
Oğlunun sesi; Gonca'nın zihninde öylesine büyük bir güç ve panikle yankılandı ki içini saran ateş, yerini korkunç bir soğukluğa bıraktı. Neredeyse çırpınır gibi Hakan'ın kollarının arasından kurtuldu. Birkaç adım geri gitmeden önce korku dolu bakışları kapıya doğru döndü ve gözleri, derin bir rahatlamanın etkisiyle hemen kapandı.
"Merak etme, henüz merdivenlerde."
Hakan'ın alaycı sesiyle yeniden gerildi ve gözlerini açar açmaz erkeğin suratındaki sırıtışı görmek sinirlerinin tepesine çıkmasına neden oldu.
Hakan, başını hafifçe yana çevirip kapıya doğru, "Buradayız Mert!" diye seslenirken bakışlarını bir an olsun Gonca'dan ayırmamıştı. Ancak Gonca'nın duyabileceği bir sesle, "Berbat bir zamanlaman var Mert!" dediğinde de sözlerinin asıl muhatabı aslında yine Gonca'ydı.
Gonca; erkeğin neyi ima ettiğini çok iyi bildiği için, "Oğlumun zamanlaması gayet iyi!" diyerek onu tersledi. Üstüne, kendi davranışlarından duyduğu utanç da eklenince tavrı bir çeşit kafa tutuşa dönüştü: "Hem, ne olacağını sanıyordun ki?"
"Sanmıyorum, biliyorum."
Hakan'ın kibirli sırıtışına eklenen kibirli sözleri; Gonca'nın kendini kaybedip, "Rüyanda görürsün!" demesine neden oldu.
"Ooo!.. Annemi kızdırmışsın! Neyi rüyanda görüyormuşsun Hakan abi?"
Gonca'nın gözleri yaşadığı şokla kocaman oldu. Dönüp bakmadan da Mert'in giyinme odasını yatak odasına bağlayan kapının önünde durduğunu biliyordu. Hakan'ın ne diyeceğinden korksa da hem şaşkınlıktan hem de oğlunun, söylediklerinin ne kadarını duyduğunu bilememenin getirdiği tedirginlikten ötürü durumu toparlayacak sözleri bulmayı bir türlü başaramadı.
Hakan, "Annen gömleklerimin ütüsünü pek beğenmedi Mert. Ben de ona, 'O zaman sen ütüle de görelim.' dedim." dediğinde içine su serpildi.
Allah'tan Mert, jilet gibi ütülenmiş gömleklere bakma gereği duymadan, "Bu tam damara basmak olmuş abi!" dedi. "Annem ütüden nefret eder!"
"Ablalarım da öyle."
Her ne kadar ütüsüne dikkat etmese de gömleklerin rengi Mert'in gözünden kaçmamıştı.
"Hakan abi, bu kadar beyaz gömleği ne yapıyorsun?"
Gonca'nın gözleri büyüdü ve daha Hakan ağzını açamadan telaşla, "Hakan abinin beyaz gömlek takıntısı varmış." diyerek sonradan aklına geldikçe utanç duyacağı cümleyi kurmuş oldu. "Dolabında böyle..." Eliyle gömlekleri işaret ederek, "En az kırk- elli gömlek olmayınca rahat edemiyormuş!" diye de ekledi.
Mert, inanıp inanmamaya karar veremiyormuş gibi, "Sahi mi abi?" diye sordu.
Gonca'ya açıklamasının ne kadar saçma olduğunu, ayrıca durumdan ne kadar eğlendiğini ortaya koyan alaycı bir bakış atan Hakan; Mert'i, "Benim için rahat oluyor." diyerek yanıtladı. "Bazen aniden yolculuğa çıkmam gerekebiliyor, Perihan Hanım hemen askıdan birkaç tane indiriveriyor. Nadiren de olsa bazen Kasım bende kalırsa ve ertesi gün duruşması varsa sabah bunlardan birini sırtına geçirip işe öyle gidiyor; beyaz, hemen her takıma uyuyor. Baksana annen bile beyaz gömlek tercih etmiş ve çok da yakışmış." dedikten sonra sanki o gömleklerin başrolde olduğu Gonca'yla ilgili fantezisini az önce söyleyen o değilmişçesine ifadesiz bir surat ve ona uygun bir sesle ekledi: "Birazdan yemekte gömleğine bir şey olursa endişelenmene gerek yok Gonca; bunlardan birini giyersin, olur biter."
Gonca, erkeğin gizli bir açıklıkla oynadığı oyun karşısında ona içinden geçtiği gibi, "Pis domuz!" diyememenin çaresizliğini hiç hissettirmediğini umduğu bir gülümsemeyle "Teşekkür ederim." dedi.
Mert, her şeyden habersiz, "Annemi bunların içinde düşünemedim şimdi." diyerek araya girdi.
"Neden düşünemedin Mert?"
"O zaman aynı sana çarptığı gün benim eşofmanımı giydiği gibi görünür, çuval giymiş gibi."
Kızgınlıkla "Mert!" diyen Gonca'yı baştan ayağa süzen Hakan, "Ben pek öyle görüneceğini sanmıyorum." diyerek fikrini belirtti. "Az önce de dediğim gibi annene beyaz çok yakışıyor, özellikle de beyaz gömlek."
"Sen benden çok daha yapılısın abi, annem bu gömleklerin içinde kaybolur; o zaman yakışıp yakışmadığını bile anlayamazsın!"
Hakan, sinsi sayılabilecek bir tebessümle, "Ne dersin Gonca, şu gömleklerden birini giysen de Mert mi ben mi haklıyız anlasak!" dedi.
Gonca, Hakan'ın bu oyunbaz tavrıyla nasıl başa çıkacağını bilemediği için pek de sakin sayılamayacak bir tavırla, "Erkekler! Her şeyi bir iddiaya dönüştürmekte üstünüze yok!" diyerek söylendi.
Hakan, çenesi havada kapıya doğru yürüyen kadının ardından güldü.
"Sanırım anneni yine kızdırmayı başardım Mert."
"Sanırım abi."
Hakan elini delikanlıya uzattı.
"Bu arada, evime hoş geldin Mert."
Mert de kendine uzatılan eli sıkıp, "Hoş buldum abi." diyerek yanıt verdi, tam elini geri çekecekti ki Hakan onu kendine çekip sırtına dostça vurdu.
Gonca; arkasına döndüğünde biri hayatının en önemli varlığı olan, diğeri de o kadar önemli olmaya aday iki erkeğin birbirine sarılışını izledi. Bir yanı Mert'in Hakan'ı sevmesini, çok sevmesini istiyordu; diğer yanıysa bunun gerçekleşmesinden deli gibi korkuyordu çünkü olur da bir şekilde işler ters giderse Hakan'ın yokluğunun Mert'te büyük bir duygu boşluğu yaratacağını biliyordu. İçinden bir ses, "Az önce yaşananlardan sonra bir şeylerin ters gidebileceğini nasıl düşünebiliyorsun?" diyerek Gonca'yı azarladı. "Hakan'a kızdın ama o haksız mıydı? Mert gelmeseydi ne olacağını kim bilebilir?"
Gonca, kendi düşüncelerine karşı çıkar gibi başını iki yana sallasa da gerçeği daha fazla inkar edemeyeceğinin farkındaydı: Hakan, onu tam anlamıyla bir "kadın" olarak görüyordu; az önce bu tam anlamıyla ispatlanmıştı. Bir şey daha ispatlanmıştı: Gonca da Hakan'ı kelimenin tam anlamıyla bir "erkek" olarak görüyordu.
"Allah'ım ben tüm bunlarla nasıl başa çıkacağım?" diye düşündü.
Gonca; bir ilişkinin gereksinimi olan her şey için acemiydi, hem de çok acemiydi. Bu yüzden de hem duygusal hem de bedensel olarak Hakan'ı tatmin edebileceğinden pek emin değildi.
Göz ucuyla Mert'e Hatice Hanım'ı soran Hakan'a baktı. Yakışıklıydı kesinlikle ve kesinlikle güçlüydü, karakter sahibiydi. Tam da aklından, "Ben bu adamı nasıl idare edeceğim?" düşüncesi geçerken Hakan dönüp Gonca'ya baktı, sanki Gonca'nın karmakarışık ve mantıklı düşünmekten uzak zihninin bir kurtarıcıya ihtiyaç duyduğunu sezmişti. Gonca erkeğin gözlerindeki sevgi dolu, bir o kadar da şakacı ifade karşısında her şeyi unuttu; hatta bütün şüphelerini de.
"Demek Münir abiyle Hatice Hanım ha?.."
Soru Gonca'ya sorulsa da yanıtı Mert verdi.
"Münir dedemin anneannemin yoluna bir gül serpmediği kalmıştı Hakan abi, bu gece onu da yaparsa hiç şaşırmam."
"Mert!"
"Ama doğru anne!" diyen Mert, Hakan'a hızlıca anneannesiyle Münir Bey'in tanışmalarından bugüne kadar geçen sürede onların aralarında neler yaşandığını anlatmaya başladı.
Gonca, kimi zaman gülerek kimi zaman da hayretle birkaç soru sorup Mert'i daha çok anlatması için teşvik eden Hakan'ı ilgiyle izledi. O sırada içinden, "Ben senin kadar cesur değilim Hakan." diyordu. Bir kez olsun Hakan'a onu sevdiğini tam olarak söylememişti. Sevmediğinden değil çünkü seviyordu. Tıpkı Hakan'ın da Mert aralarına katılmadan önce itiraf ettiği gibi Gonca da birini böyle sevebileceğini düşünmemişti, bir kez daha sevebileceğini de düşünmemişti ama böyle olmuştu. Buna rağmen Hakan'ın aşk ilanı ya da aşk ilanını andırır sözleri karşısında onun kadar açık ve daha önemlisi cesur olamamıştı. Bunun bir sebebi, duygularını kolayca ifade etmeyi teşvik eden bir toplum içinde yetiştirilmemiş olmasıydı ki bu açıdan bakıldığında Hakan da aynı toplumun bir parçasıydı ve Hakan duygularını ifade etmekten hiç çekinmiyordu.
Gonca, zihninde kendini savunacak bir yol hemen buldu: "Ama o, yıllarca yurt dışında yaşamış."
Üstelik Gonca, Hakan'ın anlattıklarından, onun Simon ve Patricia'nın romantik ilişkilerine bütün o yıllar boyunca şahitlik ettiğini de biliyordu ve elbette yabancıların duygularını ifade etme konusunda ne kadar iyi ve rahat olduğunu da. Kim bilir Hakan, Simon ve Patricia sayesinde, "Seni seviyorum."u kaç kez duymuş, sevgiyi ifade etmenin ne kadar doğal olduğunu kaç kez görmüştü?
Kendine karşı en dürüst yanı, "Ama ne olursa olsun, özünde o bir Türk erkeği!" diyerek Gonca'nın tüm savunmasını yerle bir etmiş oldu.
"Pekala..." diye düşünen Gonca; çaresizce kendini, yine kendine söz verirken buldu: "Bundan sonra duygularımı ifade etme konusunda biraz daha cesaretli olacağım! En azından olmaya çalışacağım."
Gonca'nın aklından geçenlerden habersiz, "Hadi gelin!" dedi Hakan. "Size evimi gezdireyim."
Gonca, düşüncelerinin ciddiyetinden uzak bir gülümsemeyle, "Sanırım biraz da böbürleneceksin." diyerek Hakan'a takıldı.
"O tip işleri Kasım'a bırakıyorum." diyen Hakan, Gonca'nın yüzünü buruşturduğunu görünce güldü. "Aranızı düzelttiğinizi sanıyordum."
"Kasım'la aramız ne kadar düzelebilirse o kadar düzeldi. Sözlerinin maksadını aştığını fark etmediği için onu suçlamaktan vazgeçsem de niyetinin her şekilde Nisan'ı kırmak olduğunu bildiğim için Kasım'a hala kızgınım!"
Gonca, "Ayrıca Kasım'ın Nisan'ı kafeslemek istediğini de düşünüyorum." diye devam edecekti ki böyle bir konuşmayı Mert'in yanında yapmayı uygun bulmayarak sustu.
"Bence Kasım abi Nisan teyzemden uzak durursa onun için hayırlı olur Hakan abi."
"Neden Mert?"
"Nisan teyzem annemden bile pis sinirlenir abi! Kasım abi fakına bile varmadan bir de bakmış, kafasında Nisan teyzemin topuklularıyla küçük küçük delikler açılmış."
"Mert!"
Mert, "Ama doğru değil mi anne?" dediğinde Gonca kendine hakim olamayıp gülmeye başladı.
"Vallahi de doğru! Nisan'ın gözü dönerse karşısındaki kimmiş, neymiş umurunda olmadan dalar."
"Bu bana birini hatırlattı."
Gonca; Nedim Bey'in ofisine nasıl daldığını ve Hakan tutmasa aynı hışımla Kasım'a da dalmak üzere olduğunu yanakları kızararak hatırladı. Mahcup bir tavırla, "O konuda senden özür dilemiştim." dedi.
"Ben de özür dilemene gerek olmadığını söylemiştim. Sadece takılıyordum." diyen Hakan, "Ayrıca bu gece o ikisi hakkında konuşmak istemiyorum. Sadece, dua edelim de bir daha yan yana gelmesinler." diyerek konuyu kapatmak istedi.
Gonca'nın "İnşallah!" diye karşılık veren sesine yansıyan şüphe, aslında Hakan'ın düşüncelerinin de yansıması gibiydi ama Hakan, bu gece gerçekten de Kasım ve Nisan'dan daha fazla bahsetmek istemiyordu. Bu yüzden, "Boş verelim şimdi onları!" dedi ve "Gördüğünüz gibi burası giyinme odam." diyerek Mert'le Gonca'ya evini gezdirmeye başladı. "Burası da yatak odam."
Hakan, Gonca'nın yatağın olduğu tarafa bakmaktan kaçındığını görünce içinden kıs kıs güldü. Hatta onu giyinme odasına doğru sürüklerken bakışlarının yatağa nasıl takıldığını, gözlerinin kapıldığı dehşeti ele verircesine nasıl büyüdüğünü hatırladığı için atmaya meylettiği kahkahasını zorlukla bastırdı.
Yatak odasının tam karşısında olan ve Mert'in "biraz"ın çok daha ötesinde ilgisini çeken mini spor salonunda geçirdikleri on dakikanın ardından saunaya ve diğer iki yatak odasına uğradılar. En son durakları, merdivenin tam üstünde kalan ve terastan çatıya uzanan geniş cam duvar oldu.
"Oradayken bu kadar büyük olduğu fark etmemiştim." diyen Gonca eliyle aşağıda, terasta, bir noktayı rastgele işaret etti çünkü tam da o sırada gözlerini akşam güneşiyle tatlı tatlı oynaşan yüzme havuzunun suyuna kaptırıvermişti.
Mert; spor salonundaki birkaç aleti yeterince deneyimleyememiş olmanın getirdiği hayal kırıklığını unutturan gençlik merakıyla, "Bu daire kaç metrekare Hakan abi?" diye sordu.
"350 civarı olmalı."
"Vay anasını!"
"Mert!"
Hakan, anne-oğulun diyaloğu karşısında kıkırdayarak ekledi: "Sanırım teras hariç."
"Vay anasını!"
"Mert!"
"Ama anne, gerçekten, 'Vay anasını!'!"
"Mert!"
En sonunda, "Anne ya!" diyerek isyan etti Mert. "Küfür etmiyorum burada!" Sonra destek arar gibi Hakan'a döndü. "Abi, söylesene, 'vay anasını' küfür değil öyle değil mi? Hatta argo bile sayılmaz!"
Hakan tam ağzını açmış, Mert'i onaylayacaktı ki Gonca'nın bakışlarını görüp susmayı tercih etti. Onun hareketlerini çok iyi takip eden Mert, "Anladım." diye homurdandı. "Evi kimin yöneteceği belli oldu."
Ağzı şaşkınlıktan açık kalan Gonca bir kez daha, "Mert!" diye cırladı. Hakan'sa gülerek kolunu Mert'in omzuna sardı. "Ama şimdilik ben yönetiyorum evlat ve bu durumda ne yapıyoruz?"
Duruma hemen ayak uyduran Mert, "Ne yapıyoruz abi?" diye sordu.
"Aşağı katı hızlıca gezip masaya oturuyoruz çünkü kurt gibi açım ve hemen söyleyeyim: Perihan Hanım, Hatice Hanım kadar olmasa da çok güzel yemek yapar."
Hakan; Gonca ve Mert'e alt kattaki geniş çalışma odasını, ondan çok daha geniş olan ve hem oyun hem de film izleme amaçlı dizayn edilmiş diğer odayı gösterdi ki Mert daha oradan ayrılalı yarım saat bile olmamıştı.
"Abi, ses sistemin bir harika!" dedi Mert. "Konsol, efsane zaten!"
Gonca bir beş dakika kadar Hakan ve Mert'in oyunlar ve onların son sürümleri, oynanış kolaylıkları hakkındaki konuşmalarını dinledi; daha fazlasına katlanamayacağını anladığında da yavaşça yanlarından ayrılıp mutfağa yöneldi.
Perihan Hanım; fırının içinden, nefis kokular eşliğinde, kocaman bir cam tepsi çıkarıyordu. Kadın tepsiyi nihalenin üzerine koyarken kendi kendine mırıldanıyordu: "Umarım beni mahcup etmezsin."
Gonca gülümsedi. Annesi de böyle yemeklerle konuşurdu.
"Hiç mahcup edecekmiş gibi görünmüyor."
Hiç beklemediği bir anda Hakan Bey'in misafirinin sesini duyan Perihan Hanım, yanlışlıkla bileğini kızgın tepsiye değdirince inledi.
"Hay Allah! Benim yüzümden kendinizi yaktınız." diyen Gonca, hemen gidip musluğu açtı ve Perihan Hanım'ı yanına çağırdı: "Gelin, biraz suyun altına tutun elinizi!"
"Yok, önemli bir şey değil." diyen Perihan Hanım'ı umursamayan Gonca, "Yanık, yanıktır." diyerek kadını yanına çekti ve bileğini suyun altına tuttu.
On, on beş saniye kadar sonra Perihan Hanım, "Bu kadar yeter." diyerek elini çekmek istedi ama Gonca, "Biraz daha sabredin!" diyerek kadının elini bırakmadı.
"Doktorculuk mu oynuyorsun Gonca?"
Hakan'ın sesiyle şaşırsa da Perihan Hanım'ın çekmek istediği elini sımsıkı tutmaya devam eden Gonca, başını bile çevirmeden, "Oynamama gerek yok, biliyorsun." diyerek karşılık verdi adama. "Ayrıca genel olarak baktığında pek eğlenceli bir oyun olduğu da söylenemez."
Elini en sonunda patronunun misafirinden kurtarmayı başaran Perihan Hanım, "Teşekkür ederim." dedi, sonra da nezaketle ekledi: "Sanırım doktorsunuz Gonca Hanım."
Gonca güldü.
"Bu kadarcık diyalogdan bunu anladığınıza göre siz de en azından çok zeki bir kadınsınız."
Perihan Hanım bir parça utanarak, daha çok da gururlanarak, "Teşekkür ederim." diyerek karşılık verdi.
"Perihan Hanım, bu akşam bize ne ikram edeceksiniz?"
Patronuna dönen Perihan Hanım, ciddiyetle, "Ana yemek olarak beşamel soslu tavuk ve iç pilav. Yanında peynirli börek ve zeytinyağlı yaprak sarma." diyerek masaya koyacağı en ağır ve gösterişli menüyü ilk başta söyledi. "Salata olarak çoban salatası ve haydari, tatlı olarak da profiterol servis edeceğim efendim."
O sırada mutfağa giren Mert "profiterol"ü duyunca, "Allaaah!.." diyerek sevincini belli etti.
Gonca, bu sefer, "Mert!" derken hem gülüyor hem de başını iki yana sallıyordu.
"Anne 'profiterol' varmış ya!"
Perihan Hanım da Mert'in tepkisi karşısında gülümsemesine engel olamasa da patronuna bilgi vermeye devam etti: "Servise elbette çorbayla başlayacağım."
"İnşallah mercimek çorbası değildir!" diyen Mert'i annesi bir kez daha "Mert!" diyerek uyarmak zorunda kaldı.
Perihan Hanım, "O zaman iyi ki mercimek değil de düğün çorbası yapmışım." dedi.
Mutfakta tuhaf bir sessizlik oluştu. Çok geçmedi Mert, "Ben gidip ellerimi yıkayayım." diyerek alelacele yanlarından ayrıldı ama çocuğun sesinden ve yüzünden gülmemek için kendini ne kadar tuttuğu belli oluyordu. Nitekim birkaç saniye sonra salonda patlattığı kahkaha, içeridekiler tarafından net bir biçimde duyuldu.
"Demek düğün çorbası?.." dedi Hakan, gözlerini bir an olsun Gonca'nın pembe pembe yüzünden ayırmayarak. Sonra da imalı bir tavırla ekledi: "Bak şu kaderin işine!"
Karşılık olarak da Gonca, ağzının içinde bir şeyler geveledi ama ne dediğini ne Hakan ne de Perihan Hanım tam olarak anlayabildi.
Bir şekilde oluşmuş olan tuhaf ortamdan kendinin sorumlu olduğunu düşünen Perihan Hanım, tedirginliğini hissettiren sesiyle, "Ma... Masayı terasa hazırladım efendim." diyerek bilgilendirdi patronunu. "Hava yaz günü kadar sıcak ama dilerseniz içeri de servis açabilirim."
"Teras gayet iyi Perihan Hanım." diyen Hakan, Gonca'ya eliyle mutfağın terasa açılan kapısını göstererek, "Bu taraftan lütfen!" dedi.
"Teşekkür ederim." diyerek kendisine gösterilen yoldan terasa çıkan kadının ardından bakan Perihan Hanım, "Biraz minyon." diye düşündü. Ama görünen oydu ki Hakan Alagöz'ün kalbini çalmayı başarmıştı. Daha da önemlisi patronu bu kadın sayesinde şaka bile yapmıştı, üstelik yaptığı şaka "evlilik"le ilgiliydi.
Terasta misafirinin oturması için sandalyesini nezaketen çeken patronuna bakıp, "Hey Allah'ım, sen nelere kadirsin!" diye düşündü. Sonra da "Bu iş gerçekten de çok ciddi!" diye mırıldanarak çorbanın sıcaklığını kontrol etmek için tencerenin kapağını kaldırdı.
Terasta Gonca, "Aa!.. Yine gelmiş!" diyerek heyecanla minik çit kuşunun durduğu yeri işaret etti. Bir yandan da "düğün çorbası" üzerinden daha fazla imalı söz ya da tavırla karşılaşmamak için bir bahane bulduğuna seviniyordu.
"Hep gelir."
Gonca ilgiyle, "Hep, derken?" diye sordu.
"Sanırım burayı evi gibi görüyor. İki yıl önce ilk defa ortaya çıktığından beri gelmediği gün olmadı."
"Yuvası nerede acaba?"
Hakan kafasıyla arkayı tarafı işaret ederek, "Muhtemelen parkın oradaki yaşlı ağaçların birindedir." diye tahminde bulundu.
Gözlerini bir türlü yerinde duramasa da hep aynı rotada dönüp duran kuşun kıpır kıpır hareketlerinden Hakan'a çeviren Gonca, merakla, "Peki sen ne zamandan beri bu dairede yaşıyorsun?" diye sordu.
"Aşağı yukarı yedi yıl oldu. O sıralarda İngiltere'den yeni dönmüştüm ve açıkçası bizimkilerle yaşamak istemedim."
"Neden?" diye soran Gonca birden patavatsızca konuştuğunu düşünerek, "Kusura bakma!" dedi hemen. "Üzerime vazife olmayan şeyleri öğrenmeye çalışıyorum."
Hakan masanın üzerinden uzanıp Gonca'nın elini tuttu. "Benimle ilgili bir şeyleri merak etmen beni ancak mutlu eder, bunu sana daha önce söylememiş miydim?" dedi. "Soruna gelince... İnsan özgürlüğüne alışınca ondan kopmak istemiyor."
Hakan'ın sözlerinden cesaretle Gonca rahatça, "Peki bir şey demediler mi? Yani annenle baban?" diye sordu.
Hakan hüzünlü bir gülümsemeyle, "Babam ilk başta biraz bozuldu ama isteğimi anlayışla karşıladı." dedi. "Annemse... Annemle işler o kadar kolay olmadı, diyebilirim."
"Anneler çocuklarını hep kanatları altında isterler."
"Öyle tabii ama bir yaştan sonra kanatlanıp uçmak da gerekiyor."
"Ve annen buna hazır değildi?" diyerek bir tahminde bulundu Gonca.
"Tam olarak öyle olduğunu sanmıyorum." diyen Hakan, "İşin aslı annem birçok anlamda geleneksel bir Türk kadınıdır." diye devam etti. "Ona göre evlenmemiş her birey aynı çatının altında yaşamalıdır."
Kaşlarını kaldıran Gonca, "Bu kötü bir şey mi?" diye sordu.
"Değil ama istemeyince de bir şeyleri zorla kabul ettirmek olmuyor."
"Bu durumda zorla kabul eden taraf annen olmuş sanırım."
"Biraz öyle oldu evet ama artık aştık bunları." diyen Hakan, Gonca'nın omzunun üstünden Mert'in yaklaştığını görünce gülümsedi oğlunun ayak seslerini duyduğu için elini çekmeye çalışan Gonca'ya izin vermedi.
Mert'in kimin ne yaptığını umursamadığı hayal kırıklığıyla dolu bir sesle, "Ama daha yemekler gelmemiş!" dediğinde belli oldu.
"Mert!" diye sesini yükselten Gonca, "Küçüklüğünde bile sana bu kadar 'Mert' dememiştim!" diyerek oğlunu azarladı. Sonra da Hakan'a dönüp, "Kusura bakma lütfen!" diye ekledi.
"Kusura bakacak ne var anlamadım." diye homurdanan Mert, annesinin morarmaya meyleden suratı karşısında Hakan'a dönüp, "Özür dilerim." demek zorunda kaldı.
Uzanıp Mert'in omzunu sıvazlayan Hakan, "Özür dilenecek bir şey yok." dedi. "Anneler biraz daha ince olmamızı istiyorlar, bu da onların en doğal hakkı."
O sırada elindeki zarif çiçek motifleriyle bezeli porselen çorba tenceresiyle masaya yaklaşan Perihan Hanım, "İzninizle servise başlıyorum." dedi.
Gonca, terbiyesi gereği boş kaseleri kadına uzatıp dolu olanları servis tabaklarının üzerine geri koydu.
İşini bitirince, "Afiyet olsun." diyen Perihan Hanım sessizce içeri geçti.
Çorbaları yavaş yavaş içtiler çünkü sohbetleri çok tatlıydı. Perihan Hanım kaseleri toplarken Mert, "Çorbanın tarifini alabilir miyim?" diye sordu.
Delikanlıdan böyle bir teklif gelmesini beklemeyen Perihan Hanım bir an duraklasa da "Elbette efendim." diyerek yanıt verdi.
"Mert, benim adım Mert. Lütfen bana adımla hitap edin."
Perihan Hanım; gözlerini yetişkinlerden cevap ister gibi onların üzerinde dolaştırsa da onların gülümseyen, takdir dolu gözlerle delikanlıya baktığını görünce kendi kararını kendi verdi: "Ta... Tabii ki veririm Mert."
"Teşekkür ederim."
Kadın içeri girerken Hakan, "Çorbayı çok mu beğendin Mert?" diye sordu.
"Çook!.. Anneanneme tarifini vereyim de sık sık yapsın." diyen Mert ondan beklenmeyecek kadar masum bir tavırla, "Eminim siz daha çok beğenmişsinizdir." dedi ve sonra da hınzırca ekledi: "En azından adını."
"Mert Temur! Seni..."
Suratı kıpkırmızı olan Gonca, ana yemeklerle gelen Perihan Hanım'dan çekindiği için oğlunu azarlamaya devam edemedi ama Hakan'ın Perihan Hanım'dan çekinme gibi bir kaygısı olmadığı için o, özgürce kahkahayı patlattı.
Gonca, Hakan'a kötü kötü baksa da bir süre sonra kendi dudaklarının da gülümseyerek kıvrılmasına engel olamadı.
Yemek neşeli, sohbetli geçti. Mert, annesinin mide fesadı geçireceğine dair uyarılarına aldırmadan her şeyden bol bol yedi. En sonunda profiterolü de mideye indirdikten sonra yediklerini eritmek için birkaç tur daha oyun oynamaya karar vererek içeri geçti. Annesinin oturduğu yerde bunu nasıl başaracağına dair sorusunu da elbette duymazdan geldi.
Mert'in gidişinin ardından Hakan'la Gonca tam baş başa kalmışlardı ki Perihan Hanım, izin isteyerek servis tabaklarını toplamaya başladı. Gonca, Hakan'ın yüzündeki sabırsız ifadeden onun kadını tersleyeceğini anlayarak, "Elinize sağlık, her şey çok lezzetliydi." diyerek ortaya atıldı.
Perihan Hanım'ın yüzünde memnuniyetini gösteren bir ifade belirdi.
"Afiyet olsun. Beğenmenize sevindim. Başka bir arzunuz var mıydı? İsterseniz kahve yapabilirim."
"Teşekkür ederim." diyen Gonca karnını ovuşturarak, "Kahve bile olsa artık yer kalmadı." dedi.
Perihan Hanım, gülümseyerek elindeki tabaklarla mutfağa geçti.
"Gonca ben..." diye başlayan Hakan, masanın üzerindeki telefonunun titreyerek çalmasıyla "Hay Allah kahretsin! Hiç mi fırsat vermeyecekler?" diye bağırdı ama bu, telefonu eline alıp ekrandaki isme bakmasına engel olmadı. Hayal kırıklığıyla dolu bir sesle, "Açmam lazım!" dedi Gonca'ya.
"Aç tabii!"
"Alo Şekip Bey, bir saniye lütfen!"
Gonca'ya özür dileyen bir bakış atan Hakan, "Bu, biraz uzun sürebilir." diye bilgi verdi.
"Sorun değil, sen işine bak."
Hakan, hızlıca eğilip Gonca'nın yanağına tatlı bir öpücük kondurdu.
"Birazdan görüşürüz."
Gonca, aradan geçen birkaç dakikanın ardından dudaklarında hala kocaman bir gülümsemeyle elinin Hakan'ın dudaklarının tenine dediği yerde durduğunu fark edip doğruldu ve "Kendine gel Gonca! Kendine!" diye mırıldanarak ayağa kalktı. Yaklaşan Perihan Hanım'ın tüm itirazlarına rağmen, masanın kaldırılmasına yardım etti ama bulaşıkları makineye yerleştirmeyle ilgili teklifi, Perihan Hanım tarafından itiraz kabul edilmeyecek şekilde reddedildi. O da mecburen terasa geri döndü.
Telefon görüşmesini hızlıca bitirdiğini sanan Hakan, saatine baktığında en az yirmi dakikadır çalışma odasında olduğunu fark edince ufak yollu bir küfür savurdu.
Tıpkı akşamın ilk saatlerinde olduğu gibi Gonca'yı terasın duvarına yaslanmış buldu ama Gonca bu sefer minik çit kuşunu değil, şehrin ışıklarını izliyordu. Hakan, ona sarılmak için sessizce yaklaşırken Gonca sanki varlığını hissetmiş gibi arkasına döndü. Hakan'ı gördüğünde yüzünde beliren gülümseme, arkasındaki şehrin ışıklarını gölgede bırakacak kadar parlaktı.
Hakan bir adım daha atamadan olduğu yerde kalakaldı çünkü kendini kalbinden vurulmuş gibi hissediyordu.
Hakan'ın bakışından, duruşundan bir şeylerin ters gittiğini düşünen Gonca'nın alnı endişeyle kırıştı. "Bir şey mi oldu?" diye sorarken bakışları Hakan'ın eline odaklanmıştı çünkü erkeğin eli, sanki ağrı çeker gibi kalbinin üstünü ovuşturup duruyordu.
Gonca, cevap alamayınca sesi daha ısrarcı bir tonla yükseldi: "Hakan! İyi misin?"
"İyiyim. Sadece..."
Hakan'ın yarım kalan cümlesi Gonca'yı daha çok endişelendirmekten başka işe yaramadı.
"Sadece, ne?"
"Sadece bir anda seni hep böyle görmek istediğimi fark ettim."
Gonca, Hakan'ın yana düşen eli ve sözleriyle rahatladı.
"Hep böyle, derken?"
Artık ayaklarında hareket edecek gücü bulan Hakan, Gonca'ya iyice yaklaştı.
"Ben terasa çıkayım ve sen hep orada ol! Eve geleyim, hep orada ol ve hep böyle beni gördüğünde gözlerin parlasın! Ve ben, her zaman senin gülümsemen için bir neden olayım!"
Gonca'nın büyüyen gözlerine bakan Hakan, "Biliyorum." dedi sakince. "Acele etmeyeceğime dair söz vermiştim. Gerçekten denedim ama az önceki bakışınla..." Bir an duraklayan Hakan, "Artık denemek istemiyorum, acele etmek istiyorum Gonca! Kesinlikle daha fazla beklemek istemiyorum!"
Gonca'nın yanağını sevgiyle okşayan eli, oradan çenesinin altına doğru kaydı ve Gonca'nın başının hafifçe geriye düşmesine neden oldu. Böylece Hakan yıldızların ve geceyi aydınlatan ayın altında sevdiği kadının gözlerine rahatça bakma fırsatını elde etti. Duygularının yoğunluğu yüzünden tarazlanmış sesiyle, "Söyle aşkım..." derken Gonca'nın kalbini yerinden oynattığından habersizdi. "Benimle evlenir misin?"
Gonca -ciddi kararlar vermeden önce uzun uzun düşünen Gonca- nasıl olup da kalbinde, aklında bir parça bile kuşku olmadığına akıl erdiremese de kalbinde ve aklında bir parça bile kuşku olmadan Hakan'a, "Evet" diyerek karşılık verdi.
Gözlerini Gonca'nın gözlerinden yumuşacık dudaklarına kaydırmış olan Hakan, zihni ona o kırmızı dudakları öpücükleriyle daha da kızartmanın ne kadar zevkli olabileceğinin hayalini yaşatırken, neredeyse hayatının en önemli sorusuna verilen yanıtı kaçıracaktı. Konuştuğunda; Gonca'nın yanıtını geç algılayan zihnine, kırpıştırıp durduğu kirpikleri ve neredeyse başkasına aitmiş gibi duran şaşkın sesi eşlik ediyordu: "E-Evet, mi?"
Gonca'nın sessizce baş salladığını görse de Hakan, duyduğu şeyi doğrulatmak ihtiyacı hissetti: "Evet?.."
Erkeğin, inanamayan tavrı karşısında Gonca kıkırdamaktan kendini alamadı.
"Evet, diyeceğimi sanmıyordun öyle değil mi?"
Hala şaşkınlığını yenememiş olan Hakan, sayıklar gibi, "Gerçekten de sanmıyordum." diye mırıldandı.
"İçin rahat edecekse kendimi naza çekebilirim, sen de kendini ikna etmek adına beni ikna etmek için çabalayabilirsin."
Gonca'nın alaycı cümlesini neredeyse ciddiye alan Hakan, şiddetle, "Asla!" diyerek karşılık verdi. Sonra da "Evet, dedin." dedi. Bu kez sesinde şaşkınlıktan eser yoktu, derin bir minnet vardı. Gonca'nın sol elini kaldırıp tam da yüzük parmağının üstüne bir öpücük konduran Hakan, "Bunun kıymetini hep bileceğim." dedi. "Evet, dediğine pişman olmaman için elimden geleni yapacağım, sana söz veriyorum!"
Gonca, duygu dolu gözlerine eşlik eden titrek sesiyle, "Ben de senin pişman olmaman için elimden geleni yapacağıma söz veriyorum." dedi.
"Yapamazsın, istesen bile pişman olmamı sağlayamazsın." diyen Hakan, Gonca'nın elini çekerek heyecanla, "Hadi, Mert'e söyleyelim." dedi. Gonca'nın hareket etmekte gönülsüz olduğunu sezince de "Söylemeyelim mi?" diye sordu.
"Biraz beklesek..." diye başlayan Gonca, Hakan'ın hayal kırıklığıyla dolu yüzünü görünce Mert'le aralarında geçen konuşmayı ona anlatmak zorunda kaldı.
Gonca sözünü bitirdiğinde, "Anlıyorum." dedi Hakan. "Ne kadar kabullenmiş görünürse görünsün, konuyla ilgili ne kadar imalı şaka yaparsan yapsın ve yaşına göre ne kadar olgun olursa olsun Mert nihayetinde bir çocuk ve her çocuk gibi o da annesini paylaşmak istemiyor."
Gonca sessizce başını sallayarak Hakan'ın sözlerini onayladı.
"O zaman şöyle yapalım mı?" diye sordu Hakan. "Sen Mert'in ne zaman hazır olduğuna inanırsan o zaman ona söyleyelim."
Gonca minnetle, "Teşekkür ederim." dedi.
"Asıl ben teşekkür ederim, böyle bir geceyi..." diyen Hakan yıldızlarla dolu gökyüzüne baktıktan sonra bakışlarını yeniden Gonca'nın gözlerine indirdi. "Unutulmaz kıldığın için."
Gonca; Hakan'a bir şey diyemeden büyük, siyah portföy çantasından boğuk bir melodi sesi duyuldu. "Annem arıyor." diyerek çantayı açtı, sonra da biraz arayarak telefonu çıkarmayı ve Hatice Hanım kapatmadan açmayı başardı.
"Efendim anne?"
"Gonca... Şey... Rahatsız etmek istemezdim ama... Şey... Epey geç oldu da o yüzden... Yani merak ettim de..."
Annesi, gevelemeye devam ederken Gonca telefonu yüzünden uzaklaştırıp ekranına baktı.
"Hii!.. Saat 12'yi geçmiş ya anne!"
"Ben de o yüzden aradım ya kızım. Merak ettim."
"Sen döneli çok oldu mu?"
Bir an suskun kalan Hatice Hanım, "Çok olmadı." diyerek yuvarlak bir yanıt verdi.
Annesinin sesinde olumsuz bir tını yakalamadığı için üstelemek istemeyen Gonca, "Gelince konuşuruz anne." dedi. "Biz de birazdan çıkarız."
"Yok! Yani çıkmayın! Yani... Keyfiniz yerindeyse oturun tabii. Ben sadece merak ettim. Annelik işte."
"Merak etmekte haklısın anne, saatin nasıl geçtiğini hiç anlamamışız." Yan gözle Hakan'a bakan Gonca, "Biz de artık ev sahibimizin iyi niyetini kötüye kullanmayalım." dedi.
"Nasıl isterseniz kızım." diyen Hatice Hanım, telefonu kapatmadan önce, "Hakan Bey'e selam söyle." dedi.
"Başüstüne! Birazdan görüşüz."
Telefonu yeniden çantasına koyan Gonca, Hakan'ın, "Merak mı etmiş?" sorusuna, "Hımm..." yanıtını verdi. "Selamı var."
"Aleykümselam." diyen Hakan merakla, "Peki Hatice Hanım'a söyleyecek misin?" diye sordu.
"Hayır. En azından birkaç günlüğüne kendime saklayacağım."
Hakan'ın kaşları havaya kalktı.
"Nisan'a bile söylemeyecek misin?"
"Ona bile."
"O zaman ben de kimseye söylemem." diyen Hakan, Gonca'ya iyice yaklaştı ve eğilip onu yanaklarından öptü, sonra da karşı koymasına fırsat bırakmadan sımsıkı sarıldı. Zaten Gonca'nın da itiraz etmeye niyeti yoktu. Başını Hakan'ın güçlü vuruşlarıyla güven veren kalbinin üstünde dinlendirdi.
Öylece kaç dakika kaldıklarının ikisi de farkında değildi. En sonunda Gonca, "Gitmeliyim." diye mırıldandı. "Çok geç oldu."
Hakan, gönülsüzce, Gonca'nın kollarının arasından sıyrılmasına izin verdi.
Gonca, önce mutfağa uğramakta ısrar etti. İşini bitirmiş, çıkmaya hazırlanan Perihan Hanım'a teşekkür etti. Sonra da Hakan'la beraber Mert'in yanına gittiler. Çocuk da tam o sırada konsolu kapatıyordu.
Mert, "Nasıl gitti?" diye soran Hakan'a, sırıtarak yanıt verdi: "Hepsini dümdüz ettim abi!"
Hakan, elini havaya kaldırınca Mert de kendi elini kaldırdı. Odada yankılanan iki güçlü elin çarpışma sesi, Gonca'yı sadece güldürdü. "Hadi bakalım, gidiyoruz." dedi oğluna.
Hakan onları kendi bırakmakta ısrar etti, işin içine korumaları da girince doğal olarak üç araçlık ufak bir konvoy oluştu.
Evin önüne geldiklerinde Gonca, elini Hakan'ın koluna koyarak, "İnme lütfen!" dedi. "Zaten çok geç oldu."
Hakan, onun kendisine Mert'in yanında bu gönüllü dokunuşundan ne kadar memnun olduğunu hissettirmeden, "İniyorum." dedi. "Hiç tartışmayalım."
Gonca, ısrar etmenin bir işe yaramayacağını bildiği için sessizce araçtan çıktı. Savaş ve Barış ve diğer iki koruma çoktan yerlerini almışlardı. Onlara eskisi kadar aldırmayan Gonca, "Çok teşekkür ederim." dedi Hakan'a. "Çok güzel bir geceydi."
"Benim içinse unutulmaz bir geceydi." diyen Hakan, uzanıp Gonca'yı yanağından öptü. Kadının irkildiğini fark etti ama Hakan'ın esas tepkisini ölçmek istediği kişi Mert'ti. Delikanlının suratına bakar bakmaz onun yatak ve yastık dışında hiçbir şeyi umursayacak durumda olmadığını gördü. Yine de elini uzatarak, "İyi geceler Mert." dedi.
Mert, Hakan'ın elini sıkıp, "İyi geceler abi." derken esnemesini zorlukla bastırıyordu.
Hakan tam Gonca'ya da "İyi geceler." diyecekti ki Savaş'ın elinde telefon hızla yaklaştığını gördü. Kaşlarını çatarak, "Bir sorun mu var?" diye sordu.
"Nebahat Hanım arıyor efendim. Telefonunuzdan ulaşamamış. Sanırım bir sorun var."
Telefonunu evde bıraktığını hatırlayan Hakan hemen telefonu alıp, "Nebahat Hanım..." demişti ki Nebahat Hanım, "Hemen gelmelisiniz Hakan Bey!" diye feryat etti. Sesinden hüngür hüngür ağladığı belli oluyordu. "Güliz Hanım... Güliz Hanım..."
Hakan bağırdığının, hatta kabalaştığının farkına varmadan, "Ağlamayı kes de anneme ne olduğunu anlat be kadın!" diye bağırdı.
Nebahat Hanım, Hakan'ın emrettiğinin aksine daha da güçlü biçimde ağlayarak, "Bi-bilmiyor... Bilmiyorum! Yatmaya çıkmıştı, o-on dakika so-so-sonra ben de çıktım, odasının kapısında yığıl-yığılmıştı Hakan Bey!.."
"Ne demek yığılmıştı?" diyerek yüksek sesle bağıran Hakan kadına hesap sordu: "Nasıl olduğunu nasıl bilmezsiniz? Şimdi de tutmuş..."
Gonca, Hakan'ın da söz konusu sevdikleri olduğunda muhakeme yeteneğini kaybettiğini fark ederek telefonu onun elinden çekip aldı çünkü bu şekilde konuşarak çok değerli anları boşa harcıyordu.
Hakan, "Sen ne yaptığını..." diye başlamıştı ki telefonu Gonca'nın aldığını fark ederek durdu ama kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. "Nebahat Hanım ben Gonca Temur, doktorum." diye konuşmaya başlayan Gonca'ya müdahale etmemeye çalıştı.
"Tamam, sakin olun ve şu an hasta ne durumda onu anlatın." diyen Gonca biraz dinledikten sonra, "Hastayı şok pozisyonuna getirdiniz mi? Tamam, çok güzel. 112'yi aradınız mı? Harikasınız Nebahat Hanım. Şimdi sakin olun ve bizim gelmemizi bekleyin, birazdan yanınızda oluruz."
Telefonu kapatıp Savaş'a uzatan Gonca, birdenbire uyanmış gibi görünen oğluna dönüp, "Sen yukarı çık, durumu anneannene anlat." dedi.
Mert, "Tamamdır anne!" derken apartmana doğru koşturmaya başlamıştı.
Şoka girmiş gibi görünen Hakan'ın koluna girip onu arabaya doğru yönlendirirken Savaş'a, "Biriniz bizim arabayı kullansın!" diye direktif verdi Gonca.
Patronuna sadece bir anlığına baksa da onun dağılmış ifadesini gören Savaş, "Ben kullanırım Gonca Hanım." dedi.
Gonca, Hakan'la arka koltuğa oturur oturmaz onun buz gibi ellerinden birini iki eliyle birden kavradı.
"Merak etme, iyileşecek!"
Hakan, acı dolu bakışlarını birleşmiş ellerinden yukarı kaydırıp Gonca'nın yüzüne dikti.
"Babamın emanetini kaybedemem Gonca, annemi kaybedemem!"
Gonca, erkeğin yaşarmaya meyleden gözleri karşısında ona sarılmaktan başka elinden bir şey gelmediği için kendini çok çaresiz hissetti ve Savaş'ın gecenin bir yarısında trafik kurallarını sonuna kadar zorlayarak kullandığı arabanın Hakan'ı çok geç olmadan annesine ulaştırması için dua etti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.12k Okunma |
502 Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |