
Telefon çaldı, çaldı, çaldı... Açan olmadı.
Gonca; alnını, üzüntü ve hayal kırıklığıyla, yıpranmış ağaç masanın üzerinde kavuşturduğu kollarına dayadı. Sabahtan beri bu beşinci denemesiydi ve sonuç hep aynıydı. Başını kaldırıp telefona yeniden uzanırken nefesini cesaretle içine çekti. O sırada gözleri karşıki bankta oturan tanıdık bir hemşireyle kesişti. Dudaklarında gayri ihtiyari beliren gülümsemeyi hemşire göremedi çünkü bakışlarını hemencecik başka tarafa çevirmişti.
Gonca; parmağını telefonun üzerinde yeniden kaydırdı, tam aramak için ekrana dokunacaktı ki vazgeçti.
Bir çeşit tacizci gibiydi. Israrla kendinden kaçınan birinin üstüne üstüne gidiyordu. Yine de... Yine de bir kez daha deneme isteğine karşı koyamadı ve bu sayılmazdı çünkü daha önce ona mesaj göndermemişti.
Hakan, sabahtan beri bir cenderenin içinde hapisti. Katılmak ve başkanlık etmek zorunda olduğu uluslararası telekonferans uzadıkça uzamıştı. Verilen onar dakikalık araların hepsi, danışmanları ve müdürleriyle yaptığı hızlı fikir alışverişi ve değerlendirmelerle geçmişti. Ancak bu son arada biraz rahat etmiş, ofisine geçip masanın üzerine bıraktığı telefonuna ayak üstü göz atma fırsatı bulabilmişti.
Gonca'nın biri de az önce olmak üzere beş kez aradığını görünce kaşları çatıldı, alnı endişeyle kırıştı. Toplantıya dönmesi için birkaç dakikası kalmasına rağmen hemen Gonca'yı aramak için ekranı kaydırdı ama Gonca ondan önce davranmıştı.
Mesajı açarken, "Efendim..." diyerek araya girmeye çalışan asistanı Harun'a işaret parmağını kaldırarak onu susturdu.
Harun, patronunun tüm ilgisinin sadece bir şeye yoğunlaştığını fark etmişti ve böyle anlarda rahatsız edilmekten ne kadar nefret ettiğini bilecek kadar da onu iyi tanıyordu ama yine de görev duygusu ağır bastı.
"Efendim, toplantı başlamak üzere."
Gözlerini telefonun ekranından ayırmamış olan Hakan ters bir tavırla, "Bir dakika Harun!" dedi.
"Telefonlarımı açmamakta haklısın." diyordu Gonca. "Ben sadece... Fırsat verirsen özür dilemek istiyorum. Gerçekten üzgünüm!"
Hakan, hiç beklemeden Gonca'yı aradı. Bir taraftan da kendince çıkarımlarda bulunan bu akılsız kadına kızmamaya çalışıyordu ama bu pek mümkün görünmüyordu.
"Efendim, toplantı saati..."
Hakan hızla arkasını döndü ve Harun'a keskin bir bakış fırlattı.
"Beklesinler!"
"Ama efendim!.."
"Beklesinler, dedim Harun! Nesini anlamadın? Eğer beklemiyorlarsa da kendilerine başka bir yatırım ortağı bulsunlar!"
Gonca telefonu açtığı sırada, "Onlara ne diyelim efen..." diyerek bir kez daha şansını deneyen Harun'un sözünü sabırsızca kesen Hakan, "Ben nereden bileyim be adam?" diye bağırdı. "Söyleyin işte bir şeyler!"
Ve Harun, odada daha fazla kalmanın kendisi için çok da hayırlı olmayacağını anlayarak kapıdan telaşla çıkıverdi.
Hakan, asistanının kapıyı hızlı ama sessiz bir çekişle kapattığını fark etmedi. Tüm dikkatini birkaç saniye önce telefonu titrek sesiyle, "Efendim?" diyerek açan kadının üzerindeydi.
"Gonca?.."
Gonca bir kez daha, "Efendim" dedi.
"Kusura bakma, hoş bir karşılama biçimi değildi ama burada işler çok yoğun."
"Önemli değil."
Kadının hiç de kendi gibi olmayan bu boyun eğer sesine Hakan'ın tepkisi ani oldu: Nezaketi çabucak bir kenara fırlatıp, lafı hiç uzatmadan, "Telefonlarını kasıtlı olarak açmadığım gibi bir sonuca nereden vardığını sorabilir miyim?" dedi.
Gonca; Hakan'ın sesini duymaktan memnundu, onun sinirden köpürdüğünü fark etmiş olsa bile memnundu. Bu yüzden, "Dünden sonra böyle olması doğal değil mi?" diye sordu.
"Dün 'sen ve ben'le ilgili benim bilmediğim bir şey mi oldu?"
"Hakan..."
"Bir şey mi oldu Gonca?"
Hakan'ın üsteleyen baskın sesi karşısında, "Olay çıkardım." diye fısıldadı Gonca.
Hakan; masanın etrafından dolanıp kendini koltuğuna atarken, "Sen olay çıkarma görmemişsin!" diyerek ona karşılık verdi.
"Nasıl bu kadar hafife alabilirsin?"
Hakan, "Belki hafife alıyorum." diyerek Gonca'nın söylediğini kabul etmiş oldu. "Ama sen de gereğinden fazla abartıyorsun."
"Nasıl abartmam?"
"İnsan sevdiklerini korumak için bazen akıl almaz şeyler yapabilir."
Gonca pişmanlık ve utançla, "Belki onları niçin ve neyden koruduklarını biliyor olsalar bu dediğin anlamlı olabilirdi." diye fısıldadı.
Hakan dikkatle, "Anlamadım Gonca." dedi.
Gonca; yanından onu süzerek geçen doktor arkadaşlarını fark etmeden, "Dün senin odana gelip Kasım'a bağırırken aslında ben..." diye başladı ama nasıl devam edemeyeceğini bilemeyerek sustu çünkü bunu itiraf etmek utanç vericiydi.
"Evet Gonca, aslında sen?.."
"Aslında ben gerçeği bilmiyordum."
"Gerçeği, derken?"
"Nisan'la Kasım arasında bir tartışma yaşandığını biliyordum sadece. Nisan, ağlamaktan fazla bir şey söyleyememişti. Ben de o bu kadar üzgünken üzerine gitmedim."
"Mesele bu mu? Yani o ikisi arasında tam olarak ne yaşandığını bilmemen mi? Eğer öyleyse bunu dün de söylemiştin."
Gonca şaşkınlıkla, "Söyledim mi?" diye sordu.
"Evet." diyen Hakan dudaklarında hain bir sırıtışla, "Tam olarak hatırlamamakla beraber Kasım'ı öldürme ve parçalama gibi eylemlerle tehdit etmeden önce ya da sonraydı sanırım." diye ekledi.
Kızma ve rahatlama arasında bocalayan Gonca, "Sesinden bunu komik bulduğunu anlıyorum." dedi.
"Kesinlikle. Orada öyle ağzından alevler fışkırarak en az iki katın olan adamı dümdüz ettin!"
Gonca istemsizce kıkırdayarak, "Bunu sanki hayranlık duyulacak bir şeymiş gibi söylediğinin farkında mısın?" diye sordu.
Hakan sandalyesine iyice yaslanarak onu arkaya doğru eğdi.
"Farkındayım ve bil diye söylüyorum: Hayranlıktan ölüyorum!"
Gonca, adamın sözleri ve derinleşen sesi karşısında çaresizce heyecanlandı.
"Be... Ben..."
"Sen!" diye sözcüğe bastırdı Hakan. "O ikisi için kendini üzmeyeceksin!"
"O kadar basit değil."
"Tam olarak o kadar basit! Pişmanlığından anladığım kadarıyla aralarında geçenleri öğrendin öyle mi?"
Gonca, bugün üçüncü kezdir fısıltıyla karşılık verdi Hakan'a: "Evet."
Dün akşam eve gittiğinde Nisan'ı eski haline geri dönmüş görünce mutlu olmuştu ve içinde hala o Kasım denilen sefil farenin suratını darmadağın edemediği için bir parça hayal kırıklığı vardı.
Yemeğin ardından kahve içerlerken Nisan, "Sizi de çok üzdüm." demişti Gonca'yla Hatice Hanım'a. "Gerçeği bilmek hakkınız." diyerek olan biteni onlara anlatmıştı.
"Aslında birbirimize çok daha ağır şeyler söyledik ve ben hiçbirinden etkilenmedim ama bu mesele, yani bu baba meselesi beni çok etkiliyor; tam şuramı vuruyor." demişti Nisan elini göğsünün üstüne bastırarak. "Sebebini bilmiyorum. Yani neden anne değil de baba? Ama bir fikrim var sanırım." derken gözlerini tam karşısında oturan kadına dikmişti. "Sebebi bence sensin minnoşum. Yirmi yıldır bana annelik yaptığın için anne eksikliği hissetmiyor olabilirim."
Gözleri dolu dolu olan Hatice Hanım burnunu çekerek ayağa kalkıp Nisan'a sarılmıştı.
"Ah yavrum, sen de benim evladımsın!"
Gonca, çok sevdiği bu iki kadını gözlerinden akan yaşlar yüzünden zar zor görebilmişti.
