11. Bölüm

11. BÖLÜM

Marselkalp
marselkalp

 

Upuzun bölüme bol yorum isterim. Lütfen yorum yapın çünkü o şekilde motive oluyorum. :) Eleştiriye de açığım.✿

Geçen bölüm en çok yorum yapan @pile16 bölüm sana. Bir sonraki bölüm de en çok yorum yapana gelecek.

 

 

KEYİFLİ OKUMALAR

🍀​​​​​​

Ben başımı iki yana sallayıp akan gözyaşlarımla "Hayır!" diye bağırırken Ansel kahkaha atarak tornavidanın ucunu ısıtmaya devam etti. John çalan telefonuyla dışarı doğru adımlarken Yavuz'sa tepkisizce olacakları bekliyordu.

"Konuşacak mısın asker!" Ansel'in sözüyle Yavuz derin bir nefes aldı. "Bizde devlet sırrı bir kola satılmaz. Sizi bilmem ama biz değil bir kol, canımızı verir yine de konuşmayız. Ha meslek konusuna gelirsek... Siz onu meslek olarak görüyorsunuz ya, biz ona vazife deriz, borç deriz, namus biliriz. Gerekirse buraya kadar deriz, gazi olur köşemize çekiliriz. Ama bizde bir giderken arkadan bin gelir. Yaptığınızı başarı sayarsınız ama bilmezsiniz ki bu bizi daha da biler!"

"Daha fazla seni dinleyecek değilim." diyen Ansel yeterince ısıttığı tornavidayı Yavuz'un omuzuna yaklaştırdığı an nefesimi tutup gözlerimi yumdum. Bu kadarı çok fazlaydı! Bu işkence değildi; bu insafsızlıktı, insansızlıktı. Vicdansızlığa sessiz kalmak da aşağılıktı. Peki ama ben şu an ne yapabilirdim ki?

"Dur!" diye bağırdım. Ansel'in gözleri bana dönerken "Ben onu ikna edeceğim. Sadece iki saat, sadece iki saat verin lütfen." dedim. Tabii ki böyle bir şey yapmayacaktım. Amacım zaman kazanmaktı. Bu süreçte de bir çıkış yolu bulacaktım. Altı yıllık tıbbı boşuna okumamıştım. Bunların hepsini yok edecek bir şey bulabilirdim. Belki de fazlasıyla bulanık zihnim buna inanmamı istiyordu. Ben bir şey yapamasam da ortada daha gerçekçi bir şey vardı. O da yanımdaki askerdi. Yanımda koca bir kampı yok etmiş asker vardı.

"Başından beri seni akıllı bir kız olarak görmüştüm. Sana iki saat değil, bir gün veriyorum." Ansel'in bu kadar kolay ikna oluşuna şaşırmadan edemezken Yavuz'a döndü gözlerim. Bir şey anlamadığını belli eden bakışlarıyla bana bakarken Ansel sözlerine devam etti. "Ancak ikna edemezsen sana yapacaklarım canını biraz yakar bebeğim."

Yavuz burnundan solurken söze girdi. "Buna izin vermiyorum. Ne yapacaksan hemen şimdi bana yapacaksın. Bir yere gittiğim yok."

"Ona ben karar veririm." diyen Ansel adamlara dönüp devam etti. "Güzel bir şekilde yüzüne yüzüne vurun ve onları kaldıkları yere götürün. Yarın bu saatte bizzat ben ilgileneceğim."

Ansel tornavidayı masaya atıp odadan çıkmaya hazırlanırken Yavuz sinirle bağırdı. "Laaan! Gel lan buraya." Ansel'in odadan çıkmasıyla gözleri beni buldu. Kısık sesiyle devam etti. "Nazelif sen ne yaptın!"

"Zaman kazandım." dedim omuz silkerken.

Tam Yavuz konuşmaya başlayacaktı ki iki adamdan biri Yavuz'un yüzünü hedef aldı. Gözünü hedef aldığı yumruk darbesinin hemen ardından diğer adam dudağını patlattı. Art arda vurmaya başladıklarında bir kez daha gözlerimi yumup derin derin nefesler aldım. Ben kendimi sakinleştirmek istedikçe yumruk sesleri beynime beynime işledi. Sanki her bir yumruk Yavuz'a değil de benim beynime vurulmuştu. Zonklayan beynimle gözlerimi aralayıp "Yeter ya yeter! Yeter vicdansız pislikler!" diye bağırdım. Beni pek de takmayan iki adam kaldıkları yerden devam ederken içeri John girdi.

"Tamam yeter, odaya atın ikisini de." Bana bakıp devam etti. "Ansel senin için sağlık malzemeleri bıraktı odaya. Bugün Yagıçıya kullan, yarına kadar ikna edemezsen de sana kullanırız artık."

İkimizin de ellerini çözen adamlar ayağa kaldırdıktan sonra Yavuz'un ellerini tekrar arkadan bağladılar. Beni ve Yavuz'u hızlı bir şekilde odaya götüren adamlar Yavuz'un tişörtünü yere atıp kapıyı üzerimize kapattılar. Ağır adımlarla yer yatağına oturan Yavuz derin bir nefes alıp hâlâ ayakta dikilen bana baktı. "Ne yaptın sen?"

"En azından kolun hâlâ işlev görüyo-" Sözlerim Yavuz'un sinirli bakışıyla son bulurken küçük adımlarla yanına yürüdüm. "Ne yapabilirdim, o an elimden sadece bu geldi."

Hâlâ bana sinirli bir şekilde bakan Yavuz kısa bir nefes daha alıp yüz ifadesini düzeltti. "Neyse yarına buradan çıkacağız zaten."

"O nasıl olacak?" dedim merakla tam yanına oturup.

"Sürpriz!" dedi Yavuz net bir dille.

Elim omuzundaki yarasına gitti. Dokunup dokunmamak arasında kararsız kalırken canını yakmamak adına dokunmaktan vazgeçip sağlık çantasının yanına yürüdüm. Çantayla birlikte tekrar Yavuz'un yanına gidince doğrulmak için kolundan destek aldı. Bu hareketi biraz canını yakarken "Ver ben yaparım." dedi.

"Doktor olan hâlâ benim." dedim çantanın içindeki malzemelere bakarken. İçinde yanık kreminin bile olması beni iyice sevindirirken Yavuz'un dediğini dinledim. "Ben de birinin beni tedavi etmesini sevmiyorum işte ne yapacaksın!"

"Allah için ne var bunda, geçen de zorla kabul ettin?"

"Sevmiyorum işte."

"Sanki nedir de sevmiyorsun?" dedim ve önce elmacık kemiğindeki yarayı silmek için pamuğu ıslattım. "Çok canını yaktılar."

"Daha kötüsünü gördüğüm de olmuştu." dediği an omuzunu gösterdim. "Bundan daha kötüsü de mi oldu?"

"Onların yanında bu ne ki!"

Elmacık kemiğinin üzerine hafif bir şekilde bastırdığım pamukla yüzümü hızlıca ona döndürdüm. "Canını yakarsam söyle."

"Haberin yok mu, ben demirdenim."

"Onu az önce gördüm. Yaşadıklarını ben yaşasam bayılırdım." dedim ve tüm yaralarına bakıp devam ettim. "Çok ağrıyorlar mı?"

"Öp geçsin." dedi sırıtarak.

"Bu hâlde bile espri yapabiliyorsun ya helal." dedim elmacık kemiğini iyice temizledikten sonra.

"Espri yaptığımı kim söyledi?"

"O zaman çok fırsatçısın. Yok kucağıma oturabilirsin, yok öp geçsin. Ha bir de yeşil hâreler..."

"Yeşil hâreler yalan değildi." Yavuz'u duymamayı tercih etmek şu an yapacağım en öncelikli işimdi. Ben yarasına odaklanırken o çenemden tutup göz göze gelmemizi sağladı. "Sen utandın mı?"

Yarayı silme işine ara verip "Hayır, işimi yapıyorum." dedim.

"Yap bakalım." dedi çenemdeki elini çekip başını duvara yaslarken. Gözlerini yumunca ben de tekrar elmacık kemiğine baktım. Tüm işlerimi halledip küçük bir yara bandıyla üzerini bantladım. Gözlerini açmadan fısıldayarak söze girdi. "Senin de telefonun masada kaldı değil mi?"

"Hıhı." dedim patlamış dudağına yönelirken. Önce akan ve kurumuş kanları temizledim. Yer yer oluşmuş morluklara bakarken sözlerime devam ettim. "Ne hâle getirmişler yüzünü?"

"İnkar etme hâlâ yakışıklı ve çekiciyim." dedi tekrar gözlerini açarken.

"Yer yer benekleri olmuş yakışıklı ve çekici birine dönmüşsün." dedim her bir morluğun üzerine hafifçe dokunup.

"Ellerim bağlıydı, yoksa sen onları görecektin."

"Elin bağlıyken bile durmadın ki, mahvettin adamları. Hele o kapıdakinin bacağını kırdın ya..." Dudağını sildiğim elimi eliyle aşağı indirip bana daha da yaklaştı. Aklına yeni bir şey gelmiş gibi olan yüz ifadesiyle söze girdi. "Kapıdayken senin başında çuval yoktu değil mi, ne gördün anlatsana bir?"

Onun gibi fısıltıyla sözlerime başladım. "Depo gibi bir yerdeyiz ve etrafı da ıssızdı."

"İllaki bir şey olmalı." dediği an zihnimi zorladım. Taşlı bozuk yol, adamlar, yeni doğmuş yavru köpekler... Yoktu, aklıma bir şey gelmiyordu.

"Yol taşlı ve bozuktu. Yavru köpekler vardı etrafta. Ve elinde koca koca silahlar olan birkaç adam vardı."

"Kaç tane adam vardı?" dediği an bir kez daha zihnimi zorladım. "İki tane kapı önünde, bir tane yolun başında, ııı dışarıda toplam yedi tane vardı sanırım."

"Peki içerisi?" dedi hâlâ fısıltılı çıkan sesiyle.

"Kısa bir koridoru geçip sağda bulunan bu odaya girdik. Yani buradan çıkınca kısa bir koridordan sonra dışarıya çıkıyoruz." dediğim an "Adamlar?" diye sordu.

"Yol boyu hiç adam yoktu. Sadece içeride bir adam gördüm, elleri silahlıydı."

"John ve Ansel'i de sayarsak en az on kişi var o zaman."

"Nasıl başa çıkacaksın hepsiyle?"

"Sen beni tanımamışsın." dedi gururla çıkan yüksek sesiyle. O, sesini fısıltılı tondan çıkarınca ben de normal sesimle konuştum. "Evet ya, sen ne yapmışsın bunlara, hepsi senden korkuyor?"

Tam kulağıma yaklaştı. "Bir doğunun aslanı değiliz belki ama var bizim de hünerlerimiz."

Kulağıma fısıldaması beni huylandırırken "Babamı çok özledim." dedim onun gibi kısık sesimle. Ne de olsa içeridekiler doğunun aslanın kızı olduğumu bilmiyorlardı.

"Merak etme ona kavuşacaksın ama doğunun aslanı beni mahvedecek gibi..." Hâlâ kulağıma doğru eğilmiş vaziyette durması onu görmeme engel olurken biraz geriye çekilip göz göze gelmemizi sağladım.

"Sanırım öyle olacak." dedim ümitsizce.

"Zaten beni çok seviyordu ya artık daha da sever, bağrına basar." dedi küçük bir gülümseme eşliğinde.

"Evet ya, yıldızlarınız hiç barışmadı." dediğim an alnını kaşıdı. "Baban ama üzgünüm, biraz huysuz biri."

"Sanki sen de az değilsin ama?" dedim soru sorar gibi çıkan sesimle.

"Tamam ben de az değilim belki ama o çok kinli biri."

"Üzerine alınma, annem vefat ettiğinden beri dışarıya hep böyle."

Yüzümdeki bakışlarını ağırca üzerime çevirdi. Kahverengi triko ceketime bakıp omzuna yaklaştırdı elini. Ne yaptığına anlam veremezken hafif yana çekip altındaki kazağa baktı. Siyah ince askılı üstümü görünce "Üşüyorsun değil mi?" diye sordu.

Başımı iki yana sallayıp "Şu anlık iyiyim." dedim. Aslında bal gibi de üşüyordum ama kaçırılacağımı bilmiyordum. Bilsem daha kalın giyinirdim.

Kendi kendime kuruduğum bu teoriye içten içe gülerken Yavuz yana açtığı omuzumu geri kapatıp düğmeli trikomun açılmış son düğmesini kapattı. Sıkıntıyla açık gerdanıma baktı. "Yeme beni buz gibi donyorsun işte."

"Bana diyene bak üstünde sadece bir tişört var ve şu an o da yok. Hadi omzundaki yarana bakayım da bari onu giyin." Onun bana baktığı gibi kısaca üzerine baktım. Karın kasları fazlasıyla spor yaptığını belli ederken eski yaraları gözüme çarptı bir kez daha. Bir değildi, iki değildi. Ne de fazla canını yakmışlardı!

"Ne o, kaslarım ilgini mi çekti?" Daldığımı, sözüyle fark ederken bakışlarımı yüzüne çıkardım. "Hayır ya, kapanmış yaralarına bakıyordum."

"Boş ver geçti gitti diyorum sana kızım." Bir kez daha bana kızım demişti ya!

"Bir daha bana kızım dersen acımam ağzına çakarım!" dedim elimin tersini havaya kaldırırken.

"Tamam kızma be kızım!" dedi kahkahalarıyla gülüyorken.

"Bak yine aynı şeyi yapıyorsun!" dedim hâlâ elim havadayken. Havadaki elimi tutup bacağının üstüne indirdi. "Tamam bir daha demeyeceğim ama bir şey yapmak istiyorum."

"Ne?"

"Şakağından öpebilir miyim?" Sözüyle üzerime anlık bir kal gelirken "Şimdi, burada mı?" diye sordum hızlıca.

"Hıhı şimdi, burada." dedi elini hafif hareket ettirip elimi okşarken.

Başımı salladım. Olur bile diyemeden sadece başımı salladım. İlk kez biriyle böylesine yakın oluyordum ve çelişkili Yavuz'a rağmen bunu istiyordum. Şakağıma basit, masum, küçük bir öpücük...

Dudakları yukarı kıvrıldı. Boşta kalan eliyle diğer elimi de kavrayıp kendine doğru çekti. Ağır hareketlerle şakağıma doğru yaklaşırken yüzümün karıncalandığını hissettim. Dudağı tam şakağımın üzerindeyken burnunu saçıma yaklaştırdı. Derin bir nefes çekti ciğerlerine. "Çilek kokuyorsun."

Konuşunca hareket eden dudağı şakağımın üzerinde olduğu için gıdıklanmadan edemedim. Büyükçe gülümserken burunu hareket ettirdi. Bu da beni gıdıklarken daha derinden kokladı. Kokumu ciğerlerine hapsetmek istercesine çekerken sonunda şakağımdan öptü. İstemsizce kaskatı kesilirken bu durumun çok hoşuma gittiğini fark ettim. Kaskatı kesilmememin tek sebebi utancımdı. Utancımı gizlemek adına dudaklarımı birbirine bastırıp gözlerimi yumarak sakinleşmeyi denedim. Birkaç saniye kadar böyle kaldıktan sonra yine ağır bir şekilde benden uzaklaşı. Ben de gözlerimi yavaşça aralarken gülümseyen yüzünü gördüm. Bu durum benim de gülümsememe sebep olurken konuşmaya başladı. "Biliyor musun, huzur kokuyorsun."

Utançla yüzümü aşağı eğerken bir elimi bırakıp elini havaya kaldırarak çeneme yerleştirdi. Tekrar göz göze gelmemizi sağlarken derin bir iç çekti. Yeşil yeşil gözlerimle ona bakarken "Çok farklısın." dedi.

"Nasıl yani?" diye sordum dediklerine anlam veremezken.

"İlk defa bir kadına güzel bakabiliyorum." dedi, çenemi okşadı.

"Diğer kadınlara nasıl bakıyorsun? Ayrıca beni diğer kadınlarla kıyaslama." dedim sesime yansıyan sinirimle.

Başını iki yana salladı. "Beni yanlış anladın. Seni başka kadınlarla kıyaslamadım, kıyaslanamazsın. Sadece ilk defa bir kadına sinirle, nefretle, ya da çıkarla bakmadan tamamen içten bir şekilde; içimden geldiği gibi bakıyorum."

"Yine de bu hoşuma gitmedi." Az çok ne demek istediğini anlamıştım ama aklıma diğer kadınlar, başka kadınlar geldiği için yüzüm solmuştu. Ne de olsa Yavuz her gülü koklayan biriydi. Belki de bana dediğini binlerce kadına demişti.

Adam gerçekten hislerini söylüyor, senin yaptığına bak Nazelif. Her şeyde art niyet aramamalısın.

Şu an senin nasihatlerini dinleyecek durumda değilim iç ses. Kaçırılmışım bir kere... Bir dakika! Gerçekten bizim gibi kaçırılan olmamıştır bu hayatta. Bizdeki rahatlık komedi filmlerine konu olacak nitelikteydi. Bu ortamda ağlayıp zırlayacağımıza, kaçmak için plan yapacağımıza ne yapıyorduk!

"Tamam, özür dilerim." dedi Yavuz düşen moduyla ellerini benden çekip arkasına yaslanırken.

Üzgünüm ama ben kendimi kullandırtmam Yavuz'cuğum.

Ayıp Nazelif ayıp! Adam seninle içten içten konuşuyor, sen onu kırıyorsun.

Kırılmaktansa kırarız iç ses...

Neyse, işime odaklanmalıydım. Şu an yapmam gereken durum analizleri değil, Yavuz'un omzunu tedavi etmekti. Önce fazlaca kötü görünen yaraya baktım. Kesiğe dikiş gerekmiyordu ama sarmak lazımdı. Tabii öncesinde taze yanığa acil müdahale etmem gerekiyordu. Dizlerimin üzerinde havaya kalkıp omzuna üstten bakmaya çalıştım. Bana bayağı bozulmuş olan Yavuz yüzünü diğer tarafa dönünce içten içe gülmeye başladım. Yüzüme yansıyan gülüşümü zorla yok edip oksijenli pamukla kanları silmeye başladım. Yanığa değdirmeden yaptığım bu işlem sonrası yanık kremini üç parmağımın üzerine boşalttım. Yavuz benden tarafa dönüp yarasına bakmaya çalışırken elimdeki kremi yavaşça yaranın üstünde gezdirdim. Kapattığı gözleriyle acısını dindirmeyi hedeflerken büyükçe yutkunduğunu gördüm. Adem elması yukarı çıkıp tekrar aşağı inerken gözlerini geri araladı. Ağzından sızıya dair en ufak bir inilti bile dökülmemişken söze girdi. "Daha önce doktor paketli bir işkence tarifesi görmemiştim."

Kıkırdayarak elime sargı bezini aldım. Yarayı acıtmadan ve güzel bir şekilde sarıp sabitledikten sonra "Geçmiş olsun." dedim ve yerdeki tişörtü aldım.

Elimden alıp "Ben giyerim." dediği an ondan geri alıp sessizce söze girdim. "Tüm gücünü dışarıdaki adamlara sakla."

İkiletmeden sözümü dinlerken yaslandığı yerden öne doğru geldi. Tişörtün baş kısmını geçirdikten sonra önce yaralı olan kolunu geçirdim. Daha sonra diğer kolunu da geçirip alt kısmı aşağı kadar indirdim. "Geçmiş olsun."

"Teşekkür ederim."

Tüm işim bittiği için aklıma kötü senaryolar dolmaya başladı. Sıkıntıyla söze girdim. "Yavuz?"

"Hı?"

"Bunlar bizi öldürür mü?"

"Kötü seneryolar kurmayı bırak. Sen kurtulduğumuzda babandan beni kurtarmak için fikir üret sadece."

"Benim bir tatlı sözüm onu durdurur."

"Pek emin değilim ama bakalım." dedi Yavuz bir kez daha arkasına yaslanırken.

Fazlasıyla gelen uykum bana kaç saattir burada olduğumuzu sorgulatırken söze girdim. "Yavuz benim çok uykum var ama korkuyorum."

"Uyu, ben buradayım. Uyanık kalacağım." Sözünü ikiletmeden uzanıp gözlerimi yumdum. Yavuz'un kollarımdan tutmasıyla gözlerimi yeniden aralarken Yavuz beni koltuk altımdan tutup yukarı doğru çekti. Tam bacağının üzerinde uzanmamı sağlarken "Şimdi mışıl mışıl uyuyabilirsin." dedi.

"Teşekkür ederim." deyip tekrar gözlerimi yumdum. Aklıma gelen soruyla yüzüstü şekilde durup Yavuz'a baktım. "Senin uykun yok mu?"

Yasladığı başını hafif öne eğip bana baktı. "Benim uykum yok, sen uyu."

Başımı sallayıp tekrar yan döndüm ve başımı yasladığım adama güvenip gözlerimi yumdum. Bu ortamda olabilecek en huzurlu şekilde uykuya daldım.

Hâkim Bakış Açısı

Kaan, Ada'ya yaptığı makul açıklamasıyla derin bir nefes alırken, geriye kalanlarsa on dakika geçmiş olmasına rağmen hâlâ Nazelif'in Yavuz'a attığı tokada gülüyorlardı. Bu uzayan sürenin hayra alamet olmadığını ilk Tuna fark ederken hızlıca söze girdi. "Nerede kaldı bunlar ya?"

"Kalkıp bir bakın." dedi Ada.

Selim ve Tuna dışarı çıkıp etrafı ararken Ada da masadaki telefonlara baktı. Nazelif'in çalan telefonuyla Tahsin amcasının aradığını fark edince eline alıp aramayı cevapladı. "Kızım?"

"Manevi kızınız burada efendim." dedi Ada güleç sesiyle.

"Benim biricik manevi kızım." dedi Tahsin Albay da Ada gibi güleç sesiyle. "Nazelif nerede?" diye devam etti.

Yavuz'la dışarıda, diyemeyeceği için en pembesinden bir yalan atmayı denedi Ada. "Lavaboda, kahvaltı yapmaya gelmiştik de."

"Tamam kızım afiyet olsun. Gelince arasın tamam mı?"

"Emredersiniz albayım!" diyen Ada'yla, Tahsin Albay kahkaha atıp aramayı sonlandırdı.

Yaklaşık beş dakika sonra gelen timden ilk söze giren Tuna oldu. "Her yere baktık yok. Bir de şu kameralara bakalım."

"Ya abartmıyor musunuz? Belki birlikte bir yerlere gittiler."

"Telefonları, montları burada. Ayrıca Yagıçı yapmaz böyle. Haber vermeden bir yere gitmez." diyen Kaan fazlasıyla merak içindeyken Theo'dan işkilleniyordu. Tim de Kaan gibi düşünürken Selim söze girdi. "Abi hemen bakalım şu kameralara."

Timi fazlasıyla endişeli bulan Ada'yı da yoğun bir endişe kaplarken ayağa kalkıp "Ya benim Nazom nerede?" diye bağırdı.

Etraftaki bakışlar Ada'ya dönerken Ada bunu umursamadan Kaan'ı dinledi. "Merak etme bulacağız onları."

Time döndü Kaan. "Siz Ada'nın yanında kalın, ben de şu kameraya bakayım." Tam gidecekken geri döndü. "Ada'ya dikkat edin."

"Sen de kendine dikkat et abi." diyen Tuna, Kaan'ın başını sallamasıyla Yavuz'un telefonunu ve montunu eline alıp Theo'nun onları kaçırmamış olması için dua etmeye başladı. Selim de Tuna gibi fazlasıyla meraklı olup içinden dua ederken merakını en net ortaya koyan Ada'ydı.

"Ya ne oldu, ne dikkat etmesi, ne oluyor?" dedi Ada art arda, merakla, Tuna ve Selim arasında mekik dokurken.

"Kaçırılmış olabilirler." Selim'in sözüyle "Ne!" diye bağıran Ada nefesinin kesildiğini hissederken Tuna, Ada'ya masadaki sudan verdi.

"Lan ne boşboğazsın Selim." diyen Tuna bir taraftan da soğuk terler atan Ada'yı sakinleştirmeye çalıştı. "Henüz ortada bir şey yok."

Selim de ortamı düzeltmek adına konuşurken daha da mahvettiğini bilemedi. "Hem kaçırılmışsa bile Yavuz Komutanım yanındaysa bir zarar gelmez Nazelif'e merak etme."

"Ya yanında değilse?" diyerek gözleri dolan Ada kardeşine ne olduğu konusunda fazlasıyla endişe içindeydi.

"Dur bir, belki de bambaşka bir şey vardır." diyen Tuna kısık sesiyle devam etti. "Belki de kaçırılma diye bir şey yoktur."

"İnşallah." diyen Ada akan gözyaşlarını silip Nazelif'in montuyla telefonuna baktı. "Ben Tahsin amcaya ne diyeceğim?"

"Şimdilik bir şey deme." diyerek masaya gelen Kaan sandalyedeki montunu eline alıp ona bakan Ada'ya döndü. "Aracın burada kalsın, seni biz eve bırakalım."

"Elindeki flash ne, nerede bizimkiler?" Ada'nın sözüyle elindeki flashı time gösterdi Kaan. "Eşyaları toplayın. Acil tabura gitmeliyiz."

Tuna ve Selim olanları anladıkları için ses etmeden denilenleri yaparken Ada bir kez daha söze girdi. "Ben de geliyorum, eve gitmem."

"Tamam Ada sen de gel, hadi acele edin." diyen Kaan çıkış kapısına doğru ilerlerken geriye kalan üç kişi de masadaki eşyaları alıp Kaan'ın ardından mekanı terk etti. Araca vardıklarında Kaan şoför koltuğuna geçerken Tuna da ön kapıyı Ada'ya açtı. Elindeki Nazelif'in montu ve çantasıyla öne kurulan Ada akmak için büyük çaba gösteren gözyaşlarını serbest bıraktı. Küçük bir hıçkırık eşliğinde ağlarken elini yüzüne kapattı. Tuna ve Selim de arka koltukta yerini alırken Kaan hızlıca Ada'ya döndü. "Bak Ada ne yaşıyorsan aynısını yaşıyorum. Yavuz benim kardeşimden de öte. Ama şu an sakin olmalıyız. Sakin olup çözüm bulmak için harekete geçmeliyiz. Sana söz veriyorum kardeşimi de, Nazelif'i de sağ salim bulacağız."

Arka koltuktaki Selim burnunun direğinin sızladığını hissederken ağlamamak için ciğerlerine kısa bir nefes çekti. "Bulacağız onları!"

Kaan aracı çalıştırıp hızlı bir manevrayla u dönüşü çizerken Tuna söze girdi. "Hem komutanımın bu ilk kez başına gelmiyor ki, tecrübelidir o."

"Ya Nazom, Yavuz'un yanında değilse?" dedi Ada bir hıçkırık daha patlatırken.

"Kayıtta aynı araca bindiriliyorlardı. Ve emin ol Yagıçı onu yalnız bırakmaz." diyen Kaan aracın motorunu patlatmak istercesine hızlı sürerken Nazelif'in telefonu çaldı. Arayanın Tahsin amcası olduğunu gören Ada "Tahsin amca ikinci kez arıyor." dedi.

"Açma." diyen Kaan yanan kırmızı ışıkla duran araçlara küfür savurken camı açıp sireni aracın üstüne taktı. Kornaya basıp sistemi aktif hâle getirirken araçlar bir bir yol açtı.

Az önce sürdüğünden daha da hızlı süren Kaan bir kez daha çalan telefonla iyice stres olurken Tuna söze girdi. "Abi Ada'dan duyması daha iyi. Adam albay, illaki duyacak."

"Hem belki bir yardımı da olur." diyen Ada, Kaan'dan onay alınca burnunu çekip derin bir nefes aldı. Ağladığını belli etmemek adına yaptığı bu işlemin ardından aramayı cevapladı. "Alo?"

Israrla çaldırdığı telefon sonunda açılırken Ada'nın ağlamaklı sesini duydu Tahsin Albay. Bir şeylerin ters gittiğini ânında anlamışken hızlıca söze girdi. "Ada kızım iyi misin, Nazelif nerede, iyi misiniz?"

"Tahsin amca!" dedi Ada bir kez daha ağlamaya başlarken.

"Korkutma beni kızım, neredesiniz söyle bana?"

"Nazelif kaçırıldı." diyen Ada büyük bir hıçkırık eşliğinde ağlamaya devam ederken karşı taraftan birkaç saniye ses gelmedi. Tahsin Albay yanındaki banka zor bela otururken eli kalbine gitti. Diri tutmaya çalıştığı sesiyle devam etti. "Ne alaka kızım, ne diyorsun, kim kaçırdı?"

"Yavuz'la birlikte kaçırıldılar." Mecburen bunu demek zorunda kalan Ada burnunu çekip devam etti. "Biz şimdi tabur karakoluna gidiyoruz."

Yavuz'u sevmeme konusunda bir kez daha kendini haklı hisseden Tahsin Albay daha fazlası ne kadarsa o kadar nefret etti Yavuz'dan. Ancak şu an yapılacak olan Yavuz'dan nefret etmek değildi. Kızını ve Yavuz'u sağ salim bulduktan sonra Yavuz'a gerekeni yapacaktı. Kızının etrafında dolaşmaması için elinden geleni yapacaktı. Ama şu an kızını bulmalıydı. Biricik eşinin tek emaneti olan kızını bulmaktı şu anki en ve tek önemli görevi. "Tamam kızım sakin ol. Bulacağız Nazelif'i."

"Sen de karakola mı geleceksin?" Ada'nın sözüyle banktan kalkan Tahsin Albay hâlâ eli kalbinde aracına doğru yol aldı. "Yola çıktım bile."

Tahsin amcasının telefonu kapatmasıyla Ada da telefonu kulağından çekip duvar kağıdındaki Nazelif'in resmine baktı. "Merak etme Nazom, bulacağız sizi."

Kaan aracı hızlı sürdüğü için çabucak tabura varmışlardı. Aracı gelişigüzel park eden Kaan hızlı bir şekilde araçtan inip binanın içine girerken araçtaki diğer üç kişi de Kaan'ın arkasından binaya girdi. Tam Halit komutanın odasının önüne gelmişlerdi ki Kaan, Ada'ya döndü. "Sen burada bekle hemen geleceğiz."

Ada başını sallayıp kenarda beklerken Kaanlar da kapıyı çalıp bir bir içeri girdiler. Halit Komutana kısaca durumu özetleyen Kaan flashı takıp videoyu Halit Komutana ve time izletti. Birdenbire açılan kapıyla Halit Komutan hazır ola geçerken tim de hazır ola geçti. Tahsin Albayı daha önceden de tanıyan Halit Komutan şu an neden burada oluşuna bir anlam veremese de "Komutanım?" dedi.

"Kaçırılan sivil benim kızım Halit! Saçının teline zarar gelmeden onu bulun bana." diyen Tahsin Albay da masanın diğer tarafına geçip videoyu izlemek isterken Kaan videoyu başa sardı. Tahsin Albay gömleğinin yakasını çekiştirip söze giren Halit Komutana döndü. "Merak etmeyin komutanım kızınızı da askerimizi de sağ salim bulacağız."

Telefondan birini aradı Halit Komutan. "Çabuk odama gel."

Kısa sürede içeri giren asker Halit Komutana baş selamı verirken Halit Komutan hızlıca söze girdi. "Bu videoyu çocuklar incelesinler. Tüm sınır karakollarına araç bilgisi geçilsin. Türkiye'den çıkmalarına izin vermeyeceğiz. İçinde Yavuz Üsteğmen ve bir sivilimiz var. Olay yerini de bir birlik incelesin."

Halit Komutan askerle konuşurken Tahsin Albay da kendi birimleriyle irtibata geçti. Tuna'dan aldığı bilgiler doğrultusunda Theo'dan da haberi olan Tahsin Albay, Theo hakkında da bilgi verip telefonu kapattı. Yeni bir aramaya geçmeden önce Halit Komutana döndü. "Askerlerimiz hazırlanmaya başlasın. Operasyonu buradan ben de yöneteceğim. Yarın olmadan kızımı bulmak istiyorum!"

Başını sallayan Halit Komutan Kaan'a döndü. "Siz hazırlanın çocuklar. Zafer Komutanın timi de size eşlik edecek. Gidin ve ikisini de sağ salim bulun. Ben Zifir'in yanına gideceğim. Operasyonu Tahsin Albay yönetecek. Zifir'in yanından gelince ben de katılacağım."

"Emredersiniz komutanım." diyen askerler hızlıca odayı terk ederken kapı önündeki Ada korkulu gözlerle Kaan'a baktı. Time dönen Kaan "Siz gidin geliyorum." dedikten sonra tekrar Ada'ya döndü. Ada'nın akan gözyaşlarını silip kısık ama hızlı sesiyle konuştu. "Biz şimdi gidiyoruz. Sen Tahsin Albayın yanından ayrılma. Sana söz veriyorum Nazelif'i sana getireceğim. Tamam mı!"

Başını sallayan Ada gözyaşlarını silen Kaan'ın ellerini geriye çekmesiyle kendini duvara yaslarken arkasını dönüp giden Kaan'ı izledi. "Allah'ım sen Nazelif'i, Yavuz'u ve şimdi de Kaanları koru. Hepsi sağ salim geri dönsün ne olur Allah'ım."

Dört bir koldan Yavuz ve Nazelif'i arayan askeri birlikler vatanın kıymetlisi olan iki Türk evladını bulmak için elinden geleni yapacaktı. Türkiye'nin dışına çıkarılmış bile olsalar onları sağ salim bulacak, vatana geri getireceklerdi. Devlet, kaçırılmış her bir vatandaşını bulmak için elinden gelen tüm imkanları masada da, sahada seferber ederdi. Yine ve bir kez daha bunun için ne gerekiyorsa o yapılacaktı. Vatan, hiçbir evladını geride bırakmazdı.

Vatana can fedaydı; her bir evlat, vatanın feda edemeyeceği canıydı...

🍀

Merhaba canlar️❤️

Nasılsınız bakayım?

Bizimkiler ne zaman ve nasıl kurtulacak dersiniz?

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum.

Sevgiyle kalın, sağlıkla kalın.

Instagram: marsel.000000

 

Bölüm : 19.02.2025 19:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...