19. Bölüm

17.bölüm

Manjima Manjima
manjima068

Test kitaplarımı kaldırdıktan hemen sonra yatağa girdim. Ben çok zeki bir insan olmadığım için beynim kafamın içinde dans ediyor gibi hissediyordum. Işıkları kapatmaya üşendiğim için yorganı kafama çekip uyumaya çalıştım, ancak bu zordu. Ares gideli iki gün oluyordu ve ben onsuz yatmaktan huzursuzlanıyordum. Ve tabii bunun ceremesini de evde en samimi olduğum kişi çekiyordu, yani Fatih.

 

Bir sağa bir sola dönerken telefonumdan gelen bildirim sesi ile yorganı kafamdan çekip telefonuma uzandım. Ares'ten mesaj geldiğini görür görmez yerimden doğrulup oturur pozisyona geldim.

 

İblisin oğlu: uyanık mısın?

 

Ben: hayır.

 

İblisin oğlu: Neden?

 

Ben: Canım öyle istiyor?

 

İblisin oğlu: benim canımda seni... ama maalesef ulaşamıyorum.

 

Ben: kendi işinin sahibisin Ares Şahkar, istersen gelebilirsin değil mi?

 

İblisin oğlu: maalesef güzelim o işler öyle olmuyor.

 

İblisin oğlu: seni özlüyorum...

 

Ben: ben olsam, ben de kendimi özlerim. Yani seni anlayabiliyorum.

 

İblisin oğlu: odun yanında halt etmiş Ahter.

 

Ben: ama sen, beni her halimle seviyorsun değil mi?

 

İblisin oğlu: yok, o kadar da değil.

 

Ekrana bakarken tek kaşım havalanmış ve her ne kadar Ares görmese dahi 'öyle mi?' Bakışlarıma kuşandım.

 

Ben: İblisin oğlu, sen hayırdır?

 

Görüldü

 

Ben: Ares?

 

Görüldü

 

Ben: engelliyorum.

 

Parmağım engelleme tuşuna basmadan ekran değişti ve 'iblisin oğlu arıyor...' yazısı ile karşılaştım. Hiç duraksamadan kapat tuşuna bastım. Ares tekrar ve tekrar aradığında her seferinde kapattım. Kaçıncı olduğunu sayamadığım aramayı kapatmak yerine açtığım an Ares'in sesi duyuldu "kuduz karı, şakaya da mı gele-" daha fazla dinlemeyip kapattım. Ares'in kızaran yüzünü hayal edip çirkefçe kahkaha attım.

 

Onu her ne kadar özlesem dahi, Zeynep bana cevap vermemeye devam ettiği için hâlâ içimde öfke vardı. Arkadaşımı da anlamıyordum ki, benim ile konuşsa sorun her neyse çözebilirdik ama o görüldü atmayı tercih ediyordu. Sanki artık benim ile arkadaş olmak istemiyor gibiydi.

 

Elimdeki telefondan tekrar ses gelince düşüncelerimden kurtulup ekrana baktım.

 

İblisin oğlu: cidden mi?

 

Ben: cidden.

 

İblisin oğlu: özür dilerim, şakaya gelemediğin için.

 

Ben: kabul edeyim bari.

 

Ben: neden uyanıksın bu saatte?

 

İblisin oğlu: saat 23.47 geçiyor. Çokta geç değil, değil mi?

 

Ben: benim geç değil, senin için geç. Karından uzakta kalıyorsun ve buna rağmen geceye kadar uyanık mı kalıyorsun? Çok ayıp Ares ağa'm, sizin gibi bir adama hiç yakıştıramadım.

 

İblisin oğlu: anlamadım, uyanık kalmamalı mıyım yani?

 

Ben: tabiiki de uyanık kalmamalısın. Ne kadar çok uyanık kalırsan, o kadar tehlike demektir.

Git zıbar ve rüyanda beni gör. Sadece beni.

 

İblisin oğlu: anlıyorum... ama ben seninle konuşmak istiyordum.

 

Ben: çok istiyorsan eve erken dön.

 

İblisin oğlu yazıyor...

 

Ben: iyi benli uykulaarrr... baybaaayyyy...

 

İblisin oğlu çevrimiçi

 

İblisin oğlu yazıyor...

 

İblisin oğlu: peki, dediğin gibi olsun erken gelmeye çalışırım. Sana da iyi benli uykular...

 

.

.

.

 

Siyah diz altı elbisemi son kez düzeltip odamdan çıktım. Merdivenlerden indiğim süre boyunca genellikle karşılaştığım ancak şu an görünmeyen Fatih'in benden önce inmiş olabileceğini düşünüp omzumu silktim.

 

Salona girer girmez gözüme ilişen kayınvalideme hayırlı sabahlar diledim o da bana aynen karşılık verince yanına oturuverdim.

 

"Gelin, senin şu bahsettiğin sınav ne zamandı?" Diye şiveyle soru soran kayınvalideme gülümseyerek "bir aksilik çıkmazsa yarın gireceğim," diyerek cevap verdim. Ares'in gittiği gün beni ders çalışırken görüp sorguya tutmuştu, ben kızacağını düşünürken o, başını sallayıp 'iyi iyi' diyerek yanımdan ayrılmıştı.

 

"Yalnız gitme de Fatih seninle geliversin. Sonra oğlum karımı yalnız bıraktınız deyip surat yapar, hiç çekemem." Ağzımdan kaçırdığım kırkıtının ardından "Ares sizlere surat mı yapıyor?" Dedim eğlendiğim belli olan ses tonumla. Annesi ile ilişkisini yakından görmediğim için merak tuttu hemenden.

 

Kayınvalidem de benim kıkırtama eşlik edip gülümseyerek oğlunu anlattı. "Yapıyor eşşek sıpası, yapmaz olur mu? Bir de Fatih'te onun her yaptığına özenince beni nasıl da zorluyorlar. Baksan koca koca adamlar oldular ama bazen öyle yapıyorlar ki gözüme ufacık çocuklar gibi geliyorlar." Ben de gülümseyerek dinliyordum onu. Bu durumdan hiçte şikayetçiymiş gibi de görünmüyordu, gerek ki gülümsemesinden, ses tonundan, gözlerinden. Melike hanım iki oğlunu da her halleriyle çok seviyordu, bunu anlamayacak insan ancak duygulara körelmiş biri olabilir. Demek ki annesi gibi birine rağmen sevmeyi öğrenebilmişti Melike hanım.

 

Bizim geelin ve kayınvalide sohbetimiz devam ederken içeri makbule yenge girdi.

Birbirimize hayırlı sabahlar dileklerimizi sunduktan sonra ben iki eltinin yanından ayrılıp mutfağa gittim. Kahvaltıyı sadece konağın çalışanları yapmazdı. Bizlerde ara ara bu işe dahil olurduk. Benden önce mutfağa gelen Beritan ile beraber konuşa konuşa kahvaltıyı hazır edip masaya geçtik tüm Şahkarlar olarak. Masa da herkes yerlerini yavaş yavaş alırken bugün de benim kocamın yeri boş kaldı.

 

Kahvatılıklardan azar azar tabağıma koyarken aldığım kiloya iç çektim. Bir an aldığım nefesin bile bana kilo olduğunu düşündüm. Neyse diyerek masadakilere göz gezdirince uyku mahmuru gözlerle kahvaltısını eden Fatih'i gördüm. Beyefendinin kardeşi henüz ayılamamıştı, bunlar ağabey kardeş aynılardı!

 

Herkes kahvaltısını ettikten sonra konağın adamları işe gitmiş, biz kadınlarda çalışanlar ile beraber işlerin ucundan tutmuştuk.

 

Berivan ile Fatih'in odasını toparladığımız zaman bana silme Berivan'a ise süpürme işi düştü. Berivan bir yandan kendini kıvırıyor bir yandan da işini yapıyordu. Ben de onun bu hallerine gülerek başımı salladım. Dolabı da silmeye girişecekken yan tarafıma aldığım darbe ile sendeledim. Gözlerim olabildiğince açılıp bana çarpan şahısa yöneldiler. Berivan, ona şaşkınca bakmam karşılığında kalçasını birkaç kez savurup kahkaha attı.

 

"Berivan! Ne ediyorsun Allah aşkına!"

 

Benim sert çıkışım ile kalçasını bir kez daha bana vurmaya yeltendi ki kendimi geri çekip bu sefer onun sendelenmesini sağladım.

Saçlarını savurup bana bakkınca baktı.

"Ay yenge, sen de eğlenmeye gelemiyorsun. Şuraya gel az göbek atalım ya! Ne güzel hiç erkekte yok evde, kocan yok. Vakit eğlenme vakti değil midir?" Hayıflanan görümceme yandan bir bakış attıktan birkaç saniye sonra gülümsedim.

 

Benim gülümsememe karşılık silme bezini tutmadığım elimi tutup yukarı kaldırdı. Bir yandan kendiyle beraber beni de sallarken 'hey, hey, hey!" Diye de yüksek sesle coşturuyordu. Oyun havasını ben de kapınca ikimizde iş yapmayı neredeyse bırakır haldeydik. Bezi bir kez dolaba sürüp beş kez kalça sallayıp güldüm. Berivan süpürgeyi biriyle dans ediyormuş gibi tuttup sallandığından sebep en azından yerlerde hafiften nasibini alıyordu.

 

Birbirimizle karşı karşıya geçtiğimizde ellerimizdekiler bırakıp, ellerimizi dirsek hizamızda kaldırıp kıvırdık. Omuzlarımızı sağa sola sallarken bir bana bir de ona doğru eğiliyorduk ki kapı açılıverdi.

 

İkimiz de benim olduğum yöne doğru eğilirken kapıya bakakaldık. Ki bir de ne görelim, iki elti şoke olmuş bir vaziyette bize bakıyorlar.

 

İlk Makbule yenge söze girdi, "hii, eltim görüyon mu sen bunların yaptıklarını? Biz işe gönderdiydik ama kızlar işi bırakmış oynuyorlar."

 

Melike hanım da sahte bir kızgınlıkla kaşlarını çatıp, "görüyorum eltim, görmez olur muyum? Hiç büyüklerini dinleme de kalmamış ikisinde. Biz aşağı da temizlik yapalım gelin hanımla, Berivan hanım da tepinsinler buracıkta."

 

Kayınvalideciğimin tepinmek lafını duymazlıktan gelerek şirince gülümsedim ve "e siz de gelin beraber oynayalım?" diye sorar gibi konuştum.

 

Berivan kıkırdarken iki elti ayıplarcasına baktı ve Makbule yenge kafı devraldı, "kız bizim oynayacak halimiz mi kalmış?"

 

Berivan, "vallaha lafa gelince çokta haliniz oluyor," dedi ve kafasına terlik fırlatılması bir oldu. Ben ve Melike hanım buna gülerken anne kız tartışmaya başlamışlardı bile.

 

Ben ve Melike Hanım göz göze geldiğimizde kahkaham gülümseye döndü ve o an aslında onlara yavaş yavaş alıştığımı hissettim. Artık burada yabancılık çekmiyordum. Evet, konakta hâlâ muhattap olmadığım kişiler vardı, ama önemli değildi. Kocam'ın çekirdek ailesi bile bana yetebilirdi, ama bunun yanında Makbule yenge ile Berivan da vardı ve ben mutlu hissediyordum.

 

Gündüzün çoğunu işlere ayırdığımızda ikindi vaktiydi. Konağın kadınları olarak avluda oturuyor ve kahve içiyorduk, aramızdaki tek eksik olan Leyla halanın da geleceğini öğrendiğimde derince bir iç çektim. Kendisi ile yıldızlarımız pek uyuşmuyordu.

 

Elinde kendi kahvesi ile bize doğru yürüyen kadına göz ucuyla bakıp tekrar önüme döndüm. Kendisi aramıza katılır katılmaz sohbete katılmaya başladı, ben ise sessizleştim gerekmedikçe konuşmadım.

 

Kahvemin son yudumunu alırken Leyla halanın bana ithafen konuşması ile ona kulak kesildim. "Ares'imiz gittiğinden beri pek mutlu görünüyorsun."

 

Bir iki saniye, sadece bir iki saniye öylece yüzüne bakıp düşündüm. Dudaklarım usulca iki yana kıvrılırken "evet, Ares'imin geleceğimiz için azimle çalıştığını bilmek beni mutlu ediyor. Yoksa onun başarısı sizi mutlu etmiyor mu?" Dedim usul usul. Her bir kelimem ile kaşları daha da çatılan kadının derdi neydi bir türlü anlayabilmiş değildim.

 

"Ares'inin mi? Bu gençlerde utanma da kalmamış. Görüyorsun değil mi yenge? Senin büyüttüğün oğlunun hem kendisini hem de başarısını nasıl da sahipleniyor? Bir de ben yeğenimin başarısından mutlu olmayacakmışım..."

 

Hiç cevap verme lüzmune bile girişmemeye karar verip dudaklarımı bastırdım. Benim yerime Kayınvalidem konuştuğunda merakla ona döndüm. "E kocasını sahiplenmesin mi Leyla? Ben büyüttüm bütümesine de Ahter onun karısı, belki de ileride çocuklarının annesi olacak kadın, elbet oğlum onların geleceği için çalışacak ve ben de bunu görüp onunla gurur duyacağım." Deyip biraz nefeslendi.

 

Leyla hala dudaklarını araladı ki kayınvalidem tekrar söze girdi. "Bir de sanki sen kocanla herkesin önünde cilveleşmiyor gibi konuşuyorsun, buna rağmen genç kişilere laf etmek sana mı düştü?"

 

Bıyık altından sırıtmaya başladığımda bunu gerçekten beklemiyordum. Resmen Melike Şahkar beni Leyla Şahkar'a karşı savunup ona had bildirdi. Diğerlerini kontrol etmek istediğimde Makbule yenge de bıyık altından sırıtıyordu, Berivan ise hafif şaşkınlıkla olan biteni izliyordu.

 

Leyla hala sinirle soluyup "sana inanamıyorum yenge! Bunu nasıl savunursun sen? Bugünlerde iyice şımartmaya başladın, bir gün tepene bindiğinde anlayacaksın yaptığın hatayı ama çok geç olacak, çok geç!"

Dediğinde onu umursayan kimse olmadı, benim dışımda. Kocamın annesinin tepesine binecek biri miydim? Sinirle kanapeden kalkmıştım ki bahçeye giren arabalar ile bakışlarımın yönü değişti.

 

Şahkarların arabası teker teker girdiğinde, neden erken geldiklerini düşünmeye başladım. Önce Fatih, ardından Hozan enişte indiler. Ortadaki arabanın iki kapısı da korumalar tarafından açıldığında kaşlarım çatılmıştı. Hamit ağa'nın arabasında onun dışında biri daha mı vardı?

 

Hamit ağa ile beraber inen kişiyi gördüğümde çatık olan kaşlarım şaşkınlık ile yukarı kalktı.

Bunu yapmış olamazlardı değil mi? Ben gözlerimi o kişiden kaldıramazken önüme bir gölge düştü. Fatih'te çatık kaşları ile önümdeydi. "Fatih..." diye kısıkça seslendim.

 

Fatih bir elini benim koluma sarıp "hadi yenge biz yukarı çıkalım," dediği an kolumu ondan kurtardım.

 

"Bir hoşgeldin deyip, el öpmeyecek misiniz?" Diyen Hamit ağa'nın sesiyle bakışlarımın hedefi tekrar o kadın oldu. Daha geçenlerde konaktan gönderilen kadın tekrar buradaydı, hem de 3 valizle!

 

Melike hanım "anne, yine niye geldin?" Sorusunu sorunca Heval hanım'ın yüzü düştü.

 

"Anneni istemiyor musun?" Diye ağır şivesiyle kızarcasına sordu Heval hanım.

 

Hemen yanımda duran kayınvalideme çevirdim bakışlarımı. Ne diyeceğini bilemiyor gibiydi, e haliyle karşısında annesi vardı.

 

"Anne, sen burada olduğun sürece huzurumuz olmaz." Diyerek kısa sessizliğine bir son verdi. Ki Hamit ağa sözü devraldı

"Gelin! Sen hangi hadle konağıma aldığım misafir ile böyle konuşursun?"

 

Misafir dediği koskoca valizlerle gelmişti. Ben bile bu kadar dolu gelmedim bu konağa. Sanki yeni gelin ben değil de, Heval hanımdı.

 

Herkes suspus kalırken Hamit ağa, çalışanlara bağırarak "şu valizleri götürün, bekleyipte ne ediyorsunuz?" Dedi.

Çalışanlar hızla valizleri içeri götürürken ben kal gelmiş gibiydim.

 

Leyla hala ileri geçip Heval hanıma hoşgeldinlerini sunarken yüzümü ekşittim.

Ardından Leyla hala, Heval hanımın koluna girip kimseyi umursamadan içeri geçtiler.

Tam bu sırada Hamit ağa ile göz göze geldik

Ve ben sonunda sesimi bulup dudaklarımı araladım. "Yazıklar olsun... benim ailem bir kez olsun Ares'e yüz bile buruşturmadılar. Ancak siz, siz yaşınızı alıp onca şey gördünüz sözde yeterli bir olgunluğa erişebilmiş olmanız gerekir. Buna rağmen gelininize saldırmış bir kadını tekrar buraya getirdiniz ya, anladım ki bazen yaş insana büyüklük, olgunluk kazandırmıyormuş..."

 

Her bir kelimem ile kaşları çatılan Hamit ağa son kelimelerim ile bastonunu hızla yere vurup üstüme yürüyordu. Ki Fatih kolumu hızla tutup beni kendi ile beraber konağa yönlendirdi. Bir yandan da arkamızdan bağıran adama "dede! büyüklük sen de kalsın cahildir ne dediğini bilmez bu yengem," deyip benim de sinirlerimin bozulmasını sebebiyet verdi. Fatih kolumu bırakmadan neredeyse koşar adımlarla odaya götürdü bizi.

 

Serbest kalan kolum ile ellerimi dizlerime yerleştirip nefeslendim. Bu sıra da Fatih'te kapıyı kilitlemekle uğraşıyor, ve söyleniyordu.

"Yemin ederim sen de deli cesareti var. Yoksa imkanı yok, dedeme o lafları edemezdin. Ağabey'im gelene dek sahip çıkayım dedim, senin ile beraber ben de mahvola- aağğğ, yenge ne yapıyorsun ya?"

 

Cimciğimi Fatih'in kolundan çekip ona ters bakışlarla baktım. "Senin aşağıda dediklerine ne demeli? Cahilmiş... büyüklük deden de kalsınmış... senin ağabey'in yokken beni savunup ezdirmemen gerekirdi, böyle mi sahip çıkıyorsun emanete, haa?" Deyip son anda sesimi yükselttim.

 

Fatih mahcup olmuş gibi başını biraz eğip altan altan baktı bana. "Yenge, dedeme nasıl laf edeyim? Ayrıca bu andan itibaren dedemin kara listesinde olduğunun farkındasın değil mi?"

 

Saçlarımı savurup kollarımı birleştirdim. "Ben her zaman dedenin kara listesinde başı çekiyordum."

 

Fatih'te 'sen ıslah olmazsın' der gibi başını iki yana sallayıp ellerini belinin iki yanına yerleştirdi. "Allah aşkına hiç mi korkmadın o sözleri sarf ederken?"

 

Korktum mu? Hayır. O an hissettiğim tek duygu hayal kırıklığıydı. Peki şimdi korkuyor muydum? Yine hayır.

 

Kanapeye doğru ilerlerken "Bir şeycik olmaz, Aresciğim gelsinde kurtarsın beni sizden." Dedim Ares'ten emin bir edayla. Bu konu da Ares'e güveniyor muydum? Güveniyordum.

Ona güvenmediğim konular daha farklıydı...

 

Ben kanepeye otururken Fatih'te yanıma doğru ilerleyip oturdu. "Ağabeyimi çok yorucu bir hayat bekliyor," deyip nefeslendiğinde dirseğimi karnına vurdum ve anında geri çekildi. "Yahu yenge şu karnıma dokunma!"

 

Kıkırdayıp bildirim sesi gelen telefonumu açtım. Cidden bazı konularda o kadar benziyorlardı ki şaşırıyordum.

 

Gelen bildirime tıkladığımda, bu bildirimin Zeynep'ten geldiğini görünce heyecanla yerimde dikleştim. "Fatih, Zeynep mesaj atmış!"

 

Fatih'te hızla bana yaklaşıp ekrana baktığında sorun etmedim çünkü günlerdir dert yandığım şahıs bizzat kendisiydi. Gözlerim mesaja kayınca hızla okumaya başladım.

 

Zeyno: Ahter, bana daha fazla mesaj atıp aramanı istemiyorum. Sebebini sorgulama, sadece dediğimi yap. Son zamanlarda senin ile olan arkadaşlığım beni bunaltıyor, sıkıyordu ve bence daha fazla ilerlermeye gerek yok.

 

İstemsizce yutkunup hayal kırıklığı ile bakışlarımı Fatih'e çevirdim, o da bana bakıyordu. Gözlerini kaçırıp "istersen ben çıkayım, siz de rahat rahat konuşursunuz," diyen Fatih'e sadece başımı sallayabildim.

 

Zeynep çocukluğumdan beri benim en yakın arkadaşımdı. Onu, ona bulaşan birkaç çocuk arasında savunarak arkadaşlığımı bahşetmiştim, ve o da severek kabul etmişti.

Yıllardır hiçbir sorun yokken şimdi...

 

'Sorgulama' yazdığı halde onu aradım ancak aramayı reddetti. Bu neden ile parmaklarımı hızla klavyede gezdirdim.

 

Ben: anlamıyorum, neden?

 

Ben: Yağız ile aranızda ne geçti bilmiyorum ama ne olursa olsun bunun ikimiz arasındaki bağa zarar vermeyeceğini düşünürek soruyorum; fark etmeden seni kıracak, sinirlendirecek bir harekette, sözde mi bulundum?

 

Klavyeyi bulanık görmeye başladığımda gözlerimin dolduğunu fark ettim. Elimi saçlarıma geçirip görüldü atan Zeyneb'in cevap vermesini bekledim. Birkaç kez yazıyor ile çevrimiçi arasında kaldıktan sonra mesajı gönderdi.

 

Zeyno: Sadece senden sıkıldım. Başka hiçbir sebebi yok anlıyor musun? Ve daha fazla yazma yoksa seni engellerim.

 

Sol gözümden düşen yaş ile okudum mesajı.

Bir insan arkadaşından sıkılabilir miydi? Üstelik onca yıl sıkılmamışken...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Telefonu kapatıp yatağa sırt üstü uzandığım esnada bir bildirim sesi daha geldi kulaklarıma ancak kayda almayıp bakmadım.

Daha sonra belki Zeynep'tir diye düşünerek ekranı açtım.

 

İblisin oğlu: Ne yapıyorsun?

 

Derin bir nefesi içime çekerek harflere usulca tıkladım.

 

Ben: Fatih beni dedenden kaçırıp odaya getirdi. Şimdi ise yatakta uzanıyorum. Peki sen?

 

İblisin oğlu: işlerden ufak bir ara bulup sana yazmak için dışarı çıktım.

 

İblisin oğlu: ayrıca dedemden kaçmak mı?

 

Ben: öyle.

 

İblisin oğlu: Ahter?

 

Ben: ona biraz laf söylemiş olabilirim...

 

İblisin oğlu yazıyor...

 

Çevrim içi

 

İblisin oğlu yazıyor...

 

Çevrimdışı

 

Çevrimiçi

 

İblisin oğlu yazıyor...

 

İblisin oğlu: tek yapman gereken ben gelene dek uslu durmaktı.

 

İblisin oğlu yazıyor...

 

Ben: vallahi ben durdum, o durmadı.

 

İblisin oğlu yazıyor...

 

Çevrimiçi

 

İblisin oğlu yazıyor...

 

İblisin oğlu: ne demek o durmadı?

 

Ben: boşver

 

İblisin oğlu: Ahter, sizden uzaktayım ve şu an kuduruyorum. Cidden kuduruyorum. Bana ne olduğunu uzatmadan söyle.

 

Ben: senin anneanneni buraya geri getirdi, elinde koca koca valizlerle.

 

İblisin oğlu yazıyor...

 

İblisin oğlu çevrimdışı

 

Dakikalarca ekrana bakıp Ares'in tekrar yazmayacağını anladığımda telefonu kapattım. Yorgun hissettiğim için yorganı üzerime örtüp gözlerimi yumdum.

 

.

.

.

 

Siyah kalça üstünde biten ceketimi de giyip odamdan çıktım. Beni merdivenlerde bekleyen Fatih'in yanına gittim ve "hazırım," diyerek gülümsedim. Bugün malum sınava kpss sınavı vardı ve beni götürüp bekleyecek kişi Fatih'ti.

 

Fatih ile birlikte aşağı indiğimizde dünden sonra ilk kez Heval hanımı gördüm. Merakla üstümü süzüyordü. Onu hiç umursamadan kayınvalidemin yanına gidip hayır duası için elini öptüm.

 

Bir eli elimi tutarken diğerini saçımın üstüne değdirip hafifçe okşadı. "Hayırlısıyla gidip gelin, kaderin için hayırlısı ne ise öyle olur inşallah."

 

Ona gülümseyip dudaklarımı aralarken yanımdaki Fatih "amin." Dedi ve dikkatimi kendisine yöneltti. Aynı gülümseme ile ona da bakarken sesini duymak istemediğim şahıs konuştu.

 

"Hayırdır, nereye?"

 

Onu umursama...

 

"Fatih hadi çıkalım da geç kalmayayım."

 

Fatih gözlerini üçümüz arasında gezdirip en sonuna ben de durdu. Tedirgince gülümseyip başını aşağı yukarı salladığında onun koluna girip çıkışa doğru yönlendirdim. Ki Heval hanımın ellerinin koluma dolanması ile duraksadım. Sadece başımı ona çevirip tek kaşımı kaldırdım.

 

"Size nereye, diye sordum."

 

"Evet, kulaklarım duyuyor çok şükür."

 

Heval hanım kolumu sıkmaya yeltendiğinde Melike hanım onun elini çekip "anne, Ahter sınava gidiyor beni seni hiç ilgilendirmez. Bırakta gitsinler yoksa senin yüzünden geç kalıcaklar." Diyerek bir kez daha beni kendi annesine karşı savundu.

 

Heval hanım gözle görülür bir derecede şaşırırken, "kız kısmı okur muymuş?" Diye sorup benim de şaşırmama neden oldu ancak hemen aklıma gelen anılar ile şaşkınlığım geçti. Bu kadın demeye bin şahit isteyen şahıstan nefret ediyordum.

 

Fatih'in kolunda hiddetle çıkıp aynı öfkeyle dudaklarımı araladım. "Heval hanım, cahilliğini kendine saklayıp haddin olmayan meselelere karışmayı bırakmalısın."

 

Ben tartışmanın uzayacağını düşünürken Fatih kolumu tutup beni dışarı kadar çekti. Arabaya binene kadar da sakin olmam konusunda kendince nasihatlarda bulundu.

 

En nihayetinde sınava girdiğimde Fatih'te dışarıda beni bekliyordu. Kendimi bildim bileli dersleri iyi olan biri değildim. Lise zamanındayken 10.sınıftan sonra yks'ye çalışmaya başlamış buna rağmen avukatığı tam burslu okuyamamıştım.

 

Şimdi karşımdaki sorulara bakarken daha ne kadar salak olabileceğimi düşünüyordum.

Henüz cevaplamadığım birkaç soru varken vaktim kalmadığı için elimdekileri sorumlu öğretmenlere teslim edip sınıftan çıktım.

 

Bahçede Fatih'i görür görmez yanına koşup "derhal arabaya gidelim, bugün çok sıcak!"

Dedim hızla. Ceket giydiğime bin pişmandım.

 

Arabaya geçip yola koyulduktan sonra Fatih'in telefonu çalması ile göz ucuyla ona baktım. Aramayı yanıtlayıp "efendim ağabey?" dediğinde ise kulak kesildim.

 

 

Bölüm sonu <3

 

Bu Heval yine geldi be!

 

Zeynep hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

 

 

Bölüm : 15.01.2025 18:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...