Motorun güçlü homurtusu dışında arabada çıt çıkmıyordu ama sessizlik, ne Gonca'yı ne de Hakan'ı rahatsız ediyordu. Oysa her ikisi de akşamın ilk saatlerinde olduklarından bile heyecanlıydı. Yemeğe giderken tedirginliğin yarattığı gerginlik yüzünden duydukları heyecan; şimdi kaynağını, adını tam olarak koyamadıkları türde, mutluluktan alıyordu. Adını koyamıyorlardı çünkü her ikisi de yetişkin hayatları boyunca böylesi duyguların esiri olmamışlardı.
Hakan, eski bir alışkanlıkla vitesin üzerinde duran elini direksiyona koyarken hem iş hem de özel hayatında öncekilere hiç benzemeyen bir dönemece girdiğini düşündü.
Bildiğinden çok daha farklı bir iş koluna ait yeni bir şirket satın almıştı. Çok değil, beş sene önce böyle bir şey yapmak aklının ucundan bile geçmezdi ama beş sene önce babasını çaresiz bir hastalık yüzünden altı ay içinde kaybetmek de aklının ucundan geçmezdi. Yaşlı adamın hastalığı, onu tüketen acılı aylar; Hakan'ı Darüşşifa'yı almayı kadar götüren sürecin başlangıcı olmuştu.
Geçenlerde düşünürken, kaza yapmasıyla Darüşşifa için Münir Bey'in yeşil ışık yakmasının aynı güne denk geldiğini fark etmişti ve bunu nasıl adlandırması gerektiğini bilememiş, en sonunda dudaklarında tek bir kelime şekillenmişti: kader
Hayatta çoğu şey, sıradan bir an ya da olay olmanın ötesine geçemiyordu. Bazen de tuhaf bir biçimde oldukça sıradan anlar ya da olaylar, çok da ilgisi olmayan sıradan an ve olaylarla bağ kurabiliyordu. Ne kadar güçlü olduğu sonradan fark edilen bu bağlar, o anlarla olayları sıradan olmaktan çıkarıp özel kılıyordu. İşte Hakan; Darüşşifa'yı almamış olsa ona çarpan arabanın sürücüsünü babasını kaybetmiş, annesi de kalp hastası olan palyaço kılıklı bir ergen olarak hatırlayacağını ve belki bir hafta, belki bir ay, belki de bir yıl sonra da unutup gideceğini düşünürken bunları da düşünmüştü. Bir kazayı takip eden yanlış anlama ve aldatmaca her şeyi değiştirmişti.
Hakan; beşinci kattan hastanenin geniş bahçesinde Nisan'la bir şeyler yiyip içen Gonca'yı gizli gizli gözetlerken zihninde kaç defa onu farklı şekillerde aşağılayarak kovmayı düşündüğünü hiç bilmiyordu. İşte bu yüzden birdenbire kendini onun minyon güzelliğine kapılmış bulmak; hiç beklemediği, kolayca kabul edemediği, son derece rahatsız edici bir şey olup çıkmıştı. O kadar rahatsız ediciydi ki birkaç toplantıda dikkati dağılmış, gece televizyonda maç izlerken skorun değiştiğini ancak on dakika sonra fark edebilmişti. Hele rüyaları!..
Gülmemek için dudaklarını sımsıkı birbirine bastırırken az önce yemek masasında Gonca'ya rüyalarında onu en temel içgüdülerine kurban ettiğini söylese karşılığında ne duyacağını düşündü, galiba daha çok da Gonca'nın ne yapacağını.
Hakan, kendini daha fazla tutamayacağını anlayınca sırıtmasını gizlemek için sol aynasına bakıyormuş gibi başını çevirdi.
Gonca; kesin sinirden kızarırdı. Sonra soluk bile almadan ağzına geleni söyler, o sırada çoktan eline almış olduğu masadaki bıçaklardan birini ileri ileri sallayıp muhtemelen Hakan'ı ırz düşmanlığıyla suçlardı.
Ve Hakan... Hakan orada öylece durur ve minik ejderhasını hayranlıkla seyrederdi.
Yüzündeki sırıtış yavaşça kaybolurken Gonca'nın kısa zamanda üzerinde böylesi bir güce sahip olmasının, bir anlığına da olsa, tedirginliğini yaşadı. Bir anlığına! Yandaki koltukta sessizce oturan kadına attığı ufak bakış, o tedirginliği unutması için yeterliydi.
Gonca, kendi tarafındaki camdan dışarıyı seyrediyordu. Hakan'ın aklında, "Acaba ne düşünüyor?" sorusu belirdi. Acaba o da tanışma biçimlerinin her iki seferinde de uygunsuzluğuna ve biraz önce Gonca'ya da vurguladığı gibi birbirlerini pek iyi tanımamalarına rağmen bir ömrü beraber geçirmenin nasıl bir şey olabileceğini düşünüyor muydu ya da... Ya da bunu düşünerek heyecanlanıyor muydu? Acaba Gonca'ya doğru çekildiği gibi, Gonca da kendini Hakan'a doğru çekiliyormuş gibi hissediyor muydu?
Başından beri... Hatta onu gırtlaklamak istediği o ilk anlarda bile, hatta tıpkı bu gece olduğu gibi sürekli bir şeyleri yanlış anlayarak hem kendinin hem de Hakan'ın zihnini bulandırdığında bile sanki Gonca, Hakan için ateşinde yanmaya değer bir mumdu. Onu tanıdıkça, onunla ilgili ufak ayrıntıları öğrendikçe; Hakan, kendini o ateşe kurban etme hevesinin daha bir arttığını hissediyordu.
Gonca'nın çok sevdiği saçlarını uğruna kestirdiği küçük kızı, Ayşe'yi, anlatırken nasıl hüzünle baktığını; on yıldır, kendi deyimiyle, erkek gibi dolaştığı için bir an bile pişmanlık duymadığını hissettiren tavrını asla unutamayacaktı. Hatta o dakikaları; sadece bir nefes alımı öncesinde yaşanmış gibi hatırlayacaktı çünkü Hakan, tam da o konuşma sırasında Gonca'ya aşık olduğundan emin olmuştu.
Böylelikle abla şiddetine maruz kaldığı yıllarda izlemeye mecbur bırakıldığı o iğrenç romantik filmlerden bir karaktere benzemişti. En az o filmlerdeki anneler kadar romantik olan annesinin hemen her pazar yemek masasına sırf onun için davet ettiği kızlardan birini beğenmesini, onunla evlenmeye karar vermesini umduğunu biliyordu. Yaşlı kadının bir parça bile gerçekçi yanı olmayan bu hayaliyle içten içe az dalga geçmemişken gidip de ilk başta ergen ve sorumsuz bir delikanlı sandığı kadına aşık oluvermesinin gerçekle bir parça bile bağdaşır yanının olmaması da Hakan'a göre kaderin bir cilvesiydi.
"Al!" demişti kader. "Al, sana koca bir tokat!"
Hakan; hayatında aşk, evlilik ve bunların getireceği sorumlulukları istememişti. Normalde hayatının bu döneminde, işi bu kadar vaktini alırken hiç de istememesi gerekirdi.
"Gerekirdi." diye mırıldandı ancak kendinin duyabileceği bir sesle. Dönüp Gonca'ya baktı ve bakar bakmaz da, "Kimin umurunda!" diye düşündü. Ağzı istem dışı genişlerken suratına kocaman bir gülümsemenin yayılmasına izin verdi. Tam da o sırada Gonca da başını çevirip Hakan'a döndü ve bakışları karşılaştı.
Hakan'ın yüzündeki ifade karşısında Gonca'nın dudakları da ufak bir gülümsemeyle kıvrıldı ve bu; Hakan'ın gülümseyişinin, gözlerini yola çevirmeden önce, derinden gelen ufak bir kahkahaya dönüşmesine neden oldu.
"Yapma!" diye haykırdı Gonca, yarı güler yarı ağlar gibi. "Beni utandırıyorsun!"
Hakan, yoldan gözlerini ayırmadı. Yüzündeki sırıtışı kontrol edemiyordu. Başını iki yana sallarken dürüstçe, "Elimde değil!" dedi.
Bu sefer kahkaha atan Gonca'ydı.
"Liseye gitmiyoruz, üniversiteye de! Yaşını başını almış, olgun insanlarız!"
"Biliyorum ama kimin umurunda!" diyen Hakan bir kez daha Gonca'ya baktı. "Kendimi bir liseli kadar deli dolu ve mutlu hissediyorum!"
Gonca; elleriyle yüzünü kapatırken başını iki yana sallıyor, bir taraftan da, "Hakan!" derken gülüyordu.
"Şimdi oldu! Bana yine, 'Hakan' dedin!"
"Biliyorum ama sen bilmiyor gibi görünüyordun!"
Ellerini yüzünden çeken Gonca, "Masada sana söylemiştim: Bunlar benim için çok yeni! Ve... Ve kolay değil!" dedi.
Gonca; önlerinde Barış'ın kullandığı arabanın stop lambalarına bakarak, "Hiç sanmıyorum." diye mırıldandı.
Hakan, Gonca'nın devam etmesine izin vermeden, "İlgilendiğim kadın sensin!" diye vurguladı. "Evlenme teklif ettiğim kadın sensin! Bilgin olsun diye söylüyorum: Değil teklif etmek, bugüne kadar içlerinden biri bile evliliği düşünmeme neden olmadı."
Gonca çekinerek, "Ama seninle evlenmek isteyenler olmuştur." diye mırıldandı.
"Bu konuda söyleyebileceğim tek şey, her zaman açık ve dürüst olduğum. Tıpkı sana karşı olduğum gibi." Gonca'dan ses çıkmayınca, "Başka bir şey demeyecek misin?" diye sordu alayla. "Merak ettiğin başka bir şey yok mu?"
Gonca savunmaya geçerek, "Bu merak değildi." dedi.
"Merak olsa ne olur? Birbirine önem veren iki insanın birbirleriyle ilgili şeyleri merak etmesi doğal değil mi? Şahsen seninle ilgili her şeyi öğrenmek istiyorum!"
Gonca, yanakları hafifçe pembeleşirken, "Merak edecek bir şey yok." dedi. "Otuz altı yaşındayım. Bir oğlum var. Annemle birlikte yaşıyoruz."
Gonca tereddütle, "Gerçekten... Gerçekten biliyor musun?" diye sordu.
"Bir şey demek istemiyorum. Sadece... Sadece daha sorunsuz birini bulabilirsin."
Hakan sinirlendi. Hissettirmemeye çalışsa da sözcüklerin dişlerinin arasından çıkmasına engel olamadı.
"Birini bulma arayışım yoktu. Olursa ne yapmam gerekir? İlan falan mı vermeliyim?"
İrkilen Gonca, "Kızdın!" diyerek suçladı Hakan'ı.
"Şaşırdın mı? Bana söylediğin şeyler o kadar tuhaf ki! Sanki ben bunları bilmiyor muyum? Aslında otuz altı değil, otuz beş yaşında olduğunu bilmiyor muyum?"
"Birkaç ay sonrasının bence hiçbir önemi yok."
Hakan, ona ufak bir bakış attı.
"Dosyanda yazdığına göre otuz altıdan sadece üç ay almışsın. Üç aylıkken bir yaşında sayılamayacağına göre otuz altı yaşında da sayılamazsın."
"Çoğu kadın için eder ama!" diyen Hakan, ona daha fazla sinirli kalmaya devam edemeyerek, "Ama sen çoğu kadından farklısın Gonca." dedi.
Gonca, erkeğin yumuşak sesinin birkaç dakika boyunca kendini sarıp sarmalamasına izin verdi. Hem sohbeti normal sınırlarda tutmak istediği hem de de merak ettiği için, "Peki, sen kaç yaşındasın?" diye sordu.
Hakan; yana dönüp Gonca'ya anlaşılmaz bir ifadeyle baktıktan sonra, "Otuz üç." diyerek karşılık verdi.
Gonca, "Ne?" diye bağırdı. Tepkisine engel olamamıştı. "Ama... Ama sen benden küçüksün!"
Hakan tekrar Gonca'ya bir bakış atıp, "Yani?.." dedi.
"Onu anladık Gonca! Ben senin ne demek istediğini merak ettim."
"Bir şey demek istemiyorum. Sadece bunu beklemiyordum."
"Hepi topu üç yaş! Ne fark eder?"
"Bi... Bilmem! Hiç düşünmemiştim, yani senin yaşını." diyen Gonca, annesi Hatice Hanım kadar olamadığını düşünerek kendine kızdı. Google denen şeyi kullanıp da Hakan hakkında biraz araştırma yapmak çok mu zordu?
"Ama senden büyük olduğumu farz ediyordun." diyerek tahminde bulunan Hakan'a, "Sanırım öyle." derken dudaklarını ısırıyordu.
Arabanın içindeki sessizlik, Hakan'ın bir düğmeye basmasıyla bozuldu.
Müslüm Gürses'in sesini duyan Gonca, "Bunu mu dinliyorsun?" dedi.
Hakan, Gonca'ya dönüp, "Sevmez misin?" diye sordu.
Gonca, "Eskilerini hayır." diyerek karşılık verdi. "Ama son dönemlerinde popüler şarkıları efsane yorumladı."
"O zaman benim de o şarkıları dinliyor olmam iyi bir şey." diyen Hakan, imalı bir biçimde ekledi. "Yaşımın aksine sanırım."
"Bana sitemli biçimde 'Hakan!' diyorsun ama benim sana sitem etmem lazım. Üç yaş beni senin gözünde daha farklı birine mi dönüştürdü? Şimdi sana daha mı az çekici geliyorum?"
Gonca gözleri kocaman, "Hayır, asla!" diye karşı çıktı. "Sadece beklemediğim bir şeydi. Sonuçta ben otuz altı yaşındayım ve on yedi yaşında oğlum var ve..."
"Daha önce de söylediğim gibi Mert, harika bir çocuk." diyen Hakan, "Sen, yine hatırlatmadan senin 'anne' olduğunu bildiğimi ben bir kez daha hatırlatayım." diye ekledi alaycı bir biçimde. "Ayrıca..." diye devam etti, Gonca'nın konuşmasına fırsat vermeden. "Ben senin kim olduğunu biliyorum Gonca. Yaşın, mesleğin, çocuğun ya da anneliğin seni daha az istememe neden olmuyor. Bunların hepsi bir bütün! Hepsi sensin!"
Gonca'nın sessizliğinin mutluluktan kaynaklandığını anlamayan Hakan, "Yaşımın ne olduğu çok mu önemli?" diye sordu.
Gonca ne diyebilirdi ki? Hakan; karşı çıkabileceği her şeyi bir, bir ortadan kaldırırken ve bunu gururunu inanılmaz okşayarak yaparken ne diyebilirdi? Doğal olarak, "Hayır, önemli değil. Hem de hiç!" dedi.
"Bu durumda sana otuz üç değil de otuz altı yaşında olduğumu söylersem kızmasın, öyle değil mi?"
Gonca elinde olmadan bir kez daha, "Ne?.." diye haykırdı.
Hakan; bunun sadece başlangıç olduğunu, fırtınanın az sonra kopacağını bilerek, keyifle, "Otuz altı yaşındayım." dedi tekrar.
"Benimle dalga mı geçiyordun?" diye soran Gonca'nın sakin sesi, Hakan'ın fırtına tahminini boşa çıkarmış oldu.
"Sinirlenmeyeceksin, tamam mı?"
Kollarını göğsünün üstünde kavuşturan Gonca, "Asla bunun sözünü vermem!" dedi.
"Pekala, pekala! Açıklaması biraz zor. Sanırım seni biraz kızdırmak istedim çünkü kızgınlığını seviyorum. Sormadan söyleyeyim, sebebini bilmiyorum. Sonra..."
Hakan, kelimeleri toparlayamayınca Gonca, "Evet, sonra?" diyerek onun sözlerine devam etmesini bekledi.
"Her şey o kadar ipin ucunda ki, sen her an çekip gitmeye o kadar hazır görünüyorsun ki! Bir parça olsun bizden emin olmanı istedim."
"İyi de her şey çok yeni!" diyen Gonca'nın sesi biraz yükselmişti.
"Benim için de öyle ama sanırım..." Hakan dümdüz yola bakarken hayal kırıklığıyla mırıldandı. "Sanırım çok şey bekliyorum."
Gonca, "Kesinlikle çok şey bekliyorsun!" derken sesinin kendi kulağına bile çok katı geldiğinin farkındaydı ama umurunda değildi. "Bir kere ısrarla söylemeye çalıştığın gibi senle ben aynı durumda değiliz. Her ne kadar diğer kadınlarla benim farklı olduğumu söylesen de senin hayatında o kadınlar olmuş! Birileri olmuş! Benimkinde kimse yoktu! Anladın mı? Kimse yoktu! Ben, kalbimin hoşlandığı erkekle iki çift laf etmenin nasıl olduğunu bilmem! Bilemem!" Yutkunan Gonca, "Üstelik sen bu akşama hazırdın." dedi ve Hakan'ın bir şeyler diyeceğini anlayınca, "Boşuna itiraz etme, hazırdın!" diye üsteledi. "Benim cevabımın ne olacağının belirsizliği dışında senin kafanda her şey netti. Benimkinde öyle değildi. Ben, bu akşamki yediğimiz yemeğin tam olarak hangi amaca hizmet ettiğini bilmeyerek bu arabaya geçip oturdum. Kuşkularım vardı, evet ama emin değildim. Ve sen, her şey bir yana, kucağıma resmen bir bomba bıraktın. Öyle ki ne karar verirsem vereyim, her koşulda canı yanacak kişi benim!"
Hakan, "Yapma lütfen!" dedi Gonca'ya yalvarır gibi. "Ben araba kullanırken ağlama!"
Gonca hemen itiraz etti: "Ağlamıyorum! Sadece... Ben sadece..." Sesi iyice titreyince başını çevirip camdan görmeyen gözlerle dışarıyı seyretmeye başladı. Hiçbir şeyin farkında değildi. Ne Hakan'ın korumalarını haberdar etmek için sinyalini yaktığının ne de Barış'ın en uygun yeri seçerek sağa yanaştığının ne de arabanın artık hareket etmediğinin...
Hiç beklemediği anda kapısı açılınca şaşkınlık ve korkuyla dolu ufak bir çığlık attı.
"Özür dilerim. Seni korkutmak istememiştim."
Gonca, bu gece onu allak bullak eden adamın suratına bakmadan önce gözyaşlarını dağıtmak için kirpiklerini hızlı hızlı kırpıştırdı.
Hakan, Gonca'nın nemli gözleri karşısında ıstırapla inlememek için kendini zor tuttu. "Biraz... Biraz yürümek ister misin?" diye sordu Gonca'ya.
Gonca, başını sağa sola sallayarak bu teklifi reddetti.
"Eğer seni rahatlatacaksa istemediğin müddetçe konuşmayız."
"Hayır, bu ayakkabılarla yürüyemem. Eve varır varmaz onlardan kurtulacağım."
Hakan, gerçek bir şaşkınlıkla, "Madem bu kadar rahatsız ediyor, neden giyiyorsun?" diye sordu.
"Aslında iki tane var. İkisi de benden büyük."
"O zaman onlar sayesinde biz kadınların güzellik için çok şeye katlanabileceğimizi de öğrenmiş olmalısın."
"Kesinlikle haklısın! Ayrıca ayakkabıların gerçekten çok güzel!"
Gonca, Hakan'ın bakışlarının ayakkabılarına ininceye kadar bacaklarında dolaştığını fark etti. Ellerini aşağı doğru uzatıp bacaklarını onlarla perdelememek; erkeğin iltifatını kibarca, "Teşekkür ederim." diyerek kabul etmek için kendini zorlaması gerekti.
Gece sessizdi. Vakit geç olmamasına rağmen bir bahar akşamına göre etrafın beklenmedik tenhalığı, Gonca'nın kasıtlı olarak kalabalıklardan uzak bir yerde durduklarını anlamasına neden oldu. Çok da uzak olmayan bir yerde Hakan'ın korumalarından birini görebiliyordu, diğerinin de çok uzakta olmadığını tahmin etti.
Yavaşça başını çevirip duygularını allak bullak eden erkeğin hüzünlü suratına baktı. Çömeldiği için gözleri, Gonca'nınkilerle aynı hizaya gelmişti.
"Seninle eşit koşullarda olmadığımızı söylerken bir nokta dışında haklıydın." diyerek Gonca'nın söylediklerini kabullenmiş oldu Hakan. "Duygusal konularda ben de senin kadar acemiyim. Aslında belki sen, bu konularda benden daha tecrübeli olabilirsin. Mert'in babasını... Onu... Sevdiğini farz ediyorum."
Gonca başını olumlu anlamda sallayınca, "Ben hiçbir kadını o şekilde sevmedim Gonca." diyerek devam etti. "Sanırım bu akşamki gelgitlerimin bir nedeni bu. Aslında ilişkimiz söz konusu olduğunda, ben de senin gibi ne yapmam ya da söylemem gerektiğini çoğu kez bilmiyorum."
Gonca, Hakan'ın açıklamaları karşısında suskun kalmaya devam edince; Hakan, bir kez daha, "Beni affedebilecek misin?" diye sordu.
"Var ve benim de senin beni affettiğini duymaya ihtiyacım var. Lütfen beni affet Gonca."
"Bence bu çok zorlama bir affediş oldu."
"Bence sen de şansını zorluyorsun!"
Hakan; Gonca'nın ciddi sözlerini reddedercesine gözlerinde oynaşan gülümsemeye tepkisiz kalamadı, sırıttı.
Gonca, yalvarır gibi, "Yavaş ilerleyelim olur mu Hakan?" dedi. "Bana... Bana alışmam için biraz zaman ver."
Hakan, Gonca'nın eline doğru uzandı. "İzin var mı?" diye sorunca, Gonca kararsızca elini onun avcunun içine bıraktı.
Hakan, Gonca'nın zarif elini çevirdi ve avcunun içine Gonca'yı hem irkilten hem de kalp atışlarını hızlandıran yumuşak bir öpücük kondurdu.
"Zamanım senin emrinde, ben de öyle. İstediğin müddetçe."
Erkeğin sözleri Gonca'nın içini titretti. Hem elini hızla çekmek hem de sonsuza kadar o şekilde Hakan'ın sıcaklığıyla bırakmak arasında kaldığı o anda, heyecandan titreyen bir sesle, "Teşekkür ederim." diyebildi.
Hakan, Gonca'nın elini gönülsüzce bırakırken, "Pekala. Yavaş ilerliyoruz." dedi. Sonra muzipçe ekledi: "Söyle bakalım, yarın akşam benimle yemeğe çıkar mısın?"
Gonca'nın kahkahası Hakan'ınkine karıştı.
Yolun geri kalanında müzik, sinema gibi suya sabuna dokunmayan konulardan konuşarak birbirlerini daha iyi tanımaya çalıştılar.
Araba evin önünde durduğunda Gonca, "Her şey için teşekkür ederim." dedi.
"Yaptığım tüm ahmaklıklara rağmen hala benimle olduğun için esas ben teşekkür ederim."
Gonca, Barış kapısını açmadan önce, "Ufak ahmaklıklar!" diyerek Hakan'a sataştı.
Barış'a bu gece ikinci kez teşekkür ederek arabadan inen Gonca'ya bu gece ikinci kez, "İyi akşamlar!" diyerek karşılık verdi Barış.
Gonca; arabaya doğru dönüp Hakan'a, "İyi akşamlar!" dileyecekken onun yanı başında olduğunu görerek şaşırdı.
Gonca'nın şaşkınlığını sezen Hakan, "Seni Hatice Hanım'a sağ salim teslim edeyim." dedi. "Belli olmaz, belki beni bir akşam yemeğe davet eder."
Gonca'nın ufak kahkahası eşliğinde binadan içeri girdiler.
Gonca; asansöre doğru yürüyünce, "Senin "merdivenci" olduğunu sanıyordum." dedi Hakan.
"Geçen gün Esme'nin ailesini görmeye giderken o merdiven senin bu merdiven benim tırmandık da ondan."
Asansörün kapıları kapanırken Gonca sırıttı.
"Demek ki sağlığına iyi geliyorum."
Hakan, gözlerinde şeytansı parıltılarla, "Özellikle de kalp sağlığıma!" dedi.
Asansörün kapıları açıldığında Gonca'nın yanakları pembe pembeydi. Anahtarını bulmak bahanesiyle başını çantasına eğerek erkeğin beğeni dolu bakışlarının yanaklarını daha da kızartmasına engel olmaya çalıştı. Kapıyı açtığında Hakan'a dönüp, utangaç bir ifadeyle, "Buyurmaz mısın?" diye sordu.
"Bu akşam değil." diye yanıt verdi Hakan, hem kendinin hem de Gonca'nın bu geceyi sindirmek için epeyce zamana ihtiyaç duyacağının farkında olarak.
Gonca bakışlarını kaçırarak, "Tamam o zaman." dedi.
Gonca'nın çoğunlukla kendinden emin duruşundan uzak bu utangaç tavırları, Hakan'ın onu omuzlarından yakalayarak bağrına basmak istemesine neden oluyordu. Bir kadına utangaçlığın bu kadar yakışacağını düşünmezdi, kendinin böylesi bir utangaçlık karşısında heyecanlanacağını da düşünmezdi. Gonca'ya sarılma, tutup onu öpme, kulağına güzel sözcükler fısıldama isteğinin gücü; Hakan'ı ansızın çarptı. Eğer onun bunlardan birine bile hazır olduğunu düşünse belki kendine engel olmaz, harekete geçebilirdi de.
Hatice Hanım; mutfaktan kolları dirseklerine kadar sıvalı, elleri unla kaplanmış olarak çıktı ve Hakan'ı görünce olduğu yerde durdu.
Kendini toparlayan Hatice Hanım, kapıya yaklaşıp, "İyiyim, çok şükür. Siz nasılsınız?" dedi.
"Ben de iyiyim, teşekkür ederim."
"Dolapta bekletmek için hamur yapıyordum da böylesi çok pratik oluyor, o yüzden kusuruma bakmayın!"
"Gonca! Hakan Bey'i içeri davet etsene!"
Gonca cevap vermeden önce Hakan, "Zaten etti." dedi. "Ama bu gecelik gelmeyeyim."
"Bir kahvemizi içerdiniz Hakan Bey."
"Başka zaman inşallah!" diyen Hakan; Gonca'ya sıcak bir bakış attıktan sonra Hatice Hanım'a, "Ayrıca bundan sonra bana 'Hakan' derseniz sevinirim." dedi.
Hakan, Hatice Hanım'ın gözleri büyürken Gonca'nın da sesli nefes aldığını fark etti. "Eh!" diye düşündü. "Bu da yavaştan alma sayılır."
Saçları biraz dağılmış görünen Mert, üzerindeki en az bir beden büyük eşofman takımının içinde yatmaya hazırlanıyor gibi görünüyordu. Nitekim Gonca, "Daha yatmadın mı Mert?" diye sorunca, çocuğun, "Ben de ona hazırlanıyordum." demesi Hakan'ın doğru düşündüğünü kanıtlamış oldu.
Başını kaşırken saçlarını daha da karmaşık hale getiren Mert, "Ben de iyiyim." dedi. "Bu ara sınavlar yüzünden cılkım çıktı! Hocalar sanki bizi spatulayla kazımaya karar vermişler gibi."
"Ne var anne? Doğru söylüyorum."
"Onlarda bir sıkıntı yok abi."
Gonca, "O zaman neden şikayet ediyorsun?" diyerek Hakan'ın aklında beliren soruyu sordu.
"Benim yüksek not alıyor olmam hocaların zor sorduğu gerçeğini değiştirmiyor anne!"
"Ah bu gençler!" diyerek araya girdi Hatice Hanım. "En akıllısı benim paşamdır ama o bile bazen böyle şaşkınlaşabiliyor."
Mert, küskün bir sesle, "Sen bana 'şaşkın' mı dedin şimdi anneanne?" diye soran Mert, anneannesine çaktırmadan Hakan'a göz kırpmıştı.
"Hiç olur mu öyle şey paşam! Ben sadece "arada bir" şaşırabileceğini söyledim."
"Başka zaman Mert. Ama istersen sen beni yolcu edebilirsin."
Omuzlarını geriye doğru yuvarlayan Mert, "Çok iyi olur valla!" dedi. "Masa başında oturmaktan her tarafım tutulmuş."
Hakan ev sahiplerine dönerek, "Bana müsaade." dedi. "Sizi yeniden gördüğüme memnun oldum Hatice Hanım."
"Bir akşam yemeğe beklerim. Tabii Kasım'ı da."
"Memnuniyetle." diyen Hakan, yanında duran kadına dönüp anlamlı bir bakış attı.
Gonca; annesinin dikkatli bakışlarının üzerinde olduğunun bilincinde, açık vermemeye çalışarak, "İyi akşamlar." dedi, titremediğini umduğu bir sesle.
Mert, "Yaz geliyor anneanne, monta ne gerek var?" dese de çoktan askıya uzanıp ince hırka tarzı bir şeyi alıp sırtına geçirmişti. Evin kadınlarına dönüp, "İstediğiniz bir şey var mı hanımlar?" diye sordu.
"Ne gibi?" diyen Gonca'ydı. Mahallenin ufak bakkalını kastederek, "İlhan abi çoktan kapatmıştır." dedi.
"İstersen bahçeden sana çiçek getirebilirim anne."
Gonca; sırıtan oğlu karşısında gülmemeye çalışarak, "Sen var ya, sen!.." diye başladı.
"Kaçalım Hakan abi." dedi Mert. "Burası tehlikeli olmaya başladı."
Mert'le Hakan asansörle aşağı indiler. Mert kapının önünde yine omuzlarını yuvarlarken arabaları görüp, "Vay canına!" dedi. "Arabaları üçlemişsin abi!" dedi.
Hakan, yaşına rağmen Mert'in duyarlılığı karşısında şaşırdı.
"Özel olarak tehlikeli bir şey yok. Standart uygulamalar. Bugüne kadar kaçıyordum ama Savaş'la Barış öyle devam edersem ayrılacaklarını söyleyince onlara kulak vermek zorunda kaldım."
Gözleri büyüyen Mert, "Gerçekten ayrılırlar mıydı?" diye sordu.
"Evet, bir an bile düşünmezlerdi. İkisi de çok profesyonel ama yıllardır aramızda bir sevgi, saygı ilişkisi de gelişti. Göz göre göre hata yapmama izin verip sonra da bir şey olursa bununla yaşayamazlar."
Binanın önündeki ufak bahçeye yerleştirilmiş banklardan birinin önünde duruyorlardı. Mert, "Oturmak ister misin abi?" dedi. Hakan otururken de "Annemin cevabı seni hayal kırıklığına uğrattı mı?" diye sordu.
"Anlattı. Annem; küçüklüğümden beri birçok konuyu benimle paylaşır, ben de onunla paylaşırım."
"Bu güzel bir şey." diyen Hakan, dürüstçe, "Aslında annenin cevabının ne olacağını tahmin ediyordum." dedi. "Ben de B planını devreye soktum."
Hakan, Mert'e uzun uzun baktı.
"Sana hiç çok zeki bir çocuk olduğunu söyleyen oldu mu Mert?"
"Bu soruya dürüstçe cevap verirsem kendini beğenmiş gibi görüneceğim için, 'arada sırada' diyeyim."
Hakan, istemsizce kahkaha attı ama vaktin ilerlemiş olduğunu hatırlayınca elini ağzına kapattı.
"Hiç güleceğim yoktu Mert! Sen çok yaşa!"
"beraber" sözcüğü, Hakan'ın zihnine çarpıp orada öylece asılı kaldı. Bir yanı, "Dur! Sus!" dese de Hakan dayanamadı.
"Annenin teklifime ne cevap vereceğini hastanede de öğrenebilirdim."
Mert, Hakan'a dönüp ciddi bir bakış attı. Hakan geri çekilmedi.
En can alıcı soru buydu ve aslında Hakan, Mert'i yolcu etme bahanesiyle aşağıya çağırdığında bu sorunun yanıtını ona vermeye hazır olduğunu sanmıştı, aslında hazırdı da. Sadece... Sadece bunun bu kadar zor olacağını düşünmemişti.
"Ben, annenle ilgileniyorum Mert."
Mert'in başı hafifçe yana eğilirken kaşları da çatılmıştı.
"Bir erkeğin bir kadınla ilgilendiği gibi ilgileniyorum." Sessiz kalan çocuğa, "Aslında ben annenle evlenmek istiyorum." dedi.
Kısa süren sessizliğin ardında, "Annem ne dedi?" diye sordu Mert. "Yani bunları ona da söylemişsindir öyle değil mi abi?"
"Evet, söyledim. Söyledim tabii! Annen... Annen ilk başta şaşırdı. Özellikle de evlilik teklifime çok şaşırdı."
"Daha yeni tanışmış sayılırsınız, şaşırması doğal değil mi?"
"Elbette doğal ama her koşulda ben onun niyetimi ilk baştan bilmesini istedim. Senin de niyetimi bilmeni istiyorum." diyen Hakan, Mert'in gözlerinin içine baktı. "Ben, annenle evlenmek istiyorum Mert." dedi.
"Bunu... Bunu benim fikrimi almak için mi söylüyorsun abi? Ya da onayını almak için mi?"
"Öyle bir amacım yok Mert. Sadece bilmeni istiyorum. Bu senin hakkın."
Bir süre sessiz kalan Mert, "Karşı çıkarsam ne olur?" diye sordu.
"Üzülürüm." dedi Hakan içtenlikle. "Hem de çok üzülürüm ama bu beni engellemez çünkü duygularım, dileklerim ve niyetlerimden eminim!"
Mert, yine uzun bir sessizliğin ardından konuştu.
Hakan, içini saran rahatlığı anlatmak için kelime bulamayacağı o anda nasıl olup da sakin bir biçimde, "Biliyorum." dediğine şaşırdı. "Üstelik kolay da sinirleniyor."
"Ama çok uzatmaz. Yine de benden sana küçük tavsiye: Damarına çok basma! Eğer gerçekten ama gerçekten çok sinirlenirse önüne çıkanı dümdüz eder alimallah!"
"O zaman onu ufak dozlarda sinirlendiririm."
Mert, yavaşça ayağa kalkıp Hakan'a döndü.
"Annem... O tam olarak sana ne cevap verdi abi?"
"Ağırdan almamızı istedi. Süre istedi."
Mert ayağının ucuyla toprağı iterken, "O benim her şeyim." dedi. "Annem, babam, arkadaşım, dostum..."
Hakan boğazına oturan yumruyu gidermeye çalışarak yutkundu. O yumru yüzünden, "Beni anlıyor musun abi?" diye soran çocuğu başını sallayarak yanıtlamak zorunda kaldı.
"Onun üzülmesine dayanamam! Bana... Bana onu üzmeyeceğine dair söz ver abi!"
Hakan ayağa kalktı ve boyu neredeyse kendisininkine yaklaşmış çocuğun gözlerinin içine bakıp, "Söz veriyorum." dedi.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
2.36k Okunma |
423 Oy |
0 Takip |
40 Bölümlü Kitap |