38. Bölüm

22. Bölüm

majdafan
majdafan

"Pekala Nedim Bey." diyerek ayağa kalkan Hakan, yirmi kilo fazlası göbeğinden sarkan hastane müdürüne elini uzattı. "Teşekkür ederim."

Nedim Bey, gerdanını boynuna doğru eğip büyük bir memnuniyetle patronunun elini sıktı ve ona, gevrek gülüşü eşliğinde, "Rica ederim efendim!" diyerek karşılık verdi.

"Bugünden sonra ofisinizi işgal etmeyeceğime dair söz veririm."

Hakan Alagöz'ün şakacı alçak gönüllüğü karşısında Nedim Dilmen şaşırdı.

"E-Estağfurullah efendim! Ben de ofisim de her zaman emrinizdeyiz."

"Artık buna gerek kalmadı. Murat Bey döndüğüne göre bundan sonra onunla iletişim halinde olacaksınız. Ben de belki bir kahve için uğrarım."

"Her zaman efendim!" diyen Nedim Dilmen, masanın üzerindeki kalın dosyaya uzandı. "Eğer başka bir emriniz yoksa ben müsaadenizi isteyeyim."

Bu sefer, "Estağfurullah!" diyen Hakan'dı.

Hastane müdürü; görkemli gövdesiyle kapıdan çıkmadan önce omzunun üstünden geriye baktı.

"İyi günler Kasım Bey!"

Kasım Koçoğlu, oturduğu geniş koltuktaki rahatını hiç bozmadan, "İyi günler... İyi günler..." dedi.

Kapı Nedim Dilmen'in ardından kapanır kapanmaz Hakan kalktığı koltuğa kendini bir çuval gibi bıraktı.

"Oh, bu da bitti!"

Sesi şükreder gibi minnet doluydu.

Kasım, tembel bir alaycılıkla gözlerini arkadaşının üzerinde gezdirdi. Sonra da sırıttı.

"Adama ofisini işgal etmeyeceğini söyledin ama o hala bu ofisin dışında ve sen de hala içindesin, farkında mısın?"

Gözleri kapalı biçimde başını koltuğun arkasına dayamış olan Hakan, tek gözünü aralayarak arkadaşına yandan bir bakış attı.

"Bugünden sonra, dediğimi duymadın mı? "

"Neyse, buna da şükür! En azından üzerine vazife olmayan işleri yapmaya nihayet bir son verebildin!"

Bıkkınlıkla derin bir nefes alan Hakan, "O işler yapılmak zorundaydı!" dedi.

"Ama senin tarafından yapılmak zorunda değildi! İşgüzarlığın sana öyle hissettirdiği için gelip hepsini kendin yaptın!"

"Off Kasım!"

"Ne, 'Off Kasım'ı? Haksız mıyım? Ayrıca gördüğün gibi Murat abi de işi gayet iyi kıvırdı."

Hakan, "Tabii kıvıracak, senelerin yöneticisi." dedi en büyük ablası Nesrin'in kocasını kastederek.

"Hadi ordan!" diyen Kasım, koltuğunda iyice kayıp belinin üzerine yatar gibi oturdu. "Ceketin kırışacak!" diyen Hakan'ı da, sataşma fırsatını kaçırmamak için, "Boş ver ceketi!" diyerek geçiştirdi. "Murat abi meselesini nasıl da pazarlıyorsun! Duyan da onun bu işi yapabileceğini senin akıl ettiğini sanır ve tabii böylece diğer şehirlerdeki hastanelere de gidip saçma sapan işleri yapmaktan kendi kendini kurtardığını da. Eğer Murat abiyi aklına sokmasam...."

Hakan, "O-off!..." diyerek Kasım'ın sözünü kestiğinde iki eliyle birden yüzünü kapatmıştı. "Ne çok çenen var ya, ne çok konuşuyorsun! Eminim hakimler seni dinlemekten bıktığı için duruşmaların hep kısa sürüyordur!"

"Öyle kolaysa sen de konuş, sen de kazan yavrum! Önünde mi duruyoruz? Ayrıca çok konuşuyor olmam, boş konuştuğum anlamına gelmez ki zaten asla boş konuşmam!"

"Sorma ya! Nasıl da dikkatsizim!" diyen Hakan elini alnına vurdu. "Konuştuğun sürenin yüzde yirmisinde kesinlikle boş konuşmadığını vurgulamayı unutmuşum."

Kasım dudak büktü.

"Şimdi bundan, iş dışında insanlarla iletişimini sınırlı sayıda sözcükle sürdüren Hakan Alagöz'ün sözlerinden, alınmam mı gerekiyor?"

"Bas git işine! Benim iletişim becerilerim gayet iyi! Sen de şahitsin, bir saattir Nedim Bey'le sorun mu yaşadım? Her şey tıkır tıkır yolunda gitti."

"Peki efendim, öyle mi efendim, tabii efendim, nasıl isterseniz efendim..." diyerek Nedim Dilmen'in sözlerini yine onun vurgu ve tonlamalarıyla taklit eden Kasım, Hakan'la dalga geçti: "Gerçekten de karşılıklı olarak üstün bir iletişim becerisi gösterdiniz, tebrik ederim."

"İş konuştuk burada, ne bekliyordun?"

"Bir şey beklemiyordum ve bir toplantı için son derece normal bir diyalog olduğunu da kabul etmeliyim ama zaten ben de az önce bunu söylemedim mi? Sen işin söz konusu olduğunda, mesela az önceki gibi bir toplantıda, birileriyle iletişime geçmek için çabalamıyorsun; zaten bu kendiliğinden gelişiyor."

Hakan, "Ee... Ne var bunda?" diyerek arkadaşını tersledi.

"Bir şey olduğu yok. Sadece aynı başarıyı keşke özel hayatında da gösterebilseydin!"

Arkadaşının teatral bir tavırla ellerini iki yana açıp hüzünlü bakışlarla ona baktığı sırada Hakan, oturduğu yerden doğrulmakla meşguldü. "Sanırım" dedi. "Şimdi sana, 'Ne demek istiyorsun?' diye sormam gereken bölüme geldik ama ne demek istediğin zerre kadar umurumda değil Kasım! O yüzden, bir kez daha sana 'Bas git işine!' diyorum."

Kasım işaret parmağını Hakan'a doğru hızlı hızlı sallarken heyecanla, "Hah işte, ben de tam bunu demek istiyorum!" diye bağırdı. "Bak benimle nasıl rahat ve içten konuşuyorsun! Böyle rahat ve içten konuşacağın başkaları da olmalı hayatında." Hakan'ın ağzını açtığını görünce de çabucak, "Tabii ailen dışında!" diye ekledi.

Hakan bıkkınlıkla, "Bu konuşma bir amaca hizmet ediyor mu hiç bilmiyorum ama ben başkalarıyla rahat konuşamam ve konuşmak da istemem!" dedi. "Eğer bu suçsa beni mahkemeye ver!"

"Suç tabii! İnsan sosyal bir varlıktır. Sen, böyle davranarak doğanı yok sayıyorsun!"

Gözlerini deviren Hakan, "Kapa çeneni Kasım!" dedi. "Yoksa kapamana ben yardımcı olacağım."

Kasım, Hakan'ı hiç dinlemediğini ortaya koyarcasına, "Sosyalleşmelisin!" dedi. "Kendini yeni insanlara ve onlarla iletişime açmalısın!"

Kasım, susunca Hakan, "Bitti mi?" diye sordu. Arkadaşı başını olumlu anlamda sallayınca da "Anlaman için tane tane söyleyeceğim ki başımı bir daha ütüleme!" dedi. "Be-nim bunlar için vak-tim yok ve ayrıca istemiyorum da!"

"İstemelisin!"

Sinirlenen Hakan, "İstemiyorum kardeşim!" diyerek sesini yükseltti. "Bunu anlamak senin için bu kadar mı zor? İs-te-mi-yo-rum! Ben hayatımdan memnunum! Hayatımdaki insanlardan da! Bu kadar!" Kasım'ın bir şey diyeceğini anlayıp elini kaldırarak ona fırsat vermeden çabucak ekledi: "Onlarla olan iletişimimden de! Bu yüzden yeni birini özel hayatıma dahil edip onunla ilgili bir şeyler öğrenmek istemiyorum! Üzerine, sorunlarını dinlemek de istemiyorum! Senin anlayacağın ben halimden memnunum!"

"Öyle olsa Gonca'nın peşinde koşmazdın."

Hakan burnundan homurdandı.

"Koşmuyorum! Ben bir kadının peşinde koşacak adam değilim, Gonca da bir erkeği peşinden koşturacak kadın değil. İkimiz de "hayır" demeyi bilen insanlarız ve ikimiz de biri bize, "Hayır!" dediğinde bunu anlayabilecek insanlarız."

Gözlerini deviren Kasım, "Neden bu cümleyi 'İkimiz de asosyal ve iletişim özürlü insanlarız.' gibi algılıyorum?" diye sordu.

"Çünkü sen, malın tekisin Kasım! Çünkü senle ben çok farklıyız!" diyen Hakan, sakinleşen sesiyle, "Düşünsene bir!" diyerek devam etti. "Çocukluğumuzdan beri arkadaş olmasak, yeni tanışmış olsak seninle can dostu olabilir miydik?"

Kasım düşünceli gözlerle Hakan'ı süzdü.

"Eğlenmeyi severim, sen sevmezsin. Konuşmayı severim, sen onu da sevmezsin. Gösterişten ve gösterişli şeylerden nefret edersin ama ben gösterişin dibine vurup gösterişli her şeye hayranlıkla bakabilirim. Bu durumda, sanırım, bugünden sonra seninle sadece iş çerçevesinde görüşüp arkadaşlık ilişkimi kesmeliyim."

Hakan, arkadaşının sözlerine sadece başını yana eğip kaşlarını kaldırarak yanıt verdi ve Kasım, "Ama o zaman kim benim kadar dandik bir oyuncuyla PS oynar?" diye sordu. "Yanlış yatırım yapmamam için bana kim bedava danışmanlık hizmeti sunar? Gecenin bir vakti çene çalmak için kapısını çaldığımda gözünden akan uykuya rağmen kim beni ağırlar? Çocukluğumdaki yaramazlıkları, gençliğimdeki çılgınlıkları beraberce hatırlayıp güleceğim kim var?"

Kasım, bir eliyle uzanıp Hakan'ın omzunu sıkıca kavradı. "Bütün bu soruların cevabı sensin gibi görünüyor, bütün yollarım sana çıkıyor." dedi ve peşine sırıttı. "Bu yüzden aşkım, boştan yere beni kendinden soğutmaya kalkma!"

Hakan, kendini geri çekerken yüzünü buruşturdu.

"İğrenç derecede cıvıksın!"

Kasım omzunu silkti.

"Ne var? Sen de iğrenç derecede katı ve ciddisin!"

Hakan gülümsedi.

"Belki de bu kadar iyi anlaşmamızın nedeni bu zıtlıklarımızdır. Arada bir, hatta çoğunlukla, seni öldürmek istesem de sen bu dünyada benim kendimi yanında en rahat hissettiğim insansın Kasım."

Kaşlarını kaldıran Kasım, "Bu bir aşk ilanı mı?" diye sordu.

Hakan, "Koca kafalı!" derken gülüyordu.

"Konuyla alakasız ama..." diyen Kasım'a Hakan, "Bir konumuz olduğunu bilmiyordum." diyerek sataştı.

Kasım ufak bir kahkahanın ardından, "Benim bu koca kafama bir şey takıldı." diye devam etti. "Toplantıda Nedim Bey; Ali Hikmet diye soyadını hatırlayamadığım birinden bahsetti. Çocuğu kalp hastasıymış. O kim?"

Hakan, Kasım'a otoparktaki olayı anlatmamıştı. Dün telefonda konuşurken aklına gelmemiş, bugün de fırsat olmamıştı.

"Eee?.. Söylemeyecek misin?"

"Aslında... Söylemek istediğimi sanmıyorum."

"Neden?"

"Söylersem az öncekinden daha uzun sürecek bir kafa ütüleme seansına maruz kalabilirim."

Gözleri zekice bir ışıltıyla parlayan Kasım, "Bir şey yaptın o zaman!" diye tahminde bulundu. "Ama seni tanıdığım kadarıyla bir şey yapmamış olman daha olası ve muhtemelen bu yapmadığın şey, benim mutlaka yapılması gerektiğini düşüneceğim bir şeydir ve..."

"Tamam! Tamam! Pes ediyorum!" diyen Hakan ellerini havaya kaldırdı. "Anlatacağım!"

Ve sonra, "Ha şöyle, yola gel!" diyen Kasım'a adının sonradan Ali Hikmet Günaydın olduğunu öğrendiği adamla, otoparktaki olayı anlattı. Bitirdiğinde başını iki yana sallayan Kasım, "Sen var ya... Sana var ya..." diye başladığı cümlelerin sonunu getirememekle meşguldü.

Hakan; arkadaşının tepkisini en aza indirmek için yumuşak sayılabilecek bir sesle, "Büyütecek bir şey yok!" dedi ama tabii hiçbir işe yaramadı.

"Başlarım 'Büyütecek bir şey yok!'una!" diye bağıran Kasım, çoktan ayağa fırlamıştı. "Sen aklını mı kaçırdın? Deli misin? Adamın biri seni otoparka kadar takip etmiş, sense bunu basit bir şey gibi anlatıyorsun."

"Adam sadece çocuğu için..."

Hakan'ın bitirmesine fırsat vermeyen Kasım, tahammülsüz bir tavırla, "Hala olayı basite indirgemeye çalışıyorsun!" diyerek daha çok bağırdı. "O adamın Savaş'ı ya da Gonca'yı oraya kadar takip edebilmesi için onların seninle olan ilişkisini bilmesi gerekir. Bu da demektir ki bu adam seni ve etrafındakileri bir süredir gözlüyor."

"Savaş'ın sorgusuna göre Ali Hikmet Bey onu tanımış, onu takip etmiş."

"Kimi tanıdığının bir önemi yok! Sonuçta seninle ilişkili birilerini tanıyacak kadar seni kafaya takmış, takip etmiş! Durumun polise bildirilmesi gerekiyor."

"Abartma!"

"Sen abartma! Bu yaptığın iyilik mi, yufka yüreklilik mi her neyse bir yere kadar! Bu basit bir olay değil!"

Arkadaşını sakinleştirmeye çalışan Hakan, onu makul olmaya teşvik eden ağırbaşlı bir tavırla, "Adamın kızı hasta Kasım." dedi. "Böyle bir durumda tuhaf yollar denemesi normal karşılanabilir."

"Hayır efendim, karşılanamaz! Durumu hemen polise bildireceksin! Eğer sen yapmazsan avukatın olarak ben yaparım!"

"Bir sakin ol ya!"

Odada volta atıp duran Kasım, Hakan'ın tam önünde durdu. Dişlerinin arasından, "Bir kez daha sakin olmamı ya da abartmamamı söylersen ağzımı bozacağım ona göre!" diyerek arkadaşını uyardı. "Daha kaç defa söylemem lazım? Bu, sakin olunacak bir konu değil! Hayatın tehlikede olabilir."

"Adamın kızı hasta Kasım, çaresiz kalmış."

"Çaresizliğine de başlarım! Kızı hastaysa yardım istemenin yolu kapalı alanlarda insanların karşısına onları tehdit eder gibi çıkmak olmamalı, eğer böyle bir şey yapıyorsa bedelini ödemeyi de göze almalı!"

Aldığı derin nefesi bıkkınlıkla veren Hakan, "İşte bu yüzden sana söylemek istememiştim." dedi. "Abartacağını biliyordum."

Ağzından sunturlu bir küfür fırlayan Kasım, "Konuyu daha fazla tartışmaya niyetim yok!" diyerek kestirip attı. "Sen ne dersen de izlenmesi gereken prosedür neyse onu izleyeceğiz. Tabii önce ikizlerle konuşup onu göre bir plan yapmalıyım."

Arkadaşının kararlılığı karşısında Hakan, "Pekala." diyerek teslim oldu. "Dediğini yapacağım ama önce şu küçük kızın durumu bir netleşsin."

Kasım biraz sakinleşerek kalktığı yere geri oturdu.

"Nesi varmış? Nedim Bey 'kalp' falan diyordu."

"Evet, kalbiyle ilgili bir sorun var. Detayları tam olarak bilmiyorum ve anlamam da. Tek bildiğim durumun pek parlak olmadığı ve kardiyolojinin de son kararı vermeden önce Nisan Yağmur'un görüşünü beklediği."

Yüzü bir anda ilgiyle parlayan Kasım, "Neden bekliyorlar?" diye sordu. "O çocuk kardiyoloğu değil ki!"

Hakan omzunu silkti.

"Ben nerden bileyim?"

Kasım, "Doktor hanımın düşünmesi mi gerekiyormuş, görüşünü bildirmesi için?" diyerek alay etti.

"Öyle bir şey değil. Bugün gelmemiş. Acil bir işi çıktığı için izin alması gerekmiş."

Hakan; Kasım'ın, "Acil işi mi çıkmış?" diye sorduğunu duydu ama ona yanıt veremedi. Dikkati bir anda açılıveren kapının önünde duran kadın yüzünden darmadağın olmuştu.

"Gonca!"

Ayağa kalkarken yüzünde kocaman bir gülümsemenin belirdiğinin farkındaydı. Onu en son iki gün önce görmesine rağmen, Hakan'a sanki üzerinden günler geçmiş gibi gelmişti. Zaten iki gün önceki görüşmelerine de 'görüşme' demek pek doğru olmazdı: Olaylı bir karşılaşmanın ardından Gonca'nın isteği üzerine onu evine bırakmıştı çünkü Gonca Hakan'ın ne kadar yorgun olduğunu anlamıştı, hatta belki Hakan'ın kendinden bile iyi anlamıştı.

Dün, on beş saatlik uykunun ardından gözlerini açtığında ilk işi Gonca'yı aramak olmuştu. Telefonun çalıp çalıp açılmadığı birkaç seferin ardından Gonca, "Müsait değilim." diye bir mesaj atmıştı. "Sonra ararım."

Hakan yine de dayanamamış, "Sen haklıydın. diye yazmıştı. "Gerçekten uyumaya ihtiyacım varmış. Ayrıca dün, 'Yarın Darüşşifa merkezdeyim.' derken umarım bugünü değil de pazartesiyi kastettiğimi anlamışsındır, ben ancak bugün anlayabildim. Günleri bile karıştırmışım."

Gonca'nın yanıtı, "Anladım." olmuştu, o kadar.

Hakan gün boyunca telefonu gözlemiş, her çaldığında arayanın Gonca olduğunu sanmıştı ama Gonca aramamıştı. En sonunda kendini, "İyi misin?" diye yazarken bulmuştu. "Bir sorun mu var?"

 

Yanıt epey sonra gelmişti.

"Bizimle, yani sen ve benle, ilgili bir şey değil. Sadece... Yarın konuşalım olur mu?"

Hakan bir şey olduğunu anlamış, ne olduğunu deli gibi merak etmiş ama sadece, "Tamam" diye yazmakla yetinmişti.

Sorun her neyse, onu en erken bu akşam yemekte öğrenebileceğini çünkü Gonca'yı ancak o zaman görebileceğini düşünen Hakan; Gonca'nın şu anda tam karşısında duruyor olması karşısında içinin zevkli bir heyecanla dolduğunu hissetti. Belki de bu yüzden Gonca'nın ne kadar sinirli olduğunu, gözlerinden taşan öfkeyi fark etmesi biraz zaman aldı.

Şaşırdı ve şaşkınlığı, o gözlerin Kasım'ın üstüne kilitlenmiş olduğu gerçeğini fark etmesini de birkaç saniye daha geciktirdi.

Bakışları Gonca'yla Kasım arasında hızlıca gidip gelen Hakan; bedeni öfkeyle titreyen kadının adını sorularla dolu olarak seslendirdi: "Gonca?.."

Gonca, yanıtını kapıyı arkasındaki Barış'ın maskeden farksız suratına doğru çarparak verdi. Sert adımlarla onlara doğru yaklaşırken elini Hakan'a doğru kaldırdı ve öyle bir tavırla, "İstersen daha sonra beni kovabilirsin!" dedi ki Hakan, kovulmanın onun umurunda olmadığına inandı ve Gonca'nın öldürücü bakışlarını bir saniye olsun Kasım'ın üzerinden çekmemesi karşısında bütün bedeni hiç de hoş şeyler hissettirmeyen bir beklentiyle gerildi.

Gonca Hakan'ın beklentilerinin aksine, Kasım'ın üzerine atlayıp gırtlağına yapışmadı; sadece hala koltukta oturmasına rağmen iyice tedirgin olmuş gibi görünen Kasım'a tepeden bakarak, "Onu ağlattın!" diye bağırdı. Sesi hissettiği nefretle bilendiği için, titremesine rağmen, olduğundan daha tiz ve daha güçlü çıkmıştı.

Kasım: şaşkınlıkla ellerini iki yana açıp savunmacı bir tavırla, "Ben hiçbir şey yapmadım." dedi.

"Onu ağlattın ve şimdi de yalan mı söylüyorsun?" diyen Gonca'nın sesi tiksinti doluydu.

Hakan arkadaşı ve sevdiği kadın arasındaki tartışmayı şaşkınlıkla dinlerken ağlayanın kim olduğunu anlamamıştı; taa ki Gonca, "Şimdi için rahat mı, intikamını aldın mı?" diye sorana dek.

Şaşkınlıkla, "Nisan mı?" diyen sesi, ikilinin arasındaki konuşmada kaybolup gitti.

"Bana gelen oydu ve hiçbir şey..."

Gonca, Kasım'ın devam etmesine fırsat vermeden, "Yani?.. Ne olmuş geldiyse?" diyerek araya girdi. "Bu, onun kalbini kırmanı mı gerektirirdi?"

Kasım; Gonca'nın daha da yükselen sesine, gayet sakin biçimde, "Benimle konuşan kadın bir çelik manolyaydı, dolayısıyla kalbinin kırılmış olabileceğini hiç sanmıyorum." diyerek karşılık verdi.

Ve Gonca kendini kaybetti. Hakan, arkadan sarılıp Gonca'yı yakalamamış olsa onun Kasım'a dalacağından adı kadar emindi.

"Seni pislik! Seni adi pislik! Kaç kez gördün, ne kadar tanıdın da onunla ilgili ileri geri fikir beyan edebiliyorsun ha? Ha?.. Herkesin kalbi, seninki gibi mi sanıyorsun?" diyen Gonca tükürür gibi ekledi: "Öküz derisi kadar kalınlaşmış mı sanıyorsun?"

Hakaretin ağırlığı en sonunda Kasım'ı ayağa kaldırmayı başarmıştı. Konuşmaya, "Gonca Hanım..." diye başlamıştı ki Gonca bir kez daha ileri atıldı ve tabii Hakan onu sımsıkı tuttuğu için Kasım'a ulaşamadı.

"Bana 'Gonca Hanım' deme seni pislik! Benim de Nisan'ın da adını o pis ağzına alma!"

"Ayıp ediyorsunuz ama!"

"Ayıp mı ediyorum?" diyen Gonca, bir kez daha ileri atılmayı denedi. "Sen bir kadını ağlatırken ayıp etmiyorsun da ben sana hak ettiğin gibi hitap ettiğinde mi ayıp ediyorum?"

Kasım, tıpkı az önce Hakan'ın onu sakinleştirmek için kullandığı ses tonuna yakın bir ses tonuyla, "Nisan Hanım, benim yanımdan ayrılırken ağlamıyordu." dedi.

Gonca dişlerini sıkarak, "Sana onun adını ağzına almamanı söylemiştim!" diye tısladı ve hiç ara vermeden, "Tabii ki ağlamaz!" diye devam etti. Sesi gururdan dolup taşıyordu. "Güçlüdür; o kadar güçlüdür ki ağladığında kendini savunmasız ve zayıf hisseder ve buna benim bile şahit olmamı istemez! O, o kadar güçlüdür ki dün kollarımda ağlamış bile olsa yıkılmaz!" İşaret parmağını Kasım'ın tam göğsünün ortasına doğru uzatan Gonca, "Sen" dedi. "Onu ağlatmış olabilirsin, kırmış da olabilirsin ama şunu bil ki onu asla yıkamazsın! Hiç kimse, hiçbir şey yıkamaz! Benim arkadaşım, soğuk ve yağmurlu bir bahar gününde cami avlusuna bırakıldığı günden beri öyle şeylerin üstesinden geldi ki şımarık, bencil ve otuz bilmem kaç yaşında hala çocukça davranan bir adamın sözleriyle yıkılmaz!"

Gonca, o kadar hızlı konuşmuştu ve o kadar öfkeliydi ki göğüs kafesi Hakan'ın kollarının altında hızlı hızlı yukarı aşağı inip duruyordu. Kasım'sa Gonca'nın söylevi sırasında bir şekilde ilk baştaki öz güvenini kaybetmiş, sanki bir çeşit şok yaşamış gibi yüzü bembeyaz olmuş ayakta dikiliyordu.

"O yıkılmaz ama ben yıkılırım!" diyerek konuşmaya devam etti Gonca. "Sevdiklerimin ağlaması beni yıkar ama güç de verir! Ona tam olarak ne dediğini ya da ne yaptığını bilmiyorum çünkü anlatmadı, anlattıramadım. Dua et de öğrenince seni öldüreceğim bir sebebim olmasın!" diyen Gonca, Kasım'ı tehdit etmeye devam etti: "Sen, sen ol Kasım Koçoğlu Nisan'dan uzak dur! Anladın mı? Uzak dur! Bizden uzak dur! Eğer bir kez daha onu üzersen seni parçalarım! Yemin ediyorum seni parçalarım!"

Çırpınarak Hakan'ın kolları arasından kurtulan Gonca, arkasını dönüp sert adımlarla kapıya gitti.

"Gonca, Gonca!" diye seslenen Hakan onu ancak Hatice Hanım'ın masasının önünde yakalayabildi. Dirseğinden tutup kendine doğru dönmesini sağladıktan sonra, "Lütfen, sakin olur musun?" dedi.

"Olamam! Asla olamam!" diyen Gonca bağırmaya devam ediyordu. "Az önce dediğimin de arkasındayım! Parçalarım, gerçekten parçalarım! Kemiklerini de aç köpeklere veririm, hepsi bayram eder!"

Gonca, kolunu hızla çekip kayan kapıdan çıkarken Hakan sıkıntıyla onun ardından baktı. Sonra bakışları, şok olmuş bir vaziyette onları izleyen iki sekreter kıza döndü. Kızlar hemen başlarını eğdiler. Hatice Hanım boğazını temizleyip her zamanki sakin tarzıyla, "Ben hallederim." dedi.

Hakan, onun kızların dedikodu yapma olasılığıyla ilgili olarak konuştuğunu hemen anladı ve teşekkür için sadece başını sallamakla yetindi.

Odaya girmeden önce kapıda Barış, sıkıntılı bir ifadeyle, "Böyle olacağını düşünmemiştim efendim, yoksa Gonca Hanım'ın içeri girmesine izin vermezdim." dedi.

Hakan, olduğu yerde duruverdi. Başını çevirip Barış'ı soğuk gözlerle süzdü.

"Bu durumda düşünememiş olman senin için daha iyi olmuş. Diğer türlü seni kovmak zorunda kalırdım."

Barış'ın ifadesiz suratının şokla gerilmesi başka zaman Hakan'ı eğlendirebilirdi ama o anki ruh haliyle suratsızca odasına geri dönüp kapıyı sertçe kapattı. Sakinleşmek için derin bir nefes alıp bakışlarını pencerenin önünde dikilen adama dikti.

Kasım, elleri cebinde dışarıyı seyrediyordu. Odayı baştan uca sinirden köpürerek kat eden arkadaşına hiç dönmeden, "Cumartesi saat ikide benimle randevusu vardı." dedi.

Az önce olanlara rağmen sesinin umursamaz sakinliğinden çok söyledikleri Hakan'ın kanının beynine sıçramasına neden oldu.

"Ne halt etmeye onunla randevulaştın seni geri zekalı?"

Kasım, başını omzunun üstünden çevirip Hakan'a baktı. Hakan, irkilerek, onun teninin solduğunu; çenesini sıktığı için dudağının yanındaki çizginin iyice belirginleştiğini gördü ve istemeden burada onun tahmininin ötesinde bir şeyler döndüğünü hissetti.

"Onunla randevulaşmadım. Bir hafta önce sekreterimden randevu talep etmiş ve Ayşe N. Dönmez adına bir ön görüşme ayarlanmış. Sekreterim sorduğunda konunun kişisel olduğunu, bunu ancak benim çözebileceğime inandığını söylemiş."

Hakan elleri saçlarının arasında koltuğa çökerken, "Hay Allah kahretsin!" diye homurdandı. "Bu neyin kafası ya? Siz nasıl insanlarsınız?"

"Doğal olarak onun bu tavrını bir meydan okuma olarak aldım. Daha kapıdan içeri adımını atmadan ona dünyanın kaç bucak olduğunu göstereceğime yemin etmiştim."

"Ne yaptın peki?"

Kasım, Hakan'ın karşısındaki koltuğa otururken suratı ona hiç yakışmayacak biçimde asıktı.

"Ofisime iddialı bir kıyafetle gelmişti."

Hakan güldü.

"Ne zaman iddialı olmayan bir şey giyiyor ki?"

Kasım, sarı saçlarını omuzlarının iki yanından göğüslerine doğru açık bırakmış; dizlerinde biten dar, straplez elbisesiyle Nisan'ın hayatında gördüğü en güzel kadın olduğunu Hakan'a söyleme gereği duymadı.

"Doğal olarak savaş baltalarını çıkardığımızı düşündüm."

Kasım, Nisan'ı, "Vay, vay, vay!.." diyerek karşılamıştı. "Ayşe N. Dönmez yine sahnede."

Kasım'ın beklediğinin aksine Nisan küçük dağları ben yarattım havasıyla odanın ortasına doğru ilerlemeye kalkışmamıştı, hatta tam tersine her an kaçıp gitmek istiyormuş gibi kapının önünde dikilmeye devam etmişti.

Kasım, "Hoş geldiniz." dedikten sonra, Nisan'ın cevap vermemesi üzerine ayağa kalkıp masasının önüne geçmiş ve kalçalarını cam yüzeye dayamıştı.

"Ee?.. Bir şey demeyecek misiniz?"

Nisan yine cevap vermeyince de kolundaki Rolex saate bakıp, "Sekreterim sizi mutlaka bilgilendirmiştir." demişti. "Zamanım altın değerindedir. Bu da demektir ki geçen her dakika cebinizde ciddi bir gediğe sebep oluyor."

Nisan, elindeki çantayı bacaklarının önünde iki eliyle birden kavramış dururken, ilk defa konuşmuş ve "Bu, kötü bir fikirdi." demişti. "Yani buraya gelmem. Lütfen, bu randevuyu hiç almamış gibi davranalım."

Kasım, onun samimi olduğuna bir an olsun inanmamıştı.

"Siz karşımda dururken bu pek mümkün görünmüyor."

"Dediğim gibi kötü bir fikirdi." diyen Nisan, arkasını dönmüş ama ondan daha hızlı olan Kasım kapıyla Nisan'ın arasına girivermişti.

"Nereye gidiyorsunuz? Daha hiçbir şey konuşmadık."

Nisan, başını iki yana sallarken o ilk gün Kasım'ı kalbinden vuran bakışlarını yandaki dekoratif amaçlı bitkinin üstüne dikmişti.

"Gerçekten gitmeliyim. Buraya gelmemem gerekirdi. Sadece... İstemiştim ki..."

Nisan cümlesini tamamlamaya yanaşmayınca, "İkiz kardeşin rövanşını almak istedin." diye tahminde bulunmuştu Kasım.

"Kötü bir fikir olduğunu söylemiştim." diyen Nisan, "Şimdi izin verirseniz çıkmak istiyorum." diyerek konuşmayı bitirdiğini belli etmişti.

Ama Kasım'ın bir şeyi bitirmeye niyeti yoktu. Bu her şeyi ve herkesi parmaklarının ucunda oynatabileceğini sanan kadına esaslı bir ders vermek istiyordu. Bu yüzden kapının önünden bir adım bile çekilmeye yanaşmadan, "Şimdi benim buna inanmam mı gerekiyor?" diye sormuştu.

İşte o zaman Nisan Yağmur o muhteşem yeşil gözlerini Kasım'ınkilere dikmiş ve adamı içten içe titrettiğinin farkında olmadan gerçek bir şaşkınlıkla, "Neden inanmayasınız?" diye sormuştu.

"Bunu gerçekten soruyor musunuz? Hakan'a yaptıklarınızdan sonra, bana yaptıklarınızdan sonra?.."

Nisan'ın karşılığı, "Ne yaptım ki?" olmamıştı. Gözleri alev alev, "Hak etmiştiniz!" demişti.

"Ben mi, Hakan mı yoksa ikimiz de mi?"

"İkiniz de ama özellikle siz! Bir kadını dış görünüşüne bakarak kategorize etmek siz erkekler için ne kadar kolay!"

Kasım; elleri cebinde sırtını kapıya yaslamış, sonra da Nisan'ı baştan ayağa süzmüştü. Bakışları yeniden kadının yüzüne çıktığında onun öfkeden kıpkırmızı kesildiğini görerek keyifle sırıtmıştı.

"Aslında sizi şimdi de kategorize ettim, tıpkı o gün asansörde ettiğim gibi: Çok güzel bir kadınsınız!"

Nisan Yağmur öfkeyle, "Öyle mi?" diye sormuştu. "Bu kadar mı? Eğer bu kadar olduğunu söylerseniz, ben de size bir yalancı olduğunuzu söylerim! Siz beni güzel ama aptal bir kadın olarak kategorize ettiniz!"

Kasım beklemediği suçlama karşısında, "Bu kanıya nereden vardığınızı bilmiyorum ama..." diye başlamıştı ki Nisan Yağmur onun sözünü, "Hakaret etmek karakterinizin bir parçası haline geldiği için bilmemeniz çok normal!" diyerek kesmişti.

"Madem öyle, aydınlatın beni: Size nasıl hakaret etmişim?"

"Dalga geçmeyin!" derken kadının elleri beline doğru gitmişti. "O gün bana önce danışmada çalışıp çalışmadığımı sorduktan sonraki ikinci tahmininiz sekreter olabileceğim yönündeydi."

"Ne var bunda? Olamaz mısınız?"

"Neden doktor ya da hemşire falan değil de danışma görevlisi ya da sekreter?"

"Burada bir kasıt yok." demişti Kasım. "Ayrıca bugüne dek bir tane bile size benzeyen doktor görmediğim için sizi doktor sanmamam tuhaf karşılanmamalı."

Nisan, "Bırakın bu avukat ağızlarını!" diyerek onu terslemişti. "Bal gibi de kasıt var. Sarışın ve renkli gözlü kadınlar zeki olamaz, üzerine kurulu bir kasıt var!"

Kasım, sırtını kapıya iyice yaslayarak kollarını göğsünün üstünde kavuşturmuştu.

"Diyelim ki var, bu sizin davranışınızı haklı gösterir mi? Benim bir izbanduttan dayak yememe neden olacaktınız, hatta bunu istediniz!"

"Ama yemediniz!"

"Mesele bu değil. Mesele kasıtlı olarak yanlış yönlendirilmiş olmam, tıpkı Hakan'ın kasıtlı olarak yanlış yönlendirilmiş olması gibi."

Nisan, elindeki çantayı omzuna atarken, "Dediğim gibi hak etmiştiniz." demişti kendini beğenmiş bir sesle. "Böylece belki her kuşun etinin yenmeyeceğini de anlamışsınızdır."

Kasım kollarını yana indirmiş ve Nisan'a doğru bir adım atmıştı ve kadının korkusuzca durup geri adım atmamasını da içten içe takdir etmişti.

"Tatlım, benimle ilgili bilmen gereken bir şey var. Ben, istediğim kuşun etini yerim." Nisan'ın hızla kalkan elini suratına inmeden yakalayan Kasım, "İstemem yeterli." diye eklemişti.

"Seni küstah yılan!" diye tıslamıştı Nisan. "Ben senin alışık olduğun o yılışık kadınlara mı benziyorum?"

Kasım "cık cık" dedikten sonra, "Bu hiç yakışmadı." diye alay etmişti. "Şimdi kadınları kategorize eden kim?"

"Bırak kolumu!"

"Bir daha denemeye çalışmayacaksan bırakırım."

"Sana 'Bırak kolumu!' dedim!" diye dişlerinin arasından konuşan Nisan'a, "Bırakmazsam ne olur?" diye kafa tutmuştu Kasım. "Ne yaparsın?"

Gözleri büyüyen Nisan, "Sen bir avukatsın!" diye hatırlatmıştı. "İnsanların haklarına en çok saygı duyması gereken insanlardan birisin ve şu anda yaptığın şey düpedüz bir taciz!"

Kasım, onun haklılığını fark ederek hemen elini geri çekmişti. Hayranlıkla, "Kabul etmeliyim ki çok zekisin." demişti.

Nisan, tükürür gibi, "Sağ ol ya!" dedikten sonra iyice alaycı bir biçimde devam etmişti: "Bu iltifattan sonra sırtım bir daha yere gelmez. Şimdi, izninle."

Yeniden kapının önünü kapatan Kasım, "Dur bir dakika!" demişti. "Buraya gerçekten neden geldin?"

Nisan gözlerini bir an olsun kaçırmadan, "İntikam almak için!" diye karşılık vermişti. "Ama dışarıda beklerken bunun ne kadar çocukça olduğuna karar verdim, hele de yakın arkadaşlarımız ciddi bir ilişkiye yelken açmış görünürken. Ben şahsen asla Gonca'yı üzecek bir şey yapmak istemem. Eğer seninle olan bu meseleyi daha ileri götürürsek olacak olan da bu."

Ciddi gözlerle kadını süzen Kasım, "Pekala o zaman, barış ilan edelim mi?" diye sormuştu.

Nisan da onu aynı ciddiyetle süzmüş, "Bunun için biraz erken olabilir, özellikle de az önce kolumu öyle kavramışken." demişti.

"Hiç geri adım atmıyorsun, öyle değil mi?"

Çenesini kaldıran Nisan, "Geri adım atmam mı gerekiyor?" diye kafa tutmuştu. "Üstelik haklı olduğum yerde ve de muhtemelen kadın olduğum için?"

Kasım ağzından çıkan lafa kendi bile inanamadan, "Çok güzel bir kadın." demişti.

Neyse ki Nisan Yağmur Kasım'ın sesindeki hayranlık dolu tınıyı fark etmiş gibi görünmemişti.

"Güzellik dediğin şey çok da önemli değil, üstelik başıma çoğunlukla dert açtı."

Kasım Nisan'a doğru bir adım daha atmış ve "Eğer bu kadar güzel olmasaydın asansörde sana dönüp bir daha bakmazdım." demişti.

Nisan cevabı buram buram alay kokan bir sesle gelmişti: "Çok gururlandım!"

Bir adım daha atıp tam Nisan'ın dibinde duran Kasım, ağzını Nisan'ın kulağına doğru yaklaştırarak, "Bence çıkmalıyız." demiş ve karşılık olarak da Nisan'ın ağzından nefesi ıslık gibi çıkmıştı.

"A... Anlamadım?"

"Çıkmalıyız. Aramızdaki bu şeyin nereye gideceğini görmeliyiz."

Nisan, "Aramızda bir şey yok!" dememişti.

"Bu şey, hiçbir yere gitmez!"

"Bence gider."

Nisan, yeşil gözlerini hiç çekinmeden Kasım'ın iyice yakınlaşmış yüz hatlarında gezdirmişti.

"Kabul etmeliyim ki yakışıklısın, hem de çok. Zaten öyle olmasan asansörde sana dönüp bir daha bakmazdım."

Kasım, kendi lafının kendine yedirilmesi karşısında hayranlıkla sırıtmıştı.

"Ama senin aksine benim için görünüş her şey demek değil. Kafa yapılarımız birbirinden çok farklı."

"Bunu bilemezsin. Bir şans vermeden bilmen de mümkün değil."

Nisan, "Ama senin gibileri bilirim." diyerek burun kıvırmıştı. "Birkaç akşam yemeğinin ardından yatak odasını ziyaret etmek istersiniz."

"Tecrübe mi konuşuyor?" diye soran Kasım, Nisan'ın ilk defa yanaklarının kızardığını görünce, "Buna inanamam!" demişti şaşkınlıkla. "Oysa öyle görmüş geçirmiş görünüyorsun ki!"

"Na... Nasıl kadınlarla takıldığını bilmiyorum ama az önceki prosedüre uygun hareket ediyorlarsa ben onlardan değilim Kasım Bey! Şimdi izninle."

"Sana bir tavsiye vereyim mi Nisan Yağmur?" derken kenara çekilip yolu açmıştı Kasım. "Bu güzellik, bu kıyafetler ve bu cüretkar tavırla istediğini elde edemezsin!"

Nisan yarı yolda durmuş ve "Peki ben ne istiyormuşum?" diye sormuştu.

"Evlilik!"

Nisan, Kasım'ın yanıtı karşısında gülmüştü.

"Mesele evlilik olsaydı şimdiye yüz kere evlenmiştim. Ben senin çok iyi kavrayamayacağın şeyler istiyorum: paylaşım, sevgi, sıcaklık, heyecan..."

"Kısaca 'aşk' istiyorsun yani. Eminim senin kafanda, aşkla evlilik arasında sıkı bir bağ vardır."

"Sesindeki o küçümser ton bile birbirimizden ne kadar farklı olduğumuzu ortaya koyuyor Kasım Koçoğlu. Şimdi izin ver de gideyim, vaktini aldım."

"Ben, yine de seninle yemek yemek istiyorum!" diyen Kasım ellerini havaya kaldırarak, "Söz veriyorum yatak odasına dair herhangi bir imada bulunmayacağım." diye eklemişti. "Ama karşılık olarak elimde çiçeklerle kapında belirip seni babandan isteyeceğime dair hiç de gerçekçi olmayan hayallere kapılmayacaksın."

O anda, Nisan dengesini kaybeder gibi olmuştu. Kadını kolundan yakalayan Kasım, "İyi misin?" diye sormuştu.

Nisan hafifçe titreyen bir sesle, "İyiyim, teşekkür ederim." demişti. "Sadece bugün pek bir şey yememiştim."

Kasım bu fırsatı kaçırmamış, "O zaman seni yemeğe götüreyim." demişti. "Bugün başka bir görüşmem yok."

Yüzü oldukça solgun görünen Nisan, tartışmaya açık olmayacak kadar kesin bir tavırla, "Hayır!" demişti.

Kasım elbette tartışmıştı.

"Neden ama? Mesele isteme faslıyla ilgiliyse ben sadece en başta dürüst olmak istedim."

Nisan; bir anlığına gözlerini yummuş, açtığındaysa bakışları gölgelenmişti. Kasım, o anda onun içinde bir şeylerin kırıldığına yemin edebilirdi ama neyin kırıldığını veya neden kırıldığını bilmesi mümkün değildi.

Nisan, "Dürüst değilsin ve dürüst olmadığını sen de çok iyi biliyorsun! Benimle yemek yemek istemenin nedeni masum sebeplere dayanmıyor!" diyerek Kasım'ı suçlamıştı. "Ayrıca için rahat olsun, hiçbir zaman birilerinin gelip de beni babamdan isteyeceğine dair asla gerçekleşmeyecek hayaller kurmadım!"

"Bu kadar mı?" diye sordu Hakan. "Başka bir şey yok mu?"

Kasım, Nisan'ın peşinden atlı kovalıyormuşçasına hızlı adımlarla odadan çıkmadan önce, "İyi günler." dediğini söylemeye gerek görmeden, "Yok." diye yanıtladı arkadaşını.

Hakan anlamayarak, "Ne var şimdi bunda?" diye sordu. "Yani ağlanacak ne var ya da kalp kırılacak? İkiniz de eteğinizdeki taşları dökmüş gibisiniz. Tabii sondaki o gereksiz çıkma teklifini saymıyorum. Orada saçmalamışsın! "

Kasım; Hakan'a cevap vermedi, elleriyle yüzünü ovuşturdu. Onun sıkıntılı hali, Hakan'ın omurgasının tatsız bir kuşkuyla gerilmesine neden oldu.

"Bana söylemediğin bir şey var, öyle değil mi?"

Elleriyle bu sefer de alnını ovuşturmaya başlamış olan Kasım, "Yok." dedi.

"O zaman sorun ne? Neden Nisan'ın kalbi kırılmış? Neden bıraksam Gonca senin boğazına yapışacaktı? Ve neden sen kazanmayı çok istediğin bir davayı kaybetmiş kadar kötü görünüyorsun?"

Ellerini en sonunda dizlerinin üzerinde dinlendirmeye karar veren Kasım, kederli bakışlarını Hakan'a dikti.

"Gonca'nın ne dediğini duymadın mı?"

"Gonca'nın mı? Ne dedi ki?"

"Nisan'ın soğuk ve yağmurlu bir bahar gününde cami avlusuna bırakıldığı söyledi."

Kavrayışın getirdiği şokla ağzı açık kalan Hakan, "Hay ben böyle işin..." diye başladığı cümlesinin sonunu getirmedi.

Başını sıkıntıyla koltuğun başına doğru dayadığı için boynundaki damarları iyice belirginleşen Kasım ise, pişmanlıktan kahrolduğunu belli eden sesiyle, "Nisan Yağmur, onu isteyebileceğim bir babaya sahip bile değil." dedi. "O, öksüz."2

 

Bölüm : 15.05.2025 19:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...