3. Bölüm
Özge / Duman Altı / -MEYUS-

-MEYUS-

Özge
malihulya_

 

Ve çoğu zaman nefret daha kolaydır. İnsan aşkın ağırlığı altından ezilmemek için nefreti seçer. Bazen cesareti olmadığından, bazen de kendine itiraf edemediğinden...

Zaten önemli olan insana hissettirdiği şeyler değil midir? Öyleyse aşk mı daha güçlüdür yoksa nefret mi? Benim için cevabı kolaydı.

Ama benim de ön göremediğim şey, Bir nefret bir aşk doğurabilirdi. Ve her ne kadar çok korkar, görmemezlikten gelirse önündeki gerçekleri, onlar koca bir ateş olur, yakardı insanı.

 

...

O günün ardından bir hafta geçmiş, Baybars'tan da bir daha haber alamamıştım. Ne olursa olsun beni arar ya da ulaşmak isteyince ulaşır diye hiç aramamıştım. Ama bir haftadır Baybars'ın beni almadığını veya aramadığını fark eden yengem zorla aratmış, ama ne açmış ne de geri dönmüştü. Durumdan işkillenip en sonunda Yavuz ve Turgut'a sormuştum ama anlaşılan onların da haberi yoktu. Onlar bu durumda hızlı davranıp Baybars'ın evine gideceklerini söylemişlerdi. Onlar yola çıkarken bana da haber vermelerini söylemiştim ama bu konuşma iki saat önce gerçekleşmişti ve içimde gittikçe beni rahatsız eden bir şeyler vardı. Yengeme haber verip hızlıca üzerimi değiştirmiş, kabanımı alarak dışarı çıkmıştım. yoldan bir kaç taksi geçse de beni almamışlardı. Yaklaşık yarım saatin sonunda bir tanesini durdurup bindim ve yarım saatlik bir sürenin ardından da ücreti ödeyip indim.

Baybars, her zamanki Baybars'tı. Yine bir yolunu bulmuş, beni tıpış tıpış ayağına getirmişti. Villa tarzı evin karşısında durup ellerimi uzun pileli eteğimin kumaşında gezdirdim. Mecbur kalmadıkça ve Baybars'ın ailesinden biri gelmedikçe bu evin eşiğinden geçmezdim. Baybars, annesi ve babasını kaybedince reşit olduğu an dedesinin yanında daha fazla duramamış, hatta onlardan uzak durmak için başka bir yerde başka bir ev tutmuştu. Bu bilgileri bildiğimden Baybars'ın haberi yoktu. Bana söyleyen onun halası Süheyl Hanım'dı.

Orhan Bey her ay bir aile yemeği düzenler, maksat herkesi görmek isterdi. Tüm ailede eksiksiz katılmaya çalışırdı. Bende Baybars sayesinde bir yıldır bu yemeklere katılırdım. Aslında çoğu zaman bahanelerle yırtardım. Hem Baybars'ın da çok umursadığı söylenemezdi. hatta bu konuda ne zaman gelmeyeceğimi söylesem oldukça rahat davranır, kendisinin de bir bahaneyle katılmayacağını dile getirirdi. Yine öyle bir akşam yemeğinde, son bir yıldır alışkın olduğum bir rutin gerçekleşmiş, Baybars ve Orhan Bey kavgaya tutuşmuşlardı. Süheyl Hanım her ne kadar ortalığı sakinleştirmeye çalışsa da yeterli olmamış, evvela buna çomak sokan Pusat Bey yine ortalığı sakinleştirmek yerine Baybars'ın ateşini harlamıştı.

Pusat Bey oldukça tuhaf bir insandı. Öz yeğeni olmasına rağmen Baybars'a hiçbir zaman amca gibi yaklaştığını görmemiştim. Herkes Baybars'a bir şeyler söyleyerek onun üzerine bir yük yüklerken o masa'nın altında ellerini sıkıp sakince beklemiş, ama patlama noktasına geldiğinde sağlam tek bir şey bırakmamıştı. Belki de Baybars'a üzüldüğüm tek yer orasıydı.

Ailesinin yanı...

Karşıdan karşıya geçerek evin demir kapısına ulaşmıştım ki yan taraftan konuşarak gelen Yavuz ve Turgut'u gördüm.

İkisi de hararetli hararetli bir şeyler konuşurken Turgut beni gördüğü gibi Yavuz'u dürttü. "Piraye? Sen neden geldin?" Çantama sıkıca sarılıp "Siz haber vermeyince gelmek istedim. Baybars evde değil mi?" Yavuz bana bakıp ellerini kaban'ının ceplerine soktu. "Aslında biz de sana soracaktık Piraye. Baybarsla hiç konuşmadınız mı? Üstelik bahçe kapısının şifresini de bilmiyoruz, Bir yere gitse sana haber vermez mi?" Bırak bir yere gidince haber vermeyi cehennemin dibine gitse söylemez, demeyi ne kadar çok istesem de sadece omzumu silkmekle yetindim. Baybars önünü sonunu düşünmeden hareket etmeyi severdi. O böyle bir adamdı.

Turgut dayanamaz gibi cebinden telefonunu çıkardı. "Bu böyle olmayacak, ben çilingir çağıracağım." Baybars bana anahtar vermişti. Yanıma alıp almadığımı kontrol edip çantamı karıştırmaya başladım. Zaten ufak bir çantaydı ve kısa sürede bulamayınca umudumu yitirmiştim ki elimi kabanımın cebine attım.

"Baybars ne olur olmaz diye evin anahtarını vermişti. Yanıma almışım." Anahtarı cebimden çıkarıp demir kapının şifresini girdim ve açılan kapıyla hızlıca bahçeden evin kapısına yürüdüm. Evin kapısını açar açmaz evin karanlık olması beni ve diğerlerini şaşırtırken bu evin neden perdelerinin kapalı olduğunu düşündüm. Evde garip bir duman kokusu ve bolca cam ve eşya kırığı vardı. Turgut hızlıca oturma odasına girmişti. biraz sonra odadan geri çıkıp başka bir odaya girdi. Orada da bulamamış olacak ki yine aynı hızla mutfağa girmişti. Yavuz bana dönüp yukarıyı gösterdi. "Sen yukarıya bak Piraye, biz Turgutla buralara bakarız" Alt katta daha fazla oda olduğu için kafamı salladım. Ev harabeye benziyordu. Yavuz odalara bakarken bende merdivenleri hızlı hızlı çıkarak üst kata vardım. Baybars'ın odası koridorun sonunda olduğu için elimi çabuk tutarak yürüdüm. Elim kulpla buluşacağı zaman alt kattan bir bağırış geldi. "Piraye Baybars'ın odasına girme!" Ne oldu bilmiyorum. Ama o an kalbimin çarpmayı bıraktığı bir an oldu ve ben hızlıca odaya girip etrafta onu bulmak için gözlerimi gezdirdim. Aralık duran banyo kapısını görünce hiç düşünmeden koşarak içeri girdim.

Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü.

Elleri kesik, yüzünde ise bir kaç kanayan yarayla fayansa dayanmış olan Baybars'ı gördüm. Çok, çok kötü görünüyordu. Ellerimle eteğimi toplayıp anında fayansa, onun yanına çöktüm ve bağırdım. "Turgut, Yavuz buraya gelin çabuk!" Ben ellerimi Baybars'ın yanaklarına koyarken aklım durmuştu. Hatta öyle ki banyoda ki havluları göremeyecek kadar durmuş, topladığım eteğimin birazını yırtıp yaralarını durdurmaya çalışmıştım. Baybars hafif aralık gözlerinden bana bakıp gülümsedi. İlk başta sesi o kadar kısık gelmişti ki onu duyamadım. Hatta onu sarhoş zannettim ama değildi, hiç alkol kokusu yoktu üstelik Baybars alkol almazdı. ikinci kere ağzını açmıştı ki biraz eğilerek onu duymaya çalıştım. "Geldin." Kısık ve hafif yok olan sesiyle korku tüm bedenimi sarmalamıştı bile. Bir kez daha bağıracaktım ki Baybars engel oldu. "Bak sen şu hayata. Oysa bana anca ölüne gelirim demiştin." Ellerini hala sıkıyordu. Zar zor nefes alıyordu ve yarı çıplak göğsü sürekli aldığı nefesin zorluğundan durmadan inip kalkıyordu. "Bana kendinden bir parça ver dediğimi hatırlıyor musun?" Çok zor nefes alıyordu, konuşmasını istemiyordum ama engelleyemiyordum da. ''Sen bana neyin payını verdin Piraye?'' Aldığı nefesler sıklaşmış, bir kaç düğmesi kalan gömleği onu zorlar olmuştu. Bana bakarken yavaşça gözleri kapandı.

Ne zaman geldi bilmiyorum ama Turgut yanımda bitiverdi. Yüzümdeki korkuyla Turgut'a baktım. Ellerini Baybars'ın şah damarına bastırmıştı. "Nabzı yavaşlıyor" Gözleri arkamdaki Yavuz'a kitlenince, bütün renginin çekildiğini gördüm. Yavuz elindeki içi boş ilaca bakıyordu.

Kafasını kaldırıp Turgut'a bakınca "Yine olmuş Turgut" Dedi. Turgut hızla Baybars'ın bir kolunu kavrarken "Hastaneye götürmemiz lazım, yardım et Yavuz!" O kadar hızlı davranıyorlardı ki ne yapacağımı şaşırdım. Yavuz anında Baybars'ın bir koluna girdi. Ellerim titrerken onların arkasından bir Baybars'a bakıyor bir de telefonumdan ambulans'ı aramaya çalışıyordum "Yavuz ben ambulansı arıyorum." Merdivenleri inmeyi bitirmiştik ki "Piraye biz arabayla geldik, kapat telefonu." Dediğini duymuştum. Kulaklarım uğulduyordu. Bu yüzdendir ki Yavuz'u hemen duyamamıştım.

Arabanın kapısı açılıp da Baybars'ı arkaya yatırdıklarında koşarak arabanın arka kapısını açtım ve Baybars'ın kafasını kaldırıp bacaklarımın üzerime koydum. Yavuz arabayı öyle bir hızla kullanıyordu ki Baybars'ı kucaklayıp sarsılmasını engelledim. Turgut bir taraftan doktorla konuşurken bir taraftan da aralıklarla Baybars'a bakıp doktora rapor veriyordu. Ben ise hâlâ neler olduğunu anlamıyordum. Neler olmuştu böyle?

Yavuz'un hızlı sürmesiyle on dakikada hastaneye gelmiştik. Baybars'ı sedyeyle içeri alırlarken onu bırakmadım. Hemşireler beni içeri almayana kadar da bırakmamıştım. Baybars en son kapılar ardında kayboldu. Turgut duvar dibine çökerken, Yavuz onun omzunu sıkıyordu. Şu an kimseye ne soru soracak mecalim, ne de onların cevap verecek dermanları yoktu. Üstelik zamanı da değildi. Bu yüzden tek yapabildiğim etrafa bakmaktı. Anlamaya bile halim yoktu. Tüm enerjim bir saat içinde tükenmiş, dizlerimin bağı çözülmüştü.

...

Doktorlar yanımıza gelip bize bilgi verirken bile sanki bedenim bana ait değilmiş de ben onu dışarıdan izliyormuş gibi hissediyordum. Üç saat olmuştu. Baybars'ın elindeki kesikler damarlardan bir kaçına denk geldiği için operasyona almışlardı. Üstelik Yavuz, Süheyl Hanıma da haber vermiş, onu aldırması için evdeki araçlardan değil başka bir araç göndermişti. Orhan Bey'in haberi olmadan Süheyl Hanım'ı buraya getirmişler, Orhan Bey'e de yalan söylemişlerdi. Zira daha yeni baypas olan kalbinin, endişelenirse tutacağından korkmuşlardı. Oysa benim şu an tek düşünebildiğim Baybars'a ne olduğuydu. O ailede Süheyl Hanımdan başka gerçekten endişelenen biri olduğunu sanmıyordum. Maalesef ki Baybars öyle bir ailede büyümüştü.

Ve maalesef ki benimle karşılaşmıştı.

Ona istediği hiçbir şeyi vermezdim ben. O benim gözümde damgalanmıştı bir kere, hem de en çirkin şekilde. Ama yine de buradaydım, kendime bu saatler içinde bir çok soru sordum. Çoğunun içinden çıkamadım, bazılarını ise kaldıramadım. Kimin göreceğinden endişeleniyordum da Baybars'ın yanındaydım? Ama şu an bizi görebilecek veya haber yapabilecek, şüphe duyacak kimse yoktu. Ama yine de buradaydım. Belki de geri dönmeliydim.

Üç saattir ayakta duran ve artık oturmam gerektiğinin sinyallerini veren bacaklarımı hiçe sayarak dışarı yürüdüm. Serin hava yüzüme vururken gözlerimi kapatıp derin bir nefes çektim. İçim üşüse bile beni kendime getirmişti. Biraz daha yürüyüp abime ve yengeme haber vermediğim aklıma geldi. telefonumu alarak Lale yengemi aradım. "Yenge? ben bugün gelemeyeceğim haberin olsun." Bir kaç tıkırtı sesi gelince yengemin başka odaya gittiğini anladım.

"Piraye ne oluyor? Baybars mı?" Telefonu diğer kulağıma alıp elimi belime koydum. "Yok yenge, öyle bir şey değil" etrafıma baktım. "Hastanedeyiz biz" endişeye kapılacağını bildiğim için hızlı hızlı konuştum. "Kötü bir şey yok. Ben bu sabah Baybars'ın yanına gittim ya, hasta gibiydim biraz Baybars da fark edip hastaneye getirdi. önemli bir şey yok." Yengem asla ikna olmazdı. On dakika kadar sonra yengemi ikna etmeyi başarmıştım. Yengem Baybars'a ısınamamıştı. Abim desen nefret ediyor bile olabilirdi. Kimse ne olup bittiğini bilmiyordu. Bu oyun iki kişilikti ve Baybars ne benim çıkmama izin veriyor ne de kendisi çıkıyordu. Allah biliyor ya, ona günahım kadar güvenmiyordum. Ama şimdi gidemezdim de. Neler olduğunu bilmem gerekiyordu.

Yengemle konuşmayı bitirdikten sonra biraz daha bahçede dolandım. Ayaklarım ve bacaklarım fena ağrıyorlardı. Biraz yürürsem açılacağını düşündüğüm bacaklarım şimdi beni yere bırakacaklardı. Daha fazla durmanın anlamsız olduğunu düşünüp üşüyen ellerimi nefesimle ısıtmaya çalışıyordum ki birisi dikkatimi çekti. Aslında dışarı çıktığımdan beri biri beni izliyor hissine kapılmıştım ama bu aralar fazla hassas olduğum için umursamamıştım.

Uzun sayılabilecek bir boyu olduğu, ağaçların arkasına saklansa da fark ediliyordu. Ama onun dışında ne yüzü ne de bedeninden hiç bir yer seçilmiyordu. Gözlerimi kısarak iyice bakmaya çalıştım ama o hareketlenerek oradan kayboldu. Ben yanlış gördüğümü sanarken bir de üstüne birinin koluma dokunmasıyla neye uğradığımı şaşırdım. Ufak bir çığlık ağzımdan firar ederken hastane polisi ve bahçede ki bir kaç kişi dönüp bana baktı.

Utanıp kafamı hemen karşımdaki kişiye çevirirken, bu kişinin Süheyl Hanım olduğunu fark ettim. O da en az benim kadar şaşırmış bir elini kalbinin üzerine koymuştu. "Piraye ben mi korkuttum seni?" O dikkatle bana bakarken ben ağaçların arkasına bakıyordum. Orada birini gördüğüme emindim.

"Piraye, iyi misin canım?" Süheyl Hanım endişeyle bir bana, bir de eğilip baktığım yere bakıyor, neyi aradığımı çözmeye çalışıyordu. Daha fazla endişelendirmemek için gülümseyip Süheyl Hanım'a döndüm. "Sadece birisini gördüğümü sandım. Endişelenmeyin lütfen." deyip, belli olan endişesini gidermeye çalıştım. Bu zamana kadar bana herhangi bir yanlış sözünü veya tavrını görmemiş, sezmemiştim Süheyl Hanım'ın. Rahatlayıp beni de yanına alarak hastanenin içine girdik. İçeri girer girmez üşümüş olan bedenimi ellerimle sardım. Koridora girmiştik ki beni ve Süheyl Hanım'ı gören Yavuz susmuş, Turgut'a da görmediğimi sanarak kaş göz yapmıştı. İkisi de anında suspus olurlarken benim kaşlarım çatılmıştı.

Süheyl Hanım iki kişilik koltuklara otururken bende yanına oturdum. "Turgut, Derya endişelenmez mi saat geç oldu? Haber verdin mi kıza?" Turgut'un yüzü komik bir şey duymuş gibi önce kasıldı, ardından ifadesini hemen değiştirip "Yok Süheyl teyze, merak etmeyin, Derya biliyor"

"Eşin nerede olduğunu bilsin de oğlum. Derya biraz evhamlı ya o yüzden sordum" Turgut gülüp kollarını birbirine bağladı. "Bilmez miyim Süheyl teyze. Çok düşünür sağolsun" Yavuz'dan gülme sesi gelince hemen ona döndüm. Bunlar bir şeyler karıştırıyordu. Çok belliydi. Hiçbir şey sormadan Süheyl Hanım'ın yanında oturmaya devam ettim. Zaten bir süre sonra Süheyl Hanım'la sohbete başlamıştık. O bana yengemin ve abimin sağlığını sorarken bende tüm isteğimle cevap verdim. Böyle böyle bir saati daha devirmiş, Orhan Bey ve Pusat bey de birden çıkagelmiş, onların ardından ise tüm Turan ailesi hastaneye yığılmıştı. Orhan Bey hastanenin başhekimiyle konuşurken Süheyl Hanım yorgunlukla koltuğa çökmüştü. ''Süheyl Hanım iyi misiniz?'' Eliyle dağınık topuzundan çıkan bir kaç saç tutamını geriye atıp öfkeyle yanımdaki Pusat Bey'e baktı. Aniden ayağa kalkıp kardeşinin karşısında dururken diğer herkes gibi bende onları izliyordum. ''Babama sen haber verdin değil mi? Ne anlayışsız bir adamsın sen yahu. Babamın kalbi tutarsa ne yapacaksın?'' Baybars'ın kuzeni Ayhan araya girip olası bir gerginliğin iplerini tuttu. Pusat bey şaşırmış gibi yaparak kız kardeşine bakarken eliyle kendini gösterdi. ''Ben mi anlayışsızım? Babamı o kadar çok düşünüyorsan evden gizlice çıkmazdın Süheyl, şimdi çıkıp da bana burada düşünceli evlat pozları kesme.'' Süheyl Hanım bir adım daha atarak işaret parmağını kardeşinin yüzüne salladı. ''Sakın bir kelime daha edeyim deme Pusat. Geldiysem yeğenimin yanına, onun nasıl olduğunu görmeye geldim. Sen ne için geldin? Ben senin amacını biliyorum. Daha doğrusu,'' Elini indirip gülerek ''Ben senin ciğerini biliyorum Pusat, sen buradaki herkesi kandırırsın ama beni kandıramazsın. Beni burada konuşturma'' Pusat Bey'i biraz tanımışsam o bunların altında kalmazdı. O adam betonun altında kalırdı da lafın altında kalmazdı. Eşi gibi kendisi de sinirlenen Asya Hanım eşinden önce davranıp görümcesini üzerine yürümüştü ''Ne demek istiyorsun Süheyl? Açık konuş.''

''Baybars Turan'ın ailesi siz misiniz?'' Kavga bu sefer doktorun gelmesiyle kısa sürmüş, Süheyl Hanım koşarak doktorun yanına gitmişti. Ben ise kalabalık nedeniyle arkada kalarak doktoru dinliyordum. ''Baybars Bey daha iyi. Onu şimdi normal odaya alacağız, bir gün misafirimiz olduktan sonra kontrollerin ardından taburcu olup olamayacağına bakacağız. Geçmiş olsun'' Başta Süheyl Hanım olmak üzere Yavuz ve Turgut duyduklarına sevinirken ben etrafa bakıp durdum. Süheyl Hanım yanıma gelip yaşlı gözleriyle bana bakarken eliyle koluma dokundu. '' Bak iyiymiş Baybars. Şimdi gösterirler onu bize'' Kafamı salladım. Çünkü ne hissettiğimi bende bilmiyordum. Sadece iyi olmasına sevinmiştim. Ama dışarıya vuracak kadar değil...

Ameliyathanenin kapıları açılıp da Baybars'ı sedyede gördüğümde bir şeyler koptu içimde. İyiydi işte. Bu kadar. Doktorlar onu normal odaya almış teker teker girilmesine izin vermişti. Bakışlar bana dönerken ben önceliği Süheyl Hanım'a vermiştim. Hiç kuşkusuz en çok endişelenen oydu çünkü. Ama bu sefer Süheyl Hanım kabul etmemiş beni içeri sokmuştu. Ben ne yapacağımı bilemez halde odanın ortasında dururken Gözlerimi yerden kaldırdım. Göğsünün yarısına kadar örtülmüş örtüden bir kaç kablo belli oluyordu. Odadaki makine seslerine karışan nefes sesi o kadar yorgun geliyordu ki bir adım atmaktan alıkoyamadım kendimi. sonra bir adım daha. Yatağın yanına gelene kadar yüzüne baktım. Bir çok küçük kesik vardı. Elleri ise sarılıydı. Elimi uzatıp dokunmak ve dokunmayıp zamanımı tüketmek arasında kaldım. Ona baktım. Beni görmüyordu zaten en fazla içimde taşıyacağım bir anlamsız an daha olurdu.

Elimi uzatıp benim tarafımda olan sarılı eline dokundum. Onun elini tutmayı bırak, yüzüne bakmaya bile tahammülü olmayan ben, ilk kez kendi rızamla eline dokunuyordum. Kafamı kaldırıp yüzünde gezdirdim meraklı bakışlarımı. Kaşının hemen üzerinde, yanağında, elmacık kemiğinin altında, şakağında ve yüzünün daha bir çok yerinde dağılı halde kesikler ve bir kaçında ise dikişli bantlar vardı. Elini tutarak beş dakika kadar zaman geçirmiştim. Daha fazla kalmadan elini dikkatlice yanına koyup derin bir nefes alarak arkamı dönmüştüm ama içimde bir yerlerde bazı şeyler razı değildi. Sanki eksik gibi.

Bu yüzden geri dönüp, dağılıp alnına düşen bir kaç siyah saçını geriye yatırıp yüzüne doğru eğildim. Kalbim tüm gücüyle çarparken bunun korkudan olduğunu biliyordum. Bir anda gözlerini açıp bana ne yaptığımı sorup bağırması o kadar olasıydı ki avuç içlerim terlemişti. biraz daha eğilip ''Çabucak iyileş Baybars. Daha hesaplaşacağız, unutma.'' Kelimeler dudaklarımı yakıp, onun kulaklarından içeri sızmıştı. Geri çektim kendimi ve arkamı döndüğüm gibi bir kaç adımla kapıya ulaşıp odadan çıktım. Ona bu kadar yakın olmayı bedenim bile kabul edemiyordu anlaşılan. Bu bile fazlaydı. Bu kadarı kafiydi.

                        

                                                                                                                                                      ...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 21.12.2024 21:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...