Niye bu kadar öfkelendin Defne? Neyi öğrenmiş olma ihtimalim seni bu kadar öfkelendirdi?” Kaşları çatıldığında aramızdaki mesafeyi usulca kapattı.

Herşeyi.

“Öfkeli falan değilim ben. Bir daha benden izinsiz hayatıma burnunu sokma. Soracakların varsa da gelip bana sor.” dedim ve yataktan kalmak için ayaklarımı yere indirdim.

İşte şimdi bana olan ön yargısının sebebini anlayabiliyordum.

Başucumdaki eşofmanı alıp dizlerimden geçirirken Cihangir’in gözlerinin üzerimde olmadığını biliyordum ta ki baldırıma vuran ağrıyla derin ıslıklı bir nefes alana kadar. Yardım etmek için uzandı ama elini tutarak durdurdum onu. “Kendim giyerim.”

Acımı umursamadan kalktım hızlıca yataktan. Hareketlerim fazla hoyrattı. Sekerek mutfağa gitmek yerine bu sefer zor da olsa ayağımın üzerine basmayı denedim.

“Nereye?”

“Cehenneme. İki oda bir salon evde bu bacakla nereye gidebilirim Cihangir? Acıktım, mutfağa gideceğim.”

“S*ktir!”

Kapıdan benden önce fırlayıp çıktığında neye koşturduğu merak etsem de topal ayağım yüzünden peşine sandığımdan uzun sürmüştü. Mutfağa yaklaştıkça burnuma dolan yanık kokusu yüzümü buruştururken birkaç kez öksürdüm. İçerisi duman altıydı.

"Gitti güzelim menemen."

Cihangir kararmış tavayı lavabonun içine atıp suyu üstüne boca ederken sağ elini hızla geri çekip yüzünü buruşturunca benim yüzümde onunki ile birlikte buruştu, baş parmağını yakmıştı. Ona doğru ilerlemek için adım atmıştım ki tam o an bir çatırtı daha duyuldu ve mutfağın tavanında sallanan ampul saniyeler içerisinde patlayıp üzerimize dökülürken çığlığı basıp korkuyla geri çekildim.

Fakat Cihangir benim kadar şanslı değildi. Zira tepesinin üzerinde patlayan ampulün ilk hedefi yüzü olmuştu.

El havlularından birini ıslatıp tencerenin üzerine kapattıktan sonra başını kaldırıp önce bana ardından az önce ampulü patlamış mutfağın tavanına ve ocağın üzerindeki erimiş prize baktı.

“İyi misin?”

“Ben iyiyim de sen...”

Kanayan kaşı ve yanağından bir haber musluğu kapatıp içerideki dumanın dışarıya çıkması için pencereyi açtığında içeri girmek için adım atmıştı ki bakışları anında beni buldu. “Gelme. Her yer cam içinde.”

“Senin ayaklarında çıplak.” Kendini bırakmış hala beni düşünüyor olması canımı sıkmıştı. Kaşlarım istemsizce çatılırken “Canın acımıyor mu?” Dedim. Dudakları içinde bulunduğu duruma tezat usulca kıvrılsa da sadece saniyeler sürmüştü. Kaşından yanağına süzülen kanı parmağının ucuyla silip erimiş prize daha yakından bakmaya başladı.

Adam terini siler gibi umursamazca silip geçti yarasını. İnsan bi ah der bir yüzünü buruşturur be.

“Tüm tesisatın anası si-” diyecekti ki bakışları kapının önünde bulunan bedenime döndüğünde “Yenilenmesi lazım.” dedi elindeki erimiş kabloyu atarcasına bırakıp eline bulaşmış duman isini mutfak havlusuna silerken. “Acıktım mı demiştin sen?” Daima dolu gördüğüm masanın üzerindeki meyve sepetinden aldığı elmayı yıkayıp parmaklarımın arasına bıraktıktan sonra koridora doğru yürümeye başladı.

Aç kalmıştık.

“Neyse iyi yönünden bak kızım kilo veriyorsun?” Annemin bu duruma benden daha çok sevineceği aklıma geldiğinde elmayı dişleyerek bezgin bir nefes verdim.

Cihangir bir elini sıkıntıyla boynunda gezdirip banyoya doğru giderken kulağındaki telefonuyla başını bana doğru çevirdi. Salona dönüp oturmamı işaret etse de yaralı ayağıma inat o arkasını döner dönmez peşine takıldım. Özel hayata saygı falan yoktu bundan sonra. Madem o benim hayatıma burnunu sokarken bana sormuyordu ben de sormayacaktım.

“Hasan?...Şimdi boş ver hal hatır faslını koçum, bana elektrikçi lazım var mı köyde elektrikten anlayan birileri?”

Aynadaki yansımasına daha yakından bakarken arkasında beni görünce usulca çatıldı kaşları. Yanımda kalan bedeni gölgesinde saklanabileceğim kadar genişti. Başımı çıplak pazısının yanından uzatıp güneşin doğru düzgün aydınlatamadığı banyoda kaşı ve yanağındaki kesiği tıpkı onun gibi daha yakından görmeye çalıştım.

“Eyvallah. Haber edersin. ”

Telefonu kulağından indirdikten sonra tip tip baktı aynadan bana bir süre. Özellikle Hacışakirle yıkadığım saçlarımda daha uzun süre kalması canımı sıkmıştı.

“Hayırdır?”

Bacağımın üzerinde daha fazla duramadığımdan ayna ile arasına girip kalçamı tezgaha yasladım. “Borcumu ödemek istiyorum.”

“Ne borcu?”

“Sen benim yaramı nasıl sardıysan ben de seninkini saracağım.”

“Abartma Defne altı üstü iki kesik.”

Banyodan çıkmak için arkasını dönecekti ki kolunu tutup durdurdum onu. Küçük ya da büyük acı acıydı. Niye taştan yapılmaymış gibi davranıyordu ki.

“Borcumu ödemek için daha iyi bir fırsat bulamam bence.”

Yarısını yediğim elmayı eline tutuşturup lavabonun üzerindeki ecza dolabından biraz pamuk ve batikon almak için uzandım, sol ayağımın üzerine basmamak için değil ama arkamdaki varlığı ve saçlarıma vuran nefesinin sıcaklığının düşüncelerimi bulandırmaması için ekstra çaba sarf etmiştim.

Yukarı doğru uzanmak için tezgaha yasladığım belim soluma doğru meylederken bir eli düşmeyeyim diye belime diğeri eliyse uzanmaya çalıştığım batikon şişesine uzandı. Başım sadece birkaç santim ötemdeki yüzüne döndüğünde yeşilleri yüzümün her santimindeydi. Kaşları çatılıp uzun kirpikleri kısıldığında batikon şişesini benden önce alıp eline tutması için verdiğim elmayı parmaklarımın arasına sıkıştırarak arkasını döndü.

“Umurumda olduğundan değil. Başımı şişirme diye kendim halledeceğim. Sen de böyle zin zin dolaşmak yerine dikişlerin tutana kadar dizini kırıp otur.”

 

***  

Tırnaklarımdaki çıkmaya yüz tutmuş ojeleri silerken beni bir an olsun yalnız bırakmayan otuz yedi ekran televizyona minnetle baktım. Seyretmediğim gündüz kuşağı izlemediğim dizi kalmamıştı. Çizim defteri olarak kullandığım Şevval’in eski kitapları vardı tabii birde. Görünce bana kızar mıydı bilmiyorum ama hepsinin eskisinden daha güzel göründüğüne yemin edebilirdim.

Ojeleri iyice temizledikten sonra birkaç gün önce Cihangir’e yalvar yakar aldırdığım bordo ojenin jelatinini açtım. Renginden emin olamayıp kutudaki diğer kırmızı ojeyi çıkardığımda yüzümde yine aptal bir gülümseme oluştu.

Haftalardır evden dışarıya adımımı atmıyordum. Bu durum sandığım kadar kötü hissettirmiyordu. Aksine kendi içime çekilmemin ruhuma iyi geldiğini düşünmeye başlamıştım.

Demir kapının kilidi tıkırtıyla dönüp açıldığında gelenin Cihangir olduğunu bildiğimden işime devam edip bordoya yakın bir tondaki kırmızı ojeyi tırnağıma dikkatlice sürmeye başladım.

“Hazırlan hadi gidiyoruz.”

“Nereye?”

“Dışarıda birkaç işim var. Senin şu dikiş işini de hallederiz.”

“İstemiyorum. Önemli bir iş üstündeyim şu an gördüğün gibi.”

“Önemli iş.” Üzerindeki montu çıkarırken kaşları usulca kalktı. Başını usul usul sallarken “Affedin prenses hazretleri ben tırnaklarınızı cilalamanızın dikişlerinizi aldırmaktan daha önemli bir iş olduğunu düşünemedim.”

“Ahırda mıydın sen?” dedim aldığım koku burnumu kırıştırırken.

Başını sallayarak onayladı beni. “İneklerden biri buzağılamış. Veteriner aradım tüm gün.”

Fırçayı şişenin içine sokup ona döndüm. “Ne yapmış dedin?”

“Buzağılamış. Anne olmuş. Daha da açmamı ister misin?”

“Salak muamelesi yapma bana anladık doğurmuş. Allah analı babalı büyütsün.”

Fırçayı yeniden şişenin içinden çıkarıp yüzümü pencereden tarafa dönerek sağ elimi kolçağa yasladım. Kalçasını çaprazımda kalan koltuğa yaslayıp ayaklarını birbirinin üzerine atarken benim aksime onun tüm dikkati yüzümdeydi.

“Analı büyür de babasını bilemem. Geçen ay satmış babaannem babasını.”

“Satmış mı? Nedeen? Yavrusu olduğunu bilmiyor muydu?” dedim kaşlarım yukarıya doğru kaldırıp üzgünce dudaklarımı bükerken.

“Biliyordur tabii. Fakat insanlar gibi büyük sorumluluklar düşmüyor hayvanlar aleminde babalara. Birkaç tür hariç. Yavrular anneleriyle büyür daha çok.”

Madem öyle benim babam niye üstlenmedi bu sorumlulukları demek istesem de sustum. Neydi mesela Cihangir’e göre baba olmak? Her insan da aynı mıydı babalığın tanımı? Öyle olsa yıllarca arkadaşlarımın babalarıyla kendi babamı kıyaslamak zorunda kalmazdım herhalde.

Fırçayı şişenin içine yerleştirip kapağını sıkıladıktan sonra dalgın bakışlarımı kaldırdım.

“Görmek ister misin?”

Kuruması için üflediğim tırnaklarımdaki bakışlarım onu bulduğunda kararsızlıkla dişledim dudaklarımı. “Boynuzları var mı?”

Yüzünde geniş bir gülümseme oluşurken haftalar sonra beyaz dişlerini yeniden aşikar oluşunu izledim. Gülmek sahiden ona yakışıyordu. Daha çok gülmeliydi.

“Ayaklarının üzerinde bile duramıyor.”

 

Yaklaşık bir saat sonra ben ojemi kurutmuş Cihangir’de duş almış bir şekilde ahırın önüne inmiştik. Kapıdan girdiğim an yüzüme vuran kokuyu görmezden gelerek Cihangir’in dibine kadar girdim. Yavruyu görmek için sabırsızlansam da bu boynuzlu danalardan hala deli gibi korkuyordum.

Cihangir tedirginliğimi anlamış gibi beni önüne doğru çekip parmaklarımı usulca kavradı. “Korkmana gerek yok. O da en az senin kadar tedirgin.” Elimi kaldırıp başı bizden tarafa dönük olan ineğe doğru uzattığında sesli bir soluk verdim. “Cihangir...”

“Şş...Yavrusuna dokunabilmek için önce annesinin güvenini kazanmalısın.”

“Önce o benim güvenimi kazansın.”

“Ne yapsın oda ön ayağını senin omzuna mı koysun Defne?”

Kırmızı ojeli parmaklarım sarı tüylerinin üzerini bulduğunda başını çekecek gibi olsa da Cihangir parmaklarımı burnunun üzerine doğru kaydırınca başını avucumun içine daha çok bastırdı. Vay canına, tüyleri saçlarımdan bile daha yumuşaktı. Bu durum dudaklarımın düşmesine sebep olduğunda Cihangir’e bir sonraki sefere yalvar yakar aldırmam gereken şeyin ne olduğuna çoktan karar vermiştim.

Hissettiğim kıpırtı ile bakışlarımı aşağı doğru çevirdim. İneğin bacaklarının arasına saklanan yavru başım ona döndüğü an sav sak basan adımlarla geriye doğru kaçıp annesinin arkasına saklanırken sesli bir iç çektim.

“Neden bu kadar küçük?” Bir köpek yavrusundan biraz daha büyüktü.

“Cinsleri böyleymiş. Beslemek ister misin?”

Yavrunun üzerindeki bakışlarım anında ona döndü. “Ben beceremem ki. Daha önce hiç yapmadım. Hem nasıl beslendiklerini bile bilmiyorum.”

“Ben de ilk defa bugün yaptım merak etme.”

“Sahi mi?”

Başını sallayarak beni onaylarken yanımdan kısa bir süre ayrıldı. Geri döndüğünde elinde beyaz bir biberon tutuyordu. Birkaç adım geriye gittim. “Ben hala yapabileceğimden pek emin değilim.” dedim kararsızlıkla.

“İstemiyor musun?”

“Korkuyorum.”

“Sana zarar vermesinden mi?”

“Hayır.” dedim başımı iki yana sallayarak. “Ona zarar vermekten.”

“Gel buraya.” Bir süre hareket etmeden yüzüne baktım. “Gel!”

Aramızdaki mesafeyi birkaç adımda kapattım. İnek sanıyorum ki doğumun yorgunluğundan dizlerinin üzerine yatarken yavrusu hızlıca ezilmemek için kaçtı altından. Cihangir onu usulca kendine doğru çekip demir sütunların arasından çıkardığında saman balyalarının üzerine oturmamı işaret etti. Temizliğinden emin olamasam da yavruyu besleyecek olma heyecanım daha ağır basınca dediğini yapıp balyaların üzerine oturdum.

Dizlerini kırıp önüme çöktü ve yavruyu kaçmasın diye bacaklarının arasına yere indirdi. Kaçmak ister gibi bir hali yoktu gerçi kokusunu almış gibi burnuyla sütün nerede olduğunu arıyordu. Cihangir ona istediğini verip biberonu ağzına dayadıktan sonra zehir yeşili gözleri yavrunun üzerinden kalkıp bana tutundu.

“Bu açıyla tutmak gerekiyor.”

Biberonu elinden alıp tıpkı onun tuttuğu gibi tutarak yavru ineği beslemeye başladığımda durumdan rahatsız olmuş gibi biberonla birlikte Cihangir’in dizlerinin arasında biraz daha geriye çekildi.

“Devam et.” dedi Cihangir tedirginliğimi anlamıştı. “Biraz zaman alabiliyor.”

Söylediği gibi oldu sahiden yavru bir süre sonra Cihangir’in dizlerinin arasından çıkıp benim dizlerime tutunduğunda günler sonra benim bile duymayı özlediğim bir kıkırtı döküldü dudaklarımdan. Onu rahatlatmak için sarı beyaz tüylerin arasına bu kez korkusuzca uzanmıştı parmaklarım. Başarmışlık hissinin verdiği gururla başımı kaldırıp Cihangir’e baktığımda zehir yeşili irislerinin zaten üzerimde olduğunu fark ettim. Yüzünde yine aynı ifade vardı.

Daha çok karışmış gibiydi.

Dizlerinin üzerinden kalkıp karşıma dikildi. Bakışları gelişi güzel ahırın içerisinde dolaşırken “Zor olmadığını söylemiştim.” dedi.

Yavru doyunca paytak adımlarla yeniden annesinin yanında dönüp göğsünün altına yerleşmişti. “Neden satmış ki babaannen?”

“Neyi?” dedi Cihangir dalgınca.

“Babasını. Ne güzel görünüyorlar baksana. Geri getiremez misiniz?”

“Gelemez artık, çok uzaklarda.”

“Nerede?” dedim. Civar köylerden birine sattıklarını düşünerek.

“Ne bileyim kızım. Kim bilir kimin midesinde.”

“İğrençsin. Şu kadarcık hallerini gördükten sonra nasıl bunun şakasını yapabiliyorsun?” dedim biraz önce beslediğimiz yavruyu göstererek.

“Şaka değil. Sen kabul etsen de etmesen de doğanın dengesi bu.”

Yüzüm daha da düşerken ayaklanıp karşısına dikildim. “Yiyecek misin?”

“Neyi?”

“Onu diyorum. Sen de yiyecek misin?”

Dudakları usulca kıvrılırken ellerini ceketinin ceplerine koyup başını salladı. “Muhtemelen bir gün. İstersen söyleyeyim babaanneme seni de çağırsın ne dersin? Birlikte mangal yaparız.”

“Zıkkımın kökünü ye. İnşallah boğazına durur da sessiz sedasız hık diye gidersin.”

“Ne diye, ne diye?”

Kaşlarım daha çok çatıldığında benimle alay edişine karşılık koluna sert olduğunu düşündüğüm bir şekilde vurup çıkışa doğru yürümeye başladım. “Hayvan düşmanı herif.” Kabanıma iyice sarılıp peşimden gelip gelmediğini umursamadan çıktım ahırdan.

Ve bahçenin ortasına yerleştirilmiş su kuyusunun karşısında kalan çeşmede ellerimi yıkarken Cihangir’i kafamın içinde defalarca kez yumruklayıp boğazladım.

Ellerini çırparak ahırdan çıktı oda birkaç dakika sonra. Kapıyı menteşesine takarken çalan telefonunu açıp tek eliyle sıkı bir yumruk attı kilide. “Tamam. Konum gönder bana bir saate orda olurum.”

Yüzüme dökülen saçları omzunda tekrar geriye çektim ve ellerimi üzerime silip merdivenlere doğru yürümeye başlayacaktım ki Cihangir sözleriyle durdurdu adımlarımı. “O eteği çıkarmak için gitmiyorsan boşuna yukarı çıkma Defne. Arabaya yürü.”

“Daha öncede söylemiştim. Hastaneye gitmeyeceğim.” Yüzüm buruşurken kabanımın iki yanını açıp eteğime baktım. “Kıyafetlerimle alıp veremediğin ne senin?”

“Hastaneye gitmeyeceğiz.” dedi. “Tanıdık doktor bir arkadaşım var kongre sebebiyle birkaç gün burada olacakmış. O bakacak. Hem ne derdim olacak kızım benim senin kıyafetlerinle. Hasta olup yine başıma bela olma diye söylüyorum. Bu havada adamın götü kesilir soğuktan.”

Tam o an çok yakından gelen bir havlama sesi duydum. Ellerim hareketini kesip tüm bedenim işlevini yitirirken gözlerim açılabildiği kadar açılmıştı.

Cihangir hareket etmememi söylese de onu dinlemedim. Dinleyemedim.

Bize koşarak gelen köpeği gördüğümde kopardığım çığlıkla birlikte bulduğum ilk yere tek zıplayışta tırmandım. Cihangir beline doladığım bacaklarımı hızla sararken sert bir darbe yemiş gibi inlese de onun sağlam bedeni sayesi ayakta kalabilmeyi başarabilmiştik.

Adının paşa olduğunu öğrendiğim canavar ayaklarının dibinde havlamaya başladığında kollarımı boynuna daha sıkı sarıp titrek bir nefes verdim. “Sakın. Sakın beni aşağı indirme. Söz veriyorum ne söylersen yapacağım. Ama sakın beni yere indirme.”

Sağ eliyle belimi sıkıca kavrayıp sol eliyle sakallarına yapışmış saçlardan kurtulduktan sonra Paşadan biraz daha uzaklaştı. “Eğer seni yere indirmemi istemiyorsan o kollarını gevşet.”

Lanet olası köpek havlayarak o kart sesiyle aklımı almaya yemin etmiş gibi arka ayaklarının üzerinde durduğunda bir çığlık daha kopararak Cihangir’e yapışa bildiğim yapıştım.

“Olmaz.” dedim korkuyla. “Görmüyor musun beni ısırmak için tek bir hareketini bekliyor?”

“Seni ısırmayacak.”

“Tabii bu yalana en son inandığımda beş yaşındaydım.”

Parmakları beni daha sıkı kavradığında bakışları hızla inip kalkan göğsüme düştü. Ciğerlerim çölde susuz kalmışçasına yakmaya başlamıştı yine beni.

“Tamam, sakin ol.” dedi beni teskin etmeye çalışırcasına. “Düşmemen için tutuyorum zaten seni. O yüzden beni boğmayı bırak.”

Kollarımı biraz olsun gevşetip onu boğmayı bıraktığımda avlunun çıkışına doğru yürüyüp demir kapıyı açarken bacaklarım deli gibi kasılıyordu. Yine de bunu görmezden gelmeye çalışarak başımı kaldırıp nereye gittiğimize baktım.

Cihangir’in keskin bakışları arabanın üzerinde gezinip arabanın kapısını aralayarak binmem için beni koltuğa bıraktığında bir elini sakince torpidoya uzattı. Yeşilleri üzerimden ayrılmadan mandalı çekip kapağın açılmasını sağlamıştı ki verdiği derin nefesle birlikte kapağı yeniden sertçe kapatıp sesli bir küfür sıraladı ve peşinde dolanan Paşa’yı da alıp kapıyı örtmem için başıyla işaret etti.

Bulamadığı nikotine miydi bu öfke yoksa bana mı?

Köpeği avluya sokup dış kapıyı çektikten sonra üzerindeki pati izlerini çırpıp arabaya doğru yürümeye başladı. Sürücü koltuğuna geçmesi sadece birkaç saniyesini almıştı. Bacaklarının uzun olması böyle bir avantaj olsa gerekti. Benim on adımda yürüyeceğim yolu o iki adımda aşıyordu.

“Nereye gidiyoruz?” dedim sorduğum sorunun cevabını bile bile. Doktordan başka bir cevap vermesini umut ediyordum. Alışverişe diyebilirdi mesela. Ya da çalı süpürgesine çevirdiğin saçlarına bakım yaptırmaya kuaföre. Ahh ne iyi olurdu sahi.

“Dikişlerini aldırmaya. Kaç kere daha söylemem gerekecek?”

“Biz birlikte gayet mutluyuz.”

“Siz?”

Olduğum yerde sıçrayıp çığlık atarken ayaklarımı dizlerimin altında toplayıp kapıya doğru yaslandım. Arka koltukta oturan siyahlara bürünmüş adamı gördüğüm de dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Adam öylesine rahat bir şekilde yayılmıştı ki koltuğa babasının evinde bu kadar rahat olmadığına emindim. Öyle ki bu rahatlık bakışlarımın yanımda oturan Cihangir’e dönmesine sebep oldu.

“Arabanın arka koltuğunda bir adam oturuyor.”

Verdiği nefes arabanın içini doldurduğunda başını arkaya yaslayarak çenesini sıvazladı. “Farkındayım.”

“Daha erken fark edersin sanmıştım.”

“Fark etmediğimi mi düşünüyorsun?”

Gözlerim öyle arka koltuktaki adama sonra Cihangir’e ardından torpidoya dönerken jetonum metrelerce yükseklikten çarpa çarpa düştü. “Silahını arıyordun.” dedim birkaç saniye önce torpidodan çıkardığı öfkesinin sebebini anlayarak.

Uzanıp motoru çalıştırdıktan sonra bana kısa bir bakış atıp dikiz aynasından arkada oturan adama döndü. Alnının ortasından vurmadığına göre tanıdığı biriydi. Ya da en azından peşindeki adamlardan biri değildi.

“Tanışıyorsunuz o zaman?” Parmaklarımı ikisinin arasında gezdirirken yönümü biraz daha dönüp başımı Cihangir’in iki koltuğun arasını kaplayan koluna çarpmamaya çalışarak arkaya doğru çevirdim.

Adam rahatını bozmadan baş hareketiyle beni onaylarken “Öyle.” dedi.

“Karargahtan mı? Hangi ilde görev yapıyorsunuz?”

Cihangir’in bakışları anında beni bulduğunda ben de dönüp ona baktım.

“Önüne dön.”

“Bu evet oluyor sanırım.”

“Dön önüne.”

“Neden, hakkında bir şeyler öğrenmem seni rahatsız mı ediyor? Safa da sana anlatmamış mıydı?”

“Ne anlattı lan Safa sana?”

“Aynı şey değil.”

Vücudumu ona doğru döndürüp kaşlarımı kaldırdım öyle mi dercesine. Surat ifadem gayet de aynı şey olduğunu söylüyordu.

Öfkeli bir soluk verdikten sonra dikiz aynasından arkaya baktı. “Sen de gelecek zamanı buldun a*ına koyuyum. Kafa dinleyelim diye geldik yol geçen hanına döndü köy. Işığı gören geliyor.”

Kaşlarım daha çok kalkarken istenmeyen ot konumuna düşmek canımı sıkmıştı. O dakikadan sonra tek kelime etmedim.

Ta ki gittiğimiz otelde karşılaşmayı ummadığım o tanıdık eski yüzlerden birine daha denk gelene kadar.

 

***

 

Yıldızımızı parlatıp yorum yapmayı unutmayın olur mu? 🐣

 

Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle...

 

Bölüm : 09.01.2025 22:38 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...