
Tüm olan biten yumak olup birbirine karışırken genç adam sesinin ona ulaşacağını biliyordu. Yine de sesini biraz yükseltip duyduğundan emin olmak istedi. Karşısındaki adam ise olan bitenden habersiz duyduğu şeyle mıh gibi yerine çakıldı.
"Efendim? Ne diyorsun Baybars?" Sinirlense mi yoksa normal bir tepki mi verse bilememişti. Baybars ise gözüyle hafifçe merdivenlerin oraya bakıyor, ama tam olarak dönmüyordu. Biraz daha oynasa fena olmazdı. Onu sinirlendirmek Piraye'nin tehditleri gibiydi. İkisi de eline geçen fırsatı tepmiyordu.
"Duydun işte. Çok uzadı zaten, bir yıldan fazladır öylece duruyoruz. " Piraye şu an kolundan başlamıştı kemirmeye. Siniri o kadar fazlaydı ki her an patlamaya hazır bir bomba gibiydi. Karun ise birden bire Baybars'ın neden böyle söylediğini anlamamıştı. Piraye her ne kadar yetişkin de olsa o bir abiydi ve kardeşini kıskanmak en doğal hakkıydı. Baybars'a olan gömülü öfkesi konuya göre tekrar açığa çıkınca sakinleşmek için gözlerini kapatıp derin nefesler almaya zorluyordu kendini.
"Bana bak Baybars konuyu değiştirme, söyle test-" Baybars hemen Karun'un sözünü kesti. Genç kadının hâlâ orada olduğunu biliyordu. Karun'un pot kırması an meselesiydi.
"Duydun işte Karun. Konu zaten buydu neye şaşırdın?" Karun karşısındaki adama karşı tüm sabrını hızlıca tüketmişti. En sonunda içindeki abi devreye girmiş, bir adım atarak Baybars'ın karşısına dikilmişti. Elinin tersiyle adamın göğsüne sertçe vurup kelimelerini dikkatle seçmeye çalıştı. Yoksa kardeşinin sözlüsü demeyecek ve o yumruğu seve seve suratına indirecekti.
"Ne diyorsun oğlum sen? Canımı sıkma da söyle!" Baybars kafasını çevirip merdivenleri tekrar kontrol ederken genç kadın artık orada değildi, zira duydukları ona fazlasıyla yetmiş, bir hışımla eve girmiş ve şimdi de sinirden gözleri dolu bir şekilde yatağının üzerinde oturuyordu.
Dudağının kenarı kıvrılırken onun şu an kendisini öldürmek istediğine emindi. Biraz daha kalıp devam etmek isterdi ama Piraye duymayacaksa ne anlamı vardı ki? Bu yüzden karşısında ona kaşlarını çatmış olan adama döndü, büyük ihtimalle biraz daha devam ederse kavga edeceklerdi. Hazır Karun'la buzları eritmeye başlamışken onunla ters düşmek yapacağı şeyleri zorlaştırırdı.
Ellerini beline koyup ona yukarıdan bakmaya başladı. "Sakin ol Karun, Piraye bizi dinliyordu." Karun bunu duyar duymaz yüzünden tüm kanı çekildi. Etrafına bakınıp kız kardeşinin nerde olduğunu bulmaya çalıştı. Kendi dikkatsizliğine şaşırıyordu, Piraye'nin durmayacağını ya da en azından şüpheleneceğini hesap etmesi gerekirdi.
"Boşuna bakma, içeri geçti bile. Bu gece bu kadar, anlaşılan güvenli bir yer bulmamız gerekecek. Ve bunu sakın Piraye'ye çaktırma. En ufak şüphede seni takip eder Karun. Ve emin ol öğrenmeden de bırakmaz." Karun karşısındaki adamın kardeşini bu kadar iyi tanımasına sevinse mi yoksa onu kıskansa mı bilemedi. Sanırım artık onu kabullenmesi gerekecekti. Onu bir türlü sevemese de kardeşi mutluysa ona katlanabilirdi. Baybars'ın eminliği ise yaşadığı tecrübelerle sabitti. Piraye kafasına koyduysa onu irdelemeden hayatta bırakmazdı.
Yorgunluk genç adamın tüm göz altlarında toplanmış, orayı mosmor etmişti. Anlaşılan bugün de gerçekleri öğrenemeyecek, içindeki kemirgenle biraz daha yaşamak zorunda kalacaktı. Yine de her şeye rağmen karşısındaki adama elini uzatıp başını dikleştirdi. Baybars uzatılan ele bakıp bekletmeden tuttu ve sıktı. İkisinin arasında sessiz bir anlaşmaydı bu. İkisi de o an için emindi, Piraye'nin iyiliği için çabalıyorlardı ve iki adam da bunun için şimdilik soğuk savaşa ara verecekti.
"Bu yaptığını unutmam Baybars. Eyvallah."
"İsabet olur. Zamanı gelince kullanırım." Sesli bir şekilde gülüp sıktığı eli geri bıraktı ve arabasına doğru yürüdü. Kapıyı açıp binecekti ki aklında dolanan tilki sinsice sırıtıp gecenin böyle bitmesine izin vermedi.
"Karun, bu arada söylediklerimde gayet ciddiydim." Karun'un yüzü kararırken kafasını yana eğdi.
"Ne demek o?"
"Nişan en hızlı bir hafta içinde yapılsın demek. Bana kalsa direkt nikah ama kardeşin işte." Oysa Piraye'nin tek bir şeyden bile haberi yoktu. O şu an duyduklarını sindirmek ve bununla nasıl başa çıkacağını düşünmekle meşguldü.
"Lan, bu haber böyle mi verilir? Başlarım yapacağınız işe!" Baybars Karun'u duymamış gibi yaparak rahat hareketlerle arabasına binmiş, onun yanından geçerken de kornaya basıp selam vermişti. Ardında bıraktığı iki kardeş de ona söverken Karun delirmek üzereydi. Sıkıntıyla sakallarını sıvazlayıp yanaklarını ovdu. İşi işti.
...
"İnanamıyorum. Karun abinin karşısına geçip mi dedi?" Hülya elindeki sigarayı küllüğe bastırıp söndürdü. İki gündür ne başımın ağrısı dinmiş ne de uykularımda rahat edebilmiştim. Rutine binmişti iyice. Dün gece yengem ağzını tutamadığı için herkese söylemişti. Olayı üstün körü anlatsam da Hülya detayları için sabah erkenden bize gelmişti.
"Aklını yitirdi. Abim onu orada öldürse haktı. Hoş, işime gelirdi de olan benim abime olurdu." O anı düşündükçe tüylerim diken diken oluyordu. Onunla nişanlı olmak, evli olmak...
Birden hafif bir titreme bedenimden geçip giderken ellerimi kollarıma koydum.
"Hülya yemin ediyorum düşüncesi bile tüylerimi diken diken ediyor. Yengem şimdiden hazırlıklara başladı, abim de eskisi kadar nefret etmiyor ondan. Elimdeki tüm kartları oynadım, ortada kaldım desem yeridir. " Ağlama isteğiyle dolup taşıyordum. Abim o gittikten hemen sonra eve gelmiş haftalar sonra ilk kez doğru düzgün yüzüme bakmıştı.
"Piraye'm. Abicim sen Baybars'la evlenmek istiyor musun? Bana nişan istediğini söyledi. Böyle bir şey istiyorsan bana niye söylemiyorsun canımın içi?" Boğazımı saran dikenlerle sesimi bulup da konuşamadım. Sadece kafamı salladım. Zira ağzımı açarsam sadece ağlardım.
Abim kederle tamam deyip nişanı bu hafta sonu yapacağımızı söyledi. Onun bu hali omuzlarımı düşürürken ayakta kalmakta zorlanıyordum. Yumruklarım arasında etime saplanan tırnaklarım beni kendime getirmeye yetmiyordu. Yengem olan bitenle ilgilenmese de nişan olayına onay verdiğimi duyunca sevinçle yanıma gelip beni kolları arasına aldı. Onun bu sevincinin nedeni benim gerçekten onu sevdiğimi sanıyor oluşuydu, yalnız kalmamı istemiyordu.
"Hayırlı olsun bir tanem! Sen hiç canını sıkma, biz abinle her şeyi hallederiz. Hem sen benim sadece görümcem değil arkadaşımsın, kardeşimsin. El ele verip her şeyi hallederiz!" Zaten bu habere sevinen bir tek Lale yengemdi. Bir de Pınar abla. Yengem o günün akşamı durgunlaştığımı görünce eğlenip konuşuruz diye kızları çağırmış, sonra da ağzını tutamayıp tüm olanı ötmüştü. Hülya ağzındaki çayı döküp öksürürken Pınar abla şaşkınlık ve mutluk arasında bir yerdeydi.
"Hayırlı olsun Piraye. Bugünün tek güzel haberi bu oldu benim için. Çok mutlu olun inşallah, ben çok sevindim senin adına." Keşke bende benim adıma sevinebilseydim demek istesem de susup elimdeki çayı içmeye devam ettim. Herkes olan bitenden habersiz gülüp kahkaha atarken ben bataklıktan kurtulmanın yollarını arayıp çırpınıyor ve batmaktan kaçamıyordum. Bir olay bir başkasını doğurmuş ve nasıl olduysa konu buralara kadar gelmişti. Artık tek çarem Baybars'ı ikna etmekti...
...
Yatağımda oturmuş bacaklarımı da iyice kendime çekmiştim. Olmuyordu, yapamıyordum. Aradan üç gün geçmiş ama hâlâ ne aramış ne de sormuştu. Halbuki ben şaheseriyle övünür diye beklemiştim ama tek bir hareketlilik yoktu. Sanırım ölüm haberimi bekliyordu.
Derin bir nefesle yerimden kalktım. Böyle olmayacaktı, gidip konuşacaktım. Hafta sonu yaklaşıyor ve eve gelen paketlerden başka hiç bir şey bilmiyordum. Süheyl Hanım da yengem gibi alışverişe başlamış, eve paket paket malzeme yolluyordu. Odamın her yerini kaplayan giysi ve ayakkabı kutularına bakarak iç geçirdim. Ben hiç evlilik hayali kurmadım diyemem, kurmuştum. Hem de gerçekten en ince ayrıntısına kadar. İçim kıpır kıpır oluyordu tabii o zaman, üniversite zamanında kız arkadaş grubumuzla konusu açılmış ve bende içimden geçenleri söylemiştim. Şimdi önümdeki dizi dizi kutulara bakarken hayallerimin kıyısından geçmeyecek bir buruklukla karşılaşıyordum. Gerçekler suratıma öyle bir sertlikle çarpıyordu ki bazen ben ne yapıyorum derken buluyordum kendimi.
Gerçekten, ben ne yapıyordum?
Susmaktan başka, nefret etmekten başka, gözlerimi kaçırıp görmemezlikten gelmekten başka ne yapıyordum?
Elimi şakağımın üzerine koyup ovaladım. Yanına gidecektim. Yanına gidip bu saçmalığa son vermesi için onu ikna edecektim. Aynadan üstüme başıma bakıp düzgün olduğunu görünce cüzdanımı telefonumu ve evin anahtarını alıp evden çıktım. Hızlı olmam gerekiyordu. Mahallenin başından bir taksi çevirip hızlıca bindim ve evi tarif ettim. Şoför sağ sol yapmaktan bana bakıp sabır çekerken ben tırnaklarımı yiyordum. Eve geldiğimizi görünce ücreti ödeyip bir çırpıda arabadan indim.
Koşa koşa karşıya geçip dış kapıya ulaştığımda evin şifresini bilmenin rahatlığıyla kapıyı açıp içeri girdim. Ön bahçeyi hızlı adımlarla geçip merdivenlere takılmayı umursamadan kapıyı yumruklamaya başladım. Aradan geçen bir kaç dakikanın ardından kapıyı Derya açtı. Gözlerim beklediği kişi yerine hiç beklemediği birini görünce anlamsızlıkla kısıldı. O da beni görmenin şaşkınlığıyla ağzını bir açıp bir kapayınca onun burada ne işi olduğunu merak ediyordum. Sonunda konuşabildiğinde ise,
"Piraye ben-" elimi kaldırıp konuşmasına izin vermedim. Onu kenara ittirip içeri girdim. Boğazımı sıkan eller konuşmamı zorlaştırsa da içeri girip ona döndüm.
"Sizin saçma sapan hayatınızı dinleyecek değilim. Ne halt yediğiniz beni hiç ilgilendirmez. Nerede o?"
"Buradayım." Oturma odasından çıkıp yavaş adımlarla karşıma geçti. Derya çantasını koluna takmış başını öne eğerken içimdeki öfkeyle beraber gelen kusma isteğiyle karşımdakine baktım. Utanmadan karşıma dikilebiliyordu. Suratına tükürsem içim soğumazdı.
"Utanma duygusu çok önemlidir, siz ikiniz ne yazık ki bundan mahrum kalmışsınız." Ona doğru bir adım atıp sinirle arkamızdaki kadını gösterdim. Ağzımdan çıkan her sözü öfkeyle sarf ettim.
"O kadın senin en yakın arkadaşının karısı! Beni boş ver Yavuz'a bunu nasıl yaparsın? İkiniz de ne utanmaz ne arlanmaz insanlarsınız!"
"Piraye!" Baybars ellerini ceplerinden çıkarmış yüzündeki tüm sinirle bana bakarken bedenimin titrediğini hissettim. Parmağını kaldırıp,
"Ağzından çıkanlara dikkat et. Sen beni nasıl bir konuma koyduğunun farkında mısın? Kendine gel." Derya sessizce yanımıza yaklaşırken ikimizin de gözlerinden ateş çıkıyordu. O da bunu fark etmiş olacak ki çokta yaklaşmayarak aradaki mesafeyi aşmadı.
"Piraye sen bizi yanlış anladın, ben Baybars'la konuşmaya geldim. Biz Turgut'la boşanıyoruz." Kafamı çevirip Derya'ya baktım. O an hiç fark edemediğim soluk teni ve her zaman yaptığı makyajdan eser olmayan suratına baktım. Söylediği şeylerin gerçekliği beni arafta bıraksa bile içten içe doğru olmasını istedim.
"Ben, yanlış anlaşılmaları bitirmek için geldim. Baybars'tan özür dileyip gidecektim zaten." Baybars'a dönüp baktığımda gözlerinde gördüğüm kırgınlık ve öfke beni biraz olsun kendime getirirken bakışlarımı ondan uzaklaştırıp Derya'yı dinledim.
"Neyin yanlış anlaşılmasıymış o?" Üzerimden atamadığım öfkeyle gözlerine bakıp kafamı salladım.
"Bir şey söyleyecek misin? Yoksa yalanın için biraz daha zaman vereyim mi?" Derya kafasını iyice eğip karşımda dururken sinirlenmeden edemiyordum.
"Ona karşı yaptığım her şey için özür dilemeye gelmiştim. Ve artık ne için şüphe ediyorlarsa etmelerini gerektirecek bir şey olmadığını da. Zaten Yavuz'un da beni sevmediğini biliyorum artık, evli kalmamız doğru olmaz. Onun hayatına daha fazla zarar vermek istemiyorum." Kafasını kaldırıp biraz daha yanıma geldi. Onu kısa bir süre tanısam da bu gördüklerimi onda daha önce hiç görmediğime emindim.
"Neye inanırsın bilmiyorum ama sana doğruları söylüyorum, yemin ederim. Ben de bu hayatı daha fazla bu şekilde yaşayamam zaten." Elini koluma koyup gülümsedi. Yaptıkları için pişman görünüyordu fakat ona karşı asla bir sempati duyamazdım. Sadece onun için hayatın iyi olmasını isterdim ama benden uzakta. Gözlerim anında karşımdaki adama kayarken onun da bakışları bendeydi. Derya söyleyeceğini söylemiş ardından sessiz sedasız evden çıkıp gitmişti.
Koca salonun ortasında ikimiz kalınca sessizlik ikimizi de yutacak dereceye gelmişti. Ben bir şey söyler diye beklerken o arkasını dönüp merdivenleri çıktı. Arkasından bakarken gidip gitmemek arasında kalsam da bu sefer işimi şansa bırakmayacaktım.
Onun ardından merdivenleri çıkıp açık olan kapıdan odasına girdim. Üzerindeki tişörtün yakasını çekiştirmeyi bırakıp bana döndü. Ama yine tek kelime etmedi. Sadece gözlerimin içine baka baka sanki orada yokmuşum gibi tişörtünü çıkarıp yatağın üzerine attı. Gözlerimi gözlerine sabitleyip sadece yüzüne baktım. O da öyle yaptı. Sadece gözlerime baktı.
Yanındaki dolaptan başka bir tişört çıkartıp onu da yatağın üzerine bıraktı.
"Senin derdin ne?" Gözlerimi bir an olsun gözlerinden çekmezken çırpınan yüreğim kulaklarımı sağır etmek üzereydi. Kuruyan boğazımla beraber yutkunup kafamı salladım.
"Ne derdim olacakmış?" Dik tuttuğum kuyruğumun beni korumasını beklerken o adım adım yaklaşıyordu.
"Onu da sen söyleyeceksin." Her adımıyla beraber bedenim titriyordu. Korkudan mı bilmiyorum ama gözlerimin odağını kaybetmemem gerektiğini çok iyi biliyordum.
"Senden başka bir derdim yok çok şükür. Asıl senin derdin ne onu söyle sen, nedir bu nişan saçmalığı?" Tek kelime etmeden karşımda durdu. Derya hakkında konuşmak istemiyordum, konuşulacaksa bile şu an bunu yapmayacaktım. Daha önemli bir konumuz vardı.
Aramızdaki mesafeyi nefeslerimiz aşarken ona aşağıdan bakmak her zamankinden daha zordu artık. Bilerek yapıyordu, aklınca konuyu değiştirecekti ama ben bu saçmalığı yemezdim.
"Niye saçmalık olsun? Nişan değil mi, yapılır." Gözlerimi çevirip derince bir nefesi dışarı verdim.
"Onu kastetmediğimi biliyorsun Baybars. Abime sanki ben sana söyletmişim gibi söylemişsin! Yok neymiş sen direk nikah istermişsin de ben nişan istemişim."
"Yalan mı? Nişan istemez misin?"
"İstemem! Hiçbir şey istemiyorum ben. Bu saçmalığa son vereceksin, duydun mu beni?" Ellerini beline koyup bana üstten bakmaya devam etti. Artık yüzündeki alayı saklamıyordu bile. Öyle rahattı ki, yaptığı hataları yanına alıp marifetmiş gibi göstermekten hiç mi hiç gocunmuyordu. Bunca haltın sebebi kendisiydi ama hiç yüzü kızarmıyordu.
"Yapmazsam başıma ne gelecek?" Bu bir soru değildi. Ben senin hiçbir şey yapamayacağını biliyorum demekti. Alenen benimle dalga geçiyor, bir şey yapamayacağımı ima ediyordu. O gece o silahı almayarak çok yanlış bir şey yapmıştım. Ona daha fazla güç vermiştim. Şimdi ise kendi aptallığıma yanıyordum.
"Benim hakkımda şüphe edip durduğun, kendini yiyip bitirdiğin ne varsa hepsini gerçekleştiririm Baybars. Başta da o aldatma olayını." Bunu söylediğime inanamıyordum ama biraz da olsa gerilip inanması için söylemeliydim. Bu yüzden biraz daha üsteledim. Biraz daha o hep bastığım damarına bastım.
"Ardından benden gizlediğin ne varsa, hepsinin ama hepsinin peşine düşerim. Ben yanarsam seni de yakarım. Bu hayat bana zehir oluyorsa sana da zehir ederim. Ben ailemden oluyorsam seni de-" Devamını getiremedim, dilim varmadı. Anlık ifadesi değişse bile duruşunu hiç değiştirmedi. Onu ailesinden vurmak istediğim son şey bile değildi, vuracaksam da ailesinden vurmazdım. Bir cesaretle söylediklerimden sonra söyleyeceklerime daha da dilim varmadı. Ben onun adına ar duydum. Onun gibi yapamazdım hiçbir zaman.
Arkamı dönüp kapıya ulaştım. Açıp çıkacağım zaman belimden tutulup yumuşak bir şeye düşünce çığlıkla gözlerimi kapatıp açtım.
"Baybars!" Üzerimdeki kocaman bedeni ittirmeye çalışıyordum ama o benim aksime çok rahattı. Üzerimde sadece bileklerimi tutuyordu. Bacaklarımı bile tutmayı akıl edemediğini anlayıp hızla bacağımı kendime çekip tekme atmak için hareketlendim.
"Allah belanı versin!"
"Senin bedduaların yüzünden bir gün verecek zaten." Tekme atacağımı anladığı an bacaklarımı öyle bir sıkıştırmıştır ki oynatamıyordum. Kafamı yastığa bastırıp sinirle bağırdım. Ne hakla böyle bir şey yapardı!
"Rahat dur! Madem seninle her konuşmamızda arkanı dönüp gidiyorsun, artık böyle konuşacağız." Kafamı yastıktan kaldırıp sinirle kızaran yüzüne baktım. Kolları iki yanıma dayanmış, saçları gözünün önüne geliyordu. Kafamı yana çevirip, "Eğer biraz daha bu şekilde kalırsak görürsün konuşmayı. Kalk üzerimden." Dedim, daha sakin olmaya çalışıyordum. Her an gövdesi gövdeme değebilirdi ve ben bunu düşünemiyordum bile.
İtiraz eder gibi ağzının içinden bir şeyler mırıldansa da uzatmadan ayağa kalkıp elini uzattı. Kafamı yastıktan kaldırıp uzattığı ele bakınca gözlerimi kısıp eline vurdum ve kendim kalktım. Dağılan saçlarımı düzeltip arkamı döndüğüm gibi odadan çıktım. Ardımdaki kapıyı o kadar sert bir şekilde kapattım ki kırılmadıysa bile hasar görmüş olmalıydı.
Merdivenleri inerken titreyen bacaklarım yüzünden düşmek üzereydim. Elimi trabzanlara koyup koşar adım evin kapısına geldim. Titrememi durduramadığım gibi sinirden dolan gözlerim görüşümü de engelliyordu. İçimden kendi kendime saydırırken buradan çabucak gitmek istiyordum.
"Piraye!" Bana bağırmasını kulak ardı ederek hızla evden çıkıp bahçeye attım kendimi. Arkamdan geldiğini ve hiç de yavaş olmadığını bilecek tecrübeye sahiptim.
"Yine aynısını yapıyorsun. Yine arkanı dönüp gidiyorsun!" Dolan gözlerimi ondan saklayıp bahçe boyunca yürüdüm. Onunla konuşmaya çalışıp buraya gelmek tamamen benim salaklığımdı.
"Bana yine sırtını dönüyorsun. Sakın bana sırtını dönme Piraye!" Yaşlar yüzümü ıslatırken tam arkamdaki adama baktım. Yorgun ve yorgundu, ne diyebilirdim? Onun içini rahatlatmak istemiyordum. Canım yanıyordu ama onunkini yakmadan duramıyordum. Olmaması gereken şeyler olsun istemiyordum. Ben nasıl ona karşı bir şey hissederdim? Olacak şey miydi? Aynaya nasıl bakardım?
Bana yaklaşmayı bırakıp arada uçurumlar kadar pay bıraktı. Yutkunup sesimi bulmaya çalıştım. Kesinlikle yaktığı kadar yakacaktım onu. Yeminliydim. Bu yüzden içimde bağıran ne varsa hepsini susturacak kadar şiddetli bir şekilde dilimdeki kilidi çözdüm. Artık özgürdü. Yanını yakma konusunda hiç olmadığı kadar özgürdü...
"Ben sana hiç yüzümü dönmedim ki." İlk kesiği attım. Olduğu yere çakıldı. Belli ki artık adım atmak için çabalamıyordu. Hadi dedim, engelle onu! Titremesin sesin. Onun yaptığını yap! İçimde onu yakmak için deliye dönen kadın ellerini ovuşturuyordu. Bağırmak isteyen sesimi yuttum. Görüşüm yaşlar yüzünden bulanıklaşmış olsa bile sözlerime devam ettim. Onun ne halde olduğunu görmemek, söyleyeceklerimi kolaylaştırırdı.
"Benim sırtım sana hep dönüktü, sen sadece yeni fark ediyorsun. Bununla yaşamayı öğren Baybars, çünkü bende bana bıraktığın yüklerle yaşamayı öğrendim. Sürünürsün ama ölmezsin. Sende bana tam olarak böyle yapmadın mı? Hayatımı tam da böyle karartıp elimden almadın mı?" Kelimeleri bu kez ben bitirdim. Ama bundan gram zevk almadım. Aramızdaki görünmeyen köprüleri yine ben ateşe verdim. Dönüp de bakamadım. Onu diğer tarafta bırakıp üzülmüyormuş gibi yaptım. Üzülmüyordum. Üzülmeyecektim.
Bahçe kapısına hızlı hızlı yürüyüp gözlerimi elimin tersiyle sildim. Onun için ağlayan gözlerime kızgındım. Onun için acıyan kalbime ise kırgın.
Uzun süre yürüyüp taksi aradım ama bir Allah'ın kulu da yakın mesafe diye almıyordu. Zaten yürüyorum biraz daha yürürüm diyerek ilerlemeye devam ettim. Bu yolu hiç yürüyerek gelmediğim için arada yolları karıştırsam da hatırlayıp yoluma devam ettim. Yollar akıp giderken aklımdan bir türlü çıkmıyordu. Onu aklıma getirmemek için saçma sapan şeyler düşünüyordum. Pişman falan değildim. Olsam bile kimsenin haberi olmazdı. Olmayacaktı. En başta da onun.
Ağaçlı yol gözümde gittikçe büyürken hastalığı aklıma gelince duraksadım. Nükseder miydi ki? yürüdüğüm yolun kenarında, iki ağacın ortasında olan banka oturup bir müddet yerdeki çimleri izledim. Bazılarını ayağımın ucuyla ezip elimle yüzümü sıkıntıyla ovaladım. Benim yüzümden mi oluyordu? Ayaklarımın altındaki çimler büzüşüp yok olurlarken susturmaya çalıştığım ne varsa içimde çığlık atıyordu.
Başımı ellerimin arasına alıp sıcağın alnında orada oturmaya devam ettim. Sürekli çalan telefonum bile beni düşüncelerimden sıyıramazken bu zamana kadar olan biten şeyleri düşündüm. Benim yanımdayken nasıl olurdu da hiç atak geçirmezdi?
Ya da fark etmedin?
Bu ihtimalle elim ayağım buz kesilirken bana bağıran sesle korkup kafamı kaldırdım.
"Piraye Hanım!" Yanımda gürültüyle duran arabaya şaşkınca baktım.
"Öcal?" Arabadan indiği gibi yanımda biten adama merakla bakıyordum. Ne olmuştu? Yoksa yine rahatsızlanmış mıydı? Hızlıca yerimden kalkıp Öcal'a baktım.
"Ne oldu? Baybars mı? Yine mi rahatsızlandı?" Öyle hızlı konuşuyordum ki karşımdaki adam ellerini kaldırıp beni durdurdu.
"Piraye Hanım, Baybars Bey gayet iyi. Aramalarına cevap vermemişsiniz sanırım, o da beni yolladı, bende tam sizin eve gidecektim ki sizi gördüm." Üzerimden kalkan yükle derin bir nefes verip kafamı salladım.
"Ben kendim giderim Öcal, sağ ol."
"Piraye Hanım, izin verin sizi ben bırakayım. Baybars Bey sorarsa hiçbir şey söyleyemem valla." Ümitsizlikle omuzlarımı düşürdüm.
"Evime gidiyorum Öcal, Baybars da hiçbir şey demez merak etme. Sorarsa da uydurursun bir şeyler." Hızla kafasını sallayıp ellerini kaldırdı. Ne diye bu kadar ısrar ediyordu?
"Piraye Hanım anlıyor. Ben sizi şimdi bırakmazsam akşam vallahi yanınıza gelir." Gelmezdi. O kadar söylediğim laftan sonra dağ olsa çatlar, sırtını dönerdi. Zaten olması gerekene de lafım yoktu. Karşımda biraz daha gelmiyorum diye diretirsem sanki ölüm fermanını imzalamışım gibi bakan adama sakince kafamı salladım.
"Gidelim o zaman." Gülüp kapımı açtı. Gözlerimi çevirip bana boş boş bakan adamı kapıdan uzaklaştırdım.
"Öcal benim elim var çok şükür. Bırak artık şu kapı açma olayını, beni kötü hissettiriyor." Koltuğa oturunca o da şoför koltuğuna oturup arabayı sürmeye başladı.
"Baybars Bey varken yaparım. Onun dışında siz ne derseniz o." Hafiften kahkaha atıp kafamı salladım. Öcal'la konuşmayı seviyordum. Arada sırada görsem de iyi bir çocuktu. Hem okuyup hem de harçlığını çıkarmak için çalışıyordu.
"Okul nasıl gidiyor. Para konusunda bir sıkıntı var mı?" Bir üniversite öğrencisinin neye ihtiyacı olduğunu en iyi ben bilirdim. Ve para kesinlikle baştaydı.
Mahcup bir şekilde tebessüm edip omzunu silkti.
"Yok çok şükür. Baybars Bey sağ olsun her şeyi karşılıyor. Ben okul dönemi için para biriktirirken o sürekli benden önce davranıp ödüyor dönem parasını. Her sormamda da seneye sen ödersin diyor, son iki senedir falan." Gülmeye başlayınca bende onunla beraber mutlu olmaya çalıştım. Onun nasıl bir adam olduğunu bilseydi şimdiki gibi övebilir miydi? Hiç zannetmiyorum.
Tam yola odaklanmışken beni gerecek o şeyleri söyledi.
"Piraye Hanım unutmadan bu gece Süheyl Hanım'ın vakfında davet varmış, Baybars Bey size söylememi, akşam sizi alacağını belirtti. Bir de bu kartı verdi, bir saniye." Tek eliyle direksiyonu tutarken ceketinin cebinden çıkardığı iki kartı da bana verdi.
"Nedir bunlar?" Elime tutuşturulan siyah ve bir de bordo olan kağıda baktım. Lumiére du jour Moda evi.
"Akşam için aklınız karışırsa burayı aramanızı söyledi. Bu da eksik ya da almak istediğiniz bir şey olursa buradan ödemeniz içinmiş," Şaşkınlıkla elimdeki siyah kartı gösterdim.
"Bununla?" Kafasını sallayıp geri yola odaklandı. Bende üzerinde çok durmadan kartları cüzdanıma koydum. Kullanmayacaktım tabi ki. Onun parasıyla hiçbir şey almak istemiyordum, kaldı ki bir şey alınacaksa pekala bende alabilirdim, ben olmazsa abim vardı.
Evin önüne gelince kemerimi çıkarıp arabadan indim. Öcal bana arabadan el sallarken bende ona el sallayıp eve girdim.
Bu davet canımı sıkmaya yetmişti. Geçen sene olanlar aklıma geldikçe kendimden utanıyordum. Bunu bir anlık kararla yapmış olsam bile düşünmem gerekirdi. Şimdi akılsız başımın cezasını yine ben çekecektim.
Anahtarla kapıyı açıp içeri girdiğimde etrafa bakındım, ufak bir iç çekme duyunca kafamı koltuklara çevirdim. Yengem oturmuş eliyle gözlerini siliyordu. Elim ayağıma karışırken pantolonumun cebindeki cüzdanı ve telefonu masanın üzerine bırakıp hemen Lale'nin yanına oturdum.
"Lale ne oldu?" Eliyle gözlerini silerken güldü ve bana üzgün üzgün baktı. Bakışları beni korkuturken birden beni omuzlarımdan tutup kendine çekti. O kadar sıkı sarılıyordu ki kötü şeyler düşünmeye başlamıştım.
Bende ona sıkı sıkı sarılıp sırtını okşadım.
"Bana yenge diyeceksin demedim mi sana" Alaya vursa da bir şeyler olduğu belliydi.
"Lale bir şey mi oldu? Bak korkutuyorsun beni." Kafasını saçlarıma gömüp bir süre o şekilde ağlamaya devam etti. Bende sadece sarılıp ona destek olmaya çalıştım. Bir müddet sonra ağlamaları durmuş kafasını omzumdan kaldırıp bana kızarmış gözleriyle bakmaya başlamıştı.
Elini elime vurup omzunu silkti.
"Öyle bakma, bir şey olduğu yok. Sadece biraz ağlamak istedim." Kafamı yana çevirip gözlerimi kıstım, onca yıllık dostumu tanımayacak mıydım? Doğruyu söylemiyordu. Ama o kadar çok ağlamıştı ki üzerine gitmedim, sadece ona biraz daha sarılıp saçlarını öptüm.
"Ben hep yanındayım, Abimle ilgili sorun olursa ben her zaman senin yanındayım biliyorsun." Hafiften alayla söylediklerim onu güldürürken bende onunla beraber gülüp, beraberce mutfağa geçtik. Gönlümüzce bir kaç şey hazırlayıp bugün izinli olan kızları da çağırıp bol bol konuşup iç döktük, daha doğrusu onlar konuşurken ben elimi alnıma dayamış onları izleyip dinledim. Onlarla olmak, konuşmak, sohbet etmek bana o kadar iyi geliyordu ki bazen nasıl bir cehennemde olduğumu unutup sadece eğleniyordum.
"Valla biz bile elbise seçmekte zorlanıyoruz, Piraye'yi hayal edemiyorum." Konu bana dönünce kafamı yasladığım yerden kaldırıp masanın üzerindeki çayımı aldım.
"Bakmıyorum ki." Lale de dahil üçü bana bakıp bağırınca neredeyse elimdeki çayı döküyordum. Elimi hemen çayın altına tutup dökülmesini engellemeye çalıştım ama bir kaç damla dökülüp hafiften derimi yakmıştı bile
"Ne bağırıyorsunuz Allah aşkına? Bunda şaşıracak ne var?" Çayı masaya geri bırakıp yanan elimi silkeledim. Yengem bana kötü kötü bakarken sanki ona aslında ben evliyim demişim gibi bakıyordu. Pınar abla yerinden kalkıp yengemin sırtına vururken yengem öylece bana bakıyordu.
"Heh al işte! Felç indi kadına, Lale şaka kız şaka." Yengem birden elindeki mendili yüzüme doğru fırlatırken denk gelmemişti bile. O buna daha çok sinirlenirken bu sefer de çayın içindeki kaşığı alıp bacağıma fırlattı. Ben oraya buraya kaçışırken Hülya da diğer çayların içindeki kaşığı alıp alıp yengeme veriyordu. Hepsi delirmişti.
"Ne demek kız o? O kadar insanın içinde rezil edecek bu bizi Pınar!" Pınar abla yok der gibi başını sallayıp bana baktı.
"Şaka yapıyor, kız gergin onu üzerinden atmaya çalışıyor. Biz hep birlikte ona nişanlık bakarız. Ben yarın işten izinliyim zaten, Hülya'nın da stajı yok hep beraber çıkıp bakarız." Pınar ablanın sözü Hülya'ya devretmesiyle Hülya pis pis sırıtınca ağzını açtığı an başımın yanacağını anladım.
"Hatta Baybars da gelir. Masraflar damat beyden değil mi? Tamam işte o da gelsin, sizi de bir yan yana görelim." Bu kadına ne olmuştu böyle. Koskoca avukatın geldiği hale de bakın. Şaşkınlıkla elimi ağzıma götürüp onların konferans yapmasını izledim. Beni çiğ çiğ yiyeceklerdi.
...
Yaklaşan davet saatiyle gerim gerim geriliyordum. Kollarımı kendine sarıp odanın içinde dönüp dolaşıyordum ama ne yapacağımı, o insanların yüzüne nasıl bakacağımı bilmiyordum. O leke böyle zamanlarda yakamı bırakmıyor ve bırakmayacaktı. Yok yere kendimi ateşe atmıştım.
Sert bir şekilde alnıma vurup kendi kendime söylendim. Mide bulantısından hiçbir şey yiyemiyordum çünkü en ufak stresimde bedenim hemen mideye baş vuruyordu. Ağzıma tek lokma alamıyordum. Elimi karnıma koyup guruldayan karnımı tuttum. Yemek yiyemiyordum ki şu sesi susturayım. Hemen kusuyordum.
Yatağımın üzerindeki kıyafete acı acı bakmayı bırakıp hızlıca giyinip aynamın önüne geçtim. Baybars'ın gönderdiği karttaki kadınlar beni arayıp elbise göndereceklerini söylemişlerdi. Onları kesin bir dille reddedip elbise istemediğimi söyledim. Ben kendi elbiselerimden giyinecektim.
Aynada saçlarımı alttan dağınık bir topuz yapıp bıraktım. Bugün ne kadar dikkat çekmezsem o kadar iyiydi. Gözlerime sadece rimel sürüp, çatlamasın diye de dudaklarıma nemlendiricisi yüksek doğal tonlarda bir ruj sürüp aynanın karşısından kalktım. Anahtar sesini duyunca kafamı kapıdan çıkarıp elindeki poşetlerle içeri girmeye çalışan yengeme baktım. O da beni görünce bir an donup kalsa da ardından elindeki poşetleri mutfağa götürüp koşa koşa yanıma geldi.
"Nereye böyle güzellik?" Gülüp küpelerimi takmak için aynanın karşısına geçtim.
"Süheyl Hanım'ın vakfının daveti varmış, oraya." Yengemin anında gözleri parlarken kapıdan çekilip odama girdi. Dolabımın kapaklarını açıp bir kaç saniye eli kıyafetlerimi tararken yüzünü buruşturarak bana döndü.
"Üstündeki olmamış, davete böyle mi gidilir Allah aşkına." O söylenmeye başlarken ben kıyafetimden gayet memnundum. Gece mavisi, midi boy sadece ve dikkat çekmeyen bir elbiseydi işte.
"Yine neyi beğenmedin bilmiyorum ama gideceğimiz yere bu gayet yeterli." Hatta fazla bile olmuş olabilirdi. Orada herkesin içinde parlayarak dikkat çekmek en son istediğim şeydi. Bu renk iyiydi.
"Yemin ediyorum bazen seninle nasıl arkadaş olduğumu anlamıyorum. Benden yaşça yaşlı enerjisi veriyorsun, senin yanına gelince yaşlanıyorum. Piraye sana söylüyorum beni dinliyor musun?" Baybars beş dakikaya burada olacağını söyleyen bir mesaj atınca yavaşça nefesimi dışarı verdim. Gecenin daha başlamamış olması beni geriyordu. Bütün gece o saçma sapan insanların bakış ve en kötüsü laflarına maruz kalacaktım.
"Senin yine canın sıkkın. Ne oldu?" Omzumu silkip elimdeki telefonu çantama attım. Bana merakla bakan arkadaşımı merakta bırakmayıp tebessüm ettim.
"Bir şey olduğu yok sen merak etme. Her zamanki şeyler işte." Her zamanki olanlar.
"Sen geçen sene olanlara sıkıldın?"
"Öyle olsa da olan oldu artık" Yengem yanıma gelip omuzlarımı tuttu.
"Piraye o gün neden öyle bir şey oldu. Biz abinle senin böyle bir şey yapmayacağını biliyoruz, ama oradaki insanlar bunu bilmez. Şimdi senin arkandan konuştukları yetmezmiş gibi her mutlu olduğunuzda da insanlar bunun bir yalan olduğunu söyleyip duracak. Piraye bize ne anlatmıyorsun sen? O gün oraya çıkan adam kimdi ve neden öyle abuk subuk laflar etti. Sen neden ağzını açıp da tek kelime etmedin?" Boğazım acırken yumrunun geçmesi için yutkundum ve kafamı salladım. Anlatamazdım, bu saçmalığa onları da katarsam işte o zaman gerçekten yanardım.
Yaşlar görüşümü bulanıklaştırırken elimle saçlarımı düzeltiyor gibi yapıp yengemden uzaklaştım.
"Öyle olması gerekiyordu. Sen düşünme bunları." Yanından geçerken çantamı da alıp daha fazla durmadan evden çıktım. Kapı önüne bıraktığım siyah topukluları ayağıma geçirirken burnumu çekiştirdim. Saçlarım yüzüme düşerken onları hızlıca kulağımın arkasına sıkıştırıp topukluların bileklerindeki ipleri bağladım.
Yengem perdeyi kenara çekip camdan bana bakıp el salladı. Bir anlık, o gözlerde abimde gördüğüm şeyin aynısını gördüm ben. Acıma. Nedensizce bana atılan bakışlar ciğerimi dağladı. İçimi hüzünle doldurdu. Yüreğimin tam ortasına ağır bir taş bıraktı.
Yutkunup yüzümdeki kırıklığı sildim ve yengeme gülümseyip yukarı çıktım. Elbisem midi boy olduğu için rahatça kaldırım taşına oturup ufak çantamı da kucağıma bıraktım. Baybars daha gelmemişti. O insanların içine girmek beni yeterince gerip sıkarken bir de ailedeki durumu anlamak gittikçe güç oluyordu. Ne yaptığımı bilmiyordum. Sadece her ne oluyorsa iyi olmasını umut ediyordum. İyi şeyler hayatıma uğramayalı çok oluyordu, özlemim bunaydı. Burnumu sızlatan eskilerdi. Şimdi olan şeylerin hiçbirini ben istememiştim. Ne bir yalanın içinde savrulmayı, ne ahlaksız bir kadın olmayı, ne de onu...
Tek sığınağım ise bunlara mecbur oluşumdu, ama açıkçası tüm bunlar bittiğinde nasıl eskiye dönerdim bilmiyorum. Unutmuştum. Hafif esen rüzgar tenimi yalayıp geçerken oturduğum yerde bacaklarımı daha çok kendime çektim. Nerede kalmıştı?
Onu aramayı asla istemediğim için biraz daha bekledim. Şimdi onu arasam tükürdüğümü yalamış gibi olacaktım ve bunun düşünülmesini asla istemezdim. Beklemek benim için sorun olmazdı.
On dakika kadar sonra farların aydınlattığı yola baktım, yine tüm sesiyle geliyordu. Derin bir nefesle omuzlarımı kaldırıp indirdim. Sabah yaşananlar yüzünden kötü hissetsem de bunu yüzüme yansıtmadım. Bu gece için hiç enerjim yoktu, sessizlik ve sakinlik içinde geceyi bitirip evime geri dönecektim.
Büyük araba evin önünde durunca üzerimi silkeleyip çantamı da alarak arabanın yanına adımladı. Kapıyı sakince açıp koltuğa oturdum ve ondan tarafa bakmadan emniyet kemerimi takıp kafamı da koltuğa yasladım. Kısa süreli sessizlik ikimiz için de garipti. Yine de bunu dile getirmedik. Aramızda sessizlikten fazlası vardı çünkü.
Araba hareket ettiğinde de bu sessizliği devam ettirdik. Ağaçlı yollar ardımızda kalıp siyah gölgelere dönüşünce camdan yavaşça yansıyan adama kaydı gözlerim. Yasak bir şey yapıyormuş gibi kalbim çırpınıyordu. Bir elini direksiyondan çekip hafifçe çıkan sakallarını ovdu. Gömleğinin yakasını düzeltti ve üstten bir iki düğmesini açıp yandan bana baktı. Bunu hep yapardı, sessiz olduğum nadir anlar yandan bir bakış atıp yoluna devam ederdi.
Gözlerimi kapattım. Zaten yol uzun olmadığı için yirmi dakika sonra da araba durmuştu. Gözlerimi açıp mekana geldiğimizde tüm gün olduğu gibi yine o kadar insanın suratına nasıl bakacağımı düşündüm. Baybars Turan kendisini aldatan kadını affetmiş, evlilik yolunda ilerliyordu! Manşetleri bile hazırdı. O kadar saat ben içeride ne yapacaktım? Nasıl başa çıkacaktım? Hiç düşünmeden attığım bir adım benim için engel olup çıkmıştı. Derin derin aldığım nefesler başımı döndürürken çantamın içinden çıkardığım ilacı içmeye çalıştım.
"Piraye?"
Kısa bir an ona bakıp arabanın içinde su aramaya başladım. Benim olduğum koltuğun kapısına baktım, genelde burada su olurdu ama sanırım panikten onu bulamıyordum.
"Buradaki su nereye gitti, geçen sefer buraya bıraktım." Arabanın içinde bir haraketlilik olurken birden bana uzattığı suya gözlerimi diktim. Ağzımdaki ilaç damağımda iğrenç bir tat bırakırken uzanıp şişeyi aldım ve bir kaç yudumda ilacı içip şişeyi ona geri verdim.
"Bu ilaç Naim'in verdiği ilaç mı?" Şaşkınca ona bakarken o da asla kravat takmadığı gömleğinin uçlarını düzeltiyordu.
"Bunu nerden biliyorsun diye sorardım da cevabından korkuyorum Baybars. O yüzden sormayacağım bile." Bana düzgün bir cevap vermeyeceğini bildiğimden kaçık keyfimi daha fazla kaçırmak gibi bir niyetim yoktu. Ona söylediklerim yüzünden ne hissedeceğimi de bilemezken konuşmak artık her zamankinden daha zor geliyordu.
Çantamı aldığım gibi dışarı çıkıp taş cepheyi loş ışıkların aydınlattığı büyük köşke adım attım. Arkamdan gelen adamla arama mesafe koyup dış merdivenlere ulaştım. Bacaklarım titrerken bunun dışarıdan fark edilmemesini umdum, elimin altındaki çanta bile stresime çare olmazken ne yaparım diye düşünmekten terlemeye başlamıştım.
İçeri girerken kapıdaki güvenlik görevlileri dedektörle üzerimi arayıp içeri girebileceğimi söylediklerinde stres içinde gülümseyip parmağımdaki bir kaç yüzükle oynamaya başladım. İçeri girip onca insanın yüzüne bakacak cesaretim şu an kayıplardaydı. Bu yalanı ortaya atarken ondan kurtulacağıma emin olarak söylemiştim. Kendi başıma çorap örmüştüm. Tüm nefesi ciğerlerimde toplayıp içeriye bir adım atacaktım ki elimde hissettiğim elle dumura uğradım. Kafamı kaldırıp bakmama bile izin vermeden beni içeri çekerken onun arkasından ilerliyordum. Büyük kapıların ardına kadar açık olduğu davet salonundan içeri girip de bir kaç göz bize dönünce, tanıdıklardan bazıları yanlarındaki insanları dürtüp bize bakmalarını sağladı.
Büyük ihtimalle benim ahlaksız bir insan olduğumdan bahsedip gözleriyle kınayacaklardı. Ve bütün gece bunu yapacaklarını biliyordum. Kafamı eğdiğim yere geri gömüp Baybars'ın elimi tutarak yönlendirmesiyle ilerlemeye devam ettim.
"Kafanı kaldır." Hâlâ yürüyen adamın arkasından bakıp kısaca etrafa göz gezdirdim.
"Kaldıramam."
"Neden, beni aldattın diye mi? Yoksa söylediklerin yüzünden mi?" Hiçbir şey söylemedim. Son söylediğini duymazlıktan geldim, ilk söylediğinin doğru olmadığını o da biliyordu, peşini hiç bırakmamıştı. Bu yüzden gerçeği öğrenmesi de uzun sürmemişti.
"Eğer gerçekten yaptıysan eğ." Yapmamıştım. Böyle adi bir şeyi asla yapmazdım. Sadece o öyle bilsin diye ortaya atılmış bir yalandı. Ama kabağın bende patlayacağını hesaba katmamıştım.
Kafamı az az kaldırıp masalardaki insanlarla göz göze geldim. Arada gülen yüzler görünce kafamı biraz daha kaldırdım. Çoğu tiksinerek ve kınayarak bakıyordu. Gözlerimi onlardan sakınıp kafamı önüme düşürecektim ama elimin hafifçe sıkılmasıyla ona arkadan bakıp yutkundum.
"Benden de nefret ediyorlar. Eğme şu kafanı, buradaki çoğu insan hiç sebebi olmadan birbirlerinden nefret ediyor zaten." Kafamı tamamen kaldırdığımda hissetmiş gibi yandan bana bakıp dudağının bir tarafını kıvırdı. Onun için üzüldüğüm tek şey ailesi demiştim ya, bir diğeri de onun yaşamaya mecbur olduğu hayattı. Bazen o kadar beklenmedik bir hareket yapıyordu ki onu anlamaya çalışırken buluyordum kendimi. Bazen de ona üzülürken, ona gülerken. Ailesinin yanında onu korumaya çalışırken, diğerlerine karşı gard alırken...
Son aylarda yeni fark ettiğim yeşilin en koyu renginde gözleri, sinirlendiğinde ya da kızdığında boynunda atan damarı. Çok nadir olarak da ona baktığımı. Ve bakarken kandan başka her şeyi gördüğümde kendime kızdığımı. Şimdi bu kadar kalabalığın içinde elimi sıkıca tutup beni yanından ayırmazken de aynı hisleri paylaşıyordum. Ne yapacaktım? Ya da nasıl yapacaktım?
"Ay inanmıyorum! Gelmişsiniz." Süheyl Hanım'ın bağırmasıyla tüm düşüncelerim benden uzaklaşıp giderken zor da olsa bakışlarımı karşımdaki insanlara çevirdim. Tüm Turanlar buradaydı. Hatta yurt dışında olanlar bile.
"Sen çağırdın, gelmemek olmazdı." Süheyl Hanım atılıp Baybars'ın boynuna sarılmaya çalışınca biraz eğilip ona yardımcı oldu. Süheyl Hanım onun kolları arasında kaybolunca tebessüm edip onların dışında kaldım.
"İyi ki geldin Baybars'ım. Abimi de yanında getirmişsin yine." Süheyl Hanım kafasını gömdüğü yerde derin bir soluk alırken onu kimsenin duymadığına emin olmak istercesine fısıltıyla söylemişti. Baybars daha sıkı sarılırken eğildiği gibi doğrulup Süheyl Hanım'a baktı. Canı sıkılmıştı. Aldığı nefesler derinleşmiş, buğday teni kendini belli edercesine kızarmıştı.
"Hoş bulduk hala." Net bir ifadeyle bu konu da asla konuşmak istemediğini belirtmiş, kısaca duymazlıktan gelmişti.
Süheyl Hanım hafif yaşlanmış gözlerini zarif parmaklarıyla silip eski neşesine geri dönmek için gülümseyip bakışlarını bana çevirdi. Baybars'ta olan bakışlarım onun bana dönmesiyle son bulurken tüm dikkatimle Süheyl Hanım'ı dinledim.
"Hoş geldin Piraye. İyi ki geldin, yoldaş arıyordum bende." Ellerimden tutup gözlerimin içine gülerek baktı. Az önce içeri girerken ki tüm gerginliğim bir nebze de olsa üzerimden kalkınca bende gülümseyip ellerini tutmaya devam ettim. Süheyl Hanım hiçbir zaman inanmamıştı, bu yüzden Orhan Bey'e bile söylenmemiş onun kulağına gitmemesi için tüm aileyi sıkı sıkı tembihlemişti. Onu böylesine zor bir duruma soktuğum için pişmandım ve utanıyordum.
"Her zaman Süheyl Hanım." Dedim. Baybars yanımda durup ikimizi dinliyordu. Süheyl Hanım da bunu fark ederek beni biraz Baybars'tan uzaklaştırınca kısa bir an ona dönüp tekrar Süheyl Hanım'a döndüm.
"Piraye bu gece gelmezsin sanıyordum. Sakın beni yanlış anlama böyle büyük etkinliklere katılmayı sevmediğini biliyorum hele ki o densiz adamdan sonra." Kaldırdığım kafamı sopa yemiş gibi tekrar önüme düşürürken Süheyl Hanım aceleyle konuştu.
"Ben senin böyle bir şey yapmayacağını biliyorum, Baybars da öyle. Lakin bunu bu insanlara anlatamayız, çünkü o adam o gece senin yanına çıkıp elini tutarak ettiği sözler yanlış anlaşılmaya çok müsaitti. Hâlâ basın bunu gündeme getirmek için zaman kolluyor. Bu seni de Baybars'ı da çok yıpratır Pirayeciğim, ve ben bunun olmasını istemiyorum." Ne diyebilirdim ki, resmen kendi topuğuma sıkmıştım.
Nefes alıp kafamı kaldırdım. "Süheyl Hanım emin olun bunu bende istemem, o gece konuşamadım ama-" Lafın tam ortasındayken bağıra bağıra yanımıza gelenle hepimiz ona döndük.
"Piraye hoş geldin." Ceren üzerindeki bej rengi uzun pullu payetli elbiseyle bize gelirken Süheyl Hanım ellerimi bırakıp yeğenine, "Bende nerede bu kız diyorum. Ayhan ve Doğan seni arıyordu." Abilerinin adını duyunca Ceren'in yüzü bembeyaz olurken yere değmemesi için tuttuğu kuyruğu serbest bırakıp gözlerini Baybars'tan tarafa çevirdi.
"Beni acil onlardan koruman lazım. Abim değil misin?" Baybars elini cebinden çıkarıp yarım ağız gülümsedi.
"Onlar da senin abin, onu ne yapacağız?" Ceren Baybars'ın arkasına geçmeden bana hızlıca bir öpücük atıp tekrar elbisesinin kuyruğunu tuttu.
"Ya yemin ederim organizasyonun başından beri darlıyorlar. Ayhan abim iş diyor, Doğan Bey'in zaten kafası başka bir yerde. Getirdiğim iki arkadaşımı da gördü, diyor ki birini ayarlasana. O ne biçim kelime Baybars sen söyle." Ağzımı kapatarak gülmemi gizlemeye çalıştım ama o çoktan görmüştü. Ceren oflayıp puflarken etrafına bakınmayı da ihmal etmiyordu.
"Ben alırım Doğanın hesabını. Ama Ayhan haklı, işe atılmak istiyorsan buradaki insanların seni hatırlaması gerekir." Ceren tam tersini söyleyeceğini düşünmüş olacak ki hemen kaşlarını kaldırdı.
"E iyi de sen de bunu yapmıyorsun. Hatta çoğu seni ismen hatırlıyor. Yemin ediyorum geçen-" Süheyl Hanım yalandan öksürüp Ceren'in susması için ikazda bulunurken Ceren bunu geç de olsa anladı. Dudaklarını sıkıca birbirine kenetlerken Baybars'a kaçamak bakışlar atıp alınıp alınmadığını anlamaya çalışıyordu. Ama Baybars hiç etkilenmemiş gibi Ceren'in söylediklerine tebessüm edip elini saçlarının üzerine koydu. Ceren iyice mahcup olmuştu.
"Ceren bence sen annenin yanına git. Zira her an gözlerinden ateş çıkaracak gibi buraya bakıyor." Süheyl Hanım'ın konuşmasıyla hepimizin kafası yan masaya döndü.
Asya Hanım kimseyi umursamadan öylece kitlenmiş bize bakıyordu. O kadının herhangi birine karşı yumuşak baktığını görmemiştim. Ceren de annesinin huyunu bildiğinden Süheyl Hanım'ı ikiletmeden masaya döndü. Orhan Bey ve Pusat Bey'i göremesem de onların da gelmiş olduğunu biliyordum. Yoksa Baybars bu kadar gergin olmazdı. Süheyl Hanım yanımıza gelen bir arkadaşıyla konuşmaya başlarken fırsatını bulduğum an Baybars'ı kenara çekip kulağına yaklaşmaya çalıştım.
"Piraye ne yapıyorsun?" Yandan bana garip garip bakan adama elimle eğilmesini söyledim. Etrafına bakınıp beni tam göğsüne bastırırken telaş yapmıştım.
"Sadece eğilmeni istemiştim." Bana yukarıdan bakarken elini yanağıma koyup okşadı. Etraftakilerin bizi izlediğini ikimiz de çok iyi biliyorduk. Bu yüzden ses etmedim. Biraz yüzüme eğilip etrafa kaçamak bakışlar atıp nefesini kulağıma üfledi. Tüm bedenim harekete geçip ondan uzaklaşmam için çağrı yaparken o bundan bi haberdi.
"Bende sadece seninle konuşmak istemiştim, ama şu işe bak ki yine tüm nefretinin hedefi oldum." Bir kaşını kaldırıp soru sorarcasına bana bakıyordu. Bakışlarımı yere indirip hafifçe ondan geri gitmeye çalıştım. Elini belime koyup bunu engelledi.
"Yok öyle yağma, o bir kere olur. Seni şimdi bırakıyorum ama bu gecenin sonunda mutlaka konuşacağız, nişan olayı da dahil." Nefesim boğazımda asılı kaldığında hafifçe öksürüp beni bırakmasını izledim.
Ayhan yanımıza gelip de ona bir şeyler anlatması gerektiğini söylediğinde saniyeler içinde gözden kayboldu. Sıcaklayan boynum ve yüzüm beni zora sokarken hızlıca kadınlar lavabosunu bulup adımlarımı oraya yönlendirdim. Büyük kapıyı açıp içeri geçtiğimde kabinlerden birine girip Hülyadan zorla aldığım numaradan kadını aradım.
bir çaldı, iki çaldı, üç çaldı. Ama asla açmadı telefonu.
Sıkıntıyla omuzlarımı düşürüp kabinden çıkacakken birilerinin içeri girdiğini duydum.
"Ne davet ama, bu gece bir sorun çıkmazsa bende Reyhan değilim."
"Kim sorun çıkaracak ki?"
"Kim olacak Baybars Turan tabii ki. Geçen sefer sözlüsü kürsüdeyken bir adam yanına çıkıp da aslında benim sevgilim diye bağırdı ya. Kız da lâl mı oldu ne tek kelime söylemedi, pusup kaldı kürsüde." Çıkmaktan vazgeçtim ve kapının üzerindeki elimi yavaşça yanıma indirdim.
"Şaka yapıyorsun? O yüzden mi herkes o kadın hakkında konuşuyor? Rezillik." Gülme sesleri içimdeki bir şeyleri kırıp dökse de kabinden çıkmadan, tek kelime etmeden bekledim.
"Rezillik ki ne rezillik, yıllarca kimseye pas vermeyen adam onu aldatan kadını affedip bir de üstüne nişan yapacakmış, resmen gözünü boyamış adamın."
"Bu kadın kim ki Reyhan, ben hiç görmedim."
"Baybars'ın elini hiç bırakmadığı bir kadın var ya o işte. Uzun kahverengi saçlı bir şey. Onda ne bulduğunu ömrümce hiç anlamayacağım, ben Baybars'a yanaştığımda ondan çok daha güzeldim. Kadının vasıfsız olduğu iki kilometre öteden belli oluyor"
"İnanmıyorum sen Baybars Turan'dan mı hoşlanıyorsun? Hem de gidip bunu söyledin mi, benim niye hiç haberim olmadı peki?" Şuh bir kahkaha tüm mermerlerde yankılanınca yüzümü buruşturdum.
"Kimsenin haberi olmadı ki. O kadından önce davranmıştım ama hayat işte, boylu poslu adamların yâr olduğu insanlara bak, kesin büyü falan yapmıştır bu adama."
"Bilmiyorum Reyhan da kız güzel, bence sen dikkatli bakmıyorsun."
"Hayatım ben çirkin demedim ki, Baybars'ın yanında sönük kalıyor dedim. Adamda yok yok, Toros dağları gibi. Yani ben yanına daha çok yakışırdım ondan bahsediyorum. Dedesinden kalan mirası da reddetmiş baksana. Var ya ben o aileye gelin olsam her gün olay yaşamaktan yaşlanırım. Ama paranın kokusu da tatlı gelmiyor değil, yanında da Baybars varsa ben varım." Öyle bir gülüyordu ki ellerimi yumruk yapıp kendimi sıkım. Bu ne çirkin sözlerdi böyle. Hiç mi utanmaları kalmamıştı?
Bir iki dakika sonra defolup giderlerken bende kabinden aynı hızla çıktım. Çantamı mermerin üzerine atıp ellerimi yıkayıp kızaran boynumu serinlettim. Hadsizlikten başka hiçbir şey değildi bu! Ne cüretti? Dolan gözlerimi de suyla temizleyip olan makyajı da iyice akıttıktan sonra aynadaki kadına baktım. Sanırım ben gerçekten ezik bir insandım.
Üstelik hiçbir şeyi doğru yapamayan bir aptal.
Ellerimi mermere yaslayıp derin nefeslerle kendime gelmeye çalışırken gözlerim daha çok dolmuştu. Ellerimi göz pınarlarıma dayayıp akmalarını önledim. Benim için zaten zor olan geceye bu konuşma tuz biber olmuştu. Biraz olsun sakinleşebildiğimde elimi makinaya uzatıp bana peçete vermesini bekledim. Aldığım peçeteyle yüzümü ve ıslattığım boynumu silip mermerin üzerindeki çantama uzanıp aldım ve hızlı adımlarla lavabodan çıktım. Koridor boyunca gördüğüm insanlar fısır fısır konuşurken yok olmayı diledim.
Bulanan midem yine kendini belli ederken elimi mideme bastırdım.
Işıl ışıl salonda Baybars'ı bulmak o kadar zordu ki olduğum yerde durmayı seçtim. O nasıl olsa yanında olmadığımı görünce beni bulurdu.
Masalarında oturan herkes sohbet edip ikramlıklardan yerken onları gördükçe iyice midem çalkalanıyordu. Çantamın içindeki ilaca ulaşmaya çalışırken hafızama dolan görüntülerle her an beynim patlayacak hale geldi. Dönen başımla yanımdaki duvara tutunup geçmesini bekledim.
"Hiçbir şeyden haberi olmayacak yoksa........" Gözümün önündeki silüet hareket edip yanıma geldi.
"Peki ne yapacaksın?"
...
"Dinlensin. Doktor..... söyledi. Hatırlasa bile hiçbir şeyi net görmedi..... sadece...." Elimi başıma yaslayıp derimi çeken bir kaç saç tutamını çekiştirdim. Bunlar da neydi? Ne duyuyordum ben?
"Piraye?" Elimin ayasıyla alnıma vurup susmalarını istedim.
"Piraye" Gözlerim kayıyordu.
"Piraye!" Belimden hızlıca tutulmasıyla burnuma dolan kokuyu hatırladım. Kollarını var gücümle tutunup kendimi saklamaya çalıştım. Ama kimden bilmiyorum.
"Piraye bana bak, evet odağını kaybetme. Ben buradayım, hemen yanındayım." Başımı geri çekip vurduğum alnıma baktı. Eliyle orayı ovalayıp kafamı göğsüne gömdü. Şu an yanımızda kim var kim yok hiçbir şey bilmiyordum. Ama onun burada olduğunu biliyordum. Bu iyi bir şey mi kötü bir şey mi bilmiyordum ama şu an derdim o değildi.
"Alo, Ayhan arabayı hazırlasınlar. Biz şimdi çıkacağız, sonra haber veririm ben sana." Koluyla bedenimi öyle bir ablukaya almıştı ki zaten kımıldayamıyordum. Bayılsam bile sonra fark ederdi.
"Şimdi hastaneye gideceğiz. Sen kendini bana bırak." Beni kucağına alıp uzun koridoru yürümüştü ki onun omzunu sıkarak bana bakmasını sağladım.
"Gitmeyeceğiz, bu gece korkup kaçmayacağım." Her kelimemden sonra çatılan kaşlarıyla bana saçmalama der gibi bakıyordu.
"Kaçan falana yok Piraye, hastaneye gideceğiz, bu gece burada sonlandı."
"Baybars hayır. Bak dinle beni, Süheyl Hanıma da ayıp olacak ama ondan öncesinde yapmam gerekenler var, anla beni." Yalvarıyordum. Bir saat önce gidelim dese koşa koşa kaçacağım yer için şimdi gitmemek için diretiyordum. Ama artık kaçamazdım, nereye kadar kaçacaktım? Bunlar hep kaçtığım için olmamış mıydı zaten?
Derin bir nefes alıp göğsünü şişirdi. Belli ki ne yapmaya çalıştığımı anlamıyordu.
"Gerçekten o kafanın içinde neler dönüyor bilmek isterdim. Kırk tane tilki var ama ne hikmetse hiçbirinin kuyruğu birbirine değmiyor." Öyle bir ifadeyle söylemişti ki hemen savunmaya geçtim.
"Kurnazlık senin işin, o konuda değil ben, kimse eline su dökemez merak etme. Şimdi beni indir yoksa bir gören olacak." Etrafa bakmaktan gözlerim şaşı olmuştu sanırım. Her an biri çıkacakta bizi böyle görecek diye ödüm kopuyordu, ama işe bakın ki o her zamanki gibi çok rahattı.
"Dinlen de sonrasına sonra bakarız."
"Tamam masaya geçelim orada dinlenirim."
"Dinlen derken localardan bahsediyordum ben."
"Ne locası Baybars, masaya geçer sandalyeye oturur dinlenirim işte." Beni kucağında biraz daha kaldırıp yürümeye başladı. Panik beynime kadar vururken ellerimi omuzlarına koyup durdurdum.
"Ne yapıyorsun?"
"Dinlenmen için masaya götürüyorum, sen dedin." Şimdi imdat diye çığlık atacaktım.
"Baybars ben beni kucağında mı götür dedim. İndir ben yürürüm." Homurdansa da yavaşça ayaklarımın üzerine bıraktı beni. Dağılan gömleğini düzeltip bana bakarken bende elbisemin eteklerini düzelttim.
"Koluma gir, bayılırsın falan." Ona içimden bir çok şey söylesem de uzattığı koluna girip beraber içeri girdik.
Bu gece Turanlar için üç koca masa ayrılmıştı.
İlk masa Orhan Bey, Pusat Bey, Asya Hanım ve çocukları içindi. Diğer masa Baybars'ın diğer amcası Halil Bey ve ailesi içindi. Geçen ay yemekte çocukları olan Halil Bey'in bu sefer de sadece üç çocuğu vardı. Koca masada sadece iki erkek ve bir kız vardı. Her ne kadar yemekte birbirimize gülsek de isimlerini dahi bilmezdim. Onlar benim için sadece Baybars'ın kuzenleriydi. Halil Bey'in neden ailesinden bu kadar uzak durduğunu anlamıyordum ama doğru olanı yaptığı aşikârdı. Buraya elini veren kolunu kaptırıyordu.
Baybars ve ben Süheyl Hanım ve eşi Cahit Bey'in olduğu masaya oturduk. Cahit Bey kafasını kaldırıp bana ve Baybars'a gülümseyip heyecanla konuşan eşine döndü.
"Çok heyecanlandım Cahit, niye böyle oldu?" Cahit Bey eşine tebessüm edip elini tuttu.
"Her zaman yaptığın şey hayatım, ben sana güveniyorum." Gülen gözleriyle Süheyl Hanım'ın her hareketini izliyordu. Süheyl Hanım da eşinden duyduğu cümlelerle sakinleşmiş olacak ki yavaşça nefesini dışarı verip elinin üzerine elini koydu.
"İyi ki varsın Cahit."
"Sende iyi ki varsın hayatım." Süheyl hanım oturduğu yerden kalkıp kürsüye geçerken Baybars'ın omzuna dokunup gülümsedi. İkisinin yakın olmasını seviyordum. Süheyl Hanım ona gerçekten tam bir anne şevkatiyle yaklaşıyordu. Baybars'a baktığımda o da yüzündeki tebessümle halasına bakıyordu.
Süheyl Hanım alkışlarla kürsüye çıkıp önündeki kağıtları karıştırdı. Gülen gözler kadar çekemeyen insanların da olduğu belliydi. Asya Hanım, Süheyl Hanım kürsüye çıktığından beri gözlerini devirip ilgilenmiyormuş gibi tavırlar sergiliyordu. Ceren annesine bakıp oflarken halasına bakıp gülmeyi de ihmal etmiyordu.
"Öncelikle hepiniz hoş geldiniz. Bu gece yapılacak tüm bağışlar vakfımız bünyesinde ihtiyacı olan çocuklara gidecektir. Sergiye geçmeden önce değerli ressamlarımızdan Zümra hanım, Alp Bey, Helin hanım ve Ali Asaf'a çok teşekkür ederim. Birazdan göreceğiniz tüm resimler bu değerli arkadaşlarımın ellerinden çıkmıştır. Şimdiden destek olan herkese teşekkür ediyor, keyifli bir akşam geçirmenizi diliyorum." Süheyl Hanım'ın kürsüden inmesi ile birlikte masalardaki insanlar da yavaşça kalkıp serginin olduğu kısma geçerken koca davet salonu birden bire sessizliğe gömüldü. Cahit Bey koşar adım eşinin yanına gittiğinde artık sadece Baybars ve ben kalmıştık.
Ağzımı tutamadan, "Ee, biz neyi bekliyoruz?" diye sormuş bulundum. Şakaklarını ovmayı bırakıp yorgun gözleriyle bana döndü. Bu aralar onu ne zaman görsem yorgundu. Onu neyin bu kadar yorduğunu bilmemek bir kenara soramıyordum da. Acaba atak mı geçirdi diye düşünsem de öyle bir şey olsa bu akşam buraya gelemezdi. Yavuz'un dediğine göre ataklardan sonra yorgun düşüyormuş. Neden yorgun düştüğü de belliydi aslında, hem kendini sıkıyor hem de zarar verip güç uyguluyordu, haliyle bu da onu yoruyordu.
"Gitmek istersen gideriz, o kadar insanın içine girmek istemeyeceğini düşündüm." Neyse der gibi elini sallayıp ayağa kalktı. Üzerindeki siyah ceketi çıkarıp masanın üzerine attı. Gerilen gömleği onu rahatsız etmiyor gibiydi hatta bence haberi bile yoktu. Ona baktığımı görünce kolunu uzatıp tutmam için bekledi. Ama ben yavaşça önce kolunu ardından da elini tutmuştum.
Aniden yaptığım şeyi ne o ne de ben beklemiyordum ama yapmıştım işte. Hep o elimi tutuyordu ama zaten içeri geçince oradakilere göstermek için yine tutacaktı. Ben sadece erken davranmış oldum o kadar. Şaşıran suratı kendini ele verirken yavaşça kendine geldi.
"Eğer rahatsız olduysan kolunu da tutabilirim?" Uzun parmaklarını parmaklarım arasından geçirip beni kendine çekti. Topukluların üzerinde sallanıp alttan alttan ona baktım.
"Hayır." Beni peşi sıra götürürken arada yavaşlıyor yanına gelmem için bekliyordu. Uzun büyük bir koridora girince ışıklar loş bir hal almış, atmosfer daha sakin bir şekle bürünmüştü. Çantama sıkıca sarılıp yanına yaklaşırken çalan telefonumu çantamın içinden çıkardım. Hülya arıyordu.
Ona baktığımda hafifçe kafasını çevirdiğini, ekrandaki isme bakmaya çalıştığını gördüm. Her ne kadar tek elimle telefonu açmak zor olsa da açıp kulağıma götürdüm.
"Hülya ben seni sonra-"
"Piraye kadın aradı." Bacaklarım sanki bunu duymayı bekliyormuş gibi daha da yavaşlayınca Baybars tamamen durdu. Sanki bir şeyler olduğunu sezmiş gibi tüm odağıyla yüzüme bakıyordu. Yutkunup Hülya'yla konuşmaya devam ettim.
"Aa! öyle mi ne iyi etmiş, ne dedi peki selam söyleseydin." Göz ucuyla ona bakıp gülümseyerek devam ettim. En ufak bir açık vermemem gerekiyordu, yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik. Şimdi yapacağım en ufak hata başa dönmeme neden olurdu.
"Yanında Baybars mı var?"
"Evet, evet" Hülya'yla konuştuğumu anlamıştı, bu yüzden çokta takmadan ilerlemeye devam etti. Elimi tutuş şekli farkına varmadan sıkılaşmıştı, ama artık sadece Hülya'yla konuştuğumu sanacaktı.
"Anladım. Kadın bu hafta sonu gelin dedi. Ben nişan olduğu için reddedecek-"
"Kabul et"
...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |