8. Bölüm

-İLK CEMRE-

Özge
malihulya_

 

Arsız olmak lazımdı aşkta. Yüzsüz olmak lazımdı. Ben hiçbirini yapamamış, hatta aşkımı inkar etmiştim. Aşk herkesin kapısını çalardı fakat yüreği olan içeri davet ederdi. Bense onu kapı dışarı etmiştim...

 

...

 

Bir ay geçmişti. Ama Hülyayla bulduğumuz bilgiler o kadar sınırlıydı ki bu kadar az şeyle ne yapabilirdik bilmiyorum. Bir dava açsak bile kazanamayacağımız çok açıktı ve eğer onlar kazanırsa tüm bu yaptıklarım, tüm çabam tuzla buz olacaktı. Bunu göze alamazdım. Gerekirse biraz daha katlanır, elimde sağlam delillerim olduğunda çıkardım karşısına. Masanın üzerindeki laptopu kapatıp geriye yaslandım. Gözlerimi tavana dikip biraz öylece durdum. Kafamdakileri tarttım. Her defasında nasıl oluyor da paçayı kurtarıyordu anlamıyorum. Tam açığını buldum diyorum bir şekilde üzerini örtüyordu. Ömrümden bir yıl daha gitse bile peşini bırakmayacaktım.

Ben nasıl ki kafamı yastığa rahat koyamıyordum o da koymayacaktı. Ben nasıl her gün kabuslarla uyanıyorsam ona da sabahları zehir olacaktı. Madem ki o beni buna mecbur bırakmıştı bende onun hayatında olduğum her gün ölmesini dileyecek hale getirecektim. Acı mı vardı? O zaman ikimiz de tadacaktık.

Ailesine olanlara üzülmüştüm, yalan yok. Ama her ne olursa olsun bir insanı öldürmek için hiçbir neden olamazdı. O kurşun silahtan çıkmıştı bir kere, o leke alnına sürülmüştü. Artık ölse bunu değiştiremezdi. Ya çocuğu varsa düşüncesi yedi bitirdi beni. O an içimdeki ateş harlandı ve ciğerimi yaktı. Eğer ortada bir çocuk varsa babasız büyüyecekti, var mıydı ötesi? O andan sonra nadiren de olsa heyecanlanan kalbime lanetler ettim. Nasıl bir şeyin içine düşmüştüm? Birden hayatım nasıl da çukura batmıştı, nasıl da birden her günüm geceye dönmüştü.

 

 ...

 

Hava kararmış, yengem ve abim yemeğe çıkmıştı. Abim bugün de oldukça dalgındı. Yengem kenara çekip konuştuğu zaman da hiçbir şey söylememiş sadece geçiştirmişti. Bir ay olmuştu, ne ağzını açıyor ne de dalgın olduğunu kabul ediyordu. Yengem ilk başlarda onu darlasa da sonradan konuşmayacağını anlamış olacak ki zaman sonra onu rahat bıraktı.

Abim söylemiyorsa bir bildiği vardı. Ona sonsuz güvenirdim. Koltukta oturmuş açık olan televizyona boş boş bakıyordum. Gözüm ekrandakini görüyordu ama aklım başka yerdeydi. Uzun zamandır aramamıştı. Yine bir haltlar çevirdiğine emindim. Hırsla önümdeki dilimlediğim elmadan bir tane alıp ağzıma attım. Ağzımdaki elmayı çiğneyemeden çalan telefonumla elim hemen hırkamın cebime gitti ve arayan kişiyi görünce elmayı çiğnemeyi bıraktım.

"Hülya? Hayırdır bu saa-"

"Piraye. sus ve beni dinle olur mu? Ben birini buldum." Bir dakika falan beynim cümleyi anlamak için çaba sarf ederken "Kimi buldun? Düzgün anlatsana" Oturduğum koltukta dikleşip can kulağıyla Hülya'yı dinledim.

"Ölen adamın evini bilen birini buldum." Elma boğazımda kalırken öksürdüm. Elimi göğüs kafesime vurup nefes almaya çalıştım. Gözlerim yuvalarımdan fırlayacakken derin bir nefes alıp elmayı yuttum. Elim hala kalbimdeyken heyecanla ayağa kalktım. "Hülya emin misin? Belki değildir?" Emin olmak istiyordum. Emin olmak ve bunun gerçek olmasını umut ediyordum.

"Eminim Piraye. Ama şimdi kalk gidiyoruz diyebileceğimiz bir durumun içinde değiliz. Düşünüp tartışmamız lazım." Kafamı salladım. "Tamam, hemen bize gel." Çok değil sadece bir kaç dakika sonra Hülya paldır küldür içeri girmişti. İkimiz de hemen benim odama geçip yatağıma oturduk.

"Hülya hâlâ emin olamıyorum. Üstelik korkmuyorum desem yalan olur." Elimi tutup gergince gülümsedi. Onun da en az benim kadar korktuğunu biliyordum. Arkadaşımı bu işe bulaştırmak istemiyordum ama sanırım geç kalmıştım.

"Hülya. Geç kaldım biliyorum ama her an bu işten vazgeçebilirsin, sana asla darılmam. Daha ben hiçbir şey anlamamışken, ve bu saçma şeyin içinde boğulurken bir de seni yanımda sürüklemek istemiyorum." Hülyadan ses çıkmayınca kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Gözleri hayal kırıklığı ve kızgınlık arasında gidip geliyordu. Birden kolumu sıkınca ufak bağırıp elimi sıktığı koluma koydum.

"Niye yaptın bunu?"

"Salaksın da o yüzden! Biz her şeyin üstesinden birlikte gelmedik mi?" Kafamı eğip gözlerimi saklamaya çalıştım. "Biz birbirimizin kardeşi değil miyiz? Yardım ettiğimde nedeni mi sorulacak bana?" Sesinin titremesi kendimi daha kötü hissetmeme neden oluyordu. Onu üzmek istememiştim. Asla istemezdim.

"Bunun üzerine daha fazla konuşup asıl meselemizden şaşmıyoruz. Odaklan." Kafamı salladım. Hülya bir şeyler anlatacakken onu durdurup mutfağa gittim ve ikimize de birer çay alıp döndüm. Elindeki kağıtları masanın üzerine bırakıp ayağa kalktı.

"İlk önce sen sormadan ben söyleyeyim yanlış bir şey yapmadım, normal bir şekilde kayıtlara baktığımda ölen adamın adresi ve bilgileri yazıyordu zaten. Ama biz bu insanların bu adreste olmadığını biliyoruz. Yine de ne olur olmaz diye gittim oraya. Sana söylemedim çünkü belli olmadan söylersem beni panik edecektin. Her neyse biraz oralarda oyalandım falan, orta yaşlı bir amca ellerini arkada birleştirerek yanıma geldi. Dedi kızım hayırdır sabahın köründe? Aslında ilk başta tedirgin olsam da yanmış bir eve dakikalarca bakan birisi saçma karşılanırdı. Adama bu evde neler olduğunu sordum. Anlattı falan sonra dedim amca buranın sahibinin adı ne?" Elindeki kağıtları karıştırarak bir tanesini bana verdi. Baktığım kağıtta Hasan Küpçü yazıyordu. Bir kaç yazı daha ve adamın resimleri vardı. Biraz daha yaklaşarak resme iyice baktım ve saniyesinde beynimden vurulmuşa döndüm. Bu o adamdı. Ölen adam.

Hızla kafamı kaldırıp Hülya'ya baktım. "Hülya bu o adam. Eminim!" Resme tekrar baktığımda o geceyi düşünmekten başka bir şey yapamadım. Baybars o adamı vurmuş, beni de yaşarken öldürmüştü. Bir kurşun kaç kişinin hayatına mal olmuştu. "Piraye sakin olmalıyız ki çabucak çözelim. Daha çözülmeyen çok fazla şey, bir o kadar da cevaplanmayan sorular." Haklıydı. Soğuk kanlı olmalıydım. Kafamı kaldırıp tüm dikkatimle Hülya'yı dinlemeye devam ettim.

"Adamın sadece karısı ve bir erkek çocuğu varmış. Lakin garip bir şekilde o geceden saatler sonra çocuk ortadan kaybolmuş. Mahalleden kimse hatta arkadaşları bile nerede olduğunu bilmiyor. İlk soru bu; Çocuk nerede? İkinci ve en büyük soru ise Baybars bu adamı neden vurdu? Hadi vurdu, yangının çıktığı gün, Baybars'ın adamı vurduğu saat ve Çocuğun kaybolması neredeyse aynı gün içinde gerçekleşmiş. Vurulma olayından sonra sen bayıldın ve o günden iki gün sonra hastaneye Baybars'ın geldiğini ve her şeyin orada başladığını söylüyorsun. Ama garip olan şu ki Baybars seni hastaneye getirmek yerine evine götürür ve tabiri yerindeyse hapsederdi. Hatta seni ölümle tehdit ederdi. Ailenle bile tehdit ederdi. Ama Baybars bunlardan hiçbirini yapmadı?" Bana bakan gözlerle kafamı salladım. Doğruydu. Tehdit etmemişti. Ben sadece gözümün önünde bir adamı vuran birinden ölesiye korkmuş ve hastanede uyandığımda karşımda görüp 'Yanımdasın' diyen psikopat birinden korkmuştum. Tehdide gerek kalmamıştı ki. Çünkü korkuyu çoktan aşılamıştı.

"Bir şeylerden şüphelendiğim için kayıtlara tekrar tekrar baktım. Ama pek bir şey gözükmüyordu. Sanki birisi belli bir kısmı silmiş gibi. Tek fark edebildiğim ikinci bir silah sesi. Ve sonrasında Baybars da ayakta durmakta zorlanıyor gibiydi. İşte gariplikte tam olarak burada başlıyor. Sana söylediğim şeyi hatırlıyor musun? Sana bir kişi daha var demiştim. Belki de birden fazla kişi bilemeyiz. Ama bildiğim bir şey varsa Baybars bir çok şeyi biliyor ve seni bu yüzden yanına aldı." Kaşlarımı çatıp Hülya'ya baktım. "Bunun güzellemesi mi olur Hülya? Ne için aldıysa aldı. Sonuçta adam vuran bir katil o!" Hülya nefesini sakince verip aynı bakışla bana karşılık verdi.

"Piraye adam vurduğuna dair kanıt yok. Zaten orada sadece bir kaç tane kamera var ve sadece uzaktan görünen çalışıyor görünüyor. O gece bende oradaydım, Büşra'nın doğum günü partisine katılmıştık. Sende hava almak için dışarı çıkmıştın sadece bunu hatırlıyorum. Ama ne kadar uzağa gittin de biz bir silah sesi bile duymadık. Bunun da tek bir nedeni olmalı o da silahın ucunda susturucu olmalı ya da vuran başka birileri var ve onlarda da susturucu var. Başka hiçbir ihtimal yok. Zaten ışıklı olsa da ormanda belli bir yere kadar ışıklandırma vardı ve hadi oldu da çok uzağa gitsen bile illaki silah sesi duyulurdu."

Her bir kelimesi doğruydu. Yanlış veya kulağa saçma gelen hiçbir şey yoktu. "Piraye. Zorlandığını biliyorum ama bence Baybars'ın suçlu olması senin işine geliyor." Hızla ona baktım.

"Ne diye işime gelsin Hülya? Şunu söyleyip durma." Dudağını büküp masanın önündeki sandalyeyi çekip yığılır gibi oturdu.

"Belki de kendini tutmanın tek yolu buydu?" Kafasını çevirip bana baktı.

"Sen Baybars'ı suçlamak için hep bir neden aradın Piraye. Bak, bir yıldan fazla oldu ve ne zaman ondan bahsetsen nefret ve garip bir duygu arasında gidip geliyor gözlerin. Her şey bu kadar karışıkken, her şey bu kadar sarpa sarmışken hiç durup da bir saniye dahi olsa onun da masum olabileceğini düşündün mü?" Ayağa kalkıp oturan arkadaşıma baktım.

"Şu an saçmalıyorsun Hülya." Kafasını salladı.

"Saçmalamıyorum Piraye. Sadece Baybars masum çıkarsa nasıl yüzüne bakacağını düşünüyorum." Laflarıyla tokat yemiş gibi oldum. Bunu nasıl söylerdi?

"Bakmayacağım tabi ki Hülya. İster masum olsun ister olmasın, ben gideceğim bunu biliyorsun." Güldü. Bugün fazlaca canımı sıkıyordu. Gülmesini gerektirecek bir şey yoktu.

"Dikkat et de gittiğin yer yine onun yanı olmasın Piraye."

...

Hülya'yla iki gündür plan yapmaya çalışıyorduk. Vurulan adamın yani Hasan Küpçü'nün eşine ulaşmış ve evine gelmek istediğimizi, bu konuyu araştırdığımızı söylemiştim. Başka türlü nasıl işi bağlardık bilmiyorum. Yanan evlerinden çok uzakta bir evdi, Avrupa yakasına geçmiştik. Üstelik kadın sadece para meselesi yüzünden olduğunu sanıyordu, yani bize öyle söylemişti. Ama tek neden para olamazdı. Kaldı ki Baybars'ın böyle bir aileden alacağı miktarla işi olmazdı. Başka işler dönüyordu.

"Bakın ben sadece yardım istiyorum. Üstelik yardımlarımız da karşılıklı ve asla alelade bir şey olmayacak. Siz bana sorduğum soruların cevaplarını verin bende ne yapıp edip oğlunuzu bulmanıza yardım edeyim?" Bir kaşımı kaldırıp yüzüme tedirginlikle bakan kadına diktim bakışlarımı. Onu korkutmuşlardı belli ki. Eve geldiğimizden beri dil döküyordum ama nafile. En sonunda zor olacağını bilsem de böyle bir teklifte bulunmuştum.

Gözlerini kapatıp derin bir nefes verdi. "Oğlum daha çok genç, Hasan için üzülmüyorum Allah biliyor ya, eve de zaten içip içip yatmadan yatmaya gelirdi." Yüzünü buruşturdu.

"Ne yapıp ettiğinden hiçbir zaman haberim olmadı. Eve çok kez polis geldi. Kolu komşuya rezil olduk, ben kafamı camdan bile çıkaramadım. Oğlumu da aldı okuldan verdi bir yere çalışsın diye. Ne diller döktüm bir bilsen." Gözlerindeki dertlerin hepsi sinesine yerleşmişti. Göz altları morarmış, yaşına rağmen saçlarındaki bir çok tutamı kireç gibi bembeyaz olmuştu. Yaşadıkları onu çok yıpratmıştı belli ki.

Elini tutup gülümsedim. "Nazife Hanım, yaşadığınız şeyler kolay değil, hem de hiç değil. Bu yüzden size tek bir şey soracağım. Eşinizin ölümünden sonra buraya gelen giden biri ya da birileri oldu mu?" Bu o kadar önemliydi ki. Eğer cevap verirse Nazife Hanım bizim için ilk kapının anahtarını kendi elleriyle verecekti. Bir süre durdu, ağzındaki şeyi söyleyip söylememek arasında kaldı. Durdu, sustu. Ama en sonunda ellerimi sıkıca tutup bana yaklaştı.

"Buraya ne için geldin bilmem. Oğlumu kurtarmayı teklif ettiğin için sana bunu söylüyorum. Oğlumu ellerimle ben verdim," Sesini iyice kısıp bana yaklaştı. Böyle bir itiraf beklemiyordum.

"Okutacağız onu dediler. Hasan'ın öldüğü akşam herkes dağıldıktan sonra bir kaç adam eve geldi. Arkadaşlarıyız, Hasan'ın oğlunu okutacağız, dediler. Verdim oğlumu. O gün bu gündür yüzünü görmedim, sesini duymadım oğlumun. Benim oğluma zarar verdiler başka ihtimal gelmiyor aklıma." Demek ki ölüm haberini hemen almışlardı.

Gözlerindeki yaşlar içimi sızlatırken Hülya'ya baktım. Kafasını sallayıp beni destekledi.

"Nazife Hanım başka söyleyecek bir şey-" Ellerimi daha çok sıkıp

"Benimde senden tek istediğim bu gece burada konuşulanlar ömür boyu burada, bu dört duvar arasında kalacak. Yoksa yemin ederim ki ne sen sağ çıkarsın ne de ben." dedi. Sessizce sarf ettiği sözler ardından kanım damarlarımda donmaya başlarken sakin kalıp,

"Nazife Hanım ne demek istiyorsunuz. Açık konuşun. Sizi kim tehdit ediyor?" Cevaba çok ihtiyacım vardı. Çünkü bu cevapla ilk düğümü çözmüş olacaktık. Nazife Hanım ağzını açmıştı ki telefon çalmaya başladı. Hülya ve ben sese kitlenirken, Nazife Hanım yeleğinden çıkardığı telefona bakarken yüzü bembeyaz oldu. Birden gözleri yerinden çıkacak gibi açıldı. Kafasını hafifçe kaldırıp camlarda ve sonra da bizde gezdirdi. İçerideki odaya geçerken tek kelime etmedi ve kapısını da kapattı.

Nefeslerim sıklaşmıştı. Hülya yanıma gelip omzumu tuttu. "Bunu çözeceğiz Piraye. Bak, az kaldı." Evet, az kalmıştı. Ya kandırılacaktık ya da gerçeği görüp oyunumuzu oynamaya devam edecektik. On beş dakika sonra kapı açıldı ve Nazife Hanım elleri titreyerek yanımıza geldi. Koltuğa adeta çöküp,

"Eve gelen adamlardan bir kaç gün sonra başka biri geldi. Oğlunu aldığımızı kimseye söylemeyeceksin dedi. Çok para verdi, parayı görünce gözüm döndü. Oğluma da iyi bakacaklarını söyleyip, eğer başka birine bu olanları anlatırsam beni öldüreceğini söyleyip gitti. En son iki ay önce yine arkadaşı mıymış neymiş o geldi." Masanın üzerindeki suyu alıp içti. Nefes nefese kalmıştı. Suyu bırakırken ellerinin titremesini durduramadığından bir kaç damla dökmüştü. Halleri beni işkillendirirken süpheyle baktım suratına.

"Paraya ihtiyacın olduğunda ara dediler. Bunu kullanabiliriz. Ben oğlumu geri istiyorum. Bir yıldan fazla oldu Sedat'ımı görmeyeli" Gözlerindeki yaşlar yanaklarına akarken elinin tersiyle silip bana baktı.

"Senin kim olduğunu bilmem. Bu işe niye bu kadar burnunu soktuğunu da. Ama madem ki bana oğlumu vadediyorsun, tamam." Hülya'yla birbirimize bakıp güldük. Gecekondudan ayrılırken Nazife Hanım da bizimle beraber kapı önüne çıkıp etrafı kolaçan etti ve ardından hiçbir şey söylemeden hızla içeri girip kapıyı da resmen suratımıza kapattı. Hülya ve ben bunu çok umursamadan arabaya doğru yürümeye başladık. bir kaç adım atmıştım ki yine o hisse kapıldım. İzleniyormuş gibi. Arkamı dönüp kiraladığımız arabaya binerken hala etrafıma bakıyordum. Yol boş da olsa karanlık olduğu için Hülya yavaş sürüyordu. Avrupa yakasına geçmiştik, Anadolu yakasına geçeceğimiz için çok yolumuz vardı. Bu yüzden Hülya'yla biraz daha bu konu üzerinde konuşup susmuştuk. Bu günlük bu kadar yeterdi. Biraz uyumak istiyordum bu yüzden gözlerimi kapatıp koltukta kıvrıldım.

Yirmi dakika geçmişti ki art arda korna sesiyle uyanıp arkama baktım. Siyah bir araç arkamızdan dörtlüleri yakmış son hız geliyordu. Hülya yan aynalardan bakarak kaşlarını çatarken gaza yüklendi. "Gerizekalı. Zaten yavaş sürüyorum geç işte yanımdan." Hülya'da kornaya basmaya başladı. Biraz sonra korna sesleri susarken normal ilerlemeye devam ettik. Uykum kaçtığı için sıkılmaya başlamıştım ve radyoyu karıştırırken arkadan güçlü bir şekilde darbe aldık. Hülya küfür ederken ben korkuyla arkama bakıp ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Resmen bilerek araca çarpmıştı. Ve süratle gelmeye devam ediyordu.

"Hülya geliyorlar. Bas gaza!" O gazı köklerken yolun karanlık olması çok büyük bir dezavantajdı. Hülya sürekli aynalardan kontrol ederken bir kere daha çarptılar. Sinirle saçını gözünün önünden çekip sağa doğru manevra yaptı. "Hay böyle işe!" O an aklıma sadece takip edildiğimiz geldi. Bu ihtimal ellerimin donmasına sebep olurken, "Hülya takip edilmiş olabiliriz." Dedim. Elimi saçlarımdan geçirip arkama baktım. "Ara onu!" Önüme dönüp bir yola bir de Hülya'ya baktım.

"Ne?" Direksiyonu bu kez de sola kırarak onlardan kurtulmaya çalıştı ama nafile. Sülük gibi yapışmışlardı. "Baybars'ı ara Piraye!" Onu bu sefer hiç ikiletmeden çantamdan telefonumu çıkarıp adının olduğu yere tıkladım. Hülya tavandaki ışığı açmaya kalktığında elini hemen geri çekip izin vermedim. "Bizi açık hedef yapacaksın" Kafasını sallayıp iki eliyle sıkı sıkıya tuttu direksiyonu. Baybars üçüncü çalışta açarken soru sormasına izin vermeden konuştum.

"Baybars yardım etmen lazım."

"Ne oldu?"

"Baybars biz sanırım takip edildik. Bir araç bize vuruyor" Bir şeylerin devrilme sesi gelince ayağa kalktığını anladım. "Ne demek takip ediliyoruz? Kim var yanında, iyi misin?"

Diğer sorusunu geçerek "Hülya var" dedim. Telefonun diğer ucundan küfür sesi gelinde yüzümü buruşturup "Küfür edesin diye aramadım seni. Yardı-"

"Geliyorum çıktım yola. Yavuz! Turgut'a haber ver hemen beş dakikaya buluşalım." Bir kaç bağırma, küfürden sonra bir şeyler yere düşmüş, kapı çarpmış ve en sonunda lastikler resmen yanmıştı.

"Piraye beni duyuyor musun? Kapıları ve camları kilitleyin. Neredesiniz?" Gözlerimi kapattım.

"Baybars biz çok uzaktayız, karşıya geçtik biz"

"Hay böyle işe! Bu kadar uzağa giderken insan haber vermez mi?" Hiçbir şey söylemedim. Ne diyecektim ki, senin foyalarını ortaya çıkarmaya çalışıyoruz mu?

"Tamam. Telefonu hoparlöre al Piraye." Ellerim titrerken telefonu hoparlöre alıp bekledim. "Hülya beni duyuyorsun değil mi? Şimdi senden tek istediğim konumunu aç ki Yavuz yerinizi tespit edebilsin." Hülya sakin kalmaya çalışarak kafasını salladı ve telefonunu bana fırlatıp şifreyi söyledi. "Baybars konumu açtım" Araba bir darbe daha alırken çığlığımı tutamadım. Hülya da kontrolü son anda sağlamış gözleri dolmuştu. "Piraye! İyi misin! Yavuz bul şu koduğumun konumunu!" Arabayı Baybars'ın sesi doldururken histeri krizine girmiş gibi kafamı salladım. "İyiyiz ama vurmaya devam ediyorlar." Baybars o kadar çok bağırıyordu ki ellerimin titremesine engel olamadım. Bana bağırmadığını biliyordum ama zaten korkuyordum ve onun bağırması hem beni hem de Hülya'yı korkutuyordu.

"Baybars bağırmayı kes ve ne yapabiliyorsan yap!" Yaşlar yanaklarımdan akıp giderken Hülya'nın da ağlamaya başladığını fark ettim. Hemen ellerimle yanaklarındaki yaşları silip arkadaşımın kolunu sıktım.

"Ağlama Hülya. Bizi alacaktır Baybars, sakin ol ve sadece yola odaklan tamam mı?" Hülya nefesini düzene sokarken saçı başı çarpmanın etkisiyle dağılmıştı. Benimde ondan aşağı kalır yanım yoktu.

"Piraye sakın susma. Konuş benimle." Yalvarır gibi çıkan sesiyle gözlerimi kapatıp buz gibi olan ellerimi birbirine sürttüm. Onunla ne konuşacağımı bilmiyorduk ki. O da tıkanmış gibi aklına ilk geleni söyledi.

"Her zaman söylediklerini söyle. Sakın susma."

"Seninle hiç tanışmamış olmayı dilerdim" dedim. Hülya haklıydı sanırım. Ben bir suçlu arıyordum. Onun yüzünden buralara gelmiştim. Titreyen ellerimi daha çok sıktım.

"Hepsi senin yüzünden" Nefesim yetmedi. "Biliyorum Piraye. Devam et." Ciğerlerimi havayla doldurup yaşlara izin verdim. Ağlamak nefes almak gibiydi benim için.

"Böyle olmamasını dilerdim" Derin bir nefes sesi. "Bende böyle olmamasını dilerdim Piraye. Sana git diyebilmeyi çok isterdim ama bu benim sonum olur. Ben bencil bir adamım. Diyemem" Elimi ağzımı kapattım. Hülya da bir bana bir de telefona bakarken gözündeki yaşları sildi. Onun hakkında yapmaya çalıştığım her şeyde sürekli ben zararlı çıkıyordum.

"Hülya, bulunduğunuz yere yakın bir helikopter sahası var. Yaklaşık on kilometre. Yol ayrımında onları şaşırt ve arabanın tüm farlarını kapatarak oraya girin. Ben hemen geleceğim. Hat gidebilir ama her ne olursa olsun telefon asla kapanmayacak, duydun mu beni Piraye?"

"Evet" Sesimi bulup cevap verdiğimde Baybars'ın sesi gitti ama söylediği gibi telefonu kapatmadım.

Gelecekti.

...

 

"Baybars Bey anlamıyorsunuz, hava şu an uçmaya müsait değil."

"Seni uçururum. Duydun mu lan! İzin mi alıyorsun ne yapıyorsan yap." Yakasına yapışmamak için bir nedenim yoktu, ama yapışmak için çok büyük bir neden taşıyordum. Sakinliği siktir etmiştim. Olması gerektiği gibi davranacaktım. Sadece bir kaç dakika sonra Turgut da gelmişti. İneceğimiz yer için özel izini halledip işleri bitirmiştik. Bu helikoptere bir gün ihtiyacım olacağını hiç düşünmemiştim. Birinin telefonu çalarken Yavuz bana bakarak telefonu gösterdi.

"Orhan amca arıyor." Tam zamanıydı. Bu işte onların parmağı varsa ne yapardım ben bile kestiremiyordum. Zaten yemekteki olay yüzünden iyice hedef olmuştuk. Yavuzun elindeki telefonu kapıp kulağıma götürdüm. "Ne var?"

"Baybars, O helikopter havalanmayacak, duydun mu lan beni!" Sinirlerim tepemdeyken daha fazla sakin kalamadım. Piraye için bir şey yapacaksam hiçbir Allah'ın kulu bana engel olamazdı. Kim olursa olsun.

"Asıl kulaklarını aç sen beni dinle Orhan Turan! Piraye için yapacağım hiçbir şeyi size sormayacağım. Kendi helikopterimi ister uçururum ister parçalarım. Sen dua et ki bu işin altından da siz çıkmayın. Ne sen ne de senin yanındakilerin en ufak bir parmağınızı görürsem ben de öylece durmam. Sen duydun mu beni?"

"İki günlük kadını mı savunuyorsun lan bana!"

"O benim müstakbel karım! Sen kimsin ki benim eşim hakkında konuşuyorsun? Sen yüzük görmeyince bu iş olmayacak zannediyorsun değil mi? İlk işim o olacak." Telefonu Yavuz'a geri verip hızlıca helikoptere bindik. Kulaklığı ve emniyeti taktığımızda ise beş dakika sonra havadaydık. Düşünmekten kafayı yesem de Yavuz bana bilgi veriyordu. Aklımı koruyabilmek için tutunduğum tek şey buydu. O adamın söylediklerine katlanamıyordum. Kimse böyle konuşmaya cüret edemezdi. Turgut kulaklığın mikrafonunu ağzına yaklaştırıp "Baybars silaha ihtiyacın olacak kadar ne oldu? Ve biz neden hepi topu iki kere bindiğimiz helikopterle karşıya geçiyoruz?" Kolumdaki saate bakıp kafamı camdan aşağı eğdim. Az kalmıştı.

"Baybars sana söylüyorum." Kafamı camdan çekip Turgut'a baktım. "Bir kaç kişi arabayla takip ediyormuş Piraye'yi." Turgut, Yavuz'a bakıp bana döndü. "Şüphelendiğimiz işteki şeyler olabilir." Elimi alnıma dayayıp kafamı salladım. "Aynen öyle. Bu yüzden tedbirli davranın." Sinir tekrar kendini gösterince ellerimi sıkıp aşağıya bakmaya çalıştım. Aşağıya indiğim an tüm sinirimi koduğumun suratlarına boşaltacaktım. Şimdi sadece Piraye'yi düşünecektim. Bana ilk kez güveniyordu, ne olursa olsun boşa çıkarmayacaktım.

 

...

Araç bir kez daha sağa savrulunca Hülya çok zorlansa da sabit tutmayı başarmıştı. Bir kaç el silah sesi gelince kafamızı eğip yola öyle devam etmiştik.

"Piraye bunlar bizi öldürecek." Arkadaşımın kurumayan yaşları tekrar yerini alırken hiçbir şey diyemedim. Şu an tek güvencem Baybars'tı. Ona güvenmekten başka hiçbir çarem yoktu. Hülya'yı daha fazla korkutmamak için sözlerime ve hareketlerime dikkat ettim. Arabayı o kullanıyordu ve en ufak panikle kendi sonumuzu getirirdik.

"Baybars geliyorum dediyse gelecektir. Merak etme, ikimiz de güvenli bir şekilde çıkacağız bu araçtan." Hülya bir kaç saniye sessiz kaldıktan sonra gülmeye başlayıp gözünü yola dikti. "Bunu bana sen mi söylüyorsun? Silahlı adamlara teşekkür etmem gerekecek sanırım. Baybars hakkında ağzından ilk defa iyi bir şey duyduk." Ben ne diyordum o ne anlıyordu. Yine de bir şey söylemedim ve Hülya'nın yol ayrımına girmesini bekledim.

"Baybars'ın bahsettiği ayrıma girmek üzereyiz. Nasıl yapacağımı bilmiyorum ama halledeceğim." Kafamı salladım. Hülya'ya yapabileceği hakkında cesaret verip yol ayrımına gireceğimiz sırada Hülya aracı bir sağa bir sola çevirerek hangi yöne gideceğimizi belirsizleştirmeye çalıştı. Sağ tarafa gidecektik ama onların anlamamasını umuyorduk. Direksiyonu tutarken zorlandığını görebiliyordum. Az bir yol kalmışken direksiyonun sağa dönmesiyle araçta sağa gitti ve arkama baktığımda onları göremedim. Hızla Hülya'ya dönüp çığlıkla koluna vurup gülmeye başladım. Başarmıştı!

"Başardın! Yaptın!" Hülya da benim gibi gülüp ellerini direksiyona vurdu ve saçlarını geri çekti. Bana doğru döndüğü sırada yüzünün düştüğünü gördüm.

"Piraye kafanı ey!" Hemen dediğini yapıp kafamı eğdim ve yanımdaki camın tuzla buz olması aynı saniye içinde gerçekleşti. Hülya da kafasını eğdiği için araba kontrolünü kaybetmiş ama zaten varacağımız yere varmıştık. Hiçbir planımız yoktu tamamen içgüdüsel ilerliyorduk. Hülya bağırarak araçtan inince bende indim. İkimiz de koşarak Baybars'ın söylediği piste ilerledik. Bir kaç fıçı ve bidon vardı etrafta. Hülya'nın kolunu tutarak bidonların arasına çektim onu. "Bizi bulacaklar!" Elimle ağzını kapatıp sessiz olması için parmağımı dudağımın üzerine koydum.

Neredesin Baybars?

Biraz sonra bir araç tam çaprazımızda durdu ve içinden üç kişi çıkıp ellerindeki silahları bellerine koydular. Aralarında bir şey konuşsalar da buradan duyamıyordum. Hülya'nın göz yaşları elime gelirken sıkı sıkı sarıldım arkadaşıma. Onu sürüklediğim için vicdanım sızlıyordu. Buradan sağ çıksak bile ona bunu yaşattığım için bir daha nasıl bakardım yüzüne bilmiyorum.

Fıçıların arasından tekrar onlara baktığımda bir tanesinin bize doğru geldiğini gördüm. Beline koyduğu silahı çıkardı ve iki eliyle kabzayı kavrarken yüzündeki kar maskesi nedeniyle gözleri hariç hiçbir yerini göremiyordum. Yavaş yavaş attığı adımlar sonumuzu hazırlarken gözlerimi kapattım. Yetişemeyecekti.

Bulunduğumuz yerdeki çakıl taşlarına bastığında çıkan sesler piste gelince kayboldu. Daha fazla yaklaşmıştı. Eğer biraz daha yaklaşırsa fıçıların kısalığı yüzünden kafalarımızı görebilirdi. Gözlerimi kapatıp akışına bıraktığım an uzaklardan gelen sesle açtım gözlerimi.

Hülya da gözlerini açmış kafasını gökyüzüne çevirmişti. Adamlar hızla geri çekilip pisti boşalttıkları an bir helikopter indi ve pervanesi dönerken çok gürültülü bir şekilde kapısı açıldı. Adamlar çok sakin gözüküyorlardı. Bu da aklıma tek bir nedeni getirdi. Onların adamları olabilirdi. "Hülya hiçbir şey belli olmadan kesinlikle çıkmıyoruz buradan." Kafasını sallayıp olan biteni izlediği sırada art arda gelen silah sesiyle ağzımı kapattım. Seslere bir kaç ayak sesinin daha eklendiğini, bununla beraber silah seslerinin de çoğaldığını duydum. Cesaret edip kafamı uzatamıyordum ve bence şu an doğru olan buydu. Kaza kurşununa kurban gitmek istemezdim.

"Piraye çoğalıyorlar sanki!" Neyin içine düşmüştük! Sesleri seçemiyordum, hepsi birbirine girmişti. Bir tanesini hariç; "Piraye!" bağırışı kulaklarımda çınlama yaparken bir kaç dakika sonra sesler azaldı. Ve onu daha net duydum. "Piraye! Ben buradayım!" O andan sonra sorgulamadım. Bedenim kontrolü sağlamıştı, ayağa kalkıp bir kaç kişi içinden onu seçebildiğimde ona doğru yürüdüm. Ayaklarım tutmuyordu ama ona doğru yürüyordum. Gözleri endişeyle beni ararken bakışlarımız kesişti. Yüzündeki sıkıntılı ifade yerini rahatlamaya bırakırken bana bir adım attı. Titrek adımlarımla ilerlerken daha fazla dayanamamış, elindeki fark ettiğim silahı beline koyup bana doğru koşmuştu. Durmadım veya arkamı dönüp gitmedim. İlk defa. Ona güvendim.

Ellerimi ona uzattığımda onun kadar bunu bende beklemiyordum. Ama o sorgulamadı ve beni hemen kolları arasına aldı. Biz ilk defa burada sarıldık. Ben ilk defa hissettim kalbini. İlk defa çektim kokusunu içime. Ve ilk defa sıcaklığını tattım. Ellerini nereye koyacağını bilemez gibi saçlarıma koyup beni daha sıkı sardı. Sırtıma koyup sakinleşmem için ritim tuttu.

"Ben, uzun zaman sonra kaybetmekten korktum. Ne olur, beni kendinle sınama olur mu?" Sesindeki titreme ve yalvarış beni uçuruma sürüklüyordu. Şu an ne yaptığımı bilmiyordum ama iyiydim. Yanlış, hatalı ve günahtı ama ben bu anda kalmak istedim. İçimdeki bu serzenişe anlam veremedim. Korktum ondan, her zamanki gibi. Ama bu sefer kaçmadım. Belki de o an fark etmeden ona şans vermiştim. Sonrakiler için öldürmüş, bu fikri idam etmiştim.

"Dediklerinden bir anlam çıkarmak istemiyorum Baybars. Beni yorma lütfen." Elleriyle beni sarmalarken hiçbir şey söylemedi. Hülya'nın yanımda olduğunu fark ettim, korku ama çokça umutla bana bakarken bende ona baktım ve sadece kafamı salladım. O anladı ve ısrar etmedi. Ama durmayacağını biliyordum. Baybars ile bu şekilde ne kadar kaldık bilmiyorum ama en son beni kucağına almasıyla hiç hareket etmedim. Bugünlük bu kadardı enerjim. "Baybars şimdi ne yapacağız? Orhan amca sürekli beni arıyor ama açmıyorum. Deliye döndü." Kapattım gözlerimi. Yaşadığım bu andan çıkmak istemedim ama dünyam izin vermiyordu.

"Akıllı olacak hali yok zaten. Şu an derdim o değil Yavuz, inan ki." Beni kucağında taşıyıp gelen araca bindirdi. Ben kendime gelmeye çalışarak etrafa bakarken gözümün önüne gelen bir tutamı alıp kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Daha endişe edeceğin bir şey yok. Etrafa bakınıp durma. Kapat gözlerini, ben buradayım." Sadece kafamı sallayıp gözlerimi kapattım. Uyumak istiyordum. Sabah girdiğimiz yerden akşam çıkmıştık. Kapı kapanmadan önce Hülya da yanıma gelmiş, yanıma oturup bana sarılarak o da gözlerini kapatmıştı. Arabada kim var kim yok bilmiyordum. Ama Baybars'ın olduğunu biliyordum, kokusu hala buradaydı. Buradayım demişti.

...

"Sen haber ver ben Piraye'yi alacağım. Uykusu açılmasın." Bir elin bacaklarımdan ve belimden geçtiğini hissetim ama kıpırdayamadım. Bedenim o kadar ağırlaşmıştı ki kendimi yüz kilo hissediyordum. Ayakkabılardan gelen çakıl taşlarının sesini duyabiliyordum. Bir kaç saniye sonra kapının açılıp kapanmasıyla rahat bir yere bırakıldım. Ağırlaşan bedenim bu rahatlıkla hemen yerleşirken esneyip yan döndüm. Uyku şu an için en ihtiyacım olan şeydi, bu yüzden gözlerimi hiç açmadan uyumaya devam ettim.

...

Kapıyı yavaşça kapatıp üzerimdeki ceketi çıkardım ve gömleğimle kaldım. Yavuz ve Turgut içeride beni beklerken mutfağa gidip bir bardak su alıp içeri döndüm. Yavuz koltukta otururken Turgut şöminenin başında bekliyordu. Ortamı hiç bozmadan şöminenin yanındaki koltuğa oturup bardağı sehpaya bıraktım.

"Ne buldunuz?" Yavuz koltuğa iyice yayılırken, "Ne için burada olduklarını bulamadım. Ama senin de şüphelendiğin şey olma ihtimali yüksek. Sonuçta Piraye'nin bu işin peşini bırakmayacağını biliyorduk zaten." En korktuğumda buydu ya. Gerçekleri öğrenirse onu nasıl koruyacağımı bilmiyordum. Benden ettiği nefret daha ne kadar çoğalırdı bilmiyorum ama dönülmez yola girerdik.

Turgut'a döndüm. "Sen ne biliyorsun Turgut? Sence bu işin içinde Derya var mı?" Aslında Deryadan şüphelenmeyi uzun zaman önce bırakmıştık. Derya sadece para peşinde olan bir insandı. En fazla zararı Turgut'tan biraz para koparırdı.

"Derya'nın hiçbir şeyden haberi yok Baybars. Sadece geçen gün kendi kendine imalarda bulunup evden gitti." Kaşlarımı çatıp elimle alnımı ovaladım. "Baybars her şey daha da karmaşık bir hâl alıyor. Onu koruyamayacaksın" Sözler beynimde patlarken Turgut'a baktım. "Ne diyorsun Turgut?" Baş ağrım yine kendini gösterince gözlerimi kıstım.

"Tek yaptığın kendine zarar vermek. Piraye bunu hiç bilmeden senden nefret etmeye devam edecek. Boşuna uğraşıyorsun Baybars." Gözümün dönmesiyle ayağa fırladım.

"Ne diyorsun lan sen. Turgut, düzgün konuş benim canımı sıkma." Turgut'ta ayağa kalkıp karşımda dikildi. "Piraye durmayacak. Her an her şeyi öğrenirse senin yanından gider. Onu artık durduramazsın Baybars." Elimi saçlarımdan geçirip bir kaç tutamı yoldum. Bana bunu söyleyemezdi. Ben koruyacaktım Piraye'yi.

Başımı dikleştirip, "Ben koruyacağım onu" dedim. İçimdeki acıya kulak asmadan Turgut'un omzundan sertçe ittirip bir kaç adım geri gitmesini sağladım.

"Ben koruyacağım lan onu! Ben! Haberi olmadan yapacağım!" Turgut kafasını sallayıp eğdi. Bir kere daha itip aramıza girmeye çalışan Yavuz'u görmezden geldim. Turgut benim kardeşim gibiydi ama benim yüzüme bakıp böyle şeyler zırvalayamazdı. Kafamı eğip yüzüne baktım. "Nefret etsin benden. Nefret etse, ne yazacak Turgut? En azından yanındayım. İyi olduğunu biliyorum ya, nefret etsin, sevmesin beni." Turgut acı dolu gözleriyle baktı bana. Bana acıyorlardı. Daha ne olsun.

"Bırakacak seni." Bir adım atıp omuzlarımı tuttu. Kafasını eğip gözlerime baktı. "Baybars toparlanamazsın kardeşim." Doğru. Toparlanamazdım. Ondan sonra toparlanıp ne yapacaktım. Nefreti de kabulümdü. Çekip gitse de ben onu korumaya devam ederdim. Başka türlüsünü bilmezdim ben.

  

                                                                                                                                   ...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 26.02.2025 01:51 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...