31. Bölüm

18. Bölüm (3. Kısım)

majdafan
majdafan

"Beyler... İzin verin!"

Hakan'ın cümlesi biter bitmez Savaş ve Barış aynı anda kapıları kapattılar. Oysa Gonca, arabadan çıkmak istiyordu; içten içe koktuğu, buna rağmen beklediği ama cevabını vermeye hazır olmadığı soruyu soran erkekten uzakta bir yere gitmek istiyordu.

"Gonca, bana bakar mısın lütfen?"

Gonca; Hakan Alagöz, "Bu akşam yemeğini benimle yer misin?" diye sorduğu anda donakaldığının; sonra da gözlerini ondan cevap bekleyen erkek dışında her yerde gezdirdiğinin fakındaydı, elbette farkındaydı. Başka ne yapabilirdi ki? Tıpkı annesi gibi o da duygularını saklama konusunda hiç yetenekli değildi. Yürek çarpıntısının gözlerine yansıyacağını bilirken ne yapabilirdi? Ama şimdi, mecburen...

Hakan; Gonca'nın bakışlarını yakaladığı anda içinin yeniden ısındığını hissetti. Güzel badem gözlerdeki kararsızlık, heyecan ve karmaşa ona ancak zevk veriyordu çünkü bunların üstesinden gelebilirdi.

Gonca, Hakan Alagöz'e ancak birkaç saniye bakabildi. Gözlerini başka tarafa çevirir çevirmez Hakan Alagöz, "Yapma!" dedi. Sesi; duygu dolu bir fısıltı, bir yalvarış gibiydi. "Korkma!"

Gonca'nın gözleri bir çırpıda yeniden Hakan Alagöz'ün gözlerini buldu. Az önce titrek, korkulu bakışlarını kaçıran kendisi değilmiş gibi adama hiddetle baktı, dişlerinin arasından "Korkmuyorum!" diye tıslamadan hemen önce.

Kadının gururla havaya kalkmış çenesini, meydan okuyan gözlerini zevkle seyreden Hakan, keyifle, "Dişi kaplan!" diye düşündü. Belki de bu yüzden, Gonca'yı daha da kızdıracağını bilmesine rağmen, "Korkuyorsun!" demekten kendini alamadı.

Gözleri hırsla parlayan Gonca, "Siz ne cesaretle..." diye başlamıştı ki devam etmeyi anlamsız buluyormuş gibi başını iki yana salladı. "Off!.." dedi isyankar bir çığlıkla. "Kiminle konuşuyorum ki?" Dönüp sinirle kapı koluna asıldı.

"Savaş ve Barış açmadan açılmaz ya da... Ben!"

Gonca, bu kez yavaşça döndü ve Hakan'ın zihni, Gonca'yı ağır çekim bir film karesinin içine hapsetti. "Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?" diye tıslayan kadına, "Hayır, sadece basit bir gerçeği dile getirmek istemiştim." diyerek karşılık verdi.

Erkeğin sanki çok normal bir şeyden bahsediyormuş gibi sakin ve umursamaz tavrı, Gonca'yı daha da delirtti. Elleri havada, gözleri kapalı bağırdı: "Ayy! Ne bekliyorum ki? Sizinle tanıştığımızdan bu yana bir kez olsun mantıklı bir konuşma yapamadık ki!"

"Açıkçası, şu anda seninle mantıklı bir konuşma yapmak istediğimi sanmıyorum Gonca."

Gonca'nın gözleri şaşkınlıktan kocaman oldu. Erkeğin gülümseyen suratına, "Gerçek mi?" diye sordu. "Yani şimdi bu sizin gönül çelme yönteminiz mi? Bari işe yarıyor mu?"

Hakan'ın gülümseyişi yerini ufak bir sırıtışa bıraktı.

"Bilmiyorum."

"Bilmiyorum?.."

"Bilmiyorum çünkü daha önce kimsenin gönlünü çelmek istemedim."

Gonca'nın ağzı, önce açık kaldı; sonra bir şeyler söylemek ister gibi tekrar tekrar açılıp kapandı. Kirpikleri titreşti. Az önceki kızgınlığı yüzünden pembeleşmiş yanakları, kırmızıya meyletti. Hakan, hepsini hayranlıkla seyretti: Tam olarak neyi ima ettiğini Gonca'nın anlamasını, sindirmeye çalışmasını... Ve, "Ben ciddiyim." dedi Gonca'ya, en az sesi kadar ciddileşmiş yüzüyle. "Eğer kaçmazsan... Eğer bir şans verirsen... Ne kadar ciddi olduğumu senin de anlamanı sağlamaya kararlıyım!"

"Ben kaçmıyorum!.." diye başlayan Gonca, erkeğin bakışlarını kasıtlı olarak kapı koluna çevirmesi üzerine suspus oldu. Nihayet dayanamayıp konuşmaya başlayıncaya kadar da Hakan onun sessizliğini bölmedi.

"Be... Ben... Ben bununla ne yapacağımı bilmiyorum!"

Gonca, tıpkı aynı cümleyi Nisan'a kurduğu andaki kadar kendini çocuk hissetti. Oysa bir elinin diğerinin parmaklarını eğip bükmesine, gözlerinin de onların üzerinden bir an olsun ayrılmamasına neden olan duyguların çocuklukla ilgisi yoktu. Böylesi duyguları daha önce, Onur'la bile, hissetmemişti. Üstelik Onur; Gonca'yı asla Hakan Alagöz gibi kızdırmaz, çileden çıkarmazdı ama... Büyük bir acıyla Onur'un yanında asla bu kadar heyecanlanmadığını da düşündü. Üstelik o zamanlar gençti, başında kavak yelleri esiyordu, her şeye karşı büyük bir merak ve heyecan duyuyordu.

İçinde gittikçe büyüyen ihanet hissini bir kenara bırakarak cesaretle, "Böyle bir şeye hazır olduğumdan emin değilim." diye devam etti. "Ve... Ve... Beni çok kızdırıyorsunuz! Üstelik sizi doğru dürüst tanımıyorum! Ve..."

Kızdırma, kısmını es geçen Hakan, "Bunun beni daha iyi tanımanla ilgisi olduğunu mu sanıyorsun?" diye sordu. "Daha iyi tanıdığında daha farklı mı hissedeceksin? Açıkçası... Ben de seni çok iyi tanımıyorum." Gözlerinde saklamak istemediği hayranlık pırıltısıyla, "Ama seninle ilgili öğrendiğim her yeni bilgi, hissettiklerimi daha da derinleştirmekten başka bir işe yaramıyor Gonca." diye devam etti. "Böyle bir durumda çekip gidemem, gitmek istemiyorum! Senin de gitmeni istemiyorum. Beni daha iyi tanımanı, birbirimizi daha iyi tanımamızı istiyorum. Zaman içinde sana olan hayranlığım daha da artsın istiyorum."

Gonca, başka zaman olsa ya da akıl edebilse kendi haline gülerdi: Az önce sürekli gözlerini kaçırıp durduğu adamdan şimdi gözlerini alamıyordu. Fiziksel çekim, dedikleri şeyin bu olup olmadığından emin değildi ama değilse de anormal derecede tuhaf tanışmalarının ardından yine tuhaf devam eden ilişkilerine rağmen bu çok iyi tanımadığı adamın elini tutmak, yüzünü onun geniş göğsüne yaslamak, gücüyle sarmalanmak istemesinin akıl alır tarafı yoktu. Ona karşı hissettiklerinin şu anda bu kadar yoğunlaşmasının nedeni, başından beri onu çekici bulması değildi. Sözleriydi, kendini ortaya koyuş biçimiydi, cevabının ne olacağından emin olamayacağı bir kadın karşısında savunmasız kalmayı umursamayan cesaretiydi. Gonca'nın cesaretiyse... Aniden kendini yeniden Hakan Alagöz'e öfkelenmek isterken buldu. Üstelik erkeğin bir şekilde bunu, onu öfkelendirmeyi, kolayca yapabildiği defalarca ispatlanmıştı.

Gonca, Hakan Alagöz'e kızgınken her şey daha kolaydı: kafa tutmak, sesini yükseltmek, yüzleşmek... Evet; içinde hala onun cüretkarlığına, kendi hislerinin cüretkarlığına karşı bir öfke vardı ama bu, ne kafa tutmak ne sesini yükseltmek ne de yüzleşmek istemesine yetecek güçteydi. Neredeyse sönmek üzereydi ve cesareti de o öfkeyle birlikte sönmek üzereydi.

Gonca; erkeğin bir cevap beklediği o anlarda kendini tam olarak nasıl ifade etmesi gerektiğini hiç bilmiyordu. Gitmekle kalmak, korkuyla istek arasında sıkışıp kaldığı bu karmaşadan nasıl çıkacaktı? Güç almak ister gibi her şeyin sebebi olan ve varlığını iliklerine kadar hissettiği erkeğin kehribar parıltılar taşıyan ela gözlerine baktı.

Hakan; sanki bu anı bekliyor gibi, onun içinden geçenleri ondan daha iyi anlıyor gibi, "Biliyorsun değil mi?" diye sordu. Emniyet kemerini çıkardığı için bedeni Gonca'ya doğru rahatça dönmüştü. "İlgilenmediğini söylersen seni evine bırakacağımı biliyorsun. İsteğimin ve dileğimin bu olmadığını da artık tam olarak biliyor olman lazım. Ama olur da böyle bir karar verirsen... İşte o zaman tek bir şeyin cevabını merak ederim Gonca."

Gonca; kuruyan boğazını yumuşatmak için yutkunduktan sonra, "Neyin?" diye sordu fısıltıyı andıran bir sesle.

Hakan'ın ifadesi hem şefkatli hem de yumuşaktı.

"Pişmanlık duymaz mısın?"

Gonca; gözlerini, kaçırmaya bile fırsat bulamadan, yumdu. Dudakları titredi. Hisleri; aklından, "Düşünmesi bile neden bu kadar içimi acıtıyor?" diye geçirmesine yetecek kadar güçlü bir biçimde onu çarpmıştı.

Gözlerini ayırmadan Gonca'yı izleyen Hakan, onun tepkilerini bir cevap olarak almak istemedi. Bazı şeylerin sesli söylenmesi gerektiğini ve bunun insan ruhuna çok iyi geldiğini biliyordu. Sinsi yanı, "Böylece geri dönüşü daha zor olur." diye düşünmesine neden oldu ve bu yüzden de ısrar etti: "Söyle, pişmanlık duymaz mısın Gonca?"

Gonca'nın cevabı yine bir fısıltıdan farksızdı ama Hakan, tüm benliğiyle bu cevabı beklediği için onun ne dediğini anlamakta zorlanmadı.

"Duyarım."

"O zaman bir şans ver: Bize!"

Gonca'nın sesi titrekti.

"Biz?.."

Hakan, derinden gelen kısık sesiyle güldü.

"Bu arabadan çıkıp da o yemeğe gitmeyi başarırsak 'biz' diye bir şey olacak. Bunu biliyorsun."

Dudaklarını ısıran Gonca, "Biliyorum." diye mırıldandı.

"Eğer içini rahatlatacaksa aslında ben de bir parça korkuyorum."

"Neden?"

Hakan, başını şaşkınlıkla bakan Gonca'ya doğru yaklaştırdı.

"Daha önce kimsenin gönlünü çelmek istemediğim için olabilir mi?"

Gonca'nın dudakları istemsizce kıvrıldı. Gülüşü, Hakan'ın içine mutluluk verdi ve fırsatı hemen değerlendirmesine neden oldu.

"Hazır mısın?"

Gonca, "Neye?" diye sormadı. Gözleri, erkeğin geniş omuzlarını saran lacivert cekette dolaştı. Sonra aşağı doğru uzun bacaklarının üstünde duran ele doğru kaydı. Erkeğin diğer eli de Gonca'nın oturduğu koltuğun arkasındaydı. Kabul etmek gerekirdi ki bu akıllıcaydı, hem de çok akıllıcaydı. Bir şekilde bu adam onun en hassas noktalarından birini keşfetmiş gibi görünüyordu. Eğer tüm bu konuşma boyunca o eller Gonca'nın eline, yüzüne dokunacak olsa Gonca arkasına bakmadan kaçardı. İçinden ne geçerse geçsin, aptal kalbi hangi çılgınlığın peşine düşerse düşsün; Gonca asla duygusal anlamda tam olarak güven duymadan bu tip bir teması kabul edemezdi.

Hakan Alagöz, Mert'le ilgili o berbat açıklamasıyla Gonca'nın kendini kaybetmesine neden olduğu gün onu tutmuştu, kollarında tutmuştu ama o zaman her şey içgüdüseldi ve Gonca o zaman bile rahatsız olmuştu.

Son on dakikadır aralarındaki her şey başka bir şeye evriliyordu; bu, apaçık ortadaydı. Ve Hakan, dokunmaktan kaçınmıştı. Gonca artık bunun kasıtlı olduğunu biliyordu.

"Benim bir sevgilinin eliyle dokunulmaya hazır olmadığımı nereden bilebilir?" diye düşündü. "Aniden ortaya çıkan şeyleri idare edemediğimi nereden bilebilir?"

O anda, gözleri büyüyerek, Hakan'ın zihninde kendisine gereğinden fazla yer ayrılmış olduğunu anladı. Ve... Ve kendini tam bir aptal gibi hissederek bundan gurur duydu. Daha da aptal bir biçimde neşelendi. İşte bu yüzden Hakan'a, "Hazırım." derken suratında güneşi utandıracak parlaklıkta bir gülüş vardı.

Hakan, kendini çarpılmış gibi hissetti. Gonca'nın gülümsemesine dalan gözleri birkaç kez kırpıştı ve böylece Gonca, onun göründüğü kadar kendinden emin olmadığını anlamış oldu. Kendini tutmasa gülüşü rahatlıkla kahkahaya dönüşebilirdi.

Hakan, konuşmayı akıl edebildiğinde, "Söz veriyorum." dedi. "Pişman olmayacaksın!"

Bir düğmeye bastığı anda tuhaf bir ses oldu ve her iki kapı da Hakan'ın korumaları tarafından aynı anda ardına kadar açıldı.

Gonca, arabadan iner inmez başını hafifçe geriye atarak temiz akşam havasını ciğerlerine derin derin çekti. Kendini heyecanlı, kıpır kıpır hissediyordu. Umut dolu ve aynı zamanda korkak da hissediyordu. Dizleri hafifçe titriyordu ama bu, yanına gelmiş olan Hakan'ın gülümsemesine içtenlikle karşılık vermesine engel olmadı.

Hakan; elini öne doğru uzatarak, "Buyurun!" der gibi işaret edince Gonca harekete geçti. Birkaç adım atmıştı ki durdu ve adının Barış olduğunu sandığı korumaya, "Teşekkür ederim." demek için döndü.

Koruma, en az suratı kadar duygudan yoksun bir biçimde, "İyi akşamlar." diyerek karşılık verdi.

Hakan ve Gonca, birbirlerine çok yakın yürüyerek lokantadan içeri girdiler.

Hakan; son derece saygılı bir tavırla onları karşılayan orta boylu, hafif tombul adamla konuşmaya başlayınca Gonca da etrafa göz atma fırsatı buldu.

Daha önce buna benzer bir yerde yemek yememişti, aslında böylesi şaşalı mekanların filmlerden başka yerde olabileceğini de düşünmemişti. Mekan, ışıl ışıl aydınlatılmıştı ama nasılsa aydınlatma insanın gözünü yormuyordu. Masalar arasında mahremiyeti sağlayacak hatırı sayılır boşluklar bırakılmıştı. Dekor, canlı çiçekler ve pastel renklerle sıcak hale getirilmişti. Yumuşak bir müzik eşliğinde yemeklerini yiyen kadın ve erkekler, çok şık giyinmişlerdi. Gonca, kadınların çoğunun üzerinde gece elbisesi olduğunu görerek kendi kıyafetinin oldukça sade kaçtığını düşündü. Yan gözle Hakan'a baktı ve onun sporla klasiği birleştiren şıklığının yanına gece elbisesinin hiç gitmeyeceğe karar vererek rahatladı.

Gonca, Alagöz'ün patronunu ağırlamaktan ne kadar mutlu olduğu belli olan adamla konuşmaya devam eden patronunu baştan ayağa süzme fırsatını kaçırmadı. Hakan, saçlarını alnından geriye doğru taramıştı ama bir kısmı itiraz eder gibi kendilerince bir yön bulmuşlardı ki yarattıkları tatlı karmaşa saçların sahibine çok yakışmıştı. Sinekkaydı tıraşı, çenesini ve özellikle dudaklarını ön plana çıkarmıştı. Gonca; kendini o dudakların ne kadar biçimli olduğunu düşünürken bulduğunda, gözlerini hemen yukarı doğru kaldırdı. Hakan da ona bakmak için tam o anı seçti.

Gözleri karşılaştığında Hakan'ın dudaklarında geniş bir gülümseme belirdi. Gonca da biri, "Ö-höm!" diye sahte bir öksürükle araya girinceye kadar dudaklarında benzer bir gülümsemenin olduğunu fark edemedi.

İkisi de aynı anda sesin geldiği yöne döndüler ve Hakan'ın az önce konuştuğu adam, "Böldüğüm için üzgünüm ama Asım masanıza kadar size eşlik edecek efendim." dedi.

"Hoş geldiniz efendim!" diyen Asım'ın kıyafeti yüzünden onun başgarson olduğunu tahmin eden Gonca, "Hoş bulduk" dedi. O sırada Hakan da diğer adamla konuşuyordu.

"Yeniden hayırlı olsun Remzi Bey."

"Teşekkür ederim efendim. Umarım her şeyden memnun kalırsınız." Gonca'ya doğru dönen adam, "Size de iyi akşamlar dilerim hanımefendi." dedi.

"Teşekkür ederim."

Hakan ve Gonca, "Bu taraftan efendim." diyen Asım'ı takip ettiler.

Onları izleyen gözler, gecenin ilerleyen saatlerinde kadının ince zarafetinin erkeğin kibar çekiciliğine ne kadar uyduğundan bahsettiler.

Bir paparazziye muhbirlik yapan gencecik garson, Hakan Alagöz'ü fark ettiğinde ilk başta o kadar heyecanlandı ki eli hemen cebindeki telefona kaydı ama ne zamanki ünlü iş adamının yanındaki kadını gördü, heyecanı çabucak söndü. Erkek tıraşına benzeyen bir saçla kendinden emin bir biçimde yürüyen bu kadının olsa olsa ancak Hakan Alagöz'ün akrabası olabileceğine ve bundan çarpıcı bir haber çıkmayacağına karar verdi. Zaten iş adamları, eğer sahneden birileriyle görünmüyorlarsa magazin değerleri pek yoktu.

Gonca ancak hemen yanında yürüyen erkeğin duyabileceği kadar alçak bir sesle, "Herkes bize bakıyor!" dedi. Bir taraftan da yürüyüşünün ne kadar heyecanlı olduğunu belli etmediğini umuyordu.

Hakan, Gonca'ya iyice yaklaşıp, "Bu seni rahatsız mı ediyor?" diye sordu.

Gonca, "Hayır" diyecekken erkeğin arabadaki dürüstlüğünü hatırlayarak, "Evet" diyerek karşılık verdi.

Hakan, "Biz de bizden sonra gelenlere bakarız." diyerek durumu hafifletmeye çalıştı. Oysa kendini bir ödül avcısı gibi hissettiği şu anda, kaptığı en değerli hazineden gözlerini bir an olsun ayırabileceğini hiç sanmıyordu.

"Yani bu, basit bir merak mı?"

"Muhtemelen öyledir. Değilse de herkesin keyfi bilir."

"Buyurun Hakan Bey."

Masalarını gösteren başgarsona, "Teşekkür ederim." diye yanıt veren Hakan, Gonca'nın sandalyesini tuttu. Gonca, ona yine bir film karesini hatırlatan böylesi bir nezaket karşısında şaşkınlığını belli etmemeye çalıştı.

"Teşekkür ederim."

Hakan; başını Gonca'nın omzuna doğru yaklaştırarak, "Rica ederim." diye fısıldadı.

Gonca; boynundan yanaklarına doğru kızardığından emin olduğu o anda, sanki yeni yetişen bir genç kız gibi tepki verdiği için kendinden nefret etti.

Hakan, sandalyesini tutmaya niyet eden garsona yardımını istemediğini işaret ettikten sonra Gonca'nın tam karşısına geçip oturdu.

Gonca, etrafına merakla baktı ve masalarının belki de lokantanın en güzel noktasında olduğuna karar verdi. Hem gözlerden uzak hem de ferahtı. İki kişilik masada uzun şamdanlarda mumlar yanıyordu.

"Ee?.." dedi Hakan, Gonca'nın etrafa göz gezdirmesini izleyerek. "Ne düşünüyorsun?"

"Nezih, şık ve pahalı."

"Öyle de olmalı! Kasım beğendiğine göre."

"Yani buraya siz de mi ilk defa geliyorsunuz?"

"Evet" diyen Hakan, "Aslında seni etkilemek istedim." diyerek devam etti.

Gonca, sanki erkeğin söylediği şey çok sıradanmış gibi, "Siz de bunun için hiç gitmediğiniz bir lokantayı tercih ettiniz, öyle mi?" diyerek alay etti. Oysa kalbi, göğüs kafesini çıldırmışçasına dövmeye başlamıştı.

Hakan gülümsedi.

"Kötü bir fikirdi ama hızlı düşünmem gerekiyordu. İş yemeklerini saymazsak dışarıda pek sık yemem, yediğimde de Kasım'ın 'esnaf lokantası' diye adlandırdığı yerleri severim."

"Lezzetli ama yağlı." diyen Gonca'ya, "Yoksa sen de 'Sağlıklı besleneceğiz.' diyerek tatsız tuzsuz yiyen o güruhtan mısın?" diye sordu Hakan.

Omzunu silken Gonca, "Nisan'a göre öyleyim." dedi. "Bana göreyse değilim. Haftanın beş günü Nisan'la sosisli sandviç yiyorum. Ayrıca her gün olmamak kaydıyla ben de yağlı ballı şeyleri tüketirim. Çok etçil sayılmam ama. Hamur işlerine ise bayılırım ve bir hamur işi üstadıyla beraber yaşıyorum."

Hakan, "Hatice Hanım'ın üstadı olmadığı bir yemek türü olduğunu hiç sanmıyorum." diyerek hayranlığını dile getirdi.

Gonca ufak bir kahkaha attı.

"Öyle valla!"

Onu ilk defa bu kadar rahat gören Hakan, halinden memnun bir biçimde sohbete devam etti: "Senin aşçılığın nasıl?"

"Kime göre, diye sormak lazım. Anneme göre değerlendirilirsem 'idare eder'e yakınım, Nisan'a göre değerlendirilirsem dünyanın en iyi aşçısı olma ihtimalim bile olabilir."

Hakan güldü.

"Dün, çay demlememek için kırk takla atmıştı."

"Nisan bu, yapar." diyen Gonca, tuhaf bir ses üzerine başını yana çevirdi.

Başgarson, yeni açtığı şişeden flüt kadehlere tam olarak ne olduğunu bilmediği ama tahmin ettiği sıvıyı dolduruyordu.

"Efendim" diye başladı garson Hakan'a hitap ederek. "Kasım Bey'in ikramı. İyi bir akşam geçirmenizi diliyor."

Garson servisi yaparken Hakan, homurdandı: "Gösterişçi herif!"

Garsonun iyi eğitim aldığı Hakan'ın cümlesi karşısında yüz ifadesini hiç bozmamasından anlaşılmıştı.

"Hazır olduğunuzda siparişlerinizi alabilirim efendim. Bir arzunuz olursa yakınlarda olacağım."

Gonca, "Teşekkür ederim." diyen Hakan'a baktı ve garsonun yeterince uzaklaştığını fark eder etmez de "Demek biliyor?" dedi sorar gibi bir ifadeyle.

Hakan bir an anlamadı ama hemen, "Nisan bilmiyor mu?" diye sorarak Gonca'ya karşılık verdi.

Gonca, "O da gösterişçidir." diyerek durumu kabul etmiş oldu. "Aslında birbirlerine çok benziyor gibi görünüyorlar. Belki zamanla iyi anlaşırlar."

Menüyü incelemeye başlamış olan Hakan, "Nisan, hızlı ilişkiler konusunda ne düşünür?" diye sordu.

"İlişki?"

Hakan kaşlarını kaldırınca Gonca, kendi aptallığını fark ederek kendine kızdı.

"Yani siz şimdi... Şimdi demek istiyorsunuz ki..."

"Kasım, Nisan'a ancak hızlı bir ilişki için vakit ayırır. Birkaç ay belki sürer, sonra da biter."

Gözleri kısılan Gonca, masaya doğru eğildi ve sanki birilerinin duymasından korkuyormuş gibi, "Nisan onu öldürür!" diye tısladı.

Hakan, ufak bir kahkaha attı.

"O zaman dua edelim de hiçbir zaman böyle bir pozisyona kendilerini düşürmesinler."

Gonca; diyecek söz bulamayarak tıpkı Hakan gibi menüye bakmaya başladı ama çoğu Fransızca olan sözcükleri anlamaktan uzaktı. Anlasa bile kafasını meşgul eden soru yüzünden harfler gözlerinin önünde uçuşuyordu. Dayanamadı. "Peki siz?" diye sordu. "Sizin ilişkileri yaşama biçiminiz nedir?"

Hakan, Gonca'ya ciddi bir yüz ifadesiyle baktı. Menüyü bir kenara bırakırken gözleri hala Gonca'nın üstündeydi.

"Ben daha uzun vadeli ilişkileri tercih ederim."

"Pat!" diye çıkan ses, Gonca'nın hızla kapattığı menüden gelmişti. İfadesiz bir suratla, "Bu kötü bir fikirdi." dedi.

Afallayan Hakan, "Ne, kötü bir fikirdi?" dedi.

"Siz ve ben!"

Kaşları çatılan Hakan, "Bu da nereden çıktı şimdi?" diye sordu.

Kaşları çatılan Gonca, "Uzun vadeli ilişkilerden!" diye yanıt verdi.

Kadının kızgınlığının nedenini anlamayan Hakan, "Kısa vadeli, mi demeliydim?" diye sordu.

Gonca tısladı: "Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?"

"Açıkçası tam olarak neyden bahsettiğini anlamadan seninle nasıl dalga geçebileceğimi bilmiyorum."

Hırsla, "Ben gidiyorum!" diyen Gonca, bir taraftan da çantasına uzanmaya çalışıyordu.

"Hiçbir yere gitmiyorsun!"

Hakan'ın sert sesi ve şüpheye yer bırakmayan emri; Gonca'nın bir an şaşırıp, "Anlamadım?.." demesine neden oldu ama kendini çok çabuk topladı. "Bana emir verebileceğinizi mi sanıyorsunuz? Burada patronum değilsiniz!"

"Keşke zamanında seni kovsaydım!"

Erkeğin ne söylediğinden çok onu söyleyiş tarzı, Gonca'nın elinin kadınsal bir içgüdüyle kendini korumak ister gibi boynuna kaymasına neden oldu.

Hakan, dişlerinin arasından, "Bana öyle dehşete kapılmış gibi bakma!" dedi. Sesi azarlar gibiydi. "Seni kovsaydım hiç alakasız bir yerde, 'Patronum değilsiniz!' diyemezdin!"

Gonca çenesini kaldırdı, cesaretle, "Kovun o zaman!" diyerek meydan okudu.

Hakan, elini saçlarının arasından geçirirken sinirliydi ve bu, sesine de yansıdı: "Hey ya Rabbim! Konu bu değil ve sen, sonunda beni de kendine çevirip konuyu hiç alakasız bir yere bağlamama neden oldun!"

"Ben suçluyum, öyle mi? Az önce arabada bir şans verirsem ne kadar ciddi olduğunu ispatlayacağını söyledikten sonra 'uzun vadeli ilişkiler'den bahseden adam suçsuz, öyle mi?"

"Sen sordun, ben de söyledim." diyen Hakan, sesinin yükseldiğinin farkında değildi.

"O zaman süre ne kadar?"

Hakan Gonca'ya baktı ve ağzı açık çenesi gergin bir biçimde başını iki yana salladı.

"Yemin ediyorum, anlamıyorum! Gerçekten anlamıyorum! Neyin süresi?"

"İlişkinin! Bu durumda yatak arkadaşlığının!"

Hakan'ın gözleri öfkeyle parladı. Elleri masanın üzerinde yumruğa dönüştü. Gonca, azıcık dikkat etse, onun mafsallarının sıkmaktan bembeyaz kesildiğini rahatlıkla anlayabilirdi.

"Bu kadar yeter! Yürü, gidiyoruz!"

Gözleri kısılan Gonca, "Yürü, mü?" diye sordu, küçümseyerek. "Siz kiminle konuştuğunuzu sanıyorsunuz?"

"Kendi düşünceleriyle konuşan kadınla konuşuyorum! Ne zaman yan yana gelsek beni dinlemek yerine kendini dinleyip sonuçlara varan kadınla!"

"Ben kendimle konuşmuyorum! Sizin dediklerinizden..."

"Ben ne dedim?" dedi Hakan neredeyse sinirden titreyerek. "Bana bir soru sordun, onun karşılığını verdim. Ama anlaşılan o ki ben başka bir sorunun cevabını vermişim. Sorun şu ki o sorunun ne olduğunu bilmiyorum!"

Gonca'nın dudakları küçümsemeyle büküldü.

"Burada durmuş demagoji yapıyorsunuz. Madem öyle ben de buna izin vereyim bari: Size, sizin ilişkilerinizi nasıl yaşadığınızı sordum; siz de 'uzun vadeli' dediniz!"

"E, öyle! Yalan mı söyleseydim?"

"Hayır. Aslında dürüstlüğünüz takdir edilesi. Ben de sizin kadar dürüst olup sizin yeni uzun vadeli ilişkiniz olmayacağımı söylemeliyim. Ben kimsenin yatak arkadaşı olmadım, olamam da!"

Hakan gülerek başını iki yana salladı ama Gonca onun sinirden güldüğünü anlamayarak, "Neye gülüyorsunuz?" diye sordu.

"Sana! Sana gülüyorum! Bizim olası yatak arkadaşlığımız üzerine konuşup aynı zamanda da bana 'siz' diyebilecek tek kadın sensindir herhalde."

Gonca ayağa kalktı ve tiksintiyle, "Ben... Ben gerçekten diyecek bir söz bulamıyorum!" dedi.

"Otur yerine Gonca!"

"Hayır!"

"Sana, 'Otur yerine!' dedim! Yoksa yemin ediyorum olay çıkarırım!"

Gonca, kocaman gözlerle, "Yapamazsınız!" dedi.

Hakan, cevap vermek yerine bakmakla yetinince; Gonca kendini az önce kalktığı sandalyeye geri otururken buldu.

"Bunun için sizi asla affetmeyeceğim!"

"İnan, umurumda değil!"

Masada gergin bir sessizlik yaşandı. Gonca o sırada köşedeki bir masada Hakan'ın korumalarından birinin oturduğunu gördü. İkiz oldukları için ayırt etmek zordu ama bunun yüzü daha ince olan Savaş olduğuna karar verdi. Adam, sipariş ettiği yemeği iştahla yiyen ve sanki onlarla hiç ilgisi olmayan biri gibi görünse de oturduğu masanın konumu düşünüldüğünde bunun aldatıcı bir görüntü olduğu ortadaydı.

"Sen, bana bir soru sordun."

Gonca, hiç istememesine rağmen karşısında oturan adama baktı. İçi hayal kırıklığından düğüm düğümdü. Nasıl bu kadar yanılabildiğini bilmiyordu ama yanılmıştı işte! Aslında kasıtlı olarak yanıltılmıştı! Yine de hata kendisindeydi. Ta en başından bu adamla ne kadar farklı kulvarlarda olduklarını biliyordu: Gonca, Hatice Hanım'ın marifetli ellerinden ya da yurdum insanının gittiği lokantalardan bir şeyler yiyordu; Hakan Alagöz'se buralarda, geldiği gruba göre Gonca'nın aylık gelirinin yarısını rahatlıkla bırakabileceği yerlerde yiyordu. Gonca, yüzlerce kişinin çalıştığı bir hastanede doktordu; Hakan Alagöz'se yanında binlerce kişiyi çalıştıran dev şirketler grubunun sahibiydi.

Gonca; bu kıyası arabada, hatta Hakan Alagöz'ün yemek fikrini ortaya attığı andan itibaren içinde oluşan kuşkuları hisseder hissetmez yapmalıydı ama yapmamıştı. Onun yerine aptal bir genç kız gibi gerçekleri bir kenara iterek, aklını bir kenara iterek hayaller ve duygular arasında sıkışmış kalmıştı. Şimdi de, burada, yaptığının bedelini ödüyordu.

Hakan Alagöz, "Ben de cevapladım." diye devam ettiğinde Gonca, saçma bir biçimde, insan beyninin düşünme hızının akıl almaz bir şey olduğunu düşündü. Karşısında oturan, kızgınlıktan başının üzerinden dumanlar çıkmak üzere olan erkeğin iki cümlesi arasında neler düşünmüştü ve düşünmeye de devam ediyordu.

"Ben bugüne değin hep uzun vadeli ilişkileri tercih ettim. Yaşamıma giren kadınlar, birkaç gece ya da birkaç aydan daha uzun süre orada kaldılar. Bunun için senden özür mü dilemeliyim?" Gonca daha bir şey diyemeden, "Ya da hayatıma senden önce hiçbir kadının girmediğini söyleyerek yalan mı söylemeliyim?" diyerek devam etti Hakan.

Gonca gerçek bir şaşkınlıkla, "Hayır!" dedi. "Elbette, hayır!"

"O zaman sorun ne?"

Gonca, kızgınlığın kendini tek ettiğini hissediyordu; geriye bedenini ve ruhunu bitap düşüren bir yorgunluk ve hayal kırıklığı bırakarak terk ediyordu. Bu yüzden sakin bir biçimde, "Sorun, benim o kadınlardan biri olamayacağım!" diye bildirdi. "Ben; bir erkeği, gelip geçeceğini bilerek hayatıma alamam."

Şiddetli sesine bakılırsa Hakan'ın kızgınlığı hala devam ediyordu: "Senden böyle bir şey isteyen mi oldu Gonca?"

"Ama siz dediniz ki..." diyen Gonca'nın cümlesini tamamlamasına izin vermedi Hakan.

"Ben, ne dedim?"

Gonca, "Uzun vadeli ilişkiler..." diye mırıldanırken; o sırada da erkeğin hala neden bu kadar kızgın olduğunu, neden sanki onu hayal kırıklığına uğratmış gibi kendisine baktığını anlayamaya çalışırken ilk defa bir şeyleri yanlış anlamış olabileceği ihtimalini düşünemeye başlamıştı ve bu ihtimal yüzünden sesi bir balon gibi sönerek duyulmaz olmuştu.

Onun devam etmeyeceğini anlayan Hakan, "Buradan, kendinle ilgili bir varsayımda bulunduğunu çıkarabilir miyim?" diye sordu.

Gonca; o sırada çoktan başını eğmiş, yerin yarılıp kendini içene almasını diliyordu.

Gonca'dan ses çıkmayınca, "Sence ben, öylesine bir ilişki için mi arabada o kadar dil döktüm Gonca?" diye sordu. "Sence ben, bu zamana kadar kaç kadını bir şeylere ikna etmek için bu kadar çabalamışımdır?"

Gonca, usulca başını kaldırıp Hakan'a baktı ve konuşmaya cesaret edemeyerek onun sorularının cevabını bilmediğini gözleriyle anlatmaya çalıştı.

"Gonca..." diyerek devam etti Hakan. "Benim böyle şeylere vaktim de yok sabrım da!"

Gonca, utanca bulanmış kısık sesiyle, "O zaman neden?" diye sordu.

Hakan; Gonca'nın gözlerinde parlayan yaşların sebebini hiç merak etmedi. Az önce içini yakıp kavuran öfkeyi o gözyaşları, sanki hiç alevlenmemiş gibi söndürüvermişti. İçi gerçek bir şefkatle yumuşarken, "Gonca..." dedi. "Gonca. Biz ne yapacağız seninle?"

Gonca titrek bir sesle, "Bi... Bilmiyorum!" diyerek karşılık verdi.

"Eğer... Beni yargılamadan infaz etmeye son vereceğine dair söz verirsen ben de sana, seninle ilgili en korkunç niyetimi anlatacağıma dair söz veririm!"

Gonca'nın ağzından hıçkırık gibi, inleme gibi, gülme gibi bir ses çıktı.

Hakan üsteledi: "Söz veriyor musun?"

Gonca başını aşağı yukarı sallarken dudakları kımıldadı.

"Söz."

Hakan gülümsedi.

"Ben şöyle bir adamım, diye konuşan adamlardan nefret ederim ama bir seferliğine ben de onlar gibi yapıp, 'Ben çok içi dışı bir adamım Gonca.' diyeceğim. Beni daha iyi tanıdıkça bu yönümü daha da çok göreceksin. Yalnız, korkarım ki, seninle tanıştığımdan bu yana bu huyumdan bir parça sapmış olabilirim."

"Ne-Ne gibi?"

"Ne gibi mi? Mesela seni buraya bir oyunla getirdim, bunu biliyorsun ama böyle davrandığımı bilerek bu günü nasıl geçirdiğimi hiç bilmiyorsun. İnanmıyorsan Kasım'a sorabilirsin."

Gonca'nın yüzünde gülümsemenin izleri dolaştı.

"Sormamayı tercih ederim."

Hakan sırıttı.

"Kasım'la anlaşmak kolay değildir ama bu başka bir konu çünkü bu kadar konuştuktan sonra sana bu yemek daveti de dahil olmak üzere seninle ilgili gerçek niyetimi söylemezsem o zaman kendimi gerçek bir ikiyüzlü gibi hissederim."

Yavaş yavaş kendine gelmeye başlayan Gonca, "Niyet, derken?" dedi.

Hakan, iki elini birbirine yakın tutarak masanın üzerinde havaya kaldırdı ve "Önce bana sakin olacağına söz verir misin?" diye sordu. Sanki bu hareketinin Gonca'nın sakin olmasına etki edeceğini düşünür gibiydi.

Gonca başını iki yana salladı.

"Veremem."

Hakan sırıttı.

"En fazla canıma okursun ama ben buna çoktan razıyım." dedi ve sonra Gonca'nın hiç beklemediği bir şey yapıp ellerini ileri uzattı ve Gonca'nın zarif ellerini kavradı.

Gonca, tamamen içgüdüsel bir biçimde ellerini kurtarmak istedi ama Hakan buna izin vermedi. Bu sırada bakışlarını bir kez olsun karşısında oturan bu inanılmaz zor ve güzel kadının iri, badem gözlerinden ayırmamıştı; şaşkınlıktan fal taşı gibi açılıp kalmış olan gözlerinden.

"Gonca Temur... Yakın gelecekte olmayabilir ama çok uzak gelecekte de olmasını dilemem, her koşulda kararına uyarım."

Gonca, hemen, "Ne kararı?" diye sordu.

"Sabret!" dedi Hakan. "Çok sabırsızsın! Zaten bu yüzden kafanda tuhaf şeyler kuruyorsun."

"Hiç de öyle bir şey yapmıyorum!"

"O zaman hadi; bana, 'Ne kararı?' diye sormadan önce aklından bin bir türlü yanıtın belirmediğini ve en garip olanına inanmaya meyletmediğini söyle!"

Cevap olarak Gonca'nın yüzü kızardı, kıpkırmızı oldu.

Hakan sırıttı.

"Biliyordum! Buna rağmen devam edeceğim. Muhtemelen beni öldürmek isteyeceksin ama ben yine de soracağım."

Gonca; Hakan'ın bir türlü sadede gelememesinden ötürü gergin, bir o kadar da sabırsız bir sesle, "Neyi? Neyi soracaksın?" dedi.

Hakan, "Acaba farkında mı?" diye düşündü. "Bana ilk defa 'sen' dediğinin farkında mı?" Değilse de bunu önemsemedi. Her koşulda bunun bu ana denk gelmesinin kaderin bir parçası olduğuna inanarak, "Gonca Temur..." dedi. "Benimle evlenir misin?"

 

 

 

 

Bölüm : 29.11.2024 20:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...