
Belki de bazen tek yapmamız gereken şey öylece bırakmaktır.
...
Kulağımdaki telefona sıkı sıkı sarıldım. Yandan bile bakamıyordum. Bir şeyler olduğunu anlaması an meselesiydi. Sanki birazdan neler olduğunu anlayacak ve beni öldürecekti.
"Piraye sana söylüyorum, beni dinliyor musun?" Bedenim tekrardan hareket kazanırken kafamı salladım. Boğazımın kuruduğunu hissediyordum.
"Duyuyorum tabii. Dediğim gibi kabul et." Büyük koridora girince herkesi fısıltılar halinde duvardaki resimlere bakarken bulduk. Sadece resimlerin ışıklandırıldığı ortam şimdiden içimi bunaltmıştı. Kulağımın içinde bağıran Hülya'yı duyamıyordum.
"Hülya eve gelince konuşalım mı? Söz veriyorum hemen yanına geleceğim."
"Peki Piraye. Ama gece biter bitmez seni burada görmek istiyorum. Dikkat et kendine."
"Sende." Telefonu kapatıp çantama koydum.
Onun merak ettiğini biliyordum. Yoksa gözlerini kısıp durmadan bana bakar mıydı?
Elimi bırakmadan öylece yürüyüp beyaz duvardaki resimlere bakıyorduk. Ama kafam o kadar çok dolmuştu ki baktığımı göremiyordum. Elimin hafifçe sıkılmasıyla ona döndüm.
"Canını sıkan ne?" Omzuna attığı ceketiyle yukarıdan yukarıdan bana bakıp yüzümü tarıyordu. Orada en ufak bir şüphe görse ne yaptığımı anlayana kadar asla peşini bırakmazdı. Bu yüzden yüzümü sabit tutup iç çektim.
"Hülya'yla ortak bir arkadaşımız var da o selam söylemiş. Buluşmak istemiş ama Hülya o gün nişan olduğu için bir şey demeden önce bana sormak istemiş. Bir şey yok yani."
Asla inanmamıştı. Yine de kafasını sallayıp beni biraz daha yakınına çekti.
Tüm kokusu hiç beklemediğim bir anda ciğerlerime dolunca ne yapacağımı bilemedim.
Gerçekten böyle koktuğunu hiç bilmezdim. Nasıl bilecektim ki, yanına yaklaşmak ölüm gibiydi. Ondan ne kadar uzak o kadar güvenliydi bendim için.
Peki şimdi ne değişmişti? Onun kokusunu içime çekerken korkmuyordum. Hatta biraz daha yanına ilerledim. Kendime kızıp onun fark edip etmediğine bakmak için kafamı kaldırdığımda fark etmişe benzemiyordu. Tüm odağını karşısındaki resme vermişti.
"Anlar mısın? Resimden yani, çok dikkatli bakıyorsun." Ağır bir hareketle kafasını salladı.
"Resimleri severim. Anladığımdan değil. Sadece sevdiğimden."
"Peki bu resmin nerdesini sevdin? Pek iç açıcı görünmüyor." Dudağının bir tarafını kıvırıp bana döndü. Hiç ayırmadığı ellerimiz ortada duruyordu. Nedensizce rahatsız hissetmiyordum.
"Nedenini bilmeden sevdiğim tek şey resim değil Piraye. Öylesine sevmeyi seviyorum, insanların neyi görüp sevdiğini ya da bu çizgilerde ne gördüklerini bilmiyorum. Benim gördüklerim bana yeter." Tek kelime etmeme müsade etmeden önünü döndü ve elimi daha sıkı tutarak resimler boyunca ilerlemeye devam etti.
Bu adamla hafta sonu nişanımız vardı. Resmen nişanlanıyorduk.
Ne hissettiğimi bilmiyordum. Aklım ve hayatım yeterince birbirinde girmemiş gibi şimdi bir de kalbim karmakarışıktı.
Ben ne yapacaktım? Nasıl düzelirdim ki? Düzelecek bir şeyler olması gerekiyordu, böyle hissetmem hiç normal değildi. Ben iç savaşıma devam ederken, "Baybars, uzun zaman oldu nasılsın?" İkimizde aynı anda yanımıza gelen uzun siyah saçlı kadına baktık. Üzerine giyindiği kırmızı elbise tüm bedenini ikinci bir deri gibi sarmış, fiziğini ortaya koymuştu. Üstelik yüzü de abartı makyajlı olmasına rağmen çok güzeldi.
Baybars onu çıkaramamış gibi kısa bir süre yüzüne bakıp ilgilendiği resme geri döndü.
"Reyhan ya ben. Nasıl hatırlamazsın? Hatırlanmayacak kadın mıyım ben?" Söylerken öyle bir güldü ki onu isminden önce gülüşünden tanıdım. Ben onu ararken o benim ayağıma gelmişti. Tamamen Kader.
Baybars kafasını sallayıp kadına üstten baktı.
"Hatırlamıyorum. Üstelik herhangi bir kadını da hatırlamam mümkün değil. Sen de bu herhanginin içine giriyorsun." Kadının an be an asılan yüzüne baktım. Resmen bozulmuştu.
Boğazını temizleyip bana bakmadan Baybars'ın yanına yaklaştı.
"Zevkin çok iyi. Her zaman beğenmişimdir zaten, bu resmin ressamı yakın arkadaşımdır. Beğendiysen-"
"Beğendiysem parasını verir alırım sen takma kafana." İçimdeki gülme isteğine daha fazla karşı koyamadım. Sonunda bana değen bakışları kıskançlık ve nefret barındırıyordu. Neden diye sormayacaktım. Her şey yeterince belliydi. O lavaboda söyledikleri yenilir yutulur değildi. Hadsizin tekiydi ve bunu sürdürmekte de ısrarlı gibiydi.
"Bu kim? Arkadaş ya da akraba falan mı? Tanıştırmayacak mısın bizi?" Baybars sıkılmıştı ama bu kadar insanın içinde ters bir şey söylememek için kendini tutuyor gibiydi. Zaten damgalıydı. Kafasını sağa sola yatırarak nefes aldı.
"O benim nişanlım da sen kimsin?" İçimdeki belli bir yer oynayıp kabardı. Hatta öyle ki ona bir adım daha yaklaşıp elimdeki elini çektim ve koluna girdim.
Ben bunları yaparken bir saniye bile gözlerini bizden ayırmamıştı.
Saçını geriye atıp nefes üstüne nefes aldı. E haklı, sindirmesi uzun sürecek gibiydi.
"Öyle mi? Ne hoş. Beni hatırlamamana şaşırmıştım ama o kadar da gerek yokmuş. Ben sana tekrardan hatırlatırım. İyi akşamlar." El sallayıp bizden yavaşça uzaklaştı. Kıvırta kıvırta diğer arkadaşının yanına gidince elim ayağım birbirine girmişti. Ne mezhebi geniş insanlar vardı.
"Sizin tarafa da bayılıyorum. Nişanlı evli demeden, yanında bir kadın var demeden ne de güzel rahat rahat hareket ediyorlar öyle. Genişliğinize sıra sıra ev dikilir!" Sinirlenmiştim çünkü ne de olsa yanında ben vardım. Kendime bunu nasıl yakıştırırdım?
"Nişanlıyız dedin." Gülüyordu. Hem de yandan yandan.
Ondan biraz uzaklaşıp yüzüne baktım. "Öyle bir şey demedim"
"Dedin dedin"
"Demedim!" Gülümseyip elimi tuttu. Bırakması için tırnaklarımı batırsam da geri çekmedi. Sıkı sıkıya tutmuş bırakmıyordu.
"Bırak elimi" kafasını kaldırdı.
"Olmaz, bırakmam."
"Bırakırsın." Sesim o kadar kısık çıkmıştı ki duyduğundan şüpheliydim.
Hiçbir şey söylemediğine bakılırsa duymamıştı. Nişanlanacağımız herkesçe duyulduğu için yanımızdan gelip geçen insanlar durup bizi tebrik ediyordu. Bir kaçına teşekkür edip Baybars'a pasladım. Çünkü kendini bilmez bir kaç insan saçma imalarda bulununca bana geliyordu.
O da bunu fark ederek kafa sallayıp geçiyordu. Ben kendi sinirimi bir şekilde hallederdim ama o sinirlendiğinde ne yapacağı belli olmuyordu. Hastalığından kaynaklı olduğunu az çok biliyordum ama ne olduğunu bilememek beni de geriyordu.
Sadece psikolojik bir hastalık olduğunu biliyordum o kadar. Yavuz'un anlattığına göre uyandığında bazı şeyleri hatırlamıyordu. Etrafı yakıp yıktığının farkında değildi ama kendine geldiğinde ne olduğunu bilip kenara çekiliyordu.
Hatta o gün onu evde o şekilde bulmamızın sebebi de buydu. Daha fazla zarar vermemek için kendini bir yerlere kilitliyordu, zarar verecekse kendiyle sınırlı kalması için kendini ufak bir yere kilitleyip bekliyordu.
Yavuz'dan duyduğumda içime büyük bir şey oturdu. Hatta o kadar büyüktü ki bir an nefes alamadım. Ben ona üzülmüştüm. Belki de ailesinin yanında olduğundan daha fazla. Çabuk parlayıp çabuk sakinleşen biriydi Baybars. Ama sakinliği de bir o kadar korkunçtu.
Bir olay olduğunda sakinlikle karşılaması herkesi olduğu gibi beni de endişelendiriyordu.
Çünkü sonrasında büyük patlama yaşayacağını biliyorduk.
O yüzden imalarda bulunarak sözde tebrik ettiklerini sanan insanlardan uzaklaştırmaya çalışıyordum onu. Kafası dağılmış olacak ki resimlere bakıp beğendiklerini bana da anlatıyordu.
Ve bende onu dinliyordum. Hem de normal bir şekilde. Bizim için ne kadar da tuhaf bir kelime değil mi?
Gecenin ilerleyen saatlerinde orkestra ile birlikte gelen ikramlıkların tadına baktım. Süheyl Hanım organizasyon işini gerçekten biliyordu.
"Çocuklar siz niye dans etmiyorsunuz?" Süheyl hanım koluna taktiği eşiyle bize doğru gelirken çaktırmadan Baybars'a baktım. Gömleğinin üstten bir düğmesini açıp nefes almaya çalıştı.
"Ne dansı hala?"
"Ay ne dansı olacak canım, etrafta bir sürü çift dans ediyor ama bir iki gün sonra nişanlanacak olan siz değilsiniz gibi somurtup burada oturuyorsunuz." Haklıydı. Etraftaki insanların çok dikkatini çekmiştik. Sanki ikimiz de zorlanıyor gibiydik. Hâlbuki sadece ben zorlanıyordum.
"Etraftakiler sence ne kadar umrumda hala? Her halükarda konuşacaklar" Bu isteksizliği beni kızdırıp çekinmeme sebep olurken sessiz kaldım.
"Oğlum, şurada sizi dans ederken görsek fena mı olur? Her davette nereye gitseniz sadece oturuyorsunuz. Hatta bazen yan yana bile durmuyorsunuz, ay siz vallahi beni çıldırtacaksınız!" Cahit Bey eşinin kolunu okşayıp bize döndü.
"Hadi kalkın bakalım. Baybars, halanı kırma. O da kendince haklı, biliyorsun ki insanlar konuşacak ve konuşuyorlar da zaten." Sıkılmış gibi derin bir iç çekip kafasını salladı. Süheyl hanım az önceki ruh halinden çıkmış neşeyle bize bakıyordu.
Cahit Bey onu alıp diğer masalara götürürken biraz yalnız kalmamız gerektiğini anlamıştı. Yine baş başa kalmıştık.
"Yapmak zorunda değilsin" dedi.
"Neyi nişanı mı? Keşke" Alayla konuşmam onu sinirlendirmişti. Gözlerini sıkıca yumup geri açtı.
"Ona artık mecbursun. Bu konuyu daha fazla irdeleme." Sen dur bakalım Baybars Turan. Sen sadece beni öylece oturuyorum zannet.
Bir kaç gün sonra kim oturuyor kim kalkıyor görecektik.
"İrdelediğim bir şey yok. Sinirime dokunuyorsun o kadar. Her zamanki yaptığın şey yani."
Ayağa kalkıp bana elini uzattı.
"E iyi o zaman. Bir değişiklik yok." Uzun olan boyu ben oturduğum için dev gibi görünmesine sebep olurken bende hızlıca kalktım. Uzattığı elini tutup beraber dans eden insanların arasında karıştık.
Ben ona onu öldürecek gibi bakarken kimse değil, sadece o bunun farkındaydı.
Şarkı değişip başka bir şarkı çalarken kulağıma ilişen notalar hiç de yabancı değildi.
Bir bulutun içine saklanmış yüzüm "Ha indi, ha inecek" derken yağmurum
Duruluyorsun, dağılıyorsun "Ha dindi, ha dinecek" derken sel olur
Bir geliyorsun her derde deva Her hâlin huzur, her bir hâlin sanki rüya
Bir gülüyorsun derman feryadıma.
Her hâlin huzur, her bir hâlin sanki rüya.
Belimi tutup beni kendine yaslayınca büyük bir nefes çektim. Gözlerimin titremesine karşın bakışlarımı ondan başka her yerde gezdiriyordum.
Ellerimizi kenetleyip kaskatı olmuş bedenimi kendi iradesiyle yönlendirdi. Onunla beraber dans etmeye başladığımda artık sesler uğultuydu, gözlerim bulanık. Karşımdaki adamdan başka baktığım her yer bulanıktı.
Dudağının bir tarafı kıvrılırken hafif kıstığı gözlerini yüzüme sabitledi. Hoşuna gitmişti. Beni zora sokacaktı çünkü. Boynumu yalayıp geçen nefesi tüm tüylerimi diken diken ederken o dur durak nedir bilmiyordu. Başını eğip boynumun orada bekledi.
"Nefes al Piraye." Kulağıma gelen sesiyle istemsizce nefes alıp kapattım gözlerimi. Yüzümün halini görsün istemiyordum. Yanlış anlardı ve ben onunla uğraşamazdım.
"Böyle kal Baybars." Yutkunup gözlerimi açmaya çalıştım. Ne ruh halimin ne de bedenimin kontrolü artık bende değildi. Korkuyordum.
"Neden böyle kalalım ki Piraye?"
Bilmiyordum. Bir cevabım yoktu.
Hayalin şifa, yalnızlığıma. "Ha koptu, ha kopacak" derken fırtına
Bir geliyorsun her derde deva. Her hâlin huzur, her hâlin sanki bir rüya
Bir gülüyorsun derman feryadıma
Her hâlin huzur, her bir hâlin sanki sevda.
Kulağımın yakınında güldü. Tüm nefesi bedenime yayılırken bacaklarım titriyordu.
Korkudan dedi bir ses. Sen ondan korkuyorsun, başka bir şey yok!
Haklıydı. Korkudan.
Ciğerlerime dolu bir nefes gönderip sarılıyormuş gibi duran halimize baktım.
"Peki, öyle olsun. Kalalım bakalım." Bir koluyla tüm belimi sarıp sarmaladı. Sanki yakın değilmişiz gibi daha fazla kendine çekti. Üst düğmesini açtığı için buğday teninden gelen kokusu burnuma doldu. Kafam göğsüne doğru düşünce artık etrafta kim varmış kim yokmuş, kim bizi görecekmiş diye endişe etmiyordum.
Ellerimiz birbirini terk ederken hızlıca elini başımın arkasına koydu. Bende yana düşen elimle belindeki gömleği tuttum. Şu an resmen sarılıyorduk.
Uzun parmaklarını saçlarımın arasından gezdirin topuza gelince başa dönüyordu. Bense sadece durdum. Öylece, ellerimi hareket ettirmeden.
Silah tutan elleri senin saçlarında!
Duyamadım.
Bunu o yaptı!
Bilmiyorum.
Sende gördün!
Emin değildim... Elinde silah vardı. Adama tutuyordu. Patlama sesi gelince bayıldım. Bilmiyorum! Hatırlayamıyorum!
"Piraye"
"Baybars" Ağlamaklı çıkan sesimle kafamı biraz daha göğsüne bastırdı.
"Düşünme. Ne düşündüğünü biliyorum. Yapma" Yorulmuştu. Ama bunu yapan da oydu. Yoran da yorulan da oydu. Beni de kendiyle beraber yakan da oydu. Şimdi ben ne yapayım? Ne diyeyim?
"Sende nefret ediyorum. Böyle kalacak." Kalmadı diyen iç sesimle bir yaş yanağımdan yavaşça süzüldü. Kalamadı.
...
"Eveeet! Bu akşam resmen arkadaşımı ve sevgili görümcemi son sözlü görüşümüz" Lale koltuğun üzerine çıkmış elindeki kumandayla mikrofona konuşur gibi konuşuyordu.
Pınar abla elindeki cipsi dolu kaseyi kaldırıp ıslık çaldı. Hülya ise beni görüyor ama mutlu olmaktan geri kalmıyordu. Hâlâ aynı düşünüyordu çünkü.
O akşamdan sonra geceyi bitirmiş beni sessiz sakince evime bırakmıştı. Ama ne merdivenleri inerken ne de eve girdikten sonra da gittiğini duymadım.
Bir saat sonra merak edip yukarı çıktığımda kafasını direksiyona koymuş duruyor olduğunu gördüm.
Ama ne ben yanına gidebildim ne de ayaklarım buna müsade etti. Sadece merdivene yaslanıp ona baktım.
Sabahına da Lale'ye söz verdiğim gibi nişan elbisesi almaya gitmiştik. Üçü de kafa kafaya vermiş nerede taşlı tuşlu şey var oraya yöneliyordu.
Nişan bizim arka bahçede olacağı için uzun ve mütevazi bir şey istiyordum. Süheyl Hanım evi her ne kadar elbise ve onlarca alışveriş kutusu ile doldursa da abim nişanı kız tarafı yapar diyerek bunun önüne bir set çekmişti. Süheyl Hanım gülümseyip anlayışla karşıladı ancak istediğim bir şey olursa kesinlikle ona söylemem gerektiğini tembihleyip evden ayrıldı.
Baybars da her ne kadar arayıp benimle konuşmaya çalışsa da kısa kısa cevaplar verip onu geçiştiriyordum. O akşamdan sonra utanıyordum. Nasıl böyle rahat davrandığıma akıl sır erdiremiyordum.
Zaten onun da işine gelmiş her konuşmada illaki araya bir yere sıkıştırıyordu. Hoşuna gidiyor ve bunu belli etmekten de gocunmuyordu.
Elbise macerasına da büyük bir şokla devam etmek zorunda kaldık.
Haki yeşili saten ve upuzun bir elbise beğenmiştim. Tek sorun kollarının benim için fazla açık olduğunu düşünüp rahatsız olmuştum. Onun için de ölçü verip yine elbisenin kumaşından, yere kadar uzanan uçuş uçuş bir yarasa kol istemiştim. Pınar abla takılıp düşmemden endişe etse de saten olduğu için fazla çabaya gerek kalmayacaktı.
Üst tarafı kare yakaydı ve elbise gerçekten içime sinmişti. Mütevazi, şık ve zarifti.
Kasaya geçtiğimizde ise telefonuna gelen bildirimle az kalsın kendi tükürüğümle boğulacaktım.
Baybars Turan adına, hesabınıza 200.000. TL havale edilmiştir yazıyordu.
Ben elimi kasaya koyup sinirle etrafa bakarken kızlar ne olduğunu anlamamıştı.
"Ne oldu? Kötü haber mı?" Yengeme telefonu gösterip yüzüne baktım.
Kadın donmuştu. Yengem öylece dururken Pınar abla bir çırpıda alıp bir de o baktı. Ve baktığı gibi kalakaldı.
"Kız kaçakçılığa mı başladın bu ne?" Hülya ablasının yanına gidip telefon ekranında baktı. Bir ona baktı bir bana bir ona baktı bir bana.
"Ay Allah belanızı, yukarıda yazıyor ya enişte göndermiş işte." Ben başka bir şey söyler diye beklerken ettiği lafa bak.
"Öyle kaçakçı falan derken olaya el atayım dedim." Pis pis gülüp bana omuz attı.
"Hülya seni boğarım. Kaçakçı diyor! Başka bir şey var ulu orta söyleyeyim ister misin? Ama ağzımdan çıktığı an diğer taraf garantili."
"Ay tövbe!" Yengem ve Pınar abla ekrana kilitlenip sıfırları tekrar tekrar sayarken Hülya yanıma helip beni onlardan uzaklaştırdı.
"Baybarsla konuş, bak sana yalvarıyorum. Belki de yanlış bir şey yapıyoruzdur. Belki de sana anlatacak?"
"Neyi anlatacak Hülya? Adamı nasıl öldürdüğünü mı yoksa nasıl sakladığını mı? Yoksa beni tek kelime etmeyeyim diye kendine mecbur bıraktığımı mı? He? Hangisinden başlar sence?"
"Öyle diyorsun ama sen o an bayıldın. O adam senin yanına iki gün sonra sen hastanedeyken geldi. Eğer seni öldürecek olsaydı eline bir sürü fırsat geçti. Sen bayıldığında yapardı, sen hastanedeyken yapardı. Ama o seni yanına almayı seçti. Bir gariplik var."
Vardı zaten. Kimse Yok demiyordu. O akşam elinde silah var mıydı vardı. Adam onun önünde çökmüş müydü çökmüştü. Silah patlamış mıydı patlamıştı.
Bununla da kalmayıp iki gün sonra kendime geldiğimde odama kadar gelip, benim yanımdasın, yanımda kalacaksın diyen de oydu!
Şimdi ben ne düşünecektim? Aileme de zarar verir mi diye günlerce uyuyamamıştım. Pencere kenarında pineklemekten sırtıma bıçaklar saplanmıştı. Ondan sonrasını hatırlamadığım için sırf rahatlayayım diye ilaç yazmamış mıydı doktor. Kendi kendine hatırlayacaksınız diyordu ama bir şey olduğu yoktu.
Bir yılı aşalı çok oluyordu ama bir iki karenin ilerisine gidememiştim. Bayılmadan önce söylediği şeyleri ve odama girdiğinde biriyle konuştuğunu biliyordum o kadar.
Ama o adamı öldürmediğine dair hiçbir kanıt yoktu. Tüm oklar onu gösterirken kendimi kaldırmanın ne anlamı vardı ki?
Kapıma kadar geldiğinde açmamıştım doğru. Niye açayım ki? Siz birisini öldürmek üzere olan ve öldürüp öldürmediğini bilmediğiniz birisine kapıyı açar mıydınız?
Açmadım. İki hafta boyunca her gün evimin önünde bekledi. Her seferinde konuşacağımızı söyleyip hiçbir şey yapmadan elleri cebinde orada bekledi. Abimin eve gelmesine yakın da gitti. Bir süre sonra onu pencere önünde beklemeye başladım. Orada uyuyor, orada kalkıp yemek yiyordum. Koltuğa yapışmış haldeydim. Abim ve Lale yengem de olayın etkisinden çıkamadığım için hareketlerimi garipsemiyordu.
Onlar benim ormanda hayvan görüp bayıldığımı sanıyorlardı. Öyle bilmeleri her zaman çok daha iyi olacaktı.
Şimdi ise nişanlanıyordum. Ne hissettiğimi bilmiyordum, ne yapacağımı bilmiyordum. Bu işin sonu nereye varır hiç bilmiyordum.
Şimdi yanımda, koltuğun üzerine çıkmış kızlar bana bakıp şarkı söylerken içimde tarifsiz şeyler vardı. Üzüntü, mutluluk, pişmanlık ve daha niceleri. Hepsi bir anlık yüreğimden geçip gitmişti.
"Ay kalk da oyna biraz Allah aşkına. Otur otur için şişti."
Yengem elimi tuttuğu gibi beni ayağa kaldırdı. Hepsi birden yere inip etrafıma doluştular.
"Oyna biraz Piraye. Ama çok da değil, yarın çok yorulacaksın."
"O iş öyle değil canım. Ben bilerek oyun olmasın dedim. Baksana zaten bunun da pek gönlü yok oynamakta."
Pınar abla kaşlarını çattı.
"Ne demek ya oyun yok. Bütün gece etrafta kanepe yiyip gezen kokuşmuş kokonalar gibi mi takılcaz?" Kahkahayı salıp Pınar ablanın kolunu tuttum.
"Söz veriyorum sana, herkes gittikten sonra bir tur senin için oynayacağız." Güldü. Parmağını kaldırıp yüzüme salladı.
"Bak söz verdin. Yahu bunlarda nasıl insan anlamadım ki, bir insan Nurettin Bay dinlemiyorsa, ellik oynamıyorsa zengin olmanın ne anlamı var ki?" Pınar ablanın örneğiyle hepimiz kahkahalara boğulduk.
"Kız vallahi öyle. Ben hastanede boşluk bulduğum an horon tepiyorum. Ne yapayım canım sıkılıyor." Artık gülmekten karnımıza ağrılar giriyordu. Bir kaç dakika daha Pınar ablanın serzenişlerini dinleyip oyun oynadık. Yarın akşam nişan olacağı için bizde kalacaklardı.
Her ne kadar evleri hemen yanımızda olsa da ne ben ne de yengem evlerine gitmelerini istememiştik. Zaten kimiz kimsemiz olmadığı için Lale'nin gözleri hafif yaşarsa da sonradan beni üzmemek için hemen kendine geldi. Oysa ben anne va babamın yokluğunu her daim hissediyordum. Şimşek çaktığında, uyuyamadığım gecelerde, diploma aldığım zaman etrafımda olmadıklarında, bir şeylere zorlandığımda...
Belki de babama anlatabilirdim. O yanımda olsaydı ona her şeyi anlatırdım. O da izin vermezdi.
Şimdi ise ne abim üzülür diye, ne de yanlış bir harekette canından olmasın diye tek kelime edemiyordum. Onun hayatında artık sorumlu olduğu tek kişi ben değildim. Lale yengem de vardı.
Sırf kendi hayatımı kurtaracağım diye hangi hakla onları ayrı düşürürdüm. Yapmadım. Yapmaya gücüm yetmedi.
Ama son bir şans vardı önümde. Son bir fırsat. Onu tepecek değildim. Avucumun içine alacaktım.
Sabah olunca ilk ben uyandım. Zaten geceleri uyuyamazdım. İlaçların her ne kadar sakinleştirici etkisi olsa da düşünmekten kafamı yastığa koyamıyordum.
Bu yüzden boş boş durmak yerine kalkıp kahvaltıyı hazırladım. Abim bugün için izin almıştı. Bizim arka bahçemizde hazırlık yapıyordu.
Her ne kadar hazırlık istemediğimi, öylesine bir yüzük alıp takacağımızı söylesem de asla izin vermedi. Nişan kız tarafına ait, her şey olması gerektiği gibi olacak dedi.
Benden yarın saat sonra diğerleri de kalkınca abimi de çağırıp hep beraber kahvaltı yaptık. Abim bizi rahatsız etmemek için sofrada çok durmazken ona sonradan yine yemek götürmeyi unutmamalıydım.
Kızlarla oturmayı çok istesem de Lale bugün oturma zamanı olmadığını söyleyip hepimizi bir yere dağıtmıştı. Hülya arada sırada bana dönüp sinsice sırıtıyordu. E sonrasında da benden terliği yiyordu.
O gece Hülyanın yanına gideceğimi söyleyip gidemediğim için ne olduğunu deli gibi merak ediyordu. Bu yüzden yengem görmeden arada yanıma gelip bana soru soruyordu.
Anlatabildiklerimi anlatıp yengem görmeden işe geri dönüyordum. Öyle böyle derken gecenin tamamını da anlattım. Hülya en son dansı anlattığımda o kadar çok gülüp bana omuz atmıştı ki bir süre sonra omuzum ağrımaya başlamıştı.
Ama hayır, onu durduramıyordum. Arada vilada sopasını alıp dans ediyor, yanıma gelip sırıtıyordu. Resmen ağzına laf vermiştim.
"Ee bahçe nasıl olacak?" Yengem abimle konuşurken çaktırmadan onları dinliyordum. Çok kötü bir şey biliyorum ama onlarda benim duyamayacağım şekilde konuşsun o zaman.
"Burada misafirler oturacak. Zaten biz Baybarsla konuştuk onlardan da çok kişi gelmeyecekmiş, daha çok düğüne katılıyorlarmış. İşte buraya da çağırdığım organizasyon şirketinde gelip süsleme falan yapacaklar. İkisi için yani." Abimin sesi boğuk boğuk gelince başımı yere eğdim. İkisinden uzak bir yere geçip sanki bir şeylerle uğraşıyormuş gibi yaptım. Abim beni görürse gözlerini saklardı.
Yengemin ona her daim yardım edeceğini, birbirlerinin arkalarında duyacaklarını biliyordum. Bu yüzden ikisini de yalnız bırakıp mutfağa girdim. Pınar abla ve Hülya yiyecekleri hazırlarken bende odamdaki diğer şeyleri alıp yanlarına getirdim.
"Lale bunlara koyulacak dedi, sen başka bir şey ister misin gülüm?" Pınar ablanın sorusuna kafamı sallayıp istedikleri gibi yapmalarını söyledim. Bir de bununla uğraşamazdım.
Organizasyon şirketinden gelip kısa sürede etrafı süsleyip gitmişlerdi. Güzeldi. Başka ne denirdi bilmiyorum. İçime sinip sinmemesi önemli değildi. Güzel olsa ne yapacaktım ki? İlerde çocuklarıma mı anlatacaktım.
Akşam olunca evdeki herkes hazırlanmaya başlamıştı. Pınar abla ve Hülya eve gidip giyeceği kıyafetleri alıp geri döndüler. Şu an hepimiz benim odamda hazırlanmaya çalışıyorduk. Daha doğrusu onlar hazırlanırken ben yatağa oturmuş onları izliyordum. Bir saat önce Baybars aramış ve nedendir bilinmez öylesine konuşmuş ve geri kapatmıştık. Biz onunla öylesine konuşmazdık ki.
Biz onunla konuşmazdık bile. Şimdi ne olduğunu kestiremiyordum. Heyecanlı ve içimde tarif edemeyeceğim bir kıpırtı vardı. Hatta sabah zehirlendiğimi bile düşünmüştüm.
"Kız sen ne oturuyorsun? Ben mi nişanlanacağım?" Yengem tüm gün boyunca her bir hazırlıkla uğraştığı için sinirliydi. Bana gelip neyi nasıl istediğimi sorduğunda ona sürekli aynı cevabı veriyordum. Kafanıza göre.
"Tamam Lale, ben onu şimdi hazırlarım." Pınar abla elindeki maşayı bırakıp yanıma geldi.
"Vallahi şimdi seni pataklayacak."
"Ben Piraye'yi hazırlarım. Sen Lale ablayla beraber son hazırlıklara bakarsınız." Hülya beni kolumdan tuttuğu gibi abimlerin odaya soktu. Elbisemi ne ara aldığını çözememiştim. Onu da dolabın kapağına asıp beni yanına çekti. Tedirginliği yüzünden belli oluyordu.
"Piraye, bak sana bir kere daha söylüyorum, acele ediyorsun. Fevri hareketlerde bulunuyorsun." Sıkılmıştım artık.
"Hülya bu konu hakkında konuşacaksan gidiyorum. Ben bugün hiç sevmediğim biriyle nisanlanıyorum! Farkında mısın? Daha ne kadar bekleyeceğim? Evleninceye kadar falan mı?" Arkamı dönüp kapıyı açmaya çalıştığımda beni kolumdan tutup kapıyı kapattı.
"Sinirlenme. Haklıyım. Her taraftan düşünmeye çalışıyorum ne yapayım?"
"Düşünme Hülya." Ellerini beline koyup sıkıntıyla iç çekti.
"Kadın adamı aradığında bize haber verecekmiş. Karşıya nasıl geçeceğiz?"
Evet, bu benim de cevabını bulamadığım bir soruydu.
"Sen kadına haber ver en az bir saat önce bize haber versin. Anca geçerim." Kaşını kaldırdı.
"Geçerim? Tek gitmeyeceksin herhalde?"
"Tek gideceğim Hülya. Eğer yanlış bir şeyler olursa başın yanar. Bunun olmasına izin veremem."
"Senin izin verdiğin bir şey yok. Ben kendim geleceğim diyorum."
"Hülya yapma. Ablanın senden başka kimi var? Sen demedin mi bunlara bulaşılmaz diye? Ben zaten onların içindeyim. Nasıl insanlar olduklarını biliyorum. Süheyl Hanımı severim biliyorsun, ama bu onunda suçsuz olduğu anlamına gelmez. Her an herkes şüpheli konumuna girebilir." Düşünceliydi. Ama haklı olduğumu, her ihtimali düşünmemiz gerektiğini ikimiz de biliyorduk.
Bana öylesine bakıp kafasını tamam der gibi salladı. Ona bakıp tebessüm ettim ve sarıldım.
"Sen benim kız kardeşimsin. Küçüklükten bu yana birbirimizi koruyup kolladık. Bugün de aynısı olacak, hiçbir şey değişmeyecek. İnşallah gerçek katil bugün gün yüzüne çıkar."
İnşallah. Tek umudumdu.
...
Hülya'nın yardımıyla elbiseyi giyinip aynadan kendime baktım. Elbise güzeldi.
Odadan çıkıp benim odama girdik. Pınar abla saçımı ve makyajımı yapacaktı.
"İşte böyle. Sonra-" odaya girip kimseye bakmadan masaya oturdum.
"Pınar abla kafana göre yap bir şeyler." Ben aynadan onlara bakarken hiçbirinden tepki alamıyordum.
"Neye bakıyorsunuz? Olmamış değil mi, çok abartı." İlk hareket eden yengem oldu. Ayağındaki terliği çıkarıp dolan gözlerini diğer eliyle sildi.
"Pınar sustur şu kızı yoksa bugün bir tane geçireceğim"
Pınar abla gülen yüzüyle yanıma gelip aynadan bana baktı.
"Kızım sen ne kadar güzel olduğunun farkında değil misin? Yorgunluktan mı böyle oldu acaba?"
"Yok, bu onun her zamanki alıklığı." Ben dahil hepimiz yengeme güldük. Elindeki terliği tekrar giyip,
"Hadi hadi. Ağlamayın da hazırlayalım şu kızı. Vallahi Baybars bu sefer alıp kaçırır." Dedi. Bu onlar için komik ve eğlenceli bir şaka olsa da benim tüylerim diken diken olmuştu.
Makyajım sade tutulmuş, saçıma da hacim verilip bigudilerle tutturmuştu Pınar abla. Sprey sıkıp açtığı saçlarım iki yanıma düşerken ayağa kalktım.
"Nasıl? Çok abartılı değil, değil mi?" Hepsi bana bakarken yengem sabahtan beri tuttuğu göz yaşlarının vanasını açmıştı. Elindeki mendili göz pınarlarına tutup yanıma geldi.
"Ay benim arkadaşım nasıl güzel olmuş, yengen kurban olsun sana." Hepimiz gülsek bile ben de arkadaşıma sıkı sıkı sarılıp başımı omzuna koydum.
"Ne oldu? Hani beni hemen verecektin?"
"Kız ben versem abin vermez, ay neyse durun konu kaçacak. O zaman isteme falan yapılmadı da bugün yaparlar mı?"
Yengemden ayrılıp kafamı salladım. "Baybars öyle şeyler istemiyor. Bende istemiyorum. Zaten bir yıldan fazladır böyle. Ne gerek var?"
Sevdiğim adamın gelip beni istemesini isterdim elbet. Ama bana nasip olmamıştı.
"O nasıl işmiş öyle? Tamam yani hayat tarzlarımız uymuyor olabilir ama bu da gelenektir. Kimse gelip istemedi, sen birden çıktın dedin ki böyle birisi var ben evleneceğim. E dedik ki sen seviyorsan tamam. Birden de kendi aranızda sözlendiğinizi söyledin. Ortada ne yüzük var ne birşey. Öyle söz mı olurmuş? Şimdi aradan bir yıldan fazla zaman geçmiş nişan yapıyoruz bir zahmet aradan da istemeyi ve yüzüğü çıkartsınlar." Gözlerimi yere eğip yengemi dinledim. Haklıydı. Ne diyebilirdim ki?
Pınar abla yengemin yanına gelip elini omzuna koydu
"Tamam Lale, kızı üzüyorsun. Olmadı ailenin büyüğünü çeker konuşuruz. Ya da Piraye Baybars'a söyler, zor değil ya canım."
Yengem kafasını salladı. Amacının beni üzmek olmadığını çok iyi biliyordum. Mutluluğumu istiyordu. Ama ben mutluluk için geç kalmıştım
"Ben onu düşünüyorum. Her ne kadar aynı yaşta olup ben onun arkadaşı olsam da bir yerde de yengesiyim. Arkasında olacağım tabii ki" Kafamı kaldırdığımda gülüp göz kırptı.
"Heh! Şöyle ya. Gül azıcık. Vallahi bu gece bu elbiseye ve makyaja ihanet etmeyeceksin. Bol bol resim çekeceğiz, madem fotoğrafçı istemedin ben sizin fotoğrafçınız olacağım." On parmağında on marifet. Ben bugün hatırlatan bir şükür olmasın diye fotoğrafçı istememiştim ama sanırım kaçış yoktu.
"E hadi artık. Çıkın dışarı, bak bakalım nasıl olmuş." Elbisenin eteklerini tutarak odadan çıktım. Kapının önünden ayağıma bir şeyler giyinip arka bahçeye çıktım.
Her yer çok güzeldi.
Hatta bugünün tek güzel yönü buydu. Bahçemizdeki büyük ağacın altına kurulmuş iki sandalye ve ağaç dallarının üzerinden sarkan kumaşlarla bahçe bizim bahçemiz değil gibiydi.
Beyaz ve yeşildi. Hem de her yer. Herkesin oturacağı sandalye ve masalar bembeyazdı. Masa örtüsü elbisem gibi haki yesiliydi. Her masanın üzerinde üç tane küçük mum vardı. Toplam beş masa vardı. Çok gibi gelse de ses etmedim. O kadar kişi olmayacaktık ki.
"Piraye'm" abimin sesini duyunca arkamı dönüp bana doğru gelmesini bekledim. Üzerinde boyuna posuna yakışan bir takım elbise vardı.
Kahverengi saçları yengemin eli değmiş gibi derli topluydu. Ela gözleri onda o kadar güzel duruyordu ki yüzümdeki gülüşe engel olamadım. Benim abim hem anne hem de babaydı. O benim her şeyimdi.
"Abi'm." Ellerimi tutup etrafa göz gezdirdi.
"Beğenmediğin bir şey var mı? Söyle gülüm." Gözlerimin içi yanıyordu. Hızla kafamı sallayıp ona sarıldım. Ağlamak istemiyordum. Ama bu akşam yapacağım şey için onun gücüne ihtiyacım vardı.
Beni her zamanki gibi kolları arasına aldı. Başımın üstünü öpüp çenesini koydu.
"Abi ben seni çok seviyorum."
"Bende seni seviyorum Piraye'm. Bir şey mi oldu abim?" Hareket etmedim. Biraz daha soru sorarsa tuttuğum ne varsa hepsini ortaya döküp ağlayacaktım.
"Baybars mı? Döveyim mi onu? Döv dersen bir saniye düşünmem." Düşünmezdi biliyordum. Bu yüzden seni ondan uzak tuttuyordum abim.
"O lavuk seni benden öyle kolay kolay alamayacak. Bi gelsin bakayım." Ondan ayrılıp gülen yüzünü baktım. Ellerimi yanaklarına koyup tek tek öptüm.
"Bu kadar masraf yapma demiştim sana. Hiçbir şey yapmama da izin vermedin. Bu kadar gerek yok abim, sen zaten bana verebileceğin her şeyi fazlasıyla verdin." Ela gözlerine çöken hüzünle yerle bir oldum. Yanaklarındaki elimi tutup yüzüne yerleşen hüzünle güldü.
"Annemle babamı da vermek isterdim ama o benim elimde değil. Yaradan öyle istediği için boynum kıldan ince. Ama sana yokluklarını hiç hissettirmeye çalıştım. Ne kadar başarabildim bilmiyorum. Ama şunu çok iyi biliyordum ki bu yokluğu sana Baybars da göstermez. Ben hiçbir zaman onu tam sevemem, seni benden aldığı için. Ama ona güvenebilirim. Seninde güvendiğini bildiğim için içim rahat." Gözümden yaş akarken parmağıyla sildi. Beni yine kolları arasına alınca dudağımı ısırarak ağladım. Sesimi duyup üzülsün istemiyordum. O mutluluğu çokça hak ediyordu. Bu yüzden ne yapacaksam onun içindi. Ailem içindi.
"Ay bu ne sulu gözlülük? Hayatım ben görümcemi alıyorum. Kız daha topuklularını giyinmedi, senin yanında kısacık kaldı kim bilir Baybars'ın yanında nasıl kalır." Abim yengeme kızıyormuş gibi bakıp beni yengeme teslim etti.
"Ben kısa mıyım Lale? Bir seksen dört'ün neresi kısa?" Abim kısa değildi. Ama yengem onu buradan vurmayı seviyordu. Abimin bir tık boy takıntısı olabilirdi.
"Yok hayatım, ben sana nerede kısa dedim? Seni en iyi ben bilirim, senin boyunda posunda gayet yerinde maşallah." Yengem beni abimin yanından kaçırırken gülüyordu.
"Sen benim abime ne diye kısa diyorsun bakayım?"
"E napayım morali yerinde değil. Azıcık güler dedim." İkimizde eve doğru koşar adım ilerlerken kıkırdıyorduk.
Eve girdiğimde Pınar abla ve Hülya da giyinmişti. İkisi de çok güzel olmuştu.
Hülya midi boy kahverengi bir elbise giyinirken, Pınar abla da yine midi boy mavi kare yaka Bir elbise giyinmişti.
"Ay siz ne kadar güzel olmuşsunuz" Hülya etrafında dönerken Pınar abla yengemi dürtükledi.
"Yani sabahtan beri deneyeyim deneyeyim diyorum da Piraye sen kör müsün ablam? Kız bir dön aynaya bak Allah aşkına."
Yengemdeki şeyler Pınar ablaya da geçmişti. Bu kadar yan yana olmaları hiç iyi değildi, aramızdaki tek akıllıyı da kaybedemezdik.
"Pınar abla sen yengemin yanında ayrılsana bir. Birken iki oldunuz." Hülya memnuniyetle ikisinin arasına girip elindeki kutuyu bana uzattı.
"E hadi giy ayakkabıları, gelirler birazdan." Tamam deyip elimdeki kutuyu açtım. Yengem giyinmem için sandalye getirirken hızlıca oturup kırık beyaz bilekten bağlamalı ince topukluları giyindim.
"Heh! İşte şimdi bizim boya geldin" Yengem hunharca gülerken ben somurttum.
"Sen abimle bizi niye hep boydan vuruyorsun?" Ellerimi belime koymuş her an bir kavgaya karışacak gibi duruyordum.
"Kız hadi abinin boyu uzun, ben ona takılıyorum. Ama seninki gerçekten kısa be Piraye."
Hülya da gülünce ona baktım.
"Ben mi kısayım? Bir altmış dokuzum, neyi kısa."
"Kız sus şaka yaptım, ay aynı abisi." Yengem odaya girip o da elbisesini giyindi. Bilekte biten balon kol pastel tonlarında lila bir elbise giyinmişti. Sarı saçlarına o kadar çok yakışmıştı ki abim uzaktan uzaktan ona bakıyordu.
"Piraye telefonun çalıyor." Yengemin evden seslenmesiyle koşarak eve girdim. Kalbim hızlı hızlı atmaya başlamıştı. Kimdi acaba?
Odama girip hızla masanın üzerindeki telefonu elime aldım. Baybars arıyordu.
Elimi yüreğime koyup koşmaktan düzensizleşen nefeslerimi düzene sokmaya çalıştım.
Telefonu açıp konuştum.
"Geliyor musunuz?"
"Evet, onun için aramıştım. Birazdan oradayız. Haberin olsun."
"Tamam."
"Tamam." Telefon hâlâ kapanmamıştı.
"Biz çok kalabalık değiliz. Zaten çevreden kimsenin de haberi yok."
"İyi oldu. Yani bir de haberciler gelirdi toparlayamazdık."
"Ben hallettim. Sen düşünme."
"Hıhı" biraz beklesem de bir şey söylemeyince telefonu kapattım. Bahsettiğim şey tam olarak buydu. Garipti.
Omzumu silkip odadan çıktım. Topukluları şimdiden giyindiğim için canım biraz yanıyordu ama hallederdim.
Yengem ve abim yan yana dururlarken onları es geçip Hülya'nın yanına geçtim. Telefonuyla konuşuyordu.
"Tamamdır. Biz zaten önceden orada olmaya çalışacağız. Eve kimin girdiğini gördükten sonra polisi arayacağız. Siz sadece içeri gireni oyalamaya çalışın."
Bir kaç kere daha kafa sallayıp telefonu kapattı. Kim olduğunu anlamıştım zaten. Üzerime çöken durgunlukla beraber ağaç dallarından sarkan kumaşlara baktım.
"Ne dedi Nazife Hanım?"
"Adamı bu yakaya çağıracağını söyledi. Oraya gitmemiz çok uzun sürer Piraye, trafik de cabası. O yüzünden böyle bir teklif sundum o da kabul etti. Ayrıca ben arkadaşıma da haber verdim, bunu şimdilik kimse bilmiyor o da bu yüzden bunu saklayacak. Oraya gidip Baybars ya da bir başkasını gördüğümüz an polise haber vereceğiz. Zaten tam kapanmamış bir dosya. Kim olursa olsun ensenine çökecekler." Anladığımı belirtircesine kafamı salladım.
Yaklaşmıştık. Artık resmen burnumun dibindeydi.
"Evin adresini gönderdi. Bende sana gönderdim. Biraz uzak ama hızlı gidersek yirmi dakikaya oradayız. Hatta daha kısa sürede."
"Bugün Baybars'ın yaptığı hareketler de çok önemli."
Omzuma omzuyla vurup güldü.
"Niye, abin seni hemen versin diye mi?"
"Ay Hülya ben ne diyorum sen ne diyorsun." Oradan ayrılıp bahçede dolaştım. Arkamdan gelip söylenmesi bir süre sonra beni güldürse bile keyfim yoktu.
"Piraye'm geliyorlar mı?"
"Evet abi'm, birazdan burada olurlar." Kafasını sallayıp yengemin elini tuttu. İkisine gülümseyip bahçede dolaşmaya devam ettim.
Pınar abla üst merdivene çıkmış gelirlerse bize haber verecekti.
Beş dakika sonra Pınar abla koşa koşa merdivenlerden indi.
"Geldiler. Kız şaka falan değil bunlar zengin tayfa yani."
Kaşlarımı çattım.
"Niye ki abla, bir şey mi oldu?"
"Hepsinde büyük arabalar var. Öndeki seninkinindi herhalde."
O da aynı Hülya gibi gülmeye başlayınca onları duymazlıktan gelip merdivenlerden inenlere baktım.
Önde Süheyl Hanım ve Cahit bey varken elleri doluydu. Yengem öne atılıp onları alırken hoşgeldin dedik. Süheyl Hanım beni gördüğünde eşinin kolundan çıkıp yanıma geldi ve sarıldı.
"Nasıl güzel olmuşsun. Bizimki arkada, geliyor." Göz kırpıp yengemin ve abimin elini sıktı. Ufak bir sıcaklamayla beraber arkalara bakındım.
Yavuz ve Turgut geliyordu. Onların da elleri doluydu. Bu kadar ne aldıklarını merak ediyordum.
Turgut'un yüzü solgun görünüyordu. Derya ile boşanacaklarını biliyordum ama bu konuyu benim bildiğimi bilsin istemezdim. Kendini kötü hissedebilirdi.
"Hoşgeldiniz, nasılsın Turgut?"
"Hoşbulduk, iyidir Piraye, akıp gidiyoruz işte." Gülüp onu içeri buyur ettim.
"Oo yengemiz, nasılsın?" Yavuz'un sesiyle ona dönüp güldüm. Genelde bana böyle seslenmezdi.
"Piraye iyiydi Yavuz." Biraz yanıma yaklaşıp kulağıma fısıldadı.
"Baybars dedi, en azından bugünlük." Gözlerimi devirip kafamı salladım.
O da abimle selamlaşıp yerine geçti.
Yukarıdan Halil bey ve eşi Gülten Hanım inince kaşlarımı çattım. Çocukları da gelmişti. Turanlarla görüşmeyen Halil beyin ailesiyle burada ne işi olduğunu anlamasam da Pusat Bey'in gelmesinden çok çok daha iyi olduğu kesindi.
"Hoşgeldiniz."
"Hoşbulduk. Nasılsınız? Umarım iyisinizdir." Halil Bey bana kısa bir baş selamı verip abimle sohbet edince Gülten Hanım da bana bakıp tebessümle karşılık verdi.
"Piraye değil mi? Hiç tanışma fırsatımız olmadı. Ben Gülten, Halil'in eşiyim. Baybars'ın en büyük yengesiyim." Gülüşüne karşılık verip uzattığı elini tuttum.
"Çok memnun oldum Gülten Hanım. İsmen duydum ama görüşmek bu güne kısmetmiş."
Sarı saçlarının arasına yer yer edinmiş beyazlar güzelliğine güzellik katmıştı. Mavi gözleri ve eşi gibi uzun boyuyla çok güzel bir kadındı.
"Bende seni ismen ve bazen de haberlerde gördüm. Yakından bu kadar güzel olduğunu bilseydim seni Baybars'a daha çabuk isterdik." Hafif kızarıp bozardım. Elini omzuma koyup anacan bir tavırla sıktı. Halil Bey'le beraber yerlerine oturdular. Ömer ve Demir de kız kardeşleri İpek'i alıp Halil Beylerin yanian geçtiler.
"Piraye!" Merdivenden hızlı hızlı gelen Ceylan'ı görünce onların da geldiğini anlamıştım oldum.
"Ay bu nasıl bir güzellik." Ceylan bana sıkı sıkı sarılırken bende onun gibi sarılıp güldüm. Neşesi tavanda bir kızdı.
"Teşekkür ederim. Gelmeme çok sevindim." Gerçekten de sevinmiştim. Ceylan'ı severdim. Annesi veya babası gibi değildi. Hatta abileri de ne annelerine ne de Pusat Bey'e hiç benzemiyordu. Kısaca karakter meselesiydi.
Kızlarla da selamlaşıp sarıldıktan sonra diğer masaya geçti. Ayhan ve Doğan da herkesle selamlaşıp kardeşlerinin yanına geçtiler. Ama Pusat Bey, Asya Hanım ve Orhan bey etrafta gözükmüyordu.
Bizimkiler de merdivenin oradan ayrılıp misafirlerle ilgilenirken ben hâlâ orada dikiliyordum.
Gelmediğini görünce nefes verip arkamı döndüm.
"Beni beklemek yok mu?" Döndüğüm gibi merdivende kocaman bir çiçek buketi gördüm. Bu kadar büyük buketi ne yapacaktım ben?
Yüzü görünmüyordu. İşime gelirdi tamam da ben nasıl taşıyacaktım?
"Taşıyabilir misin?"
"Alırken düşünmedin mi?"
"Aklım başka yerdeydi."
Buketi tek koluyla tutup yüzünü ortaya çıkardı. Üzerinde siyah jilet gibi bir takım vardı. Ve ilk defa kravat takmıştı. Onu ilk defa böyle görmenin şaşkınlığı ile ağzımdan garip bir ses çıkardım.
"Hayırdır?" Duruşumu düzeltip,
"Sen kravat takmışsın. İlk defa." Dedim. Eli kravatına giderken gözlerini bir saniye bile yüzümden çekmiyordu.
"Olmamış değil mi? O kadar da söyledim." Elini sağa sola çevirip kravatı çıkarmaya çalıştı. Öne atılıp onu durdurdum.
"Sen de bu gece bu kravata mecbursun. Çok basit. En azından nişanlanmaya zorlanmıyorsun." İğnelemekten geri durmadım. Bunu fazlasıyla hak ediyordu.
Gevşemiş kravatını düzeltip yüzüne bakmamaya çalıştım.
Gözleri saniyelik arkamda bir yere sabitlendi. Bana bakıp yarım ağzı tebessüm ederken elindeki buketi bana uzattı.
"Şu an tüm arkadaşların ve benim meraklı kuzenlerim bize bakıyor." Gözlerimi yumup geri açtım. Bizimkiler meraklıydı zaten, neye şaşırıyorsam.
"Sen dua et abim bakmıyor."
"Bakmadığını da nereden çıkardın? O da şu an yerinde zor oturuyor." Buketi tutan elini ittirip hızlıca yanında ayrıldım. Abim bakıyorsa ne demeye söylemiyordu. Bu akşam sakince bitseydi başka bir şey istemezdim.
Takımını düzeltip abimle tokalaştı. Ona bakmak istemediğim için yandan yandan bana bakan kızlara döndüm.
"Ne?"
"Bukete bak." Elimdeki buketi resmen sırtlayıp içeri götürdüm. Çok dikkat çekiyordu. Ben ne kadar sade olsun dedikçe o inadına nerde göze batan şey var ona yöneliyordu.
"Kız nereye götürüyorsun buketi?"
"Eve." Yengem önüme geçip evin kapısını kapattı.
"Eve değil, önünüze koyduğumuz masaya yürü. Adam orada seni bekliyor. Çiçeğin yeri de ev değil orası. Hadi bakayım!" Beni sırtımdan ittire ittire bahçeye çekti. İnsanların olduğu yere gelince oldukça sakin adımlarla ona bakmadan önce çiçeği masaya koydum, ardından elbisemin eteklerini düzeltip yanına, diğer sandalyeye oturdum.
Bakışlarını üzerimde hissetsem de bakmadım. Beş masanın beşi de dolmuştu.
Abim, Halil bey ve Cahit bey koyu bir muhabbete dalmışken, Süheyl hanım ve Gülten Hanım ise masalarından kalmış bizimkilerin masaya oturmuşlardı. Hepsi birbiriyle sohbet ederken Yavuz ve Turgut arada bize kayan bakışlarıyla Ayhan ve Doğan'la konuşuyordu.
"Halil amcam diğerleri gelmediği için geldi. Masada oturanlar da onların çocukları. Yemekte bir iki kere görmüşsündür." Hafifçe kafamı salladım. Gözüm bir yerden ısırıyordu ama yemeğin olduğu geceler bile hiç konuşmazlardı. Bir saatten az sürü, yemeklerini yiyip kalkarlardı.
"Pusat Bey'lere haber vermedin mi? Ya da Orhan Bey'e?" Başını kaldırdı.
"Neden haber vereyim? Onlar kim ki?"
"Pusat bey önemli değil ama Orhan Bey'e haber verseydin."
"Hiçbiri si-"Elimle bacağına vurup ağzından çıkacak küfrü engelledim.
"Küfür etmeyi kes. Süheyl Hanıma söyle de yüzükler takılsın, çabucak bitsin şu iş."
Daralıyordum. Nefes alacak alanım yok gibiydi.
Sandalyelerimiz biraz uzak yerleştirilmişti. Zaten o da geldiğinden beri ağzının içinden homurdanıyordu.
"Sen onu bunu bırak da kim yerleştirdi bunları? Sesin sivri sinek vızıltısı gibi geliyor." Sandalyemi kaldırmadan ona doğru eğildim.
"Şimdi geliyor mu?" Ağzıyla ses çıkarıp kafasını iki yana salladı.
"Gelmiyor." Biraz daha eğildim. Neredeyse düşecektim.
"Geliyor mu-" Sandalyemin altında tutup beni dibine kadar çekti. Yüzlerimizim yakınlığını ilk başta çözemesem de hememcicik doğrulup ellerimi bacaklarımın üzerinde birleştirdim.
"Bak şimdi duyuyorum."
"Hiç utanman yok değil mi? Ya biri görür, ya gözü kayarsa diye hiç endişelenmiyorsun."
"Birincisi kimsenin gözü kaymaz ikincisi ise tabi ki de hiç utanmam yok." Ukala ukala konuşup canımı sıkıyordu. Sandalyemi yine uzağa çekeceğim an elini arkaya atıp buna engel oldu.
"Otur oturduğun yerde." Başımı dikleştirip oturduğum yerden kalktım. Ona arkamı döndüğüm gibi öyle bir bağırdı ki korkup etrafa baktım.
"Çok güzel olmuşsunuz Piraye Hanım!" Herkes bize gülerken ben koşa koşa yanına gidip elimle ağzını kapattım.
"Allah'ın belası adam sus!"
"Neden? Nişanlama güzel olduğunu söyleyemez miyim?"
"Söyleyemezsin! Herkes bize bakıyor!"
"Eğer biraz daha yanıma oturmazsan başka şeyler de söyleyeceğim." Bir kaşını kaldırıp yüzüme baktı. Hemen yanındaki sandalyeye oturup hâlâ bize gülen kızlara baktım.
"İnsanlar yanlış anlayacak. Sen kimseyi umursamıyor olabilirsin ama ben çokça umursuyorum. Hayatta herkes senin kadar rahat değil." Ceketinin uçlarını düzeltip boğazını temizledi.
"Fazla takıyorsun Piraye. Bu insanlar evleneceğimizi ve ondan sonra-" İki parmağımda bacağını kıstırıp susmasını sağladım. Susmuyordu!
"Akını kaçırmışsın sen! Onları aklından hemen sil! Seninle en fazla buraya geleceğim, buraya kadar. Evlenmekmiş! kendi kendine gelin güvey oluyorsun. Sık kafama daha kolay."
"O gece dans ederken kalbin öyle söylemiyordu. Bir an duracak sandım da biraz geri çekildim." Gerizekalı! Bilerek yapıyordu! Tüm sıcaklık yanaklarıma akın edince bende onun gibi bağırmaya başladım.
Neyse ki herkes birbiriyle sohbet ediyordu da bizi duymuyordu.
"Ne alakası var? Ben o gece çok sinirlendim çünkü! Senden artık korkmuyorum bile ne diye kalbim atacakmış? Ufak at da civcivler yesin!" Saçlarımı geriye atıp elimle yüzüme hava verdim. Bu sıcakta açık saç mı olurmuş canım?
"He o yüzden yani. E peki, öyle diyorsan öyle olsun."
"Öyle zaten!"
"Ben de tam tersini söylemedim." Söylenecek kelime bırakmıyordu ki! Sinirim kendi içimde patlarken önüme dönüp onu duymazlıktan geldim. Bitmeyecekti bu gece.
"Karun Bey siz de biliyorsunuz ki biz istemeye gelemedik. Bizim deli oğlan kendi halletmiş işini ama netice de biz de geleneklerine göreneklerine sahip çıkan insanlarız. İsteriz ki bu iş Allah rızası ile olsun. Bu yüzden Allah'ın emri peygamber efendimizin (s.a.v) kavliyle, kızımız Piraye'yi, oğlumuz Baybars'a istiyoruz." Ve kalbim atmayı kesti.
Nefes boğazımdan geçip ciğerlerime ulaşmadan geri çıkıyordu. Abimin gerilen yüzü yengeme dönünce gülümseyip Halil Bey'e baktı. Yengem abimin yanında elini tutuyordu.
"Baybars ve benim aramda bir yaştan az var. Piraye ilk söylediğinden beri onu arkadaş bildim, ilk başta sevmedim ama abilik böyle bir şey. Kimseyi yakıştıramam kardeşimin yanına. Ama gelin görün ki Baybars da şeytan tüyü var, kendini sevdirdi." Bilmez miydik?
"Kız kardeşimin de istediği ile birbirlerine yuva olsunlar. Benim rızam vardır. Annem ve babamın da gönlü rahat olacak şekilde verdim gitti!" Etrafta bir alkış tufanı çıkarken ben ağlamamak için zor duruyordum. Ama üzgün değildim. Anlayamıyordum. Ne diye ağlıyordum peki?
Turgut ve Yavuz ıslık çalarken bizim kızlar da hem gülüp hem alkışlıyordu. Hülyanın yüzünde hüzünle karışık mutluluk vardı.
"E o zaman şu takamadığımız yüzükleri takalım. Geç bile kaldık. Tekrar kusurumuza bakmayın Karun Bey" Abim gülüp kafasını salladı.
"Geç olsun güç olmasın Halil bey. Ne kusuru. Takalım yüzükleri." Pınar abla koşa koşa eve geçerken Baybars'ın getirdiği yüzükleri tepsiye koymuştu. Ben ne ara yaptıklarını anlamasam da tepsi alındığından dahi haberim yoktu.
Pınar abla yanımda durup beni rahatlatmak için mavi gözlerini açıp kapattı. Tebessüm etmeye çalışarak abime baktım.
Ama o gözlerini bana çok değdirmemeye çalışarak tepsideki benim yüzüğümü aldı. Halil Bey' de Baybars'ın yüzüğünü alıp onun parmağına takınca aramızdaki kırmızı kurdale gerildi. Bu yüzden biraz daha yanına yaklaştım.
Abim yutkunup makası aramızdaki kırmızı kurdaleye getirdi.
"Her şey gönlünüzce olsun. Olması gerektiği gibi, hayırlısı olsun." Başını kaldırıp dolan gözlerini benden gizledi ve kurdaleyi kesti. Turgut eline ne ara aldığını bilmediğim konfetiyi patlatınca herkesle beraber o da alkışladı.
"Hayırlı uğurlu olsun." Başımı yere eğdim. Abim de bakışlarını yere indirip yengemin elini tuttu.
"Hadi bakalım, biz kahveleri yapalım." Yengem beni Baybars'ın yanından alınca Halil Bey'in kızı İpek bana gülümseyip elindeki kocaman kamerayı salladı. Elimle ona da gelmesini söyleyip tüm kızlar içeri girdik.
"Kapı önünde çok oyalamak istemedim ama çok güzel olmuşsun Piraye. Çok mutlu olun."
"Teşekkür ederim İpek, iyi ki gelmişsin." Elindeki kamerayı açıp yanıma geldi.
"Baybars istedi. Kuzenimin istediğini kıramazdım. Bu gece sırf biz gelelim diye kimseye haber vermedi. Çok gönlü yoktu zaten ama, biz yine de mahcup olmayalım diye sessizce halletti sağolsun." İpek bembeyaz tenli, ela gözlü ve açık kahve saçlı çok güzel bir kızdı. Baybars'la kuzen olmalarına rağmen hiçbir benzerlikleri yoktu. Ama iki abisi Demir ve Ömer'i görünce üç kardeşin de annesine çektiğini görüyordum. Halil Bey'de iki abisi gibi esmerdi.
Ama resimlerden gördüğüm kadarıyla Baybars'ın babası Haldun Bey'e daha çok benziyordu. Belki de Baybars bu gece bilerek böyle yapmıştı.
"İçeri girdiğim andan itibaren detaylar da dahil her şeyi çektim için rahat olsun. Hatta ikiniz atışırken bile." Gülüp eliyle ağzını kapattı.
"Öyle çok fotoğraflarda olmayı seven biri değilim. Aslında fotoğrafcı bile istememiştim bu yüzden. Kaldı ki her an benimle kavga ettiği için güzel şeyler de çıkmaz." Onu hatırlamamak için, bu geceyi hatırlamamak için. Gittiğimde hepsini de ardımda bırakmak için.
İpek kaşlarını çatıp kameradaki fotoğrafları gösterdi.
"Bence haksızlık ediyorsun. Baksana ne kadar güzel çıktınız, gerçi Baybars'a biraz gülmesini söylemiştim ama, olsun."
Biraz yaklaşıp resimlere baktım.
İlkinde çiçek buketini bana uzatırken çekilmişti. O kadar şaşırmıştım ki gözlerimdeki şaşkınlık buradan bile belli oluyordu.
İkincisinde sandalyede atışırken çekilmişti. Tam sandalyeyi tutup çektiği için elbisemin etekleri uçmuştu. Baybars hafif tebessüm etmiş, yukarıdan yüzüme bakarken yüzünde eğlenir gibi bir ifade vardı.
Yüzükler takılırken belki de birbirimizi ilk defa bir resimde yan yana gördüm. İlk gözüme çarpan şey ne boy farkımız ne de etraftaki insanlardı. Gülüyordu. Tebessüm etmiyor, resmen gülüyordu. Çatık kaşları bu sefer düzgün dururken sağ yanağındaki gamzeyi bile sonradan fark ettim. Gamzesi vardı. Resmen gamzesi vardı.
Bunca zaman hiç mi dikkatimi çekmemişti?
Bakmadın ki.
Sesleri en dibe iteledim. Duymazlıktan geldiğimde çoğu şey daha kolay oluyordu.
"Çok güzeller değil mi? Daha bir sürü çektim. Masanın üzerindeki çiçeği, etrafı ve yüzüklerinizi. Arkadaşın Hülya yardım etti. Beraber çabucak hallettik." Bana belli ettirmeden bu kadar şey yapmaları beni mutlu etse de aslında mutlu olmamam gerekiyordu. Hatırlanacak çok fazla şey olacaktı. İpek o kadar güzel çekmişti ki onu kırmayı hiç mi hiç istemiyordum. Üstelik kısa sürede o resimleri çekmek için kim bilir ne kadar uğraşmıştı?
Kocaman gülüp elimi omzuna koydum.
"Hepsi birbirinden güzel. Çok teşekkür ederim İpek, sağol." Biraz mahzun gözüküyordu.
"Seninle çok yakın olamadık biliyorum. Ama inan ki seni sevmediğimden ya da hoşlanmadığımdan değil. Biz böyleyiz. Uzak duruyoruz. Ama Baybars abimin seni tanıştırmaya getirdiği ilk andan itibaren seni çok sevdim yalan yok. Sadece tedbir için, uzak durduk." Tedbir kısmı dikkatimi çekse bile tebessümle kafamı salladım.
"Emin ol hiç önemli değil İpek. Geçti gitti." Ve şimdi bir şeyler daha gelip geçecekti başımızdan. Ama bu sefer geçtiği gibi aynı bırakmayacak, hepimizi başka yerlere savuracaktı.
İkimiz beraberce mutfağa girdiğimizde Ceylan, Hülya, Pınar abla ve yengemi kahvenin başına gördüm. Hepsinin elinde farklı bir baharat vardı.
"Siz ne yapıyorsunuz?"
"E damat kahvesi." Elimi belime koydum.
"Daha çok zehire benziyor. Bu yasal mı avukat hanım?" Hülya bana bakıp tek kelime etmezken yine de elindeki kimyonu bana çaktırmadan döktü.
"Baka hâlâ yapıyor. Koyulacaksa sadece tuz koyarız olur biter. Ceylan sen ne yapıyorsun peki? Elindeki isot biliyorsun değil mi?"
"Ay ne olmuş canım? Baybars dayanıklı keçinin tekidir. Ona hiçbir şey olmaz."
"Bir şey olmaz diye diye hastanelik mi edelim? Bırakın şu ellerinizdekileri" Bu gece ona hiçbir şey olamazdı. Olacaksa bile bu gece değil.
"Ay tamam bıraktık. Hemen de Koru nişanlını. Daha nişanlanalı beş dakika olmadı." Gözlerimi devirdim.
"Açılın da kız kahve yapsın." İpek olaya el atarken ocağın başına geçip fincanın içindeki baharatlara baktım. Daha kahve bile yapılmamıştı, ne diye bu kadar acele etmişleri ki?
"Kahve yapmamı bari bekleseydiniz."
"Vallahi o dedi." Hepsi aynı kişiyi gösterirken Ceylan gülüp sarı saçlarını savurdu.
"Ay tamam hepsini ben dedim ben yaptım. Aramızda kalacak onun kulağına giderse vallahi bana yapmadığını bırakmaz." Elimle ağzımı kapatıp gülmemi bastırdım. Yengem bana yardım ederken kahveyi yapmış, tepsiye koymuştum bile. Ve tabii ki içinde yüzen binbir çeşit baharatla beraber.
Elimle kahveyi gösterdim.
"Bu olması gereken bir şey mi? Zehir gibi duruyor."
Yengem elime tepsiyi tutuşturup gülen kızlara katıldı.
"Adamın kuzeni bir şey olmaz diyor. Demek ki kolay kolay yıkılan biri değil, tekte içsin kahveyi canım ne olmuş yani." Gülüp sırtıma vurdu.
"Hadi götür Baybars ağaç oldu."
Elbisenin eteklerini tutup tepsiyle beraber dışarı çıktım. Tüm başlar dönüp bana bakarken gerilmiştim. Odak noktası olmayı hiçbir zaman sevemeyecektim. Elim ayağım birbirine karışıyordu ama kahveyi dökmemek için yavaş adımlarla ilerledim.
Ah keşke üstüne dökülseydi.
Biraz daha ilerledim. Başımın üzerine büyük bir gölge hissedince kafamı kaldırdım.
"Dökersin."
"Dökmem." Onun yanından geçip gidecekken kolumu tuttu. Kahve biraz sallanınca ona kötü kötü baktım.
"Şimdi senin yüzünden dökeceğim."
"Oturduğumuz yerdeki çimenler ıslak şimdi düşmesen bile orada ayağın kayar. İşte o zaman gerçekten rezil olursun"
Burnumu kıvırdım.
"Herkes bize bakıyor, geç otur. Ben getirdiğimde de iç. İşime karışma."
Elimden tuttuğu gibi tepsiyi bir eline, elimi de elleri arasına alıp beni peşinden götürdü. Adımlarına yetişmeye çalışırken buraların gerçekten de ıslak olduğunu gördüm.
"Kim ıslatmış ki?" Cevap vermeden masanın üzerine tepsiyi bıraktı. Bir kaç kişinin gülüşünü duysam da dönüp bakmadım.
"Şimdi söz dinle de otur." Ben söylene söylene sandalyeye oturup yine kenara çektim.
"Bu sandalyeyi buraya çivilerim. O zaman bak bakalım bir santim bile oynayabiliyor musun." Tepsiyi düzeltirken yine beni kendine çekti. Bu sefer hiçbir şey yapmadan zıkkımlanmasını bekledim. Keşke durdurmasaydım. Daha fazla baharat dökmelerine engel olmamalıydım.
"Damat bey tek sefer de iç bakalım kahveni." Yavuz uzaktan bağırırken Turgut onu susturmaya çalışıyordu.
Baybars'a baktığımda kahve fincanı eline almış içine bakıyordu.
"Baktın benden kurtulamıyorsun öldürmek için böyle bir yöntem mı seçtin?" Sessiz sessiz konuşsa da biri duyar diye endişe etmiştim.
"Ah keşke. İç bakalım, o zaman da hâlâ yaşıyorsan bir plan daha yaparız, dert değil." Öyle olsun deyip elindeki kahveyi tepesine dikti.
Boğazından geçen kahve sanki benim boğazını yakmış gibi yutkundum. Midesiz miydi neydi. Nasıl içerdi tek seferde?
"İsotun tadı yoğun olsa da güzel. Ama acı biber yakışmamış yalan yok." Ben ona şaşkınlıkla bakarken diğerleri alkışlamakla meşguldü. Akşama kesin acildeydi. Ya da karakolda...
Yüzümdeki gülüş yavaş yavaş sokarken Baybars bana bakıyordu. Bir şeyler olduğunu sezse bile sormadı. Sadece önüne dönüp suyu da tek seferde içti. Mendille ağzını silip hiç barışık olmadığını kravatı bugün bilmem kaç kere daha çekti.
Hülya uzaktan bana bakıyordu. O kadar kalabalığın arasından onu görmüştüm. Bakışlarında ki bir şey vaktin geldiğini söylüyordu.
Aşağı doğru sarkan kırmızı kurdaleyle oynadım.
"Yapma." Yanımdaki adamın konuşmasıyla nereye geldiğimi bir kez daha anladım.
"Neyi?" Bana bakmıyordu. Kafası hafif eğik, parmağında ki alyansı çıkarmadan sağa sola çeviriyordu.
"Ne yapacaksan, yapma Piraye. Senin zararına olur." Gözleri gözlerimi bulduğunda o ormanlarda kayboldum. Rüzgar nefesimi keserken daha fazla bakamadım.
"Yine tehdit ediyorsun. Kaldı ki yaptığım hiçbir şey yok." Güldü.
"Tehdit etmiyorum. Yine. Sadece düşünüyorum."
"Düşünme Baybars. Düşünecek de yapacak da bir şey kalmadı."
Bu onunla son konuşmamızdı. Ne o bir şey söyledi ne de ben. Biz yine sustuk, ve sustuklarımız bizi yuttu.
Hepsi bir oldu, dağ olup üzerimize yıkıldı. Benim korkaklığım ve onun sırları bizim sonumuz oldu.
Yavaş adımlarla içeri girip kendimi lavaboya kapattım. Beni merak edenlere karnımın ağrıdığını söyledim. Kafamı toplamak için yalnızca on beş dakikam vardı.
Elimdeki telefon titreyince Nazife Hanımdandır diye aceleyle alıp açtım. Ama ekrandaki numarayı tanımıyordum.
05**= yanındaki adamı takip et, o seni istediğin yere götürecek. İkinize de mutluluklar dilerim.
Karnıma tekme yemişim gibi iki büklüm oldum. Korku tüm bedenimi ateş gibi yakarken midem bulanıyordu. Eğilip kustum. Midemde hiçbir şey olmasa bile zehir varmış gibi kusuyordum.
Elimi yüzümü yıkayıp solmuş tenime baktım. Dudaklarım morarmış, tenim bembeyaz olmuştu. Kendime gelmeye çalışıp ayağa kalktım. Uzun süre burada duramazdım, dikkat çekmek istemiyordum.
Kapıyı açıp dışarı çıktım. Biraz önce yemekler dağıtılmıştı. Herkes sohbet ederek yemek yerken Baybars ortalıklarda görünmüyordu. Gözlerimi etrafta gezdirip onu ararken kuytu köşede ceketinin kenarını gördüm. Herkesin içinden ona doğru giderken abim kısa bir an bana bakıp önüne döndü.
Elbisemin bir tarafını tutup gözlerden uzaklaştım. Evin etrafından dolanıp yanına yakın bir yerde durdum.
"Tamam. Şimdi çıkıyorum." Telefon kapanırken onu kaybetmem gerektiği biliyordum. Bunu göze alamazdım. Baybars kimseye bir şey söylemeden evin merdivenlerini çıktı. Bir kaç adım atmıştı ki durup arkasına baktı, biraz oyalandı ama omuzlarını düşürüp yukarı çıktı.
Acele etmeliydim. Onun arabaya bindiğini görür görmez hemen yoldan geçen bir taksi çevirip bindim.
"Abi öndeki aracı takip et." Kolunu arkaya çevirip bana baktı.
"Kızım gece gece böyle bir aksiyona gerek var mı? Takip etsen ne olacak?" Allah'ım sınanıyordum!
"Abi bas gaza gözünü seveyim! Oturup edebiyat mı yapalım burada?" Adam sıkılmış gibi kafasını sallarken ben onu gözden kaçırmamaya çalışıyordum.
Sonunda gaza basıp düz yolda ilerlerken elimdeki telefonla Hülyanın bana attığı adresi açtım. Oraya ilerliyordu...
Elimi göğsümün üzerine koydum.
Hemen Hülya'ya yazıp yolda olduğumu söyledim. Yol ayrımına girince onunda oradan döndüğünü görmek ikinci bir korkuyu da peşinde getirdi.
Yapma Baybars. Yanılt beni! Girme o eve. O kadın seni tanımıyor olsun.
Kısa sürede evin olduğu tenha sokağa girince Baybars aracı durdurdu. Taksici abiye uzakta bir yere park etmesini söyleyip önde yürüyen adama baktım.
İneceğim sırada paramın olmadığı aklıma geldi. Yanımda sadece telefonum vardı.
Dikiz aynasından bana bakan abiye biraz mahçup bir şekilde,
"Abi sen burada bekle. Geri dönüşte vereceğim paranı." Dedim. Arabadan ineceğim sırada adam elini salladı.
"Bacım dur hele. Ben seni burada beklerim, para da istemez. Dikkatli ol yeter." Öyle bir duygu yoğunluğunun içindeydim ki titreyen çenemi durduramıyordum. Kafamı sallayıp taksiden indim. Etraf karanlığa bürünmüş olsa da onu görebiliyordum.
Elbisemin kolları işimi zorlaştırırken Baybars'ın beni görmediğine emin olarak ilerledim. Elbise her yere takılınca bir kaç yeri yırtılmıştı bile. Bu yüzden iyice toplayıp, kumaşı avucumun içine aldım.
Bir yandan telefonu da tutarken Hülya aradı.
"Piraye biz polislerle yola çıktık. Kapanmamış bir dosyaydı zaten. Bir kaç avukat arkadaşımla beraber işi bağladık. On beş dakikaya oradayız. Sen kayıt al."
"Tamam Hülya. Dikkat edin."
"Sende canım." Telefon kapanırken Baybars'ı gördüm. Evin etrafında dolanıp arada bir çevresine bakınıyordu. Hemen kayıt almaya başladım.
Evin önündeki bir kaç küçük adımı çıktı. Elini kapıya uzattı.
Kalbim ağzımda atıyordu. Nefes alamıyordum. Tanımasınlar birbirlerini. Başka biri olsun.
Kapı açıldı.
Nazife hanım dışarı çıktı.
"Nazife hanım?" Yutkunamadım. Bir anda her şey birer birer kaydı gözümden. Adını söylemesiyle beraber aklımdaki bir kaç ihtimal de uçup gitti. Nazife Hanım korkuyla karşısındaki adama bakarken konuştu,
"Bir şey mi oldu? Yine gelmişsin."
Kalbim bedenime ağır gelirken yere çöktüm. Elimi ağzıma kapattım. Sessiz hıçkırıklarım yüreğimi dağlarken ne yapacağımı bilemedim.
"Siz-" Polis sirenlerinin sesi duyulunca gözümden bir yaş düştü. Bu anın böyle olmaması gerekiyordu. Ben yapmıştım. Neye ağlayacaktım? Ağlanacak ne yapmıştım?
"Siktir!" Sesiyle ellerimi kulaklarıma kapattım. İstediğim oluyordu. Artık onun öldürdüğünü biliyordum. Yanlış bir şey yapmadım. Ben yanlış hiçbir şey yapmadım!
Polisler ağaçların arasından koşarak gelirken ellerindeki silahı ona doğrultmuşlardı.
"Baybars Turan, Hasan Küpçü'yü öldürmekten, insan alıkoymaktan tutuklusunuz." Bedenimi zor da olsa ayağa kaldırdım. Bileklerine kelepce takıyorlardı. Parmağındaki kurdale aradan sıyrılıp düşerken alyansı tek kaldı. Elimi göğsümün üzerine delip geçecek kadar çok bastırıyordum ama ağrı aynı kalmaya devam ediyordu.
Bacaklarımda mecal kalmazken Hülya gelip tuttu beni. Omuzlarımdan ayağa kaldırmaya çalışırken tüm ağırlığı yüreğimde taşıyordum.
Ağaçların arasından beni gördü.
Bana baktı.
Ellerindeki kelepçe hep görmek istediğim bir şeydi. Yüzündeki acı bakış ise beklenmedik.
İki polis de onun kollarına girmeden önce dudaklarını oynattı.
"Canın sağolsun."
Önce gözlerini çekti benden. Ardından sırtını döndü bana. En son yüreğini çekip aldı.
Beni dımdızlak bıraktı. Bu sefer bu ormanda, gözleri kadar koyu yeşillerin arasında bıraktı beni.
Yüreğini benden söke söke alırken, yanağındaki yaşda biz vardık.
O yaş yere, kırmızı kurdalenin yanına düştü.
Bizim için umut da, ihtimaller de buraya kadardı.
O gitti.
Bende tükendim.
...
Canlarım selamünaleyküm 🥹
Baybars ve Piraye' ye burada veda ediyoruz. Birinci kitabımız burada bitti. İkinci kitapta, iki ay sonra görüşmek üzere, sizi seviyorum. 🤍
Karakter kartlarımız sizinle🤍


| Okur Yorumları | Yorum Ekle |