
İsabella, aynadaki aksine bakıyor; ne bir haftadır çoğunlukla ağladığı için kızarmış, yaşama dair arzusunu kaybetmiş gözlerini ne de uykusuzluğun etkisiyle iyice mora çalmış göz altlarını görüyordu. Çökmüş yanaklarının yüzünü daha ince; toplamaya bile çalışmadığı saçlarının tenini daha solgun gösterdiğindense habersizdi. Bomboş bakışları, aynanın soluk donukluğuyla aynı kaderi paylaşıyordu. Uzun kirpiklerinin ansızın titreşmesine neden olan aşağıdan gelen beklenmedik kapı sesiydi.
Kollarını pamuklu geceliğinin üstünden bedenine sararak pencereye doğru yürüdü. Kararmak üzere olan sokağın kör aydınlığında uzun boylu bir adamla adamın devasa cüssesinin daha da minyon gösterdiği kadının silikleşen siluetlerini izledi. Kadın; sık sık başını arkaya çevirip sanki görebilecekmiş gibi İsabella'nın durduğu pencereye bakıyordu.
Yüzünde beliren acı gülümsemeyle yoğunlaşan duyguları yüzünden İsabella'nın sesi titrek bir çığlık gibi yükseldi: "Mathilda! Tatlı Mathilda'm!"
Bir haftadır bir rüyayı, daha çok da kabusu yaşıyormuş hissiyle dolaşsa da Mathilda'nın tedirginliğinin, üzüntüsünün, daha da ötesi korkusunun farkındaydı. Arkadaşının hissettiklerinin sebebi İsabella'nın ta kendisiydi ve İsabella bunu çok iyi biliyordu. Ne var ki Mathilda'yı, "Merak etme!" diye teselli edecek kadar bile konuşmak istemediği gibi ona, "Düzeleceğim." diye umut verecek kadar da içinde "umut"a dair bir his taşımıyordu. Yüreğinin olduğu yerde oluşan kocaman boşluk, tamamıyla hiçlikten ibaretti.
Eli, çiçekli perdenin ipini kavrayıp çekti. Yayılarak pencereyi kapatan ağır kumaş, İsabella'yı sadece şöminenin ateşiyle aydınlanan karanlığa hapsetti. Samuel'in kenara özenle dizdiği odun yığınından birkaç parça alıp ateşin içine attı ve sonra metal koruyucuyu şöminenin önüne yerleştirdi. Doğrulurken ellerini birbirine vurarak avuç içlerine yapışmış ince tozları temizledi.
Sebastian, tam da o sırada odanın kapısında belirdi ve alevlerin pamuklu kumaşı yok sayan aydınlığında İsabella'nın uzun bacaklarını, kalçalarının yuvarlak kıvrımlarını görür görmez kendini çarpılmış gibi hissetti. Bu beklenmedik manzara içini yakıp kavurdu, o kadar ki ileri doğru sessizce bir adım attığının farkına ancak o adımı attıktan sonra varabildi.
Dişlerini sıkarak gözlerini kapattı. Buraya böyle bir amaçla gelmemişti. Buraya İsabella'yla konuşmak, davranışlarının nedenlerini açıklamasını istemek için gelmişti. Ama evet, çektirdikleri için saçlarına yapışıp İsabella'yı bir güzel öpmeyi de planlamıştı ama şu anda içini kaplayan yoğun arzunun yanında "öpüşmek" son derece sıradan bir eylem olarak kalmıştı.
Gözlerini hiç istemeyerek araladığında, kendisinin günlerdir içinde kaybolduğu bilinmezliğe karşın İsabella'nın bu kadar güzel görünmesinin haksızlık olduğunu düşündü. Belinin çok aşağılarına inen saçlarının bu kadar parlak görünmesi haksızlıktı! Hele ona bu kadar kızgınken onu bu kadar istemek... İşte bu, en büyük haksızlıktı!
"Lanet olsun!" diye düşündü. Çıldırmak üzere olan bir adamın ruh haline sahip olduğunun farkındaydı. Kahrolası kadınlar hayatını cehenneme çevirmişti: Düşes, Elizabeth ve tabii İsabella!
Sebastian, tam bir haftadır annesiyle konuşmaya çalışıyor fakat bunu bir türlü başaramıyordu. İlk birkaç gün kadının özel hizmetçisi tarafından Sebastian'a ekselanslarının ya uyuduğu ya başının ağrıdığı ya da banyo yaptığı iletilmişti. Sonrasında da düşes soğuk algınlığı yüzünden yatağa düşmüş ve ziyaretçi kabul etmemişti. Yine de Sebastian dün şansını yeniden denemiş, bu kez haber vermeden düşesin konağın ona ayrılmış bölümünün kapısına dayanmıştı.
Evin efendisini karşısında gören hizmetçi kadının açıkça eli ayağı birbirine dolanmıştı. Telaşla ağzının içinde bir şeyler gevelemiş ama yaşlı düşesin ekselansları dükü neden kabul edemeyeceğiyle ilgili geçerli bir mazeret bulmayı başaramamıştı. Hanımına ziyaretçisi olduğunu haber vermek için izin istemiş ve bir dakika bile geçmeden kapalı kapının ardında düşesin kızgın sesi yükselmişti: "Sana kimseyi görmek istemediğimi söylemedim mi?"
Sebastian, daha fazla beklemeye gerek duymadan harekete geçmiş; usulen tıklattığı kapıyı açmış ve düşesin onun cüretkarlığına inanamıyormuşçasına büyüyen gözlerini görmezden gelmişti. Doğrudan konuya girmek için, "Fazla vaktinizi almayacağım, sadece..." diye başladığında ise düşes ani bir öksürük krizine yakalanmıştı. Yaşlı kadın, Sebastian'ın pes ettiği beş dakikanın sonuna kadar da öksürmeye devam etmişti.
Sebastian pes etse de pes etmeyen biri vardı: Elizabeth!
Kızı her seferinde, "Büyükannemle konuşabildin mi?" sorusuna, "Hayır!" yanıtını almasına rağmen, ısrarla aynı soruyu sormaya devam etmişti. Gerçi o da iki gündür taktik değiştirmiş, büyükannesiyle Madam Mercier arasında ne geçtiğini öğrenmenin yeni bir yolu daha olduğuna karar vermişti: Madam'a sormak. Üstelik, mümkünse, bu işi kendi yapmak istiyor; en mantıklı olanın bu olduğu konusunda babasına ikna cümleleri kurup duruyordu.
Bugün artık Elizabeth'in ısrarından sıkılan Sebastian, çocukluğundan beri ilk kez ona sesini ciddi manada yükseltmiş ve kızının aniden ağzını sımsıkı kapatıp arkasını dönmesine ve koşar adım çalışma odasını terk etmesine neden olmuştu. Sebastian; onu mantıksız bir öfkeyle kırdığı için boş odada, "Seni ahmak!" diye kendini azarlamıştı.
Güya, bir düktü. Daha evindeki, biri henüz yetişkin olmayan, iki kadını idare edemeyen bir adam nasıl dük olabilirdi? Kendini, ünvanının ve onun getirdiği sorumlulukların son bir haftadır bu kadınlarla yaşadıklarından çok daha kolay olduğuna inandırarak teselli etmişti.
Hayatını herkesten çok karmakarışık eden kadın ise tam da şu anda kollarını göğsünün üstünde kavuşturmuş, önündeki ateşi izliyordu. Sebastian, İsabella'ya arzu dolu gözlerle baktığını biliyordu. Onu hayatına girmiş diğer kadınlardan daha fazla arzularken başka türlü bakması zaten mümkün değildi. Geçen hafta boyunca tatlı kokusunu, sıcak ve yumuşak vücudunu sanki hala kollarının arasındaymışçasına hissetmediği tek bir an olmamıştı ama böyle hissetmemek için çabalamıştı, çok çabalamıştı. Kendini onu düşünmekten men etmeye bile çalışmıştı çünkü İsabella'yla ilgili her şey bu kadar belirsizken ona kapılıp gitmek hiç akıllıca olmazdı.
Zihnini, "Çok geç!" diye kemirip duran sesi duymazlıktan gelmeye çalışıyor, tüm içtenliğiyle Lawson'ın İsabella'yla ilgili olumsuz bir şey öğrenmemiş olması için Tanrı'ya dua ediyordu.
İsabella'nın hafifçe kımıldaması, bir eliyle yüzüne doğru düşen saçını kulağının arkasına atması; Sebastian'ı çetrefilli düşüncelerinin içinden çekip aldı. Aynı zamanda hiç hoş olmayan bir gerçeği fark etmesini de sağladı: Warwall Dükü Sebastian St. James; yabancısı olduğu bir evin kapı aralığında, sadece şöminenin aydınlattığı karanlık bir odadaki kadını onun haberi olmadan izliyordu. Bu, centilmence olmaması bir yana Sebastian'ın hiçbir koşulda kendine yakıştırabileceği bir hareket değildi. Hemen, arabadan inerken yanına aldığı; altından aslan figürünün başlığını süslediği bastonunu seri hareketlerle kapıya vurdu.
Hızla başını çeviren İsabella, "Kim var orada?" diye sordu. Tizleşen sesindeki korku tınısı Sebastian'ın, "Lanet olsun!" diye fısıldamasına neden oldu. Kapının dibinde karanlığın bir parçası gibi dikildiğini unutmuştu. İçeri doğru adım atarken İsabella'yı daha fazla korkutmayacağını umduğu bir sesle, "Benim, Sebastian." dedi ve şöminenin aydınlığında kadının gözlerinin kocaman olduğunu gördü.
"Sebastian?.."
"Evet, benim."
İsabella'ya birkaç adım daha yaklaşan Sebastian, gözlerini kadının vücut hatlarından olabildiğince uzak tutmaya çalıştı. Hatta güzel yüzünden aşağı hiç indirmemeye ve...
"İsabella!"
Sesinde hissettiği kaygının yansıması vardı. Kendine engel olamadan soluğu kadının burnunun dibinde aldı. O sırada elindeki bastonu gelişigüzel bir tarafa bırakıvermişti.
"Tanrı'm! İsabella, sana ne oldu böyle?"
Az önce gizlice seyrettiği bedenin kusursuzluğuyla çelişen zarif yüzü iki elinin arasına aldı. Daha iyi görmek için kadının başını sağa-sola çevirdi ve hatlarına yansıyan çöküntü karşısında inledi: "İsabella! Tatlım, ne oldu? Yine mi hastalandın?"
Soylu adamın sesindeki içten kaygı; İsabella'nın içinde bir yerlere, derinde bir yerlere dokundu. Ağlamamak için alt dudağına dişlerini geçirdi ve gözlerini sımsıkı yumdu. "Beni korkutuyorsun! Lütfen ne olduğunu söyler misin?" diye soran adama başını iki yana sallayarak karşılık verdi. Bir taraftan da yutkunmasını bile zorlaştıran duygularının yoğunluğuna rağmen onun buraya neden gelmiş olabileceğini düşünüyordu. Annesinden gerçekleri öğrendikten sonra geçen bir haftayı sinirlerinin yatışması için mi beklemişti? Aşığıyla kaçan karısına cezasını kendi elleriyle mi verecekti?
Ama, ama elleri... Yanaklarında tüy hafifliğiyle gezen elleri; hiç de öfkeli, intikam peşinde gezen adamlara özgü hoyratlığına sahip değildi. Aksine özenli, yürek burkacak kadar şefkatliydi. Yine de İsabella, "Yanılırım." korkusuyla gözlerini açıp da ona bakmaya cesaret edemedi.
Sebastian, bakışlarını İsabella'nın yüzünde defalarca gezdirip her bir ayrıntıyı zihnine not etti. Parmakları; bir haftadır devamlı çatılmaya alışmış gibi görünen kaşlarının kavisinde, çökmüş avurtlarında, şimdi bile gerginliğinin izlerini okuduğu sıkılmış çenesinde gezindi. Simsiyah kirpiklerle örtülü mavi gözlerin açılmasını sabırsızlıkla beklerken, "Bir şey olmuş!" diye düşündü. "Çok önemli bir şey!"
Sabırsızca, "İsabella!" diye seslendi. "İsabella, lütfen bana bakar mısın?"
İsabella'nın gözlerini hiç istemeyerek açtığı o kadar belliydi ki! Ve Sebastian'ın gözlerine de aynı isteksizlikle baktı, hatta korkuyla!
Sebastian, yeniden, "İsabella, ne oldu sana?" diye sordu. "Sakın bir şey olmadığını söyleme!"
İsabella, bir anlığına, "Evet, bir şey oldu ve bunu bana annen yaptı! Dolaylı olarak da sen!" diyerek onun üzerine atılmak, çılgınca bir öfkeyle suratını tokatlamak istedi ama elbette böyle bir şey yapmadı. Zaten... Zaten ne anlamı olurdu ki?
Yavaşça bir adım, sonra bir adım daha geriye gidip adamın etki alanından uzaklaşmayı denedi. İçinde bulundukları durumun uygunsuzluğunu da o anda fark etti. Üzerinde pamuklu, beyaz bir gecelik vardı ve bu haliyle Warwall Dükü'nün karşısında duruyordu. Geceliğin yeterince uzun, yeterince kapalı olması önemli değildi.
Adama sırtını dönüp pencerenin önündeki sandalyeye bıraktığı tavus kuşu deseniyle süslü sabahlığa uzandı. Bu saf ipek kumaş, İsabella'nın hayattaki tek şımarıklığıydı. Kuşağı ince belinin etrafına sıkıca sardıktan sonra derin bir nefes aldı ve davetsiz misafirine döndü.
"Ekselansları..." dedi temkinli, bir o kadar da mesafeli bir tavırla. Bir haftadır hemen hiç konuşmadığı için sesi hafif tırtıklı çıkmıştı. "Burada ne işiniz olduğunu ve içeri nasıl girdiğinizi bilmiyorum ama..."
"Bekçi köpeğin sayesinde."
Adamın sözlerini son derece anlamsız bulan İsabella, yanlış anlamış olabileceğini düşünerek, "Bekçi köpeği mi?" diye sordu.
Dük güldü.
"Korumasıyla dışarı çıkıyordu ki karşılaştık. İlk başta yukarı çıkmama izin vermedi, yani beni epey uğraştırdı."
"Neden bahsettiğinizi..." diye başlayan İsabella'nın gözleri önce büyüdü, sonra öfkeyle küçüldü.
"Ona bekçi köpeği diyemezsiniz!"
Sebastian kaşlarını kaldırdı.
"Yazık! Oysa bekçi köpeğinden daha sadık, daha inatçı ve kesinlikle daha gürültücüydü!"
İsabella gergin bir biçimde, "Sanırım bunu eğlenceli buluyorsunuz." dedi. "Alt tabaka sizi eğlendiriyor mu ekselansları?"
Dükün, yüzündeki alaycı gülümseme birdenbire yok oldu.
"Size ne zaman "alt tabaka" muamelesi yaptım Madam?"
"Burada benden değil, Mathilda'dan bahsediyoruz!"
"Öyle bile olsa ben bir fark göremiyorum. Siz arkadaş ve ortaksınız. Ben sadece Bayan Mathilda'yla ilgili basit bir benzetme yaptım. Kendisi benim kim olduğumu zerre kadar umursamadan buraya geliş nedenimi cesurca sorguladı. Böyle bir kadına ancak saygı duyabilirim."
Bayan Mathilda'yı tam da yanındaki devle dışarı çıkmak üzereyken kapı önünde yakalamıştı. Kadın; Sebastian'ı görmekten hiç hoşlanmamış, üstelik hoşnutsuzluğunu gizlemeye de çalışmamıştı. Karşısındakinin bir dük, üstelik Warwall Dükü, olmasına karşı umursamaz tavrı; Sebastian'ın gülmek istemesine neden olmuştu. Elbette gülmemiş, lafı hiç dolandırmadan İsabella'yı görmek istediğini söylemişti ve o andan itibaren oraya neden geldiği ve geliş amacı sorgulanmaya başlamıştı. Sebastian, birkaç dakika boyunca kendisine sorulan soruları geçiştirmişti. Buna rağmen Bayan Mathilda, Sebastian'ın bilmediği bir nedenle onu içeri almış ve üst kata çıkmasına izin vermişti. Tabii bunu bir lütuf bağışlar gibi yapmayı ihmal etmemişti.
O zamana kadar ağzından tek bir kelime bile çıkmamış olan koca yapılı adam, Sebastian merdivenlere doğru yürümeden hemen önce, "Bundan emin misin tatlım?" diye sormuştu Bayan Mathilda'ya. "İzzy istemeyebilir."
Sebastian, "İzzy"nin İsabella olduğunu tahmin etmiş ve birinin ismini kısaltmayı gereksiz bir samimiyet belirtisi olarak gördüğü için adama yeni bir dikkatle bakmıştı.
Bayan Mathilda omzunu silkip, "Daha kötü ne olabilir ki Sam?" dese de uyarı dolu gözlerini yeniden Sebastian'a çevirmekten çekinmemişti.
"Lütfen, onu daha fazla üzmeyin!"
Onu tam olarak ne şekilde üzmüş olabileceğini çözemeyen Sebastian, yine de başını söz verircesine eğmişti.
"Bu durumda nasıl oldu da Mathilda'yı ikna etmeyi başardınız?"
Sebastian, İsabella'ya bunun hiç de kolay olmadığını söylemektense omzunu silkip, "Ben bir düküm İsabella!" demeyi tercih etti.
"Yani her isteğinizin yerine getirilmesine alışkınsınız."
Kadının alaycı üslubuna, "Kesinlikle!" diye yanıt verdi. Tepeden bakan tavrı karşısında kadının büyüyen gözleri büyük bir tatmin yaşamasına neden oldu. "İsteklerim yerine gelmediğinde ne kadar acımasız olabileceğimi tahmin dahi edemezsin!"
"Ne-Ne demek istiyorsunuz?"
"Bence ne demek istediğimi çok iyi anladın." diyen Sebastian, sordu: "Gönderdiğim pusulayı almadınız mı Madam?"
Sebastian, İsabella'ya dört gün önce bir not göndermiş ve onu Warwall Konağı'na çağırmıştı. Üstelik bu sefer notun altını kendi imzalamıştı. İsabella, ne o gün ne de sonraki günlerde konağa gelmediği gibi herhangi bir yanıtla karşılık da vermemişti. Sebastian, onun hangi gerekçelerle böyle davrandığını bilmiyordu ama buraya gelme nedenlerinden biri de o gerekçeleri öğrenmekti. Bu yüzden İsabella gözlerini kaçırdığında, "Aldın tabii! Aldın ve itaat etmedin!" diyerek onun üstüne gitmekten çekinmedi. "Neden?"
İsabella'nın çenesi gururla havaya kalktı.
"Ben sizin tebaanız değilim ekselansları!"
Sinirlerini zıplatan bu sözler Sebastian'ın şiddetle, "Ama olacaksın!" demesine neden oldu. Duydukları karşısında İsabella'nın gözleri irileşti ama bu, Sebastian'ı durdurmadı. "Olacaksın ve bunu sen de biliyorsun."
"Ne demeye çalışıyorsunuz?"
İsabella, erkeğin bilinçli sessizliğini ve gözlerindeki arzu dolu ifadeyi daha fazla reddedemeyerek, "Asla sizin metresiniz olmayacağım!" diye tısladı. Sinirden birbirine yapıştırdığı dişleri yüzünden sesi boğuk boğuk çıkmıştı.
"Neden? Bu o kadar kötü bir şey mi?"
İsabella; bu utanmaz, kibirli cevap karşısında ne diyeceğini bilemedi. Ona asla söyleyemeyecek olsa da "Bir hafta önce bu kadar kötü olmayabilirdi." diye düşündü. "Kulağa bu kadar kötü gelmeyebilirdi."
Bir hafta önce kızına yakın olma umudu vardı ve İsabella ona yakın olmak için her şeyi yapardı.
O gün, Warwall Konağı'ndan eve dönüp odasının yalnızlığına kendini hapsettiğinde; bir saat önce Sebastian St. James'in kollarında teselli arayan kadın kadar bile aklı başında değildi. En azından o kadın, yaptığının yanlış olduğunu bilse de sonunda utanç duysa da bu kadarını düşünecek ve hissedecek kadar aklı başında bir kadındı.
Üzerindeki pelerini çıkarmadan, çıkarmayı dahi akıl edemeden yatağının üstünde sessizce oturmuştu. Mathilda; onu bu şekilde buz gibi odada bembeyaz yüzüyle bulduğunda aradan ne kadar zaman geçtiğini şimdi bile söyleyemezdi.
Şefkate ve sevgiye muhtaç bir çocuk gibi başı Mathilda'nın göğsünde dinlenirken, "Her şey bitti." demişti. "Başlamadan bitti!" Ve sonra ağlamıştı. Çok ağlamıştı. Günler sonra Sebastian'ın gönderdiği pusulayı açtığında bir o kadar daha ağlamıştı. Gözleri, konağa beklendiğini haber veren karakteristik el yazısında defalarca dolaşmış; nihayet kağıdı Mathilda'ya uzatıp, "Yapamam!" demişti. "Oraya gidemem! Elizabeth'i bir daha hiç göremeyeceğimin söylenmesine katlanamam!"
Mathilda, her zamanki iyimserliğiyle, "Dük, açıklaman için sana bir şans verebilir." demişti. "Hatta... Hatta belki de onun hiçbir şeyden haberi yoktur. Belki düşes bir şey söylememiştir..."
"Düşesi tanımıyorsun! Onun ne kadar acımasız olduğunu bilmiyorsun!" diyen İsabella, Mathilda'nın tahmininin doğru olduğunu az önce anlamıştı. Gerçekten de Sebastian'ın hiçbir şeyden haberi yoktu, olsa ona metresi olmasını asla teklif etmezdi.
Düşesin neden konuşmadığını, sessizliğinin ne anlama geldiğini düşünen İsabella; Sebastian'ın "Cevap ver bana İsabella!" diye sorması üzerine dikkatini yeniden ona verdi.
"Benim sevgilim olmak kötü bir şey mi?"
"Siz bir sevgili değil, metres istiyorsunuz!"
"Aradaki farkı bana açıklayabilir misin?"
Açıklayamazdı. Yine de başını, karşı çıkarcasına, iki yana salladı.
"Hayır, mı?" diyen Sebastian'a baktı; dikkatle ve özlemle baktı çünkü bunun bir çeşit veda olabileceğini biliyordu. Gözleri sert yüzünde; bir cevap almayı beklerken iyice gerilen dudaklarında; gür, kumlu sarı saçlarında dolaştı. Ellerini o saçlarda dolaştırmak isteyerek, "Uzamış!" dedi ama sesi, doğru düzgün açılmayan dudaklarının arasına hapsoldu.
"Mesele annem mi? Sebep o mu?" diye sordu Sebastian. İsabella, yanıt vermeyince, "Ne geçti aranızda?" diye sormaya devam etti. "Ne konuştunuz?"
Adamın üstelemesi karşısında sinirlenen İsabella, asla söylememesi gereken bir şey söyledi: "Neden annenize sormuyorsunuz? Eminim o sizi aydınlatmaktan memnuniyet duyacaktır."
Sebastian, İsabella'ya yaklaştı ve çenesini tutarak yukarı kaldırdı.
"Sormadım mı sanıyorsun?"
Boşboğazlığından ötürü kendine lanet yağdırmakta olan İsabella, yine de "So-Sordunuz mu?" demekten kendini alamadı. Bir taraftan da adama bu kadar yakın olmaktan utandığı için bakışlarını aşağı indirmişti.
İsabella'nın sesindeki korku, Sebastian'ı tedirgin etmesi gerekirken üzdü. Kadının bakışlarını yakalamaya çalışarak, "İsabella!" dedi. "İsabella, bana bak! Lütfen!"
İsabella; erkeğin boğuk, kısık sesiyle yaptığı ricayı kabul etti. Gözlerini kaldırıp Sebastian'ın gözlerine baktı. O anda erkek, "Ne oldu sana İsabella?" diye sordu.
İsabella'nın kirpikleri titreşti, gözleri doldu. Gözyaşlarını yok etmek için gözlerini sımsıkı yumdu ama bu boş bir çabanın ötesine geçmedi.
Kadının gözyaşları; Sebastian'ın, annesine de İsabella'nın bu kadar ağzı sıkı oluşuna da kendi kararsızlıklarına da lanet okumasına neden oldu. Kadının bedenini kendi sert bedenine, başını da göğsüne bastırdı. Onun kendini geri çekme çabalarını sıkı tutuşuyla etkisizleştirirken Rüzgar'ı bile sakinleştiren yumuşak ama net ses tonuyla, "Sakin ol!" diye fısıldadı. "Sakin!"
İsabella'nın gerçekten sakinleşip kendini aralarına mesafe koyarak geri çekmek istemesine kadar geçen sürede onun yüzünü solduranın, içindeki hayat ışığını söndürenin düşes olduğuna inanmak istemedi Sebastian. Yine de İsabella'nın gözlerinin altındaki morluklardan, dudaklarının kenarındaki sıkıntılı çizgilerden onun sorumlu olduğundan emindi.
"Bırakabilirsiniz, iyiyim. Ve-ve özür di... Aman Tanrı'm!"
Etrafındaki kolların gevşemesini Sebastian'ın, isteğine saygı duyduğunu sanan İsabella; erkeğin güçlü kollarını sırtında ve dizlerinin arkasında hissedince çığlığı basmıştı. Elleri, can havliyle yükselip erkeğin boynunu sarınca; kollarında İsabella'yla uzun koltuğa giden Sebastian ufak bir kahkaha attı. Kucağında İsabella'yla koltuğa oturduğunda, kadının şaşkın bakışları yeni bir kahkaha daha atmasına neden oldu. Bir taraftan da kanını kaynatan kadını kucağında tutarak ne yapmaya çalıştığını kendine soruyordu. Ona isteyebileceği hiçbir şeyi vaat edemezdi, vaat edebileceklerini de İsabella'nın kabul etmeyeceği az önce ortaya çıkmıştı. Buna rağmen mıknatısla çekiliyormuş gibi başının İsabella'ya doğru eğilmesine engel olamadı. Her zaman iradesinin gücüyle övünen bir adam olması, şu anda girdiği çekim alanının yoğunluğuna yenik düşmek üzere olduğu gerçeğini değiştirmiyordu.
Dudaklarının birleşmesine itiraz etmedi İsabella, etmeyi denemedi. Şöminede kayan odunun parlattığı aleve eş sıcaklıkla kavrulan tenleri çareyi birbirine uzanmakta buldu. Elleri, birbirlerinin gövdelerinde çaresiz bir açlıkla dolaştı.
Dudaklarını ayırıp İsabella'nın yüzünün her yerine sabırsız öpücükler konduran Sebastian, soluk soluğa, "Keşke sana başka bir teklifle gelebilseydim!" dedi. "Keşke farklı bir seçeneğim olsaydı! Ama Elizabeth var ve ben onu her şeyden çok düşünmek zorundayım!"
İsabella, parmağını onun dudaklarının üstüne bastırıp, "Şş!.." dedi. "Anlıyorum."
Gerçekten anlıyor ve bu yüzden Sebastian'ı daha da karşı konulmaz buluyordu. On altı yıl önce onun hangi güdülerle hareket ettiğini bilmiyordu ama bugün, şu dakikada kollarını boynuna dolamış olduğu erkeğin iyi bir insan; her şeyden çok iyi bir baba olduğuna olduğundan kuşku duymuyordu. Söyleyeceği hiçbir güzel söz Elizabeth'le ilgili sözlerinin yerini tutamaz ve vereceği hiçbir hediye, Elizabeth'e olan sevgisinden kıymetli olamazdı.
Dudaklarının kenarına ufak bir öpücük bırakan erkek, "Her şeyi bir kenara bıraksam bile bilmen gereken bir gerçek var İsabella: Ben... Ben evliyim!" diye itiraf etti.
Başını geri çekip dikkatle ona bakan İsabella, "Evli mi?" diye sordu.
"Evet, evliyim."
İsabella sessizce ona bakarak, "En azından dürüst." diye düşündü.
"Kiminle evli olduğumu sormayacak mısın?"
"Elizabeth'in annesi?.."
"Evet."
"Peki o?.. Yani Elizabeth'in annesi? Düşesiniz... O..."
İsabella, "Düşesim?.." diye mırıldanan Sebastian yüzünden cümlesini tamamlayamadı. "Onu daha önce bu sıfatla hiç düşünmemiştim."
Anlamsız olduğunu bilmesine rağmen, İsabella içini kaplayan hüzne engel olamadı.
"Neden?"
"Evliliğimiz iki yıl ancak sürdü ve... Ve sonra ayrıldık."
Hala kollarının arasında olduğu erkeğe az önce içinden taşmak üzere olan ateşten bir parça olsun iz taşımayan gözlerle baktı İsabella. Kısa açıklamasını yeterli bulup susmalıydı belki ama susmadı. Hiç hoşlanmayacak bile olsa onun, kocasının, ağzından gerçekleri duymaya ihtiyacı vardı. İnandıkları "gerçek" olmasa da Sebastian'ın neye inandığını da bilmeliydi. Bu yüzden, "Neden?" diye sordu.
"Çünkü kendisi bırakıp gitmeyi tercih etti." Dudağını küçümsemeyle büken Sebastian, "Üstelik yalnız da değildi." dedi. "Seyislerimden biriyle kaçtı."
Sesi öylesine umursamazdı ki İsabella onu omuzlarından tutarak sarsmak istedi, iliklerine kadar sarsmak ve "Senin umursamadığın o kadın benim!" diye haykırmak! Bunun yerine sakin bir ifadeyle, "Kendisi şimdi nerede peki?" diye sordu.
"Bilmiyorum."
"Bilmiyor musunuz? Nasıl olur da bilmezsiniz?"
Sebastian, onun bu konu üzerindeki ısrarını anlamakta zorluk çekiyormuş gibi kaşlarını çatarak, "Bilmek istemedim." dedi. "Daha doğrusu merak etmedim."
Adamın rahatlığından, kısa cevaplarından iyice sıkılan İsabella; "Nasıl olur da merak etmezsiniz? Ne olursa olsun, sonuçta, o sizin karınız!" dedi. Sesinin belli belirsiz yükselen tonu Sebastian'ın şaşırmasına neden oldu.
"Karım mı? Karım, öyle mi?" Yüzünde neşeden uzak bir gülümseme belirdi. "O, benim için evlenmek zorunda bırakıldığım kadından fazlası değildi!"
Sebastian'ı kimlerin zorlamış olabileceğini tahmin eden İsabella, bunun nedenini deli gibi merak etse de şu an soramazdı. Bu kadar fazla merak Sebastian'ın kuşkulanmasına yol açardı. Bu yüzden, sanki başka bir kadından bahseder gibi, "O zaman sizi bırakıp gitmesi, sizin için şaşırtıcı olmamıştır." dedi.
Aralarında soğuk bir sessizlik yaşandı. Sebastian, kucağındaki kadını özen göstererek yana kaydırdıktan sonra ayağa kalktı. Gerginliğinden onun gideceğini tahmin eden İsabella, erkeğin şöminenin kenarındaki koltukta duran pelerinini almak yerine odun yığınının en üstündeki kocaman kütüğü ateşin içine atmasını şaşkınlık dolu gözlerle izledi.
Sebastan; eli şöminenin rafında, başı hafifçe öne eğilmiş ateşe bakarken, "Kastettiğinde haklısın, berbat bir kocaydım." dedi. "Aslında karıma kocalık bile yapmadım. Evlendiğimiz günün ertesinde onu geride bırakıp seyahate çıktım ve sonra da onun ne yaptığını hiç umursamadım. Ben dönmeden birkaç ay önce malikaneyi terk ettiğini duyunca oldukça şaşırdığımı söylemeliyim çünkü ben çok daha önce gitmiş olacağını düşünüyordum."
Sebastian, yüzündeki hüzünlü ifadeyi saklamadan İsabella'ya döndü.
"Ama burada mesele ben değilim İsabella, bunu anlaman lazım. Mesele evliliğimizi bırakıp gitmesi değil ki öyle olsa ona asla kızmazdım! Mesele Elizabeth'i bırakıp gitmesi! Söyle bana: Bir anne nasıl olur da çocuğunu bırakabilir?" İsabella'dan bir yanıt beklemeyen Sebastian, başını iki yana salladı. "Benim böyle bir şeyi anlamam mümkün değil!"
İsabella, "Yapmadım, bırakmadım!" diye haykırmak istedi. İşlemediği suçlar yüzüne söylenirken kendini savunacak bir cümle olsun kuramamanın acısını yüreğinin derinliklerinde hissetti. Daha acı verici olansa gerçekleri anlatacak olsa Sebastian'ın ona asla inanmayacağını bilmesiydi. Hatta dinleyecek kadar bile ona tahammül göstermeyebilirdi.
"Neden evliliğinizi iptal ettirmediniz o zaman? Bu en doğrusu olmaz mıydı?"
"Belki. Ama bir taraftan da gereksiz bir çaba olurdu. Üstelik geçmişte yaşanmış bir skandalı yeniden hortlatmanın kimseye bir faydası olmazdı."
"Bu durumun sizin de işinize geldiğini inkar edemezsiniz."
Kaşlarını kaldıran Sebastian, "Ne demek istiyorsun İsabella?" diye sordu.
"Sonuçta evliliğiniz kadınlar karşısında sizin için bir kalkan olmuştur ekselansları."
Sebastian güldü. Aralarındaki uzaklığa, yetersiz ışığa rağmen ve belki de bu yüzden dişlerinin parlaklığı iyice ortaya çıktı.
"Sevgili İsabella, kadınlar benim hala evli olduğumu bilmiyor! Bu yüzden çoğu, Warwall Düşesi olmak ümidiyle yanıma yaklaşıyor. Ayrıca sosyete her yıl o kadar skandalla çalkalanıyor ki yıllar önce ne olup bittiği kimsenin ilgisini çekmez. Belki yeniden evlenmeye kalkarsam eski defterler ancak o zaman açılabilir."
"Peki... Ye-yeniden evlenecek misiniz?"
"Birkaç yıl önce olsa bu soruya 'hayır' derdim ama şimdi... Düşünüyorum, evet." diyen Sebastian, İsabella'ya yaklaştı. "Bir varise ihtiyacım var."
"Evet, varis..." diye mırıldandı İsabella ama sesi bunu ne kadar anlamsız bulduğunu belli edecek kadar alaycıydı.
Sebastian'ın sert bir tavırla, "Bunu kendim için mi istiyorum sanıyorsun?" diye sordu. "Oğlum olduğunda, kız babası olduğumdan daha mı çok gururlanacağım?" Başını iki yana salladı. "Eğer böyle düşünüyorsan yanılırsın güzelim. Hayatımda hiçbir şey beni Elizabeth'in babası olmak kadar gururlandırmadı. O benim hayatımın ışığı. Benim tek derdim Elizabeth, İsabella. Tek endişem o!"
"Neden? Yoksa hasta mı?"
İsabella, sesindeki yoğun kaygıyı saklayamadığının farkındaydı ama neyse ki Sebastian bunu farklı bir şeye yormadı. "Hayır!" dedi. "Öyle bir şey değil. Anlatmak istediğim... Elizabeth benim canım İsabella, benim en kıymetlim! Benim kızım! Bir dükün kızı olsa bile sonuçta o bir kız! Hayatın bize ne getireceğini bilmiyoruz. Ne kadar yaşayacağımı bilmiyorum. Kızımın evlenip evlenmeyeceğini, iyi bir evlilik yapıp yapmayacağını da bilmiyorum. İşte bu yüzden evlenip ona bir erkek kardeş vermem lazım. Dük olan babası öldüğünde arkasında kendi canından, kanından kardeşinin dük olması onun yararına olacaktır. Aralarındaki yaş farkı ne olursa olsun; kardeş, kardeştir İsabella. Hiçbir şey değilse bile hiç tanımadığı uzaktan kuzenimin eline kalmasından iyidir. Eğer bir varisim olmazsa olacak olan bu."
İsabella, erkeği sakince dinlerken ne kadar duygulandığını ona hissettirmemek için başını önüne eğmişti. Saçları bir şelale gibi omuzlarından aşağı iniyordu. Sebastian öylesine haklıydı ki! Elizabeth; böyle bir dünyada bir dükün kızı bile olsa, evlenmezse, babası hayattaysa ya da erkek kardeşi varsa ancak yeterince güvende olabilirdi.
İsabella; birkaç haftadır, olasılığı ortaya çıktığı andan beri, kendini bir şekilde kızına tanıtmayı ummuştu. Bunun uygun bir zamanının geleceğini ummuştu. Ona gerçekleri açıklayacak ve Elizabeth'i yıllardır özlemini çektiği şekilde bağrına basacaktı. Oysa şimdi Sebastian'ın açıklaması, İsabella'ya düşünme biçiminin ne denli yanlış olduğunu göstermişti. Yaratacağı kargaşa bir yana, bir şekilde Elizabeth'in İsabella'yla ilişkilendirilmesi; Sebastian'ın Elizabeth için inşa etmeye çalıştığı güvenli geleceği yok edebilirdi ve İsabella, böyle bir şeyin sorumlusu olmaya dayanamazdı, asla dayanamazdı!
Böylece bir karara vardı: Sebastian'ın yolundan çekilecek, Elizabeth'i kalbine gömecekti. Bunu bir kez yapmıştı, bir kez daha yapabilirdi. Ondan, kızından, vazgeçebilirdi. Ama önce...
Yavaşça ayağa kalktı ve birkaç usul adımla Sebastian'ın yanına vardı. Tam önünde durduğunda başını kaldırıp ona baktı. Verdiği karardan vazgeçmeyi reddederek bakışlarını erkeğin gözlerine dikti. Bir elini usulca kaldırıp sert elmacık kemiklerini parmaklarının ucuyla okşadı. Ardından çenesinin keskin çizgisine geçti, oradan da dudaklarına. Gözleri hala Sebastian'ın gözlerinde olsa da onun sertçe yutkunduğunu fark etti.
Kadının tam olarak neyi teklif ettiğini, inanamayarak da olsa, anlayan Sebastian, "Emin misin İsabella?" diye sordu.
Erkeğin sesini boğan arzuyu iliklerinde hisseden İsabella, cevap olarak kollarını Sebastian'ın boynuna dolayıp dudaklarına yumuşak bir öpücük kondurdu. Sebastian da inleyerek bu tatlı davete coşkuyla karşılık verdi. İsabella'nın beline sımsıkı sarılıp onu kendine çekti. Yüzünü kadının boyun çukuruna gömüp, "İsabella!" diye inledi. "Emin misin?"
İsabella, uzanıp Sebastian'ın ensesine doğru kıvrılmaya başlamış olan saçlarını okşadı.
"Öp beni Sebastian!"
Sebastian daha fazla tereddüt etmedi, İsabella'nın yüzünü iki eliyle birden kavrayarak onu çılgınca öpmeye başladı. Saniyeler içinde de dizgininden kurtulmuş bir açgözlülükle öpüşünü derinleştirdi. Parmakları, İsabella'nın teni kadar yumuşak sabahlığının kuşağını birkaç hızlı hareketle çözdü. Altındaki geceliğin ve onun pamuklu kumaşının Sebastian'ın arzusu üzerinde bir etkisi olmaması gerekirdi. Hatta bu akşamdan önce bu sade, kapalı kumaşla ilgili alaycı birkaç sözü de olabilirdi ama o anda iplerini koparan bu rahibe sadeliğindeki gecelik oldu. Kendinde bir parçasının bile olabileceğini hiç sanmadığı ilkel erkek; önündeki masumiyeti keşfetme, sonra da elde etme isteğiyle harekete geçti.
Elleri İsabella'nın kalçalarını yoğurur gibi okşadıktan sonra hızlı hareketlerle aşağılara indi ve geceliğin eteklerini kavradığı gibi yukarı sıyırdı. İsabella'nın da yardımıyla gecelik bir çırpıda yere düştü. Karşısındaki kadının çıplaklığını izlemek için vakit kaybetmedi Sebastian, onu yeniden kucağına alıp hızlıca birkaç adım ötedeki koltuğa taşıdı ve koltuğun uzunluğunca uzattığı kadının üstüne uzandı.
İsabella; kendi çıplaklığı üzerinde hissettiği erkeğin ağır bedenini, öpücüklerini büyük bir memnuniyetle kabul etti. Elleri daha fazlasını isteyerek onun gömleğinin yakasına uzandı ve üstteki birkaç düğmeyi çözdü. Bu sefer kıyafetleri çıkaran İsabella, ona yardım eden Sebastian'dı. Önce redingot yerdeki ince halının üstüne düştü, sonra ham ketenden gömlek. Ve sonra İsabella, ellerinin altında bulduğu ince ve zarif kaslarla inşa edilmiş bedeni keşfetmeye başladı.
Kadının dudaklarını göğsünün üzerinde hisseden Sebastian, "İsabella!" diye inleyerek kendini geri çekti. "Ya-yanlış bir şey mi yaptım?" diye soran İsabella'nın sesindeki masum endişe, Sebastian'ı güldürdü. Başını iki yana sallarken, "Asla!" dedi. "Böyle bir durumda senin yapacağın hiçbir şey yanlış olamaz. Sadece... Sadece daha fazla uyarılmayı kaldıramayabilirim ve bu da ilk birlikteliğimiz için istediğim bir şey değil." diye itirafta bulundu ve tam olarak neden bahsettiğini anlamadığı yüzünden okunan İsabella'yı öperek onu endişeli düşüncelerinden kurtarmaya çalıştı. Elleri yavaşça iki tenin arasında aşağı doğru kaydı.
İsabella, erkeğin elini bedeninin en gizli köşesinde hisseder hissetmez tıpkı çalışma odasında olduğu gibi kasıldı. Bu sefer geri çekilmek istemedi ama aklının evliliklerinin ilk gecesine kaymasına engel olamadı. O gece, kendisinin bile dokunmaktan çekindiği vücudunun bu en garip parçası; erkeğin vücudunun en garip parçası tarafından istila edilmişti. Kocasının zorlayıcı acı gücü bedeninin ilk anda çırpınarak kurtulmak istemesine neden olmuş ama sonra büyükannesinin sözlerini hatırlayarak hareketsiz kalmaya çalışmıştı. Bunlar olurken hiç konuşmayan Sebastian St. James, şimdi İsabella'nın kulağına sıcak nefesiyle, "Güven bana!" diye fısıldıyor; eli, en derinlerinde olmak istediği yeri sabırla okşuyordu.
İsabella, şaşkınlık içinde, beklediği acının hiç gelmediğini fark etti. Aksine içinde soluklarını hızlandıran, onu bilmediği bir şeyin arayışına sokan tuhaf bir his yükseliyordu.
Onun artık iyice gevşediğini hisseden Sebastian, uzun parmaklarından biriyle okşayışını derinleştirdi ve İsabella, kendini hakim olamadan, "Sebastian!" diye inledi. Sesinde acıya dair en ufak bir tını yoktu. Birkaç dakika içinde inlemeleri yalvarışa, yalvarışları haykırışa dönüştü. En son noktada odayı inleten bir kreşendoyla son buldu.
İsabella'nın tutkudan kendini kaybedişi; zirveden çırpınarak düşüşü o kadar güzel, o kadar baştan çıkarıcıydı ki Sebastian, "Tanrı'm!" diye inledi. Eli, hemen pantolonunun bağına indi ama aceleciliği onu bir çeşit beceriksizliğe götürdü. En sonunda pantolonunu kalçalarından sıyırmayı başardığında sabrının sonuna ulaşmıştı. Daha fazla beklemeye tahammül edemeyerek İsabella'ya sahip oldu.
İsabella'nın vücudu az önce zembereğinden boşalmış gibi yumuşamış olsa da hissettiği zorlanma ve sonrasındaki yakıcı hisle yeniden gerildi. Hatta ilk evlilik gecesini hatırlatır bir acıyla kasıldı.
İsabella'nın uyum sağlamakta zorlandığını hisseden Sebastian, hareket etmemek için elinden gelen tüm çabayı kullandı. "Şış!.." diye fısıldadı bedeninin altında kurtulmak için kıvranan kadına. "Sakin ol tatlım. Bana güven! Lütfen güven!"
"Acıyor!" diye inleyen İsabella, Sebastian'ın parmaklarını birleştikleri noktanın hemen üzerinde hissetti ve vücudu yeniden kasıldı ama bu seferki kasılmanın nedeni, her bir hücresinde hissettiği şimşek çarpmasıydı.
"Se-Sebastian?.."
"Söyle tatlım."
"Be-ben... Be-ben..."
Erkek parmağını yine aynı noktanın üzerine bastırınca müthiş bir çığlık atan İsabella, söyleyeceği ne varsa hepsini unuttu.
"İşte böyle." dedi Sebastian. "Sana vereceğim zevke teslim ol, bırak o seni esir alsın!"
Öyle de yaptı İsabella çünkü bu saatten sonra böyle bir şeye karşı duramayacağını anlamıştı. Kendini aldığı ve alacağı zevke bıraktı. Bedenleri, odanın duvarlarında dans etti; sesleri, kesik ve boğuk mırıltılar ve inleyişlerle boş evin içinde yankılandı.
İsabella; sanki çok büyük bir acı çekiyormuş gibi yüzü kasılmış, çizgileri keskinleşmiş Sebastian'ın onun zevkini uzatmak için kendini tutmaya çalıştığını biraz geç fark etti. Ona doğru uzandı ve çatılmış kaşlarının üzerinde işaret parmağını gezdirdi.
"Sebastian!.."
Kadının beklenmedik şefkatle fısıldayışı; Sebastian'ın İsabella'yı hırslı bir tutkuyla öpmesine neden oldu. Aynı hırslı tutkuyla hızlanarak onun güzel bedenine sahip oldu. Ne zaman ki İsabella, erkekliğinin etrafında kasılmaya başladı; Sebastian kadının ellerini yakalayarak başının üstünde hapsetti ve daha da hızlandı. Son noktada özü İsabella'nın içine akarken boğuk iniltisi yine kadının ağzında kaybolup gitti.
Şöminenin çıtırtıları, hızlı soluklarla karıştı. Birbirine hapsolmuş iki beden; hem özlemle istedikleri hem de olmaması için kaçındıkları bu durumdan memnun, sessiz bir rehavetle uzandı.
İlk hareketlenen Sebastian oldu. Bedenini kadınınkinden ayırıp arkasına geçti. Zarif sırtını kendi göğsüne doğru çekip ona sımsıkı sarıldı. İsabella'nın ürperdiğini hissedince, "Üşüdün mü?" diye sordu. Kadının saçını kaldırıp henüz teri kurumamış ensesinden öptü. Sonra aynı noktayı burnuyla okşadı.
Sebastian'ın, titremesinin nedenini üşümesi sanmasına izin verdi İsabella çünkü onun güçlü kollarının arasında olmanın keyfiyle titrediğini söylemekten utanıyordu. Sebastian'ın eli, tembel bir yavaşlıkla göğüs kafesinde gezinirken İsabella bir kez daha titredi. Parmakları göğüslerinde dolaşmaya başlayınca daha da çok titredi. Dudaklarıyla kulaklarına minik öpücükler kondurduktan sonra dişlerini kulak memesine geçirmesi üzerine inledi.
"Sebastian!"
"Hımm!.." diyen Sebastian, onu çıldırtacak şekilde okşamalarına devam etti. İsabella, "Sebastian! Sebastian!" dedikçe parmakları onun isteğine uyarak aşağı kaydı. Kadınlığı ona bir kez daha hazırdı ama Sebastian pozisyonlarını bozmadan ona parmaklarıyla zevk vermeyi tercih etti. İsabella, hem zevkten hem de vücudunun bunu bir kez daha yapabileceğini anlamanın şaşkınlığından, "Aman Tanrı'm!" diye çığlık atarak zembereğinden boşaldı.
Ne olduğunu, nerede olduğunu hatırlayabilmesi; ince belinin üzerinde sıkılaşan güçlü kollar tarafından sımsıkı sarılarak arkasındaki erkek bedeninin sıcaklığına çekilmesiyle oldu. Bu sayede Sebastian'ın hala ne denli arzu dolu olduğunu da teninde hissetti. Başını omzunun üstünden çevirip utangaç bir tavırla, "Se-sen?.." dedi.
Sebastian, başını eğip İsabella'nın dudaklarına tutkulu bir öpücük kondurdu.
"Ben iyiyim."
"A-ama..."
Sebastian; gövdesinin altını İsabella'ya bastırarak, "Bunu önemseme." dedi. "Seni her gördüğümde bu hale geliyor."
Odanın loşluğuna rağmen İsabella'nın kızaran yanaklarını gören Sebastian kocaman bir kahkaha patlattı.
İsabella küskünce, "Bu... Bu konularda ço-çok bir şey bilmiyorum." dedi.
Kıskançlığını dillendirmekten çekinmeyen Sebastian, "Bilmiyor olabilirsin ama yine de bu... İlk değildi." dedi.
İsabella başını önüne çevirip bakışlarını şömineye dikerek, "Hayal kırıklığına mı uğradın?" diye sordu.
Sebastian, bu soruya nasıl cevap vereceğini tam olarak bilemedi. Başkasına verilmiş bedenler geçmişte onu hiç ilgilendirmemişti. Bekaret peşinde değildi. Bunun bir erkeğe sorumluluk yükleyeceğine inanırdı ve hiçbir zaman o sorumluluğu yüklenmeye niyeti olmamıştı. Oysa şimdi İsabella'ya el süren ilk erkek kendisi olmuş olsa hiç düşünmeden o sorumluluğu üstlenir, ilişkilerinin karşısındaki tüm engelleri aşacak gücü kendinde bulurdu.
"Bahaneye mi ihtiyacın var?" diye sordu kendine ve dürüstçe yanıt verdi: "Galiba var."
Sebastian'ın sessizliğinden rahatsız olan İsabella, "Daha önce... Daha önce sadece bir... Bir kişi oldu." dedi.
Sebastian, ne önemi olduğunu bilmese de merakına yenik düşerek, "Kimdi o?" diye sordu ve sorar sormaz kollarının arasındaki bedenin gerildiğini hissetti.
"O..." diye başlayan İsabella derin bir nefes aldı ve cesaretle, "Kocam." diye yanıt verdi.
Sebastian, daha önce İsabella'nın evlenmiş olabileceğini düşünmüştü ama aldığı yanıt yine de irkilmesine neden olmuştu. O her kimse, onun sadece İsabella'nın geçmişinin bir parçası olduğunu kendine hatırlattı ve kadının narin omuzlarına yumuşak bir öpücük kondurarak, "Üzgünüm tatlım." dedi.
Başını merakla çevirip ona bakan İsabella, "Niçin üzgünsün?" diye sordu.
"Kocan. Ne zaman öldüğünü bilmiyorum ama..."
İsabella, Sebastian'ın cümlesini bitirmesine fırsat tanımadan doğruldu. Sebastian'ın fırlatıp attığı sabahlığı ayaklarının dibinde bulmaktan ötürü minnet duyarak ipekli kumaşı sırtına geçirdi.
Kısılmış gözlerle onu izleyen Sebastian, "Lanet olsun!" diye homurdandı. "Yoksa seni terk mi etti?"
İsabella'nın sessizliği karşısında Sebastian dirseğinin üzerinde doğrulup, "İsabella!" diye seslendi. "Lütfen yanıma gel. Konuşmak istemiyorsan konuşmayız ama bu, onun kaybı. Senin gibi bir kadını terk eden erkek..."
Sebastian'ın daha fazla yorum yapmasını istemeyen İsabella, "O, beni terk etmedi!" dedi.
Aslında kocasının yaptığının bir çeşit terk ediş olduğunu bilse de bunun Sebastian'ın kastettiği şekilde bir terk ediş olmadığını da biliyordu. Sessiz kalabilirdi ama kalmadı. Az önce aralarında geçenlerden sonra ona yalan söylemek istemiyordu. Bu yüzden cesaretle, "Ben hala evliyim Sebastian." dedi.
Sebastian, bir anlığına donup kaldı. Sonra hemen koltukta oturur duruma gelerek tam olarak çıkarmadığı pantolonunu uyluklarının yukarısına doğru çekti. "Evli misin?" diye sorarken İsabella'nın açıkladığı gerçek karşısında ne kadar sarsıldığı sesinden hissedilebiliyordu.
İsabella, dimdik durmaya devam ederek sadece başını onaylar anlamda sallamakla yetindi.
"Yani hala evli misin?"
İsabella yine başını sallamakla yetinince Sebastian hışımla koltuktan ayağa fırladı. Yere attığı gömleğini başının üzerinden geçirdikten sonra pantolonunun içine soktu. Başını kaldırdığında onun hareketlerini takip eden İsabella'nın yanaklarının renk değiştirdiğini fark etti.
Asabi bir tavırla, "Kızarmak için biraz geç kalmadın mı?" diye homurdandı.
Adamın sözleri ve söyleyiş şekli, İsabella'nın elini boynuna götürerek hızlı bir nefes almasına neden oldu.
"Se... Sebastian, ben..."
Sebastian sabırsızca, "Neden bana hala evli olduğunu söylemedin?" diye sorarak İsabella'nın sözünü kesti.
"Bi... Bir önemi ola... Olacağını düşünmedim."
"Düşünmedin mi?" diye soran erkeğin sesindeki hoyrat tını, İsabella'nın bir anda sabrını taşırdı. "Ne oldu ekselansları? Neden sinirlendiniz?" derken sesi titriyordu. "Evli olmam sizi neden bu kadar kızdırdı?" Erkeğin sessizliği İsabella'nın dudak bükerek, "Hatırlatırım ki siz de evlisiniz!" demesine neden oldu.
"Kes şunu İsabella! Bu alaycılık sana hiç yakışmıyor!"
"Ben de size neyin yakışmadığını söyleyeyim mi ekselansları? Çok değil, birkaç dakika önce kollarında tuttuğunuz kadını aşağılamak!" Birkaç adımda Sebastian'ın tam önüne gelen İsabella, işaret parmağını adamın göğsüne saplayarak, "Nasıl oluyor da sizin evli olmanız sorun olmuyor da benim evli olmam sorun oluyor?" dedi.
Sebastian; İsabella'nın parmağını yakalayıp avcunun içine hapsetti, öfkeyle gözlerinin içine baktı fakat öfkesini uzun süre koruyamadı. Aynı kadındı bu: Az önce kollarında erirken bile kendini teslim etmeye korkan, yine de koşulsuz bir güvenle kendini teslim eden kadın! İçten bir pişmanlıkla "Özür dilerim." dedi. "Biraz fazla tepki verdim ama bu hiç beklemediğim bir haberdi."
İsabella, gözlerini kırpıştırdı sanki adamın geri adım atmasına inanamamış gibiydi.
"Bugüne kadar evli kadınlarla birlikte olmadım çünkü evlilik kurumuna saygım var. Sanırım bu yüzden öfkeme hakim olamadım." Kadının elini kaldırıp avuç içine öpücük kondurduktan sonra, "Affet beni İsabella!" dedi. Onu kendine, çenesini saçlarına yasladı. "Eğer senin için sakıncası yoksa ne olduğunu söyler misin? Yani kocan... Neden birlikte değilsiniz?"
İsabella, yanıt verip vermeme konusunda bocaladı. Bir adamı, kendisine anlatmak; üstelik anlatılanın kendisi olduğunu ona fark ettirmeden anlatmak çok zordu. Onun kolları arasında olduğu ve yüzünü, bakışlarını ondan saklaması gerekmediği için şükrederek, "Bilmiyorum." dedi. "Biz... Biz birbirimizi pek tanımıyorduk. O... O kısa sürede beni terk etti."
"Bu ülkede iyi tanımadığı bir kadınla evlenen ilk erkek o değil. Eğer evliliğin sorumluluğunu üstüne almayacaksa hiç evlenmemeliydi."
Erkeğin sesindeki tavizsiz katılık; İsabella'nın, "Ah, bir bilsen!" diye düşünmesine neden oldu.
"Peki şimdi nerede olduğunu bilmiyor musun?" diye soran Sebastian'a, "Bilmiyorum." diye karşılık verdi. Onun konuyu kapatmasını dileyerek, "Hem, ne fark eder?" dedi. "Aradan yıllar geçti."
İsabella'nın sesindeki bir şey Sebastian'ın geri çekilerek onun yüzüne dikkatle bakmasına neden oldu. "Çok şey fark edebilir." dedikten sonra tamamen içgüdüsel olarak hissettiği bir şeyi ona söyledi: "Bence onun nerede olduğunu biliyorsun."
Hedefi on ikiden vurduğunu İsabella'nın gözlerini kaçırmasından anlayan Sebastian, bir anda içine dolan tatsız hislere kapılmamaya çalıştı ama "Biliyorsun, öyle değil mi?" diye sorarken bunun boşa bir çaba olduğunun farkındaydı.
"Bi-Biliyorum."
Kadının fısıltıyı andıran kararsız ve çekingen sesi, Sebastian'ı durdurmadı.
"Nerede peki?"
"Burada.
"Bura?"
Kendini Sebastian'ın kollarından kurtaran İsabella, "Londra." dedi.
Sebastian, başını arkaya atıp kahkaha attı ama sonra bunu hiç komik bulmamış olmalı ki kahkahasını aniden kesip ciddi hatta çok ciddi bir suratla, "Ne kadar açıklayıcı bir yanıt oldu bu İsabella!" dedi. "Londra dediğin yerde kaç kişi yaşıyor biliyor musun?"
İsabella sessiz kaldı, sessizce adama bakmaya devam etti ve Sebastian en olmayacak şeyleri düşünmeye başladı. Kendini artık basit bir merakla başlayan sorularının yanıtlarını öğrenmeye zorunlu hissediyordu. Gerekirse aynı soruları defalarca soracak, yanıtlarını alacaktı. Sebastian, en önemli soruyla başladı.
"Kim o İsabella?"
İsabella, çaresizlikle Sebastian'a baktı. Sebastian, sert bir tavırla, "Neden susuyorsun İsabella?" diye sordu. "Neden açıkça bir yanıt vermiyorsun?"
İsabella yine bir şey söylemedi çünkü söyleyecek hiçbir şeyi yoktu. Köşeye sıkıştığını hissediyor ve bir akrep gibi davranıp kapana kısıldığı son anda kendini sokmaktan delice korkuyordu.
"Ne düşünüyorum biliyor musun İsabella? Bence kocan, benim tanıdığım biri."
İsabella, erkeğin zeki gözlerinde kendi şaşkınlığının fark edildiğini gördü. Bir atmaca tarafından yakalanmış tavşan kadar şaşkın, hareketsiz ve çaresiz göründüğünden emindi.
"Şimdi düşünüyorum da... Bence annemle tartıştığınız konu da kocandı, hım?.."
İsabella bir adım gerileyince çok afaki bir tahmini hedefe tam orta noktasından isabet ettirdiğini anladı Sebastian. Dehşetle, "Bu kadın ne saklıyor böyle?" düşündü ve birden, bu tekinsiz durumda, aklına Elizabeth geldi. Hayatında öngörülemez hiçbir şeye yer vermemesinin tek nedeni Elizabeth'ti ve şimdi İsabella'nın hayatlarına girmiş olmasıyla onu riske atmış olabilirdi. İsabella'yla artık Sebastian olarak değil, Warwall Dükü Sebastian St. James olarak konuşması gerektiğini anladığı o anda duruşunu iyice dikleştirdi, yüzünü pokerde her zaman hayranlık uyandıran ifadesiz haline getirdi. Korkutucu derecede resmi ve soğuk bir tavırla, "Annem düşes hazretleri kocanızı tanıyor, öyle değil mi Madam?" diye sordu.
İsabella gözlerini yumdu. Dudakları az sonra ağlayacakmış gibi titreyip duruyordu. Gözlerini bir an bile ayırmadan onu izleyen Sebastian, bu konuşmanın altından iyi bir şey çıkmayacağına tam da o anda, kesin olarak, emin oldu.
"Kim o Madam? Bana onun kim olduğunu söylemenizi istiyorum! Yoksa düşese sormamı mı tercih edersiniz?"
Bu üstü kapalı bile olmayan tehdit İsabella'nın sabrını taşırdı. Sesini yükselterek, "Sorun ona!" dedi. "Sorun ki kendisi büyük bir keyifle her şeyi size anlatsın!"
"Neden zorluyorsun? Neden zorlaştırıyorsun? Sadece bir isim istiyorum! Basit bir isim!"
"Benden ne istediğinizi bilmiyorsunuz!"
Kadının hıçkırır gibi çıkan sesi karşısında, bıkkınlıkla, "Bu konuşma gittikçe histerik bir hal alıyor." diyen Sebastian, aklına yeni gelen olasılıkla bir anlığına durdu. "Yoksa... Yoksa utanılacak bir şey yaptın da kocandan bunu öğrenebileceğimden mi korkuyorsun?"
İsabella dudaklarını ısırınca, bulundukları garip duruma rağmen, Sebastian'ın içinde bir şeyler kıpırdandı. Belki de bu erkeksi hisle, "Merak etme. Her ne yaptıysan, sorun değil. Ben bir düküm, senin için elimden geleni yaparım." ve onu konuşturacağını sandığı bu teklife bile yanıt vermeyen kadına, hayatının sonuna kadar pişman olacağı soruyu sordu: "Yoksa benim bile affedemeyeceğim bir şey mi yaptın?"
İsabella hızla başını kaldırdı ve Sebastian'a neredeyse geri geri gitmesine neden olacak saf bir nefretle baktı.
"Ben mi? Ben mi affedilmeyecek bir şey yaptım? Ve sen... Sen mi beni affedeceksin?"
Öylesine öfke doluydu ki, Sebastian ondan bir tokat yese asla şaşırmayacaktı ama İsabella'nın kahkahalarla gülmeye başlaması karşısında şaşırdı. Üstelik İsabella hiç durmayacakmış gibi gülmeye devam etti. Öyle bir an geldi ki Sebastian onu, "İsabella! İsabella, kes şunu!" diye uyarmak zorunda kaldı. Sözlerinin herhangi bir etkisi olmayınca, kadını kollarından tutarak sarstı. "Kes artık, kes!"
İsabella'nın kahkahası başladığı gibi aniden sona erdi. Gözleri yaşlıydı. İsabella, elinin tersiyle sildi onları ama gözyaşları akmaya devam etti. "Sen!.." derken sesi ağlar gibi değildi; Sebastian'dan nefret eder gibiydi. "Sen, ekselansları! Sen beni affedemezsin! Üstelik şu hayatta beni affedebilecek son kişi sensin! Senin önce kendini affetmen, sonra da benim seni affetmem için ayaklarıma kapanman lazım!"
"Neler saçmalıyorsun sen?" dese de kadının kendinden emin tavrı içten içe korkmasına neden oldu. "Senden af dileyecek hiçbir şey yapmadım!"
"Ben bugünden değil, geçmişten bahsediyorum!" diyen İsabella, önündeki set yıkıldığı için çağlayan bir nehirden farksızdı. "Tam on altı yıl öncesinden!"
Sebastian, "Açıkla!" diye emrettiğinde, sesindeki tavizsiz sertliğe rağmen ayağının altındaki zeminin kaydığını hissediyordu.
"Bana kocamı sormuştunuz, değil mi ekselansları? Kendimi affettirmem gereken şeyler yaptığım kocamı?"
Başını iki yana sallayan Sebastian, aslında İsabella'nın sözlerini değil; o sözlerin sezdirdiği şeyleri reddediyordu.
"Benden bir isim istemiştiniz değil mi? Ne demiştiniz: 'basit bir isim'" İsabella'nın gözleri hainlikle parladı. "Ama benim kocamın ismi hiç de basit değil! Sebastian St. James, kulağınıza hiç basit bir isim gibi geliyor mu? On Beşinci Warwall Dükü Sebastian St. James!" Başka şartlar altında isminin böylesine aşağılayıcı, neredeyse tükürülür gibi söylenmesi karşısında Sebastian'ın tepkisi çok şiddetli olurdu ama o sırada olduğu yerde donmuş gibi karşısındaki kadını dinliyordu. "Ve ben, İsabella Charlotte St. James; bir kez bile söylenmese ya da öyle davranılmasa da onun eşi, Warwall Düşesi'yim!"
Sebastian, İsabella'nın kolunu hırsla, kinle kavradı. Onu sarsarken, "Lanet olası sürtük! Yalan söylüyorsun!" diye bağırdı.
İsabella, kurtulmaya bile çalışmadan dudağını alaycı bir ifadeyle büktü. Oysa acıyla büyümüş gözleri yaşlarla doluydu.
"Bu; az önce yattığı kadına, üstelik bu kadının tam da kendi karısı olduğunu öğrendiği anda, onurlu bir erkeğin söyleyebileceği sözdü! Bravo!"
"Kes alay etmeyi!" diye bağıran Sebastian'ın zihninde "Charlotte" ismi dönüp duruyordu. On altı yıl önce yeni geliniyle ilgili hiçbir şey öğrenmek istememişti, hiçbir şey! Ama Warwall'ın şapelindeki sunakta yanındaki titreyen yaratığın isminden aklında sadece, "Charlotte" sözcüğü kalmıştı.
"Alay etmeyi mi keseyim? Yüzüne tükürmemi mi tercih edersin? Ya da belki hala senden af dilememi bekliyorsundur?"
"Benden değil, Elizabeth'ten af dilemelisin! Ne de olsa onu seyislerimden birine tercih edip gittin!" dediğinde İsabella'nın karısı olduğu iddiasını kabullendiğini biliyordu Sebastian.
"Bu dediğiniz ekselansları, doğru olsa bile, en azından bir çocuğa tecavüz etmekten daha affedilebilir bir suç!"
Kadının ne demek istediğini önce anlamayan Sebastian, bir anlık şaşkınlığın ardından İsabella'ya buz gibi gözlerle baktı. "Eğer kendini kastediyorsan sen çocuk falan değildin!"
"Tecavüzde yaşın ne önemi var bilmiyorum ama on beş yaşındaydım!"
Sebastian sendeledi, gerçekten sendeledi. İçinin buz kestiğini hissediyordu.
"Yalan söylüyorsun! Benden bir yaş büyüktün, yirmi yaşındaydın!"
"Öyle mi? Yaşımı bilmiyor muydum sanıyorsunuz ekselansları? O kadar iyi biliyordum ki hem de! Ama sen nereden bileceksin ki? Eğer doğru düzgün görebiliyor olsaydın belki yüzüme bakıp anlayabilirdin, o da olmadığına göre..."
"Fark etmiş miydin?" diye sordu Sebastian yeni bir şokla.
"Yastığa takılıp sendelemiştin, ben de yardım için yanına gelmiştim. O anda değil ama kolumu silkip kapıya gittiğinde anladım. Elin birkaç saniye boyunca kapı kolunu aramıştı. Zaten başından beri bakışların anlamsızdı."
İsabella konuşuyordu ama söyledikleri Sebastian'ın kulağına uğultudan farksız geliyordu. İçine hapsolduğu dehşet cenderesinden bir türlü çıkamıyordu. Zihninde hep aynı cümle dönüp duruyordu: "On beş yaşındaymış! On-beş! Tanrı'm!"
Elizabeth de on beş yaşındaydı. Gözlerini yumdu. Bu yola girmek istemiyordu, bunu düşünmek istemiyordu ama biri Elizabeth'e böyle bir şey yapacak olsa onun leşini sererdi.
Ama kaç yaşında olursa olsun bu kadın anne oldu, diye düşündü. İçindeki suçluluğu bastıran bir hırsla, "Çocuğunu terk ettin sen!" dedi bir kez daha. "Elizabeth'i bırakıp gittin!" İsabella cevap vermeyince, "Susuyorsun çünkü bir bahanen yok!" diyerek üstüne gitti.
İsabella kollarını göğsünde kavuşturarak, "Ne söylesem sizin için kabul edilebilir olmayacak ekselansları, bu yüzden susma hakkımı kullanıyorum" dedi. "Ama çok merak ediyorsanız gerçeği annenize sorabilirsiniz. Kendisi tüm sorularınızın yanıtını, mutlaka benden daha iyi verecektir."
Sesi alaycıydı ama Sebastian'ın onun için üzülür gibi olmasının nedeni o alaycılığı bastıran acıydı.
"Bu arada..." diye devam etti İsabella. "Düşes hazretlerine söyleyin, çekiliyorum!"
"Çekiliyorum, mu? Ne demek bu?"
"Merak etmeyin, düşes hazretleri size bunun da mantıklı bir yanıtını mutlaka verecektir."
"Sen ver!"
İsabella başını iki yana salladı.
"Yapamam! Ayrıca bir anlamı da yok. Ama sizden sadece tek bir şey... Yo, hayır! İki şey istiyorum."
Sebastian'a iyice yaklaştı. Başını kaldırarak adamın az önce tutku sarhoşuyken sımsıcak, şimdi kuzey buzullarını andıran gözlerine baktı.
"Benim içim kızıma sarılın! Sımsıkı sarılın! Sonra da burnunuzu onun o güzel boynuna gömüp hasret kaldığım mis kokusunu koklayın!" diyen İsabella; gözyaşlarını elleriyle hızlı hızlı silip erkeğin şaşkın bakışları altında, üzerindeki basit geceliğe rağmen, gerçek bir düşes gibi yürüdü ve kapıyı açtı.
"Şimdi, defolun ekselansları!"
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.71k Okunma |
221 Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |