
Baran alt katlara inerken elinde olan fotoğrafı ve kimliğini sıktığında titrek bir nefes verdiğinde morgun kafasından içeri girdiği anda soğuk bir nem yüzüne vurduğu an kimliği sanki sadece sevgilisini görmek istedi.Tek arzusu sadece sevdiğine veda ederken zamanın durmasıydı.
Kimse bu iki aşığı ayıramazdı sadece acı bir ölüm ayırırdı bunu unutarak yaşanın en büyük acısı tam olarak morgta başlardı.Baran titrerken sadece Ülkü'nün ona öğrettiği şarkıyı mırıldanırken görevli yüzünde bir tebessümle konuştu.
"Adınız ne?" dedi görevli anahtarı elinden bırakarak
"Baran Çankırı"
"Görmek için geldiğiniz kişi?" o an Baran kafasını soğuk odaya çevirdi artık nefes almak bile haramdı.
"Ülkü...."
Yapamam diyemezdi Baran o şerefsizin soyadını ama mecburdu.İnsan bazen birilerini bir şey yapmaya mecbur bırakırken yapan kişinin sadece kalbi kırılmaz, gururu da paramparça olurdu.
"Ülkü... Ayvalık..." O an Baran’ın sol gözünden ilk defa, gerçekten Ülkü için bir damla yaş süzüldü. Daha önce hiç ağlamamıştı ama şimdi, titreyen bedeniyle, ruhunun tükendiğini hissediyordu. Artık ölmüştü. Ama onu toprağa koyacak biri yoktu. O sadece Ülkü’yü değil, kendini de mezara gömmüştü.
Hem aşkını hem de kendi yaşama sevincini o an görevli soğuk depoyu açıp girdiğinde direk gözleri etrafı taradı Baran.
Neredeydi?
Ülkü... Ayvalık...
Yazısı olan çekmeceyi açan adam, içeride duran tutkacı kavradı ve kendine doğru çekti. Beyaz örtü gözlerinin önüne serildiği an, Baran’ın içinde bir şeyler koptu.
Birinci hıçkırık.
Göğsü sıkıştı, nefesi düzensizleşti.
Baran, beyaz örtüyü güzel, kumral saçlı kadının omuzlarına kadar indirdiğinde, dizlerinin üstüne çöktü. İçindeki her bir parça tek tek paramparça oluyordu. Hüngür hüngür ağlarken, derin bir boşluğa düşmüş gibiydi. Sanki ruhu, bedenini terk ediyor, kaybolup gidiyordu.
Ülkü Ayvalık artık yoktu…
Ve asla bir daha gülemeyecekti. O sıcak kahkahaları, sevgi dolu bakışları, inatla savunduğu hayalleri geride kalmıştı. Geriye yalnızca anılar kaldı. Yürek yakan, can yakan, içini dağlayan o güzel anılar…
Neden?
Neden bir defa olsun onu dinlememişti? Neden ona haber vermemişti? Neden bu kadar acele etmişti?
Ama hayır, Baran onu suçlayamazdı. Ülkü’nün bir hatası yoktu. Her şey kader değildi. Kader insana acı çekmeyi yazamazdı. Öyle olsaydı, Baran ve Ülkü’nün yolları hiç kesişmezdi. Onlar beraberliği hak ediyorlardı.
Belki Allah onu sınıyordu. Belki de kader en başından beri Ülkü’yü ona vermeyecekti…
Kadere karşı çıkmak istedi, haykırmak, isyan etmek istedi ama hiçbir güç bunu değiştiremezdi.
Titreyen elleriyle Ülkü’nün beyaz tenine dokundu, kapalı olan yeşil gözlerine bakarken zor da olsa ayağa kalktı.
Nefes aldı.
Ama içindeki boşluk, ciğerine dolan bu havayı bile anlamsız kılıyordu.
"Ül—kü..."
Sesi titredi, yüreği sarsıldı. Gözlerinden düşen her damla, içindeki boşluğa karışıyordu.
Başındaki görevli sessizce geri çekildi, Baran ise yerinden kıpırdayamıyordu.
"Cevap ver bana... Evlenir misin benimle?"
O an, en büyük hayalini hatırladı. O gün, evlilik teklifi edecekti. Tam da öldürüldüğü gün, onunla dalga geçtiği o akşam, yüzüğü parmağına takacak ve birkaç gün içinde yıldırım nikâhı kıyacaklardı. Hayalleri vardı. Gelecekleri vardı.
Ama şimdi, yalnızca geçmişleri vardı.
"Evlen benimle… Ben evliyim seninle. Kendimi seninle evli sayacağım, sevgilim."
Bunu derken, kalbinin derinliklerinde bu gerçeğe inandı. O artık bir evli adamdı. Ama karısı toprağın altına girecekti.
Parmağındaki alyansa gözleri dolarken, titreyen elleriyle Ülkü’nün saçlarına dokundu, usulca okşadı.
Bir daha asla dokunamayacaktı.
Bir daha asla ona sarılıp gözlerinin yeşiline bakamayacaktı.
Baran’ın zihninde yankılanan sorular, içini bir bıçak gibi kesiyordu.
Daha erken eve gelseydi ne olurdu?
O mesajı hiç yazmasaydı?
Sabah evden çıkmasaydı onu koruyabilir miydi?
Her bir ihtimal, pişmanlığın yakıcı dalgasıyla üzerine çöküyordu.
Belki de... Eğer o an yanına dönseydi, belki de Ülkü hâlâ hayatta olurdu. Onu sarıp sarmalayabilir, ellerini tutabilir, kahkahalarına ortak olabilirdi.
Ama bunların hiçbiri olmamıştı. Olamayacaktı da.
Gerçek değişmezdi. Ülkü artık yoktu. O gün, o evde yalnız kalmış ve kader onu ondan koparmıştı.
Baran’ın içinde bir boşluk oluştu. Ömür boyu taşıyacağı bir boşluk.
Baran’ın nefesi titrerken, ağlaması yavaşladı. Gözleri Ülkü’nün solgun yüzüne takılı kalmıştı. Sesi kısık ama kararlıydı:
"Oğlunu affetme… Ben affetmeyeceğim. Katilini affetme."
Affetmek, ihanetin üzerini örtmezdi. Affetmek, acıyı dindirmezdi.
Katilini affeden, ömür boyu acı çekmeye razıdır.
Ve aslında, silahı katilin eline kendi elleriyle vermiş olur.
Baran yumruklarını sıktı. İçinde büyüyen öfke, adalet arayışına dönüşüyordu. Affetmek, bazıları için bir seçenek bile değildi.
"Hep yanımdasın, miniğim… Her an yanımdasın." Baran duraksadı, yutkundu. Boğazında bir düğüm, yüreğinde tarifsiz bir sızı vardı.
Başını hafifçe eğdi, parmaklarını Ülkü’nün soğuyan eline dokundurdu. Son kez… Son defa ona dokunuyormuş gibi.
"Sevdalı kalpler asla birbirine veda etmezler…" dedi, sesi titriyordu.
"Çünkü hâlâ birbirlerine sevdalıdırlar."
Ve Baran o an anladı. Ülkü gitmemişti, sadece gözlerinin göremeyeceği bir yere saklanmıştı. Ama kalbinde, ruhunda, her an yanı başındaydı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 37.81k Okunma |
1.72k Oy |
0 Takip |
45 Bölümlü Kitap |