37. Bölüm

21. Bölüm (2. Kısım)

majdafan
majdafan

Gonca kendini, "Dur! Orada dur!", "Eller havaya! Kaldır! Kaldır ellerini!", "Diz çök, diz çök!" gibi ancak polisiye filmlerden aşina olduğu bir ses karmaşasının ortasında, üstelik Hakan'la onun devasa arabası arasına sıkışmış buldu. Nasıl olup da Hakan'ın yüz seksen derece dönerek onu arkasına aldığını hatırlamıyordu, ertesi akşam olan biteni annesine anlatırken de hatırlamayacaktı fakat kendini "cesur" sanan biri olarak aslında kendinde "cesaret" sandığı şeyin hayat olağan akışının dışına çıktığında ortadan kaybolduğundan gözleri yaşararak bahsedecekti.

Seslerin kesilmesi, Gonca'nın korkuyla büzülmüş bedeninin titreyişi üzerinde tam tersi etki yaratınca Hakan, onu kollarının arasında aldı ve "Korkma!" dedi. "Geçti."

Erkeğin sesi fısıltıdan farksız olsa da sözlerini kulağına söylediği için Gonca onu anlamakta sıkıntı yaşamadı. Başını hızla geri çekip dehşetli bir ifadeyle Hakan'a baktı çünkü böylesi bir anda korkmamasını söyleyebilmesi için onun aklını kaçırmış olması gerekirdi.

Gonca'nın düşüncelerinden habersiz olan Hakan, güven verici olduğunu umduğu bir sesle, "Burada bekle olur mu?" dedi. Sesi o kadar şefkatli, o kadar yumuşaktı ki Gonca ağzını açıp itiraz edemedi; farklı şekilde söylemiş olsaydı da edemezdi çünkü korkudan ölmek üzereydi. Tir tir titrerken aşağı yukarı oynattığı başının arabaların içine konulan oyuncak süs köpeklerine benzer şekilde armut gibi sallandığından emindi.

Hakan, Gonca'nın elle tutulur korkusunu iliklerinde hissederek ona bir kez daha sarıldı ve "Şışş!.." dedi. "Sakin ol ve bana güven."

Gonca; hem bu beylik lafı için hem de yüzünü ve bedenini arkalarında olan biten her neyse ona çevirdiği için Hakan'a bağırmak, vurmak istedi. Böyle bir durumda ona güvenmesi neyi değiştirirdi? Kendisi güvende değilken Gonca'ya güven vermeye çalışması tipik erkek kasıntılığından başka neydi?

Gonca, ancak küçümseme dolu sesini hak ettiğine inandığı Hakan'ı azarlamak için ağzını açtı ama dili aklından çok içgüdülerine hizmet ederek, "Gitme!" diye yalvarmasına neden oldu.

Hakan'ın gözleri; önce kolunu sımsıkı kavramış olan Gonca'nın zarif elinin, sonra daha da zarif olan yüzünün üzerinde durdu. Sakince, "Sana, 'Korkma!' demiştim." dedi.

Gonca daha fazla dayanamayıp sinirle, "Ama ben sana, 'Saçmalama!' dememiştim! Allah aşkına nasıl korkmam?" diyerek haykırdı ve... Ve sanki komik bir şey söylemiş gibi Hakan'ın yüzüne yayılan gülümsemeyi şaşkınlıkla izledi. "Yok!" diye düşündü. "Bu gerçekten aklını kaçırmış!"

Hakan, Gonca'nın bu anlık kendini kaybetmelerinin genetik bir geçişle ona gelip gelmediğini merak etti çünkü Hatice Hanım'da da benzer bir saman alevi durumu vardı. Her neyse de içinde bir ses -o güne dek ortaya çıkmamış, Hakan'a da yabancı, sahiplenmeye meraklı, baskın bir ses- "Minik ejderham!" diye fısıldadı. "Benim minik ejderham!"

Eğer aklından geçeni Gonca bir an olsun tahmin etse, bilse, hatta sadece bir kısmını bilse; hiç şansı olmazdı. Hakan, bir alev topuna dönüşerek onu yakıp kül edeceğinden emin olduğu kadına sırıtarak elini uzatıp, "Pekala, gel o zaman." dedi.

Gonca, Hakan'ın suratını kaplayan aptal sırıtışa sinir olsa da elini onun geniş avcuna bırakmakta tereddüt etmedi. Hatta bu şekilde içinin bir şekilde rahatladığını fark ederek esas aklını kaçırmış olanın kendisi olabileceğini bile düşündü.

Hakan'ın arkasından çıkıp onunla aynı hizaya geldiğinde önündeki manzara rahatlamasına değil, daha çok korkmasına neden oldu. Dizlerinin üstüne çökmüş, elleri başının üzerinde cılız bir adam; her iki yanında ona silahlarını doğrultmuş Gonca'nın daha önce görmediği diğer iki adamın ortasında duruyordu ve garip bir biçimde içinde bulunduğu durumu umursuyormuş gibi görünmüyordu, hatta korkuyormuş gibi de görünmüyordu.

Gonca, tüylerini diken diken eden bir farkındalıkla adamın tüm dikkatinin Hakan'ın üzerinde toplandığını gördü. Keskin bir nefes almasına neden olan da adamın bakışlarındaki uğursuz pırıltıydı. Bu, öylesine rahatsız ediciydi ki Gonca, kendini tutmasa, içini kaplayan saf korkuya kulak asmadan kendini Hakan'a siper edebilirdi.

"Hakan Bey!"

Bir tınısı dahi titremeyen sesi, adamın gerçekten de hiç korku duymadığını Gonca'ya açık seçik gösterdi. Her haline sinmiş olan çaresiz insanlara has pervasızlık, bir çeşit deli cesareti, sesine de sinmişti. Yüzü ve duruşu, o kadar meydan okur tarzdaydı ki korumalara, ellerinde tuttukları silahlara ve hatta adamın savunmasızlığına rağmen Gonca kendini tehdit altında hissetti ama esas tehdit altında olanın Hakan olduğuna adı kadar emindi.

Tam yanında duran Savaş, belki aynı tehdit algısını o da hissettiği için ya da belki sadece görevi olduğu için, adama, "Konuşma!" diye bağırdı.

"Ben seninle değil Ha..."

Silahını daha bir kararlılıkla adama doğrultan Savaş, "Sa-na 'Konuş-ma!' dedim!" diye tısladı. Bu sırada sesi daha da yükselmişti. "Sorulmadan tek kelime et-me!"

Gonca, gözlerinin önünde cereyan eden ve gittikçe gerilen sahnenin gerçekliğini sorguluyor olsaydı bile Hakan'ın yanında duran Barış'ın elinde daha önce görmediği türden kocaman silahı görünce bundan vazgeçerdi.

Hakan, "Tamam... Sakin olalım." dedi ve Gonca'nın kaşları neredeyse alnına fırladı. Böyle bir durumda sakin olmak mümkün müydü?

"Ama efendim..."

"Tamam, dedim Savaş." diyen Hakan; çenesiyle yerde, dizleri üstünde duran adamı işaret ederek, "Görmüyor musun? Burada kimsenin bana saldıracağı yok!" dedi.

Yandan Barış, mırıltıdan çok az yüksek sesiyle, "Emin olmamız gerek efendim." diyerek kardeşine destek verdi.

Hakan, korumalarının uyarılarını göz ardı ederek, "Sen kimsin?" diye sordu bakışlarını ondan bir kez olsun ayırmamış adama. "Ve niçin beni arıyorsun?"

Zihninden, "Doğru soru, 'Niçin beni takip ediyorsun?' olmalıydı." düşüncesi geçen Gonca; en azından Hakan'ın adamla konuşurken olduğu yerde kaldığını, ona bir adım olsun yaklaşmadığını fark ederek teselli buldu.

Yabancı hevesle, "Hakan Bey..." diye başlamıştı ki korumaların dördü de hareketlendi. Kardeşiyle birlikte hala Hakan'la Gonca'nın yanında duruyor olmasına rağmen nasılsa daha tehditkar bir duruşa geçmeyi başarmış gibi görünen Barış, "Ellerini başının üstüne koy! Başının üstüne! Hemen!" diye bağırdı.

Adam, hareketsizce Hakan'a baktı ve Hakan korumalarına müdahale etmeyince aşağı indirmeye başladığı kollarını yeniden başının üstüne kaldırmak zorunda kaldı. Mat mavi, küçük gözleriyle Hakan'a attığı nefret dolu bakış; Gonca'nın fakında olmadan Hakan'ın kolunu kavramasına neden oldu.

Hakan, "Hadi anlat!" dediğinde adamın cesareti, nefreti, her şeyi birdenbire yok oldu. Gonca ister istemez ona acıdı, yanaklarından kayan sicim gibi yaşlara eşlik eden çaresiz sesini her kim duysa acırdı.

"Kızım... Çok hasta! Çok, çok hasta!.."

Adamın hıçkırığı devam etmesine izin vermeyince, "Nesi var?" diye soran Hakan'ın ne sesinde ne de suratında düşüncelerine ya da duygularına dair iz vardı.

"Kalbi!.. Doktorlar... Doktorlar onun ölebileceğini söylüyor ama o... O ölemez! O benim kızım! Doktorlara ameliyat etmelerini söyledim, söyledim!.."

"Ama..."

"Etmiyorlar!"

"Neden?"

"Çünkü biz fakiriz! Be... Ben kızım için her şeyi yaparım, yaptım da ama o kadar parayı bulamam!"

"Kızın nerede şimdi? Darüşşifa'da mı?"

Adam başını hızlı hızlı salladı.

"Evet Hakan Bey, burada!"

"Tamam." dedi Hakan. "Konuyla ilgileneceğim."

Adamın gözleri irileşti. Sanki duyduklarına inanamıyor gibiydi.

"Bu sağlık." diye devam etti Hakan. "Bu yüzden onun iyi olacağının garantisini veremem ama konuyla ilgileneceğim."

"Sağ olun, çok sağ olun!"

Hakan, çenesiyle işaret edince Gonca'nın tanımadığı iki adam geri çekildi ama silahları hala adama doğrultulmuş duruyordu.

"Üstü temizdi." diye bilgi verdi Savaş.

"Ama yine de öğrenmemiz gereken birkaç şey var." diye ekledi Barış.

Hakan, anladığını belirtir biçimde başını salladıktan sonra adama, "Korumalarım sana eşlik edecek." dedi. Sonra da adamın yanında dikilmekte olan korumalardan birine, "Nedim Bey'in yanına gidin Erdem." diye emir verdi. "Ben kendisini bilgilendireceğim."

"Peki efendim!"

Koruma silahını gövdesinin yanındaki kılıfa yerleştirdikten sonra adamın yerden doğrulmasına yardım etti ama adam bunların farkında değil gibiydi. Sürekli, "Teşekkür ederim." diyordu. "Çok teşekkür ederim!.."

"Allah şifa versin!" diyen Hakan, Gonca'ya dönüp "Hadi gidelim!" dedi.

Gonca; adı Erdem olan korumanın yanındaki diğer korumayla adamın iki yandan koluna girmesini, tam hareket edecekken Savaş'ın hızlı adımlarla adamın yanına gitmesini ve onunla hızlı hızlı konuşmasını hiç kıpırdamadan izledi.

"Hadi Gonca!"

Gonca, bir rüyadan uyanır gibi gözlerini kırpıştırarak Hakan'a döndü ve onun yeşile, özellikle güneş altında kehribara doğru çalan ela gözlerindeki şefkatli parıltılar karşısında çözülüverdi. Bedenini olanca gerginliğiyle bir arada tutan kasların hepsi ortadan kayboluverdi.

Hakan, sendeleyen Gonca'yı yakalayarak, "Tuttum seni!" dedi.

Derin bir nefes alan Gonca titrekçe, "Sa... Sanırım ağlayacağım!" dedi.

Hakan, "Şş!.." derken tek koluyla sarılıp Gonca'yı göğsüne yasladı. "Geçti."

Gonca, yüzünü onun geniş göğsüne gömdü. Sabun kokusuna karışan parfümünün tatlı baharat kokusunu derin derin soludu. "Böyle bir şey nasıl olabilir?" dedi sesi titreyerek. "Ya gerçekten... Ya gerçekten..."

"Şş!.." dedi Hakan bir kez daha. Geri çekilip baş parmaklarıyla Gonca'nın elmacık kemiklerini okşadı.

"Bir şey olmadı. Bak, iyiyiz!"

"Ama..."

"Efendim!"

Hakan, ellerini Gonca'nın yüzünden çekmeden, "Şimdi ne var Savaş?" diye sordu. Sesi de tavrı da bıkkındı.

"Konuşabilir miyiz?"

Hakan, Gonca'yı gönülsüzce bırakıp arabaya binmesi için yönlendirdi ve sonra, "İyi misin?" diye sordu. Gonca'nın sadece başını aşağı yukarı sallaması üzerine, "Seni bırakmak istemiyorum ama mecburum." dedi. Sesi oldukça kaygılıydı.

"Tamam, ben iyiyim."

"Emin misin?"

"E-Evet, sen işine bak."

Gonca, "Hemen döneceğim." diye söz veren Hakan'ın ardından kapanan kapıya boş gözlerle baktı. Onun dışarıda ne yaptığını, adamlarıyla ne konuştuğunu merak bile edemeyecek kadar ruhsal ve fiziksel bir çöküş yaşıyordu. Uyuşan beyni, sadece bir yere uzanmak ve uzandığı yerde de saatlerce uyumak istiyordu.

Bakışları kapıdan cama yükseldi ve ısrarcı bir şekilde Hakan'a bir şeyler anlatan Savaş'a kaydı ve sonra tabii Hakan'a. Savaş her ne anlatıyorsa söylediklerinin Hakan tarafından onaylanmadığı onun beden dilinden anlaşılabiliyordu.

Dehşetle, "O adam başka biri olabilirdi!" diye düşündü Gonca. "Gerçekten tehlikeli biri!" O zaman ne yapacaklardı? Niyeti bozuk biri, o kadar yaklaşmışken Hakan'ı ıskalar mıydı? Başını iki yana salladı. Elbette ıskalamazdı. Gözlerinin önünde Hakan'ın kanlara bulanmış yüzü, bedeni belirdi.

"Allah'ım!"

Hakan, kapıyı açtığında Gonca'yı elleri yüzünde ileri geri sallanır halde buldu. Bu görüntü öylesine yaralayıcıydı ki Gonca'yı sessizce kollarının arasına alırken içi düğüm düğümdü. "Şş!.. Her şey yolunda! Yolunda!.." dedi ona.

"Olmaya... Olmayabilirdi!"

Şefkatle çenesini Gonca'nın başına dayayan Hakan, "Olmamış şeyleri düşünerek kendine neden eziyet ediyorsun?" diye sordu.

Gonca, başını hızla geri çekti. Gözlerinden kayan yaşlara aldırmadan, "Ya ne yapmam gerekiyor?" diye hıçkırdı. "Tıpkı senin gibi hiçbir şey olmamış gibi mi davranmalıyım?"

"Zaten hiçbir şey olmadı Gonca!"

"Nasıl bir şey olmadı? O adam başka biri olsaydı, ya seni... Ya seni..."

Hıçkırıkları konuşmasına engel olunca Hakan, "Tamam." dedi yeniden çenesini onun başının üzerine koyarak. "Ağla. Belki rahatlarsın."

Gonca, "Ağlamıyorum!" diye diye ağladı. Gözyaşları nihayet durduğundaysa şaşkınlıkla Hakan'ın haklı olduğunu fark etti: Gerçekten rahatlamıştı. Yüreği eskisi gibi hızlı çarpmıyor, düşünceleri korkunç senaryolarla oradan oraya savrulmuyordu. Çantasından çıkardığı peçeteyle burnunu silerken, "Özür dilerim." diye mırıldandı.

Hakan, yumuşak bir tutuşla Gonca'nın çenesini kavradı; göz göze geldiklerinde de yumuşak bir vurguyla, "Neden özür diliyorsun ki?" diye sordu. "Eğer birinin özür dilemesi gerekiyorsa o kişi sen değilsin, benim! Gününü mahvettim, sinirlerini bozup ağlamana sebep oldum."

"Sinirlerimi bozan sen değilsin!"

"Senin buraya gelmene neden olan ben değil miyim? Burada olmasaydın o adamı da görmek zorunda kalmazdın."

Gonca, uzanıp Hakan'ın elini tuttu.

"Bu senin suçun değildi!"

Hakan güldü. "Sanırım anlaşamayacağız." Gülüşü solarken sesi hayal kırıklığıyla doluydu. "Seni yemeğe götürmeyi düşünüyordum ama bu şartlar altında yemeğe gitmek isteyeceğini sanmıyorum. Yanılıyor muyum?"

"Şu an bir şeyler yiyemem, hatta sanırım kalkıp yürüyemem bile. Vücudum pelte gibi oldu."

"Heyecan ve korkudan kan şekerin aniden yükselmiştir. Muhtemelen şimdi de düştü."

Bu cümle Gonca'nın gülerek, "Hakan Bey, Hakan Bey! Burada doktor olan benim!" diyerek Hakan'a sataşmasına neden oldu.

"Haklısın ama birbirinden çok da uzak sektörlerde çalışmıyoruz. Mert'in de dediği gibi eczacılık ve tıp iç içe iki meslek alanı."

"Tam Mert'lik bir cümle! Ne zaman söyledi?"

"Seninle gerçek anlamda tanıştığımız gün, brunch'ta."

Gonca yanakları kıpkırmızı olurken, "Mümkün olsa o günü hafızamdan silerdim." diye mırıldandı.

"Senin aksine ben, o günü asla unutmak istemezdim!"

Gonca şaşırarak, "Neden?" diye sordu.

"O gün olmasaydı seni asla tanıyamazdım. Ayrıca... O gün inanılmaz eğlenmiştim! Yani, ilk sinirim geçtikten sonra."

"Benim kim olduğumu anladıktan sonraki sinirin sanırım."

"Ve tabii numaracı sarışının."

"Öyle deme! Nisan..."

Hakan, öyle alaycı bir bakış attı ki Gonca cümlesinin devamını getiremedi.

"Kabul et, numaracı! Hem de esaslısından."

"Sana özel değildi. Erkekler..." diye başlayan Gonca'nın devam edip etmemekteki kararsızlığı çok kısa sürdü: "Erkekler Nisan'a o kadar sığ bakış açısıyla yaklaşır ki Nisan çıldırır. Çoğu onu kullanmak istiyor. Yani... Yani..."

Hakan, "Bedenini kullanmak istiyorlar." diyerek Gonca'ya yardımcı olmaya çalıştı.

"Evet! Ve bu çok, çok üzücü!"

"Yanlış anlamazsan... O dikkat çekici ve çoğunlukla dekolte kıyafetleri giyerek buna biraz da kendisi neden olmuyor mu?"

Hakan'la aralarına mesafe koyan Gonca'nın bedeni gerildi. Bakışları kadar soğuk olan sesiyle, "Yanlış anlarım!" diyerek tersledi Hakan'ı. "Bir kadının istediği gibi giyinme hakkı olmalı!"

"Ben de 'Olmamalı!' demiyorum zaten! Sadece biraz daha az..."

"Daha az dikkat çekici mi giyinmeli? Ya da biraz daha az kısa mı?" Gonca iyice dikleşerek, adeta kafa tutar gibi, "Kime göre, neye göre?" diye sordu. "Sen Nisan'a etek boyunu uzatmasını söyledikten sonra..."

Hakan, hemen, "Ben öyle bir şey söylemedim!" diyerek itiraz etti.

"İma etmek de söylemektir ve bunu çok iyi biliyorsun!"

Diyecek bir şeyi olmayan Hakan, gerçeği sakince kabullendi: "Haklısın."

"Nisan o kadar kızgındı ki anlatamam, uzun süre de öyle kaldı."

"Farkındayım." derken istemeden güldü Hakan. "Sizde kaldığım gecenin sabahında hislerini çok net ifade etti."

Gonca gururla, "Etmiştir!" dedi. "Çok dobradır, çok..." Cümlesinin ortasında kaşlarını çatan Gonca, ancak o anda fark ettiği gerçeği konuyla alakasız bir biçimde sordu: "Neden hareket etmiyoruz? Yoksa o adamla ilgili bir şey mi var?"

"Sakin ol! Adamla ilgili bir durum yok, sadece Savaş ve Barış her şeyin yolunda olduğundan emin olmak istiyorlar."

"Olmama olasılığı mı var?"

"Her zaman vardır."

Alt dudağını endişeyle ısıran Gonca, "Aman Allah'ım! Bu yüzden mi korumalarının sayısını dörde çıkardın?" diye sordu.

"Hayır, o başka bir konu. Adamla ilgili de endişelenecek bir şey yok."

"Hayır efendim, var! Bu durumu nasıl bu kadar hafife alabiliyorsun, doğrusu anlamıyorum!"

Sabırla içini çeken Hakan, "Hafife almıyorum." dedi. "Sadece benim konumumda olan insanlar için bazı şeyler biraz farklı işliyor. Sen sadece bununla başa çıkmakta zorlanıyorsun."

Az önce yaşadığı çöküşü ve duygu karmaşasını hatırlayan Gonca, "Be-Ben... Ben böyle yaşayamam!" diye fısıldadı.

Hakan, kalbinin bir an tekler gibi olduğunu hissetse de Gonca'nın üzerine gitmekten çekinmedi.

"Neden?"

"Sürekli etrafımdakileri kaybedebileceğin korkusuyla nasıl yaşanır?"

"İyi de Gonca, birileri hayatta birilerini kaybeder zaten; bu hep böyledir. Ve ölüm; çoğunlukla korktuğumuz biçimde kapıyı çalmaz, hiç beklenmedik yerden gelir. Babam mesela..." Hakan hüzünlü bir gülümseyişle baktı. "Bir saldırı sırasında hayatını kaybetmedi. Hastane yatağında, birkaç ay içinde solup gitti. Hem de gözlerimin önünde! Bir saldırıda bile yakalandığı hastalığa göre yaşama şansı çok daha yüksek olurdu."

Hakan'ın sesine yansıyan derin üzüntü karşısında Gonca uzanıp onun elini sıktı.

"Babamla Onur, aynı gün öldüler; aynı kazada, aynı yerde. Her ikisi de... Her ikisi de o kadar hayat doluydu ki insanın onların öleceğine inanası gelmezdi. Ama öldüler. Kendini rallide sanan geri zekalının teki, direksiyon hakimiyetini kaybetti ve ATM'nin önünde sırada bekleyen babamı, Onur'u ve iki aylık bebeğiyle bir kadını ezip geçti."

Hakan, Gonca'nın yanağından kayan damlayı baş parmağıyla sildi.

"Çok üzgünüm."

Avuç içlerini gözlerine bastıran Gonca, "Ben de!" dedi.

Arabaya hakim olan hüzünlü sessizlik, Savaş ve Barış'ın sağlı sollu kapıları açarak içeri girmesiyle yok oldu. Biri sürücü, diğeri de ön yolcu koltuğuna oturan adamlardan Barış, "Biz hazırız efendim." dedi. "Sizin için de uygunsa hareket edebiliriz."

Hakan, otoriter bir sesle, "Çıkalım buradan." diyerek emir verdi ve hemen ardından bir düğmeye bastı.

Gonca, bütün korkularını ve kaygılarını unutturan bir şaşkınlıkla, onları korumalardan ayıran cam panelin yükselmesini izledi.

Hakan, "Bizi duyamaz ve göremezler." dedi.

Gonca, elbette böyle arabalar olduğunu biliyordu. Filmlerde görmüştü, hatta bu şekilde camın kaldırıldığı romanlar da okumuştu. Böyle bir şey düşünmezdi, düşünse de bin yıl aklına gelmezdi ama şimdi Gonca'nın kendisi de böyle bir arabada oturuyordu ve bu durum Gonca'ya inanılmaz geliyordu.

"Ne düşünüyorsun?" diye soran Hakan'a "Hiç!.." dedi. "Sadece... Sadece dünyalarımız o kadar farklı ki!"

"Şu an yan yana oturduğumuza göre o kadar da farklı olmasa gerek."

"Farklı! İkimiz de bunu kabul edecek kadar olgunuz. Ve... Ve az önce ne demek istediğini anladım. Yani babanı nasıl kaybettiğini anlattığında."

Hakan ilgiyle, "Ne demek istemişim?" diye sordu.

"Kaybetme korkusuyla yaşarsak elimizdekileri de kaybedebiliriz."

"Daha önce de sana zeki olduğunu söylemiştim." diyen Hakan gururla sırıttı ve karşılık olarak Gonca'nın kahkahasını aklından geçenleri söylemek için yeterince teşvik edici buldu: "Ben Hakan Alagöz. Alagöz Kimya ve Darüşşüfa Hastaneler Grubunun yönetim kurulu başkanıyım, aynı zamanda ailemle birlikte bu şirketlerin çoğunluk hisselerini elimde tutuyorum."

Bakışlarını Gonca'nın şaşkınlıkla aralanan gül goncası dudaklarından zorlukla ayırıp büyük, kahverengi gözlerine dikti. İçinde büyümeye başlayan arzu, sesindeki ciddiyetle çelişiyordu.

"Göz önündeyim, hatta belki fazlaca göz önündeyim ve bu beni tehditlere açık hale getiriyor. Ben ve adamlarım gereken tüm önlemleri alıyoruz ama tıpkı bugün olduğu gibi gözümüzden kaçan ya da engelleyemediğimiz durumlar olabilir."

Hakan, umut dolu bir tebessümle, "Gonca Temur" diye devam etti. "Beni bu halimle kabul eder misin? Olabildiğince güçlü olmama rağmen az önce yaşananlarla ne kadar güçsüz ve savunmasız olduğumun da anlaşıldığı halimle?" Gonca'nın bir şey demesine fırsat vermeden, "Kolay değil ve olmayacak, bunu da bilmeni istiyorum." diye ekledi. "Bencillik belki ama yine de benimle olmanı istiyorum. Hatta benimle olacağını duymaya ihtiyacım var! Hani geçen akşam yemekten sonra sana her an çekip gitmeye hazır göründüğünü söylemiştim ya, az önce 'Ben böyle yaşayamam!' dediğinde, gerçekten çekip gideceğini düşündüm. İşte bu yüzden benimle olacağını duymaya ne kadar ihtiyacım var, anlatamam!"

Gonca; konuştuğu süre boyunca Hakan'ı ağzı açık dinledi. Erkeğin sözlerini hazmetmesi içinse daha çok süreye ihtiyacı vardı. Buna rağmen, "O sı-sırada, yani yemekte, ba-bana biraz olsun bizden emin olmamı istediğini söylemiştin. Hatırlıyor musun?" diye sormayı başardı. "Ben hatırlıyorum. Ama şimdi görüyorum ki sadece ben değil, sen de bizden emin olmalısın." Uzanıp Hakan'ın elini sımsıkı kavradı. "Ben" dedi, üstüne vurgu yaparak. "Böyle yaşayamam, dediğimde çekip gideceğimi söylemek istemedim. Aslında aklımdan böyle bir şey geçmedi bile!"

Hakan, derin bir rahatlamayla gözlerini kapattı ve yeniden açmadan hemen önce, "Seni ürkütmek istemiyorum." diye fısıldadı. "Ürkütüp kaçırmak..." Başını iki yana salladı. "Seni elimden kaçıracağım düşüncesi beni korkutuyor. Her şey çok yeni biliyorum, yani ikimiz arasındaki her şey, ama buna rağmen seni kaybetme olasılığının düşüncesi bile beni mahvetmeye yetiyor."

Gonca, ilk defa, ne korku ne heyecan gibi anlık yükselen duyguların etkisine kapılmadan kendi isteğiyle Hakan'a sarıldı. Yanağı erkeğin kalbinin üstünde dinlenirken, "O adamın sana bir şey yapabileceği düşüncesiyle yaşadığım korku bu kadar taze olmasa belki ne demek istediğini anlamayabilirdim." dedi. "Biliyorum, tam olarak aynı şeylerden bahsetmiyoruz. Sadece... Sadece bilmeni istediğim... Ben bir karar verdim Hakan; o gece, yemekte! Kendimden ve duygularımdan emin olmasam ne yapmış olursan ol, ne söylemiş olursan ol seni asla kabul etmezdim!"

Erkeğin ne kadar gergin olduğunu o sırada gevşeyen kaslarından anlayan Gonca, sözlerindeki ciddiyetle çelişir biçimde kıkırdayınca Hakan başını geri çekip çenesini eğerek Gonca'nın yüzüne baktı.

"Bu gülüşün sebebi ne?"

"Her zaman o kadar kendinden emin ve her şeye hakim bir havan var ki arada bir böyle biz ölümlüler gibi bocalaman hoşuma gidiyor. Yemekte de ara ara bocalamıştın."

Hakan, "Kadın acımasızlığı!" diye homurdandı ve Gonca'yı göğsüne sımsıkı bastırdı.

Gonca, Hakan'ın gömleğinde boğulan neşeli sesiyle, "Güç nadiren elimize geçiyor, acımasız olmak da hakkımız!" diye karşılık verdi.

Hakan, yeniden başını geri çekerek Gonca'nın haylaz ışıltılarla parlayan gözlerine baktı. Kaşları havada, "Nadiren mi?" diye sordu.

Gonca, boynunu arkaya eğerek kocaman bir kahkaha patlattı ve Hakan'ın bakışları onun duru teninde, dudaklarında dolaştı.

Gonca erkeğin uyanan arzularından habersiz, "Şimdi bana o gece hangi aralık Mert'e bizi söylediğini anlat!" dedi.

İçgüdülerini bastırmakta zorlanan Hakan, hafif kalınlaşmış sesiyle, "Doğal olarak aşağıda beni yolcu ederken." diye karşılık verdi.

"Ama neden böyle bir şey yaptın ki? Henüz çok erkendi!"

Hakan omzunu silkti.

"Mert dürüstlüğü hak eden bir çocuk. Birkaç günde anladığın gibi ben de zaten yapmacık davranışları elime yüzüme bulaştırırım."

Gonca'nın dudakları keyifli bir gülümsemeyle kıvrıldı.

"Emojileri kastediyor olmayasın?"

"Onlardan nefret ediyorum!" diye homurdandı Hakan. "Kasım da bunu bildiği için her mesajını onlarla doldurur!"

"İyi de o zaman neden bana emojili mesaj gönderip durdun?"

Hakan gözlerini kaçırdı.

"Net olmak istedim."

"Ne için net olmak istedin?"

Hakan, teslimiyetle, "Pekala." dedi. "Pekala... Mecbur kalmadığım müddetçe mesajlaşmam tamam mı? Mesaj gönderirsem de 'Evet' ya da 'Hayır' yazarım, bazen de 'Yapın!', 'Arayın!' falan. Bana göre mesaj zaman kaybı."

Gonca, şaşkın bakışlarını tamamlayan sesiyle, "E, o zaman bana gönderdiğin mesajlar ne?" diye sordu.

Hakan omzunu silkti.

"Konuşmak için vaktim yoktu ne yapayım? Yüz yüze olmadığımız için yanlış anlaşılma olasılığını bile göze alarak sana o mesajları yazdım."

Gonca'nın dudaklarındaki kıvrılma genişleyerek kocaman bir gülümsemeye dönüştü.

"Emojileri bu yüzden kullandın! Net olmak, derken aslında yanlış anlaşılmaktan korkuyordun!"

"Bunun için beni suçlayabilir misin? İlk randevumuz yanlış anlaşılmalarla geçti, sen de biliyorsun."

Kirpiklerini aşağı doğru indiren Gonca, "Sanırım bana ne kadar önem verdiğini bu kadar güzel hissettirdikten sonra bir daha seni yanlış anlamam Hakan." diye mırıldandı.

Bir an arabada çıt çıkmadı sonra Hakan, Gonca'nın çenesini tutup yukarı kaldırarak gözlerinin içine baktı.

"Gonca Hanım... Benimle flört ediyormuşsunuz gibi bir izlenim ediniyorum... Umarım sizi yanlış anlamıyorumdur?"

Gonca, utangaç bir tavırla, "Anlamıyor olabilirsiniz Hakan Bey." diye karşılık verdi.

Hakan, mutlulukla genişleyen göğsündeki havayı indiren telefona sıkıntıyla baktı. Gonca'ya, "Bunu açmam gerekiyor." dedikten sonra telefonu kulağına dayadı. "Efendim Nedim Bey?"

Nedim Bey'i dinledikten sonra, "Anlıyorum." dedi. "Öyle gerekiyorsa öyle yapın! Sizden haber bekliyor olacağım."

Gonca, telefonu kapatan Hakan'a, "Ne olmuş?" diye sordu.

"Söylediği gibi adamın kızı buradaymış. Dün gece acilden giriş yapmışlar."

"Ama nasıl olur? Adam, Savaş'ın senin adamın olduğunu bilecek kadar senin hakkında bilgi sahibi görünüyor!"

"Sakin ol!" diyen Hakan, "Nedim Bey konuya tam olarak hakim değil." diye devam etti. "Gerekli bilgileri edindiğinde dönecek. Tabii bu arada Savaş ve Barış da bu işin peşinde olacak."

"Ben..." diye başlayan Gonca'nın suskunluğu; Hakan'ın, "Sen?.." diye sormasına neden oldu.

"Adamdan hoşlanmadım, hiç hoşlanmadım!"

"Öyle bir sahnenin ardından çok normal."

Gonca başını iki yana salladı.

"Öyle değil! Yani tabii o da var ama adam bana normal gelmedi. Bakışları sana karşı nefret doluydu."

"Onun durumunda bu çok normal Gonca. Anladığım kadarıyla fakir ve fakirlik elini kolunu bağlamış durumda. Böyle bir anda benim gibi her şeye sahip olduğunu düşündüğü birinden nefret etmesi normal."

Gonca, itiraz ederken başını iki yana sallıyordu.

"Hiç de değil! Dünyada her zaman zenginler ve fakirler olmuştur. Bu, birbirlerinden nefret etmelerini gerektirmez!"

"Adamın durumunda anlaşılabilir ama!" diye ısrar etti Hakan.

"Olayı hafife alıyorsun Hakan!"

Başını koltuğun arkasına bıkkınlıkla bırakan Hakan, "Önce Barış ve Savaş, şimdi de sen!" diye inledi.

"Üçe karşı bir!"

"Pekala." dedi Hakan. "Dikkatli olacağım."

"Adamın araştırılmasını sağla!"

Gözleri parlayan Hakan, "Bana emir mi veriyorsun?" diye sordu ve Gonca'nın cevap verip vermeme konusunda bocaladığını görünce, şefkat dolu bir tavırla, "Verebilirsin." dedi. "Her zaman. Bu bizim özelimiz değil mi? Bizim özel hayatımız?"

"Sa... Sanırım öyle."

"Kesinlikle öyle!"

Gonca utangaçça, "Pekala, öyle." diye kabul edince Hakan'dan içten bir gülüş kazandı. "Ama adamın araştırılmasını sağlayacaksın, öyle değil mi?"

Hakan, teslim olarak, "Pekala, adam araştırılacak!" dedi. "Şimdi başka emriniz yoksa Gonca Hanım, bir yerlere gidelim mi?"

Gonca, neşeli havasına rağmen Hakan'ın ne kadar yorgun göründüğünü hissettiren yüzünde gözlerini gezdirdi.

"Şöyle yapalım mı? Önce sen beni evime bırak, sonra da kendi evine gidip mümkünse yarın sabaha kadar uyu." Hakan'ın itiraz etmesine fırsat vermeden, "Günler torbaya girmedi ya!" dedi. "Başka zaman bir şeyler yaparız."

"Daha doğru düzgün bir randevuya bile çıkamadık!"

Hakan'ın hayal kırıklığıyla dolu sesi karşısında Gonca, "Sen şimdi karşımda uyuyakalırsan bu yine doğru düzgün bir randevu olmaz ama!" dedi.

Hakan, "Asla böyle bir şey yapmam!" dedi. Sonra da sitem dolu bir tavırla ekledi: "Eğer bunu sizin evde uyuyakalmamla ilgili böyle söylüyorsan hayatımda ilk defa başıma böyle bir şey geldi."

Gonca gözlerini devirerek, "Siz erkekler!" dedi. "Çocuk gibisiniz! Olayı aklımdan bile geçmeyen bir yere bağladığının farkında mısın?"

"Özür dilerim. Zayıf ve kötü hissettiğim anları unutmakta zorlanıyorum çünkü zayıf ve kötü hissetmekten nefret ediyorum!"

"Kim etmez ki?"

"Senden hemen ayrılmak istemiyorum." diyen Hakan, umut dolu bir sesle, "Benim eve gidebiliriz." dedi. Gonca'nın şokla ağzı açık bakması üzerine de "Merak etme, seni kötü emellerime alet etmek istemiyorum." diye ekledi. Bir taraftan da sırıtıyordu.

"Hakan!"

Hakan, gözlerini düşünür gibi arabanın krem tavan döşemesine saniyelik olarak diktikten sonra, "İstiyor da olabilirim." dedi.

"Hakan!"

Kahkaha atan Hakan, "Dürüst olduğumu söylemiştim." dedi. "Bence bir an önce evlenmeliyiz!"

"Hakan!"

"Adımı söylemeni isterken bu kadar çığlık dolu olmasını kastetmemiştim."

Gonca bir kez daha "Hakan!" diye bağırmak için açtığı ağzını hemen kapattı.

"Espri yaptığını biliyorum ama beni utandırıyorsun!"

"Espri yaptığımı kim söyledi?" diyen Hakan, Gonca'ya sevgiyle baktı. "Her açıdan benim olmanı istiyorum ve bundan da utanmıyorum. Seninle evlenmek istiyorum!"

Gonca yanakları kıpkırmızı olmasına rağmen tüm cesaretini toplayarak, "Bunu... Bunu bir bedel ödemek... Ödemek gibi mi düşünüyorsun?" diye sordu. "Ya... Yani... Yani benimle ancak... Ancak benimle..."

Gonca, Hakan'ın ısrarla başını iki yana sallayışı yüzünden zaten kekeleyerek devam ettiği konuşmasını tamamlayacak cesareti kendinde bulamadı.

Hayal kırıklığıyla, "O kadar yanlış yerden gidiyorsun ki!" diyen Hakan, "Sırf birlikte olmak için bir kadınla evlenmeyi asla aklımdan geçirmem!" diye ekledi. "Ancak seversem, gerçekten seversem evlenirim." Gonca'nın kocaman olan gözleri karşısında, teslimiyetle, "Artık biliyorsun." dedi. "Umarım bundan sonra aklına böyle tuhaf düşünceler gelmez."

"Ama... Ama nasıl olur? Daha çok az zaman geçti?"

"Neyin üzerinden?" diye sordu Hakan. "Tanışmamızın mı? Evlilik teklifimin mi? Artık anlamış olman lazım, sana evlilik teklif ederken ne hissettiğimden emindim. Eğer bu şekilde hissetmek için erken olduğunu düşünüyorsan bunu gel de kalbime anlat."

Gonca, parmakları dudaklarının üzerinde, "Hakan!" diye fısıldadı.

"Ağlamanı istemiyordum!" diye inledi Hakan. "Görünen o ki hep bir şekilde seni ağlatmayı başarıyorum."

Gonca, başını iki yana sallarken yanağından aşağı kayan bir damla yaşı siliyordu.

"Senin hatan değil, sadece çok duygulandım."

Hakan, uzanıp Gonca'nın yanağını okşadı. "Seni daha fazla duygulandırıp yeniden ağlamana neden olmadan evine bıraksam iyi olacak." dedi ve bir düğmeye bastı. "Gonca Hanım'ı evine bırakıyoruz beyler."

"Emredersiniz efendim!"

"Bu konuşan hangisiydi?" diye sordu Gonca. "Sesleri bile birbirine benziyor."

"Barış. Ayrıca fısıldamana gerek yok. Seni duyamazlar."

Gonca somurtkan bir suratla, "Sağ ol!" dedi. "Kendimi aptal gibi hissetmeme neden olduğun için!"

Hakan kıkırdadı ve uzanıp Gonca'nın elini yakaladı.

"Daha önceden de dediğim gibi istesen bile aptal olamazsın!"

Gonca'nın suratındaki sırıtış, "Yağcılık sizi hiçbir yere götürmez Hakan Bey!" diyen sesindeki ciddiyeti yalanlıyordu.

Gonca'nın eline yumuşak bir öpücük konduran Hakan, "Ben zaten istediğim yerdeyim." diye mırıldandı, sonra da ne diyeceğini bilmez biçimde kalakalmış olan Gonca'yı hayrete düşürerek kucağına ufak bir paket bıraktı.

"Bir hediye, Simon'dan."

Gonca, Simon ve eşi Patricia hakkında pek bir şey bilmiyordu. Sadece Hakan'ın bu seyahatinde, diğer çoğunda olduğu gibi, onlarda kaldığını ve üçünün üniversiteden arkadaş olduklarını telefonda birkaç cümleyle Hakan'dan öğrenmişti.

"Bana mı?"

"Simon öyle söyledi."

Uzun, kalemliğe benzeyen kutuya merakla bakan Gonca, "İçinde ne var?" diye sordu.

"Aynı soruyu ben de Simon'a sordum ve 'Seni hiç ilgilendirmez!' yanıtını aldım."

Gonca, kutunun üzerindeki jelatini hızla çıkardı.

"Devam et." dedi Hakan. "İçinde ne olduğunu ben de merak ediyorum."

Lacivert kadife kutunun içinde kutunun zarafetiyle çelişen eski, bakır, madeni bir para yatıyordu.

Gonca paraya uzanırken Hakan, ağzının içinden, "Piç kurusu!" diye homurdandı. Sonra da hemen, "Pardon!" dedi.

Gözlerine kutudan ayırmayan Gonca, "Sanırım bunun ne olduğunu biliyorsun." dedi.

Hakan, yine homurdanınca; Gonca, bedenini iyice ondan yana çevirerek, "Kesinlikle biliyorsun!" dedi.

Hakan pes ederek, "Simon'la arkadaş olduğumuzda onun ne kadar spor delisi olduğunu bilmiyordum." diyerek anlatmaya başladı. "Bir gün Amerikan güreşi izlerken bizdeki güreşi sordu. Bir şeyler duymuştu ama tam olarak ne olduğunu, kurallarını falan bilmiyordu. Yeni yetişirken gürbüz bir çocuk olduğum için babam beni güreşe göndermişti; ben de Simon'a havalı bir biçimde hareketleri, kuralları öğrettim. Bana maç teklif etti, doğal olarak kabul ettim çünkü yeneceğimden yüzde yüz emindim." Hatıraların tatlılığı Hakan'ın suratında geniş bir gülümsemenin belirmesine neden olmuştu. "O gün beni yendiği için bu para onun oldu."

"Paranın bir anlamı mı var?"

"Aslında yok. Dedem vermişti, onun çocukluğundan kalmıştı. Nedenini hiç anlamadığım bir biçimde ilk gördüğü andan itibaren Simon bu paraya kafayı taktı ve kazanırsa ödül olarak onu istedi, sonunda da aldı."

Hakan'ın devam etmesini boşa bekleyen Gonca, hayal kırıklığıyla, "Bu kadar mı?" diye sordu.

"Bana göre bu kadar ama Simon'a göre değil. Bunu defalarca başıma kaktığı için biliyorum ona göre bu para benim teslim oluşumun simgesi."

Gonca şaşkınlıkla, "Bunun benimle ne ilgisi var?" diye sordu.

"Cevabını net olarak Simon'ın verebileceği bir soru, ben sadece onun kafasının nasıl çalıştığını bildiğim için sadece tahminde bulunabilirim."

"Bulun o zaman!"

"Sanırım Simon, sana teslim olduğumu ve bunun en büyük teslimiyet olduğunu düşünüyor çünkü kutuyu sallayarak, 'Bunu kesinlikle herkesten daha çok hak ediyor.' gibi tuhaf bir cümle kurdu."

Gonca, ilk başta çirkin ve anlamsız bulduğu parayı avcunun içine hapsetti.

"Eğer öyleyse, yani bana vermekteki amacı dediğin gibiyse, bunu çok iyi saklayacağım!"

Hakan, duygulu gözlerle Gonca'ya bakarak, "Ben..." diye başlamıştı ki "Geldik efendim." diye yükselen ses, devamını getirmesine fırsat vermedi.

Sabır diler gibi bakışlarını yukarı kaldıran Hakan'a, "Bu da mı Barış'tı?" diye sordu Gonca, yine fısıldayarak.

Hakan, korumalarının zamansız müdahalesine kızgınlığını bir kenara bırakarak, "Evet." dedi. "Savaş'ın kendine gelmesi için biraz zamana ihtiyacı var?"

"Neden?"

"Sana eşlik ederken kapının güvenliğinden emin olması gerekiyordu ama olmamış, adam da sizin peşinizden içeri girmiş. Böyle şeylerin olabileceğini söylesem de Savaş görevi bırakmak istiyor."

"Onu anlayabiliyorum. Görevde ihmal gerçekten kötü bir şey."

Hakan, cevap olarak omuzlarını silkmekle yetindi.

Arabanın motor sesi sustu, ön kapılar korumaların indiğini haber verircesine açılıp kapandı. Gonca, Hakan'a dönüp, "Bıraktığın için teşekkür ederim." dedi.

"Henüz teşekkür etme, yukarı geliyorum."

"İçeri girmeyeceksen hiç gelme! Yorgunsun."

"İçeri girmeyeceğim ama bu bir prensip meselesi." diyen Hakan'a, "Lütfen, bu seferlik prensibini bir kenara bırak!" diyerek karşılık verdi Gonca. "Git ve uyu. Benim için."

Gülümseyen Hakan, "Böyle deyince nasıl karşı çıkmamı bekliyorsun ki?" diye sordu.

"Beklemiyorum zaten." diyen Gonca, uzanıp kapıyı açtı ama öncesinde, "Mert'in sana ne dediğini söyler misin lütfen?" dedi.

Bir an suskun kalan Hakan, dikkatli bir tavırla, "İtiraz etmedi." diye karşılık verdi.

Gonca kaşını kaldırdı.

"Bu kadar mı?"

"Senin bilmen gereken 'bu kadar'."

"Hakan Alagöz!" diye sitem eden Gonca'ya, "Gonca Temur?" diye sakince karşılık verdi Hakan.

"Benimle dalga geçme!"

"Geçmiyorum. Sadece erkek erkeğe bir konuşmaydı."

"İyi de konuşmanın konusu bendim!"

"Olabilir."

Gonca dişlerini gıcırdatmamak için kendini zor tuttu. Hırsla, "Nasıl olsa Mert'ten öğrenirim!" dedi.

"Öğrenirsin tabii!.."

Erkeğin sesindeki bir şey Gonca'nın, sinirle, "Öğrenemeyeceğimi mi sanıyorsun?" diye sormasına neden oldu.

Hakan omzunu silkti.

"Bunu bilemem."

Dişlerini sıkarak, "Ihh!.." diyen Gonca, bir bacağını dışarı atarak arabadan inecekti ki Hakan kolunu yakaladı.

"Böyle kırgınmış gibi ayrılmayalım."

"Kırgın değilim! Kızgınım!"

"Kızgın da ayrılmayalım! Mert benim için önemli. Senin oğlun olmasının ötesinde çok karakterli bir çocuk. Kendi çocuğum olsa aynı Mert gibi olmasını isterim. Bu yüzden onunla olan ilişkimi sağlam ve güvenilir temeller üzerine kurmalıyım."

"İyi de ben onun annesiyim!"

Gonca'nın isyanı, Hakan'ın kararlı sessizliği karşısında çok fazla dayanamadı. Yine de kendini, "Şimdiden arkamdan iş çeviriyormuşsunuz gibi hissediyorum." demekten alamadı.

"Asla! İkimiz de senin iyiliğini istiyoruz."

Kırık bir sesle, "Her şeyi bilsem daha iyi olurdum." diyen Gonca'ya Hakan'ın yanıtı, "İyi denemeydi!" oldu.

Gonca güldü.

"Ben yine de ne konuştuğunuzu öğrenmeye kararlıyım."

"Tamam, kararlısın. Lütfen Mert'le konuştuğunda onun ne dediğini bana da söyle!"

Gonca arabadan inerken, "Benimle dalga geçiyorsun ama son gülen ben olacağım!" dedi kendinden emin bir biçimde. Hakan telaşsızca peşinden inince de, "Hani çıkmayacaktın?.." diye sordu.

"Yukarı çıkmayacağım konusunda anlaşmıştık, arabadan değil."

"Her şeye bir cevabın var, değil mi?"

"Seninle birlikteyken olsa iyi olur." diyen Hakan, Gonca'nın omuzlarını yakaladı ve onun şaşkınlığından yararlanarak yanaklarına birer öpücük kondurdu. "Yarın Darüşşifa merkezdeyim, Kasım ve Nedim Bey'le toplantım ve artık sonuna geldiğim birkaç işim daha var. Öğle yemeği yer miyiz?"

Gonca, yanaklarına kondurulan öpücüklerin sıcaklığı henüz tazeyken böyle bir soruya yanıt vermekte zorlandı.

"E... Emin değilim."

"Neden? Öğle yemeği yemeyecek misin?

"Mesele bu değil."

"Benimle görülmekten utanıyor musun?"

"Mesele bu da değil! Böyle bir durumda genel olarak utanırım. Ayrıca iş yerinde bu tip şeyler bana biraz garip geliyor."

"Tamam o zaman." dedi Hakan. "Akşam yemeği ve itiraz istemiyorum!"

Gonca kuşku dolu gözlerle erkeğe bakıp, "Tüm bu konuşma sanki seni reddedemeyeceğim bu teklife hizmet ediyormuş gibi geldi bana." dedi.

Hakan, son derece masum bir yüz ifadesiyle, "Kabul etmeyebilirsin." diye karşılık verdi.

"Yaa!.. Kabul etmeyip yeni bir manipülasyonun kurbanı olayım, öyle mi?"

Hakan ufak bir kahkaha attı. Yüzü yeniden Gonca'nın yanaklarına doğru eğilirken Gonca, "Yoo!.." diyerek geri kaçtı. "Senin yüzünden komşuların dedikodu malzemesi olmak istemiyorum!"

"Komşular kimin umurunda?"

"Benim ve tabii annemin! Ayrıca az önce öpücüğünü aldın." diyen Gonca geriye doğru birkaç adım attı. Hakan, "Yetmiyorsa suç benim mi?" dediğinde de kahkahalarla binadan içeri girdi.

Kendini çok ama çok mutlu hissediyordu. İçi kıpır kıpırdı. Merdiveni boş verip asansöre bindi. Aynada gördüğü otuz iki dişi ortada surat karşısında daha da bir neşelendi. Asansör dairelerinin bulunduğu kata ulaşınca dudaklarını boşa bir çabayla bir araya getirmeye çalıştı, tabii başaramadı ama onun başaramadığını kapının önünde duran annesiyle Münir Bey başardı. İkisinin de suratı turşu satıyordu.

Gonca, tereddütle, "Anne?.." derken, asansörün bile açıldığının farkına varmamış olan ikili neredeyse yerinden sıçramıştı.

"Gonca?.."

İkisi birden aynı anda, aynı tepkiyle adını seslenince Gonca'nın kaşları havalandı.

"Münir Abi?.. Anne?.. Bir sorun mu var?"

Bu ikisinin her bir araya gelişinin annesinin terslikleri yüzünden yeni bir sorunun müjdecisi olabileceğini bilen Gonca korkarak yanıtlarını bekledi.

"Yok!"

"Var!"

Gonca önce annesine bakıp, "Yok, mu?", sonra da Münir Bey'e bakıp, "Var, mı?" diye sordu.

Hatice Hanım; evinin efendisi olabilirdi, Mert'le Gonca'yı parmağının ucunda oynatabilirdi ama Münir Bey de yıllarını koca bir şirketi yöneterek, çalışanlarını ve sektörü idare ederek geçirmişti. Bu yüzden daha Hatice Hanım ağzını açamadan, "Var, kızım." dedi. "Var. Nisan içeride oturuyor."

Gonca, Nisan'ın her zaman onlarda oturduğunu söyleyerek karşılık vermedi. Sadece, "Bir şey mi olmuş?" diye sordu.

Hatice Hanım çaresizlikle, "Bilmiyorum." diyerek omuzlarını düşürdü. "Gerekmedikçe konuşmuyor, konuşunca da ağzından tek kelimelik şeyler çıkıyor."

"Kesin bir şey olmuş." dedi Gonca. Alelacele içeri girip ayakkabılarını çıkardı. "Ben bir bakayım."

"İyi olur kızım." diye karşılık verdi Münir Bey. Gonca, mutfağa doğru seğirtirken Münir Bey'in, "Üzülmeyin bu kadar Hatice Hanım." dediğini duydu. "Derdi her neyse Gonca'ya anlatır."

Gonca, mutfak balkonundaki koltuğun kenarına sığınmış gibi oturan arkadaşının mahzun duruşunu görür görmez olayın Münir Bey'in düşündüğü kadar kolayca çözülmeyeceğini anladı. Çantasını sandalyesinin üstüne attı, telaşla balkona çıktı. Beş dakika öncesinden kalan neşesi tamamen uçup gitmişti.

Nisan'ın karşısına oturup sessizce bekledi. Birkaç dakika sonra, pencereden dışarıyı seyreden Nisan'dan en ufak bir tepki alamayınca, uzanıp onun iki elini birden kavradı.

"Nisan?.."

Nisan, sanki zorla oynatıyormuş gibi başını Gonca'ya doğru çevirdi. Gözleri, henüz akmamış yaşlarla doluydu ve arkadaşına, "Ben... Ben çok fenayım Gonca!" dediğinde, bir damlası duru teninden aşağı kayarak çenesinin altında kayboldu.

 

 

 

 

Bölüm : 04.02.2025 17:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...