
Rica etsem köşedeki yıldızı parlatır mısın?
Bir de bir tanecik bile olsa yorum yapar mısın? Düşüncen benim için değerli de❤️
KEYİFLİ OKUMALAR
🍀
"Anladım Ada bu kaçıncı kızım!" Holden gelen babamın sesiyle elim ayağıma dolaşırken hızlı ama sessiz bir şekilde "Yavuz babamın sesi geldi." dedim.
Sıkıntılı bir nefesi dışarı bırakan Yavuz "Sonra konuşuruz." dedi.
Hızlı ve telaşlı bir şekilde "Hoşça kal." deyip aramayı sonlandırdım.
Kendini lise âşıkları gibi hisseden iç sesime âşık diye sordum. Neyin aşkı, kimin aşkı hiç bilmeyen iç sesim bir kez daha boşboğaz konuşmuşken onu aldırmamam gerektiğine inandım ve telefonu kenara bırakıp yatağıma uzandım. Yandaki lambamı kapatıp yoğun düşünceler içinde uykuya dalmaya çalıştım. Bu çabam gecenin geç saatlerinde başarıya kavuşurken kendimi kaçırıldığım günlere kıyasla rahat bir uykuya bıraktım.
Ertesi Gün
Sis vardı her yerde. Her yer sisliydi. Göz gözü görmüyordu. Ne bir ağaç, ne bir kuş... Hiçbir şey yoktu. Sadece ben vardım. Ya Yavuz, Yavuz neredeydi? O da benimle birlikte kaçırılmıştı ama şu an nerede olduğunu bilmiyordum. Yavuz yoktu ve ben bir avuç teröristle yalnız başıma bu ıssız yerdeydim. Aslında her yer açıktı. Buradan kolayca kaçabilirdim. Ama bir sorun vardı. Sorun şuydu ki, nereye kaçarsam kaçayım yine buraya dönüyordum. Her yer tekrar burası oluyordu.
"Yavuz!" diye bağırdım. "Neredesin Yavuz!"
Üzerimdeki beyaz elbisenin etekleri hafiften esen rüzgarla uçarken bir kez daha gri boşluğa doğru bağırdım. "Yavuz!"
Ses yoktu...
"Nazelif?" Neredeyse bir gün geçmiş gibi hissettiğim o anda Yavuz'un sesi geldi. Nazelif dedi. O da buradaydı. Yalnız değildim.
Bana doğru gelen yaralı adam...
Keskin bakışı, güçlü kolları, dik duruşuyla kanlı canlı karşımda duran Yavuz'a doğru bir adım attım. O da bana doğru bir adım attı. Karşılıklı adımlar atarak birbirimize ulaştık.
Buranın korkutucu görüntüsü beni dehşete düşürürken burayı görmemek için göğsüne sığındım. Küçük bir yavru kedi misali sîneme çekilirken başımda hafif bir baskı hissettim. Saçlarımın arasına kondurduğu küçük buse olduğunu anladığımda tebessüm ettim. Benim tebessümüm yüzümdeyken Yavuz ellerini belime yerleştirdi. Bu temasla üşümem yok olurken, sıcak bir yuvaya ulaşmış yavru kediye benzediğimi hissettim. Rahat, sıcak ve huzurlu bir yuva.
"Kolların yuva gibi." dediğim an Yavuz ellerini hareket ettirerek sırtımı sıvazladı. Çenesini başıma yaslarken söze girdi. "Aslında yuva senin güzel gözlerin, tatlı gülüşün. Ben sadece o yuvayı saran bir çift kolum."
"Ama beni tutan o kolların olmasa bu yuva yıkılır."
"Yeşil gözlerinden aldığım o güç olmasaydı bu kollarım böyle güçlü duramazdı."
"Yani kaynak ben miyim?"
"Sensin. Bir güneş gibi sıcak, bir ev gibi huzurlu bir yuva. Senin yanın hep huzur, hep mutluluk... Nazelif ben sana nasıl açılacağım?"
"Bilmem... Iıı yine bir rüyada düşün kendini. O zaman kolay olur."
"Ama uyanınca rüyada olmayacağız. Direkt nasıl derim ben seni seviyorum diye?"
"Onu da sen düşün." dedim hafif çıkan kıkırtılarımla. Kıkırtılarıma bir ses karıştı. Kötü bir ses. Bizden uzak olması gereken bir ses...
Bir silah sesiydi bu. Az önceki bir avuç teröristin birinden gelen silah sesiydi. Ama ben üzerimde bir acı hissetmiyordum. Sadece kalbimde sızı vardı. Kalbimde bir damar kopmuş da dışarı kan sızıyordu. Acıyordu ama yaram yoktu. Kanıyordu ama kurşun yoktu.
Yavuz! Yavuz neden yere düşüyordu? Onunla birlikte neden yere çöküyordum? Ellerim neden kanlıydı? Yavuz'un kalbinin altı neden kana bulanmıştı? İyi de ben başımla Yavuz'un önünde değil miydim? Nasıl olur da Yavuz vurulurdu? Yuva insanı korumaz mıydı...
Cevapsız bir sürü soruyla nefes nefese uyandım. Sadece bir rüya olduğunu anlamam saniyelerimi almamışken terleyen alnımı sildim. Yatağıma, pencereden sızan güneş ışığına ve odama bakıp rüya olduğuna kendimi inandırmaya çalıştım. Rüya olduğuna emin olunca sesli bir nefesi daha dışarı bırakıp yatağımda doğruldum.
Yavuz'un bana açılma derdinde oluşunu neden rüyamda gördüğüme anlam veremezken; beni bu durumdan kurtaracak tek şeyin işe gitmek olduğunu düşündüm. İşe giderek, insanlarla iç içe olarak düşüncelerime vakit ayırmayacaktım. Korkulu ve değişik rüyamdan sıyrılmak için tek yapmam gereken giyinip işe gitmekti. Ha bir de babamın ördüğü setten kurtulmak vardı.

Yanı başımda uyuyan Ada'yı uyandırmadan üzerime sade bir şeyler aramaya koyuldum. Dolaba bakınca gözüme ilk çarpan gömleği elime alıp hızlıca üzerime geçirdim. Yan dolapta bulduğum ilk kot pantolonu da üzerime alıp çekmeceden de bir kemer aldım. Hızlı bir şekilde giyindikten sonra ilk yapmam gereken ama ikinci sıraya koyduğum iş olan lavaboya geçtim. Elimi yüzümü yıkayıp dişlerimi fırçaladım ve sessiz bir şekilde dış kapıya adımladım. Portmantodan aldığım montumu tam üzerime geçirecekken babamın sesi geldi. Bir askerden kaçmanın kolay olmadığı gün gibi yüzüme çarparken babamı dinledim. "Ada söyle şu kıza bir yere gitmeyecek."
Ben de babam gibi konuşmaya zıtlıkla başlayıp "Ada söyle gidecek." dedim.
Tek sorunun ortada bir Ada olmayışıyken; babam bir kez daha söze girdi. "Gitmeyeceksin!"
Odadan çıkan babamla göz göze geldiğimizde onun gibi sesimi yükselttim. "Gideceğim!"
Babamın kızgın başkaları benim inatçı bakışlarıma kilitlenmişken odamdan gözleri mahmurlu bir adet Ada çıktı. Bizlere ne oluyor bakışı atarken babam tekrar konuştu. "Ada, Nazelif'e söyle üzerini değiştirip uyusun."
Ada tam söze girecekken ondan önce davranıp ben konuştum. "Üzerimi değiştirmiyorum, uyumuyorum ve şimdi de evden çıkıp gidiyorum."
Kapının kilidini açmaya çalışırken babam yanıma geldi. Sinirli bakışlarının etkisini ona bakmadan da üzerimde hissedebilirken hızlıca ona döndüm. "Babacığım, lütfen."
Suyuna gitmekte fayda vardı.
"Hayır Nazelif."
"Ben gideceğim her türlü ama senin rızan olsun istiyorum." dedim net bir dille.
"Aynı annen gibisin; Nazlı ve inatçı Elif..."
"Bu kabul ediyorum demek değil mi babacığım?"
"Bir şartla." dedi babam net bir tonla. "Dün sana eşlik eden askerim bugün de yanında olacak."
"Sadece hastaneye gidene kadar." dedim ben de net bir dille.
"Hayır, gün boyu yanında olacak."
"Hayır baba!"
Bizim ortam yavaştan yine kızışmaya başlarken olaya Ada el attı. "Hastanede zaten hastane polisi var amca. Hem onlarca güvenlik görevlisi de var. Ayrıca onların Nazelif'le derdi yok ki. Tek dertleri Ya-"
"Neyse ne." Ada'nın sözünü bölen babam Yavuz'un ismini duymaya tahammül edememiş bir ifadedeyken sözlerine devam etti. "Tamam yol boyu sana eşlik edecek. Aynı zamanda çıkışta da."
"Ne zamana kadar bu böyle olacak baba!"
"Ben olaya el attım. Tutuklanması gereken kişiler tutuklanıncaya kadar askerim senin yanında olacak."
Bir an önce evden çıkmak istediğimden başımı sallayıp tekrar kilide yöneldim. Kapıyı açınca karşımda dünkü askeri görünce yerimde sıçradım. Hangi ara geldiği konusunda en ufak bir fikrim olmazken bakışlarım babama döndü.
"Odandan gelen seslerden gideceğini anladığımdan ve seni ikna edemeyeceğimi bildiğimden Ozan'ı çağırdım." Bir kez daha asker bir adamın kızı olduğum aklıma gelirken babam sözlerine devam etti. "Önceden onunla çalıştığım tecrübeli bir askerdir."
"Estağfurullah komutanım." diyen orta yaşlı adamın yaşından daha büyük göründüğünü tahmin ederken hayatın onu çok yormuş olduğunu düşündüm. Kısa sürede vardığım bu tahmini kanıya ara verirken babam tekrar söze girdi.
"Kızım sana emanet Ozan Üsteğmen." Bir üsteğmeni benimle meşgul eden babama yakınmak istesem de bundan vazgeçip hızlıca botumu giyindim. Babamla pek de samimi olmayan bir şekilde vedalaştıktan sonra Ada'ya da el sallayıp üsteğmenle birlikte asansöre bindim. Sessiz geçen asansör süreci sonrası Ozan üsteğmeni takip ettim ve fiat markalı egea aracın önünde durduk. Kilidi açan Ozan Üsteğmen şoför koltuğuna kurulurken ben de arka koltuğa geçtim. Sessiz geçen yolculuk sürecini de geride bırakınca araçtan inip Ozan Üsteğmene teşekkür ettim ve hastaneden içeri girdim. Ayaklarım beni altı yüz on nolu odanın olduğu kata götürürken zihnimin de oraya akın ettiğini fark ettim. Evet, Yavuz'u delicesine merak ediyordum. Artık iyiydi biliyordum ama yine de kendimi onu düşünmekten alıkoyamıyordum. Birdenbire zihnimde beliren Yavuz rüyalarıma kadar etki etmişken odanın kapısındaki iki askere baktım. Dünkü askerler olmadığından beni tanımıyorlardı. Tam söze girecekken arkamdan tanıdık bir ses geldi.
"Nazelif." Sesin Tuna'ya ait olduğunu anlamam az bir zamanımı alırken Tuna görüş açıma girmişti. Askerlere bir açıklama yapmama gerek kalmadan Tuna'yla birlikte açılan kapıdan içeri girdim.
Elindeki telefonla kenarda oturan Kaan'ın bakışları bize dönerken, dışarıyı izleyen Selim de açılan kapıyla bizden tarafa döndü. Üzeri giydirilmiş gözleri kapalı uyuyan Yavuz'daki bakışlarımı onlara döndürüp olabildiğince kısık olan sesimle söze girdim. "Merhaba."
"Hoş geldin Nazelif." diyen Kaan yerinden kalkıp oturmam için eliyle koltuğu gösterirken hızlıca söze girdim. "Yok ben gideyim, Yavuz uyanınca gelirim."
"Uyanığım." diyen Yavuz'un gözleri hâlâ kapalıyken yanına doğru adımladım. "O zaman neden gözlerini açmıyorsun."
"Gözlerimi dinlendiriyordum." diyen Yavuz gözlerini aralayınca gecenin siyahlığı yeşil gözlerime ilişti. Göz göze gelmemizle aklıma yaşadığımız o korkutucu zamanlar gelirken küçük ama sesli bir nefesi dışarı bıraktım. Bu nefesim bana çok şükür yaşıyoruz dedirtirken Yavuz tekrar konuştu. "Otursana."
Kaan'ın kalktığı koltuğa oturmak yerine Yavuz'un yanı başındaki sandalyeye adımladım. Kolumdaki çantamı arkama bırakıp sandalyenin ucunda oturdum. "İyisin değil mi?"
"İyiyim."
"Çok ağrın var mı?"
"Hiç ağrım yok. Hatta bugün taburcu olacaktım."
"Tım?" diye sordum.
"Sen gelmemişsen bu hastanede kalmaya gerek yok diye düşündüm ama geldin."
Yavuz'un dedikleri timin yanında beni utanmaya sevk ederken aslında tim olmasa da utanacağımı biliyordum. Yavuz neden böyle cümleler kuruyor diye yakınırken aslında bu ifadelerin hoşuma gittiğini de göz ardı edemezdim.
"Ada gelmedi mi?" Herkes kendi derdine yanmışken gözlerim sözün sahibine, Kaan'a, döndü. "Evde o."
Başını sallayan Kaan geri yerine otururken tekrar Yavuz'a baktım. Yer yer morarmış olan yüzündeki yorgunluk düne oranla daha iyi durumdaydı. Dün şiş olan kızarmış gözleri bugün kendini toplamışken eski neşesi de yerine gelmişti.
Yavuz eskiden neşeli değildi ki...
İç sesim beni aydınlatırken Yavuz'u ilk kez böyle gördüğümü fark ettim. Çene kasları gergin değildi ve yüzünde hafif bir tebessüm vardı. Bu tebessümün sebebini kendine yoran iç sesime hafiften kızıp söze giren Tuna'yı dinledim.
"Abi sen demeden Esra'ya haber vermedik. Verelim mi?"
Esra'nın kim olduğunu bilmiyorken Yavuz başını olumsuzca iki yana salladı. "Hayır zaten sınav haftasına girecekti. Onu boşuna korkutmayalım."
Merakıma yenik düşüp "Esra kim?" diye sordum.
"Yagıçının kardeşi. Doğal olarak benim de kardeşim." Kaan'ın sözüyle Yavuz'a döndü bakışlarım. "Ailem yok demiştin."
"Ailem yok zaten. Esra benim kanım, canım. Ama buna aile demeye gerek yok."
"Kardeşinle ikiniz de bir aile olabilirsiniz." dediğim an Yavuz net bir ifadeye büründü. "Aile kavramını sevmiyorum!"
Yavuz'un kanayan ve bir türlü dikiş tutmayan yarasına bastığımı fark edince geri adım atıp başımı salladım. "Peki."
Odada derin bir sessizlik oluşmuşken ayağa kalktım. "Ben artık gideyim."
"Gün içinde de uğrar mısın?" Yavuz'dan beklenmedik sözcükler duyuyorken bu sözcüklere benim gibi timin de yabancı olduğunu fark ettim çünkü kıs kıs gülüyorlardı.
Bakışlarım onlara aldırış etmeyen Yavuz'a dönünce hızlıca söze girdim. "Geleceğim tabii."
Tam odadan çıkacakken içeri elindeki sağlık malzemeleriyle bir hemşire girdi. Dışarı çıkmaya hazırlanmış ayaklarım gerisin geri odaya dönerken hemşirenin elindekileri elime aldım. "Ben hallederim."
"Peki hocam." diyen hemşire odadan çıkınca Tuna söze girdi. "Ben bir Feyza'ya bakayım."
Hemen ardından Kaan konuştu. "Biz de Selim'le acıkmıştık."
"Abi ben acıkmadı-" Kaan'ın bakışlar beni bile korkuturken Selim kapıya doğru yürüdü. Üç asker de kısa sürede odayı terk edince anlam veremediğim bir heyecana kapıldım. Bu heyecanımı mesleğimin getirisi olarak düşünüp kendimi rahatlatmaya çalışırken Yavuz'un yanına doğru adımladım. Sandalyeye oturacakken Yavuz söze girdi. "Yanımda otur."
Normalde asla hareket etmemesi gereken Yavuz yatakta yana kayıp bana yer açınca onun yerine benim içim gitti. Kurşun yedin be adam!
Ameliyat yarası henüz pansumana hazır olmayacak kadar tazeyken tedavinin kolundaki yaraya yapılacağını tahmin ettim ve dediği gibi yanına oturup tişörtünü uçlarından tuttum. Bu temas istemsizce beni gererken öne gelmesi için ona yardımcı oldum. Yardımımla yatakta oturur hâle geçen Yavuz'un kazağını canını yakmamaya özen göstererek üzerinden çıkardım. Gözlerim bir bir sarılmış yaralarına dönünce aklıma o günler geldi. Yavuz ne düşündüğümü anlamış olmalı ki söze girdi. "O gün geçti."
Hâlâ yaralarında olan bakışlarımı gözlerine çıkarmam için baş ve işaret parmağıyla çenemi tuttu. Yüzümü yukarı doğru kaldırıp göz göze gelmemizi sağladıktan sonra "Yüzünde keşfe çıkabilir miyim?" diye sordu.
Dediklerine anlam veremesem de başımı salladım. Çenemdeki parmaklarını çekip işaret parmağının tersiyle burnumun üzerinde bir çizgi çiziyor gibi yaptı. "Fındık burun."
Ellerini biraz daha aşağı indirip baş parmağıyla dudağıma dokundu. Nefesimi kesen bu hareketiyle "Yavuz!" dedim.
Beni duymayan Yavuz dudağımı okşarken "Bal dudak." dedi. Bu hareketi ağzımdan ufak bir ses çıkarmama sebep olurken Yavuz'un elini tuttum. Hissettiğim bu yoğun duyguyu azaltmak adına elini dudağımdan ayırdım. Hafiften sırıtmaya başlayan Yavuz fazlaca açık sözlü olup "Sabırla bekleyceğim." dedi.
Yavuz'a karşı duyduğum bu ilgiyi göz ardı edemezdim. Ortada güçlü bir çekim vardı ve bu çekim beni korkutuyordu. Çünkü Yavuz keyfine düşkün biriydi ve ben keyfine düşkün birini eğlendirecek biri değildim. Yavuz için basit görünen şeylerin bendeki yeri bambaşkaydı. Her biri önem verdiğim noktalardı. Yavuz gibi anlık değildim. Anlık biri olmazdı ve anlayacağınız Yavuz hiç olmazdı. Çünkü değer verdiklerim Yavuz'un gözünde değerli şeyler olmayabilirdi.
Bilmiyorum belki de haksızlık ediyordum ama kendimi düşünmek zorundaydım. Kısa vadeli mutluluk peşinde biri gibi gözüken Yavuz yüzünden uzun vadede kendimi üzemezdim. Yavuz'la ilgili düşündüklerim pek parlak değildi çünkü görünen köy kılavuz istemezdi. Bu yüzden bir an önce yarasına bakıp bu odayı terk etmeliydim.
Hızlıca kolundaki sargıya yöneldim. Kendini iyice belli etmiş ama o güne göre toplanmış olan yanık ve kesiğe kısaca bakıp tepsideki malzemelerden gerekli olanları elime aldım. Önce yarayı dezenfekte edip iyice temizledim. Hemen ardından batikonu pamuğa döküp yarayı hafif hafif temizlemeye başladım.
"Elin de pek hafifmiş."
"Hafiftir." dedim yaraya odaklanmışken. Aklıma gelen babamla hızlıca devam ettim. "Babam adına özür dilerim Yavuz."
"Özürlerin, teşekkürlerin yetmiyor gibi bir de başkası adına özür mü diliyorsun?" diyerek olayı espriye vuran Yavuz'la ses etmeden tekrar yaraya odaklandım. Yanık kremini gerekli ölçüde sürüp yarayı yeni bir sargı beziyle sardıktan sonra tepsiyi alıp ayağa kalktım. "Geçmiş olsun."
Başını sallayan Yavuz kazağını üzerine geçirirken kolunda ona yardımcı oldum. Yavaş bir şekilde giyindikten sonra söze girdi. "Gün içinde yine uğrar mısın doktor hanım?"
"Gelmeye çalışacağım." dedim onun gibi tebessüm ediyorken. Çantamı koluma taktıktan sonra devam ettim. "Senin sayende, oradaki telkinlerin, cesaretin sayesinde bende travma etkisi olmadı. Bu yüzden teşekkür ederim Yavuz."
"Bence kendine haksızlık ediyorsun. Gayet de cesurdun. Karşımda bir yavru kedi vardı ama o yavru kedi fazlasıyla güçlüydü. Cesareti beni hayran bıraktı doğrusu."
"Teşekkür ederim ama yine de sen olmasaydın aklımı kaçırırdım."
"Ben olmasaydım da sen her şeyi hallederdin doktor hanım." Yavuz'un sözüyle tebessüm edip kapıya doğru adımladım.
"İyice dinlen, kendini yorma." dediğim an büyükçe gülümsedi. "Yeşilliği andıran gözlerin bana huzur verdi yavru kedi."
Yüzümdeki gülümsemeyle, bir şey demeden kapıyı açtım. Kalbimdeki tuhaf çarpıntıyla kendimi dışarı attım. Dışarıdan belli olmayacak şekilde derin nefesler alıp aynı anda yüzümdeki tebessümü de silmeye çalıştım. Ancak bu konuda başarılı olamadım. İstemsizce otuz iki diş sırıtıyordum.
Kalbimdeki tuhaf çarpıntı beni rahatsız etmek bir yana dursun, beni âdera değişik bir motivasyona itekliyordu. Sanki elli hasta değil de yüz elli hastaya bakacak motivasyona sahiptim. Bunun tek sebebi de adrenalinini fazlaca almış olan kalbimdi.
Yavuz kalbimize iyi gelmiyordu iç ses.
Ya da çok iyi geliyordu...
Hâkim Bakış Açısı
Nazelif'in odadan ayrılmasıyla koridorun dönemeçinde bekleyen tim üyeleri art arda odaya akın etti. Kaan Yavuz'un soluna, Tuna sağına geçerken, Selim de ayak ucunda durdu. Timin kıskacına yakalanan Yavuz tim gelmeden gülümsemesini bastırmıştı ama yine de timin sorgusundan kaçamayacağını biliyordu.
"Ne oldu Yagıçım, ne yaptınız?" diyen Kaan'a çatık kaşlarıyla baktı Yavuz. "Ne yapacağız lan?"
"Bilmiyorum valla Nazelif buradan çıkarken kalbini tutuyordu." diyerek olayları biraz abartmak isteyen Selim'e bir destek de Tuna'dan geldi. "Vallahi düşüp bayılacak sandık."
"Bir şey olduğu yok. Sadece abiniz ona iltifat etti." Yavuz'un sözüyle az önce Nazelif'in oturduğu yere oturdu Kaan. "Ne dedin ne dedin?"
Kaan'ı yatağından iteklemeye çalışan Yavuz âdeta bir sineği kovalıyor gibiyken "Sana ne lan!" dedi.
Yavuz'un ağzından laf alamayacağını anlayan Kaan küçük bir çocuk gibi oflarken Tuna konuştu. "Eee abi ne zaman açılacaksın?"
"Her şey ortada ya zaten."
"Her şey ortada olsa bile kız senden net bir şeyler duymak ister Yagıçı."
"Bence buna gerek yok." Yavuz'un sözüyle Kaan küçümseyici bakışa büründü. "Bu şimdi evlilik teklifi de etmez. Her şey ortada der ve nikah tarihi de almadan kendi kendine düğününü yapar. Her şey ortada ya. (!)"
Kaan'ın sözlerine alkışlayarak destek çıkan Tuna şair edâsıyla söze girdi. "Kadın ince ruhlu yaratılmış abi. Küçük bir sevgi sözcüğü onu mutlu edebilir belki ama belirsizliğe de tahammülü yoktur. Bir şeylerin net olmasını ister. Karşısındakine ne kadar değer verirse versin önceliği kendisidir. Ve kendisi de belirsizliğe katlanamaz."
🍀
Vesslam Tuna'cım...
Merhaba canlar.️ Nasılsınız? Bölüm nasıldı?
Instagramda da konuştuğumuz Esra nasıl biri sizce?
Instagram: marsel.000000
(Orada çok eğleniyoruz haberiniz olsun)❤️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |