2. Bölüm

Zar Sende

Maia
maia

 

 

 

Selam arkadaşlar... Umarım hepiniz iyisinizdir.Size yep yeni bir kurguyla geldim... Bol yorum ve oylarınızı bekliyorum... İyi okumalar sizee👋🏻👋🏻💖

 

 

 

Yazar'dan

 

Liva, küçük bir apartmanın en üst katındaki eski dairenin kapısını açtığında, içeriden gelen soba kokusu burnuna çarptı. İçerisi sıcaktı ama havasız, ağır. Babası masanın başında oturuyordu. Bir elinde çay bardağı, diğer elini dizine dayamış, başını hafifçe öne eğmişti. Onu bu kadar sessiz, bu kadar yorgun görmek alışıldık bir şey değildi. Liva, usulca karşısındaki sandalyeye oturdu, gözlerini babasına dikti ama konuşmadı.

 

Adnan, başını yavaşça kaldırdı. Gözlerinin etrafında çizgiler derinleşmişti. Bir şey saklamıyordu artık. Gözleri doğrudan kızının içine bakıyordu. “Geç kaldım,” dedi, sesi kararlı ama yorgundu. “Bazı şeyleri daha önce anlatmalıydım. Ama hep zamanımız var sandım.”

 

Liva, çenesini sıktı. “Baba, korkutuyorsun beni,” dedi. Sesi ne kadar sakin kalmaya çalışsa da, içi kıpır kıpırdı.

 

Adnan hafifçe başını salladı, sonra ceketinin iç cebine uzandı. Küçük siyah bir kese çıkardı. Liva bu keseyi tanıyordu. İçindeki zarların hikâyesini çocukken defalarca dinlemişti. Adnan, keseyi masaya koydu. Elini üzerinden çekmeden konuştu: “ Zamanım kalmadı. Bu zarlar artık senin.Kader atılmaz Liva, verilir. Ve ben artık sana veriyorum. Masayı kurmak senin işin değil. Ama yıkmak... senin görevin olabilir.”

 

Liva, boğazında büyüyen düğümü yutkunarak bastırdı. “Nereye gidiyorsun?”

 

Eve,” dedi Adnan. “Ama belki de son kez.”

 

O an Liva, içinde bir şeyin kırıldığını hissetti. Dur demek geçti aklından. Gitme, bu gece kal, her şeyi anlat, bir kez olsun korkmadan konuşalım demek… Ama yapamadı. Çünkü babasının yüzünde garip bir huzur vardı. Sanki her şeyi bırakmaya hazır gibiydi.

 

Adnan kalktı. Kızına yaklaştı, elini başına koydu. Liva gözlerini kapattı. O anı ezberlemek istedi. O elin ağırlığını, kokusunu, sessizliğini. Sonra Adnan kapıya yöneldi. “Anneni dinleme,” dedi kapıdan çıkarken. “Kimseye güvenme. Zar sende artık.”

 

Kapı kapandı. Liva o an, hayatının artık bir daha eskisi gibi olmayacağını hissetti. Ama hâlâ umudu vardı. Hâlâ her şeyin belki de geçici olduğunu düşünüyordu. Yanılmıştı.

 

Adnan Kaya o gece yalnız yürüdü. Caddeler sakindi, sokak lambaları titrek ışıklar saçıyordu. Rüzgar hafifti ama ıslaktı. Ceketinin yakasını kaldırdı, sigarasını yaktı. Caddede adımlarını takip eden kimse yoktu ama içindeki his huzursuzdu. Bunu fark etti, ama durmadı.

 

Sokağın köşesini dönerken bir gölge hareket etti. Adnan refleksle elini cebine attı ama geç kaldı. İlk kurşun göğsüne saplandığında ağzından tek bir ses bile çıkmadı. Dizlerinin üstüne çöktü, göğsünden akan kan ellerine bulaştı. Bir not vardı cebinde. O not, kanla ıslanmış parmaklarının arasından kaydı, kaldırıma düştü.

 

İkinci kurşun başına geldiğinde artık nefes almıyordu.

 

Cebinden çıkan o küçük, ıslanmış kağıtta iki kelime yazılıydı:

 

Zar sende.

 

Liva sabaha kadar uyumadı. Yalnız kaldığı dairenin mutfağında, sabaha kadar sigarasını yaktı söndürdü. Masada babasının bıraktığı kese vardı. İçinde zarlar. Elini keseye uzattı ama açmadı. Sabah güneş yeni doğuyordu ki telefon çaldı.

 

Ekranda annesinin adı yazıyordu. Bir an tereddüt etti. Sonra açtı.

 

Liva…” dedi annesi, sesi neredeyse duyulmayacak kadar boğuktu. “Baban…”

 

Liva dondu. Annesi devam etti: “Babanı vurmuşlar. Dün gece... Yolda yalnızken”

 

Liva hiçbir şey söylemedi. Telefon kulağında ama sesi yoktu. Bacaklarının bağı çözüldü, kendini yere bıraktı. Ağlamadı. Gözleri boştu. Ama içi? İçinde yer kalmamıştı. İçinde sadece uğultu vardı artık.

 

O an anlamıştı. Babasını kaybetmemişti. Kendi adını da gömmüştü.

 

Ve o günden sonra, kimse onu tanımadı. Ne annesi, ne masa, ne geçmiş.

 

Ama o… hepsini tek tek tanıyacaktı.

 

Ve zarlar… bir daha asla susmayacaktı.

 

Liva'dan

 

Bazı vedalar sessizce edilir. Bazılarıysa hiç edilmez. Benimkisi ikinci cinstendi.

 

O sabah siyah giyindim ama yas tutmadım. Saçımı topladım ama başımı eğmedim. Ve kalabalığa karışmadım. Çünkü o kalabalığın içinde bana yer yoktu. Ben, o adamın kızıydım. Ama kimse bunu bilmiyordu. Kimse bilmemeliydi.

 

Geceden kalan sessizlik hâlâ üzerimdeydi. Küçük bir dairenin içinde oturuyordum. Masanın üstünde babamın bana bıraktığı kese duruyordu. İçinde zarlar. Soğuk, ağır, sessiz. Tıpkı babamın sesi gibi.

 

Bir gün önce onunla buluşmuştum. Her zamanki gibi gizli tuttuğumuz o eski evde. Kimsenin bilmediği, sadece bizim bildiğimiz bir yer. Duvarları çatlamış, eşyaları eskiydi ama o masanın başında otururken babam, her zamanki gibi güçlüydü. Elinde çayı, gözlerinde geçmiş vardı.

 

Zamanım kalmadı,” demişti. Ceketinin iç cebinden çıkardığı siyah keseyi önüme koymuştu. “Bu zarlar artık senin. Kader atılmaz Liva, verilir. Ve ben artık sana veriyorum.”

 

Onunla geçirdiğim o son anlarda bir şeylerin ters gittiğini hissetmiştim ama ağzımı açmamıştım. Sadece gözlerinin içine bakmıştım. İçimden bir ses dur dememi söylüyordu. Ama ben sustum. O gitti. Ve bir daha geri dönmedi.

 

Gece yarısı vurulmuştu. Sokağın ortasında, yalnız yürürken. Korumasız. Sadece bir not bırakmıştı arkasında. Cebinden çıkan kanlı kâğıtta iki kelime yazıyordu: Zar sende.

 

Sabah olduğunda telefon çaldı. Açtım. Annemdi. Sesi boğuk, kelimeleri kısaydı. “Babanı vurmuşlar…Dün gece. Yolda yalnızken... Baban öldü Liva” Ne ağlayabildim ne konuşabildim. Sandalyeye çöktüm. Göğsümde koca bir taş vardı. Boğazımda kelimeler sıkışmıştı. O an anladım; babamı kaybetmemiştim. Kendi adımı gömmüştüm.

 

Cenazesi devlet töreni gibi kalabalıktı. Mafya dedikleri şey, resmîymiş gibi davranıyordu. Tespih çeken eller, sahte gözyaşları, cep telefonuyla gizlice fotoğraf çeken gazeteciler... Hepsi oradaydı. Ama ben... uzaktaydım. Eski bir binanın çatısından izliyordum olanları. Karşı apartmanın en üst katı, kırık bir pencere, paslı demir parmaklıklar... Burası onun defnedildiği yere en yakın olabileceğim tek yerdi. Çünkü bana yaklaştığım an, kurşunla cevap verirlerdi.

 

Babamın tabutu siyah kadife örtüyle kaplıydı. Üzerinde gümüş işleme bir arma: iki kartal kanadı ve bir zar. Zar. O sembol, herkese güç anlamına geliyordu. Ama benim için... yalnızlıktı. Küçükken babam bana zarla hikâyeler anlatırdı. “Her zar bir kaderdir,” derdi. “Ama bazı zarlar atılmadan da hüküm verir.” Şimdi o zarlar bende. Ve ben sadece izliyorum.

 

Kalabalığın arasında annemi gördüm. Siyah tül içinde, dimdik. Ağlamıyordu. Yanında onlarca adam vardı. Hepsi babamın adamları. Ama aynı zamanda onun ölüm fermanını yazan eller. Her biri tek tek yüzüme kazındı. Benim orada olmadığımı düşünüyorlardı. Çünkü onlar, benim hiç var olmadığımı sanıyorlardı. O yüzden saklandım. O yüzden beni gizlediler. Koruduklarını söylediler ama aslında yok saydılar. Şimdi o mezarın başında toprak atarken, her kürek sesi bana şunu söylüyordu: “Sen yoksun.”

 

Ama ben oradaydım. Üstelik hepsinden daha diri, daha ayakta, daha farkında. Bir elim cebimdeki siyah keseye uzandı. Zarlar hâlâ oradaydı. O gece babamın bana bıraktığı son miras. Rüzgar saçlarımı yüzüme savurdu. Boğazımda bir yumru. Ama ağlamadım. Çünkü bu şehirde gözyaşına yer yok. Bu şehirde kadınlar mezara konmaz. Onlar toprağın üstünde yürüyerek intikam alır.

 

Kalabalık dağılmaya başladığında aşağıya son bir kez baktım. Onların arkasından sadece biri dönüp geriye baktı. Kimi aradığını bilmiyorum. Ama yüzüme baktığında... içimde bir şey dondu. Belki sezmişti. Belki sadece rüzgârdı. Ama ben o gün bir yemin ettim: “O mezara çiçek koymayacağım. Oraya kan yağacak. Sonra çiçekler kendiliğinden çıkar.”

 

Ve o gün, babamı kaybetmedim. Kendi adımı gömdüm. O günden sonra ne annem, ne masa, ne geçmiş… Hiçbiri beni tanımadı. Ama ben hepsini tek tek tanıyacağım. Ve zarlar… bir daha asla susmayacak.

 

Yazar'dan

 

Cenaze bittikten saatler sonra mezarlık sessizliğe gömüldü. Kalabalık çekilmiş, imam gitmiş, sahte tespih sesleri susmuştu. Ama Liva, hâlâ oradaydı. Bekledi. Herkesin gözden kaybolmasını, toprağın soğumasını bekledi. Ardından harekete geçti. Çatıda saklandığı binadan indi. Kapüşonunu başına geçirdi, yüzünü yarı karanlığa gizledi.

 

Gözlerini mezarlığın yan kapısına dikti. Oradan içeri süzüldü. Adımlarını sessizce attı. Yürüdükçe ıslak toprak ayakkabısına yapışıyor, dizlerine kadar geçen yorgunluk içini kemiriyordu. Babasının mezarı, en köşedeydi. Çevresine kırmızı iplerle sınır çekilmiş, başına gümüş arma yerleştirilmişti. Taze çiçekler vardı, ama onun getirdiği bir şey yoktu.

 

Liva mezarın başına geldiğinde bir süre sadece baktı. Ne oturdu ne konuştu. Toprağa uzun uzun baktı. Sanki o toprak ses veriyordu. Sanki orada yatanın ruhu hâlâ onu izliyordu. Dizlerinin bağı çözüldü. Mezarın başına çöktü. Dirseklerini dizlerine dayadı, elleriyle yüzünü kapattı. Ve orada, ilk kez... boğazı yanarak ağladı.

 

Sessizdi. Kimse yoktu. Ama onun içinde yıllardır bastırdığı her şey bağırıyordu.

 

Niye böyle gittin?” dedi kısık bir sesle. “Beni bırakma hakkını sana kim verdi?”

 

Elleri titredi. Gözleri kıpkırmızıydı. Cebinden siyah keseyi çıkardı. Zarları çıkardı. Babasının ona bıraktığı o son parçaları, yavaşça mezarın başına bıraktı.

 

Zar sende dedin ya…” dedi, sesi neredeyse bir fısıltıydı. “Ama ben ne yapacağımı bilmiyorum.”

 

Bir süre daha sessizce oturdu. Gözyaşları toprağa karıştı. Sonra ayağa kalktı. Gözlerini kapattı. Derin bir nefes aldı. Geri dönerken mezara son kez baktı.

 

Bu ilk ve son gelişim,” dedi. “Çiçek getirmeyeceğim. Ama senin için çok kan akacak. O toprak... çiçekleri kendiliğinden büyütecek.”

 

Arkasını dönüp yürümeye başladığında, o mezarın başında küçük kız çocuğunun ruhu kaldı. Soğuk, ama içi intikam doluydu.

 

 

 

 

 

Sizce Liva ne yapacak? Düşüncelerinizi benimle paylaşırmısınız bana da ilham olur.

 

 

 

Umarım yeni kurgumu beğenmişsinizdir..

 

 

 

Yorumlarınızı bekliyorummm💗

 

 

 

Öpüldünüz ve seviliyorsunuz😘

 

Bölüm : 06.05.2025 01:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...