Duygular sakinleşip herkes yerine oturduğunda Nisan yüzünde iğrenir gibi bir ifadeyle, "O dili dışarda gezen Kasım, kim bilir hakkımda ne düşünmüştür!" demişti. "Ofisini öyle saçma bir biçimde terk ettim ki anlatamam!" Sonra da Kasım'la Nisan arasında geçen tartışmada Kasım'ın art niyetli olmadan Nisan'ın yarasına tuz bastığını anlamış olduğu için adamın üstüne fazlaca gittiğini düşünerek suçluluk hisseden Gonca'ya dönüp, "Bugün velinimetimiz efendimizi gördün mü?" diye sormuştu.
Gonca, anlatmak zorunda kalacağı şeylerden kaçınabilmek umuduyla içinden Allah'a dua ederken, "Gördüm." diye mırıldanmıştı. Yalan söyleyecek cesareti yoktu çünkü onda bu şans varken kesin yalanı ortaya çıkardı.
"Kasım ona bir şey demiş mi?"
Gonca cevap vermek için iki saniye kadar gecikince Nisan, "Diyeceğini biliyordum." diye ahkam kesmişti. "Onda dedikoducu erkek tipi var."
Nisan, "Bunun tipi mi olurmuş?" diye soran Hatice Hanım'a cevap veremeden Gonca eziyet dolu bir biçimde, "O kadar yanılıyorsun ki!" diyerek araya girmiş ve annesiyle arkadaşının gözlerini pür dikkat üzerine çekmeyi başarmıştı.
"Nasıl yanılıyormuş Gonca?" diye sormuştu Hatice Hanım.
"Evet Gonca, nasıl yanılıyorum ve sen bunu nereden biliyorsun?"
Ve Gonca büyük bir pişmanlıkla o gün yaptığı şeyi anlatmıştı. Anlatmıştı çünkü bu kadarını Kasım'a borçlu olduğunu hissetmişti. Adam, asılsız yere başka bir şeyle suçlanmayı hak etmiyordu.
Ve karşılığında kollarını göğsünün üzerinde kavuşturmuş kadının sert, karnını tutarak attığı kahkahalar yüzünden diğerinin de ıslak bakışlarını kazanmıştı.
"Sana yüz defa, 'Pireyi kızıp yorgan yakma!' demedim mi ben?" diye parlamıştı Hatice Hanım.
"A-a!" demişti Nisan. "Ben pire miyim?"
"Sen hiç konuşma!" diyerek bu sefer Nisan'a dönmüştü. "Ne vardı adamın peşinden gidip de ofisini basacak, ha? Yapmışsa bir terbiyesizlik dersini vermiştin zaten!"
"Ama o da bana ikizi olduğunu söyledi Hatice Teyze! Benimle dalga geçti!"
"Geçtiyse ne olmuş, skoru eşitlemişsiniz işte!"
"Ooo!.." demişti içeri giren Mert. "Yoksa dün geceki maçı mı izledin sen anneanne?"
"Ne maçı paşam?"
"Skor falan dedin de."
"Lafın gelişi öyle dedim, yoksa maçla ne işim olur benim? Zaten..." Başıyla kızıyla Nisan'ı işaret ederek, "İşim olsaydı bile bu ikisinin yaptıklarından ona fırsat kalmazdı." demişti.
Mert haince sırıtmıştı.
"Yine ne yaptılar anneanne?"
"Ne yapmadılar ki!" diyerek Nisan'ın iki gün önce Kasım'la olan olaylı konuşmasından Gonca'nın o günkü yine Kasım'la olan olaylı diğer konuşmasına kadar her şeyi torununa anlatmıştı. Hatta kendisinin de daha yeni öğrendiği Nisan'la Kasım'ın tanışmasını da.
Mert'i tutmak mümkün olmamıştı. Gülmekten en sonunda dizlerinin üstüne yere düşmüş, sonra da sırtını mutfak dolabına yaslayarak dakikalarca gülmüştü.
"Hain velet!" diye homurdanmıştı Nisan. "Teyzen o kadar üzülmüş, sen gülüyorsun."
İki gündür her zaman ışıl ışıl olan Nisan teyzesinin sersefil hali Mert'i iyice kaygılandırmış ama kadınlar tarafından büyütüldüğü için nedenini sormamıştı çünkü sorulmamasının istendiğini anlamıştı. Ve şimdi...
"Ama Nisan teyze, bu efsane komik!"
Nisan'ın yüzü asılınca hemen, "Tabii ki senin üzülmen komik değil ama Kasım abiyle olan diğer her şey komik!" diye eklemişti Mert. "Anneannemin izlediği dizilerdeki gibi, Hint dizilerini kastetmiyorum tabii."
"Dizilerimle uğraşma Mert Efendi!" diyen Hatice Hanım, sessizce oturan kızına bakmıştı. "Şimdi ne olacak?"
Gonca annesine cevap vermemişti çünkü şimdi ne olacağının cevabını kendi de bilmiyordu. Tabii diğer üçünün birkaç fikri vardı: Annesi, hemen Hakan'dan özür dilemesi gerektiğini söylemişti. Hemen! Oğlu, onu yanağından hızlıca öperken kulağına kafaya takacak bir şey olmadığını, boş vermesini fısıldamıştı. Arkadaşıysa Kasım'ın başına gelmiş ya da gelebilecek her kötü şeyi hak ettiğini söyleyerek onu teselli etmeye çalışmış, "Kaldı ki senin ona yaptığın 'kötü' olarak bile adlandırılamaz.' demişti.
Gonca herkesi sessizce dinlemiş, sonra da yine sessizce odasına gitmişti. Ona göre de Hakan bir özrü hak ediyordu ama o gece Gonca'nın bunu deneyecek kadar cesareti yoktu.
Hakan, "Bu durumda..." diyerek Gonca'nın dikkatini konuşmalarına çekti. "Onlar için üzülmemen gerektiğini daha iyi anlamışsındır."
"Nisan üzülünce üzülmemem çok zor. O çok güçlüdür."
"Biliyorum."
Gonca şaşkınlıkla, "Biliyor musun?" diye sorunca Hakan alay dolu bir sesle, "Onu da yine Kasım'a doğru atılırken bir yerlerde söylemiş olabilirsin." diyerek karşılık verdi. Gonca inleyince de "Sen; kızdığında ne söylediğini bilmeyen o insanlardan birisin, öyle değil mi?" diyerek güldü.
"Seni sürekli şok ediyorum sanırım."
"Pek sayılmaz." dedi Hakan rahatça. "Daha önceden bu konuda uyarılmıştım."
"Kim uyar..." diye başlayan Gonca, şaşkınlıkla, "Mert!" diye tahmin etti.
"Oğlana kızma! Sadece seni kızdırmamam ve böyle bir şey yaparsam olacaklar konusunda beni uyarmak istedi."
"Sen ne dedin peki?"
Hakan, "Seni ufak ufak kızdıracağımı söyledim." diyerek otuz iki dişi ortada Gonca'nın yanıtını bekledi.
"O zaman başarılısın çünkü şu anda hem sana hem de Mert'e kızgınım."
"Kızacak bir şey yok. Mert, bizim iyi olmamızı istiyor."
Oğluyla Hakan konusunda açık açık bir konuşma yapması gerektiğini kendine hatırlatan Gonca, "O gün Nisan da bizi düşünerek Kasım'a dalmaktan vazgeçmiş." dedi.
Onun ne yapmaya çalıştığını anında anlayan Hakan'ın yüzündeki gülümseme kayboldu.
"Bana onu savunma lütfen Gonca! Ne diye gidiyor ki Kasım'ın ofisine?" Gonca'nın nefes aldığını duyunca, "Sakın Nisan'ın davranışı için özür bulmaya kalkma!" diyerek onu bir kez daha uyardı. "Ben, Kasım'ın davranışlarına özür bulmuyorum."
Hakan'ın haklı olduğunu düşünen Gonca, dün geceden beri aklından bir an olsun çıkmayan fikri ona söyledi: "Sanırım Kasım'dan özür dilemeliyim."
"Bence hiç gerek yok. O da haddini bilmeli! Biriyle öyle ileri geri konuşursan, hele de hakkında çok şey bilmediğin biriyle ilgili, başına öyle işler açman normal."
Gonca üzgün bir sesle, "Dediğini ben de yapmadım mı?" diye sordu. "Ben de Kasım'a öylece dalıverdim."
"Belki, ama senin art niyetin yoktu. O ikisi ise baştan sona art niyetli! Hem çocuk hem de yetişkin olamazsın! Çocuk gibi davranırsan bir yetişkin olarak bedelini ödersin! Kasım da şimdi o bedeli ödüyor."
"Nasıl ödüyor?"
"Nisan'ın anne ve babası olmayan biri olduğunu anladığından beri yüzü gülmedi." diyen Hakan, Gonca'ya sataşmadan duramadı. "Bunu da nereden öğrendiğimizi sormayacak mısın?"
Dudaklarında oynaşan gülümsemeye teslim olan Gonca, "Hayır, onu söylediğimi hatırlıyorum." dedi.
Gonca'nın sesindeki mutlu tını, Hakan'ı da mutlu etti ve fırsatı hemen değerlendirdi: "Akşam yemeğine var mısın?"
"Bu akşam olmasa?.." diyen Gonca, Hakan'ın sessizliği karşısında çabucak, "Ben senin için söylüyorum!" diye ekleme gereği duydu. "Dün gece hiç uyuyamadım, bu yüzden iyi bir arkadaş olamam."
"Gece neden uyuyamadığını sormayacağım çünkü cevabın ne olduğunu biliyorum ve bu beni sinirlendiriyor." diyen Hakan elini saçlarının arasından geçirdi. "Eğer sana kızarsam, gerçekten kızarsam, bunu bilirsin Gonca. Ve ilerisi için not alman adına söylüyorum: Senin telefonlarına kasıtlı olarak çıkmamam gibi bir şey söz konusu olamaz!"
"Teşekkür ederim..." diyen Gonca, tüm içtenliğiyle aklından geçen sözcüğü ilave ederek cümlesini sessizce bitirdi: "hayatım"
Ama yeterince sessiz değildi.
Boğazını temizleyen Hakan, "Ben... Ben gerçekten senin 'hayatın' olmak istiyorum Gonca." dedi. "Çünkü sen benim hayatımsın."
"Be... Ben buna..."
"Alışık değilsin biliyorum ve bencilce olacak ama senin bu masumluğun beni inanılmaz mutlu ediyor."
Gonca hayretle, "Kıskanç ve çifte standartlı bir ruha mı sahipsiniz Hakan Bey?" diye sordu.
Hakan, suçlamayı, "Sen ve diğer erkekler söz konusu olduğunda sanırım öyle." diye büyük bir keyifle kabul etti.
"İnanmıyorum!"
"İnan! Ayrıca ben de senin bana hissettirdiklerine hazır değildim ama bana sanki iyi gidiyormuşuz gibi geliyor."
Gonca güldü.
"İltifat mı bekliyorsun?"
Hakan da güldü.
"Kesinlikle!"
"O zaman hayatım..." diye başladı Gonca, kendinin bile haberdar olmadığı buram buram flört kokan sesiyle. "Sayende, iyi gidiyoruz. Eğer sen ne istediğinden bu kadar emin olmasan, yani iş bana kalsa, kesinlikle hiçbir yere varamazdık."
"Ben ne istiyormuşum hayatım?" diyerek Gonca'ya takıldı Hakan.
Gonca; kısa süren sessizliğin ardından derin bir nefes aldı ve cesaretle, "Beni!" dedi.
Hakan bir kez daha, "Kesinlikle!" dedi. "Seni istiyorum, hem de her anlamda. Bu yüzden varmak istediğim yerin henüz yakınında bile değilim."
Gonca utançla, "Hakan!" dedi.
"Gonca!"
"Benimle dalga geçme!"
"Geçmem." diyen Hakan muzipçe, "Hayatım" diye ekledi.
Gonca dişleri ortada, "Beni güldürme!" dedi. Sonra birden, "Orada işlerin yoğun olduğundan bahsetmiştin, ben seni tutmuyorum değil mi?" diye sordu.
Hakan da birkaç milyon dolarlık bir yatırım planının ortaklarını konferansta bekletmiyormuşçasına rahat, "On dakikadan bir şey olmaz." diye karşılık verdi. Sonra da "Madem bugün olmuyor, o zaman yarın bana yemeğe gelir misin?" diye sordu.
"Evine mi?"
"Evet." diyen Hakan güldü. "Kötü kurdun seni yiyeceğinden mi korkuyorsun?"
Gonca, hiç öyle hissetmese de kendinden emin bir karşılık vermeyi başardı: "Sanırım masalı iyi okumamışsın, kötü kurdun başına ne geldiğini bilmiyorsun."
"Ama sonuna kadar çok iyi vakit geçirdiğini kimse inkar edemez."
"Hakan!"
Hakan güldü.
"Bu 'Hakan!' diye cırlamana bayılıyorum."
Gonca küskün bir sesle, "Ben asla cırlamam!" dedi.
"Bütün kadınlar cırlar. Bazısı daha çok, bazısı daha az ama mutlaka cırlarlar."
"Hakan Alagöz! Eğer bu senin benimle flört etme şeklinse berbatsın."
"İlişkimizi dürüst temeller üzerinde şekillendirmeliyiz hayatım." dedi Hakan sesine yansıyan gülümsemesiyle. "Düşüncelerimi bilmezsen beni nasıl tanıyabilirsin?"
Gonca ne dediği anlaşılmayacak bir şekilde homurdanınca, onu daha fazla zorlamanın iyi olmayacağına karar veren Hakan, "Ee?.. Yemek teklifime ne diyorsun?" diyerek esas konuya geri döndü.
Gonca cesaretle, "Kabul ediyorum." dedi.
"Lütfen Mert'e onu da davet ettiğimi söyler misin?"
Gonca, davetin beklenmedikliği kadar Hakan'ın sesindeki samimiyetten de etkilenerek, "Teşekkür ederim." dedi.
"Neden teşekkür ediyorsun ve sen... Ağlıyor musun?"
"Hayır!" derken başını da sallayan Gonca parmağıyla gözünün kenarındaki yaşı sildi. "Sadece bu benim için çok önemli, yani Mert'i de sevmen."
"Evet, seviyorum. Senden bağımsız olarak Mert'in kendisini seviyorum ama aynı zamanda onu senin oğlun olduğu için de seviyorum. Onu yetiştirme biçimin bile senin hakkında o kadar çok şey söylüyor ki!"
"Beni utandırıyorsun."
Derinden gelen bir sesle, "Utanma Gonca." diyen Hakan, "Hatice Hanım da davetlim." dedi. "İletirsen sevinirim."
"Buna memnun olacak."
"Gelirse ben de memnun olurum." diyen Hakan, "O zaman yarın sizi altı gibi alırım, uygun mu?" diye sordu.
"Evet, uygun. O zaman yarın görüşmek üzere..."
Yapmacık bir şaşkınlıkla, "Yarın mı? Akşama ne oldu?" diye soran Hakan, Gonca daha cevap vermeye fırsat bulamadan, "Ararım." diyerek cümlesine devam etti. "Dün gece olan bitenin ardından sakinleşmen için rahatsız etmedim ama bu gece ararım." Sonra muzipçe ekledi: "Geç olmadan tabii!"
Gonca memnuniyetle, "Sözlerini tuttuğunu biliyorum Hakan Alagöz ve bunu da bir söz olarak alıyorum." dedi.
Ufak bir kahkaha atan Hakan, "Öpüldünüz Gonca Hanım." dedi.
Gonca, Hakan'ı şok edeceğini bilerek, "Siz de Hakan Bey." dedi ve telefonu kapattı.
Hakan, telefona baktı ve baktı. Sonra da dudaklarında geniş bir sırıtışla, "Öpülmüşüm." dedi.
Harun, sanki gizli bir radarı varmış gibi o sırada ofisin kapısını çaldı ve korkarak içeri girdi.
"Efendim..." diye başlamıştı ki Hakan, az öncekinden çok farklı bir suratla, "Ne dediniz adamlara?" diye sordu.
"Sizin ufak bir mide rahatsızlığı geçirdiğinizi söyledik. Yarım saat daha ara verildi."
"Herhangi bir şey söyleyen oldu mu?"
"Hayır efendim. Bugün kadar sizin böyle bir özür öne sürmediğinizi hepsi biliyor."
"Pekala o zaman." diyen Hakan, ellerini masaya dayayarak ayağa kalktı ve daha bir adım atamadan telefonu yeniden çaldı.
Arayanı görünce kaşları hafifçe yükseldi. Telefonu açmadan önce Harun'a, "Kaç dakikam var?" diye sordu.
"On beş dakika efendim."
"Peki, sen git; ben de geliyorum."
Telefonu, "Buyurun Hatice Hanım." diyerek açtı.
Darüşşifa'nın en kıdemli ve en yetkin sekreteri, "Merhaba efendim." diyerek söze başladı. "Rahatsız ediyorum ama bir konuda bilgi sahibi olmanız gerektiğini düşündüm."
Kadının gerekli görmese böyle bir arama yapmayacağını bilen Hakan, "Sizi dinliyorum Hatice Hanım." dedi ve birkaç dakika sonra, "Çok teşekkür ederim bilgilendirdiğiniz için Hatice Hanım." diyerek telefonu kapattı.
Direkt Harun'a bağlı olan telefonu kaldırdı.
"Buyurun efendim."
"Harun, senin için çok önemli bir görevim var!" dedi. Kolunu kaldırıp saatine baktı, öğlen tatilinin bitmesine yirmi dakika vardı. "On beş dakika içinde halledilmeli!"
"Ama efendim, toplantıya beş dakika kaldı."
Hakan, "Seni becerikliliğin için işe almıştım Harun." dedi. "Yani bu demektir ki bir şekilde bu işi halletmelisin ve nasıl halledeceğin beni hiç ilgilendirmiyor."
Gonca telefonu kapattıktan sonra geçen on dakikada dün akşamdan, özellikle de bu sabah Hakan'ın aramalarına karşılık vermemesinden dolayı gerilmiş olan her bir kasının bir bir gevşediğini hissetti.
"Gonca Hanım, gülümseyerek telefona bakma nedeniniz bu elimizdekileri almak için kullandığımız paranın kaynağı olabilir mi?"
Gonca'nın gülümsemesi sırıtışa dönüştü ve "Kesinlikle o!" dedi.
"Oo!.." diyen Nisan, elindeki sosisliler ve bir tabak patates kızarmasının olduğu tepsiyi masaya bıraktı. Hemen yanına da Suzan, çayların olduğu tepsiyi koydu.
"Ee?.. Ne konuştunuz?"
Suzan'a bir bakış atan Gonca, "Dün olanlarla ilgili konuştuk." diye kaçamak bir yanıt verdi.
"Benden çekiniyorsanız" dedi Suzan. "Ben her şeyi biliyorum."
"Senin bildiğin 'her şey' genelde bizim bildiklerimizden farklı oluyor Suzan." diyerek genç kadınla dalga geçti.
Onlar konuşurken Gonca'nın gözleri yine tanıdık biriyle, bir ATT'yle, çakıştı ve adam bakışlarını kaçırdı.
Gonca gözleri o adamın üzerine dikili, "Paranoyaklaşıyor olabilirim ama sabahtan beri birileri bana bakıyor ve ben onlara bakınca da gözlerini kaçırıyor sanki." dedi.
Aynı anda Nisan, "Paranoyaklaşıyor olabilirsin." derken, Suzan da "Paranoyaklaşıyor olmayabilirsiniz." dedi.
Gonca ve Nisan'ın bakışları hemen Suzan'a döndü. Suzan çaresizce, "Ne var?" diye sordu.
"Dökül bakalım Suzan Hanımcığım."
Suzan gözlerini belerterek, "Ama neyi döküleyim Nisan Hanım?" diye sordu. "Siz zaten her şeyi biliyorsunuz."
"Biliyor olsak paranoyaklaşıyor olup olmadığımı düşünmez, direkt bir yargıya varırdım."
"Anlamadım Gonca Hanım."
"Anlayacağın şu Suzan." diyerek araya girdi Nisan. "Bildiğin şu 'her şey'i anlat!"
Suzan üzüntüyle, "Kendimi dedikoducu gibi hissediyorum." dedi.
"Bunda üzülecek ne var anlamadım! Ben dedikoduyu severim."
"Nisan!" dedi Gonca. "Konuyu dağıtıyorsun. Evet Suzan, seni dinliyoruz. Milletin bana bakıp bakıp bakmıyormuş gibi davranmasının nedeni ne?"
"Aslında bence size hayranlıkla bakıyorlardır." dedi Suzan.
"Neden?"
"Çünkü siz dün Hakan Bey'e ağzının payını verdiniz ve bunu yaparken de gözünüzü bile kırpmadınız."
Gonca, şaşkınlıktan açılan ağzını kapatmayı başarabildiğinde, "Peki bunu nasıl yapmışım?" diye sordu.
Suzan'ın gözleri kırpıştı.
"Yapmadınız mı?"
"Yapmadım tabii!"
"Ama o zaman herkes..."
"Suzancığım" dedi Nisan. "Buradaki temel mesele herkesin ne dediği zaten. Söyle de biz de öğrenelim."
Suzan yutkundu.
"Söylenene göre Gonca Hanım; Hakan Bey'in odasına sinirle dalmış, içeride on dakika kadar kalmış ve o sırada da ona ağzına geleni söylemiş, sonra da hışım gibi dışarı fırlamış!"
Gonca, başını ellerinin arasına alırken bunları annesi duyarsa başına gelecekleri düşünmemeye çalıştı.
Nisan, neşeli ve hevesli bir sesle, "Sonra ne olmuş Suzan?" diye sordu.
"Sonra Hakan Bey onun ardından 'Gonca, Gonca!' diye bağırarak dışarı koşmuş."
Gonca, ellerini gözlerine bastırırken Suzan'ın dramatik sesiyle Hakan'ın tarzını yakalamaya çalışmasının olayı daha da kötü hale getirdiğini düşündü.
"Sonra onu tutup kendine çevirmiş. 'Lütfen!' demiş, 'Lütfen beni affet!'"
Gonca, kendini aynı sözcükleri Hakan'a söylerken hayal edebiliyordu.
"Gonca Hanım ona, 'Asla!' diye haykırmış. 'Asla affetmem!' Sonra..."
Gonca'nın inlemesi üzerine bakışlarını ona çevirip susuveren Suzan'ı Nisan dirseğiyle dürttü.
"Sonra Suzan?.."
Suzan tereddütle de olsa, "Sonra Nisan Hanım" diyerek anlatmaya devam etti. "Gonca Hanım Hakan Bey'e, 'Bir daha sakın peşime düşme yoksa seni parçalarım!' demiş. Hatta, 'Kemiklerini de aç köpeklere veririm, hepsi bayram eder!' demiş."
"Sonra?.."
Ellerini iki yana açan Suzan, "Bu kadar Nisan Hanım." dedi.
"En heyecanlı yerindeydi ama!"
"Allah aşkına Nisan, şunu keser misin?"
Suzan ve Nisan dönüp Gonca'nın masanın üzerine dayadığı ellerine başını defalarca vurup vurup kaldırmasına baktılar.
Suzan'ın endişeyle gerilen yüzü karşısında Nisan uzanıp onun elini okşadı.
"Merak etme Suzan. Şu an travma sonrası stres bozukluğu yaşıyor. Şiddete eğilimli olması normal karşılanabilir."
Gonca homurdandı.
"Dalga geçme Nisan!"
"Ya ne yapayım? Ben de senin gibi kafamı bir yerlere mi vurayım?"
"Şey..." dedi Suzan. "Daha bitmedi."
Gonca esefle, "Az önce bittiğini söylememiş miydin?" diye sordu; Nisan'sa hevesle, "Dahası da mı var?" diye.
"Gonca Hanım'la Hakan Bey'in konuşması bitti."
"Ha!.." dedi Nisan. "Sahne değişti yani."
Kıkırdamak üzere olan Suzan, Gonca'nın halini görünce boğazını temizledi ve "Öyle de diyebilirsiniz." dedi. "Gonca Hanım gidince Hakan Bey çok sinirliymiş, korumasını azarlamış ve her ne olursa olsun Gonca Hanım'ın kalbini kazanmaya yemin etmiş."
"Vay be! Adamda duyguya dair bir hücre olduğuna bile inanmazken o ne çıktı?"
"Nisan! Kes şunu!"
"Şey..." dedi Suzan. "Bunların, yani bu söylenenlerin, neresi yanlış?"
"Neresi mi?" diyen Gonca, tam da o anda Hakan'ın iddia ettiği gibi cırladığından emindi. "Köpek kısmı dışında hepsi!"
Suzan, ağzı açık ve hayranlık dolu bakışlarla Gonca'ya baktı.
"Ben de orasının uydurma olduğunu düşünmüştüm. Yani bir insanın patronuna, yani o sevgilisi de olsa, böyle bir şey demesini..."
Gonca sabırsızca, "Zaten ona dememiştim!" diyerek Suzan'ın sözünü kesti. "Yani ona dedim ama kastettiğimin o olmadığını ikimiz de biliyorduk."
"O zaman kime dediniz?"
"Kasım'a!"
Suzan düpedüz şaşkınlıkla, "Kasım Koçoğlu'na mı?" diye sordu. "Ama onun bu konuyla ne ilgisi var?"
"Bunu açıklamayı sevgili arkadaşım Nisan'a bırakıyorum."
Suzan'ın meraklı bakışları Nisan'a döndü.
Nisan, "Şimdi şöyle ki şekerim..." diye başlamıştı ki bir ses, "Affedersiniz, Gonca Temur siz misiniz?" diye araya girerek devam etmesine izin vermedi.
Gonca; kendisine bakan iyi giyimli, otuzlu yaşlarının ortalarında gibi görünen adama, "Evet, benim." diyerek karşılık verdi.
"Efendim." diyen adam, çevredekilerin de rahatlıkla duyabilecekleri bir sesle devam etti: "Hakan Bey size özürlerini iletiyor." Kenara çekilip arkasına doğru baktı ve yine iyi giyimli, yaşı daha genç bir adama elindeki kat kat kutuları masaya koymasını işaret etti. "Bu çikolataların ağzınızı tatlandıracağını ümit ediyor." Sonra arkadan gelen bir başka gence de taşıdığı gülleri Gonca'ya vermesi için işaret etti. "Bu güllerin de onu affetmenize yetecek kadar kalbinizi yumuşatmasını umuyor."
Adam, başını eğip selam verdikten sonra geldiği gibi sessizce ayrıldı.
Suzan ve Nisan, aynı şaşkın bakışlarla masadaki pahalı çikolata kutularına bakıyorlardı. Gonca ise yüzünü gömdüğü kocaman demeti koklamakla meşguldü. O sırada hastanenin bahçesindeki neredeyse herkesin kendisine baktığını biliyor ama umursamıyordu.
"Vay anasını!" dedi Nisan. "Vay anasını!"
"Sanırım Hakan Bey dedikoduları öğrenmiş." diye fısıldadı Suzan.
"Ve umurunda bile değil." dedi Nisan. "Hiç istemiyorum ama adama hayran olmamak mümkün değil. Bir dedikoduyla bundan daha iyi dalga geçilemezdi. Kabul etmeliyim ki Hakan Alagöz'ün özgüveni bütün evreni kaplayacak kadar büyük."
"Bence bu Hakan Bey'in özgüveniyle ya da onun kendiyle alakalı bir durum değil, tamamıyla Hakan Bey'in Gonca Hanım'a hissettikleriyle alakalı bir durum." Eliyle çiçekleri ve çikolataları gösteren Suzan, "Açıkça herkesin gözü önünde Gonca Hanım'ı yüceltiyor." dedi. "Bir dedikodu bile olsa ondan Gonca Hanım'ın yara almasını istemiyor. Çünkü... Çünkü..."
Suzan'ın cümlesini nasıl devam ettireceğiyle ilgili kararsızlığına Gonca son verdi. Kendinden emin ve bütün bu gösteriyi hazırlayan adamın gurur duyabileceği bir sesle, hatta çevredekilerin de duyabileceği kadar yüksek bir sesle, "Çünkü beni seviyor." dedi. Sonra da yüzünde hülyalı bir tebessümle burnunu yeniden gonca güllerin arasına gömdü.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.12k Okunma |
502 Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |