25. Bölüm

25. BÖLÜM

Marselkalp
marselkalp

 

 

Bölüm normale göre daha uzun. Oy ve yorumlarınızı bekliyorum tamam mı?

KEYİFLİ OKUMALAR

🍀

Odanın kapısı aralandığında, içeri süzülen tim üyeleri, bakışlarını Yavuz'un masasına serilmiş kağıtlara çevirdi. Adımları odaya doğru ilerlerken, her birinin gözleri, masadaki dağınık dosyalara kilitlenmişti. Yavuz, elindeki son dosyayı kapatıp başını kaldırdığında, tüm tim artık odadaydı; meraklı ve hazır bekleyen gözlerle ona bakıyorlardı.

"Gelin." diyen Yavuz odanın içinde turlarken "Oturun." diye devam etti.

Askerler sandalyelere otururken Yavuz mavi kapaklı dosyayı eline aldı. Açıp birkaç şeye baktıktan sonra gözlerini resimlerden ve yazılardan ayırmadan devam etti. "Yeşil Masa!"

"Bunu çok duyacağız sanırım." Kaan'ın sözüyle başını salladı Yavuz.

"Sizi Yeşil Masa hakkında konuşmak için çağırdım. Ancak Ozan gelince devam edeceğiz."

"Komutanım, Ozan Üsteğmen de mi bu operasyonda bizimle olacak?" Selim'in sözüyle başını sallayan Yavuz kendi yerine otururken devam etti. "Evet, artık her operasyonda bizimle olacak."

"Şu an nerede?" diye sordu Tuna.

"Tahsin-" Derin nefes alıp sakin bir şekilde devam etti. "Nazelif'in babası, koruma olarak Nazelif'in yanına verdi Ozan'ı."

"Ama Nazelif için tehlike arz edecek bir durum yok ki?" diyen Kaan masadaki leblebiden bir iki tane alıp devam etti. "Albay fazla korumacı."

"Öyle." diyen Yavuz aslında bu durumu sevmişti. Nazelif'in güvende olması onun için de iyiydi. Ama yine de albayın evhamına laf söylemeden edemedi. "Evhamlı biraz."

Kapının tıklatılmasıyla gözlerini kapıya çeviren Yavuz aynı anda "Gel." dedi.

Kapıyı açıp içeri giren Ozan Üsteğmen kısa bir baş selamı verip Yavuz'un eliyle işaret ettiği sandalyeye oturdu.

"Hoş geldin kardeşim." diyen Yavuz'la başını salladı Ozan. "Hoş buldum."

Dosyalara son bir bakış atan Yavuz gözlerini dosyalardan ayırıp time döndü. "Şimdi başlayabiliriz."

"Adım Soner, soyadım İlker." Yavuz'un sözüyle Kaan, duyduğu isim kombinasyonuna engel olamayarak kahkaha atmaya başladı. Kahkahası, odadaki buz gibi havayı kırıp geçti. Ancak etrafındaki yüzlerde en ufak bir tebessüm dahi göremeyince, o anki neşesinin yersiz olduğunu fark etti. Yüzündeki gülümseme yavaşça solarken, sesi de yutkunarak kesildi ve sessizleşti.

Sessizliği tekrar dağıtmak istercesine, bu sefer daha kısık bir sesle "Hem son, hem ilk." diye mırıldandı. Sanki bu sözlerle ortamı tekrar yumuşatabileceğine inanmıştı. Ama kimse dönüp ona bakmadı bile. Bakışlar hala ciddiyetle Yavuz'un üzerindeydi. Kaan, bu ikinci girişiminin de dikkat çekmediğini anlayınca bu sefer tamamen ciddileşti.

"Otuz iki yaşında başarılı bir iş insanıyım. Tabii bunun arka perdesi de var." diyen Yavuz ayağa kalkıp devam etti. "Uyuşturucu, silah kaçakçılığı ve tabii ki kumar masaları..."

Odada sessizlik hâkimken Kaan, her ne kadar Yavuz'u dikkatle dinliyor olsa da, o gergin havayı dağıtmak istiyordu. Bir espri patlatmamak için kendini zor tutuyordu. Kollarını kavuşturmuş duruşuyla kendini dizginlemeye çalışıyordu. Bakışları Yavuz'un üzerinde sabit, ama gözlerinin içinde yaramaz bir pırıltı, fırsatını bulduğunda araya serpiştireceği bir espriyi hazırda bekletiyordu.

"Sekiz yılı aşkın süredir Amerika'daydım, üç ay önce döndüm." Yavuz'un sözüyle Tuna hafifçe öne eğildi. Yavuz'un her kelimesini bir talimat olarak algılyor ve hemen zihninde aksiyon planları oluşturmaya başlıyordu. Gözlerinde operasyonun getireceği zorluklara karşı bir heyecan ve meydan okuma isteği vardı.

"Herkesin güveneceği ancak korktuğu; saygın ama elleri kirli biriyim." Kimliğini çizen Yavuz'un gözü Selim'e kaydı. Duruşunda deneyimli tim üyelerinin sakinliğinden ziyade, yeni bir göreve başlamanın verdiği saf bir heves ve aynı zamanda biraz da endişe vardı. Her kelimeyi adeta sünger gibi çekmeye çalışıyordu. Çünkü bu operasyon onun için diğer operasyonlardan daha büyük bir öğrenme deneyimi olacaktı.

Yavuz'u en ciddi ve odaklanmış bir şekilde dinleyen Ozan'ın duruşu dimdik, bakışları sabitti. Duyduğu her bilgiyi bir yapboz parçası gibi zihnine yerleştiriyor ve büyük resme nasıl uyduğunu anlamaya çalışırdu. Dinleyişinde, operasyonun her detayının eksiksiz ve doğru anlaşılması gerektiği inancı yatıyordu.

"Geçen Kaan'la gittiğimizde herhangi bir keşif yapmadık. Bu gidişte keşif de yapacağız." Yavuz'un sözünün hemen ardından "O kadın..." dedi Kaan. "O kadın çok uyanık."

"Evet." diyen Yavuz yeni bir dosyayı Tuna aracılığıyla masasından aldı. Açıp içindeki resmi önlerindeki masaya bıraktı. "Anastasia Ivanova! Rus asıllı bir ajan. Şu an için Theo ile doğrudan bir teması yok, ancak tüm operasyonları Theo'nun emirleri doğrultusunda yürütüyor. Theo'ya doğrudan ulaşabilecek bir konumda olmadığı için, şu an bize anlık bir tehlike arz etmiyor. Ancak Kaan'ın dediği gibi zeki ve uyanık bir kadın."

"Aklını alırız evelallah." Tuna'nın sözüyle başını salladı Yavuz. "Tam üzerine bastın Yücesoy. Bu iş sende."

"İnşallah Feyza yenge duymaz." Selim'in sözüyle Tuna hariç herkes kahkaha attı. Feyza narindi narin olmasına ama çok da hırçındı. Ve bu hırçınlığı alınganlığıyla birleşti mi ondan korkmamak mümkün değildi.

"Gelelim Majar'a!" diyerek tüm dikkatleri üzerinde toplayan Yavuz dosyadaki diğer resmi de masaya bıraktı. "Bu adamın Zifir'le tanışıklığı var."

"O zaman bu tanışıklık çok eskiye dayanıyor." Ozan'ın sözüyle Yavuz eliyle onay işareti yaptı ve aynı anda söze girdi. "Aynen öyle! Yıl 1994, Bosna savaşı... Majar adında Rus asıllı bir çocuk. Ailesini Türklerin öldürdüğünü düşünmesini sağladılar. Ama aslında ailesi Sırp asıllı Ferdinant tarafından öldürüldü. Ferdinant da Theo'nun karısının kardeşi."

"Oha lan ağa bak!" Kendine hakim olamayan Kaan, Yavuz tarafından da desteklendi. "Çete ama aynı zamanda bir aile."

"Koskoca dünyayı yöneten bir avuç it!" dedi Tuna da kendine hakim olamamışken.

"Bir yerde okumuştum. Bunların mal varlıkları bilmem kaç ülkenin servetinden daha çok." Ozan'ın sözüyle herkes başını sallarken Yavuz devam etti. "Şimdi ilk aşamada bizim için önemli olan Majar."

"O zaman Tuna Anastasia'yla ilgilenirken biz de Majar itini halledeceğiz." Kaan'ın sözüyle başını iki yana salladı Yavuz. "Majar'ı ortadan kaldırmayacağız. Majar'ın bilgilerini süzeceğiz."

"Bunu nasıl yapacağız?" diye sordu Selim.

"Majar'dan veri aktarmak kolay olmayacak ama bunun için çabalayacağız. Yeşil Masadan dolu ayrılmalıyız." dedi Yavuz.

"Başka bir şey var mı?" Acele işi olduğundan araya giren Ozan hafif utanmışlık hissi yaşamadan edemedi.

Bu durumu fark eden Yavuz "Bugünlük bu kadar yeter." dedi.

Başını sallayıp ayağa kalkan Ozan, Yavuz'un hemen yanında durup "Komutanım?" dedi.

"Efendim?"

Utana sıkıla söze girdi Ozan. "Benim hastaneye uğramam gerek. İlaç bugün geldi ve acil çağırdılar."

"Git kardeşim." dedi Yavuz içten bir tavırla.

Başını sallayan Ozan minnetle Yavuz'a bakarken devam etti. "Özür dilerim komutanım."

"Al, ikinci Nazelif." Yavuz'un sözünden hiçbir şey anlamayan Ozan "Efendim?" diye sordu.

"Yok bir şey, hadi sen git." diyen Yavuz aklına gelen sevdiceğiyle güleç yüz ifadesine büründü. Tam o an Kaan otuz iki diş sırıtarak söze girdi. "Yav ben aşık Yavuz'u çok sevdim lan! Bak Yagıçı, sana allı pullu düğün yapacağım lan!"

"O allı şanlı olmasın abi?" Selim'in sözüyle yüzünü ekşitti Kaan. "Sus lan çok bilmiş."

Bu renkli time tebessüm etmeden duramayan Ozan her ne kadar burada kalmak istese de gitmeliydi artık. "Hadi Allah'a emanet olun."

"Sen de kardeşim." dedi Yavuz.

"Yengeye selam." dedi Kaan.

Ozan'ın odadan çıkmasıyla Tuna da ayağa kalktı. "O zaman kardeşler, ben Anastasia'yla ilgili bilgi bulmaya gideyim."

"Dikkat et de Feyza seni bulmasın." Kaan'ın sesi her ne kadar şen çıksa da Tuna'nın içini aydınlatmamıştı. "Sus zevzek."

"Sen sus gevşek." Kaan'ın hafiften sinirli çıkan sesiyle Yavuz araya girdi. "Hadi herkes işine."

Tuna'ya ölümcül bakışlar atan Kaan, Yavuz'la göz göze gelince bu işlemine son verdi ve söze giren Yavuz'u dinledi. "Yarın akşam gideceğiz mekâna. Çınarlar yer ayırttı, yarın akşama hazır ol."

"Sen hiç merak etme Yagıçım."

Nazelif'ten

Babam yüzünden artık korumam olduğunu düşündüğüm Ozan Bey beni hastaneye bırakalı üç saat olmuşken tekrar burada görmeme anlam veremeyerek yanına gittim. "Ozan Bey siz hâlâ burada mısınız?"

Hafiften sinirli çıkan sözümle Ozan Bey bir elini öne uzattı. "Hayır Nazelif Hanım gidip geri geldim. Merak etmeyin babanız göndermedi, hastanede işim vardı."

Aniden çıkıştığım için hafiften utanırken tebessüm edip sözlerime devam ettim. "Yardımcı olabileceğim bir şey varsa?"

"Yani rahatsız etmek istemem ama eşim kaç dakikadır kadın doğum servisinde ve henüz çıkmadı. Bana bilgi veren biri de olmadı. Sizden rica etsem sorabilir misiniz?"

"Tabii ki hemen sorarım, ismi nedir?"

"İlkay, İlkay Güçlü." dediğinde başımı sallayıp küçük bir tebessüm ettim. Boynuma astığım kartımı elime alıp cihaza yaklaştırdım. Otomatik kapı kendiliğinden açılırken içeri girip tanıdık koridorda yol aldım. Birkaç hemşire başıyla selam verirken ben de tebessüm edip selam verdim.

Masa başındaki nöbetçi hemşirenin yanına adımladığımda "Merhaba, İlkay Güçlü hakkında bilgi alabilir miyim?" diye sordum.

"Merhaba hocam, maalesef durum iç açıcı değil. Tüp bebek tedavisinden bu kez de yanıt alamadık." Hemşirenin sözüyle derin bir kasvet içime çöktü. Zor da olsa sözlerime devam ettim. "Peki kendisi iyi mi?"

"Biraz kramp girdiğini tarif etti ama olağan bir durum. Kendisi iyi şu an ve birkaç dakika sonra taburcu edeceğiz."

"Hangi odada?" diye sordum.

"316 numaralı odada." Başımı salladım ve uzun koridorda yürüyüp 316 numaralı odayı aradım. Aradığım numarayı görmemle adımlarımı yavaşlatıp açık kapının önünde durdum. İçeri girmeden başımı hafifçe içeriye doğru eğdim. Genç kadının sessizce uzandığını gördüm. Gözleri kapalıydı ve karın bölgesine konmuş bir sıcak su torbası vardı.

Annelik umudu kadar kırılgan bir şey yoktu şu dünyada. Aslında her şeyin temeliydi annelik değil mi?

İnsan denilen varlık ne kadar karmaşık görünse de en saf hâliyle bir çocuğun gözlerinde başlıyordu, bir annenin kalbinde büyüyordu. O genç kadının gözlerini kapatıp karın bölgesine sarınması bile aslında geleceği avuçlarının içinde tutma çabasıydı. Kırılgan, sessiz, dua eder gibi...

Ne kadar çok şeye göğüs geriyordu kadınlar... İğneler, hormonlar, bekleyiş, belirsizlik... Ve yine de en çok onlar sessiz kalıyordu. Anlatmadan, şikayet etmeden... Çünkü içlerinde bir şey vardı; umut... Kanla, canla, sabırla büyüttükleri o görünmeyen tohum; umut!

Ve ben, o kapıdan bakarken yalnızca bir doktor değildim. Tanıklık eden bir kadındım. Bir kadının umutla ördüğü bu inanca tanıklık eden başka bir kadındım; belki de geleceğin annesi...

"Hocam?" Arkadan gelen hemşirenin sesiyle dolan gözlerim akmasın diye yukarı baktım. İki elimi silmek adına gözüme götürürken arkama döndüm.

"İyi misiniz?"

Başımı sallayıp küçük bir tebessüm ettim. "İyiyim, teşekkür ederim."

Ayaklarım yavaştan hareketlenirken "Kolay gelsin." deyip daha da hızlı yürümeye başladım.

Dışarı çıkınca gözüme direkt Ozan Bey çarptı. Büyük bir umutla bekleyen adamın yanına vardığımda umudunu kırmamak adına yalnızca şunları söyledim. "İlkay Hanım gayet iyi, birazdan çıkar."

"Teşekkür ederim Nazelif Hanım." Gözlerindeki parıltıyı görünce ben de zor bela tebessüm ettim. "İnşallah en yakın zamanda bebeğinizi kucağınıza alırsınız."

"İnşallah." diyen Ozan Beye baş selamı verip vedalaşarak yanından ayrıldım. İçimde oluşan kasvet yığınını dışarı atmak adına kendimi arka bahçeye attım. Soğuk havayı iliklerime kadar hissederken gözümden bir damla yaş süzüldü. Normal bir doktora göre çok sulu gözlü olduğumun farkındaydım ama işte Nazelif Günsoy da buydu...

Çalan telefonumla birlikte akan gözyaşımı silip cebimdeki telefonumu elime aldım. Arayanın pek kıymetli sevdiğim olduğunu görünce buruk da olsa tebessüm ettim. Bekletmeden aramayı cevaplayıp telefonu kulağıma götürdüm. "Yavuz?"

"Sesin neden böyle, iyi misin?" Sesimin yorgun olduğunu, içimin buruk olduğunu ben demeden de anlayan Yavuz benim kıymetlimdi. Yorgun sesimin ardındaki hüzün, onun hassas kulağına takılmıştı ve bu, beni daha da değerli hissettirmişti. Sanki kalbimden geçen her bir his, onun kalbine bir telgraf gibi ulaşıyordu.

"Ben iyiyim ama-" Bir damla daha süzüldü gözümden. "Ama onlar iyi değil Yavuz."

"Onlar kim sevdiğim?"

"Tüp bebek tedavisi gören iki insan, büyük bir umutla bekleyen iki kalp..."

"Ozan'dan ve eşinden bahsediyorsun değil mi?" dedi Yavuz da sıkıntılı sesiyle.

"Evet." Lütfen Yavuz, lütfen bu kasveti içimden çekip al! "Birazdan duyacak Ozan olumsuz sonucu, İlkay duydu bile."

"Sevdiğim?" dedi Yavuz içli bir nefes alıp devam etti. "Bu bekleyişin ne kadar zorlu olduğunu bilmiyoruz. Her ay yenilenen umutların nasıl da hüsrana dönüştüğünü yaşamadık. Ama şunu biliyoruz ki o minik canlının gelmesi, bir zamanın, bir fırsatın, bizim göremediğimiz bir ilahi düzenin tecellisi. Belki şimdi değil, belki de yarın, belki de hiç beklemedikleri bir anda..."

"Öyle ama üzülüyorum işte. İnsanların derdi bana da dert oluyor." dedim omuz silkerken.

"Bu güzel kalbin olduğu için. Narinsin ve her şey seni etkiliyor."

"Sen nasıl bu kadar güçlüsün?" diye sordum nemli gözlerimi silip.

"Bilmem, asker olduğum için belki." dediğinde omuz silktim. "Niye askerlerin kalbi yok mu?"

"Var mı?" diye sorunca "Olmalı." dedim.

"Yaşadıklarımız ve gördüklerimiz Nazelif... Yaşadıklarımız ve gördüklerimiz bizi bu kadar soğukkanlı yaptı. Olaylara daha net bakmamızı sağladı. Evet belki çok fazla soğukkanlı olduk ama emin ol askerler de-" Onun devam etmesine izin vermeden devam ettim. "Askerlerin de canı yanar. Askerler de ağlayabilir."

"Ağlamaz! Bizim betondan kalbimiz var. Canımız yanmaz, ağlamayız biz!"

"Bana bir şey olsa bile mi?"

"Sana bir şey olsa yanacak canım kalmaz ki..."

"Yavuz!" dedim yüzümde oluşan tebessüme engel olamadan.

"Yavuz sana ölmüş kızım!" dediğinde kırkırdadım.

"Kızım dememe bir şey demedin?" diye sordu.

"Demedim, çünkü alıştım." dedim tebessümüm eşliğinde.

"Bugün yemeğe çıkalım mı?" diye sorduğunda umutsuzca tebessüm ettim. "Ozan Bey birkaç saate yanımda olur, çıkamam."

"Ozan da gelsin. Hatta eşi de gelsin, tanışırız." Aslında bu çok güzel bir fikirdi. Doğrusu ben Ozan Beyi de, eşini de merak ediyordum.

"Olur!" dedim heyecanla çıkan sesimle.

"Senin bu çocuklar gibi sevinmelerine bitiyorum Nazelif."

Daha da çocuklaşmak adına tatlı tatlı kıkırdayarak söze girdim. "Hiç de bile."

"Gelip o fındık burnunu sıkmak istiyorum."

"Ben de senin uzamış saçlarını çekmek istiyorum."

Kahkaha atıp söze girdi. "O saçlar gitti güzelim. Kan biraz önce berberimi eve getirtti."

"Yaa ama ben elimi daldıracaktım daha o saçlara!" dedim mızmızlanarak.

"Evlenelim, bir ay izin alacağım. Saçımı uzatırım o süreçte, sen de istediğin kadar elini daldırırsın."

"Bir ay izin mi?" dediğimde bir kez daha güldü. "Evlenelim dememe takılmadın, buna mı takıldın?"

"Yani evlilik olağan bir şey ama bir ay izin çok gibi." dediğimde muzip ses tonunu işittim. "Sabah akşam yanında olacağım. Her an seviş- öhöm her an seni izleyeceğim."

Utanmak bir yana dursun, ben arsız Yavuz'a alışıyordum. Bu sözde kaldığı için hoşuma gitmiyor da değildi. "Ben izin almam, işime giderim."

"Alırsın yavrum, alırsın. Zaten Yavuz'una doyamayacaksın."

"Ne manada?" dedim utançtan dişlerimi sıkarken.

"Bak açılarsam susmam." dedi tehditkar ses tonuyla.

"Peki peki." dedim içimdeki dürtüleri bastırırken.

"Ah Nazelif..." dedi içli içli.

"N'oldu?" diye sordum.

"Beni çok güzel yonttun. Bunun için sana teşekkür ederim sevdiğim."

"Yavuz sen bana sevdiğim deyince içimdeki kelebekler harekete geçiyor." dedim bu durumdan sıkıntı duyuyormuşum gibi. Oysa sıkıntı duymak bir yana karnıma kramplar bile giriyordu mutluluktan.

"Bir ömür sana sevdiğim derim ben de o zaman."

"De, bir ömür de tamam mı?"

"Derim, bir ömür derim. Sevdiğim..."

"O zaman sen Ozan Beye haber ver çok sevgili sevdiğim." dedim kıkırdayarak. Yavuz da gülümserken söze girdi. "Hadi o zaman kapatıyorum. Akşama görüşürüz."

"Hoşça kal." dedim ve telefonu kapatıp durduğum yerde etrafıma baktım. Bu soğuk havada daha fazla burada dikilmemek adına harekete geçip hastanenin içine doğru yol aldım.

Günün Akşamı

İlkay ve Ozan Beyle âdeta kırk yıllık dost gibi olmuştuk. Yemek boyu hiç durmadan sohbet etmiştik. Şimdi de lavaboya giderken aşağıda gördüğüm bilardo masası aklıma gelmişti. "Hadi bilardo oynamaya inelim Yavuz, lütfen."

"Oynamayı biliyor musun?" diye sordu İlkay. Başımı iki yana salladım. "Yavuz bize öğretir."

"Ben almayayım ya, bugün çok yoruldum." dedi İlkay.

"Ben de valla." Ozan Beyin sözüyle başımı sallayıp hızlıca söze girdim. "O zaman siz tatlıları seçin, biz de bir tur oynayıp geliriz."

"İyi fikir." diyen Ozan Beye tebessüm edip heycanla ayağa kalktım. Bu neşeli hâlim Yavuz'u çok sevindirmiş olmalı ki otuz iki diş sırıtıyordu.

"Hadi Yavuz kalk." dedim heyecanlı sesimle. Sözümü ikiletmeyen Yavuz ayağa kalkarken bir adım atıp elini tuttum. Yavuz'u arkamdan çekiştirmeye çalışırken hızlıca merdivenlere yöneldik. Heyecanlı adımlarımla aşağı inip köşedeki bilardo masasının olduğu yere doğru yürüdük. Bu tarafta kimsenin olmaması daha rahat oynayacağım anlamına gelirken montumu üzerimden çıkarıp yandaki sandalyeye attım. Kazağımı düzeltip deri ceketini çıkaran Yavuz'a baktım. Kaslı kolları kısa kollu tişörtünden patlayacak gibi gözükürken ağzımın suyu akmadı değil.

Kendine gel Nazelif!

"Hadi bakalım." dedi Yavuz. Eline aldığı ıstakayla sözlerine devam etti. "Bu ıstaka."

Ona göz devirip "Biliyorum canım." dedim.

"Canım!" dedi Yavuz bu duruma sevinmişken.

"Bak, bilardo öyle topa abanmakla olmuyor. İnce iş bu, sanat gibi yani." dediğinde gülmeden edemedim. "Sanat mı? Ben en son resim dersinde su bardağını bile yamuk çizmiştim."

"O zaman bu tam sana göre. Yamuk vurunca top da yamuk gidiyor zaten."

Istakayı elime alıp söze girdim. "Şimdi bunu nasıl tutuyorum?"

"Bak, sol elinle şöyle bir köprü yapıyorsun. Sonra sağ elinle arkadan destekliyorsun. Çok kasma, rahat ol." diyen Yavuz'a anlamazca baktığımda tebessüm ederek yanıma doğru adımladı. Parfümünün kokusu ciğerlerime nüfuz ederken tam yanımda durdu. Kollarımdan tutup beni döndürünce artık tam olarak arkamdaydı. Ona böylesine yakın olmak beni heyecanlandırırken Yavuz iç sesimi duyuyormuş gibi biraz geriledi.

Birdenbire karnımda hissettiğim eliyle ona doğru çekilmem bir oldu. Sırtımı kendi göğsüne yaslarken diğer eliyle de boynuma düşen saçlarımı topladı. Eli hâlâ karnımdayken kısık sesiyle kulağıma doğru konuştu. "Kendini bana bırak."

Kulağıma değen dudağıyla içimde bir şeyler koparken elini ıstakaya uzattı. Bir eli elimin üzerinde diğer eli hâlâ karnımdayken devam etti. "Şimdi beyaz topa düz ortadan vur, çok bastırma. Amaç, şu sarı topu köşedeki deliğe sokmak."

Ancak ben Yavuz'un dediklerini yapacak durumda değildim. "Yavuz!" dedim bana ait olmadığını düşündüğüm sesimle.

"Şşşt adımı böyle söyleme. Oyuna odaklan!" dedi nefesi boynuma akarken.

Oyuna odaklanmayı denedim ancak Yavuz'un nefesi buna engel oluyordu. "Yavuz!"

"Boynundan öpeceğim." dediğinde bile dudakları boynuma değmişti. Karnımda hissettiğim sancılar beni benden alırken Yavuz boynuma yaklaşıp durdu. Bu beni inanılmaz derecede çıldırtırken boynumda ıslak bir öpücük hissettim. Gözlerim kendiliğinden kapanırken Yavuz bir kez daha öptü. Ayakta durmaya dermanımın kalmadığını düşünürken "Yavuz!" dedim bir kez daha.

Karnımdaki eli yavaş yavaş hareket ederken kolunu tırnaklarımla sıktığımı fark ettim.

"Durmam gerek." dedi ve "Sana söz verdim." diye devam etti. Ancak ben ona dur diyemedim.

"Isırmamak için zor duruyorum." dedi hâlâ boynuma öpücükler bırakırken.

"Çok güzelsin, beni baştan çıkarıyorsun." dedi ve "Durmalıyım." diye devam etti.

Dudaklarımın arasından kopan ses beni inanılmaz derecede utandırırken Yavuz sayesinde ayakta durabildiğimi fark ettim.

Diğer eliyle başımı ve saçlarımı tutan Yavuz boğuk sesiyle "Nazelif!" dedi.

Sözünü yeni bitirmişti ki etraf daha da karanlık oldu. Kapalı gözlerimi açınca elektriklerin gitmiş olduğunu gördüm.

🍀

Nasıldık ballar, yandı mı buralarr?

İlkay ve Ozan'ı gelecek bölümlerde daha iyi tanıyacağız. Onları çok seveceksiniz.🥹

Yeni bölümde görüşmek üzere hoşça kalın.

Vee gitmeden yıldıza basın olur mu?

Instagram: marsel.000000

 

 

Bölüm : 15.06.2025 21:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...