
Hülya bana bir bardak su getirmek için mutfağa giderken bende eteğimi toplamış pencere kenarında dışarıyı seyrediyordum. Aklımdan geçenlere dikkat ediyordum. O olmasın diye diğer her şeyi düşünüyordum. Kaçmayı bırakmış, saklanmıştım. Bulamazdı beni.
Yengemle konuştuktan sonra Hülya gelmişti. Halimi görüp Lale yengemden izin aldığı gibi beni evine götürmüştü. Hülya kendinden üç yaş büyük olan ablası Pınar ablayla yaşıyordu bu evde. Onlarda annelerini kaybetmiş, babaları da hiç var olmamış gibi yaşayıp giden hayırsız herifin tekiydi. Terk edip gitmişti. O zamandan beri, taa biz küçükken bile hiç ayrılmazdık.
Dışarısı soğuktu. Ellerimi sıkıp kazağımın eteklerine sardım. Biraz sonra Hülya mutfaktan elinde bir bardak sıcak sahleple çıkmıştı. Sahlep'i çok severdim. Hülya da bunu bilirdi.
Oturduğum koltukta o da hemen dibime oturuvermiş elini de başına koymuş ağzımdan çıkacak bir kelimeyi bekliyordu. Sahlep'den bir yudum alıp dışarı baktım. ''Ne söyleyeyim istiyorsun Hülya?'' Üzerinde işten kalma ceketini diğer koltuğa fırlatmış, heyecanlı heyecanlı konuşuyordu. ''Piraye, sen anlatmasan da ben anlarım. Adım kadar eminim ki bu ağlaman kesinlikle Baybarsla alakalı. Neden saklıyorsun?'' Kafamı salladım.
''Değil Hülya. Onu yüzünden değil, ama onun için de değil '' Derin bir nefes verip koltukta rahatça oturdu. ''Bilemiyorum Piraye, bence Baybars'ın sana anlatmadığı şeyler var.'' Vardı zaten. Bunda garip olan neydi? Üstelik şimdi nereden çıkmıştı? Gülüp ona döndüm. ''Bana anlattığı ne var ki anlatmadığı ne olsun Hülya. Güldürme beni Allah aşkına''
Omzunu bilmem dercesine sallayıp o da benim gibi düşüncelere daldı. ''Bence git açık açık sor. Zaten koca bir yıl nasıl ağzını bıçak açmadı anlamıyorum Piraye.'' Koltukta dikleşip gözlerimi kıstım. ''Neyi sorayım Hülya? he?'' Kafasını salladı. ''Ya her şey senin sandığından daha karışıksa? Hiç düşündün mü bunu?'' Oflayıp bana baktı. ''Kabul et Piraye. Baybars'ı suçlamak senin kolayına geldi. Üstelik olayı bile tam anlamıyla bilmiyoruz! Çünkü sen bayıldın ve sonrasını hatırlamıyorsun. Mesela o adam kimdi ve neden Baybars onu vurdu. Bunları biliyor musun? Hayır. Koca bir yıl adamın yanındaydın, hiç sana bir şey yaptı mı? Yaptıysa söyle bilelim Piraye, bu bile kanıt.'' Yavaşça kafamı salladım.
''Her zaman bir yapan bin yapar diyorsun. Peki Baybars seni niye öldürmedi? Hadi onu da geçtim o akşam onu izleyenin sen olduğunu anladığı an bayıldığında da işi kolaylaşırdı. Bir el de sana sıkardı işini temiz yapardı.'' Haklıydı. Beni yanında tutmasının başka bir nedeni daha olmalıydı. Bu kadar kolay olamazdı. Kafa karışıklığıyla Hülya'ya döndüm. ''Yani sen ne demek istiyorsun?'' Dudağını büktü. ''Bilmiyorum Piraye. Soruları sora sora kafamda buralara kadar geldim. Ama ondan sonrası yok. Çünkü bundan sonrası sende. Sen bir yılı aşkın bu adamların içindesin. Senin bazı şeyleri öğrenip sorgulaman lazım, yoksa ne Baybars sana bir şey anlatır ne de etrafındaki insanlar. Onlar senin benim gibi insanlar değil Piraye, her gün adliyeye öyle insanlar, öyle dosyalar geliyor ki yaşadığın Dünya'yı unutursun. Öyle insanlar yaptıkları hatanın üzerini hemen örtecek birilerini bulurlar. Hatta öyle ki sen olayı çözene kadar arkandan senin de kuyunu kazarlar ruhun duymaz.'' Kafam iyice karışmıştı. Hülya da bunu görüyordu.
''Piraye bir düşün bakalım biz şu an niye elimiz kolumuz bağlı oturuyoruz? Çünkü kanıt yok. Öyle mükemmel ilerlemiş ki, Ölen adamın ailesi bile şikayette bulunmamış.'' Şok içinde Hülya'ya döndüm. ''Ne demek şikayet edilmemiş Hülya? Nasıl olur? Sen nereden biliyorsun?'' Bardağı bir elime alıp diğer elimle önüme gelen saçı geriye çekiştirdim. Hülya sorumu görmezden gelerek, ''Piraye peşini bırakma. Baybars'a çaktırmadan sor soruştur. Bence işin içinde farklı bir pislik var.'' Hülya, Baybars'a karşı hep sert bir tavır takınmıştı. Şimdi ne olmuştu? Elimdeki bardağı sehpaya bırakıp parmaklarımı birbirine kenetledim.
''Anlat Hülya. Bir şeyler çevirmişsin belli.'' Derin bir nefes alıp gömleğinin kollarını geriye çekti. Hülya rengini hemen belli ederken, ''Piraye, ben bir şey yaptım. Ama önce beni dinleyeceksin.'' Dedi. Sadece kafamı salladım. ''Ben bir hafta önce Büroda o günün kamera kayıtlarına ve o olayla ilgili dosyaya baktım. Hem de iznim olmamasına rağmen. Çoğu bilgiyi de böyle öğrendim. '' Şok içinde Hülya'ya baktım. ''Hülya sen ne dediğinin farkında mısın? Sen orada stajyersin! Ya birisi seni yakalasaydı?'' Aceleyle kafasını sallayıp konuşmaya çalıştı. '' Piraye dur! Sakin ol, kimse görmedi. Üstelik şu an konumuz o değil. Ben bir şey fark ettim.'' Ağzından kelimeleri cımbızla alıyordum! Kaşımı kaldırıp hadi dercesine ellerimi salladım.
''Piraye. O gece orada sadece Baybars yoktu.''
...
Anlamıyordum. Nasıl olurdu? Hadi ben bilmiyordum ama Baybars bunu nasıl fark edemezdi? Hülya her şeyi anlatınca ağzım açık kalakalmıştım koltukta. Bunu Baybars'ın bilmemesi imkansızdı. Eli kolu uzundu onun, ne yapar eder öğrenirdi. Bunu da bildiğine adım kadar emindim. Tek sorun bana söylemiyor oluşuydu. Ben koltukta tek başıma otururken birden kapı çalmaya başladı. Telaşlı ve peş peşe gelen zille yerimden kalktım. Aynı hızla Hülya'da mutfaktan çıkınca kaşlarımı çatıp ona baktım. ''Kim bu? Alacaklı gibi.'' Bilmiyorum dedim. Belki de yengemdir. ''Yengem büyük ihtimal, bir şeyler getirmiştir, ben bakarım.'' Eteğimi düzeltip dış kapıya vardım. Kapıyı açınca karşımda yengemi değil, belki de aklıma hiç gelmeyecek birini karşımda bulmuştum. Derya'yı.
Kaşlarımı çatıp ona bakınca ellerini birbirine bağlamış karşımda eğik bükük duruyordu. Kafasını kaldırıp yüzüme bakınca mahcup olduğunu gördüm. Bir elimi kapıya yaslayarak bıkkınca yüzüne baktım. ''Hayırdır Derya? En sonunda yaşadığım yere kadar buldun mu? Zahmet etmeseydin, sorsan da söylerdim.'' Yerinde rahatsızca kıpırdanıp cümlelerini toparlamaya çalıştı. Onu hiç böyle gördüğümü hatırlamıyordum. O hep çok cüretkar bir kadın olmuştu. Üstüne üstlük yakın zamanda yaptığı imaları düşünürsek arsız kelimesi de ona cuk otururdu.
''Piraye ben. Ben özür dilemeye geldim.'' Bir kaşımı kaldırıp gülümseyerek ona baktım. ''Ne için? Dur! Sen söylemeden ben söyleyeyim. Çünkü geçen sefer yaptığın şeyler evli bir insana yakışmayan şeylerdi.'' Kapıdan ayrılıp üzerine doğru bir kaç adım attım. ''Yaptığın şeyin ne olduğunu sen çok iyi biliyorsun Derya. Baybars'ı kullanarak onun üzerinden beni kışkırtmaya çalıştığını da çok iyi biliyorum. Ama yanlış piyonu oynuyorsun. Baybars bana karşı kullanabileceğin en son koz bile olamaz.'' Onu kandırmıyor veya yalan söylemiyordum. Çünkü ben Baybars'ı biraz tanıyorsam birinin lafıyla hareket edecek bir adam değildi. Hele Derya'nın kullanabileceği bir piyon hiç değildi.
Derya karşımda biraz daha küçülünce hızlı hızlı konuşmaya çalıştı. ''Evet, ben onun için çok özür dilerim. Hem sadece o da değil Piraye.'' Arkasına dönüp etrafı kolaçan etti. Onun bu hareketleri zaten gergin olan bedenimi gererken onun gibi bende arkaya baktım. ''Piraye, bugün burada olduğumu kimse bilmemeli. Özellikle Turgut veya Baybars. Anladın mı beni?'' Kaşlarımı çatıp ban yalvaran Derya'ya baktım. Ne olmuştu da süt dökmüş kediye dönmüştü? Daha fazla dışarıda konuşmamak için onu evin içine çektim. Demir kapıyı kapatıp Derya'nın kolunu tuttum. ''Bak Derya, eğer yine saçma sapan bir iş çeviriyorsan bu sefer diğerleri kadar sakin kalmam. Duydun mu? Şimdi ne diyeceksen hiçbir şey atlamadan düzgünce anlat.'' Hülya kapının girişinde durup bize bakınca sesimi ayarlayamadığımı anladım. Hülya bize yaklaşıp şüpheyle Derya'ya baktı. ''Bu o değil mi? Derya.'' Kafamı salladım. Hülya gülüp omzunu kapıya yasladı. Bende Derya'ya dönüp anlatması için hadi dedim.
''Anlatmam. O burada.'' Hülya sinirle bir adım atacakken onu durdurdum. '' Hülya benim her şeyimi bilir sen onu dert etme de dökül.'' Derya sıkıntı içinde sallanırken elleriyle çantasını sıkı sıkıya tutuyordu. Sanki söyleyeceği şeyler o kadar ağırdı ki tutunacak dal arıyordu. Ne anlatacaksa önemli olduğu belliydi.
''Piraye ben bugün bir şey öğrendim. Turgut o, o benimle başka bir nedenden dolayı evlenmiş. Sevdiği için değil. Ve nedeni de Baybars'mış'' Beynim algılamayı kesmişti. Hülya hemen arkamda durmuş Derya'ya bağırıyordu. ''Ne diyorsun sen be? Aklın alıyor mu söylediğini?'' Hülya'yı susturup Derya'nın her şeyi anlatmasına izin verdim. ''Piraye bana inan diyemiyorum. O kadar şey yaptıktan sonra da diyemem zaten. Ama lütfen, lütfen beni iyi dinle. Bak nasıl oldu bilmiyorum, biz zaten Turgut'la üniversiteden beri birlikteydik. Sonra ayrıldık ve uzun yıllar sonra birden karşıma çıktı. Hiçbir şey olmamış gibi tekrardan sevgili olduk, ondan sonrası da çorap söküğü gibi geldi zaten. Evlendik. Ben onu sevdim. Yalan yok.'' Kafasını tekrar yere eğdi. Elleriyle gözlerindeki yaşları silip dolu gözlerle bana baktı. ''Ta ki Baybars'ı görene kadar. Piraye ben. Ben Durduramadım. Baybars'ı gördüğümde kalbime hiçbir şey olmadı ama ben sonrasında aklımı kaybettim. Hiç elimde olmadan onu kıskandım, hem de Turgut'un yanında. Çok kez ikaz aldım Baybars'dan. Ama yapamadım. Özellikle sen içimize girdiğinde Baybars'ı kaybediyorum sandım. Belki ondan uzaklaşırsan bırakırsın, Baybars da senden vazgeçer sandım ama ne yaptıysam olmadı. Baybars ben ne yaparsam yapayım hep sen dedi. Ağzından başka kelime duymadım. Hatta o kadar çok adını duydum ki, adından bile nefret ettim.'' Kulaklarım Derya'nın ağlama sesiyle ağırlaşıyordu. Midem çalkalanmaya başlıyordu. Ben neyin içine düşmüştüm Allah'ım?
''Ama artık istemiyorum. Zaten Turgut'un da beni sevmediğini öğrendim. Hoş. Sevse de bir şey değişmezdi. Sadece bir vicdan azabı daha çekerdim." Hülya benden önce atılarak, ''Madem bülbül gibi şakımaya başladın söyle, Bunların Baybars'la ne ilgisi var? Ağlayıp zırlamadan anlat.'' Derya omzunu silkti. ''Bilmiyorum. Oraları duyamadım. Zaten duyar duymaz buraya koştum. Nereye gideceğimi bilemedim. Sadece evini biliyordum, orada olmadığını yengenmiş sanırım, o söyledi sonrada kendimi burada buldum. Gerçekten başka bir şey bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey varsa o da birinden, bir şeylerden şüphe duyuyorlar. Üstelik bu kim olursa olsun. Turgut'ta bir şeylerden şüphe duyduğu için evlenmiş benimle, dedim ya. Ama şüphe duydukları ne, niçin duyuyorlar bilmiyorum, yemin ederim.'' Benim aklıma bir şeyler geliyordu. Hülya'yla aynı anda birbirimize bakınca anladım. O da aynı şeye ihtimal veriyordu.
''Benim gitmem lazım. Turgut evde olmadığımı anlarsa şüphelendiği ne varsa hedef olurum. Bilmeni istediğim şey, Şüphelendikleri ne varsa o kişi ben değilim Piraye. İnan ki ben değilim.'' Kapıyı açıp hızla çıktı evden. Başka da bir kelimeye gerek kalmadı. Hülya omuzlarımdan tutup beni oturma odasına getirdi. Koltuğa oturup boş boş yerdeki halıya baktım. Ben sadece bildiğime inanmıştım. Hülya haklıydı, hiçbir şey benim sandığım gibi değildi. Bu sadece buz dağının görünen kısmıydı. Olanlar bundan çok daha fazlaydı. Hülya da hemen yanımda oturup kolumu okşadı. ''Piraye, canım bence sen benim söylediğim her şeyi unut. Bulaşma bu insanlara. Baybars değil belki ama çevresindeki biri mutlaka yaptığın bir yanlışın hıncını çıkarır senden. Bak bu kadar-'' Bir hışımla Hülya'ya döndüm. ''Ne demek bulaşma Hülya? Onlar kim? her önüne gelenin boynunu bükmeye alışmış onlar, bu yüzden küçük dağları ben yarattım havaları. Bana sökmez. Baybars'ın yaptığı şeyi bilen sadece Arkadaşları ve Orhan Bey. Onun dışında herkes bizi evlenmeye hazır bir çift sanıyor. Bu böyle olmaz, sonunda ne olursa olsun ben bildiğim yoldan dönmeyeceğim. Araştırıp gerçeği bulacağım.'' Aynı sinirle çıktım evden. Bir kaç adımda evime vardığımda yengem evden çıkıyordu, abim de daha gelmemişti. Odama çekilip çantamı yatağımın üzerine fırlattım.
Ne işler karıştırıyorsun Baybars? Üzerimde ne varsa çıkarıp kendimi banyoya atmıştım. Biraz daha düşünürsem alev alacaktım. Kesin kararlıydım, akşam kesinlikle yemeğe katılacaktım. Aile bireylerinin çok sevinmeyeceği aşikardı ama en azından Süheyl Hanım vardı. Üstelik Pusat Bey'in de bakışları beni yermiyor ya da kendimi küçük hissetmiyordum. Daha çok, çocuklarının öne çıkmasını isteyen bir adamdı. Bu yüzdendir ki Baybars'a böyle davranıyordu.
Hiç acele etmeden banyomu yaptım ve zaten akşama az kaldığını fark ettim. Banyodan çıkıp üzerime bornozumu geçirmiştim ki kapı çaldı. Abim bu saatte gelmezdi. Yengem olduğunu bilerek yine de temkinli davranıp kapıyı açtım. ''Piraye? Naber kuzu? Hülya'nın yanında değil miydin sen? Çabuk dönmüşsün. Abin de bugün mesaiye kalacakmış. Beni beklemeyin yemeğinizi yiyin dedi. Eve gelince de seninle bir şey konuşacakmış.'' Eve giren yengemin arkasından ilerledim. ''Ne konuşacakmış yenge? Söyledi mi abim?'' Elindeki poşetleri mutfak tezgahına çıkarıp bir yandan da benimle konuştu. ''Yok söylemedi. Sadece önemli dedi.'' Kafamı salladım. Yengem eşyaları yerleştirdikten sonra mutfaktan çıkıp oturma odasına geçince kapının girişinden ona baktım. ''Yenge, ben Baybars'ın ailesiyle yemeğe katılacağım. Ama tek başıma yiyemem dersen gitmem. Biliyorsun çok da katılmak istediğim söylenemez.'' Lale yengemin adeta gözleri parlamıştı. Oturduğu koltuktan kalkıp heyecanla yanıma geldi. ''Piraye sen ilk defa kendi isteğinle mi gidiyorsun yoksa ben mi yanlış anladım?'' Yengemin lafına gülüp kafamı salladım. ''Allah Allah. Normalde ayaklarını sürüyerek giderdin. Ne oldu böyle, heyecanlı gibisin. Yoksa bu heyecan Baybars'la mı alakalı?'' Yengem her ne kadar başka bir şeyden bahsediyor olsa da evet. Heyecanımın sebebi tabi ki de Baybars'tı. Sonuçta gerçeğe bir adım daha atacaktım Baybars sayesinde. En nihayetinde heyecanlı olmam gerekirdi. Yengem giysi işini bana bırakmamış kendisi geçmişti gardırobun başına. Sandığı kadar önemli olmadığını söylesem de beni dinlemeden tüm kıyafetleri değerlendirdi. Geçen zamandan sonra havayı da göz önüne aldığımızda haki yeşili triko elbisede karar kılmıştık. Elbiseyi giyinip geldiğimde yengemin ıslığıyla gülüp kolunu tuttum. ''Bana diyene bak. Benden sadece bir yaş büyük olduğunu unutmuş gibisin. Hoşuna gidiyor diye yenge diyorum." Gülüp sarı saçlarını geriye attı. Gülüşüp uzun zamandır yerimde olmayan neşemi bulmuştum. Bunlar bahaneydi, yengemle konuşmayı seviyordum. Elbisenin yakası v yaka olduğu için boynumu doldurması için küçük bir fular takmıştım. Kahverengi saçlarımı kurutup bir kaç tutamını maşadan geçirip bırakmıştım. Zaten fark edilmeyecek, bozulacaktı. Yıprattığıma ya da uğraştığıma değmeyecekti. Bu yüzden makyajımı da yalandan şöyle bir yapıp bırakmıştım. Vakit gelince Baybars aramış geleceğini söyleyip kapatmıştı. Bir anlığına iki büklüm olmuştum. Şöminenin başında söylediği şeyler aklımdan gitmiyordu. Nefesimin azaldığını hissedince camı açıp derin derin nefesler almaya başladım. Ben yanlış bir şey yapmamıştım. Kimseye olması gerekenden fazla ya da az davranmamıştım. Bu yüzden sakin olmalı ve bu akşamı düzgünce bitirip elimde bilgilerle dönmeliydim. Odak noktam bu olmalıydı. Toparlanıp telefonumu ve ne olur olmaz diye anahtarımı da alıp çantama tıkıştırdım. Siyah kabanımı ve Topuklu siyah çizmelerimi giyinip oturma odasındaki yengeme seslendim. ''Yenge, ben çıkıyorum. Baybars gelecekmiş.''
''Tamam Piraye. Dikkat et kendine kuzum Allah'a emanet ol'' Bende onu Allah'a emanet edip çıktım evden. Merdivenleri tırmanıp yola çıktığım da Baybars her zamanki gibi önce gelmiş, arabanın dışında bekliyordu. Geldiğimi görünce ağzındaki dumanı dışarı üfleyip, dudakları arasındaki izmariti kafasına göre çıkardığı sargılı eline aldı ve yere attı. Ayakkabısının ucuyla ezip arabaya binince bende yolcu koltuğuna oturup sessizliğe dahil oldum. Sessiz bir yolculuk olacağı çok belliydi. Çünkü konuşulacak ne varsa birbirimizin ağzına tıkamıştık. İyi olmuştu.
Bir saatin sonunda büyük evin önünde durduk. Arabadan iner inmez birisi gelip arabayı almıştı. Baybars ellerini ceplerine sokarken yanımıza gelen adama baktı. ''Baybars bey, hoş geldiniz. Herkes sizi büyük salonda bekliyor, eşlik etmemde bir sakı-'' Baybars elini adamın omzuna koymuş ilerlemeye başlamıştı bile. Bu adamı buraya geldiğim bir kaç sefer görmüştüm. Baybars'ı takip edeceğim diye hızlı yürüyordum. En sonunda biraz daha yavaşlayınca, hatta yanıma kadar gelince yüzüne baktım ama o önüne bakıp yürümeye devam etti. Kapıdaki bir kişiye kabanlarımızı verip ışıl ışıl olan salona adımladık. Bu evin atmosferi hiç değişmiyordu, er ne kadar ışıl ışıl da olsa, büyük de olsa evin içindeki kasveti kimse göz ardı edemezdi. İçeriden gelen sesler kısılırken çıkan tek şey ortama çığ gibi düşen Baybars'ın ve benim ayakkabılarımızın sesiydi. Köşeyi dönmeden yüzüme bakıp elini uzattı. Aynı hızla yürümeyi hiç kesmeden elini tuttum. İlk kez yaptığımız bir gösteriş değildi. Bu yüzden takılmadan ilerlemeye devam ettim.
Ama bu sefer elimi çevirdi, uzun parmaklarını parmaklarımın arasından geçirip ellerimizi kenetledi. Ona ters ters bakıp önüme döndüm. Bunu yapmazdı. Sadece kısa bir an elimi parmaklarımdan tutar, ortama girince de bırakırdı. Gözlerimi devirip diğer elimdeki küçük çantanın sapına tırnaklarımı geçirdim. Geriliyordum. Bir yılı aşkın süredir ortamlarına girsem de bu insanlar beni geriyordu. Ve bu sebepsiz değildi, bu insanlar kendi kendilerini bile geriyorlardı.
Büyük salona girince herkesin dikkatini artık üzerimizdeydi. Süheyl Hanım ellerimize bakıp gülerken diğerleri nemrut suratlarını bozmadan bize bakıyorlardı. Baybars elimi sıkıp gevşetti. Sakindim. Bir kaç merdiveni de aynı anda inip yanlarına varmıştık. Orhan Bey kalkıp yanımıza gelirken herkes film izler gibi bizi izliyordu.
''Gelmezsin sanıyordum. Beni şaşırttın.'' Baybars gülüp bir elini cebinden çıkardı. sargıları hafif kanamıştı. Gözlerimi ellerinden çekip bizi izleyenlere çevirdim. Bir gülen, tebessüm eden olmaz mıydı? Hepsi aynı surat ifadesini takınmış Baybars ve Orhan Bey'i izliyordu.
''Trafik vardı. Biraz da yavaş sürdüm, yalan yok. Belki buradan bir kaç kişi gider diye düşündüm ama nasip.'' Baybars'ın ima ettiği kişiler küçümser bir gülüş sunarken o beni belimden çok hafif çekip Orhan Bey'in önünden geçirdi ve masada ortalarda boş olan sandalyeyi çekip oturmam için bekledi. Oturup kimseye bakmadım. Beni bilerek Süheyl Hanım'ın yanına oturtmuştu. Kendisi de hemen yanıma oturup ortamı daha çok gerdi. ''Ne o? Sanki görende arkamdan kuyumu kazıyorsunuz sanacak. Yemek yemek için toplanmadık mı? Yiyelim. Neyi bekliyorsunuz?'' Orhan Bey yanındaki yardımcılardan birine yemekleri getirmesini söylerken Baybars gayet sakindi. Orhan Bey'in bakışları beni bulunca soğuk soğuk terlediğimi hissettim. Buradaki herkes beni boğuyordu.
Ellerini masaya koyup ''Ee Piraye, Sen nasılsın? Uzun zamandır göremedik seni. Torunum hasta olduğunu söyledi. Şimdi daha iyi misin?'' Ufak yutkunup sırtımı dikleştirdim.
''Daha iyiyim Orhan Bey, teşekkür ederim. Siz nasılsınız?'' Gülüp, hafif çıkmış sakallarını sıvazladı. Orhan Bey'den gram haz etmezdim. Üstelik bu olayları bilen tek kişi olması delilleri yok edenin o olduğu ihtimalini de güçlendiriyordu. Benim gözümde şu an hiç kimsenin Baybars'tan farkı yoktu. Bu masada herkes katil veya onun yandakçısı olabilirdi. Bundan başka bir konuşma geçmedi. Herkes yemeğini yerken Baybars sadece kafasını eğmiş, önüne gelen yemeklerden de bir lokma almamıştı. Hoş, benimde pek iştahım yoktu ama herkes bakarken bir iki çatal almıştım. Baybars'ın diğer amcası, Halil Bey'in çocukları müsaade isteyip gidince sadece Pusat Bey'in ailesi, Süheyl Hanım ve eşi Cahit Bey, bir de Baybars'la biz kalmıştık. Baybars'ın diğer amcası Halil Bey'di. Ama nedendir bilmiyorum yıllardır ailesini de çocuklarını da Orhan Beyden uzak tuttuğunu ve sakin bir hayat yaşadığını biliyordum. Araya Süheyl Hanım'ın hatırı girince Halil Bey sadece çocuklarını gönderiyordu. Zaten çocukları da çok nadir katılırdı yemeğe. Genelde bu insanlarla yemek yiyorduk. Yani dışarıdan göründüğü gibi değildi hiçbir şey.
Kalabalık olan masa bir anda boşalınca kendimi daha da güvensiz hissettim. Çok değil Baybars'ın bir kaç kuzeniyle yine çok olmasa da anlaşırdım. Bunlardan biri de Halil Bey'in en küçük kızı İpek'ti. Şimdi sadece bir kaç kişi kalınca ve bu bir kaç kişi beni geren insanlardan oluşunca avuçlarım terlemişti. Önümüzdeki yemekleri almak için içeri giren bir kaç kişinin ardından Orhan Bey boğazını temizleyip ''Evlenince buraya taşınırsınız diye düşündüm, sonuçta baban da bunu isterdi. Kaldı ki annen de isterdi. İkinizi daha fazla görsek iyi olur.'' Anlaşılmıştı. Orhan Bey'in derdi farklıydı. Ortam alışkın olduğu sessizliğe bürünürken Baybars'ın gülüşüyle herkes ona dönmüştü. Sinirleniyordu. Bunu görebiliyordum. Sadece saklamaya ve bir açık vermemeye çalışıyordu.
''Burada olmayan insanlar hakkında fazla net konuşuyorsun. Üstelik buraya taşınmak ve en önemlisi Eşimi buraya getirecek kadar yeterli bir neden göremiyorum. Bana yeterli bir neden verebilirsen söz, taşınacağım.'' Bardağı da alıp sandalyede arkasına yaslandı ve yanındaki Orhan Bey'i dinlemek için tüm dikkatini ona verdi. O kadar emindi ki yeterli şeyler söyleyemeyeceğine, o yüzdendi bu rahat tavrı. Pusat Bey geldiğimizden beri sessiz ve sakinliğini bozmuş elindeki çatalı hızla masaya fırlatıp ayağa kalkmıştı.
''Sözlerine dikkat et Baybars! Kiminle konuştuğunun farkına var yoksa ben seni kendine getiririm.'' Asya Hanım eşinin oturmasın için çabalarken Baybars'ta ayağa kalktı. İşler karışacaktı ve bu sefer birinden birini tutamayacaktık. Süheyl Hanım korkuyla ikisine bakarken ondan aşağı kalır yanım yoktu.
Baybars amcasına tezat, sakince elindeki bardağı masaya bırakıp, ''Sen, abinin oğluyla uğraşmayı bırakıp kendi çocuklarınla ilgilen amca. Benim kadar onları takip ediyor olsaydın oğlunu kumar masalarından, kızını da karakollardan toplamazdık. Ona bile burnunu kıvırdın. Gururundan çocuklarını almaya bile gitmedin.'' Biraz eğilip Pusat Bey'in masaya fırlattığı çatalı eline aldı. O kadar rengini belli etmiyordu ki, yüzü sakin görünse bile gözleri ele veriyordu tüm sinirini.
''Sen şimdi otur kendi arkanı topla, sonra zamanın kalırsa benimkine de yardım edersin.'' Çatalı masaya düzgünce bırakıp Orhan Bey'e baktı. ''Direkt tatlıya mı geçsek, ne dersiniz?'' Kimseden ses çıkmazken Pusat bey, Baybars'tan yediği lafı sindirememişti. Ayağa kalkıp renkten renge girerken salondan çıktığı gibi bahçeye gitti. Çocukları oralı bile olmazken, Asya Hanım kalkıp eşinin peşinden bahçeye çıktı. Baybars tekrar yerine otururken tatlılar geldi. Herkesin neşesi kaçarken yanımda oturan adamın umurunda değildi. Kendimi sıkmaktan terlemiştim, elimi boynuma götürüp fuları biraz gevşettim.
Tepsinin üzerindeki tatlılardan bir tane alıp önüme bırakmasıyla hafifçe ona döndüm. Rahatını hiç bozmuyordu. Üstelik sakin bir an yoktu ki Süheyl Hanım'a bazı şeyler sorayım. Bunun içinde stres yapıyordum. Yine herkes sessizlik içinde tatlılarını yerken Süheyl Hanım'ın eşi Cahit Bey ve Orhan Bey iş hakkında konuşmak için pencere önündeki koltuklara gidip oturdular. Baybars, Ayhan ve Doğan da ön bahçeye çıkmışlardı. Masa toplanırken Ceren, Süheyl Hanım ve bende Odanın diğer ucundaki koltuklarda oturuyorduk. Ceren Fransa da okuyordu ama her aile yemeğine mutlaka katılırdı. Kendi isteğiyle olmadığı çok belli olsa da beni ilgilendirmezdi. Onu da Pusat Bey'in zorladığına adım kadar emindim. Ceren kötü bir insan değildi, İpekle ne sıklıkla konuşuyorsam Cerenle de aynı şekilde konuşuyordum. Zaten anlaşabildiğim sayılı insanlar varken İpek ve Ceren onlardan biriydi. Bir diğeri de Süheyl Hanımdı o kadar.
Mutfaktan rica ettiğimiz kahvelerimiz gelince birer yudum alıp sohbete başlamıştık. Aradığım fırsat buydu ama Ceren varken üstü kapalı ne sorabileceğimi bilemiyordum.
''Piraye? Ceren sana sesleniyor canım, dalgın gibisin?'' Ceren de bana bakıp ''İyi misin Piraye? Solgun görünüyorsun'' deyince toparlanıp gülümsedim. Sakin olmalıydım yoksa sormam gereken şeyleri de unutacaktım.
''İyiyim tabii. Benim bünyem zayıf, malumunuz havalarda soğudu. Vücudum kırgın o kadar.'' Süheyl Hanım gülümseyip kahvesinden bir yudum alıp masaya bıraktı fincanını.
''Sen ne demiştin Ceren? Kusura bakma duyamadım.'' Elini sallayıp koltukta biraz dikleşti. ''Önemli değildi aslında. Sadece Baybars'la nasıl tanıştığınızı merak etmiştim. Sadece bir yıl gittim Fransa'ya ama neler değişmiş neler.'' Süheyl Hanım ve Ceren gülerken ben yutkundum. Evet, neler değişmişti neler.
Kendimi gülmek için zorlayıp elimi yakan kahveye daha sıkı sarıldım. ''Aslında öyle aman aman bir tanışma olmadı. Beni gördüğünü ve tanışmak istediğini söyledi, bende şans verince kendimi onunla sözlü buldum.'' Ceren suratını asmıştı. Onun tatmin olacağı bir cevap verememiştim anlaşılan. Ne yazık ki gerçeği anlatsam da memnun olmazdı. Üstelik kimseyi memnun edecek bir pozisyonda oturmuyordum. Ceren koyu sarı saçlarını geriye atıp boynundaki kolyeyi düzeltti.
''Ya böyle olmaz ama ya! Kesin başka bir şeyler var ama sen anlatmıyorsun. Ne olacak ya şurada biz bizeyiz.'' Zaten sorun da oradaydı Ceren, biz bizeydik. Gözlerimi devirmemek için çaba sarf ederken odanın sürgülü pencerelerinden biri açıldı ve Baybars'la diğerleri içeri girdi. Üçü de bize doğru yaklaşırken Baybars'ın bu kadar dikkatli bakması gözlerimi kaçırmama neden olmuştu. Tam hepsi yanımızdan geçip gidecekken Ceren duramamış, dikkati üzerimize çekmişti.
''Baybars, ya kuzen, şu sözlün bize hiç bir şey anlatmıyor.'' Kaşları çatılırken ben yerimde rahatsızca kıpırdandım. Süheyl Hanım çaktırmadan aramızdan sıyrılıp eşinin yanına giderken Baybars gelip Süheyl Hanım'ın kalktığı yere oturmuştu. Bacak bacak üstüne atıp ellerini de birbirine kenetleyip dizinin üzerine bırakmıştı. Şimdi tam karşımdaydı.
''Ne gibi?'' Ceren de iki abisini yanına çekerken Ayhan onu kolunun altına aldı. ''Nasıl tanıştığınızı sordum ama sadece bir kaç şey söyleyip geçiştirdi. Ağzından kelimeleri cımbızla alıyoruz valla.'' Baybars kafasını çevirip bana baktı. ''Çok tesadüf oldu aslında. Zaten bir birimizi bir kaç kere öylesine görmüştük. En sonunda Piraye hiç beklemediğim bir anda ortaya çıkınca, bana bir şans verip veremeyeceğini sordum'' Gözlerimin içine baka baka anlatması sırtımdan bir titremeye neden oldu. Su gibi yalan söylüyordu. Bünye alışkındı tabii.
''Piraye de şans verince aileler tanıştı. Biz onun öncesinde sözlenmiştik zaten. Merakın gitti mi?'' Son sözlerini Cerene bakıp söylemişti. Ceren dudağını büzüp
''Ya iyi de zaten Piraye de aynı şeyleri söyledi. Kendin gibi tanışman da sıkıcı olmuş. Neyse ki Piraye sıkılmışa benzemiyor.'' Gülmek istemediğim için kahvemden içtim. Sıkılmamıştım, bezmiştim çünkü. Zaten Süheyl Hanım da ortalıklarda görünmüyordu. Ellerim resmen bomboştu. Onlar konuşmaya devam ederken ara sıra bana sorulan şeyleri cevaplayıp tekrardan sessizliğe gömülüyordum. Ama tüm bu süre zarfında Baybars'ın bakışları benim üzerimdeydi. Her hareketimi dikkatle inceliyor, başka bir yöne de bakmıyordu. En sonunda kalkmaya karar vermiştik. Neyse ki bugünü öyle fazla bir zararla atlatmamıştık. Lavaboya gitmek için izin isteyip aralarından kalktım.
Merdivenlerden çıkıp üst kata geldiğimde gözlerim etrafı inceledi. Orhan Bey rahatına düşkün bir insandı. Sadece kızıyla ve damadıyla yaşamasına rağmen ev içinde dört aileyi rahatça barındırabilirdi. Her torununun odası vardı. Baybars hariç. Nedenini bende bilmiyordum. Sorularıma buradan başlayabilirdim. Lavaboyu bulup işlerimi hallettikten sonra aynadan üstümü başımı düzelttim. Hülya'yı aramam lazımdı.
Kapıyı kontrol ettikten sonra telefonumdan Hülya'nın ismine tıklayıp kulağıma götürdüm. Bir kaç çalışta açılan telefonla hemen konuşmaya başladım. Zaman kaybedemezdim. ''Hülya, ben onların evindeyim. Şimdi merak ettiğim çok fazla şey var ama nereden başlayacağımı bilmiyorum. Üstelik gitmek üzereyiz ama ben Süheyl Hanım'ı bulamıyorum.'' Hülya beni durdurup ''Piraye önce sakin ol. Sadece şu an öğrenmemiz gerekenleri sor. Mesela Baybars'ın hastalığının ne olduğunu ve onu tetikleyen şeyin ne olduğunu sor. Şimdilik bununla yetinelim.'' Haklıydı. Şimdilik en çok merak ettiğim şey buydu.
''Peki ben Süheyl Hanım'ı bulamazsam ne olacak?''
''Bir şey olmayacak, en fazla sonrası için bir görüşme ayarlarsın olur biter. Öyle alış veriş için dersin sonrada bir yere oturur konuşturursun.'' Hülya'yla bir kaç şey daha konuşup telefonu çantama bıraktım. Lavabodan çıkıp uzun koridor boyunca hızlı adımlarla yürüdüm. Köşeyi dönerken biriyle çarpışmamla çantamı yere düşürmem bir olmuştu. ''Piraye iyi misin canım?'' Süheyl Hanım.
Suratına bakıp kafamı salladım sadece. Ben kadını ararken o beni bulmuştu. Gülümseyip çantamı aldım ve ayağa kalkıp karşısında durdum. ''İyiyim Süheyl Hanım. Benim hatam, hızlı yürüyordum.'' Süheyl Hanım kolumu sıvazlayıp yanımdan geçerken öylece gitmesine izin veremezdim. arkasını dönmüş giderken seslendim.
''Süheyl Hanım, izin verirseniz bir şey sorabilir miyim?'' Kuşkuyla ona bakarken arkasını döndü. ''Sor tabii Piraye." bir kaç adımda yanına gidip çantamı iki elimle sıkı sıkı tuttum.
''O gün sormaya pek vaktim olmadı lakin aklımı kurcalayan bir şey var. Baybars o gün neden öyle kötü oldu? Ve neden benden başka herkes bu durumu biliyor?'' Süheyl Hanım ilk başta afallarken, sonrasında zaten bu soruyu bekliyormuş gibi keyifsizce güldü. ''Bu soruyu sormakta çok haklısın. Ama Baybars aşağı da seni bekliyor. Biliyorsun burada kalmayı pek sevmiyor, zaten bu gün de sen geldiğin için geldi. Sana söz veriyorum bu sorunu yanıtsız bırakmayacağım. İstersen yarın buluşalım ve oturup konuşalım, Ne dersin?'' Bu kadar çabuk olmasını beklemiyordum. Pek tabii kafamı sallayıp Süheyl Hanım'ı ardımda bırakarak aşağı indim. Anlaşılan ortam yine gerilmişti. Aşağıdan bir ton gürültü geliyordu. Pusat Bey yine burnundan solurken Baybars'ın ellerinin boğumları bembeyaz olmuştu. Hemen Baybars'ın yanına gelip dibinde durdum. Asya Hanım kızgınlıkla bana dönüp parmağını salladı.
''Kırk yılın başı geliyorsunuz ama ne huzur bırakıyorsunuz ne de tat. Her ne olursa olsun o senin amcan. Onunla nasıl böyle konuşursun?'' Bu sefer bende hedefteydim. Baybars bir adım atmışken ondan önce davranıp elimi göğsüne koydum. Olayın daha da büyümesini hiç istemiyordum. Ama anlaşılan Asya Hanım durmak istemiyordu. Pusat Bey de eşinin yanında durmuş ikisi birden Baybars'a saldırıyordu.
''Üstelik sen kimsin ki? Senin dedene bile saygın yok. Bende kalkmış amcana saygılı ol diyorum. Aynı baban gibisin, Agâh'da aynı böyleydi. Ne kardeşine ne de babasına hiç saygısı olmayan bir adamdı.'' Baybars'ın kendini çok zor tuttuğunu biliyordum. Elimin altındaki göğsü yırtılacak gibiydi. Sık nefesler almaktan esmer teni kızarmıştı. Asya Hanım laflarını söylemekten geri durmazken Orhan Bey elini alnına koymuş sıvazlıyor, Pusat Bey ise eşinin hemen yanında tüm kinini yüzüne almış duruyordu.
''Aynı baban gibi bir adam olup çıkmışsın. Yazık, olan bu kıza olacak. O da ancak annen gibi ölünce rahata erecek!'' Baybars'ta tüm kayışlar kopmuş, gözü dönmüştü. O kadar hızlı hareket etti ki kafamı çevirene kadar eline alıp yere savurduğu büyükçe vazo saniyeler içinde tuzla buz olmuştu. Koluna yapışıp topukluların izin verdiği kadar çektim onu. Salondaki herkesin yüzündeki korku apaçık belliydi. Baybars'ı yanıma çekip hızlı hızlı konuştum.
''Asya hanım, Kırk yılın başı geldiğimiz doğru. Kaldı ki kırk yılın başı gelmemize rağmen ne Pusat Bey, ne de buradaki bir başkası nefretini göstermekten geri durmuyor. Ailesini kaybetmiş birine karşı fazla cüretkar konuşuyorsunuz. Üstelik bu sadece Baybars'ın değil sizin de kaybınız. Hem hepiniz Baybars'tan şikayet ediyorsunuz sonra da dönüp neden gelmiyor diyorsunuz. Bu yaptıklarınızdan sonra çok afedersiniz, iti bağlasanız durmaz şu evde.'' Söylediklerime ben bile şaşırırken evdeki herkes susmuştu. Kimseden çıt çıkmıyordu. Hep sessiz olan benden böyle bir çıkış beklemiyorlardı. Hoş bende beklemiyordum.
En sonunda Baybars elimden tutup beni dışarı çıkarırken kabanlarımızı da almış, gelen arabaya hızlıca binmiştik. Hiç bu kadar sinirlendiğimi hatırlamıyordum. Ailesini kaybetmiş birine böyle konuşulduğu nerede görülmüştü? Araba o kadar sessizdi ki bunu bozmak istemedim. Zaten onun söyleyecek bir şeyi yoksa bende susacaktım.
Çok gitmemiştik ki araba durunca kafamı camdan dışarı çevirip deniz kenarında olduğumuzu fark ettim. Ona dönmek için hareketlenmişken çoktan kemerini açıp dışarı çıktı. Hızlıca kemerimi açıp bende dışarı çıktım. İndiğim saniye yüzüme vuran deniz havası içimizdeki kasvete o kadar uymuyordu ki üşüdüm.
Ellerimi kabanımın ceplerine sokup onu takip ettim. Hemen ileride ufak bir arabada dürüm satılıyordu. Baybars'ın oraya gittiğini fark edince peşine takıldım. Arada kafasını çevirip gelip gelmediğimi kontrol ediyordu. Sanki burada nereye gideceksem. Sahil boyunca konumlandırılmış ufak renkli sandalye ve masalara bakınca gülümsedim. Uzun zamandır deniz havası almıyordum. Malum, zaman denilen şey bende yoktu. Baybars ufak sandalyeye sığmaya çalışıp oturunca biraz beklesem de kabanımın eteklerine iyice sarınıp bende karşısındaki sandalyeye oturup etrafı izledim.
''Şemsi Ustam, bize iki dürüm iki ayran.'' Dönüp ona baktım. ''Buraya çok sık geliyorsun herhalde?'' Kafasını sallayıp yanımıza gelen adamdan dürümleri ve ayranları aldı. Dürümü önce benim önüme bırakıp yüzüme baktı. ''Ye bakalım, beğenecek misin?'' Gerçekten şu an bunu mu konuşacaktık? Üzerinde durmadan dürümün kesesini ufaktan açıp bir ısırık aldım. Gayet güzeldi. Bana dikkatle bakan adama ağzım dolu olduğu için cevap veremedim. Onun yerime elimle güzel işareti yapıp ayranımı içtim. Cevaptan memnun kalmış olacak ki dürümünü yemeye başladı. Sessizce dürümlerimizi yiyip ayranlarımızı içtikten sonra Baybars ayağa kalkıp Şemsi Usta'nın yanına gitti. Bazen bu adamın bir insanı öldürdüğünü unutuyordum. Bu da beni korkutuyordu. Hem de deli gibi. Unuttuğum an kendime lanetler ediyordum. Bir kaç dakika sonra yanıma gelince etrafına bakınıp ellerini ceplerine soktu.
''Hadi, seni evine bırakayım. Karun endişelenmesin.'' Önden önden yürürken arkasından seslendim. ''Ben yürümek istiyorum.'' Baybars bana dönerken yüzünde öyle bir ifade vardı ki gülmemek için kendimi tutmak zorunda kaldım. "Şimdi nereden çıktı? Başka zaman beni hemen evime götür dersin?"
"Malum, uzun zamandır gelemiyorum, gelmişken de yürümek istedim. Sana gel demiyorum zaten ben kendim yürüyeceğim. Sen git ben eve geçerim." Aslında gelmemesi iyi olurdu ama biraz konuşsun, açık versin istiyordum. O bunu bilmediği sürece devam ettirecektim. Bir şey demesine müsaade etmeden sahile indim ve denize yakın kumlarda yürümeye başladım. Arkamdan gelip gelmediğini bilmesem de sakince yürümeye devam ettim.
Ama geldi. Dakikalarca ben önde, o da hemen ardımda yürüdük. Yürüyorduk ama sonu neresiydi bu sahilin? Vaktimiz daralıyordu... Onun bir şeyler söylemesini bekledim ama yaptığı tek şey benimle yürümek oldu. Tek bir kelime dahi etmiyordu, zaten kendi hakkında konuştuğunu da pek göremezdiniz.
Yürüdük, yürüdük ve yürüdük... Ta ki arkamı dönüp bana bakan adama gözlerimi dikinceye kadar ''Gidelim artık. Yeter bu kadar.'' Başıyla onaylarken önden geçmem için bekledi. Önünden geçip geldiğimiz yeri geri dönerken de hiç konuşmadık. Ondan önce arabanın yanına geldiğimde de arabanın kilidini açıp binmem için eliyle işaret yaptı. Bekleyemezdim zaten dışarısı çok soğuktu. Hemen arabaya binip koltuğa sindim ve kabanıma sıkı sıkı sarıldım. Baybars arabaya binmek yerine Şemsi Usta'nın yanına gidip bir şeyler söyledi ve ardından tokalaşıp arabanın yanına gelip bindi.
Buradan da eve gidinceye kadar kafamı pencereye dayayıp akıp giden yolu izledim. Baybars bindiği andan itibaren klimanın sıcak tarafını açıp ikisini de bana doğru çevirdi. O bunları yaparken ben onu göz ucuyla izliyordum. Uyuduğumu sanıyordu büyük ihtimal. Zaten az sonra, sıcak ve yorgunluk göz kapaklarıma çökmüş ister istemez uyuya kalmıştım. Eve ne zaman geldik bilmiyorum ama kalktığımda Baybars önüne dönmüş boş yolu izliyordu. Hemen toparlanıp üzerime örtülmüş atkımı da alıp fularımın olmasını umursamadan onu da boynuma dolamıştım.
''Ne zaman geldik? Niye uyandırmadın?'' diye sitem edip emniyet kemerini çıkardım. ''Şimdi geldik zaten. Hemen uyandın.'' Kafamı sallayıp arabadan inmek için hareketlendim ama Baybars'ın konuşmasıyla durdum. ''Saçın, güzel olmuş'' Elim ister istemez saçlarıma giderken şaşkındım. O benimle ilgili bir şeyi mi fark etmişti?
O bana bakmazken bende daha fazla orada durmadım ve hiçbir şey demeden arabadan indim. Bahçeye doğru merdivenlerden inerken saçlarımı atkımla kapattım. Hava daha da soğumuştu. Kış neredeyse bitmişti ama soğuk hâlâ devam ediyordu. Evin kapısına ulaştığım an araba sesi geldi. Gitmişti. Hem de bu sefer, birden fazla soru işareti bırakarak.
...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |