9. Bölüm

-İNKİSAR-

Özge
malihulya_

                                                                                                                            ...

 

Üç adam konuşurken hesap etmedikleri bir şey vardı. Hülya onları dinliyordu...

Baybars Turgut'u duvara çarptığında genç kadın korkuyla elini ağzına kapatıp bir adım geri çekilmişti. Hızla çarpan kalbinin sesiyle dolan kulakları sağır olmak üzereydi. Elini dudaklarından çekip kalbinin üzerine koydu ve uzun koridorda sessizce ilerleyip uzaklaşmaya çalıştı.

"Nefret etsin benden. Nefret etsin, nefret etse ne yazacak Turgut? En azından yanındayım. İyi olduğunu biliyorum ya, nefret etsin, sevmesin beni." Gitmekten vazgeçip arkasını döndü genç kadın. Neden bahsettiklerini bilmesi gerektiğini düşündü o an. Baybars'ın kimden bahsettiği çok açıktı. Ama olayı kavraması için dinlemesi gerekiyordu.

Yanlış olduğunu bile bile kapının ardında durup dinledi olan biteni.

"Bırakacak seni." Turgut bir adım atıp Baybars'ın omuzlarını tuttu. "Baybars, toparlanamazsın kardeşim" Daha bir kaç saat önce dağ gibi duran adam şimdi harabeye dönmüş gibiydi. Hülya, Baybars'ı çok görmüş biri değildi. Ancak bugün gördükleri ona yetmişti. O Piraye'yi seviyordu. Hem de aklı başında değil denecek kadar. Anlayamıyordu, Piraye bunu nasıl göremezdi? Oysa dışarıdan birisi olan Hülya'nın anlaması için bile bir kaç kaçamak bakış yetmişti. Piraye kördü, Piraye Baybars'a karşı çok kördü.

Onda kurşun izi bıraktığının farkında değildi. Bunun olmasından korkuyordu arkadaşı. Baybars'ın bir bakışının dahi yüreğinde yer edinmesinden korkuyordu.

Hülya düşünmeyi bırakıp üç adamın söylediklerine kulak vermeye devam etti.

"Baybars, yapma artık. Bak ne kadar zaman geçti. Piraye seni sevmiyor be kardeşim. Anla artık, o kızın da hayatından çalıyorsun. Onu böyle koruyamazsın." Hülya nefesini tutmuş Baybars'ın diyeceklerini can kulağıyla dinliyordu. Adam yorgun bakışlarını karşısındaki şömineye çevirip

"Sevmesin Turgut. Hiçbir zaman beni sever ümidiyle yaklaşmadım ben ona. Canı sağ olsun dedim hep. Canımı alsın da canı sağ olsun. Ne diyeyim." Hülya hiçbir tepki veremedi. İçindeki kızgınlığa engel olamadı. Arkadaşı nasıl bu kadar kör olabiliyordu? Baybars, Piraye'nin anlattıklarından çok farklı sözler sarf ediyordu. Onu tutsak etmek isteyen bir adam böyle davranır mıydı hiç? Aralarındaki yanlış anlaşılma o kadar çoktu ki Hülya ne yapacağını bilemedi. Ama arkadaşına yardım etmeyi her şeyden çok istiyordu bu yüzden ne olacak diye düşünmeden saklandığı kapı arkasından çıkmayı düşündü. Ama korkusu ağır bastığı için bunu yapamadı.

Geldiği yere yine sessizce dönüp kapıyı açtı. Hemen Piraye'nin yanındaki odada kalıyordu. Biri gelir endişesi ile hemen pencere kenarındaki koltuğa kıvrıldı. Hülya bir an bu kadar bilinmezlikle ne yapacağını şaşırdı. Beyni patlayacak gibi oldu. Ama artık Piraye'yi daha olumlu yaklaşmaya itecekti. Bilmedikleri tonla şey olduğuna emindi artık. Baybars bunu Piraye'den saklıyordu. Bunun bile bir anlamı vardı. Hülya kararlıydı. Bu bilinmezliğin ortasında Piraye'yi öylece bırakıp gitmeyecekti. Kız kardeş bildiği arkadaşını bu yolda yalnız bırakmayacaktı.

...

Yavuz dışarı sigara içmeye çıkmış, Turgut'ta aramalarına dönmeyen Derya'yı bilmem kaç kere daha aramak için mutfağa gitmişti. Etrafa bakınıp odasına gitmek için ayağa kalktı. İçindeki solgunluğa rağmen yüzü nasıl da ketumdu. Nefret etmeye yer kalmamıştı içinde. Kendisinden ettiği nefret, Piraye'ninkinden bile fazlaydı.

Odasına gidemedi. Yine onu merak etti. Aklına düştü yine, sanki çıktığı bir an varmış gibi yine arsızca sokuldu yüreğine. Adımları çoktan odasını es geçmişti. Şimdi durduğu bu kapıda ne işi olduğunu sorgulayacak kadar bile düşünmemiş, sadece merak etmişti. Gelmişti. Odada sadece Piraye vardı. Hülya ise bir yan odada kalıyordu, bu yüzden de rahattı. Ama aynı zamanda yine gözlerini kapatıp öyle girdi odaya. Kapıyı hafif aralık bırakarak gözlerini açtı. Yatakta dertop olmuş kadına içi gidiyordu.

Onu orada öyle görünce her şeyi bir kenara atmıştı içinde. Onun için Piraye bir yana diğer her şey bir yanaydı. Kadının yere atmış olduğu battaniyeyi eğilip aldı. Onu uyandırmaktan korkarak yavaşça üzerine örttü battaniyeyi. Daha fazla durmaması gerekiyordu. Görmüştü işte. uyuyordu. Biliyordu, biliyordu da kendine söz geçiremiyordu. Yatağın yanına bir adım dahi yaklaşmadan kapıya yakın yerde izledi genç kadının yüzünü. Baybars alışkındı. Onu uzaktan izlemeler de güzeldi. Çünkü Piraye'yi sevmekte, izlemekte hep uzaktan nasip olmuştu ona. O nasibine düşenle yetinmeyi öğrenmişti.

Burukça bir tebessümle arkasını dönüp çıktı odadan. Adımları ağırlaşmıştı. Kendi odası Piraye'nin odasına yakın olduğu için girmedi oraya. Diğer hiç kimse de alt katta uyumayacaktı zaten. Üst kattaki odaya girip ortada bulunan yatağa oturdu. Omuzları çökmüş, sırtı bugünün derdiyle gerilmişti. Aklına düştüğünde eliyle alnına baskı uygulayıp, bir kaç siyah tutamını farkında olmadan çekti. Piraye'yi bugün bu halde görmesinin tek sebebi kendisiydi. Onu korumak için böyle bir işe kalkışmışken nasıl olurdu da böyle bir gün yaşatmıştı ona? Tüm çabası o zarar görmesin diye değil miydi? Nasıl olmuştu tüm bunlar? Piraye'nin o sarılsın diye kollarını açması, sarılması, en önemlisi ona güvenmesi. Bunlar bile Baybars için sadece bir hayalden ibaretken o bugün bunu yaşamıştı. İçinde bir yer ona acı veriyordu. Yanıyor, yanıyor ve durmak nedir bilmiyordu. O bununla yaşamayı öğreneli uzun zaman oluyordu ama bugün. Bugün o yangının üzerine bir damla su dökülmüştü.

O su damlası, güvendi.

O su damlasının adı Piraye'ydi.

 

...

 

Gecenin bir vakti uyanmış açılan kapı sesiyle de hızla gözlerimi kapatmıştım. Odaya girenin kim olduğunu anladığım bir kaç dakika ardından nefesimi bile tutmuştum. Beş dakika ya geçmiş ya geçmemişti aynı sessizlikle odayı terk etmişti. Zaten uyamadığım gibi onun odaya girip çıkmasıyla da kalan bir kaç saati yatakta oturup düşünmekle geçirmiştim. Sabah'ın erken saatlerinde ise herkes uyanmış, vakit kaybetmeden yola çıkmıştık. Bu sefer kalabalık olmamak için iki araçla yola çıkmıştık. Bende yanımda Hülya olduğu için biraz da olsa uyumuştum. Baybars arabayı kullanırken diğer araçta da Yavuz, Turgut ve dün evin etrafında gördüğüm bir kaç adam vardı.

Yol uzun muydu değil miydi uyuduğum için çok anlamadım ama çok geçmeden Hülya beni omzumdan dürtmesiyle eve geldiğimizi söyleyerek arabadan inmişti. Kendime gelmeye çabalayarak bende arabadan inip gözlerimi ovaladım. Sabah'ın erken saatleri mahalle bomboştu. Yavuz ve Turgut'ta arabadan inip etrafa bakınca Baybars'ın gözlerini üzerimde hissedip ona bakma gereği duydum. Tüm dikkatiyle bana bakıyor, arada gözlerini kısarak bedenimde gezdiriyordu. Gözlerimi kaçırmadan onun gibi dikkatle yüzüne baktım.

"Bana söylemediğin bir şey var mı Piraye?" Açılan gözlerimi kısıp ima ettiği şeyi idrak etmeye çalıştım. "Hayır, hiçbir şey yok. Neden sordun?" Baybars, Hülya'ya ve arkamızdakilere bakınca gitmesi gerektiğini anlayan arkadaşım bana sarıldı.

"Ben gidiyorum canımın içi. Birkaç saat sonra görüşürüz." Kaşlarını kaldırıp sessizce mırıldanmasının ardından merdivenlerden inip kendi evine girdi. Yavuz ve Turgut ise indikleri arabaya geri binmişlerdi. Baybars'a dönüp kollarımı göğsümde kavuşturdum. "İnsanları da kaçırdığına göre söyle ne söyleyeceksen, dinlenmek istiyorum." Kafasını sallayıp tam önümde durdu.

"Bende diyordum nerede kaldı? Diktin yine burnunu." Gözlerim hayretle açılırken kendimi gösterdim. "Ben mi?" Etrafa bakıp bıkkınca nefes aldı. Sorumu duymazlıktan gelmişti.

"İyi misin, gerçekten yaralanmadın mı Piraye?" Bu sözleri beklemediğim için şaşırıp kollarımı gevşettim ama indirmedim. Neden böyle sorular soruyordu ki? Onun deyimiyle kaldırdığım burnumu biraz da olsun indirip kollarımı çözdüm ve iki yanıma koydum.

"İyiyim. Sen... nasılsın?" Baybars bana garip garip bakarken tırnaklarımı etime geçirdim. "Yani o kadar geldin, beni ve Hülya'yı kurtardın. Teşekkür ederim. Hülya benim her şeyim. Ona bir şey olsaydı Pınar ablanın yüzüne nasıl bakardım bilmiyorum. Teşekkür ederim Baybars." Bir şeyler söylemesini bekledikçe sessizlik uzuyordu. Anlaşılan ağzını açmayacaktı. Elimi kaldırıp evi işaret ettim. "Bende gideyim. Yengem merak etmiştir." Arabanın içinde olan ikiliye bakıp el salladım. Eve girmek için bir iki adım atmıştım ki elimden tutulmasıyla arkamı döndüm. Baybars elimi avcunun içine almış, dikkatle bakıyordu. "Ne oldu? Ne yapıy-"

"Elini ne zaman yaraladın? Daha önce yoktu. Dün kazadan sonra oldu değil mi?" An be an değişen surat ifadesi beni korkuturken elimi elinden kurtardım. O hala elime bakarken elimi arkama sakladım.

"Sorun değil Baybars. Bir şey olduğu yok, fark etmedim bile." Ben ondan uzaklaştıkça adım adım geliyordu. Bakışlarını elimden çekip gözlerime sabitlerken yüzümü tarıyor gibiydi.

"Ama ben fark ettim. Bundan sonra haber vermeden bir yere gitme. En azından haber ver!" Olmazdı! Tüm foyam ortaya çıkardı. Daha her şeyin başındayken buna izin veremezdim. "Ne münasebet! Sen kimsin ki sana haber vereceğim ben? Baybars zaten yorgunum, sende beni daha fazla yorma. Düzgünce vedalaştık dur şurada." Arkamı döndüğümde abimi görmemle olduğum yere çakıldım. İşe gitmemişti. Kesinkes her şeyi duymuştu.

Abim bir bana bir de arkamda ki adama bakarken en sonunda gözleri beni buldu. "Sen aşağı in Piraye, yengen sana yemek yaptı. Dünden beri seni bekliyor kadın." Abimin yanından geçip merdivenleri yavaşça inmeye başladım. "Seninle konuşalım Baybars. Gel şöyle." Aşağı inerken duvar dibine saklanıp onlardan biraz uzakta durdum. Abim sinirli bir adam değildi. Dingin, durgun ama ne zaman ne yapacağını asla kestiremeyeceğiniz türden bir adamdı.

Abim Baybars'la beraber bahçedeki ferforcelerin yanında durdular. Baybars abime dümdüz bakarken, abim haliyle sinirliydi.

"Ben dün neden kardeşimi evinde göremedim Baybars Turan? Bir izahat bekliyorum. Ama tatmin olmazsam bu yüz ve çehren dağılır haberin olsun." Her ne kadar abim ve Baybars'ın arasında sadece bir yaş olsa da Baybars şaşırtıcı derecede uyumlu davranırdı abime. Abimin evliliğe onayını da bu şekilde almıştı zaten. Abim Baybars'ı sevmezdi ama ondan nefret ettiğini de düşünmüyordum. Hatta benim aksime onunla bayağı konuşurdu.

Baybars pantolonun cebindeki elini çıkarıp saçlarına götürdü. Dünün yorgunluğu yüzüne vurmuştu. Saçları ve gömleği dağılmış, hatta gömleğinin kollarında damla damla kan izleri vardı. O adamlar... onları vurmuşlardı. Kafamı sallayıp aklımın dağılmasını engelledim. Ne konuştuklarını bilmem gerekiyordu.

"Sen de biliyorsun ki dün Piraye'yi ben almadım Karun. Arkadaşı mı ne varmış, ona yardım ettik. O yüzden de gece gelemedi." Abim bunu yutmazdı ama Baybars'ta iyi yalan söylerdi. Tüm oklar onun üzerindeyken birden en olmadık kişiye çevirebilirdi. Gücü eline almayı severdi. Abim bir kaşını kaldırmış Baybars'ın sözlerini tartar gibi yüzüne bakıyordu.

"Ee? Kimmiş bu arkadaş. Seni niye çağırdı?" Baybars rahat davranırken hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Abim ise gerçekten bir şeyler olmadığına ikna oluyordu. Suratı yumuşuyor, duruşu rahat bir tavır alıyordu.

"Sizin mahallede oturan bir kızmış sanırım. Hülya demişti çok hatırlamıyorum." Abim rahat bir nefes alırken bende tuttuğum nefesimi geri verdim. Resmen abimi ayakta uyutuyordu. Pislik.

Abim etrafa bakınıp biraz daha Baybars'ın yanına gidince tekrardan gerildim. Abim'in birden değişen yüzünü buradan bile görebiliyordum. "Baybars, ben senden bir şey isteyecektim. Ama bundan hiç kimsenin haberi olmayacak. Sadece sen ve ben bileceğiz." Baybars'ın da ciddileşmesiyle konunun önemli olduğu kesinleşmişti.

"Piraye! Yengesinin gülü! Kuzum sen nerelerdesin?" Yengem arkadan gelip bana sarılınca hemen elimde ağzını kapattım. " Yengem bende seni çok özledim. Ama kurban olayım sessiz ol." Lale yengem bana boş boş bakarken kafamı duvarın yanından çıkarıp abim ve Baybars'a baktım. Yoklardı. Beni kesin görmüşlerdi. Ya da duymamaları imkansız olan yengemin sesini duymuşlardı.

Yengem olaylara anlam veremeyip beni kolumdan tuttuğu gibi eve soktu. "Kızım sen neredesin? Abini tüm gece zor tuttum. Piraye, her kafana estiğinde bizi merakta bırakamazsın." Yengem beni azarlarken hiçbir şey söylemedim. Sadece koltuğa çöküp saçlarımı çekiştirdim.

"Abinin Baybars'la kavga etmesini istiyorsan devam et tabii. Abin Baybars'ı döver hastanelik eder, Baybars boş durur mu? O da abini hastanelik eder. Sen evlenemezsin, bende kocasız kalırım. Hastane yollarında sürünüp gideriz!" Lale yengem ne kadar felaket varsa sıralamış hatta bir ara onu dinlemediğim için de koluma bir tane şaplak yemiştim.

"Abin gelsin, diyeceğim. Seni hemen evlendireceğiz. Biraz da Baybars çeksin seni, bu dik burnunla elin adamını da çileden çıkarırsın." Baybars mı beni çekecekti? Bırakın rüyamda görmeyi, ölsem göremezdim.

"Yenge. Azarını bölüyorum kusura bakma ama ben hemen uyumak istiyorum. Sana söz, uyandığımda devam etmene izin vereceğim." Yengem bana söylenmeye devam ederken ben odama girmiş hatta üzerimi de zar zor değiştirip yatağa yatmıştım bile.

...

 

"Karun bir sorun mu var? Ne diye eğilip bükülüyorsun, söyle ne söyleyeceksen." Karun inatçı herifin tekiydi. Abi kardeş burnu diklerdi. Şu anki haline ise yabancıydım. Eliyle yüzünü sıvazlayıp bana baktı. Gözleri kanlanmış çevresi de kararmıştı. Bu adam ne diye bu kadar yıpranmıştı?

"Karun Halin hal değil, Piraye'yle mi alakalı?" Kafasını sallayınca ciğerlerime büyükçe bir nefes çektim. "Ne oldu Karun?" Kafasını kaldırıp bana bakarken iyi şeyler söylemeyeceği belliydi. Arkasındaki ferforcelere yaslanıp duruşunu dikleştirdi. "Senden bir şey öğrenmeni isteyeceğim. Senin öğreneceğin çok kişi vardır. Ama bundan Piraye'nin asla haberi olmayacak" Kafamı salladığımda durup söyleyeceği şeyi bekledim.

...

 

Kapı'nın çalmasıyla yattığım yerden kalktım. Neden kimse bakmıyordu? Uyku halimle gözlerimi ovalayıp öyle açtım kapıyı. Soğuk hava ürpertirken, kollarımı anında kendime sardım. Kafamı kaldırıp da Baybars'ı karşımda görünce ilk önce şaşırsam da sonradan dışarı çıkıp etrafa bakındım, kimseyi göremeyince de karşımdaki adama dönüp, "Baybars, gecenin bir vakti ne işin var senin burada?" Tek kelime etmeyip kolumdan tuttu. Anında kendimi geri çektim. "Ne yapıyorsun? Çek elini kolumdan Baybars. Abimi çağırtma bana." Dilini yutmuş gibiydi.

Sadece kolumdan tutup çekti ve ben kendimi onunla beraber ormanlık alanda buldum. Korku bedenimi sararken kafam allak bullaktı. "Ne işimiz var burada? Konuşsana Baybars!" Karşımda biraz daha sessizce durmaya devam ederse kafayı yiyecektim.

"Konuşsana be adam! Dilini mi yuttun? Ne işimiz var burada?" Etrafa dikkatlice baktığımda gözümün burayı bir yerden ısırdığını fark ettim. Bu yer, uzaktan gelen müzik sesi ve ışıklar. bir anda yüzüm bembeyaz oldu, midem çalkalanmaya başladı. Burası orasıydı...

Eli hareketlenince gözlerim onu takip etti. Beline götürdüğü elinden parlak metal çekip çıkarken ruhum aynı hızla bedenimi terk etti. "Baybars ne yapıyorsun?" Silahın kabzasını sıkı sıkı tutarken eli bir saniye olsun titremedi bile. Bana doğrulttu. Artık namlunun ucunda ben vardım.

"Baybars indir şu silahı." Emniyet kilidini soğukkanlılıkla açtı, sürgü mandalını çekti. Ve bunlar olurken bir an olsun gözlerini üzerimden çekmedi.

"İndir silahı" Sarf ettiğim hiçbir söz ona ulaşmıyordu sanki. Ben debeleniyordum ve o bundan büyük zevk alıyordu. "Vuracak mısın beni?" Konuşmadı.

"Öldürecek misin peki?" Duymadı.

"O adam gibi beni de öldürüp masumu mu oynayacaksın?" Tetiğe bastı ve ben umurunda olmadım. Yabancı bir his tüm bedenimi kuşatırken yana düştüğümü hissettim. Yanımdan uzaklaşırken kulaklarımda çınlayan tek şey

"O tetiği sen çektin Piraye"

...

Nefes nefese uyanıp bağırmamak için elimi ağzıma kapattım. Gözlerimden yaşlar boşalırken titriyordum. Terlemiş ve üşümüştüm ama titrememin sebebi üşümüş olmam değildi. Kalbim ağrımaya başlarken ağzımdaki ellerimi çekip kalbime götürdüm. Deli gibi ağrıyor ve yanıyordu.

"Allah'ım!" Nefeslerim ciğerlerimi ezip geçiyordu ve benim tek yapabildiğim daha fazla nefes alıp vermekti.

"Abi!" Sesimi duyurmaya çalıştım ama duyan olmadı.

"Yenge!" Nefesim sıklaşıyor ama ciğerlerime gitmeden tükeniyordu.

"Lale!" Kimse duymadı. Göz bebeğim odağını kaybetmeye başlayınca bir kaç kere açıp kapattım.

"Abi" Tırnaklarımı etime öyle sert bastırıyordum ki etime batıp çıkmışlardı bile. Kulaklarım uğuldayıp omuzlarıma bir yük daha yüklerken yataktan çıkmaya çalıştım. Kapımın yanına gelip kulba tüm gücümle asıldım ve orada bıraktı bedenim. Artık bana itaat etmiyordu. Elim göğsümden yere düşerken göz yaşlarımın yanaklarımda bıraktığı sıcaklığı hissediyordum.

 

...

 

Gözümdeki ışık gittikçe büyürken göz kapaklarımdaki ağırlığı kaldırıp bekledim. Odak noktam yoktu, her şey fazlaca bulanıktı ve ben nerde olduğumu bilmiyordum. Öylece bekledim. Gözlerimi bir kaç kez açıp kapattım.

"Piraye?" Abimin sesini duyunca yan tarafıma döndüm. Ellerim anında abimin elleriyle sarıp sarmalanınca sıkı sıkı tuttum ellerini

"Abi ne oldu? Gözlerim odaklayamıyor." Gözümün önünde hafifçe abimin silüeti belirince daha çok sıktım ellerini. "Bir şey yok abisi. Korkma. Sadece bayıldın, uyuduğun içinde gözlerin bulanık görüyor." Kafamı sallayıp derin bir nefes aldım. Zihnimde rüyanın kalıntıları dolanırken kafamı diğer tarafa çevirip gözlerimi tekrar kapattım. Neden böyle olduğunu bilmiyordum. Bir şey olmamıştı ki? Sadece rüya görmüştüm. Ondan sonra kalbimin cayır cayır yandığını hatırlıyordum. Abim elimi sıkınca ona döndüm.

"Piraye. Baybars da seni görmek istiyor." Kaşlarım şaşkınlıkla havalanırken abime döndüm. "Baybars mı? o neden burada?" Abim elimi bırakıp başımın üzerini öptü. "O getirdi bizi. O an taksi falan bekleyemezdim. Seni o halde görünce ne kadar korktum biliyor musun, aklıma bin tane şey geldi. Bende Baybars'ı aradım." Abime iyi yapmışsın der gibi bakıp gözlerimi kapattım.

"Şu an gözlerim iyi odaklamıyor zaten. Gelmesine gerek yok." Abim bana bakarken ne söyleyeceğini biliyordum ama o konuşmadan konuşmayacaktım. Abim de daha fazla konuşmayı sürdürmek istemedi belli ki, çünkü gitmeden önce beni sarıp sarmalamış, yanaklarımı öpüp öyle çıkmıştı odadan.

Bu aralar Baybars'a çok tölerans gösterdiğimi düşünüyor ve kendimi de suçlu gibi hissediyordum. Ona bakınca artık içimden katil olduğunu söylemek gelmiyordu mesela. Ya da bana baktığında midem bulanmıyordu. Adını duyunca korkmuyordum. Ve bu diğer her şeyden çok daha korkunçtu. Ona baktığımda katil olduğunu söylemeli, bana baktığında midem bulanmalı ve adı geçtiğinde tüylerim diken diken olmalıydı. Bunlar olmuyorsa ne oluyordu ki?

Biraz sonra odaya Lale girdi ve elindeki kaseyi yanımdaki masaya bıraktı. Abimden sonra Lale'nin gelmesi iyi olmamıştı. O her şeyi sorardı ve öğrenmeden asla gitmezdi. Kollarını bağladığı göğsünden indirip yatağın yanındaki tekli koltuğa oturdu. Eline aldığı kasenin içine kaşık koyup bana baktı.

"Yemek yemen lazım. İlaç verecekler." Dışarıya bakarken Lale eline aldığı kaşıkla beni bekliyordu. Yorgunlukla Lale'ye döndüm. "Canım yemek istemiyor Lale. Çok güzel kokuyor ama şuan midemin her hangi bir şey alacağını sanmıyorum." Derin bir nefes vererek tekrar camdan dışarı bakmaya başladım. Hava bugün daha soğuk gibiydi. Lale bıkkınlıkla elindeki çorbayı ve kaşığı masaya bıraktı. "Piraye ne oluyor? Bir şey olduğu kesin, inkar etme." Kafamı salladım. "İnkar ettiğim bir şey yok Lale. Ortada olan bir şey de yok. Ben yorgunum sadece." Ellerimi tutup ona bakmamı sağladı. Onu da tam göremiyor ama korkusunu hissedebiliyordum.

"Piraye bak, Baybars dün geceden beri burada bekliyor. Bir saniye bile ayrılmadı. Bir kaç dakika seni görmeye gelse-" Ellerimi ellerinden çekip kucağıma koydum. "Gerek yok Lale. Zaten abime de söyledim, gözlerim daha odaklamıyor. Söyleyin gitsin, burada durmasının bir anlamı yok." Lale yüzüme dehşet bir ifadeyle bakarken ne söyleyeceğini bilemedi. Biraz daha durup benimle konuşmaya çalıştı ama benim isteksiz olduğumu görünce çorba kasesini de alıp çıkmak için odanın kapısını açtı. Saçlarını bir omzunda toplayıp

"Piraye. Bir kez olsun konuş Baybars'la" Dedi ve odadan çıktı. Yan dönüp ellerimi de yanağımın altına aldım. Gözlerim acıyordu, ağlamaktan olabilirdi. Ama kalbime ne oluyordu? O düşmemiş ve ya ağlamamıştı. Ne diye acıyordu? Onu görsem ne değişecekti? Onu görmek şu an hiç de iyi olmazdı. Kalbimin yumuşama ihtimali beni yakıyordu. Ben ne yapardım? O gün geldiğinde ne yapardım? Aklımı yitirecek gibiydim, bu yüzden düşünmeye ara verip gözlerimi kapattım. Uyumasam da gözlerimi iyice kapatıp çoğu şeyden soyutlanabilirdim. Sıyrılabilirdim.

...

Lale odadan çıkınca bana yarım yamalak bakıp elindeki kaseyi sıkı sıkı tuttu. "Seni görmek istemiyor. Ama her hangi bir şey olduğu için değil Baybars. Gözleri iyi odaklayamıyor biliyorsun. Bir gün boyunca uyudu sonuçta." Ne olduğunu anlayamıyordum. Lale'ye kafamı salladım ve arkamı dönüp sandalyeye oturdum. Beni görmek istemeyebilirdi. Ama burada kalmama engel olamazdı.

...

 

Kimsenin olmadığı bir an kolladım ve içeri girdim. Kapıyı kapatmadım. Birinin yanlış anlaması benim umurumda olmazdı ama bu ona zarar verirdi. Bu yüzden adımlarıma dikkat ederek yatağın yanına yaklaştım. Dün geceden beri bekliyordum. Bana gülmesini beklemiyordum zaten ama iyi olduğunu söylese giderdim. Görmem lazımdı. İyi olduğunu bilmem lazımdı.

Yatağa biraz daha yaklaşıp yüzüne baktım. Huzursuz uyuyordu, bu yüzünün her santiminden belliydi. Ellerini sıkıyor ve içeri girdiğimden beri aralıklarla sayıklıyordu.

"Piraye?" Yanına biraz daha yaklaştım ve yüzündeki saçları elimle ileri çektim. Terlemişti ve sayıklamaya devam ediyordu. Elimi alnına koyup ateşi var mı diye kontrol ettim ama yoktu. Sadece sayıklıyor, titriyor ve terliyordu. Ellerimi yanaklarına koyup onu uyandırmaya çalıştım. "Piraye, kalk hadi. Rüya görüyorsun." Titremeleri artınca üzerindeki battaniyeyi kaldırıp onu kendime doğru çevirdim. Piraye'nin tırnakları anında koluma batınca ne kadar korktuğunu o an fark ettim. Canım yanmıyordu. Sadece onu böyle görmek canımı yakıyordu.

"Git yanımdan! Rahata bırak beni! Bırak beni ne olur." Sonlara doğru sesi kısık çıkarken o kadar çok bağırmıştı ki doktor içeri girmişti. "Ne oluyor? Çekilin hastanın yanından." Hızla yanıma gelen doktor beni iterken tek yapabildiğim onu izlemek oldu. Sayıkladığı cümlenin sahibi tabi ki bendim. Onu bu hale ben getirmiştim. Başıma sanki dağlar yıkılmıştı. Acı bir yutkunma boğazımı yırtıp geçerken kapıya tutunup dışarı çıktım. Koridorda ilerlerken telefonum çalıyordu ama sesi o kadar boğuk geliyordu ki yürümeye devam ettim. Hastane bahçesindeki arabanın yanında gelince hızla binip hastaneden çıktım. Nefes almam lazımdı. O orada benim yüzümden nefessiz kalırken benim nefes almam lazımdı...

Hastanenin yakınlarındaki boş bir arazide durup arabadan indim. Hala ısrarla çalmaya devam eden telefonumu açtım. "Ne var lan ne!" telefondan kısa süre ses gelmedi.

"Baybars benim. Hastanede seni gördüm pek iyi görünmüyordun. Herhangi bir atak geçirmiyorsun değil mi?" Mustafa ısrarla sorularını sorarken kafamı gökyüzüne çevirip nefes aldım. "Bir sorun yok Mustafa ben iyiyim."

"İyi değilsin Baybars, Diğer olayda sesimi çıkarmadım ama bu daha ne kadar böyle devam edecek? Kendine zarar veriyorsun." Hiçbir şey söylemedim. İnanmayacaktı.

"Seni yarın hastaneye bekliyorum. Bu sefer de gelmezsen tüm katettiğimiz o yolları bir daha yürürüz." Telefonu kapatıp elimde tuttum. Ben neyle uğraşıyordum bana ne anlatıyordu. Telefonum tekrar tekrar çalmaya devam ederken nefes alıp sabır dilendim. Aradan on dakika geçmesine rağmen hala çalan telefonu açıp kulağıma götürdüm.

"Eğer bir kez daha ararsan senin kolunu bacağını koparırım Mustafa. Ömrün boyunca kariyerine veda edersin."

"Baybars Bey. Şirin ben." Kulağımdaki telefonu bir saniyeliğine çekip kayıtlı olmayan numaraya baktım. "Kimsin?"

"Şirin ben, Orhan Bey'in sekreteriyim." Sıkıntıyla bir elimi cebime atıp "Benimle alakası yok. Arama" Deyip kapattım telefonu. Şu an en son uğraşmak isteyeceğim şeydi. Arabaya atlayıp hastaneye sürdüm. Yeterince nefes almıştım. Bana fazlaydı bile.

...

 

"Herhangi bir şeyi yok. Sadece kendine fazla yüklenmiş, büyük ihtimalle bir kaç saate taburcu ederiz." Abim tuttuğu nefesi dışarı verirken yengem de gülümseyerek abimin kolunu okşadı. "Gördün mü? Hiçbir şeyi yok. Turp gibi." Yengeme gülümseyip bana bakan abime kafamı salladım.

"Ben gayet iyiyim Abi. Ama sen bir cek-up yaptırsan hiç de fena olmaz." Yengem ve ben gülerken abim somurtuyordu. Yanıma gelip başımın üzerini öperken ne kadar endişelendiğini tahmin ediyordum. Tıpkı küçükken olduğu gibi. Sanırım ne kadar büyürsem büyüyeyim abimin gözünde hep aynı kalacaktım. Yataktan sarkıttığım bacaklarımda derman bulup ayağa kalktım ve abime kocaman sarıldım. Beni anında kolları arasına alırken Lale yengem ağlıyordu. Bu kadın benden sadece bir yaş büyüktü yahu!

"Ya yenge, Benden sadece bir yaş büyüksün, ne diye kırk yaşındaki kadınlar gibi her şeye ağlıyorsun?" Bu sefer abimle ben gülerken Lale somurtuyordu. Abim Lale'ye öpücük atıp bir kolunu da ona açtı. Yengem anında abimin kolunun altına girerken bana da sarılmayı ihmal etmedi. Abim bir yengemin, bir de benim saçlarımı öperken derin bir nefes verdi.

"Çok şükür ki senin gibi bir kardeşim, senin gibi de bir yarenim var. Dünyadaki en mutlu adam mıyım neyim?" Hepimiz gülerken kapı çaldı. Abim kafasını çevirirken bende kolları arasından sıyrılıp gelene baktım.

"Doktor kontrollere baktı. Çıkabilirsiniz." Hemşire girdiği gibi odadan çıkmış ama kapıyı kapatmamıştı. Yengem abimin kolunu tutup ona kaş göz işareti yaparken abim de pes edip odadan çıktı. Ben ne olduğunu anlamazken biraz sonra içeri Baybars girdi. Anlamalıydım zaten. Bu kadar kaş göz işareti boşuna olamazdı ya?

Bacaklarım hafiften titrerken yatağa geri oturdum. Masanın üzerindeki eşyalarımı toplarken "Neden geldin Baybars? Gelme dediğimi hatırlıyorum" Dedim. Onu bir kaç gün görmek istemiyordum. Neyi bu kadar zordu? Yanıma yaklaşıp elimdeki çantayı aldı ve yatağın üzerine koydu.

"Sorun ne Piraye? Sabah seni o eve sapasağlam bıraktım, birden ne oldu da böyle kötüleştin?" Göğsümü şişirip eşyalarımı toplamaya devam ettim. Çabucak gitmesini istiyordum.

"Bir şey olduğu yok. Halsizim sadece, ondan olmuştur" Bu sefer de topladığım eşyayı alıp masanın üzerine bıraktı. "Neden yüzüme bakmıyorsun? Konuş Piraye, bir sorun olduğu belli." Ayağa kalkıp kafamı kaldırdım ve gözlerine ulaşmaya çalıştım.

"Sorun mu arıyorsun? Senden ala sorun mu var benim hayatımda? Ben geceleri uyku uyuyamıyorum! Bu ne demek senin haberin var mı? Hiç sanmıyorum. Çünkü senin öldürdüğün adamın vicdan azabını ben çekiyorum, ben!" Karşımda dimdik durmasına dayanamıyordum. Onu omuzlarından itip kendimden uzaklaştırmaya çalıştım ama tek yaptığım sendelemek oldu.

"Sen hayatına devam ederken benim için orada zaman durdu. Ben bir yıldır o ormanın içinde, o adamın yanındayım Baybars!" Yüzüne bakıp resmen tükürdüm.

"O bir kurşun beni de öldürdü. Ve bende seni bir kurşunla öldüreceğim. " Yüzündeki ifade sarsılırken son kez konuştum

"Yemin olsun ki!"

         

                                                                                                                                                             ...

 

 

 

                        

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 14.05.2025 23:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...