
KEYİFLİ OKUMALAR
🍀
Hâkim Bakış Açısı
Nazelif gitti gideli Yavuz'un içine bir yığın kasvet oturmuştu. İçinde tarifsiz bir ağırlık vardı. Göğsüne çökmüş görünmez el ruhunu daraltıyordu. Bu sessiz ve derinden gelen sıkıntı, neşe kırıntılarını bile silip süpürüyor, Yavuz'u gri ve kasvetli bir ruh haline hapsediyordu.
"Nerelere daldın?" Handan'ın sözüyle bakışlarını Handan'a döndüren Yavuz'un aklında hâlâ Nazelif varken söze girdi. "Dalmadım bir yere."
"Eee çocuklar?" diyen Handan önce yanındaki Kaan'ı dürttü. "Ne var ne yok?"
Ardından Selim'e döndü. "Nasılsınız?"
Odadaki hiç kimse Handan'ın varlığından mutlu olamıyordu ancak Handan etrafına neşe saçtığını düşünüyordu.
Yüzüne eklediği zoraki gülümsemeyle söze girdi Kaan. "Ne olsun iyilik, sağlık."
Handan ağzını aralamış tam konuşacakken içeri tüm heybetiyle Halit Komutan girdi. Yavuz yerinde doğrulurken Halit Komutan eliyle onu uyardı ancak Yavuz yine de doğrulmaya çalıştı. Koşarak Halit Komutanın boynuna sarılan Handan'sa tamamen başka bir âlemdeydi. "Dayııı!"
"Dur kız boynumu kopardın." diyen Halit Komutan da yeğenine büyük bir içtenlikle sarıldı. Geçmişte Yavuz'la yaşadıkları sorunlu birliktelikten haberi olan Halit Komutan için Handan her şeye rağmen biricik yeğendi. Çünkü Handan Halit Komutanın tek yeğeniydi, rahmetli ablasından ona kalan tek yadigârdı. Bu yüzden Handan ne yaparsa yapsın Halit Komutan ona kızamıyordu. Handan'ın geçmişteki tüm hatalarına rağmen Halit Komutan için yeğeni kırmızı çizgiydi. Yeğeni, onun canıydı.
"Bizim çocuklar haber vermese bilmeyeceğiz geldiğini." diyerek hafiften homurdanan Halit Komutana Handan kıkırtıyla karşılık verdi. "Bir de biz kadınlara dedikoducu derler."
"Eşyaların nerede, hemen gitmek yok tamam mı?" Halit Komutanın sözüyle kalktığı yere geri oturan Handan elini olumsuz anlamda salladı. "Yok yok buradan kolay kolay gitmem. Uzun bir süre burada kalacağım dayıcığım. Eşyalar da kiraladığım araçta."
"İyi bakalım." diyen Halit Komutan manevi oğlu yerine koyduğu Yavuz'un yanına adımladı. Zaten doğrulmuş olan Yavuz, komutanına olan saygısından daha da doğrulmaya çalışırken canını yaktı. Binlerce küçük iğnenin aynı anda derisinin altına batırıldığını hisseden Yavuz her bir iğneden, zonklayan bir ateş topunun taştığını hissetti. Sinir uçlarından patlayarak yayılan acısı kolay şeyler yaşamadığını bir kez daha ona hatırlattı.
"Sana diyorum doğrulma evlat, bak canını yaktın."
"Yok yok iyiyim komutanım." diyen Yavuz yavaştan dinmeye başlayan acısıyla hangi ara yumduğunu bilmediği gözlerini geri araladı.
"Handan'ım bize iki dakika müsaade eder misin?" Halit Komutanın sözüyle tek gözünü kapatan Handan tatlı hareketler yaptığını düşünerek başını salladı ve ayağa kalktı. "Emir büyük yerden."
Handan'ın topuklularının çıkardığı tok ses yavaştan azalırken Handan da odadan çıkmış oldu. Kapıyı ardından kapatınca Halit Komutan kapıdaki bakışlarını Yavuz'a çevirdi. "Aldığımız istihbarata göre yeşil masa olayı henüz patlak vermedi. Theo senin oraya sızdığını hâlâ bilmiyor. Ancak bu operasyon için sen devam edemezsin."
Halit Komutanın sözüyle kolundaki bitmeye yüz tutmuş serumunu gösterdi Yavuz. "Yok komutanım ben iki güne kalmaz sahalara dönerim."
"Halit Komutan doğru söylüyor. Seni cami avlusunda bulmadık Yagıçı." Kaan, yapısı gereği ciddi bir konuyu anlatırken bile farkında olmadan komik bir etki yaşamıştı.
"Orası senin için tehlikeli bir hâl aldı Yavuz. Zaten operasyonun başındaydık. Başka bir time devretmek sorun olmaz."
"Komutanım yeşil masaya yeni girdik ama Theo için uzun zamandır ben ve timim çalışıyoruz. İsmini bile kaç operasyon sonrası öğrendik. Bunun için bizi bu görevden uzak tutmayın."
"Tamam Yagıçı, zaten biz devam edeceğiz sen dinlenirken." Kaan'ın ağzından çıkan kelimelerle birlikte Yavuz, kızgın bir ifadeyle Kaan'a baktı. Tam o an Halit Komutan söze girdi. "Hayır siz de bu işin içinde olmayacaksınız. Yıldırım Timi olarak hepiniz Theo'nun merceğindesiniz. Theo o mekana gelmiyor olabilir ama bir gün resimleriniz Theo'nun eline ulaşabilir."
"Deme komutanım öyle. Biz bu operasyondan geri durmak istemiyoruz."
Halit Komutan, Tuna'nın sözlerindeki kesinlikten timin kararlılığını iyice anladı. Buna rağmen, tecrübesinin getirdiği sorumlulukla, yine de timini bu zorlu görevden vazgeçirme çabasını sürdürdü. Belki de içten içe onların bu kararlılığına hayranlık duyuyordu ama bir komutan olarak her türlü riski göz önünde bulundurmak zorundaydı. Yüz hatlarında beliren hafif bir endişe ve alnındaki ince çizgiler, hem timine duyduğu güveni hem de olası tehlikelerin ağırlığını yansıtıyordu. Sesindeki yumuşak ama kararlı ton, onları ikna etmeye yönelik son bir girişimdi.
Halit Komutan, askerlerine dönmüş, yüzünde hem sert hem de babacan bir ifadeyle duruyordu. Gözleri, her birinin üzerinde teker teker gezinirken, sesi tok ve otoriterdi. "Bakın evlatlar." diye başladı, kelimeleri özenle seçilmiş gibiydi.
"Askerlikte birinci kural nedir?"
Kısa bir an sessizlik oldu. Genç askerlerin bakışları komutanlarının yüzünde kilitlenmişti, cevap bekler gibiydiler. Ancak Halit Komutan, onlara bu fırsatı tanımadı. Ağırbaşlı bir şekilde, kendinden emin bir duruşla devam etti: "Emrin altındakileri korumaktır. Emrin altındakileri kollamaktır."
Bu son cümle, sanki bir yemin gibi, vurgulu bir şekilde söylendi. Komutanın bakışları daha da derinleşti, sanki bu basit ama hayati kuralın önemini askerlerinin kalbine kazımak ister gibiydi. O an, rütbelerin ötesinde, bir liderin en temel sorumluluğunun altındaki insanlara sahip çıkmak olduğu, odayı dolduran sessizliğin içinde yankılanıyordu. Halit Komutan'ın duruşu, bu inancının ne kadar köklü olduğunu açıkça gösteriyordu.
"Komutanım, sizin yolunuz bizim yolumuzdur. Bize ne emrederseniz onu yaparız. Biliyoruz ki bu karar sizin için de kolay değil. Ama siz bizim yerimizde olsaydınız aynı şeyi yapardınız." dedi Yavuz. Diğer askerler de başlarını sallayarak ve mırıldanarak bu sözleri onayladılar. Onların bu samimi bağlılığı, komutanın omuzlarındaki yükü daha da ağırlaştırıyordu. Onları tehlikeye atmak istemiyordu ama aynı zamanda onların inancını da kırmak istemiyordu.
"Bu konuyu üstlerimle bir kez daha değerlendireceğim."
"Kararınız olumlu olsun komutanım." Yavuz'un rica içeren ses tonuyla Halit Komutan başını salladı.
"Ben sizinle niye başa çıkamıyorum?" Halit Komutanın sesi sahte bir sinirle doluydu. Yüzündeki tebessümse onları ne kadar sevdiğini gösteriyordu.
"Biz de bizimle başa çıkamıyoruz komutanım." Tuna'nın sözlerine denecek yoktu.
"Bu arada evlatlar." dedi ve sırayla tüm tim üyelerine baktı Halit Komutan. "Yıldırım Timine bir üye daha gelecek."
Askerlerin yüzlerinde beliren merak ve anlamazlık ifadesi, birbirlerine kısa ve sessiz bakışlar atmalarına neden oldu. Halit Komutan, bu soru dolu bakışların farkındaydı ve yeniden söze girdi. "Halim'imiz şehit olunca..." Cümlesinin ortasında hafifçe yutkundu. Boğazında bir düğüm hissediyordu. Askerler arasında da aynı hüzünlü sessizlik hakimdi. Her birinin zihnine, şehit düşen silah arkadaşlarına duydukları derin özlem bir anda çökmüştü.
"Bir ölür bin diriliriz." dedi Halit Komutan.
"Halim abinin yerine biri mi gelecek komutanım?" Selim'in sözlerini toyluğuna veren Halit Komutan babacan sesiyle söze girdi. "Halim'in yerini doldurmaz elbet. Ancak sizin time birinin daha gelmesi şart. Peşinizde Theo varken daha kalabalık ve güçlü durmalısınız. Ozan Üsteğmenle birlikte iyice kenetleneceksiniz."
"Siz uygun görmüşseniz bize de uygundur komutanım." Canı hâlâ yandığı için zor bela konuşmuştu Yavuz.
"Hadi koçlar ben artık gideyim." Ayağa kalkan Halit Komutan Yavuz'un yanına gidip omzunu tuttu. "Sen de iyice dinlen."
"Sağ olun komutanım kaç keredir buraya kadar geldiniz."
"Geleceğim tabii." diyen Halit Komutan duygusal anları pek sevmediğinden bu atmosferin oluşmasına izin vermeden devam etti. "Hadi Allah'a emanetsiniz."
Nazelif'ten
Eve geldiğim andan itibaren üzerime çöken derin bir sessizlik, Ada'nın dikkatinden kaçmamıştı. Öyle ki, bu suskunluk adeta bir mıknatıs gibi onun bakışlarını üzerimde topluyordu. Konuşmuyordum çünkü zihnimde anlamlandıramadığım, karmaşık bir şeyler vardı. Bir türlü yerine oturmayan ve her defasında düşünce labirentlerinde kaybolmama neden olan bu fikirlerle baş etmek beni fazlasıyla yoruyordu.
"Daha ne kadar bekleyeceksin?" Ada'nın sözüyle halıdaki boş bakışlarımı yarıda bırakıp anlamazca Ada'ya döndüm. "Hı?"
"Diyorum ki dudaklarını kemirip, bana anlatmamak için daha ne kadar bekleyeceksin?"
Oturduğum koltuktan hızlıca kalkıp Ada'nın oturduğu koltukta bağdaş kurarak oturdum. "Ada ben Yavuz'u anlayamıyorum."
"Zor biri." dedi Ada yeni sürdüğü ojelerine bakarken.
"Sağ ol ya çok yardımcı oldun. Ben bunu nasıl düşünemedim ya?" diyerek Ada'ya tip tip bakarken Ada da gözlerini ojeden çekip bana döndü.
"Şimdi kankacığım." Önüne düşen kıvırcık saçlarını kulağının arkasına tutturmaya çalışıp devam etti. "Nedir anlamadığın nokta?"
"Sakladığı şey..."
"Onun cevabı bende yok ama sana tavsiyem var." Ada'nın sözüyle hiç beklemeden "Nedir?" dedim.
"Yavuz'un üzerine git, ağzından laf al. İçindeki gizlisini saklısını sana açması için ona güven ver."
"İşte tam da şu noktada araya Yavuz'un çevresindeki kızlar giriyor." dedim sinirimi alaya vurarak ve 'kızlar' kelimesini iyice baskılayarak.
"Bak Nazo, Yavuz'un senden gizli saklısı var mı?"
"Var." dedim tereddüt etmeden.
"O zaman bu kızların da bir açıklaması olamaz mı?"
"Hiçbir sebep bu pisliği açıklayamaz."
"Doğru, doğru diyorsun ama Feyza sana demiş ya bitmiş gitmiş bir şey. Hem sen demedin mi bana geçen; Yavuz'un evine girip çıkan kızlar bayağıdır olmadı. Baksana adam kendini sana saklıyor. Bir yerden kendini düzeltmeye çalışıyor."
Derin bir nefes alıp havayı yavaşça dışarı verdim. Omuzlarımda hissettiğim gerginlik bir an olsun azalır gibi oldu ama içimdeki karmaşa aynı yoğunlukta duruyordu. Gözlerim dalgın bir şekilde önümdeki boşluğa takıldı. Kaşlarım hafifçe çatılmıştı, zihnimde dönüp duran düşüncelerin ağırlığı yüzüme yansıyordu.
"Her şey çok karmaşık geliyor." diye mırıldandım. Sesim kendi kulağıma bile uzak ve boğuk geliyordu sanki. Sanki zihnimdeki o karmakarışık ipleri çözmeye çalışmaktan yorulmuştum.
"Bir de babamın yaptıklarını eklersek..."
"Şu süreçte babanın suyuna git. Yavuz konusunda da katı kuralların olmasın. Geçmiş bitmiş hikayeler için şu ânını mahvetme." Ada'nın sözüyle başımı sallayıp söze girdim. "Ama bu konuların Yavuz için de bitmiş olduğunu öğrenmem gerek."
"Açık açık sor. Al karşına tak tak sor."
"Nasıl sorayım, neyi olarak soracağım tam olarak?" dedim tek kaşım havada.
"Adını koymadığınız ilişkinizin bir tarafı olarak sor. Ha yapamadın mı, arkadaşça sor. Bir şey danış, konu konuyu açsın."
"Tamam dediklerini kaydettim zihnime. Bakacağım bir hâl çaresine."
"Her şey hallolduğuna göre o zaman dışarı çıkalım. N'olur, n'olur!"
"Babamın peşimize taktığı askerleri yormamalıyız."
"Zaten kimseye haber vermeden gideriz. Yarım saate de geliriz."
"Yok Ada ben başıma bir vaka daha açamam." dedim ellerimi öne uzatıp.
"O zaman Kaan'ı arayalım. O gelsin yanımızda dursun. Hem Tahsin amca da bugün geç geleceğini söylemedi mi?" Bir an öylece dalgın bir şekilde durdum, zihnimde olasılıkları tartıyordum. İşte tam o sırada Ada yeniden söze girdi. "Hem belki Yavuz'a da gideriz."
Yeni önerisi kulağa hoş geldi ama öylece çıktığım odaya yine öylece girmek saçma geldi. "Hayır Ada, Yavuz'a gitmeyelim. Hem bir arama bile yapmadı."
"Tamam Yavuz'a gitmeyiz."
"Ama bir de Kaan, Yavuz'la meşgul şu an. Nasıl gelecek?" Sözümle Ada'nın telefonun çalması bir oldu. Masadaki telefona baktığımda arayanın Kaan olduğunu gördüm. İşte bu kadar olur diye içimden geçirirken bunun bir illüzyon olduğunu bile düşündüm.
Bekletmeden telefonu eline alan Ada yüzüne eklediği büyük tebessümle aramayı cevapladı. Bir elini de kalbine götürünce "Çüş ama." dedim.
Kısık sesim Kaan tarafından duyulmamışken Ada "Alo, Kaan?" dedi.
"Nasılsın Ada?" Telefonu hoparlöre alan Ada'yla, Kaan'ın konuşmasını ben de duydum.
"İyiyim Kaan, teşekkür ederim. Sen nasılsın?"
"İyiyim ben de. Az önce Rahim Ağa Yavuz'u aradı. Senin iş oldu sayılır. Hatta ne sayılır, oldu oldu. Yarın gidip konuşalım mı?"
"Ya çok teşekkür ederim ya! Olur tabii, gideriz yarın."
"Tamam o zaman yarın saat on iki gibi gideriz. Zaten yarın başlamazsın. Bir mekanı görürüz."
Elini yumruk yapıp aşağı indirerek 'İşte bu iş oldu!' demeye çalışan Ada'nın yüzüneyse diyeceğim yoktu. Sevinçten şekilden şekile giriyordu. "Tamamdır Kaan çok teşekkür ederim tekrardan."
"Ne demek, ne yaptık ki?" diyerek iyice mütevazı olan Kaan, Ada'nın gittikçe daha da erimesine sebep olurken sözlerine devam etti. "Bu arada Nazelif yanında mı, Yavuz aramış ama açmamış."
Sessizde olan telefonumdaki bakışlarımı çekip ellerimle, yüz ifademle ve kısık sesimle "Hayır burada yok de." desem de Ada hiç oralı olmadı. "Burada burada."
"Tamam o zaman ben veriyorum Yagıçıya, görüşürüz sonra."
"Tamam Kaan hoşça kal." diyen Ada telefonu elime tutturunca diğer elimi alnıma götürüp Ada'ya sinirle baktım. Ada bana öpücük atıp odayı terk edince yeterince sustuğumu fark ederek "Alo?" dedim.
"Nasılsın?"
"İyi diyelim iyi olalım." dedim sesimdeki imayı gizleyemeden.
"Sabah birden çıktın."
"Çıkmam gerekti çıktım." dedim yüzüme eklediğim sahte tebessümle.
"Sabahki kadın, Handan..."
Demek adı Handan'dı.
"Açıklama yapmak zorunda değilsin." diyen ben aslına delicesine merak ediyordum Yavuz'un Handan hakkındaki düşüncelerini. Bakalım gerçekten bitmiş gitmiş bir olay mıydı?
"Ama ben sana bir açıklama yapmam gerektiğini düşünüyorum." dediği an hızlıca söze girdim. "Neden böyle düşünüyorsun?"
"Sana değer verdiğimden."
"Değer verdiğin her insana açıklama yapar mısın?"
"Her insana değer vermem." Sözüyle tek kaşım hayranlıkla havaya kalkarken sessizce onu dinlemeye karar verdim.
"Handan Halit Komutanın, yani komutanımın yeğeni."
"Hepsi bu mu?" dediğim an "Hepsi bu değil." dedi.
Söyleyeceklerinden anlamsız bir şekilde korkuyordum. Bunun cesaretsiz iç sesimden kaynaklandığını düşünerek Yavuz'u dinlemeye devam ettim.
"Handan eskiden benim kız arkadaşımdı. Şimdiyse yalnızca komutanımın yeğeni!" Sesinde netlik vardı.
"Peki ya diğerleri?" diye sorduğumda durdu biraz. Muhtemelen ne diyeceğini düşünüyordu.
"Benim için diğerleri yok."
"Evine gelen kızlar da mı yok?"
"Yok! Bu saatten sonra olamazlar."
"Ne oldu ki bu saatte?"
"Fikirlerimi değiştiren biri girdi hayatıma. Bakış açımı doğru yöne çekmemi sağladı."
"Hepsi bu mu?" diye sordum bir kez daha.
"Hepsi bu değil." dedi o da bir kez daha.
"Ne var başka?" diye sordum.
Kendimize ait, görünmez bir çemberin tam ortasında duruyorduk sanki. Alan dardı, sadece ikimiz vardık ve dışarıdaki dünya bu çemberin dışında, belirsiz bir uzaklıktaydı. Aramızdaki tek somut şey, havada asılı duran, kelimelerden örülmüş hayali bir toptu. O topu bir o atıyordu bana, karmaşık, kıvrımlı bir cümle fırlatarak. Ben de aynı şekilde karşılık veriyordum ona, içimde evirip çevirdiğim, dolambaçlı bir ifadeyle. Oynadığımız oyun buydu işte: dolambaçlı cümleler. Her birimiz, ne demek istediğimizi tam olarak söylemeden, kelimelerin labirentinde dolaşıyor, diğerinin neyi kastettiğini çözmeye çalışıyorduk.
"Duymaya hazır mısın?" dediği an "Söylemeye hazır değilsin gibi." dedim.
"Gayet de hazırım." Sözüyle kalbimde değişik bir kıpırtı hissettim. Gerçekten de hazır mıydım bunları duymaya? Yavuz'un bana olan hislerini duymaya hazır mıydım?
Zihnim bir soru işaretiyle doluydu: Hazır mıydım? Gerçekten de Yavuz'un bana olan hislerini duymaya, bu yeni olasılığa açılmaya hazır mıydım? İçimde bir yanım coşkuyla bu âna kucak açmak isterken, diğer yanım çekiniyor, bilinmezliğin getirdiği endişeyle geri adım atmak istiyordu. Bu hisler karmaşası, içimde tatlı bir huzursuzluk yaşatıyordu. Sanki kalbim, bir sonraki adımda ne olacağını merakla bekleyen küçük bir kuş gibi çırpınıyordu. Ve ben, sanırım hazırdım. O karmaşık duygular yumağı çözülmeye başlamış, yerini yavaş yavaş umut dolu bir bekleyişe bırakmıştı. İçimdeki o küçük kuşun çırpınışları da sakinleşmiş, sanki o da yeni bir başlangıcın heyecanını hissediyordu. Belki de tüm bu bilinmezlik, sonunda güzel bir şeye dönüşecekti. Yavuz'un hislerini öğrenmek, bu yeni olasılığa adım atmak... Derin bir nefes aldım. Evet, sanırım gerçekten hazırdım.
"Nazelif?" Dışarıdan gelen babamın sesiyle elim ayağıma dolaşırken bu güzel atmosfer de bir son bulmuştu.
Salona yaklaşan adım sesleriyle Ada'nın telefonunu kulağımdan çekmeden hemen önce "Yavuz babam." dedim ve bir cevap dahi beklemeden aramayı sonlandırdım.
Telefonu yandaki koltuğa atıp saçımı düzeltiyor gibi yaptım. İçeri giren babamla nefes alışverişlerim de artık sakinleşmişti. Ada'nın nerede olduğunu bilmiyorken; hangi ara eve geldiğinden bihaber olduğum babamı dineldim. "Kızım?"
"Efendim?"
"İyi misin sen, bir telaşlı gördüm?"
"İyiyim iyi." Elimi kolumu düzeltip devam ettim. "Yoo telaşlı değilim."
"O zaman yorulmuş olmalısın."
"Muhtemelen." dedim babama hafif gülümseyip.
İçeri giren Ada'ya tip tip baktığımda Ada masumca sırıttı. "Lavabodaydım."
Oysa Ada babamın bugün geç geleceğini söylemişti. Sanırım Ada'nın ipiyle kuyuya inilmezdi. Sonra ip elimizde kalırdı maazallah.
"Bugün geç gelmeyecek miydin amca?" Ada'nın sözüyle hafif homurdandı babam. "Ne o, sevinmedin mi erken geldiğime?"
"Yok ya sadece merak ettim, olur mu öyle şey?"
"Taburdaki işlerim erken bitti."
"Tabura mı gitmiştin?" diye sordum.
"Eee albaysan izin gününde bile çalışırsın." dedi babam. Başımı sallayıp konuşmaya devam eden babamı dineldim. "Yarın birlikte bir şeyler yapalım diyecektim."
"Ben yarın çalışıyorum." Ardımdan Ada söze girdi. "Ben de yarın yeni bir iş için bir lokantayla görüşeceğim."
"Desenize kızlarımın bana ayıracak bir günleri bile yok." Babamın sözüyle ikimiz de aynı anda konuşmaya başladık.
"Olur mu öyle şey ya?"
"Yaa deme öyle baba."
"Tamam tamam şaka yaptım." diyen babam oturduğu koltuktan kalkıp kapının önündeki Ada'ya ve hemen ardından da koltuktaki bana baktı. "Benim yapmam gereken birkaç görüşme var. Sizin bir diyeceğiniz yoksa ben odaya geçiyorum."
"İyi görüşmeler Tahsin amcacığım." Ada'nın hemen ardından ben konuştum. "Kolay gelsin baba."
Evet, bugün de böyle nihayete erdi. Günün son anları, sanki bir film şeridi gibi gözümün önünden akıp gitti. Yavuz'un söyleyeceklerinin havada asılı kalması içimde buruk bir his bıraktı. Sanki önemli bir sır perdesi aralanacakken, rüzgar esmiş ve o perde kapanıvermişti. Bu yarım kalmışlık, zihnimin bir köşesinde minik bir rahatsızlık olarak yer etse de babamın önünde yaptığım anlamsız ama tatlı telaş bunu baskıladı. Kendimi huzurlu ama huzursuz hissetmeme sebep oldu. Bu nasıl bir cümle diye sormayın; çünkü inanın ben bile bilmiyordum...
🍀
Nasıldık bugün?
Hoş kalın, hoşça kalıın!
Instagram: marsel.000000
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |