Bugün Araf'ı görmediğim için oldukça mutluydum. Yukarı çıkıp odama gittim. Telefonla aramak yerine odama kadar gelen Elif, Araf'ın yanına uğramam gerektiğini söyledi. Çantamı masamın yanına bırakıp odadan çıktım. Kim bilir yine hangi abuk sabuk şey için çağırıyordu. Gereksiz bir şey isteyeceğinden adım gibi emindim.
Yürüyerek odasına kadar giderken rastladıklarıma güler yüzle günaydın dileklerimi iletiyordum. Odasının önüne geldiğimde kapıyı tıklatıp gel demesini beklemeden içeri girdim.
Beni gördüğüne bir gün bile mutlu olmayan bu adam, yine ciddiyetle işini yapıyordu. Masaya yaklaşarak "Günaydın Araf." Dedim. O kadar meşguldü ki beni fark etmemişti ya da ben öyle zannetmiştim. Yüzüme bakmadan işaret parmağıyla ince kağıt parçasını bana doğru uzattı. Başka bir şey söylemedi. Sorduğum soruları duymamış gibi yaparak önündeki bilgisayarda bir şeyler yazıyordu. Kağıdı alıp dışarı çıktım.
En azından sürekli oraya giderek ne yapacağımı sormayacağıma sevinirken saçlarımı kalemle toplayıp hemen işe koyuldum. Olay Hanım kahve için gittiği yerden bana da bir bardak getirmişti. Teşekkür edip bir yudum aldım. Örgüsünü çıkarıp ne yaptığıma bakınca gülmemek için kendimi zor tutmuştum. Elindeki yumağı masaya bırakıp gururla bugünkü işini bitirdiğini söyledi. Kahvesini içti. Çantasını toplayıp bana kolay gelsin dedikten sonra çıkıp gidince ardından bakakaldım.
Saat on iki olduğunu görünce acıkmıştım. Elif yanıma gelip dışarıda yemek yemeyi teklif edince kabul ederek hızla ayaklandım. Yemek yerken tabii ki bizi rahat bırakmayan Araf, acil bir çağrıyla Elif'i arayınca apar topar şirkete geri dönmüştük.
Yarım bıraktığım işleri tamamladım. O sırada Gökay selamsız sabahsız odama gelip oturdu. Bir kart çıkarıp masama bırakınca ne olduğunu sordum.
"On milyon bu kartın içinde duruyor. İstediğin zaman kullanırsın." Dedi. On liradan bahseder gibi rahatça konuşmasından sonra koltuğuma yaslandım: "Gerek yok Gökay." Zorla kartı elime tutuşturdu: "Gerek var bir anlaşma yaptık ve bu da karşılığı.. " Kartı masadaki kilitli çekmeceme bırakıp konunun uzamamasını istedim. Heyecanlı ve de acelesi varmış gibi diken üstünde oturuyor, mutluluktan içi içine sığmıyordu: "Akşam için güzel bir alışveriş yap. Carly pahalı markaları giyinir. Çevresindeki insanların ne giydiğine çok dikkat eder. Bu akşam en çok senin dikkat çekmen gerekiyor."
"Dikkat çekmem için çaba sarf etmeme gerek yok. Yeteri kadar göze batıyorum. Ayrıca aldıklarımın parasını sonra sana geri ödeyeceğim. Bu kartı senden borç olarak alıyorum."
"Borç değil. Kart artık senin Alisa. Uzatma lütfen arkadaşlar bugünler içindir." Diye cevap verdi.
Elime güzel bir fırsat geçmişti. Akşam için hazırlanmam gerekiyordu daha gidip alışveriş yapacaktım.
İşimi erken halledince çıkmama izin vermeyen kötü patronum, beni şirkette oyalayacak işler kitlemeyi ihmal etmedi. Sabahtan beri yediği içtiği her şeyi odasına götürüp getirmekten ayaklarında derman kalmayan biçare kadına baktıkça içim acıyordu. Şeytana uymayacaktım.
Akşam olmuştu hazırlanmaya fazla vaktim kalmamıştı. Mesaimi bitirince kiralık güzel bir araba ayarladıktan sonra Masal'ı da alıp pahalı bir mağazaya girerek birkaç şey denedik.
Hazırlığı tamamlamam iki saat sürmüştü. Gökay sürekli arayıp nerede kaldığımızı merak ediyordu. Yolda olduğumuzu söyleyip oyalıyordum ama o sırada topuklu ayakkabıları giymekle uğraşıyordum. Masal her zamanki gibi çoktan hazırdı. Her şey tamam olduğunda arabaya binip yola çıktık.
Yetişmek için acele etmiyordum hatta Masal bir ara arabadan inip biraz serinlemek için içecek alıp geldi. Şarkı açarak arabanın içinde mutluyken mekana vardığımızda vale yanımıza gelip araba anahtarlarını aldı. İçeri geçince herkes resmi bir kıyafetle toplantıya katılmış gibi giyindiği, kapıları büyük olan salona ayak basmıştık. Erkekler takım elbiseyle, kadınlar ise koyu renk abiye kıyafet giymişti.
Gökay tekrar arıyordu. Telefonu açıp kulağıma götürdüğümde bizi görmüş sağa dönüp dümdüz yürümemizi istiyordu. Dediğini yapıp söylediği yere gittik. Carly sırtını dönmüş, Araf'ın ağzına düşecekmiş gibi sohbete dalmıştı. Gökay bize doğru gelip gülümseyerek eliyle çok güzel olduğumuzu söylüyordu. Kalabalık olunca başka bir masaya geçtik. Masal'ı tek bırakmamak için onu yanımdan ayırmadım.
Çalmakta olan hafif müzikle herkes sohbete dalmıştı. Gökay gözlerini ayırmadan bakıyordu. Dönüp sordum: "Neden öyle bakıyorsun?"
"Güzel olmuşsun ama keşke Araf da görebilse." Dedi. Araf'ın olduğu masaya bakarak umutsuzca söyledim: "Carly ile konuşuyor. Beni görmesi imkansız."
Elimden tutup hızla sahneye doğru götürdü: "Dans edersek seni görebilir." Ne dans etmek istiyordum ne de burada durmak. Elimi çekip "Dans müziği yok ki." Diye itiraz ettim.
"Hemen geliyorum." dedikten kısa bir süre sonra güzel romantik bir şarkı çaldı. Elini tekrar uzatınca beraber ortada dans eden çiftlerle birlikte dans etmeye başladık. Gökay sürekli Carly'den şikayet ediyordu: "Rahat bırak adamı da biraz nefes alsın. Çocuğu esir aldı resmen." Söylediklerine gülesim gelmişti. O sırada Carly ile Araf'ta dans etmek için yanımıza geldiğinde ona bakmamaya çalışıyordum. Nispet yapar gibi Araf'ı kendine çeken Carly, mutlu rolünü oynuyordu.
Kulağıma fısıldayarak "Buraya bakıyor yılan!" Dedi. Başını eğince kulağına söyledim: "Tam olarak hangimize bakıyor?"
Dudaklarını okuyunca "Sana." Dediğini anladım. Omuzlarımın üstünden arkama baktı: "Arkadaşının buradan sonra bir duruşması falan mı var? Neden hiç gülmüyor. Hep böyle mi?"
"Kim Masal mı? O böyle yerleri sevmez. Aslında ben de sevmiyorum ama sen istedin diye geldim." Konuştuğumuz belli olmasın diye Gökay'ın elini tutup ondan uzaklaştım. O sırada dönüp tekrar elimi omzuna koyarak dans ettik.
Masal'ın yanına bir adam gelmişti. Nazikçe dans etmek istediğini söyleyip elini uzatınca arkadaşımın ne yapacağını merak ettim. Kabul edip dans etmek için yanımıza gelince şaşırmıştım. Gökay, Masal'la uğraşır gibi yanındaki adamla konuştu: "Sen yürek mi yedin?"
Her şeyden habersiz adam anlamamış gibi "Ne?" Dedi. Müziğin gürültüsünden ne dediğini duymamıştı.
"Bu kız diyorum ki çok naif, çok prenses onu üzme olur mu, yoksa en çok sen üzülürsün."
Masal bozuntuya vermeden Gökay'ı kast ederek bize doğru baktı: "Şuradan çıkınca ben seni bir üzeceğim o zaman göreceksin dalga geçmeyi."
Gökay dans eden adamın yüzüne baktı: "Duy bak duy! Beni çıkışta gebertecek sen hâlâ kiminle dans ettiğinin farkında değilsin. Kaç git çabuk sonra uyarmadı deme."
Adam sonunda ima edilen şeyi anlamış gibi korkup kızın elini bıraktı. Bir eli boşta kalan Masal, yapayalnız kalınca hesap sormak için yanımıza geldi. Anında Gökay'ın elini bıraktım. Onu yalnız bıraktığımı anlayınca yerime geçip ikiliyi seyretmeye başlarken Masal elini Gökay'ın omzuna koydu. O da ateşe dokunuyormuş gibi korkarak elini Masal'ın beline koydu. Beraber dans etmeye başladılar.
Arkadaşım racon keser gibi Gökay'a baktı: "Sen biz dans ederken ne dedin, şimdi bir daha söyle bakalım." Ortamdaki ışık etrafı yarı aydınlatıyordu. Gökay alay ederek "Elinde bayağı ağırmış, bu arada az önce omzumu kırdın." Dedi. Gökay kızın yüzüne bakmıyordu. Gözü sürekli Araf ve Carly'deydi. Müzik bittiğinde kızı yalnız bırakmak yerine kulağına bir şeyler fısıldadıktan sonra gülümseyerek uzaklaştı.
Masaya tekrar geldiklerinde Gökay'a seni gidi seni der gibi bakıyordum. Yanımıza Carly ve Araf da gelmişti. Lafını bana söylemek istediğini belli etmek için sağ tarafıma geçti: "Bakıyorum da Gökay'la iyi anlaşmaya başladın ama dikkat et, kendisi hiç göründüğü gibi biri değildir."
İyiliğimi düşünmediği belliydi. Çocukmuşum gibi bana akıl vermeye çalışmasına fırsat vermedim: "Seni ilgilendirmeyen şeyleri merak etme." Gökay, Carly gelince hemen uzaklaştı.
Carly elinin birini masaya koyup yüzüme bakmadan içeceğini yudumladı: "Ben seni düşündüğüm için söyledim. Saf birisin seni kandırır falan sonra neden beni kimse uyarmadı deme!"
"Demem, sen beni dert etme." Deyince Araf'la birbirimize baktık. Bakışlarını kaçırıp boğazını temizler gibi yaptı. Carly hemen konuyu değiştirdi: "Üzerindekileri nereden aldın pek pahalı bir şeye benzemiyor." Sonunda beklediğim tartışma yaşanacaktı. Verdiğim paraya değer mi bilmiyorum ama üzerimdeki elbiseyi giydiğimde aynadaki duruşunu görüp bana yakıştığına kesinlikle emin olmuştum.
Carly'nin elbisesi belki çok pahalıydı ama güzel değildi. Dikkat çeken tek şey "verilen paranın miktarı" olduğu için Carly giydiğinin yakışıp yakışmadığını umursamamıştı bile.
Onunla ilgilenmediğimi fark edip sinirlenmişti, ama doğrudan sataşmak yerine ima etmeye çalıştı: "Pahalı olan şeyler herkesi ayrı gösteriyor. Mesela senin üzerindeki elbise çok değerli bir şey değil."
"Biliyorum, mühim olan elbisenin değeri değil, çünkü kıymetli olan elbise değil, benim." Carly'nin yüzü asılınca içecek bahanesiyle yanımdan uzaklaştı. Gökay gülerek yanıma geldi: "Sen bu işi kısa sürede yapacaksın gibime geliyor."
Bir ân unutup "Hangi iş?" Diye sorunca hatırlatmasına izin vermeden susmasını söyledim.
Gökay birden karşı tarafa bakarak "Araf buraya doğru geliyor. Sakin ol heyecan yapma lütfen." Dedikten sonra hızla yanımdan ayrıldı.
Direkt bana doğru gelmesi içimde nedensiz bir heyecan dalgası uyandırdı. Bir şey söylemek istiyor gibiydi. Ben daha selam vermeden o "Carly'i gördün mü?" Diye sordu. Tam tahmin ettiğim gibi söylediklerimi umursamayıp bir ân önce amacına ulaşmak için soru sormuştu.
Yine hayal kırıklığına uğradığımı belli etmedim: "İçecek almaya gitti birazdan gelir." Carly'nin peşinden gideceğini zannederken yanımda durmaya devam etmesine şaşırıyordum. Asıl sormak istediği şey bu değilmiş gibi bana döndü: "Sen bu kıyafeti hangi mağazadan aldın?" Dikkatini elbisenin fiyatı çekemezdi çünkü pahalı olduğunu gösterecek herhangi bir özelliği yoktu.
Konuyu değiştirip gülümsedim: "Yakışmış mı?"
İlgisizce bakıp "Güle güle giy." Deyince gülüşüm soldu. Bir an iltifat edeceğini zannetmiştim: "Güle güle giy ne Allah aşkına, yakışmış mı yakışmamış mı onu söyle?"
Göz ucuyla bakıp konuştuğumuz belli olmasın diye karşıya bakarak söyledi: "İlla duyman mı gerekiyor? Etrafına bakarsan sana hayran olan bakışları fark edip bundan bir sonuç elde ederek yakışıp yakışmadığını anlarsın o zaman benim de bunu söylememe gerek kalmaz."
Sırf güzel olmuş dememek için kırk dereden su getirdi! Araf'a harcayacağım zamanı bir ağaca versem onun beni sevdiğini duymadan önce ağaç çiçek açardı.
"Sana iyi eğlenceler." Diyerek onu masada yalnız bıraktım. Kalabalıktan uzaklaşmak için lavaboya doğru gittim. Kapıyı kapatıp yorgunluktan uğuldayan kulaklarımı dinlendirmeye çalışırken koskoca yerde bende başka kimse olmamasına şaşırmıştım. Kapı birden açılınca Araf'ı görmeyi beklemiyordum. Bakışlarını bana yönelterek susuyordu.
Araf kapının koluna dokunduğu için elini yıkadıktan sonra ıslak ellerini kurularken hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. "Burası kadınlar için Araf. Erkekler tuvaletini arıyorsan o yan tarafta. Herhalde yanlış geldin." Yanıma kadar gelince yüzüme dikkatle baktı. Ne istiyorsun dememek için kendimi zor tutuyordum. O sıra Araf konuştu: "Yanlış falan gelmedim. Ben de her yerde seni arıyordum." Aklımdan sayısız ihtimaller geçip gidiyordu. Bozuntuya vermedim: "Beni mi arıyordun? Niye ki bir şey mi oldu?"
Sorularımı umursamayıp gözlerimin içine baktı: "Ben aslında buraya sana bir şey sormaya gelmiştim."
Tuhaf bir şeylerin olduğunu sezer gibi oluyordum. Yoksa Araf peşimden neden gelsin ki? Önemli bir konu olduğunu farz ederek buradan çıkmayı teklif ettim. Kararını beklemeden çantamı elime alınca kapıdan geçmeme fırsat vermemek için önüme geçti. Bir şeyler karıştırdığını açıkça belli edip gülümsedi: "Önce soruma cevap ver öyle çık."
Niyetini anlamadığım için ona güvenmekte kararsız kaldım: "Ne söyleyeceksen buradan çıkınca söyle. İnsanlar bizi yanlış anlayabilir." Sözlerime alayla gülümsemeyi bırakıp ciddileşti: "İnsanların ne düşündüğü umurumda değil. İstedikleri gibi yanlış düşünsünler buna zaten kimse engel olamaz."
"Benim için insanların ne düşündüğü önemlidir. Daha fazla burada tartışmayalım."
O sırada kadının biri kapıyı açıp Araf'ı görünce yanlış geldiğini zannederek kapıdaki yazıya bakmış, doğru yerde olduğunu anladıktan sonra ikimize de kaşlarını çatmıştı. Elindeki telefonu kulağına götürdü ve tuvaletlerden birine girip telefonla konuşmaya başladı.
Araf sonun ikna olmuş ve kadınlar tuvaletinden çıkmayı başarmıştı. Oradan beraber çıktığımıza gözleriyle şahit olan Carly bir çığlık kopardı. Ne düşündüğünü ikimizde çok iyi biliyorduk.
"Siz ne yapıyorsunuz kadınlar tuvaletinde?" Sesi şüphe doluydu.
Araf, kadına doğru gidip açıklama yapacağını düşündüm. Hiçbir şey söylemeden yanında geçip gidince gözlerime inanamadım. Ağlamak üzere olan Carly, gözlerindeki yaşları akıtmadan konuştu: "Kadınlar tuvaletinde Alisa'yla ne işin vardı Araf?"
"Sana hesap vermek zorunda değilim. Çok merak ediyorsan söyleyim. Bir şey söylemek için gelmiştim. Buraya girdiğini görünce ben de peşinden gittim. Rahatladın mı?"
"Sana inanmıyorum yalan söylüyorsun." Diyerek bağırdı.
"İstediğini düşünebilirsin. Ben doğruyu söylüyorum. Onunla ne yaptığım seni ilgilendirmez." Carly yine bağıracakken Araf onu dinlemeden çıkıp gitti. Kadın peşinden Araf'a yetişmeye çalıştı.
Kalabalığa tekrar karışarak Gökay'ın olduğu masaya doğru gittim. Yüzünde güller açan Gökay'ın neden mutlu olduğunu soracakken karşı tarafta Araf'ın kimseyi umursamadan arkadaşlarının yanında olduğunu görünce biraz önceki tartışmadan haberi olduğunu düşündüm. Carly karşı masada Araf'a bakmaya devam ediyordu.
Gökay elini omzuma koyarak coşkuyla "İşte bu iş bu kadar, aferin sana!" Deyince neyi kastettiğini hemen anlamıştım. Sıkıntıyla nefes alıp Carly'nin olduğu masaya bakarken sordum: "Bir daha barışmazlar öyle değil mi?"
Ayrılmalarına deli gibi sevinen Gökay'ın neşesine diyecek yoktu. Göz ucuyla Carly'nin kendini yiyip bitirmekte olduğuna baktıktan sonra bana döndü: "Araf gerçeği anlatmaya kalksa bile sizi öyle bir yerde gördü ki bunu kolay kolay hazmedemez."
"Yani bu hikayede kötü biz mi olacağız?"
"Ama iyi de değiliz. Bir ilişkinin bitmesine sebep olduk. Bunun neresi iyilik?"
Gökay içeceklerden birini bana uzatırken ortada mutsuz olmamı gerektirecek bir şey olmadığına ikna ediyordu: "Sen merak etme biz iyi olmaya devam edeceğiz. Artık iyiler de en az kötüler kadar cesur olmak zorunda. Yaptığımızın doğru olup olmadığını düşünmeyi bırak, amacımıza ulaştık ya sen ona bak."
O sırada Carly çıkış kapısına doğru gitti. Bu sefer Araf da peşinden yürüdü. Onları görünce Gökay'a dönerek gideceğimizi haber verdim: "Eve gidip biraz dinlenmek istiyoruz. Saat geç oldu."
Mutlu olduğu için nazikçe bir teklifte bulundu: "Sizi eve ben bırakabilirim."
"Gerek yok bir zaten arabamızla geldik."
"Hayır almadım kiraladım. Hem neden şaşırıyorsun ki verdiğin parayla bir araba kiralanamıyor mu?"
"Ben ehliyetin yok zannediyordum. Biraz şaşırdım." Dedi Gökay, bir şeyler düşünmeye başladı. Carly ve Araf'ı gözden kaçırmak istemiyordum o yüzden Masal'a gideceğimizi anlayınca dünden razı olan arkadaşım, hiç itiraz etmeden çıkışa kadar geldi. Etrafıma bakıyordum. Carly ve Araf'ı tartışıyor olduklarını görünce Gökay'ın yanımda olmadığını fark ettim. Telefonu çıkarıp numarasını tuşladım. Hemen geleceğini ve onu beklemeden gitmememi söyledikten sonra kapattı. Çok geçmeden yanıma gelmişti.
Carly o kadar bağırıyordu ki aramızdaki mesafeye rağmen sanki kulağımın dibindeymiş gibi onu duyabiliyorduk. Araf artık kendini savunmayı bırakmış kadının sakinleşmesini bekliyordu. Biz de valenin gelerek anahtarları teslim etmesini bekliyorduk.
Gökay küçümser gibi o taraf baktı: "Şuna bak, konu aldatma olunca nasılda iffet abidesi kesilip bağırıyor. Sanki kendisi aynı haltı yememiş gibi gururunun incindiğini söylüyor."
Araf'ı kastederek Gökay'a baktım: "Senin bu arkadaşın çok fena. Söyleyeceğini söyledikten sonra Carly'nin sözlerine hiç cevap vermedi. Kesin bilerek yanlış anlaşılması için geldi yanıma."
Gökay ellerini kaldırmıştı: "Allah'ım çok şükür dualarım kabul oldu. İlk işim hemen eve gidip lokma dağıtmak olacak."
Masal telefondan saate bakıp söyledi: "Bu saatte mi Gökay?"
"Haklısın saat geç oldu. Neyse zaten acelesi yok. Lokmaları yarın sabah da dağıtabilirim." Deyince arkadaşım alayla "İlla yapacaksın yani.." Dedi.
Gökay o kadar mutluydu ki bu alaylı sözlere kulak asmadı. Sonunda arabası gelmişti. Anahtarları alıp aracına doğru gitmeden önce iyi akşamlar dedi. Aynı şekilde karşılık verdikten sonra Carly uzaktan bizi görünce hırsla üzerimize gelmeye başladı.
Masal, kadın ters bir şey yaparsa diye hazır olda bekliyordu. Yanımıza gelince delirmiş gibi hesap sordu: "Niçin Araf'tan uzak durup başına bela gelmemesi için Tanrı'ya dua etmiyorsun?"
Kaşlarımı çatıp sinirle sordum: "O ne demek?"
"Ondan uzak dur." Bu çok gereksiz uyarıdan sonra gerçekleri ona da bildirmeyi borç bilip söyledim: "Ben zaten Araf'tan uzak durmaya çalışıyorum. Peşimden gelen oydu. Neden bana hesap sormak yerine erkek arkadaşınla gidip konuşmuyorsun? Dur ben söyleyim çünkü cevap vermiyor değil mi?"
Yüzü sinirden kıpkırmızı oldu: "Burada suçlu olan Araf değil, sensin! En başından beri beni kıskanıyorsun. Tabii, biz barışınca aramızdaki ilişkiyi hazmedemeyip böyle ucuz numaralar yaparak onu kandırmaya çalıştın! Boşuna sevinme çünkü ben Araf'tan ayrılmayacağım ve sen de amacına hiçbir zaman ulaşamayacaksın."
Onu dinlemeyip bize doğru gelen valeye teşekkür ettikten sonra anahtarları alıp arabaya bindik. Aralık olan camı kapatınca Carly'nin sesi duyulmaz olmuştu. Oh be dünya varmış.
Anahtarı çevirip arabayı çalıştırdım. Sokak lambalarının yolumuzu aydınlattığı geniş asfalttan hızla geçerek evimize varmaya çalışıyorduk.
Masal bana döndü: "Kadını delirtmek üzereydin Alisa. Sinirden ayaklarını yere vurup ağlıyordu. Herkes ona baktı."
"O, kendini bu duruma düşürmek zorunda değil. Dünya'daki tek erkek Araf'mış gibi davranarak herkesten onu kıskanıp çevresindekilere hayatı zindan ediyor. Böyle yaparak hem kendine hem Araf'a hem de çevresindeki insanlara zarar veriyor. Belki o bunun farkında bile değil ama benim de bir sabrım var."
Evimizin önüne vardığımızda saat bire geliyordu. Arabadan inip apartmana yönelirken ses yapmamaya dikkat ettik. Saat geç olduğu için herkes uyuyordu. Kapının önüne gelince ben topukluları çıkartmaya çalışıyordum. Masal ise anahtarla kapıyı açmakla uğraşıyordu. İçeri geçince pijamalarımı giyip yatağıma uzandıktan sonra günün yorgunluğunu unutmaya çalıştım.
...
Sabah olunca Masal, Gökay'a mesaj atacağını hatırlamıştı. Telefonunu alıp bir şeyler yazmaya başladı.
Kimsin? Numaran bende kayıtlı değil.
"Ben Masal, numaranı Alisa'dan aldım."
Bu kadar çabuk olacağını beklemiyordum.
Kız mesajı tekrar okudu ama adamın ne demek istediğini anlamamıştı.
Biraz bekleyip tekrar mesaj attı: "Nasılsın?"
Hiç, o gün sınavının iptal olmasına sebep olunca beni öldürecekmiş gibi bakıyordun. Bugün bana mesaj atıp halimi hatrımı sorman garip geldi.
"O gün sana biraz sinirlenmiş olabilirim ama unuttum gitti."
Beni öldürmeyi düşünmüyorsun değil mi?
Nasıl olduğumu öğrenmek için mi mesaj attın, yoksa başka bir niyetin mi var?
"Ne gibi bir niyetim olabilir mesela?"
Bilmem belki benden hoşlanmaya başlamışsındır ama söylemeye falan utanıyorsundur.
"Hahaha, saçmalama benim seninle işim olmaz."
Madem benden hoşlanmıyorsun, benimle işin yok o zaman niye mesaj atıyorsun? Bence beni seviyorsun ama çekiniyorsun.
Masal mesaja verecek cevabı sinirle yazdı ardından mesajını okuyunca geri sildi. Sakin olup biraz düşündükten sonra tekrar yazdı.
"Normalde hep böyle ukala mısın?"
Bunları düşünmeme sen sebep oluyorsun, ben değil.
"Dalga geçmeyi bırak. Yarın akşam müsait misin?"1
Oha.
"Aklından ne geçiyor bilmiyorum ama gelir seni boğarım."
"Çok güzel, o zaman seninle dışarıda bir yerde konuşmam gereken önemli bir şey var."
Dışarıda mı? Bu iyi bir fikir değil, bana gelebilirsin. 1
"Dışarısını senin evinden daha güvenli olduğuna yemin edebilirim ama kanıtlayamam."
Acaba sen biraz fesat düşünüyor olabilir misin? Yemem seni merak etme.
"Yok, ben eşeği sağlam kazığa bağlayayım da sonrasını sonra düşünürüz."
Seni tüm erkeklerin sapık olduğunu düşündüren şey ne?
"Bana bir tane masum erkek göster ben de sana inanayım."
"Doğru, Carly ve Araf'ı ayırması için Alisa'ya para teklifi eden de bendim zaten!"
"Gerçekleri biliyorum Gökay, Alisa bana her şeyi anlattı. Boşuna beni kandırmaya çalışma."
Yahu hem kendisi kimse bilmeyecek diyor hem de gelip olanları sana mı anlattı?
Yarın akşam dışarı çıkmak istemenin bu konuyla bir alakası var mı peki?
"Ne kadar çok soru soruyorsun ya, konunun Alisa'yla bir alakası yok."
Bunu Gökay'ın kabul etmesi için söylemişti.
***
Masal akşam için hazırlanmaya başladı. Önce kısa bir duş aldı. Saçlarını kuruttu. Henüz ne giyeceğine karar vermemişti. Dolabı açıp elbiselerine baktı. Bazıları deneyip beğenmeyince tekrar yerine koydu. Üç gün önce aldığı yeni kıyafetini giymeye karar verdi. Turuncu kıyafeti henüz üzerinden çıkarmamıştı.
Masal yeni kıyafetini yatağına bıraktıktan sonra bana döndü: "Bazılarını abartılı bulduğum için giymek istemedim. Hem alt tarafı bir akşam yemeğine gidiyorum, düğüne gitmiyorum. Ben karar verdim bugün akşam yemeğine bunlarla gideceğim."
"Mezuniyet elbiseni giy, o çok güzel."
Kaşının birini kaldırarak "Gökay için mi? Hayatta olmaz. Ben o elbiseye ne kadar ödedim sen biliyor musun?" Diyerek itiraz etti.
"Bu çok sade ama, hem mezun olmana bir buçuk yıl var Masal. Bu kadar sade olma. Gökay bir şey söyleyip canını sıkar."
Elbiseye bakıp söyledi: "Evet, her şeye bir kusur bulmayı iyi biliyor. Ama sence ben buna izin verir miyim sanıyorsun?"
"Her zaman güzel giyinip konu neden Gökay olunca bu elbiseyle akşam yemeğin gitmeye karar veriyorsun?"
"Pijamayla gitmediğime dua etsin. Yok. Onun için değmez, Gökay'la boşuna uğraşmak istemiyorum zaten sınavım onun yüzünden iptal olduğu için ayrı bir sinirliyim. Beni birde öyle görürse onun için hazırlandığımı zanneder. Allah korusun ona aşık olduğumu falan düşünür. Evlerden ırak Yarabbi!" Kulağını çekip komodinin üzerine vurdu.
Söylediklerinden sonra haklı olduğu için ona katıldım: "Tam Gökay'dan beklenecek tavır. Doğru söylüyorsun."
"Onu tanımam için yıllarımı vermeme gerek yok. Ben böylelerinin ciğerini bilirim. Sanki kadınlar sadece erkekler için giyiniyorlarmış gibi her şeyi kendisi için var olduğunu zannediyor."
"Bilmiyorum, söylediklerin çoğu kadın için geçerli değil gibi geliyor."
"Ben de zaten her kadın öyledir demiyorum. Sadece başkaları için giyimine özen verenlerden değilim. Kendine saygısı olan her insan başkalarına kendini beğendirmekle vakit kaybetmez. Ben bunu bilir bunu söylerim."
Masal'ın sözlerine karşılık sustum. Kendim de farkında olmadan hep başkaları için giyimime özen veriyordum. Başımı eğip üzerimdeki kıyafete bakınca Masal'a hak verdim. Giyinmesi için odadan çıktım. Salona geldiğinde Masal saçlarını toplamıştı. Saçlarını açık bırakmasını önerdiğimde tokayı çıkadı. Biraz daha oyalanırsa geç kalacaktı. Aynaya kısa bir baktıktan sonra çantasını alıp evden çıktı.
***
Hızlı adımlarla mekana doğru yürümeye başladım. Yolda yürürken düşüncelere dalmış, kararımın doğruluğunu düşünüyordum. Alisa haklıydı, mezuniyet elbisesi gerçekten çok güzeldi ama o elbiseyi Gökay'a harcamak istemiyordum.
Mekana vardığımda Gökay'ı beklemeye başladım. Oraya tam vaktinde gelmiştim. Etrafındaki insanları görünce kendi giydiklerime bakıp önüme döndüm. Diğerlerine nazaran daha sade bir görüntü sergiliyordum. Umursamadım.
Yarım saat bekledikten sonra nihayet Gökay gelmişti. Ha geldi ha gelecek diye beklerken vaktin nasıl geçtiğini fark etmemiştim. Yine de beni beklettiği için Gökay'a kızdım: "Geç geleceğini söyleseydin evden geç çıkardım."
Gökay giyimine son derece titizlikle özen vermişti. Ceketini çıkarıp yanındaki sandalyeye bırakırken özür diledi: "Eski bir arkadaşımı gördüm o yüzden geç kaldım. Yoksa ben de erken çıkmıştım. Çok beklemedin umarım." Gökay acelesi varmış gibi lafı dolandırmadan direkt konuya girdi: "Ee, buraya niye geldik, benimle ne konuşacaksın merak ediyorum?"
Karşımdaki bu kurnaz adamın hemen her şeyi anlayacağını bildiğimden başka konular bulmaya çalıştım: "Ne içersin?" Bu başlangıç olarak iyi bir soruydu.
Gökay etrafına küçümseyerek bakıp bana döndü: "Ben buradan hiçbir şey içmem." Bunun nedenini az çok tahmin ediyordum. Burası Gökay gibi birinin takıldığı yerler gibi değildi. Oldukça ferah ve sakin bir mekandı.
Gözlerini Gökay'a diktim: "Niye buradan bir şey içmezmişsin, ne eksiği var ki?"
"Mekan seçimin çok kötü. Buradan gidelim, ruhum daralıyor. Bildiğim çok güzel bir yer var, orada konuşalım."
İtiraz etmeden kalktım ve Gökay'ı takip ederek dışarı çıktık. Sürücü koltuğuna Gökay geçti. Ben de emniyet kemerini taktım ve çok geçmeden gideceğimiz mekana doğru yola koyulmuştuk.
On beş dakika sonra ışıklı, ferah ve güzel bir yere gelmiştik. Arabadan inip içeri geçerken kapıdaki görevliler yanımdaki adama doğru geldi: "Hoş geldiniz Gökay Bey. Rezervasyonunuz soldaki ikinci masa. Sizi şöyle cam kenarına alalım." Buluşma yerini ben zaten belirlemiştim. Gökay bana haber vermeden yer mi ayırt etmişti?
Söylenen yere geçtiğimizde sorgular gibi Gökay'a baktım, umursamayıp yüzüme bakıyordu: “Neden buraya geldik Gökay, ben zaten buluşacağımız yeri belirlemiştim. Hiç üşenmeden bir de yer mi ayarladın?"
"Senin kötü yer seçeceğini bildiğimden ayarladım. Ayrıca üstündekileri gördükçe gözlerim kanıyor. Hiç olmuş mu, Allah aşkına?"
"Gelinliğimle mi gelseydim, salak mısın Gökay?!" Deyince evde Alisa'yla konuştuklarımızı hatırlamıştım. Böyle gelmekte ısrar etmekte hata mı ettim, diye düşünürken karşımdaki, alay ederek kahkaha atınca sinirlerim bozulmuştu. Sanki ne giyeceğimi tahmin etmiş de sırf bana inat olsun diye bu kadar özenli giyinmişti. O gülmeye devam ederken herkes bize bakmaya başladı. Yan masadaki kadınlar Gökay'ın gülüşüne bakıyorlardı. Masaya doğru yaklaşıp nazikçe uyardım: "Gülme, herkes bize bakıyor Allah'ın cezası! Sessiz ol, insanları rahatsız etmeye hakkın yok."
İkazımla beraber kendini toparladı: "Tamam, ciddiyim, şu an tamamen sendeyim." Gülmeyi bırakmış, beni dikkatle incelemeye başlamıştı. Masaya biraz yaklaşıp gözlerini ayırmadan konuştu: "Bu arada gözlerin çok güzelmiş..."
Bu iltifat onun hoşuna gitmişti ama belli etmedim. Tekrar Gökay konuştu: "Benden iltifat aldığın için çok mutlusun biliyorum. Normalde çok zor beğenirim."
Karşındaki adamın sözleriyle gülümsemeyi bırakıp eski hâlime dönmem kısa sürmüştü. Gökay yine egosuyla baş başaydı. Alayla gülümseyerek arkama yaslandım: "Ben de zor beğenirim o yüzden senin gözlerini hiç beğenmedim."1
Kaşlarını çatan Gökay, beni sinirlendirmeye yemin etmiş gibi alaycı tavrını devam ettirdi: "Emin misin, çoğu kadın gözlerimin rengine bayıldığını söylüyor."
Arkama yaslanmayı bırakıp tekrar masaya yaklaştım: "Çoğu kadın diye bahsettiklerin 'içtikten sonra beraber olduklarını' kastediyorsun herhalde."
Boğazını temizler gibi yaptıktan sonra gülümsedi: "Sarhoş olmalarına gerek yok, ayıkken de aynı şeyleri söylüyorlar."
"Kiminle yatıp kalktığın beni ilgilendirmez Gökay."
Ciddi bir tavırla "Niye soruyorsun o zaman?" Deyince hemen bahanemi ileri sürdüm: "İltifat eden sensin çünkü."
Gökay neşeli bir gülüşle yüzüme baktı: "Peki benim gözlerimde ne görüyorsun söyle bakalım?"
Ona biraz yaklaşarak gözlerimi kıstım ve ciddi bir ses tonuyla gördüklerimi anlattım: "Gözlerimin içine bakınca ruhumun derinlere dalıyor gibisin ama zihnin bulanık. Ne düşündüğünü bir türlü kestiremiyorum."
"Evet bir şeylerin zihnimi kurcaladığı doğrudur."
"Senin aklın hep kötülüğe çalışır. Bunu bakışlarından bile anlayabiliyorum. Sen kötülük etmek istediğine öyle bir bakıyorsun ki insan kendini çaresiz hissediyor."
Gökay, sözlerimin etkisini dağıtmaya çalıştı: "Ben herkese aynı bakıyorum. Sen farklı anlıyorsun. Ben kötü biri değilim." Düşünmeme bile gerek yoktu: "Hayır öylesin."
"İspat et o zaman, söylediklerinde haklı çıkarsan sana bir daha asla itiraz etmeyeceğim."
Bu benim için çok zor olmayacaktı: "Alisa ile beraber mekana geldiğimiz o gün, Carly'e öyle bir bakıyordun ki kadının adına ben üzüldüm. Ne yaptın ettin amacına ulaştın. Carly başına açacacığın belalardan haberi var ama sen onu hiçbir şey yapamayacak kadar çaresiz bırakıyorsun. O sadece planladığın oyunun bir kurbanı..."
Acımasızca gözleri parladı: "Utanmasam bir de Carly için üzüleceğim. Bu ona az bile."
Carly konusundan sonra Araf'a, daha sonra ise Nilay'a getireceğim için oldukça rahat fikirlerimi söyledim: "Neden sevenlerin arasına giriyorsun? Senin kendine ait bir hayatın yok mu?"
Kaşını çatıp hırsla konuştu: "Benim hayatımı o kadın mahvetti. Ben de onunkini mahvetmeye yemin ettim. Ona bu dünyada asla rahat vermeyeceğim."
"Geçmişte yaşanmış bitmiş bir şeyi tekrar hatırlayıp neden kendini de onları da üzüyorsun? Sana yapılan kötülüğü unutursan.." diye sözlerime devam edecekken Gökay sözümü kesti: "Hayır, bu olay biteli 3 sene oldu ama ben hâlâ dün yaşanmış gibi o kadına karşı nefret doluyum. Sadece ona değil, bana inanmadığı için Araf'a da çok kızgınım."
"Ölmüş aşiret reisinin karısı gibi intikam yeminleri etmek neye yarar Gökay? Başkasına çamur atan evvela kendi elini kirletir, derdi babaannem. Sen de o kadının kötülüğüne karşılık verirsen onu tekrar kışkırtmış olacaksın. Sonra yine yaptığına karşılık vermeye çalışacaksın. Bu böyle nereye kadar devam edecek hiç düşünmüyor musun?"
Kararı kesindi ne desem onu vazgeçiremezdim. "Böyle haklı haklı konuşarak beni davamdan vazgeçiremezsin Masal. Bu işin geri dönüşü yok."
"Şu saatten sonra sana nasihat kâr etmez. Belli ki rahat durmayacaksın. Ne hâlin varsa gör Gökay. Karışmıyorum."
"Ne yapıp edip konuyu yine Carly'e getirdin bunu fark etmedim zannetme. Bakalım bu gece benden daha ne öğrenmek isteyeceksin.."
"Senden bir şey öğrenmeye gelmedim. Kötü biri olduğunu ispat etmemi istemiştin ben de kanıtlarımı sundum."
Gökay saatine bakıp gerçek niyetimi hâlâ belli etmediğim için amacımı öğrenmeye çalıyordu: "Saat geçiyor öyle değil mi? Ama ne yazık ki benden almak istediğin bilgilere bir türlü ulaşamıyorsun. Benimle vakit kaybetmek istemiyorsun. Amacına bir ân önce ulaşıp buradan gitmek istiyorsun. Benden hazmetmediğini anlayabiliyorum Masal." Daha fazla inkar edemeyip içimden gelenleri söyledim: “Evet sınavımın iptal olmasına sebep olan birine karşı iyimser kalamıyorum."
"Sınav mı? Şu okuluna geldiğim günden bahsediyorsun tamam, hatırladım."
"Bazı kötülükler nedensiz yapılır. Bu da onlardandı.." Yüzüne ters ters bakıp alay ettim: "Seninle oturup felsefe yapacak değilim. Sokrates sana gereken cevabı asırlar öncesinden vermiş zaten."
Biraz düşündü ve hemen cevabı buldu: "Kötülük cahillikten doğar. Sanırım öyle bir şeydi.."
"Çok doğru. Ben bunu sonuna kadar savunuyorum."
Gökay itiraz etti: "Ben savunmuyorum şu dünyada bile bile kötülük yapanlar da var. Onlar iyiliğin ne olduğunu biliyorlar ama yapmıyorlar."
"Biliyor musun? Böyle konuları tartıştığım tek insansın. O yüzden bende yerin ayrı Masal."
Onu merak ediyordum. Konumuzdan alakasız bir soru sordum: "Kitap okumayı sever misin?"
"Çok okumam ama hangi kitabı okuduğuma göre değişir. Bazen öyle bir kitaba denk gelirsin ki sana kim olduğunu unutturur. Bazen de öylesini bulursun ki sana kim olduğunu hatırlatır." Gökay son sözlerini söyledikten sonra boşluğa bakar gibi konuşmuştu.
"Bu ara Türk klasiklerine merak saldım." Diyerek devam ettim. Adamla oturup sohbet ediyorum. Keşke karşımda biraz salak biri olsaydı o zaman ağzından laf almak daha kolay olurdu.
"Başka okuyup beğendiğin var mı?"
Düşüncelere dalıp ağzını arayarak "Var." Diye cevap verdi.
Gökay sözlerimi ilgiyle dinliyordu. Kitaplardan bahsederken mutlu oluyordum. Hangi kitapları okuyup beğendiğimi merak etti: "En sevdiğin kitabın adı ne?"
"Ateş Gecesi." Diye cevap verdim.
"Daha önce hiç duymadım kiminmiş?"
"Reşat Nuri'nin. Niye bilmiyorum ama bu kitabı severek okumuştum. Anlatımı hoşuma gitmişti. Senin en sevdiğin yazar kim?"
Bir an bile tereddüt etmedi: "Hüseyin Rahmi tabii ki."
Kaşımın birini kaldırdım: "Hüseyin Rahmi mi? Bir ân Sabahattin Ali falan diyeceksin zannettim. Yalan yok kadınları etkilemek için kitap okuyorsun diye düşünmüştüm. Peki neden o?"
"Hayatı hep kadınlar arasında geçmiş bir yazar. Bu yüzden de bu konuda çok iyi romanları var. Sanırım şimdi neden onu seçtiğini anlıyorum."
"Söylediklerinde haklılık payı var ama Hüseyin Rahmi'yi sadece kadınları anlattığı için sevmiyorum. Eleştirel tarafı daha çok hoşuma gidiyor özellikle tezli olan romanlarına bayılıyorum."
"Beni gerçekten çok şaşırttın Gökay. Azıcık da olsa düşündüklerimden dolayı beni utandırdın. Senin hakkındaki düşüncelerimde yanılmışım."
Gökay sohbet etmekten yorulmuş gibi arkasına yaslandı: "Senin çoktan benimle evde olman gerekiyordu ama hâlâ buradayız. Çok ilginç birisin."
Elimdeki soğumuş çayı sımsıkı tutmaya devam ederek sordum: "Sen buraya bu yüzden mi geldin?"
"Yo, o yüzden gelmedim, ama asıl sen ne için buraya geldin? İşte ben en çok onu merak ediyorum."
Bardağı bırakıp yüzüne baktım: "İki medeni insan gibi sohbet etmek istemiştim ama görüyorum ki yanılmışım."
"Gözlerin gerçeği söylerken konuşmana gerek yok. Buraya benimle sohbet etmeye gelmediğini ikimiz de biliyoruz."
"Aklında bir ihtimal var ve eğer onu söylersen seni mahvedeceğimi çok iyi biliyorsun Gökay."
"Bence o ihtimal sadece benim aklımdan geçmiyor." Alaylarına daha fazla tahammül edemedim. Sinirle karşımdaki adama ağzıma geleni söylemek istedim: "Seninle olmak istediğimi kim söyledi, buraya Alisa' ya yaptığın teklifi konuşmaya gelmiştim ama sen bildiğin bana 'eve gidelim' diyorsun, sen kendini ne zannediyorsun, zampara! Herkes sana bayılıyor mu?" Çay bardağından bir yudum alıp bunları sadece zihnimde hayal etmiştim.
İçinden geçenleri bastırmaya çalışarak sakinleşmeye çalıştım: "Burada olmamızın sebebi benim, unutma. Seninle konuşmak istediğim bir şey var."
Gökay, şaşırmamış gibi bir ifadeyle aynı rahat tavrını takınıp yüzüme baktı: "Nedir konuşmak istediğin şey? Söyle ne söyleyeceksen çünkü babaannem gibisin."
"Nilay diye birini tanıyor musun?" Daha fazla rol yapamayacaktım yoksa Gökay buradan sağ çıkamayacaktı.
Usulca başını salladı: "Tanıyorum Araf'ın okuldaki kız arkadaşlarından biriydi." Bu kadarı yeterli değildi. Emin olmam gerekiyordu ki görevimi layıkıyla yerine getirmiş olayım.
"Arkadaş olduklarına emin misin? Yani aralarında bir şey yok değil mi?" Gökay şüphelendi zaten anlamıştı: "Yok diye biliyorum. Sen bir şey mi gördün? Bana bunları neden soruyorsun?"
"Araf ve Nilay'ı birlikte bir mekanda gördüm. Hiç arkadaş gibi görünmüyorlardı."
"Bunu Carly' den intikam almamı bırakmak için söylemiyorsun değil mi?"
Başımı olumsuz anlamda sallayıp "Hayır." dedim.
"Nilay güzel kız. Araf'la görüşmeye başladı demek. Desene bu bilgi Carly'i çok üzecek."
"Bunu ona söylemeyeceksin değil mi Gökay?"
"Zevkle yapacağımdan emin ol."
"Suç bende, hemen gidip Carly'e söyleyeceksin. seninle de bir şey konuşulmuyor."
"Ağzından bir kere kaçırdın artık bu işin geri dönüşü yok. Bana bu müjdeyi verdiğin için seni ne ile ödüllendireyim?"
Bu söz içimi acıtmaya yetmişti: "Benim dileğimi sen gerçekleştiremezsin. Buna gücün yetmez."
Biri öldü zannedip başın sağ olsun dileğinde bulununca hemen itiraz ettim: "Kimse ölmedi niye öyle söylüyorsun?"
"Madem biri ölmedi o zaman neden gözlerin doldu?"
Gülesim gelmişti. Yanlış anlaşılınca Gökay üzüldü. Ne olduğunu ona da anlatmak istedim: "Eski erkek arkadaşım başka bir kız için beni terk etti. Ben onu geri getiremezsin demeye çalışmıştım. Kimse ölmedi yani."
Gökay'ın morali iyice bozuldu ama belli etmeyip işi şakaya vurdu: "O zaman tekrardan başın sağ olsun. Zaten şu saatten sonra yaşaması da ölmesi de senin için birdir."
"Sen de Alisa gibisin. Biliyor musun o beni terk ettiği gün Alisa'yla tıpkı cenazesi varmış gibi onun için helva kavurup yedik. Yetmedi yasin okuyup ölülerin ruhuna bağışladık."
Söylediklerim çok tuhafına gitmişti: "Hayatta olan biri için helva kavurup yasin mi okudunuz? Gerçekten siz kızlardan korkulur."
Tavsiyede bulundum: "Çok yararı oldu inan işe yarıyor. Sen de dene."
Gökay'ın yüzü benbeyaz oldu. Sesi içine kaçar gibi boğuk çıktı: "Ben cenazelere katılmam. Sahte bile olsa gitmem." Kötü bir şey yaşadığını hissedip neden diye sorduğumda "Ailevi bir şey." diyerek sustu. Onun için üzülmüştüm. Başına ne gelmişti Allah bilir ama anlatması için ısrar etmedim: "O zaman senin de başın sağ olsun. Belli ki bir şeyler olmuş ve söylemek istemiyorsun."
Gözleri dalgındı: "Bilmemek, hatırlamamak istiyorum." Bu kadar üzüldüğüne göre ya ailesinden biriydi ya da sevdiği birini kaybetmişti: "Senin adına gerçekten üzüldüm Gökay. Ölen kişi sevgilin miydi?"
"Hayır, ölen sevgilim değil kız kardeşimdi."
"Hayır Masal. Bu konuyu bir daha açılmamak üzere kapatalım. Bana kardeşimle ilgili soru sorma. Carly ve kardeşim hariç bana istediğini sor. Mutlaka cevap veririm."
Beni daha çok merakta bırakmıştı: "Neden kardeşinin yanına Carly'i de ekledin?"
"Bu konuda konuşmayacağımı söyledim Masal."
"Ben zaten başka bir şey soracaktım. "
Konunun kapanmasına sevinir gibi olup gülümsedi: "Çok güzel o zaman sen konuşmaya devam et bakalım bu işin sonu nereye varacak? Bu arada benimle konuşurken gözlerimin içine bak."
"Senin yüzünden söyleyeceğim şeyi unuttum." Gözleri boşluğa bakınca hatırlamaya çalıştım: "Ben ne diyecektim?"
"Gözlerime bakarak konuşamıyorsun. Demek sana bildiğini de unutturmaya başladım... Konuşurken heyecanlanıyorsun da sakin ol. Benden hoşlandığını çok belli ediyorsun."
Yüz ifadesi normaldi ama dalga geçiyor gibi konuşmasına sinirlendim: "Ne alakası var? Senden hoşlandığımı nereden çıkardın? Neden kendinden bu kadar emin konuşuyorsun, belki hayatımda bir başkası var?"
"Hayatında biri olsa neden burada bu saatte benimle olasın ki?"
"Senden hoşlanmıyorum ama sen öyle zannetmeye devam et."
"Ben kadınlar hakkında yanılmam. Bir bildiğim var ki söylüyorum. Hem benden hoşlanmış olmasan bile şu sözlerimden sonra kendin hakkında düşünüp bir karara varmak isteyeceksin. O zaman farkında bile olmadan benden hoşlanacaksın."
Hızla masadan kalktım ve Gökay'a yaklaşarak kulağına eğildim: "Dua et burası kalabalık ve insanların önünde uysal davrandığıma bakma, hayatını cehenneme çevirmem çok vaktimi almaz, bilmiş ol!"
Dışarı çıktığımda hızla yürüyerek eve gitmeye çalışıyordum. Arkamdan gelen arabaya aldırış etmedim. Yürümeye devam ettikçe peşimden onun geldiğini hissediyordum. Kimseden korkum yoktu. Yerden elime koca bir taş alıp arabaya doğru gittim.
Arabadan inip yanıma gelince takip edenin Gökay olduğunu anlamıştım. Onu görünce elimdeki taşı bırakmamış, sinirle Gökay'a bakmaya devam etmiştim.
Elimdeki taşa bakıp sonra gözlerini yüzümde dolaştırdı. Etkisinden kurtulup hızla yürümeye başladım. Arkamdan söyledi: "Gece vakti nereye gidiyorsun? Orası orman kaybolacaksın. Ne inat kızsın, bir sözüme kızarak hemen çekip gidiyorsun." Koşuyordu. Yetişmesi zor olmamıştı.
"Defol git Gökay, hadi! Bir daha sakın karşıma çıkma yoksa seni doğduğuna pişman ederim."
"Tamam önce sakin ol, ben öyle demek istememiştim. Her şeyi yanlış anladın."
Elimi belime koyup kaşlarımı çattım: "Yani ben salağım öyle mi?"
"Evet... Yani hayır tabii ki, sadece birbirimizi yanlış anladık.. seni rahatsız ettiysem özür dilerim. Lütfen Masalcım gitme o tarafa kaybolacaksın."1
"Beni rahat bırak Gökay! Sana olan sinirim hâlâ geçmedi."
"Saat geç oldu seni eve ben bırakabilirim."
"Söylediklerinden sonra mı, sürünerek giderim ama yine seninle gelmem."
Hızla yürümeye devam ettim. Bir süre beni takip etti. Yorulunca peşimden bağırdı: "Gece vakti yalnız başına yürüyüp gidecek kadar neyine güveniyorsun?" Arkamı dönüp cevap verdim: "Sen benimle böyle konuşurken neyine güveniyorsan ben de ona güveniyorum."
"Ne hâlin varsa gör." Gökay, geri dönüp arabasına bindi ve eve gitti. Daha fazla yolda yürümek istemedim. Bir taksi bulup eve gitmek istiyordum. Buradan neredeyse hiçbir şey geçmiyordu. Kimseye güvenemeyeceğim için yürümeye devam ettim. Nereye gittiğimi bilmiyor, önüme biri çıksa parça parça edecekmiş gibi bakıyordum. Elimdeki taşı hâlâ bırakmamıştım. Karşı kaldırımda iki adam bana bakıp birbirlerini dürttüler. Yolun diğer tarafına bakmayıp kendi yoluma devam etmeyi planlıyordum.
Adamlar kaldırımdan inerek olduğum tarafa geçince durmuş, arkamdaki iki adamın bana doğru gelmesini beklemiştim. Adamlar gülerek yaklaşıyordu. Onlara gel gel der gibi işaret ettim. Bereket versin adamların ikisi de zil zurna sarhoştu. Gelmelerini beklemek hayli zamanımı alacağı için hırsla adamlara doğru yürüdüm. İki sarhoş gözlerinin önünü zor görüyorlardı. Taşı elimden atıp adamların yakasını iki elimle tuttuğum gibi sarsıp hesap sordum: "Siz iki geri zekâlı niye peşimden geliyorsunuz?"
Zayıf olanı ne dediği belli olmayan şeyler söyledi. Boyu küçük olan sarhoş ise arkadaşına güldü. Çok kötü kokuyorlardı. Adamların yakasını bırakınca boş çuval gibi yere yığıldılar. Düştüklerinde kafaları birbirine çarptı. Bu sefer birbirlerinin yakasına yapıştılar. Düştükleri yerden kalkarken ayakta durmaya mecali olmayan bu adamlar ağız dalaşına daha sonra ise kavga etmeye başladılar.
İzin versem birbirlerini boğmak üzere olan sarhoşları ayırmaya çalıştım. Bir araç kavganın olduğu yerin önüne gelip durunca arabanın farları olayı aydınlattı. Gözlerim kamaştıkları için elimle ışığı engellemeye çalıştım. Bana temas eden bu ellerin kime ait olduğunu görmek ve karşı saldırıya geçmek için hazırlanıyordum ki yanımda Alisa'yı görünce şaşırdım. Alisa sarhoşların burnundan kan aktığını görünce suçun faili ben zannetti: "Bu adamlar kim? Niye kavga ediyorlar?" Hâlâ kavga eden ikiliyi umursamadan cevap verdim: "Bilmiyorum. Arkamdan geliyorlardı."
Birinin burnundan oluk gibi kan geliyordu. Alisa, adama acıyarak baktıktan sonra sordu: "Onları bu hâle sen mi getirdin?"
"Hayır benim bir suçum yok. Bir ânda birbirlerine girdiler. Onlar da ne yaptıklarını bilmiyorlar ki olayı bana soruyorsun."
Öteki kanayan burnunun hıncını almak ister gibi adamın üstüne atılıp boğuşurken Alisa bana döndü: "Bir ân seni bu adamları yanında görünce çok korktum. İyi misin?"
"İyiyim, teşekkür ederim geldiğin için ben de eve neyle döneceğimi düşünüyordum. Senin burada ne işin var? Kim haber verdi?"
"Evde seni beklerken Gökay arayıp tartıştığınızı söyledi. Seni almaya geldim. Bu saatte başına bir şey gelecek diye içim içimi yedi. Hadi eve gidelim."
Birbirlerini fena benzeten sarhoşların durumu kötüydü. Alisa'yı durdurup sarhoşları gösterdim: "Yalnız biz bunları böyle bırakıp gidersek birbirlerine zarar verecekler."
Öyle kavga ediyorlardı ki doğrudan müdahale etmeyi ikimizde uygun bulmamıştık. Araba anahtarının düğmesine basıp kapıları açtı: "Yolda polisi ararım sen arabaya geç."
"İyi ki geldin yoksa bu ikisi elimde kalacaktı."
Arabaya binip oradan uzaklaşınca polisi arayıp kısaca olayı anlattıktan sonra adresi verip telefonu kapattık. Alisa yol boyunca Gökay'a kızdı.
"Onun bir suçu yok. Ben onunla gelmek istemedim."
Aracın hızını düşürüp yüzüme sorgular gibi baktı: "Gökay seni kızdırdığını için arabaya binmemekte inat ettiğini söyledi."
Sonunda eve gelmiştik. Arabayı park edip apartmana yöneldik. Merdivenleri bir çırpıda çıkıp eve girince içeri gelir gelmez odama gidip kıyafetimi değiştirdim ve yatağa uzandım.
***
O gece Gökay uyuyamamıştı. Masal'ı orada bırakıp eve gidince hata yaptığını anlamış, geri dönüp onu bıraktığı yerden alıp evine götürmeyi düşündü fakat o kıza zorla hiçbir şey yaptıramazdı. Bütün gece başına bir şey geldi mi diye düşünmek yerine hemen Alisa'yı aramak istedi.
"Bir şey mi oldu Gökay? Bu saatte niye aradın?"
"Haklısın saat geç olunca insan iyi bir haber alacağına inanamıyor. Masal ile tartıştık onu eve bırakmamı istemedi. Tek başına orada kaldı. Ben gidersem kesinlikle kabul etmeyecek. Onu çok kızdırdım."
"Sen Masal'ın yanında değil misin? Benim arkadaşım şu saatte sokakta yalnız başına mı?"
"Evet, şu ân tek başına eve gelmeye çalışıyor. Kendi arkadaşını sana anlatmak istemiyorum. Onun inadını en iyi sen bilirsin. Adresi göndereyim gidip başına bir şey gelmeden onu oradan al lütfen."
Alisa tamam bile demeden telefonunu kapattı ve araba anahtarlarını yanına alıp hızla evden çıktı. Bu adresi daha önce biliyordu. Vakit kaybetmeden arabasına binip arkadaşının yanına gitti.
Gökay, kızın eve dönüp dönmediğini merak ediyordu. Alisa'yı arayınca telefonunun kapalı olmasına aldırış etmeyip tekrar tekrar aradı. Merak ediyordu. Bu sefer Masal'ı aramayı denedi. Tabii ki ulaşamadı.
Bir oraya bir buraya evde turlamaktan yorulmuştu. Oturduğu koltukta bir aralık rüya görür gibi oldu. Kabuslar devam ederken telefonun titremesine uyandı. Etrafına bakınca evde olduğunu hatırlayıp kan ter içinde kaldığını fark ederek gördüklerinin rüya olduğu anlamış derin bir nefes almıştı. Telefona bakıp yarım saattir bu kabusu gördüğüne inanamamıştı. Odasına giderek duş aldıktan sonra hızla giyindi. Sabah olmasına bir şey kalmamıştı. Uykusu artık tamamen kaçmıştı.
O gün Masal'ın telefonuna bir mesaj geldi.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
48.97k Okunma |
1.96k Oy |
0 Takip |
40 Bölümlü Kitap |