44. Bölüm

26. Bölüm (2. Kısım)

majdafan
majdafan

Nisan, "Aman Allah'ım!" diye bağırarak dizlerinin üstüne çöktü. "Kasım?.. Kasım! Kasım Bey!"

Cevap yoktu.

Yüzünü yan çevirip Kasım'ın yüzüne yaklaştırdı, sonra da bileğini kavradı.

"Oh, çok şükür!"

Nefes alış verişi ve nabzı normaldi.

"Vızzz!.."

Panikle, "Defol, git şuradan!" diye bağıran Nisan, Kasım'ın göğsüne yayılmış olan çiçekleri tezgahın en uzak köşesine doğru fırlattı. Bu koşullar altında kafa travmasının üstüne anafilaktik şok geçiren bir hastayla baş etmesi mümkün değildi.

Bir kez daha, "Kasım!" diye seslenmeden önce zaten sırt üstü yatan adamın dizlerini yukarı doğru büktü.

"Kasım!"

Adamın hareketsizliği karşısında geniş omuzlarını yakalayarak sarstı ama onun cüssesindeki bir adamı sarsmak kolay değildi. Bu yüzden, hiç düşünmeden, bacaklarını iki yana ayırıp Kasım'ın üstüne çıktı. Dizlerinden destek alarak baygın adamın omuzlarını bir kez daha sarstı.

"Kasım! Ben duyuyor musun? Kasım!.."

"Ne oluyor?" diyerek gözlerini açan Kasım, Nisan'ın 112'yi aramaktan vazgeçmesine neden oldu.

"Oh, çok şükür! Sonunda!"

Gözlerini kırpıştıran Kasım, Nisan'a anlamaya çalışır gibi baktı.

"Neden üstümdesin?"

Kalp masajı esnasında defalarca sedyenin üstüne çıkıp benzer pozisyonda hastalara müdahale ettiği için adamın ne demek istemediğini ilk başta anlamayan Nisan; rahatlamanın etkisiyle kendini neredeyse Kasım'ın kasıklarının üzerine bıraktığını fark ettiğinde alelacele dizinin birini, Kasım'ın gövdesinin üzerinden, diğerinin yanına çekmeye çalıştı ama o sırada Kasım da dirseklerinin üzerinde doğrulmaya çalıştığı için diz kapağı adamın çenesine çarptı.

"Ah!.."

Nisan korkunç bir utanç, endişe ve telaşla "Özür dilerim, çok özür dilerim!" diye çığlık attı. "İyi misin? Aman Allah'ım! N'olur iyi olduğunu söyle!"

"Sen beni öldürmeye mi çalışıyorsun?" diye homurdanan Kasım, doğrulup oturmak istedi ama ağzından çıkan yeni bir "Ah!"la kendini yeniden zemine bırakması bir oldu.

"Ne oldu? Sorun ne?"

Kasım, "Başım!" diye inledi. "Başıma çok pis sancı girdi." Eliyle kafasının arkasını yokladıktan sonra yüzünü buruşturdu. "Burada kocaman bir şişlik var!"

Duydukları yüzünden yutkunmakta güçlük çeken Nisan, "Tamam... Sakin olalım." dedi ve yattığı yerde gözleri kapalı, "Bunu bana mı yoksa kendine mi söylüyorsun?" diye soran Kasım'a herhangi bir cevap vermemek için dilini de ısırdı. Şiddetli düşmenin ardından baygınlık geçirmiş ve başında şişlik ve ağrıyla kendine gelmiş birini tersleyemezdi. Bulduğu ilk fırsatta onunla alay etmekten çekinmeyen ve her halinden acı çektiği belli olan lanet olası pisliğe, "Pekala... Şimdi şu doğrulma işini yavaşça yapacağız." dedi ve Kasım'ın kolundan tutarak ona yardımcı olmaya çalıştı.

"Hayır, hayır! Hemen ayağa kalkma! Önce seni bir muayene edeyim."

Kasım, buruşturduğu yüzünde tek gözünü açarak, "Doktorculuk mu oynayacağız?" diye sordu.

Nisan onun sataşmasına aldırmadan, "Bu bir oyun değil." derken Kasım'ın kafasının arkasındaki şişliği kontrol ediyordu. Gerçekten de fenaydı.

Bayılma, şişme, ağrı...

Endişesini yansıtmamaya çalışarak, "Bir saniye bekle!" dedi. Koşar adım portmantoya gidip bugün kullandığı şeker pembesi çantadan minik bir fener çıkardı.

"Bu biraz rahatsız edici olabilir." dediğinde ışığı Kasım'ın gözlerinin içine tutmaya başlamıştı.

"Sorun yok, istediğin kadar bakabilirsin tatlım."

Nisan, onun "tatlım" diyen dili kökünden kesmek istedi.

"Hımm..."

"Hımm?.. Hımm, ne demek?" diye sordu Kasım.

"Gözlerin tepki veriyor. Konuşmanda da sorun yok, yani en azından 'sen' düşünüldüğünde sorun yok."

"Ben düşünüldüğümde mi? Bu da ne demek?"

"Şimdi yavaşça ayağa kalkabiliriz. Hazır mısın?"

Nisan'ın hareketlerine uyarak ayağa kalkmayı başaran Kasım, "Soruma cevap vermedin!" dedi.

Nisan, onun ısrarını önemsemeden, "Uyku isteğin var mı?" diye sordu.

"Hayır."

"Başın dönüyor mu?"

"Hayır."

"Miden bulanıyor mu?"

"Merak ettiğin buysa hamile değilim."

Yüzünü buruşturan Nisan, "Merak ettiğim ağır bir kafa travması geçirip geçirmediğin." diye homurdandı.

"Ben iyiyim."

Onun ne dediğini umursamayan Nisan, "Kapıya kadar gidip gelir misin?" diye sordu.

"Ne işe yarayacak bilmiyorum ama tamam."

Nisan, erkeğin kapıya doğru yürüyüşünde herhangi bir dengesizlik görmese de "Bacakların nasıl?" diye sordu. "Güçsüzlük hissi var mı?"

Nisan'ın tam önüne geldiğinde duran Kasım, bir kez daha, "Ben iyiyim." dedi ama gözü tezgahın üzerindeki çiçeklere kaydığında suratı bembeyaz oldu. "Nerede o Allah'ın belası arı?"

"Hiçbir fikrim yok." diyen Nisan, tezgaha doğru yaklaştı ve arının çiçeklerden birinin nektarını aldığını gördü. Kasım'a dönüp sanki arı ne dediğini anlayacakmış gibi, "Burada" diye fısıldadı. "Ve lütfen yine zıplamaya başlama!"

İçgüdüsel bir tavırla birkaç adım geri kaçan Kasım homurdandı: "Söylemesi ne kolay!"

Usulca balkon kapısını açan Nisan, arıyı ürkütmeyecek kadar yavaş hareketlerle kocaman demeti kavradı ve daha da yavaş hareketlerle balkona doğru yanaştı. Çiçekleri bir çırpıda dışarı attıktan sonra balkon kapısını sımsıkı kapadı.

Kasım'a döndüğünde sırıtıyordu.

"Artık korkmana gerek yok, kurtulduk!"

Kasım, "Teşekkür ederim." dedi. "Ayrıca ondan korkmuyorum, iğnesinden korkuyorum! Enjektör yanımda olsa umurumda olmazdı ama değil. Eğer soksaydı yarım saat içinde öteki tarafı boylardım."

"Madem alerjin o kadar hızlı seyrediyor, enjektörünü her zaman yanında taşımalısın!"

"Taşıyordum zaten. Hatta arabada, evrak çantamda ve ceketimin cebinde de birer tane bulunduruyorum." Başını eğip kıyafetine baktı. "Bunları giyerken aklıma geldi ama nereye koyacağımı bilemedim. Doğrusunu istersen açık alanda olmayacağım için de umursamadım."

Nisan gözlerini devirdi.

"Açık alanda olsan da olmasan da kocaman bir demetle dolaştığının farkında değil misin? Üstelik mevsim yaza döndü."

"Haklısın. Bu bana ders olsun."

Konuyu daha fazla uzatmak istemeyen Nisan, "Seni alması için kimi arayacaksın?" diye sordu.

"Beni neden birinin alması gerekiyor?"

"Hastaneye gitmen lazım ve bunun birinin gözetimi altında olması gerekiyor."

"İyiyim ben. Hastaneye falan gitmeme gerek yok!"

Nisan sabırla, "Az önce kafanı çarptın ve bayıldın!" dedi. "Üstelik kafanın arkasında kocaman bir şişlik var. Başın da ağrıyor. Bu demektir ki hastaneye gitmen gerekiyor. Birtakım tetkikler yapılmalı!"

"Bir şey olmaz!.. Bu yaşa kadar kaç kez kafamı bir yerlere çarptığımı söylesem şaşarsın."

"Peki o çarpmalarının kaçında bayıldın?"

"Bayılmadım ama..."

Nisan sabırsızca, "Burada boşa vakit kaybediyoruz!" dedi. "Madem kimseyi çağırmıyorsun, seni hastaneye ben götüreceğim."

Kasım, huysuz çocuklar gibi, "Ben hastaneye falan gitmem!" diye inat etti.

Sabır diler gibi tavana bakan Nisan, en sonunda, "Tamam." dedi. "Gitme ama yine de seni alması için birini aramamız lazım."

"Biri, derken?"

"Annen, baban ya da varsa kardeşlerin?" Bıkkın bir tavırla, "Bu şehirde yaşayan herhangi bir dost ya da akraban!" diye sesini yükseltti Nisan.

"Annem olmaz çünkü etrafı telaşa verir. Babam da daha birkaç ay önce kalp krizi geçirdi, onun heyecanlanmasını istemem."

"Peki kardeş? Hiç kardeşin yok mu?"

"Ablamlar var ama onlar da yeterince meşguller. Böyle eften püften şeyler için onları aramak istemiyorum."

"Eften püften mi? Allah aşkına, ciddi bir kafa travması geçiriyor olabilirsin! Ve üstelik burada gerçekten boşa vakit kaybediyoruz!"

"Endişeni anlıyor ve takdir ediyorum ama gereksiz." diyen Kasım, kapıya doğru yürümeye başladı.

Koşarak onun önüne geçen Nisan, "Nereye gidiyorsun?" diye bağırdı.

"Arabama. Oradan da eve."

"Yalnız başına gidemezsin. Birinin yanında olması gerekiyor."

"Benimle eve gelmeyi mi teklif ediyorsun?"

Nisan bu sefer kendini tutamadı ve "Keşke kafanı çarptığında duyduğum 'küt' sesi, bu berbat tavrının değiştiğinin habercisi olsaydı." diye homurdandı.

"Ben de sana bayılıyorum tatlım!"

Onunla laf yarıştırma birinci önceliği olmadığı için, "Hakan Bey'i arasak?.." diye teklif etti Nisan.

Kasım, kaşının tekini alaycı bir ifadeyle kaldırdı.

"Hakan'ın şu anda aranmak istediğini hiç sanmıyorum."

Nisan tam, "Niye?" diye soracaktı ki aklı başına geldi. "Hay Allah! Bu akşam yemek yiyeceklerdi, öyle değil mi?"

Kasım, "Kesinlikle!" dedikten sonra elini uzatıp Nisan'ın omzuna koydu. "Bak. Her ne kadar düşmeden önceki tavrını düşündüğümde zor olsa da yine de endişeni anlıyorum ama ben iyiyim. O yüzden izin ver de evime gideyim."

Bir adım geriye giderek omzunu adamın elinden kurtaran Nisan, "Açıkçası riskleri biliyor olmasam nereye ya da nasıl gideceğin umurumda olmazdı." dedi. "Ama riskleri biliyorum. İşte bu yüzden en az birkaç saat seninle beraberiz."

"Anlamadım?"

"Madem hastaneye gitmiyorsun ya da bir yakınına haber vermiyorsun; o zaman seni ben gözleyeceğim."

"Senin tarafından gözlenme fikri hoşuma gidebilirdi." diyen Kasım, kendini, "Daha doğrusu giderdi." diyerek düzeltti; sonra da hınzırca ekledi: "Tabii başka koşullar altında olsaydık."

Başını iki yana sallayan Nisan, "Kusura bakma da bu berbat tabiatınla öyle bir şeyi rüyanda bile göremezsin!" dedi.

"Tabiatım farklı olsaydı hiç eğlenceli olmazdım ama."

"Bil, diye söylüyorum: Zaten hiç eğlenceli değilsin!"

"Hadi ama... Asansörde eğlendiğini inkar edemezsin!"

"Eğer eğlenmiş olsaydım sana gidip de sahte bir isim vermezdim, öyle değil mi?" diye taşı gediğine koyan Nisan, "Her neyse..." dedi. "Bu konuyu kapatalım. Karnın aç mı?"

Gözleri, masanın üzerindeki tabak çanakta dolaşan Kasım, "Bana yemek mi teklif ediyorsun?" diye sordu.

Yemekleri yeniden ısıtmaya başlayan Nisan, "Evet." dedi. "Hadi otur ama önce lütfen ayakkabılarını çıkar."

Kasım mahcup bir tavırla, "Bunun için üzgünüm." dedi.

"Boş ver!" diyen Nisan, Kasım'a da servis açtı.

Yemek esnasında pek konuşmadılar. Nisan, sessizlikte ara ara Kasım'a göz attı. Ya karnı çok açtı ya da ağzının içindeki tat alma reseptörlerinde bir sorun vardı çünkü Nisan'ın sırayla servis ettiği çorba ve köfte-patatesi silip süpürmüştü.

Kasım, en sonunda peçeteyle ağzını silip, "Yemek için teşekkür ederim." dedi "Sen mi yaptın?"

Nisan, sadece bir an kararsızlık yaşadı.

"Evet, ben yaptım."

"Ellerine sağlık."

Adamın dalga geçip geçmediğinden emin olmadığı için ona şüpheyle bakan Nisan, "Afiyet olsun." dedi. Sonra da oyalanmadan ayağa kalktı, tabakları üst üste koydu, tam kaldıracakken dayanamadı.

"Söylesene, nasıl oldu da hepsini yiyebildin?"

Kasım sırıttı.

"Biraz zor oldu ama kurt gibi açtım."

Nisan, dayanamayıp ufak bir kahkaha attı.

"Ben de bir an, 'Acaba daha iyi yemek yapmaya mı başladım?' diye düşündüm."

"Korkarım bu konuda çok ama çok çalışman gerekiyor." diyen Kasım, Nisan'ın itirazını umursamadan tabakları tezgahın üstüne koydu.

"Şimdi gidebilir miyim?

Nisan, Kasım'a kötü bir bakış attı.

"Gerçekten çok zor bir insansın biliyor musun?"

Kasım şaşırmıştı.

"Ben mi zorum?"

"Evet, sen!"

"Nasıl zor oluyormuşum?"

"Daha on gün bile olmadı, ofisinde bana yanaşmak için sırnaşıp duruyordun!"

Kasım, yüzünü kaplayan şeytansı bir gülümsemeyle, "Sana sırnaşmamı mı istiyorsun?" diye sordu. Öfkeyle, "Yürü git işine!" diye homurdanan Nisan'ı çıldırtmak pahasına, "Söylemen yeter tatlım!" diye ekledi.

Nisan, dişlerinin arasından, "Ben senin tatlın değilim!" diye tısladı. "Şimdi lütfen beni daha fazla zorlama ve içeri geç, otur. Hatta istersen uzan!"

"Ben uzanmak falan istemiyorum, eve gidiyorum!"

Kapıya doğru yönelen adamın önüne geçen Nisan, "Hiçbir yere gidemezsin!" dedi. "Daha birkaç saat buradasın!"

"İmkanı yok! Birkaç saatte ne kadar iş halledebileceğimi biliyor musun? Burada aylak aylak oturamam!"

"Çiçekleri sevinçle kabul etseydim otururdun ama!"

"Sevinç abartılı olabilir. Bir parça memnuniyet de işimi görebilirdi."

Başını iki yana sallayan Nisan, "Gerçekten çok hadsizsin!" dedi.

"Bunlar gerçekler." diyen Kasım, ayakkabılarını giymeye başladı. "Şimdi izninle!"

Nisan, erkeğin kararlı tavrı karşısında hışımla mutfağa döndü. Bir taraftan da "Bunu sen istedin!" diye homurdanıyordu.

Nisan'ın sesindeki tehditkar ton Kasım'ın hızla ona dönmesine neden oldu.

"Sen kimi arıyorsun?"

"Kimi olacak, tabii ki Gonca'yı! Arkadaşın en azından durumundan haberdar olsun!"

Nisan'a doğru yürüyen Kasım, "Ver şu telefonu bana!" dedi.

"Pardon?.. Sen kim oluyorsun da bana emir verebiliyorsun?"

"Gonca'yı aramayacaksın! Gecelerini mahvetmeyeceksin!"

"O zaman sen de oturduğun yerde oturacaksın!"

Kasım kollarını göğsünün üstünde kavuşturdu.

"Bir de beni sırnaşmakla suçluyorsun!"

Küçümsercesine dudağını büken Nisan, "Sanki yüzüne çok meraklıydım! Benim evimde ve belki de benim yüzümden düşmüş olmasan umurumda olur muydun sanıyorsun?" dedikten sonra bulaşık makinesini açtı.

Bir çırpıda makinenin diğer tarafına, Nisan'ın karşısına, geçen Kasım, "Dur bir dakika, dur bir dakika!" dedi. "Nasıl senin yüzünden oluyormuş?"

Onun yüzüne hiç bakmadan bulaşıkları dizen Nisan, "Belki, dedim. Duymadın mı?" diye karşılık verdi.

"Tamam, belki. Ama ben yine de 'belki' senin yüzünden nasıl düşmüş olabileceğimi öğrenmek istiyorum."

Nisan, sonunda pes edip Kasım'ın meraklı suratına baktı.

"Sen gelmeden önce yere kahve dökülmüştü, onu ıslak mendille sildim."

Kasım; açıklaması yeterliymiş gibi yeniden işine dönen Nisan'ı, "Yani?" diyerek konuşmaya zorladı.

"Yani o sildiğim yere basıp kaymış olabilirsin çünkü ıslak mendille silindiğinde yer kayganlaşıyor."

"Yani düşmeme sen sebep oldun."

"Düşmenin sebebi kendinsin! Belki biraz da arı!"

"İyi de ıslak mendil yüzünden de kaymış olabilirim."

"Ayağında ayakkabı vardı. Islak mendilin ayakkabının kaymasına neden olup olmadığını bilmiyorum."

"Ama bu da bir ihtimal!"

"Ahgg!.. Yeter! Velev ki öyle, ne olacak? Beni dava mı edeceksin?"

Kasım, "Alında olabilir..." diye başlamıştı ki elini aniden alnına götürdü.

Nisan telaşla, "Ne oldu?" diye sordu.

"Ağrı. Böyle birden vurdu."

Nisan, neredeyse yalvarırcasına, "Lütfen içeri geçer misin? Lütfen!" dedi.

"Pes etmeyeceksin öyle değil mi?"

"Hayır."

"Peki o zaman." diyen Kasım, mutfakla iç içe sayılabilecek minik oturma odasına geçti.

"Rahatına bak! İstersen televizyonu açabilirsin."

"Böyle iyi, sağ ol."

Nisan, alelacele bulaşık makinesini çalıştırdıktan sonra hem masanın hem de tezgahın üstünü silip Kasım'ın yanına gitti. Adamın uykuya dalmasından ölesiye korkuyordu.

"Neden ışığı açmadın?"

"Böyle i..."

Kasım, gözlerinin içini yakan ışıkla başını tuttu.

"Böyle iyiydi!"

"Olabilir ama uyumaman gerekiyor." diyen Nisan köşe grubun uzun koltuğuna yayılmış olan Kasım'ın karşısına geçti.

"Kendini nasıl hissediyorsun?"

"Defalarca söylediğim gibi, 'Ben iyi-yim!'"

"Tamam, madem iyisin; o zaman ben de işime bakayım." diyen Nisan, köşe grubun Kasım'dan en uzak yerine oturdu ve ayaklarını altına aldı.

"Benim de birkaç telefon görüşmesi yapmam gerekiyor."

Onun ayağa kalkmaya niyet ettiğini gören Nisan, "Burada konuşabilirsin, ben rahatsız olmam." dedi.

"Emin misin?"

"Hem de gayet."

Kasım'ın telefon görüşmeleri bir saatten fazla sürdü. Zaman zaman konuşmasına kulak kabartan Nisan; onun pratik, becerikli ve iş bitirici bir yaklaşımla sorunları çözdüğünü fark etmişti. Pratik, becerikli ve iş bitirici olmak, Nisan'ın takdir ettiği özelliklerdi ama Nisan, Kasım Koçoğlu'na ait herhangi bir şeyi takdir etmek istemediği için hepsini görmezlikten gelmeyi tercih etti ve tüm dikkatini önündeki kağıtlara verdi.

Artık kimseyi aramasa da sessizce telefonuna bakmaya devam eden Kasım, gözlerini telefonunun ekranından ayırmasa da Nisan'ın ona yönelttiği kaçamak bakışların farkında olduğunu, "Merak etme, uyumayacağım." diyerek belli etmiş oldu.

Nisan, yakalandığı için zerre kadar utanmadan, "Bundan emin olamazsın." diye cevap verdi.

Kasım, gözlerini Nisan'a dikti. Onun yeni bir tartışmaya niyet ettiğini düşünen Nisan; çenesiyle işaret ederek, "O kağıtlarda ne var?" diye sorması karşısında şaşırdı. "İki saattir onları okuyup sonra karşı duvara bakıp mırıldanıyorsun."

"Rolümü ezberlemeye çalışıyorum."

Kasım kaşını kaldırdı.

"Rol?"

"Darüşşifa Grubu'nun çocuk tiyatrosunda oynuyorum."

"Yani oyuncu musun?"

Nisan güldü.

"Profesyonel olarak değil tabii ama evet."

"Diğer oyuncular da senin gibi mi? Yani doktor?"

"Doktor, hemşire, hasta bakıcı, ATT... İsteyen herkes oynayabiliyor."

"Peki, rolü neye göre dağıtıyorsunuz?"

"İsteğe göre. Gerçi bazen istemediğimiz rolleri de aldığımız oluyor."

Kasım ilgiyle, "İstemediğin rolü de oynadığına göre bu işi seviyor olmalısın." diye fikir yürüttü.

"Çocukları güldürmeyi seviyorum. Çocuklar hep gülmeli, gülerek büyümeli."

Kasım tereddüt ederek, "Sanırım... Sanırım sen pek öyle büyümedin." diye tahminde bulundu.

Nisan omzunu silkti.

"Hayatta her şey dört dörtlük olamaz öyle değil mi?" dedikten sonra yeniden elindeki kağıtlara döndü. Henüz bir dakika bile geçmemişti ki Kasım, "Yardım edebilirim." dedi.

Nisan, başını kaldırıp kendi evindeymişçesine koltuğa rahatça uzanan adama baktı.

"Anlamadım?"

"Ezberlemene yardım edebilirim. Böylece daha hızlı ilerlersin."

"Neden bunu yapasın ki?"

"Neden son iki saatini bana göz kulak olarak harcayasın ki?"

"Aynı şey değil."

"Pek farklı da değil. Burada öyle aylak aylak oturamam, en azından bir işe yarayayım."

Nisan, kararsızlıkla baktığı birkaç saniyenin ardından kağıtları Kasım'a uzattı.

"Sıkılırsan söyle."

"Hiçbir şey anayasa kadar sıkıcı olamaz. Yani sıkılmamı boşa bekleme."

"Yine de istediğin an bırakabilirsin ya da ara verebiliriz."

Yarım saat sonra, bırakmayı isteyen Nisan oldu. Karnını tutarak gülerken, "Yeter!" dedi. "Da-Daha fazla de-devam edemeyeceğim!"

"Neden ama?" diye soran Kasım'ın da gözlerinin içi gülüyordu.

"Karakterleri onlara uygun olmayan şekillerde konuşturuyorsun!"

"Sen de bu yüzden repliklerini asla unutmayacaksın!"

"Nasıl olacakmış o?"

"Görürsün." diyen Kasım'ın ısrarıyla metnin üstünden birkaç kez daha geçtikten sonra, Nisan onun haklı olduğuna karar verdi. Gerçekten de diğer oyunculara ait replikleri garip biçimlerde seslendirmesi, Nisan'ın kendi cümlelerinin aklında daha kolay tutmasına neden olmuştu.

Onun kağıtları toplayıp bir kenara koyduğunu gören Kasım, "Bu kadar mı?" diye sordu. "Daha çalışmayacak mıyız?"

"Bu akşamlık bu kadar yeter bence. Yardımın için teşekkür ederim."

Göz kırpan Kasım, "Rica ederim tatlım." dedi.

Nisan, bir kez daha, "Ben senin 'tatlın değilim!" diyecekti ki bunun boşa bir çaba olacağını düşünerek vazgeçti. Onun yerine, "Başın nasıl?" diye sordu.

Kasım'ın eli kendiliğinden başının arkasını yokladı.

"Ağrı pek yok ama buradaki şişlik devasa!"

Nisan hemen ayaklandı.

"Dur bir bakayım!"

Ellerini şişliğin üzerinde gezdiren Nisan, "Çok acıyor mu?" diye sordu.

"Biraz."

"Gerçekten fena şişmiş."

Kasım'ın sessiz kalıp burnundan peş peşe hızlı nefesler alması üzerine hızla geri çekilen Nisan'ın gözleri şüpheyle kısıldı.

"Sen az önce beni mi kokladın?"

Kasım'ın yaptığından hiç utanmadığı, "Bergamot, şeftali ve yasemin." demesinden belli oldu. "En sevdiklerim!"

Kollarını göğsünün üstünde kavuşturan Nisan, "Gerçekten hadsizsin! Daha da kötüsü arsızsın!" dedi.

Kasım sırıttı.

"Benim suçum yok! Üzerime eğilmiştin, ben de kokladım."

Nisan, gözlerini tavana dikip başını iki yana salladı.

"Gerçekten inanılmaz birisin! Ayrıca nasıl oluyor da kullandığım şampuanın içeriğini tam olarak bilebilirsin?"

"Üniversitedeyken kadın kokularını kendime iş edinmiştim."

"Nasıl yani? Parfüm mü sattın?"

Kocaman bir kahkaha patlatan Kasım, "Hayır, hayır! Yanlış anladın." diye karşılık verdi. "Kızların kullandıkları parfümlerin kokularını tam olarak tahmin ettiğimde ne kadar etkilendiklerini bilemezsin."

Ağzı açık kalan Nisan, "Yani hovardalığına hizmet etmesi için mi neyin nasıl koktuğunu öğrendin?" diye sordu.

Kasım pişkince, "Çok işime yaradı ama!" dedi. "Bak, seni bile etkiledi."

"Ya!.. Ne demezsin! Eridim, bittim!"

Kasım, az önceki tavrından uzak bir ciddiyetle, oturduğu yerde toparlandı ve "Seni yemeğe çıkarmak istiyorum." dedi.

Konunun birdenbire değişmesi ve kişiselleşmesi karşısında bocalayan Nisan, başını iki yana salladı.

"Sadece yemek." diye ısrar etti Kasım. "Herhangi bir baskı yok."

"Benimle flört etmeyeceğini mi söylüyorsun?"

"Öyle bir şey söylemiyorum çünkü sana ilgi duyuyorum. Demek istediğim sonrası için üzerinde baskı kurmayacağım. Sadece bir yemek ve istemiyorsun bir daha benimle herhangi bir şey yapmak zorunda değilsin."

"Neden ısrar ediyorsun?"

Gözlerini beğeniyle Nisan'ın üstünde dolaştıran Kasım, "Neden ısrar etmeyeyim?" diye sordu. "Sadece tek bir yemek bile olsa senin gibi güzel bir kadınla olduğunda lezzeti bin kat artacaktır."

Nisan'ın dudağının kenarında bir gülümsemenin izleri oynaştı.

"Ağzın iyi laf yapıyor değil mi?"

Kasım, ağzının daha neler yapabileceğiyle ilgili aklına gelen cümleyi kurmadı. Bu sarışın fıstıkla böyle yol alamayacağı gün gibi ortadaydı. Hafifçe sırıttı.

"Öyle söylerler."

"Tamam." dedi Nisan. "Sanırım bir yemekten bir şey çıkmaz."

Kasım'ın sırıtışı genişledi.

"İnan bana tatlım, kararından pişman olmayacaksın."

Yüzünü buruşturan Nisan, "Sadece 'tatlım' bile pişman olmama yetebilir." dedi.

Kasım tam bir şey söyleyecekti ki telefonu çaldı. Önce saatine sonra telefona baktı.

"Hayırdır inşallah!"

Onun tepkisi karşısında Nisan, "Kim arıyor?" diye sordu. Kasım'ın "Efendim Savaş?" demesiyle de sorusunun yanıtını almış oldu.

Kasım, "Ne zaman?" diye sorarken koltuktan fırladığında Nisan'ın yüreği ağzına geldi. Tam o sırada kendi telefonu da çalınca kalbi çılgın bir ritim tutturdu ve ekranda Hatice sultanın adını görünce aklına gelen ihtimallerle gözleri doldu. Telefonu açar açmaz, titreyen sesiyle, "Hatice teyze, bir şey mi oldu? Gonca iyi mi?" diye peş peşe sordu.

"Ah, yavrum! Sakin ol, Gonca iyi. Bil diye arıyorum, Gonca hastanede ve..."

"Hasta mı?"

"Çocuğum Gonca iyi. Hakan Bey'in..."

"Hakan Bey'e mi bir şey olmuş?"

"Hakan iyi, hasta olan Güliz teyze." diyen Kasım'a dönerken hissettiği rahatlamadan ötürü hiç utanç duymayan Nisan, "O da kim Nisan?" diye soran Hatice Hanım'a, "Kasım, yani Kasım Bey, Hatice Teyze." diye karşılık verdi.

"Kasım'ın bu saatte orada ne işi var?"

Hatice Hanım'ın sesindeki koruyucu olduğu kadar eleştirel anne tınısı karşısında, "Sonra anlatırım Hatice teyze, uzun hikaye." dedi. "Şimdi sen bana ne olduğunu anlat!"

"Hakan Bey'in annesini hastaneye kaldırmışlar. Neyi olduğunu tam olarak bilmiyorum. Mert'in yarın okulu var, onu bırakamam. Belki sen Gonca'nın yanında olmak istersin diye düşündüm. Ben çıkamıyorum ya. Zaten Gonca da gelmemizi istemedi. Beklemekten başka yapılabilecek bir şey yokmuş."

"Haber verdiğin iyi oldu Hatice teyze, ben şimdi Gonca'nın yanına geçiyorum."

"Tamam evladım." diyen Hatice Hanım son anda, "Nisan..." dese de kararsızlıkla sustu.

"Bir şey mi diyecektin sultanım?"

"Sadece... Sadece kendine dikkat et. Üzülmeni istemiyorum. Seni kimsenin üzmesini istemiyorum."

"Canımın içi Hatice teyzem. Sen merak etme!" diyen Nisan, Kasım'ın gözlerinin içine bakarak, "Kimse beni üzemez!" dedi.

"Öptüm yavrum, iyi geceler."

"İyi geceler..."

Görüşmesi biter bitmez Kasım, "Sanırım son laf banaydı." dedi.

Nisan, Kasım'ı cevapsız bıraktı.

"Ben üstüme bir şeyler giyeyim."

Başıyla onaylayan Kasım, "Lavaboyu gösterebilir misin?" diye sordu.

"Tabii!"

Nisan, banyonun kapısının önünde, "Ne olmuş peki?" diye sordu.

"Bilmiyorum." diyen Kasım sıkıntıyla ekledi: "Sanırım kalple ilgili bir şey. En azından Savaş öyle söyledi." Ellerini bileklerine doğru gözlerinin üstüne bastıran Kasım, "Off!.." diye inledi. "Önce babam, şimdi de Güliz teyze!"

Gonca'ya ya da Mert'e bir şey olmadığını öğrendiği için rahatlayan ve mantıklı düşünmeye başlayan Nisan, "Henüz detayları bilmiyoruz." dedi. "Karamsarlığa gerek yok. Sen şimdi lavaboya git, ben de giyineyim; sonra da çıkarız."

"Senin gelmene gerek yok!"

"Gonca'nın yanında olmam lazım." diyen Nisan sordu: "Hangi hastanedelermiş?"

Bir devlet hastanesinin adını söyleyen Kasım'a, "Hızlı davranırsak yarım saate orada oluruz." dedi.

Banyoya giren Kasım, sırtını sımsıkı örttüğü kapıya yaslayarak gözlerini yumdu. Tek istediği bir an önce Hakan'ın yanında olmaktı ama nasıl hissettirdiğini bildiği için Hakan'ın yerinde olmayı asla istemezdi.

Kendini, "Hadi o zaman! Burada daha fazla oyalanamazsın!" diye uyardı ve işlerini bitirip bir an önce yola çıkmak için harekete geçti.

 

   

 

 

 

Bölüm : 09.09.2025 18:46 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...