32. Bölüm

18. Bölüm (4. Kısım)

majdafan
majdafan

Hakan gözleri büyümüş, ağzı açık kalmış, aslında olduğu yerde donmuş gibi görünen Gonca'yı alaylı bir bakışlarla süzüp, "Sanırım seni şaşırttım." dedi. Gonca'nın durumunda herhangi bir değişiklik olmayınca ciddi bir tavırla masanın üzerine doğru eğildi ve endişeyle, "Gonca, iyi misin?" diye sordu.

"Siz, aklınızı kaçırmışsınız!"

Hakan, rahatlayarak sandalyesine geri yaslanırken gülüyordu.

"Az önce evet, kesinlikle ben de aklımı kaçırdığımı sandım. Hayatımda ilk defa bir kadın karşısında ciddi anlamda kendimi kaybettim ve kabalaştım. Ve o ne yazık ki sendin Gonca, asla kabalaşmak istemeyeceğim tek kadın." Gülüşü iyice genişlerken onu tanıyanların çok az gördüğü bir muziplikle, "Annem hariç." diye ekledi.

Hakan; birkaç saniye geçip de sözlerine herhangi bir karşılık alamayınca, "Gonca?.." diye seslendi, yüzünde ya da duruşunda en ufak bir değişiklik olmamış kadına.

"Siz, aklınızı kaçırmışsınız!"

Hakan, başını hafifçe yana yatırdığının farkına varmadan, "Neden?" diye sordu. "Neden aklımı kaçırmışım?"

Gonca tiz bir sesle, "Beni tanımıyorsunuz bile!" dedi.

"Tanımayı planlıyorum."

"Ve ben de sizi tanımıyorum!" derken Gonca'nın sesi daha da tizleşmişti.

Hakan, dayanamayıp gözlerini devirdi.

"Hala mı 'siz'?"

Gonca; Hakan'ın evlilik teklifinden bu yana heykel gibi duruşunu ilk defa bozarak masaya doğru eğildi ve dişlerinin arasından, "Ben, çok çabuk samimiyet kurabilen bir insan değilim!" diye tısladı.

Hakan, "Ben de değilim ama, Allah aşkına, bunun neresi çabuk?" diyerek isyan etti. "Birbirimizi birkaç aydır tanıyoruz! Sizin evde yemek yedim, hatta sabahladım! Yetmedi, üstüne kahvaltı da ettim! Bütün bunlardan sonra hala nasıl oluyor da 'sen' demek, 'çok çabuk' oluyor; doğrusu anlamadım!"

Gonca, Hakan'ın son derece mantıklı konuştuğunu bilse de yine de direnmeye devam etti ve "Benim işverenimsiniz..." diye başladı ama Hakan, cümlesini tamamlamasına fırsat vermedi: "Ben boşa kürek çekiyorum öyle değil mi?" derken hayal kırıklığıyla dolu sesi bir parça yükselmişti. "Arabada artık seni bir çalışanım olarak görmediğimi hissettiremedim mi Gonca? Az önce ne teklif ettiğimin farkında değil misin?"

"Farkındayım!"

Gonca; bağırdığını geç de olsa algılayarak etrafına bakındı, neyse ki masaları herkesten uzakta bir yerdeydi. Yine de sesini ölçülü bir biçimde alçaltarak, "Farkındayım." diye tekrar etti. "Sadece... Sadece çok ani oldu. Çok... Beklenmedik!" Başını iki yana sallarken, "Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum!" dedi. "Ne demem gerektiğini bilmiyorum!"

Hem sesi hem de hali o kadar çaresizlik hissettiriyordu ki Hakan onun için üzülmeden edemedi. Uzanıp elini tutmak, teselli edici birkaç söz söylemek isteğini bastırmak için iradesinin tamamını kullanmak zorunda kaldı çünkü böyle yaparsa Gonca'yla bir adım bile yol alamayacağını artık anlamıştı. Bu yüzden, hislerini belli etmeyen bir ciddiyetle, "Bir şey yapman gerekmiyor ya da söylemen." dedi ve o ciddiyetle çelişen bir biçimde güldü. "Sanırım bu pek doğru olmadı. Bir şey söylemeni istiyorum elbette: Bir cevap! Ama şimdi değil, hemen değil. Sen hazır olduğunda." Yine güldü. "Buradan olumlu bir cevap istediğimi de anlamış olmalısın. Yine de sen ne istersen kabulüm Gonca. İstemediğine karar verirsen de kabulüm."

Gonca, Hakan'ı dinledikçe yatıştığını hissediyordu ve... Ve Hakan'a inandığını. Aslında ona inanmaması için hiçbir sebep yoktu, sözlerine tuhaf tepkiler vermesi için de hiçbir sebep yoktu ama vermişti işte! Düşündükçe bu gecenin başından beri Hakan Alagöz'ün her davranışına, her sözüne oldukça abartılı ve hatta aptalca tepkiler verdiğini fark ediyordu.

Birden, "Ben kimim?" diye kendine sordu. "Gonca Temur. Çocuk onkoloğu." Ve yine sordu: "O kim? Hakan Alagöz. Alagöz'ün sahibi."

Ve bu adam, kalkmış, Gonca'ya onunla evlenmek istediğini söylemişti.

Gonca; kimsenin Hakan Alagöz'ü özgüven eksikliğiyle suçlayamayacağını düşünürken kahkaha atmak istedi zira teklifini daha beş dakika öncesinde Gonca tarafından "yatak arkadaşlığı" üzerine yöneltilen olaylı bir suçlamanın ardından yapmıştı. Gonca; Hakan Alagöz'ü neyle suçladığını hatırladığında kendini, gerçekten ama gerçekten, çok kötü hissetti. Her şeyi yanlış anlaması bir tarafa, birazcık düşünmüş olsa, Hakan Alagöz kalibresindeki bir adamın olmayacak duaya amin demeyeceğini akıl edebilirdi ama düşünmemişti ve adamı; sağı solu belli olmayan, bir kadını kandırarak kötü emellerine alet etmeye çalışan yol yordam bilmez bir hovarda yerine koymuştu.

Dayanamayıp içten içe kendiyle dalga geçti: "Sen kendini bulunmaz Hint kumaşı mı sanıyorsun Gonca?"

Aslında kendini bir şey sanmıyordu. Birazcık olsun bir şey sansaydı, şimdi bu durumda olmazdı. Bir şey sansaydı, birkaç milyar dolar değerindeki şirketler topluluğunun sahibi olan erkekle yiyeceği akşam yemeğinin tadını çıkarır ve o erkeğin kendisi gibi kariyer sahibi, akıllı ve güzel bir kadına evlilik teklifiyle gelmesini de son derece doğal karşılardı.

Üzülerek, "Öyle bir kadın değilim!" diye düşündü ama gerçekçi olması gerekirse yerinde Nisan bile olsa bu durumu öyle kolayca hazmedemezdi.

Dehşetle, "Evlilik!" diye düşündü. "Evlilik!"

Gün boyu, bu geceye dair aklından bir sürü şey geçmişti: iş, romantizm, hayal kırıklığı... En uzak olasılıkların arasında bile bir evlilik teklifi yoktu. Aslında senelerce düşünse bile böyle bir şey aklına gelmezdi. Ve... Adam ciddiydi! Hakan'a kaçamak bir bakış atıp onun kehribar parıltılarla elaya çalan gözleriyle karşılaşınca, "Gerçekten ciddi!" diye düşündü ve yine ve yine buna inanamadı. O kadar ki eğer karşısında oturan bu erkek, Alagöz'ün ve Darüşşifa'nın sahibi olmasa rahatlıkla onun aklını kaçırdığına hükmedebilirdi.

Gonca, ne kadar kendini ikna etmeye çalışırsa çalışsın, her seferinde başladığı noktaya geri döndüğünü üzülerek fark etti ve Hakan da tam o anda, sanki onun düşüncelerinden haberdarmış gibi, "Artık tam olarak niyetimi öğrenmiş oldun, yani aklından 'yatak arkadaşlığı' meselesini çıkarabilirsin." dedi.

Gonca; yanaklarının her an alev alacağından korksa da cesaretle Hakan'a bakarak, "Bunun için özür dilerim." diye karşılık verdi. Sesi ne kadar utandığının bir belgesi gibiydi. "Yanlış anladım."

"İşte ben de bir daha beni yanlış anlamaman için gerçek niyetimi söyledim ya Gonca!"

"Ama... Ama... Evlilik?.."

Hakan sabırsızca, "Allah aşkına Gonca!" diye haykırdı. "Eski zamanlardaki gibi, 'Hemen kaçıp evlenelim!' demiyorum; niyetimi ortaya koyuyorum! Benim gündemim bu! Sen de bil istiyorum!"

Gonca; her ne kadar bu gerçeği düşüncelerinde az çok kabul etmiş olsa da yine de hazmetmek için birkaç yudum suya ihtiyaç duydu. Biraz sonra hiç hissetmediği bir sakinlikle, "Peki..." dedi; derin bir nefes alıp, "Tamam." diye devam etti; sonra da gözlerini Hakan'ın gözlerine dikip, "Güzel." diye bitirdi.

Hakan'ın kaşları havalandı.

"Güzel?"

Gonca ağlar gibi güldü. Elleriyle yüzünü kapatırken, "Ne diyeceğimi bilmiyorum, demiştim!" diye inledi. "Kendimi aptallaşmış gibi hissediyorum!"

Gonca'nın göremediği o anda Hakan, başını kendiliğinden iki yana sallıyordu.

"Mümkün değil! İstesen de olamazsın!"

Erkeğin sesindeki hayranlık dolu tını, Gonca'nın ellerini yüzünden çekmesine neden oldu.

"Anlamadım?"

"İstesen de aptal olamazsın sen Gonca! Zaten başka türlü olsa ilaç projesi için seni asla düşünmezdim, aptallara tahammülüm yoktur çünkü."

Gonca'nın gözleri büyüdü.

"Sahi... Şimdi ne olacak? Projenin başına kim geçecek?"

Hakan rahatça sırtını sandalyesine yaslayıp, "Kaçınmak istediğim gruptan biri: Bir akademisyen." diye karşılık verdi. "Ama diğerlerinden farklı olarak daha önce de bu tip projelerde koordinatör olarak da yer almış. Tabii bu ölçekte bir projede değil. Onun için de kendini göstermesi adına önemli bir fırsat. Hem kendi hem de Alagöz'ün iyiliği için umarım bu fırsatı iyi değerlendirir."

"Değerlendireceğine eminim. Zaten bence projenin başında bir akademisyenin olması en iyi seçim. Sahadan olması da iyi."

"Sanırım öyle."

Gonca gülümsedi.

"Sanırım ben de bu durumda biraz sinirlenmeliyim."

"Neden?"

"Yerime birini bu kadar kolay bulduğun için. Biraz daha çaba egoma iyi gelebilirdi."

Hakan, ilgiyle Gonca'ya baktı. "Sende 'ego'nun zerresi yok gibi geliyor bana." derken, "Acaba benimle flört ettiğinin farkında mı?" diye düşünüyordu ve hemen olmayacağına karar verdi. Gonca'yı tedirgin etmemek için ciddi bir ifadeyle, "Eğer bir B, hatta C planım olmazsa Alagöz ölçeğinde bir şirketi yönetmem mümkün olmaz." dedi.

Gonca, hemen, "Zaten şaka yapıyordum." deme ihtiyacı duydu. "Arabada da söylediğin gibi ben, gerçekten de bu iş için uygun biri değilim. Yani bir kısmı için evet, uygun olabilirim ama insanlara, özellikle de kendi statümdeki insanlara emir verme konusunda iyi değilim."

"Ama bölüm başkanı sensin."

"Biz Tuncay'la zaten iki kişiyiz." dedi Gonca, bölüm arkadaşını kastederek. "Yıllardır birlikte çalıştığımız için de aramızda alınganlığa yer olmaz."

"Bence işi kabul etmemenin en temel nedeni bu değil Gonca. Esas, hastaneden ayrılmak istemiyorsun öyle değil mi?"

Gonca güldü.

"Hastaneden değil, hastalarımdan! Ama hastane de benim için önemli. Araştırma çalışmalarım için gerekli ortama sahip. Sağ olsun Münir Bey bu konuda çok cömertti. Sadece beni değil, ciddi anlamda çalışan tüm arkadaşlarımı desteklemekten hiç çekinmedi." Utangaç bir gülümsemeyle Hakan'a bakıp, "Yeni patronumuz da şimdilik bizi destekliyor gibi görünüyor." diye ekledi.

Hakan, sırıtırken kaşları alnına doğru yükselmişti.

"Bak sen!.. Demek yeni patronunuzun da iyi tarafları varmış!"

İçtenlikle şakalaştıkları o anda Gonca, kendini Hakan'ın karşısında ilk defa gerçekten gevşemiş hissettiğini fark ederek allak bullak oldu. Sanki görünmez bir eşik atlamış gibi hem rahatlamış hem de bir adım sonrasında karşısında ne bulacağını bilememenin tedirginliğiyle kalakalmıştı. İçindeki karmaşayı hissettirmemek için boğazını temizledi ve "Kendi... Kendi adıma, muhtemelen çığır açacak bir şeyler bulmayacağım." dedi. "Yani laboratuvarda. Ama... Ama çabalamaktan da asla vazgeçmeyeceğim!"

Hakan, takdirle, "İşini çok seviyorsun öyle değil mi?" diye sordu. Aslında yaptığı, soru sormaktan çok bir durumu tespit etmek gibiydi.

"Evet, seviyorum. Yani... Yani demek istediğim o çocukların öyle olmasını... öyle olmasını..."

Hakan, uzanıp elini bir anlığına Gonca'nın elinin üzerine koydu ve "Açıklamana gerek yok." dedi. "Anlıyorum."

Gonca, büyüyen gözleriyle, "Gerçekten mi?" diye sordu.

Hakan'ın cevabı sakince başını eğmesiyle geldi ve Gonca, bunun üzerine içinden geçenleri ona anlatmaya başladı:

"İlk başta çok zordu. Onkolog olmayı, özellikle de çocuk onkoloğu olmayı kendim istemiştim ama her gün o çocukları, ailelerini görmek ve çoğunlukla da standart tedavilerin dışında çaresizce beklemek beni çok üzüyordu. Çok gece evde saatlerce ağladığımı bilirim. Bazen rüyalarımda o çocukları görerek hıçkırarak uyanırdım."

Gonca derince iç çekince, "Ama yine de bırakmadın, devam ettin." dedi Hakan.

"Etmek zorundaydım! Çünkü bazen bir çocuk iyileştiğinde, tedaviye olumlu cevap verdiğinde onun mutluluğu, ailesinin mutluluğu her şeye değer."

Hakan'ın gözleri, Gonca'nın başına kaydı.

"Saçın... Onlar için mi..."

Hakan, cümlesini tamamlamasa da Gonca, onun ne demek istediğini anlamıştı.

"İlk hastalarımdan biri, Ayşe... Saçları artık tamamen döküldüğünde... Bana bakardı. Bana bakardı ve..." Gonca, dolan gözlerini kırpıştırarak peçeteye uzandı. "Saçıma bakardı aslında. Saçlarım çocukluğumdan beri hep uzundu. Belime kadar inerdi. Ben de saçlarımı çok severdim ama Ayşe saçlarıma baktıkça artık onları taşımak bana ağır bir yük gibi gelmeye başladı. Aynaya her baktığımda saçlarımı görüyordum ve her seferinde içim acıyordu. En sonunda dayanamadım, gidip kestirdim." Gonca elini kafasına götürdü. "On senedir böyle geziyorum. Bir erkek gibi."

Hakan, hayranlıkla, "İnan bana, erkeğe benzer bir yanın yok." dediğinde, Gonca utanarak bakışlarını kaçırdı.

Hakan, onun tavrı karşında erkeksi bir tatmin hissetti ama bu keyfi çok kısa sürdü.

Gonca başını kaldırdı ve cesaretle, "Daha önce değil bu kadar kısa, saçları omuzlarının yukarısında kalan bir kadınla bile çıkmadığına eminim!" dedi.

Hakan, "Kaplan geri döndü." diye düşünürken keyifle güldü ve yine keyifle itiraf etti: "Kesinlikle haklısın. Birine bile dönüp bakmadım." Gonca'nın gözlerinde yanmaya başlayan öfkeli parıltılara rağmen, "Ama senden gözlerimi alamıyorum Gonca!" diye itiraf etti. "Özellikle de saçından."

Gonca, iltifat bekleyerek değil; utandığı için bir çeşit savunma yapar gibi sorduğu saldırgan sorunun böyle bir yere gideceğini hiç düşünmemişti. Hakan'ın sözleriyle yüzü allak bullak olmuşken elini bir kez daha kafasına götürdü.

"Benim saçım yok ki!"

"Kasım da aynısını söylemişti."

Gonca gözleri kocaman, "Kasım'la beni mi konuştunuz?" diye sordu.

Hakan omzunu silkti ve rahatça, "Nisan'la beni konuştuğunuzdan çok olmadığına eminim." dedi.

Gonca'nın yanakları kızardı. Diyecek bir şeyi yoktu. Çabuk çabuk, "Kasım, yani Kasım Bey, biliyor mu?" diye sordu. "Şeyi... şeyi..."

"Seninle evlenmek istediğimi mi?"

Gonca başını sallayınca Hakan, gülerek, "Biliyor tabii." dedi.

"Peki, ne dedi?"

"Aklımı kaçırdığımı düşünüyor. Tıpkı senin gibi."

Gonca, Kasım'a kızsa da içten içe adama hak verdi. Merakla, "Peki, ne zaman... Yani benimle evlenmek istediğine ne zaman karar verdin?"

"Size akşam yemeğine gelirken."

Gözleri büyüyen Gonca, "Gerçekten mi?" diye sordu. Hakan başını olumlu anlamda sallayınca da, "Ben yemekten sonra olabileceğini düşünmüştüm" diye devam etti. "Ya da dün gece belki birdenbire..."

Gonca, saçmaladığını düşünerek susunca Hakan güldü.

"Aslında yemekten sonra, hele de kahvaltıdan sonra kararım iyice kesinleşti. Seninle evlenirsem Hatice Hanım'ın yemeklerini her zaman yiyebilirim."

Gonca şaşkınlıkla ve gülerek, sitem dolu bir sesle, "Hakan!" dedi ve der demez de kalakaldı.

Hakan; ağzı kulaklarında, keyifle, "Sonunda!" diye mırıldandı. "Sonunda söyledin. İsmimi senin ağzından hiç duyamayacağımı düşünmeye başlamıştım."

Gonca gerçek bir şaşkınlıkla, "Her şey... Her şey çok hızlı gelişiyor!" dedi. "Be... Ben buna ayak uydurabilir miyim bilmiyorum."

"O zaman işleri biraz yavaşlatalım ve yemeğimizi yiyelim." dedi Hakan. Sonra gözlerinde Gonca'nın tam olarak anlamlandıramadığı parıltılarla, "Ayrıca... Sabırlıyımdır ve her koşulda sana destek olurum." diye ekledi.

Sözleri, Gonca'yı yapabileceği her türlü romantik jestten daha çok etkiledi. Kalbi zevkle kanat çırptı. İçi içine sığmadı. Boş bir arazide çığlık çığlığa koşmak istedi.

Hakan, onun hislerinden habersiz, "Şimdi..." dedi. "Ne yiyeceğine karar verdin mi?"

Gonca menüyü açmadı bile. Göğüs kafesinden fırlayıp kaçmaya niyetli hislerinin ellerini titretmesi bir yana, menüden hiçbir şey anlayamayacağı için bu, boş bir çaba olmaktan öteye geçmeyecekti.

"Benim yerime karar verir misiniz?" Boğazını temizleyip ürkek bir gülümsemeyle ricasını, "Karar verir misin?" diyerek düzeltti. "Fransızcam hiç yok."

Hakan; Gonca'nın çabasından duyduğu memnuniyeti gizlemeden ona gülümsedi, sonra da yakınlarda duran baş garsona Gonca'nın da fikrini sorarak deniz ürünleri ağırlıklı bir menü sipariş etti.

"Ayrıca, menünün Fransızca olması bana çok anlamlı gelmedi." diyerek görüşlerini garsonla paylaştı. "Türkiye'de yaşıyoruz. En azından yemeğin orijinal adının yanına mutlaka Türkçe karşılığı da yazılmalı!"

"Eleştirinizi Remzi Bey'e ileteceğimden kuşkunuz olmasın efendim. Başka bir arzunuz var mıydı?"

"Şimdilik bu kadar."

Garson ayrılınca, Hakan flüt bardağı havaya kaldırdı ve "Bize, içelim mi?" diye sordu. Gonca, bir anlık kararsızlığın ardından kadehini kaldırıp Hakan'ınkine değdirdi ve ancak Hakan'ın duyabileceği kadar alçak bir sesle, "Bize." dedi.

Hakan, Gonca'nın yeni bir şeyleri kabullenme konusunda ne kadar büyük bir zorluk yaşadığını fark ettiği için başka bir şey demeden içkisinden bir yudum aldı. Sonra da kadehi tutan eliyle, "İnanç mı, Yeşilay mı?" diye sordu, Gonca'nın içi şampanya yerine su dolu kadehi ağzına götürmesini işaret ederek.

"İkisi de." diyen Gonca gülümsedi. "İçkiyi sevmem. Aslında sevip sevmediğimi de bilemem çünkü içmiyorum. İnancım bir neden, diğer neden de bir doktor olarak sağlığa zararlı olduğunu düşünmem."

"Ölçülü olunduğunda bir zararı olduğunu sanmıyorum. Hatta bazı araştırmacılar günde bir kadeh şarabın çok faydalı olduğunu düşünüyor."

Gonca omzunu silkti.

"Okumadım ama dediğim gibi inancım bir engel. Diğer taraftan bizim ülkemizde ölçülü içebilen insan sayısı çok az. Bazılarının bünyesi zaten alkolü hiç kaldırmıyor. Yarım kadeh rakı içip sandalyesinden yuvarlanan, en yakınlarıyla uluorta kavga eden insanlar tanıdım ve böyle insanlar beni korkutuyor." Gözleri ve kaşlarıyla Hakan'ın elindeki kadehi işaret ederek, "Ve tabii buna neden olan şey de." dedi.

Hakan güldü.

"İşte bu, kadınla erkek farkı. Öyle bir durumda ben oturup sahneyi eğlenerek izlerim."

Gonca başını iki yana sallayıp, "Zaten çoğunlukla sizin türünüzü pek anlayamıyorum." dedi. "İşin kötüsü bir tane de ben yetiştiriyorum."

"Bence gayet iyi başarıyorsun!" dedi Hakan takdirle. "Mert harika bir çocuk!"

Yemekler gelinceye kadar Mert'ten ve onun küçüklüğünden konuştular, güldüler. Deniz ürünlerini çok seven Gonca, yemeği çok lezzetli buldu ve bunu Hakan'a da söyledi.

"Ben de umduğumdan çok daha iyi olduğunu söylemeliyim." dedi Hakan. "Fransız mutfağından hoşlanmıyorum."

"Neden?"

"Ağır geliyor. Özellikle de sosları."

"Ama esnaf lokantasındaki yemekler de ağır!"

Hakan sırıttı.

"Haklısın ama, işte damak tadı. Bir de sanırım büyürken ne yiyorsan zaman zaman farklı tatlara yönelsen de sonunda hep onlara geri dönüyorsun." İlgiyle, "Peki ya sen?" diye sordu Gonca'ya. "Senin sevdiğin mutfak var mı?"

"Hatice Hanım'ın mutfağı."

Hakan, ufak bir kahkaha attı.

"Daha ne olsun!"

"Kesinlikle!" diyen Gonca, "Zaten farklı kültürlerin mutfaklarını denemeye pek meraklı değilim." dedi. "Sanırım maceracı bir ruhum yok."

"Bu konuda hemfikiriz."

Sohbetleri başgarsonun tatlı ve kahve servisiyle bölündü.

"Başka bir arzunuz var mı efendim?"

"Hayır, teşekkür ederim."

Sessizce kahvelerini yudumladılar.

Gonca, tatlısını yerken Hakan'ın bir iki lokma aldıktan sonra tabağı ittiğini görmüştü. Çenesiyle tatlı tabağını işaret ederek, "Beğenmedin mi?" diye sordu.

"Fena değil. Karnım tok olunca tatlı yiyeceksem o tatlının çok iyi olması gerekir."

"Müşkülpesentiz, yani?" diyerek Gonca Hakan'a sataştı ve Hakan gülünce de içi bir hoş oldu.

"Biraz."

Gonca da çatalını bırakınca, "Sen de mi beğenmedin?" diye sordu Hakan.

"Galiba ben de biraz müşkülpesentim."

İkisi de güldü ama birbirlerinin gözlerinin içine bakarken gülmelerinin uzun sürmesi beklenemezdi.

Gonca, yanaklarının kızarmaya başladığını hissederek, "Be... Ben bu güzel yemek için teşekkür ederim." dedi.

"Esas ben, 'idare eder' bir yemeği güzelleştirdiğin için sana teşekkür ederim ve tabii gitmeyip kaldığın için de."

Özgüveni yerine gelmiş olan Gonca, "Olay çıkaracağını söylemiştin." diye hatırlattı.

"Öyle mi?"

Hakan'ın masum tavrı Gonca'nın, "Hatırladığını çok iyi biliyorum!" demesine neden oldu. Cevap olarak Hakan sırıtınca da, "Merak ediyorum, gerçekten yapar mıydın?" diye sordu.

"Neyi? Olay çıkarmayı mı?"

Gonca başıyla onaylayınca; Hakan, tüm dürüstlüğüyle, "Bilmiyorum." diye itiraf etti. "Bugüne kadar hiç olay çıkarmadım ama bu gecenin başında gerginlikten ölmek üzereydim ve sen de bir şeyleri yanlış anlayınca..."

"Özür dilemiştim."

"Bence gerek bile yoktu, yani özür dilemene. Ben de doğru kelimeleri kullanmamış olabilirim ama her neyse de şu anda seninle bu sohbeti, bu anı yaşamama neden olduysalar onlardan pişmanlık duymamı bekleme." Sonra güldü. "Belki yarın duyabilirim."

Bunun üzerine Gonca kahkaha attı fakat belki beş, belki de on saniye sonra Hakan'ın artık gülmediğini; onu dikkatle izlediğini fark ettiğinde, "Bir sorun mu var?" diye sordu.

Hakan omzunu silkerken, "Ne sorunu olabilir ki?" dedi. "Günlerce öğlen aralarında beşinci kattan aşağı senin aptal sarışınla konuşurken gülmeni hayranlıkla izledim. Şimdi karşımdasın ve benimle birlikte gülüyorsun." Yeniden omzunu silkti. "Bu, benim yaşadığım en eşsiz anlardan biri."

Gonca, bakışlarını kaçırınca, "Lütfen utanma!" dedi ona.

"Elimde değil. Be... Ben böyle konuşmalara alışkın değilim."

"Ben de değilim." Gonca'nın inanmaz bakışları üzerine, "Gerçekten değilim!" diye ısrar etti Hakan. "Sanırım sen içimde yaşadığını bilmediğim şair ruhlu adamı ortaya çıkarıyorsun Gonca."

Gonca, yanakları pembe pembe olsa da duyduklarından çok ama çok mutlu olsa da sormadan edemedi: "İstediği olmadığında olay çıkarmaya meyilli ya da bir kadına 'Yürü!' diyebilecek kadar tuhaf bir üsluba sahip adamı da ben mi ortaya çıkarıyorum?"

Hakan, lafı hiç eğip bükmedi; birtakım anlamsız bahanelerin ardına da sığınmadı.

"Dünden beri, yani sana emrivaki yaptığım o andan beri kafam hiç rahat değildi. Sana karşı ilk baştan dürüst olmalıydım, o zaman bu kadar gerilmezdim. Sonra bir de içimden geçenleri sana nasıl söyleyeceğimin düşüncesi..."

"Belki üzerine benim tepkim..." diyerek araya girdi Gonca.

"Evet. Arabadan inerken her şey yolundaydı, masaya oturunca da. Sonra birden her şey tepetaklak oluverdi." Hakan sıkıntıyla yüzünü buruşturdu. "Dürüst olmam gerekirse orantısız tepkilerim için sadece kendimi suçlayabilirim. Normalde krizleri hep iyi yönetmişimdir. Tek özrüm; bu krize aklımla değil, duygularımla müdahale etmemde. Ben, duygularımla karar vermem Gonca. Yani bu akşama kadar vermezdim. Görünen o ki bu konuda sınıfta kaldım." Elini masanın ortasına doğru uzattı. "Beni affedebilecek misin?"

Gonca, bir Hakan'a bir de kendine doğru uzanan ele baktı.

"İçini bu kadar dürüstçe döken, hatalarına bu kadar tarafsız yaklaşan bir erkek karşısında hangi kadının şansı olabilir?" diye düşündü ve bir cevap olarak elini yavaşça uzatıp Hakan'ın elinin içine bıraktı.

 

 

 

 

Bölüm : 21.12.2024 08:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...