

O N İ K İ N C İ B Ö L Ü M
"Benimle Gel"
🕯
Gün geceye dönmeye başlarken Cihangir’in gidişinin üzerinden epey zaman geçmişti. İçimde tuhaf bir huzursuzluk ile yatağın kenarına oturmuş dakikalardır Farah’ın dikişlerimi almasını bekliyordum, Sekizinci dakikada dişlemekten kızardığına emin olduğum dudaklarımı bırakarak derin bir nefes aldım. İçimden bir ses yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu söylüyordu.
Farah elinde birkaç malzemeyle odaya girdiğinde pencerenin üzerindeki bakışlarımı ona çevirdim lakin onu görmek gerginliğimi daha da artırmıştı. Elindekileri yatağın kenarına bırakarak boğazını temizledi. “Malzemeleri toparlamam biraz uzun sürdü.” Konuşurken bakışları bana kısaca uğradı. Rahatsızlığımı o da fark etmiş gibiydi. “Gergin görünüyorsun... Merak etme elim hafiftir.”
“Umarım öyledir...” dedim iç çekerek.
Onu aylar sonra karşımda tekrar görmek beklediğim bir şey değildi. Cihangir ile tanışıyor olmaları ise şaşkınlığımın esas sebebiydi. Parlak bir geçmişimiz yoktu. Uzun zaman önce, araba kullanmaya korkar olmamın ilk sebeplerinden biriydi Farah. Ona çarptığım gün bir insanı öldürecek olma korkusu iliklerime kadar işlemiş günlerce vicdan azabı çekmeme sebep olmuştu. O gün trajik bir şekilde tanışmış olsak da asıl tanışmamız Şevval sayesinde olmuştu. Kısa bir dönem oda arkadaşlığı yaptıklarını kazadan aylar sonra öğrendiğim de en az Nur kadar şaşırmıştım. Şevval henüz ayrı eve çıkmadığı zamanlar aile evinde Farah’la aynı odayı paylaşmış yaşadıkları kavga sonucundaysa Farah bir gece ansızın kampüs yerleşkesindeki kız yurduna yerleşmeye karar vermiş. O zamanlar Farah’ın Şevval’in ailesinin evinde yaşaması bir akrabalıklarının olduğunu düşünmeme sebep olsa da öyle olmadığını anlamıştım.
Geçinmesi zor bir kızdı Farah. Fazla asi bir ruhu vardı. Dik kafalıydı. Haklı haksız her konuda düşüncesinin sonuna kadar arkasında dururdu. Zaman zaman istemsizce özenirdim onun bu özgür hallerine. Benim prangalarla kuşatılmış ruhumun aksine o kimseye eğmezdi boynunu. Uzun süre aynı fakülte kulübüne başkanlık etmiş olsak da hiçbir zaman merhaba merhabadan da öteye gitmemişti aramızdaki ilişki. Ta ki düğün günü Şevval'in ultra zekice hazırladığı son dakika planına dahil olup kaçmama yardım edene dek...
Yatağın kenarına oturup masanın üzerinden aldığı neşteri paketinden çıkararak kenara bıraktıktan sonra dün gece Cihangir’in değiştirdiği sargıyı kesmeye başladı. Bakışları pür dikkat bacağımın üzerindeydi. Eline aldığı neşterle birlikte derin bir nefes aldım. Haftalar önce çektiğim o acı hala dün gibi aklımdaydı. Soğuk metal bacağıma değip ilk dikişi kestiğinde nefesimi titrekçe geri vererek gözlerimi usulca araladım.
Acı yoktu.
“Bu kadar gerilmene gerek olmadığını söylemiştim.” Dedi bakışları kısa bir süre beni bulup yeniden bacağıma dönerken. “Nasıl oldu bu?”
“Ufak bir kaza.” Dedim kavradığım örtüyü bırakıp rahatlayarak.
“Baktıkça hatırında kalacak bir anı bırakmış biri sana öyleyse.”
“İz kalacak yani?”
“Muhtemelen. Acemi bir doktora falan mı denk geldin? Dikişler iyi bir doktora ait olamayacak kötü atılmış. Bacağında yarım ay şeklinde, aslında biraz “C” harfine benziyor” Kaşları çatılırken başını kaldırıp uzun uzun bana baktı ve “Bana aklımdan geçen şeyin olmadığını söyle.” dedi.
“Zihin gören miyim ben ne biliyim aklından ne geçiyor.”
“Dikişlerini Cihangir mi attı?” Kaşları daha çok çatıldığında bakışlarındaki öfke kıvılcımlarını görebiliyordum. Ve bu durum hiç hoşuma gitmemişti.
“Evet dersem yeni bir kesik de sen mi açarsın?”
“Saçmalama. Doktorum ben kasap değil.”
“Öyle mi dersin?” Bakışları neşteri yasladığı bacağıma kaydığında bileğini kavradığım sağ elini kesilmeye yüz tutmuş bacağımdan iterek ayağa kalktım ve Farah’ın şaşkınlığından faydalanarak masanın üzerindeki jilet paketlerinden birini eteğimin beline sıkıştırdım. Bu işi pekala kendi başıma halledecektim.
"Ben..."
Derin bir nefes verip bakışlarını tamamen gözlerime kilitledi ve kolumu tutarak durdurdu beni. “Ben fark edemedim... Kusura bakma. Bu sıralar biraz dalgınım. Otur lütfen.”
Oturayım da doğra beni değil mi? Kontrolsüz kır yılanı.
Kaşlarımı kaldırarak dudaklarım düz bir çizgi halini aldığında gerek olmadığını söyleyerek başımı iki yana salladım. “Problem değil Farah. Cihangir’e dikişleri aldığını söyleyeceğim endişelenme.” İşimizin bittiğini düşünerek montumu giymek üzere odanın diğer tarafına yönelmiştim ki “Cihangir...” deyip birkaç saniye duraksadı.
“Sana nasıl tanıştığımızı söyledi mi?”
Söylemesi mi gerekiyordu?
Başımı çevirerek omzumun üzerinden ona baktım. Derin bir nefes verdi. “Bahsetmedi...bahsetmez nemruttur o. İçinde koca koca depremler olur da gıkı çıkmaz... Cihangir benim için kıymetli Defne. Belki de bu hayatta kıymet verdiğim tek kişi.”
Eee?
Bu cümlenin arkasından hoşuma gitmeyecek bir şeyin geleceğini biliyordum. “Ne söyleyeceksen açık açık söyle Farah.”
“Cihangir senin çalkantılı hayatının içine dahil olamayacak kadar kendi halinde bir adam. Nasıl karşılatınız nasıl denk geldiniz bilmiyorum ama kendine sığınacak başka bir liman bul. Başa çıkmaya çalıştığı yeterince sorunu varken bir de baban ve o saplantılı kocanla uğraştırma Cihangir’i.”
Alayvari bir gülüş oluştu o an suratımda. “Öyle mi? Kimsin sen Farah? Cihangir’in ebeveyni mi? Kız kardeşi? Sevgilisi? Ya da ona duygularını açmaya korkan dost görünümlü aşığı mı?”
Sözlerim onu dumura uğrattı. Haklı olduğumu biliyordum.
Çantamı ve montumu alıp çıkmadan önce yeniden ona döndüm. Bakışları hala üzerimdeydi. Odaya girdiğim an varlığımdan duyduğu rahatsızlığı sezmiş fakat görmezden gelmeye çalışmıştım. Dikenlerini çıkarmak için bu anı özellikle beklemişti çünkü Cihangir’in gerçekleri öğrenmesinden ve onu kaybetmekten deli gibi korkuyordu.
“Benim kimsenin limanına ihtiyacım yok... Ayrıca kafana iyice sok diye söylüyorum. O şerefsiz benim kocam falan değil.”
Kapıyı arkamdan sertçe çekerken gürültü yapmaya özellikle dikkat etmiştim. Koridoru arşınlayıp ağır adımlarla asansöre bindiğimde içimde anlam veremediğim bir duygunun taşmak için an kolladığını biliyordum.
Neydi bu fazlalık hissi?
Saçmalama dedim kendi kendime ve saçlarımı savurup topuk seslerimin yankılandığı koridorda lobiye doğru yürümeye başladım. Lobideki kızın bakışları anında beni bulsa da aldırış etmeden adımlarımı dış kapıya doğru attım. Hava tamamen kararmış ama beyaz örtüye bulanmış sokaklar sayesinde hala aydınlıktı.
Islak ve çamur içindeki kaldırımlar boyunca yürüdüm. Çizmelerimin altında gıcırdayan kar her adımında arkamda küçük göletler oluşturuyor bedenim her saniye daha çok ısı kaybediyordu. Başımda ince bir sızı vardı. Ne kadar yürüdüm hatırlamıyorum lakin otelin çok uzakta kaldığına emin olduğumda kısa bir süre duraksadım ve tamamen montumun içine gömülüp şapkamı burnumun ucuna kadar çektim. Düşünmeden attığım adımlarım bedelini ödemek istemiyordum.
Buz tutan ellerim ve bacaklarım hızımı çoktan yavaşlatmıştı bile. Vücudum soğuğa daha fazla dayamayınca sokak boyunca uzanan dükkanlardan birinin kapısını aralayıp girdim içeri.
Kapının üzerindeki zilin sesiyle içerideki birkaç göz anında üzerime dönmüş sonra aldırış etmeden işlerine bakmaya devam etmişlerdi.
Bu anı fırsat bilerek şapkamı biraz daha indirip dikkat çekmemeye çalışarak hızlıca karıştım rafların arasına. Eski antika eşyalar ve eski kitapların satıldığı sahaftan bozma bir dükkandı burası. Dükkanı turlarken antikaya olan merakımı ilk defa o gün fark ettim. Kendime ve isteklerime ayrılan zaman her daim o kadar kısıtlıydı ki çoğu zaman başka birinin hayatını yaşamaya mecbur bırakılmış ruhsuz bir beden gibi hissederdim. Beğendiğim birkaç kitabı satın alıp sokaktaki birkaç dükkanı daha gezdim.
Farah'ın aptal sözleri zihnimi işgal etmeyi bırakmış olsa da gece başımı yastığa koyduğum an bir karabasan gibi tepeme çökecek ve beni kıvrandırıp duracaktı.
Cihangir’inse ortadan kaybolduğumun farkına bile varmadığından emindim zira ortadan kaybolmam işine gelmiş bile olabilirdi o medeniyetsiz dağ ayısının.
Otele geri dönmeye karar vererek geldiğim yolu yeniden yürümeye başladım. Zira gelirken ne kadar hızlı yürüdüğümün yeni farkına varıyordum.
Yol boyu yürüyüp kokusunun beni on beş yıl önceye, babaannemin begonvillerle süslü evinin bahçesindeki anılarıma götüren, köşe başındaki helvacıdan kendime bol fıstıklı bir helva söylemeden gitmek cazip gelmeyince gidip koca bir tabak helva aldım ve yoluma devam ettim.
Bir ara Cihangir’e de alma fikri aklımın ucundan geçti fakat ona olan öfkemin hala taze olduğunu fark edince zıkkımın pekini yemesini yeğledim.
Helvamı yiyerek otelin olduğu caddeye ulaşmak için girdiğim karanlık sokağı evham yapmamak için kendimi telkin edip sakince yürümeye devam ettim.
Güvencem ne miydi? Bir şişe biber gazı.
Hava akşama doğru yine iyice soğumuş rüzgar uğuldamaya başlamıştı. Bu sebeptendir ki sokaklarda insan sayısı da kısa süre de azalmıştı. Zira gidiş yolunda sokağın bu kadar boş olmadığına neredeyse emindim.
Duyduğum tıkırdı seslerine dikkat kesilip adımlarımı yavaşlatırken kalp atışlarımın hızlandığını hissedebiliyordum. Bu saatte tanımadığım bir yerde tek başıma dışarı çıkmakla hata mı etmiştim?
Duvara iyice yaklaşıp adımlarımı hızlandırmıştım ki ciyaklayarak yanımdaki çöp kutusundan fırlayan iki sokak kedisi aklımı alıp tökezleyen ayaklarımın birbirine dolanmasına sebep olunca korku dolu bir çığlık kopru dudaklarımın arasından.
Lanet kediler.
Helvamın yolun ortasına saçılmış görüntüsü ile dudaklarımı büzüp derin bir iç çektim. “Beğendiniz mi yaptığınızı? Daha yarısını bile yememiştim. Şurada iki keyif yapalım dedik çok gördünüz.” dedim kedilere söylenerek.
Helvayı gönülsüzce kaldırımın kenarına itip daha kolay yemeleri için kutuyu ters çevirdikten sonra yere saçılan poşetlerimi toplayarak bu kez helvasız, otele doğru yürümeye başladım.
"Gitti güzelim helva. Mis gibi de kokuyordu..."
Sokağı bitirmiş tam köşeyi dönmek üzere adım atmıştım ki ağzıma kapatılan buz gibi bir el ve tüm hareket kabiliyetimi sıfıra indiren parmaklar ile tüm dengemi kaybettim.
Attığım çığlık arkamdaki adamın elleri arasında kaybolurken bir binanın girişine doğru sürüklendiğimi fark edince daha çok tepinmeye başladım. İzbe bir bina köşesinde ölmek istemiyordum. Birkaç tekmen adama çarpsa da benim gücüm onunkini yenmeye yetmedi. Kapı kapanıp bizi arkasında bıraktığında korkudan neredeyse aklımı yitirmek üzereydim.
"Tepinmeyi bırak. Binayı ayağa kaldıracaksın." Kulağımın dibinde hissettiğim sıcak nefes tüm bedenimi titredi. Bir dakika. Duyduğum tanıdık ses ile birlikte tüm gardımı düşürerek tırnaklarımı geçirdiğim elleri sıkıca tuttum.
“Cihangir?”
“Seni bulamayacağımı mı sandın Asi Kuzu?”
Sesim elinin altında kaybolurken parmağını ısırarak topuğumu sertçe ayağına geçirdim. Duyduğum inilti tatmin olmamı sağlamıştı.
Adi herif.
"Eve gidince sobada yakacağım bu ayakkabıları."
“Delirdin mi sen? Korkudan neredeyse aklımı kaybediyordum.”
"Belki bir sonraki sefere daha temkinli olursun."
Duyduğu seslere kulak kesilmeden önce beni geriye doğru iterek bedenimi duvara yasladığında aramızdaki mesafeyi tamamen kapatıp parmaklarını dudaklarının üzerine koydu ve sessiz olmamı işaret etti. Bakışları binanın demir kapısının üzerindeki buzlu camdaydı. Birkaç adamın koşarak sokaktan uzaklaştığını gördüm. Birini arıyor gibilerdi.
“Buhar olup havaya karıştı sanki. Gördüm biraz önce bu sokağa girdi abi.”
“Salak herif! Oyalanma da yürü! Dua et ki çok uzaklaşmış olmasın.”
Bakışlarım endişe ve korkuyla Cihangir’in yeşil irislerini bulduğunda parmaklarımın çoktan sol koluna dolanmış olduğunun farkında bile değildim. “Kim bu adamlar?”
“Bilmiyorum.”
“Seni mi takip ediyorlardı?”
“Beni değil Defne, seni takip ediyorlar.”
.“Ne?” dedim. Sesim bir fısıltı gibi çıkmıştı.
“Adamlar saatlerdir peşinde ve sen bunun farkında bile değilsin.”
Nefes alışverişim hızlanırken başımın döndüğünü hissedebiliyordum. “Affan...”
Zihnimin içinde birden fazla düşünce zerk edilmeye başladı o an. Hangisinin mantıklı hangisinin mantıksız olduğunu seçemeyecek kadar afallamıştım. Duvarla Cihangir'in arasından çıkıp başımı iki yana salazdım. “Benim, gitmem lazım.”
Hareketlerim tıpkı düşüncelerim gibi tutarsızdı. Sesimin titremesine mani bile olamamıştım.
Adımları dışarı doğru yöneldiğinde Cihangir vakit kaybetmeden kolumu kavrayarak durdurdu beni. Gözlerimdeki korku onu afallatmış kaşlarının çatılmasına sebep olmuştu. Suratı tıpkı benimki gibi karmakarışıktı.
“Ne yaptı?”
Bir süre öylece baktı yüzüme. "O şerefsiz, gözlerine bu korkunun yayılmasına sebep olacak ne yaptı sana Defne?"
Tırnaklarım avuç içlerime batarken bakışlarımı yeşillerinden ayırıp merdiven boşluğuna doğru çevirdim. "Ayağına bir delik daha açılsın istemiyorsan özel hayatıma burnumu sokmayı bırak Cihangir. Ayrıca Affan'dan korktu-"
“Benimle gel.”
"Ne?"
Yeşil irisleri yeniden elalarımı esir alıp bakışları yüzümün her santiminde usul usul gezinirken sıkıntılı bir nefes verdi.
“Yarın ilk uçakla karargâha geri dönüyorum. Madem burada kalamazsın o zaman benimle gel.”
🔥
Yıldızımızı parlatmayı unutmayııın! 🐣
⭐️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |