
Nisan; elinin birinde bir tomar kağıt, diğerinde de çalışırken her zaman soğutmayı başardığı kahveyle dolu fincan yüzünden yatak odasının kapısını sağ omzuyla açmak zorunda kaldı. Aynı omuzla desteklediği telefondaki ses sinirini o kadar bozmuştu ki sesin sahibine, "Kes şu siktiğimin ağlamasını!" diye bağırmak istedi ama bağırmadı. Bağıramadı. Hasta yakınlarıyla bu tarz konuşmanın ahlaki olarak doğru olmaması bir yana; Nisan yıllar, yıllar önce bir daha küfretmeyeceğine dair Gonca'ya söz vermişti.
Ama çoğu belden aşağısını ilgilendiren o kelimeleri, cümleleri unutmamıştı. Ne zaman sinirlense, canı bir şeye çok sıkılsa ya da kötü bir şey olsa ortaya çıkmak için hep hazırda bekliyorlardı. Nisan; onları ne kadar göz ardı etmeye, çoğunlukla da zorla bastırmaya çalışırsa çalışsın hep oradaydılar. Hepsi dağarcığının bir parçasıydı. Nisan, onlarla büyümüştü. Yetişkinden kat kat fazla çocukla dolu bir ortamda yaşamaya çalışırken kendini bedeniyle olduğu kadar şimdi kullanmaktan kaçındığı o sözcüklerle savunmuştu.
Çocukluk demek, acımasızlık demekti. Bu yüzden birlikte büyüdüğü çocuklar da dahil hepsi, çok erken yaşlarda birbirlerine karşı gardını almayı öğrenmişti. Aslında hepsi, çocuk olamadan büyümek zorunda kalmıştı.
Belki de bu yüzden Mert doğduğunda Nisan, üstüne minik bebeğe duyduğu sevgi de eklenince, o sıkılıncaya kadar Mert'le oyunlar oynamış; hiç bıkmamıştı. Normalde çok sabırlı biri olmamasına rağmen Mert'e karşı hoşgörüsü hiç bitmemişti.
"Ama Nisan Hanım, ya yine kriz geçirirse?.."
"Sevgi Hanım..." diye başlayan Nisan, gözü de bir taraftan elindeki kağıtlarda olduğu için birkaç metrelik koridorun solunda kalan mutfağın yerini tam hesap edemedi ve sol omzunu duvara çarptı. Canı acımadı ama kupadaki kahvenin yarısı antredeki beyaz zemine yayıldı.
Hem kendi beceriksizliği hem de kadının laf anlamazlığı tahammül sınırlarını iyice zorlasa da sakin bir ifadeyle, "Böyle şeyleri biz ön göremeyiz." diye devam etmeyi başardı. "Ama elimizdeki verilere göre Mehmet amcamın sağlığı gayet yerinde. Geçen gün rutin muayenesi çok güzel geçti ki bunu size az önce de söylemiştim."
"Evet, o da söyledi ama..." diye başlayan kadının devam etmesine fırsat vermeden, "Şöyle yapalım." diye önerdi. "Siz yardımcımdan bir randevu isteyin ama bu sefer Mehmet amcayla beraber siz de gelin ki aklınıza takılan tüm soruları sorun."
"Öyle mi yapalım?"
"En mantıklısı bu. Şimdi izninizle kapatmam lazım, başka bir görüşme yapmam gerekiyor."
"Ta-Tabii doktor hanım. Teşekkür ederim."
"Rica ederim, iyi günler."
Nisan, elindeki kağıtları tezgahın üzerine attı. "Sonunda!" derken neredeyse telefonu da atacaktı. Fincanda kalan kahveyi lavaboya döktükten sonra kenardan bir ıslak mendil alıp hemen yeri sildi. Aslında bu işi paspasla halletmesi gerekiyordu çünkü bu aptal mutfak parkesi ıslak mendille hiç anlaşamıyordu. Sanki zeytinyağını kendinden ayrı tutan su gibi o da ıslak mendille silinen yeri kendinden ayrı tutuyordu. O bölgede tuhaf bir iz kalması bir yana bastığında inanılmaz kayıyordu. Bu yüzden Nisan, birkaç kez düşmenin eşiğinden dönmüştü.
İşleri sırayla yapmaktan hoşlanan Nisan, "Birazdan silerim." diye mırıldanarak telefondan önce kaldığı işine devam etmek üzere ada tezgaha oturdu ve kağıtları önüne çekti.
Bir hafta sonra yeni bir oyuna başlayacaklardı ve Nisan'ın hala ezber sorunları vardı. Çocuklara oynarken bir şeyleri unutmak o kadar sorun olmuyordu ama Nisan her zaman mükemmeli hedeflediği için metni ezberlemeden asla sahneye çıkmazdı.
Dakikalarca kağıtları okuyup takıldığı yerlerin tekrarını yaptı. İyice yoğunlaşmıştı ki kulağının dibinde ısrarcı bir vızıltı duydu.
Açık balkon kapısının önünde süzülen arıya, gülen bir sesle, "Sen de nereden çıktın böyle?" diye sordu.
Ufak bal arısı, Nisan'a yaklaşıp başının etrafında bir tur daha attıktan sonra camın önündeki ufak saksılarla kümelenmiş çiçeklerin üstüne kondu.
"Bence..." dedi Nisan. "Onlar senin aradığın şey onlarda yok!"
Arının yapay çiçeklerin üstünde ısrarlı gezintisini gülümseyerek izledikten sonra işine geri döndü.
Bir saat kadar sonra hava kararmaya meyledince saatine baktı.
"Oo!.. Sekiz olmuş!"
Akşam vizitesi yüzünden işten altıda çıkmış, işle evi arasındaki mesafe çok kısa olduğu için altı buçukta eve varmıştı. Yorgundu ama vücudunu dinlemekten nefret ettiği için ameliyat günleri dışında yorgun olduğunu çok zor kabul ederdi. Bu yüzden kısa bir duşun ardından içinde kendini en rahat hissettiği kısa kollu bir eşofman takımını giymiş ve kendine bir kahve yaptıktan sonra tiyatro metnini almak için yatak odasına geçmişti. Ne yazık ki çok fazla çalışma fırsatı bulamadan Sevgi Hanım aramıştı. Kadın, Nisan'ın "Hasta Yakınlarına Telefonunu Verme!" kuralının ne kadar doğru olduğunu kanıtlayacak bir çeşit sağlama mekanizması gibiydi.
Kağıtları toparlayıp sıraya dizdikten sonra düzgün bir biçimde kenara bıraktı. Işığı açıp buzdolabına gitti ve dünden kalan çorbayla köfte patatesi çıkardı. Birini mikrodalgaya, diğerini ocağa koyarken yüzünü buruşturmaktan kendini alamadı. Allah biliyor ya ikisi de berbattı! Nisan, yiyecekleri dökmekten nefret ettiği için kendini onları yemeye mecbur hissediyordu, başka türlü yenilecek tarafları yoktu.
Telefonu çaldığında dolaptan servis tabağıyla kase çıkarıyordu.
"Efendim Adem abi?"
Sitenin güvenlik elemanlarından biri olan yaşlı adam, "Nisan Hanım kızım, sana çiçek var." dedi. "Kasım Koçoğlu diye birinden gelmiş. Göndereyim mi?"
Ağzı şaşkınlıkla "o" şeklini alan Nisan, hiç düşünmedi.
"Alıp çöpe atabilirsin!"
"Çö-Çöpe mi?.."
Adamın bocalayan sesi, Kasım'ın adını her duyduğunda zıvanadan çıkan beyninin daha mantıklı düşünmesine neden oldu.
"Şaka yaptım Adem abi. Gönder yukarı!"
"Tamamdır. Hadi iyi akşamlar..."
"İyi akşamlar."
Telefonu bırakırken, "Çiçekmiş!" diye homurdandı. "Ben o çiçekleri sana yedirmez miyim?"
Aradan geçen zamana rağmen Kasım Koçoğlu'na öfkesi hiç dinmemişti ve nedeni kız isteme meselesi değildi. Sonuçta Nisan'ın kimsesiz olduğunu bilmesi beklenemezdi. Ona öfkeliydi çünkü... Çünkü...
"Allah kahretsin!"
Adama tam olarak neden öfkeli olduğunu bile bilmiyordu. Sadece ona karşı içinde bitmeyen bir öfke duyduğunu biliyordu.
Çorbayı kaseye koydu, köfteleri de servis tabağına. Tam masaya oturmuştu ki kapı çaldı.
Mutfak, dış kapıyla karşı karşıya olduğu için kapıyı açması beş saniye bile sürmedi ve açar açmaz da yüzü Hawaii'nin endemik çiçeklerinin tamamından derlenmiş gibi görünen kocaman demetin içine gömüldü. Kendini geri çekerken, "Gösteriş budalası!" diye homurdandı.
"Biraz öyleyimdir!"
Çiçekler bir yana kaydı, diğer yanda keyifli sesin sahibi Kasım Koçoğlu'nun suratı belirdi: Sırıtıyordu.
Nisan'ın sinirleri tepesine çıktı. "Sen!" diye tısladı dişlerinin arasından. Sonra kendini sakin olmaya zorlayarak, "Sen de nereden çıktın?" demeyi başardı.
Sırıtmaya devam eden Kasım, "Asansörden, diyeceğim ama ortaokul çocuğu gibi espri yapmakla suçlanacağım için demiyorum." diye karşılık verdi.
"Bence 'gibi' çok gereksiz!"
Kasım'ın sırıtışı iyice genişledi.
"Of!.. Bu acıdı."
Kollarını göğsünün üstünde kavuşturan Nisan, ciddiyetini hiç bozmadan, "Güvenlik geçmene nasıl izin verdi?" diye sordu.
Kasım, dudaklarını büktü.
"Sizin güvenlikte iş yok! Bana ne kimlik sordu ne de başka bir şey. Sanki yeterliymiş gibi sadece kıyafetime baktıktan sonra seni aradı."
Nisan, Kasım Koçoğlu'nu hepi topu üç kez görmüştü ve üçünde de temsil ettiği güçlü ve ünlü müvekkillerini yansıtacak şekilde seçkin ve kaliteli kombinler giyiyordu. Nisan'ın kendinden nefret ederek kabullenmek zorunda kaldığı öldürücü cazibeye sahip suratı sinekkaydı tıraşlı, saçları da dağınık bir şıklıktaydı.
Şimdi ise çiçekler yüzünden üstünde ne olduğunu tam olarak göremese de altındaki giyilmekten eskimiş kotta, kafasına ters çevrilerek takılmış kaskette bakışlarını dolaştıran Nisan, en son çenesini kaplayan kirli sakala gözlerini dikip dudağını büktü.
"Adem abi hatalı olabilir ama kasıtlı olarak yanıltılmış gibi görünüyor."
Kasım'ın suratı birdenbire ciddileşti.
"Sıkıntı da bu zaten! Eğer bir amaçla, diyelim ki kötü bir amaçla, gelmiş olsaydım onu yanıltmak istemez miydim? Güvenlik tipe bakarak değil, kimliğe bakarak karar vermeli!"
Onun son cümlesini umursamayan Nisan, "Buraya bir amaçla gelmiş gibi görünüyorsun zaten." dedi. O sırada bakışları, gerçekten de görgüsüzlük abidesi gibi duran çiçeklere kaymıştı.
"Ah, evet; haklısın." diyen Kasım, elindeki çiçekleri uzatarak, "Bana seni hatırlattılar." dedi. Nisan, çiçekleri almak için herhangi bir girişimde bulunmayınca da "En içten özürlerimle!" diye ekledi. Nisan, yine tepki vermeyince, "Hadi ama!.." dedi Kasım her kadının içini bir hoş edebilecek gülümsemesiyle. "Ben öyle herkesten özür dilemem!"
"Tavrına ve kelimeleri kullanma şekline bakılırsa bence dakika başı birilerinden özür dilemen gerek!"
"İşimi hiç kolaylaştırmıyorsun ama!"
Nisan, adamın şakacı tavrı karşısında ciddiyetini korumaya devam ederek, "Kolaylaştırmak zorunda da değilim zaten!" dedi. Sonra da kapıyı kavradı. "Şimdi, izin verirsen, yapılacak işlerim var."
Kasım, geldiğinden beri ilk defa bocalar gibi göründü.
"Ne yani, bunları almayacak mısın?"
"Evet, almayacağım! Çiçeğe ya da başka bir şeye gerek yok. Her ne olduysa oldu, bitti. Ayrıca kaba ve hadsiz olman dışında bir hatan yok ki bunlar da hata sayılmaz çünkü kaba ve hadsizsin."
İlk baştaki neşesini tamamen kaybeden Kasım, soğuk bir tavırla, "Şimdi kim kaba ve hadsiz?" diye sordu.
Adamın haklı olduğunu kabul eden Nisan, "İyi ya işte, her ikimiz de daha fazla kaba ve hadsiz olmadan bu işi böylece bırakalım." dedi.
Kasım çiçekleri ileri uzatarak, "İnsan, bunları en azından nezaketen alır." dedi.
"Kendimi sana karşı o kadar nazik hissetmiyorum. Sadece arkadaşlarımızın hatırına yan yana geldiğimiz ortamlarda nazik olsam benim için yeter."
Teslim olmuş gibi bir edayla "Pekala!.." diyen Kasım'ın elindeki çiçekler artık yere bakıyordu. "Ben yine de o günkü sözlerim için özür dilerim. Gerçeği bilmediğim için amacını aşmıştı."
Başını iki yana sallayan Nisan, "İşte bu yüzden asgari müştereklerde buluşmamız bizim için daha iyi." dedi.
Kasım'ın kaşları çatılmıştı. "Anlamadım."
"Gerçeği bilip bilmemen neyi değiştirir ki?" diye soran Nisan, "Bir kadına onunla evlenmeyeceğini ama yatıp kalkabileceğini söylememek için onun geçmişiyle ilgili bir şeyler bilip bilmemene gerek yok!" diyerek Kasım'ı tersledi.
"Ben öyle bir şey demedim!"
"Demedin mi?.."
Göğüs kafesi derin bir nefesle yükselip alçalan Kasım, "Biliyor musun? Artık bundan sıkıldım! Sadece özür dilemek istemiştim ama buna izin vermedin." deyip Nisan'ın şaşkın bakışları arasında birkaç hızlı adımla mutfakla koridorun birleştiği noktada duran bir metrelik Venüs heykelinin yanına gidip üstündeki parlak cama çiçekleri bırakıverdi.
"Hey, hey, hey! Sen ne yaptığını sanıyorsun?"
"Çiçeklerden kurtuluyorum! Onları sana almıştım. İster at, ister yak; umurumda değil! Ama bir aptal gibi onlarla buradan geri çıkacak değilim!"
"Egonu sevsinler!" diye homurdanan Nisan, "Evime ayakkabıyla girdiğinin farkında mısın?" diyerek sesini yükseltti.
"Artık çok geç ama bunun için özür dilerim."
"Özrünü istemiyorum!" diyen Nisan, sert adımlarla sehpanın yanına gitti ve çiçekleri aldığı gibi Kasım'ın göğsüne dayadı. "Bunları da istemiyorum!"
"Sana onları senin için aldığımı söylemiştim!" diyen Kasım çiçekleri yeniden Nisan'a itti; Nisan da geri, Kasım'a.
Davranışlarının inatçı çocuklarınkini aratmadığının farkında olmadan itişmeye devam edebilirlerdi eğer etraflarında "vız" diye bir ses duymasalardı.
Donmuş gibi kalıveren Kasım'ın gözleri büyüdü. Korkuyla, "Arı!" diye bağırdı. "Evinde arı var!"
Gözlerini deviren Nisan burnundan homurdandı.
"Tipine bakan da bir şey sanır! Minicik arıdan mı korkuyorsun?"
Başını hızlı hareketlerle çevirerek arının nerede olduğunu bulmaya çalışan Kasım, "Arıdan korkmuyorum!" dedi. "Sokmasından korkuyorum!"
"Sakin olmazsan gerçekten kendini sokturacaksın! Arılar ani hareketleri sevmez."
Etrafında dönerek elini kolunu sallayan Kasım, "Onların neyi sevdiği kimin umurunda?" dedi ve tam o sırada arı yüzünün önünde belirdi.
Hızla geri çekilen Kasım, "Defol, lanet olası!" diye bağırdı ama arının ona aldırdığı yoktu. "Aman Allah'ım! Bu beni öldürmek istiyor!"
Gözlerini sabır diler gibi tavana diken Nisan, "Allah aşkına! Ya sakin ol ya da çık git şuradan!" dedi.
"Senin için söylemesi kolay, benim arı sokmasına alerjim var!" diyen Kasım hızlı bir hareketle etrafında dönüp geriye kaçınca aniden ayağı kaydı ve dengesini sağlamak için kollarının havayı dövmesi, kendini düşmekten kurtarmasına yetmedi.
Nisan; hem bir şekilde çok kısa hem de bir şekilde çok hızlı geçen bir an boyunca Kasım'ın yere düşüşünü, en son noktada kafasını mutfağın girişini çevreleyen alçı sütuna "küt" diye vuruşunu çaresiz gözlerle izledi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.12k Okunma |
502 Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |