
Aynı Gökyüzünün Altında
Bölüm: 5/ Ağaçtan Düşen Yaprak
Ve bir gün, yaprak ağaçtan düşüp ayrılırdı, yeni bir hayata adım atmak için.
Bu onun elinde değildi lakin o buna mecburdu. Hayatın döngüsünde yok olup gitmek için buna mecburdu ve artık elinden hiçbir şey gelemezdi, tıpkı benim gibi...
O yaprak gibi savruluyordum şimdi. Yeni bir hayata adım atabilmek için doğup büyüdüğüm evimden, on yedi yılımı geçirdiğim bu şehirden yeni bir hayat kurma umuduyla ayrılıyordum ve bu, kesinlikle ne benim istediğim bir şeydi ne de düşüncemdi ama tıpkı o yaprak gibi buna mecburdum.
Bakışlarım kolumdaki sarı renkli olan dijital saate kaydı. Saat sabah beş civarlarıydı. Ablam uçaktan korktuğu için arabayla giderken ablam uyuyakalmış babam ise yaklaşık yarım saatlik verdiğimiz mola haricinde yol boyunca hiç uyumamıştı.
Bense, uyumamaya yemin etmiş gibi başımı cama yaslanarak akıp giden yolu seyrediyordum. Kulağımdaki kulaklık sayesinde kulaklarıma dolan şarkı öylesineydi. Sadece sessizlik içinde yola devam etmek istemediğim için dinlediğim öylesine bir şarkıydı.
Babamın kullandığı araba, babaannem ve dedemin yaşadığı köy yoluna girdiğinde esnedim. Dedem ve babannem, şehir hayatına ayak uyduramayacaklarını düşünüp yaklaşık seksen haneli olan bu köyde yaşamaya devam ediyorlardı. Dedem, geçirdiği bir iş kazası yüzünden felç geçirdiği için yatalaktı ve bu sebepten ötürü babam, babanneme ikisini de yanımıza almayı teklif etmişti ama ikisi de doğup büyüdükleri bu köyden ayrılmayı istememişlerdi.
"Ablan hâlâ uyanmadı mı?" diye sordu babam, arabanın dikiz aynasından benimle göz göze geldi. Onun bu sorusu üzerine bakışlarım kısa bir an için sağ tarafımda bulunan ablama kaydı. Başını koltuğa yaslamış bir biçimde uyuduğunu fark ettiğimde, "Uyanmadı baba," diyerek onu yanıtladım.
"İki dakikaya babaannenlerin yanına varırız, ablanı uyandır da eşyalarını hazırlasın. Eve vardığımızda uyursunuz."
"Olur, baba," dedikten sonra ablamın omzunu dürttüm. "Abla, uyan hadi geldik köye," dediğimde bir iki defa daha onu omzundan dürttükten sonra yavaşça gözlerini araladı ve etrafa bakındı. "Tamam artık dürtme," dediğinde sanki bunu bekliyormuşum gibi onu dürtmeyi bıraktım.
Yaklaşık üç dakika içinde, araba babaannemlerin evinin önünde durdu. Arabadan indiğimizde havanın soğuğu ve karanlığı bizi karşılarken, babam, "İçeri girin siz," dedi bagajı açarken. Eğildi ve iki günlüğüne babaannemlerde kalacağımız için eşyalarımızı bagajdan indirmeye başladı. "Ben de şu eşyaları halledip geleceğim. Üşümeyin hadi," dediğinde ablam, "Yürü Besra," dedi önden hızla giderken.
Ablam küçük, demirden yapılmış kapıyı araladığında ondan çıkan ses kulaklarımı tırmaladı. Kapıyı açtığı için önden giden ablamı takip ettim. Babaannemin bizim geleceğimizden haberi vardı ama babam bu saatlerde geleceğimizi bildiği için ona bizi beklememesi gerektiğini söylediğinden büyük ihtimalle dedemle birlikte uyuyordular.
Ablam, kapının önüne geldiğinde eğilip kenarda bulunan saksının içini yokladı eliyle. Elindeki anahtarla birlikte doğrulduğunda anahtarı yerine yerleştirip kapıyı araladı. İkimiz de ayakkabılarımızı çıkartarak içeri girdik.
Ablam, sol tarafta bulunan kapıyı araladı. "Dedemler uyumuş," diye sessizce konuştu. Kapıyı kapattığında, "Gel Besra, " dedi bu sefer de sağ tarafta bulunan kapıyı araladı. İçeri girdiğimizde sobadan yayılan sıcak hava üşümüş vücudumda gezindi ve bedenime iyi gelirken, "Babaannem bizim için sobayı yakmış," dedi ablam. Üzerimizdeki ceketleri çıkartıp kapının arkasındaki, kapıya çivilerle tutturulmuş olan demir askıya astık.
Ben yatağa geçip otururken ablam sobanın kapağını açtı ve sobanın üzerinde bulunan, çamaşır asmak için yapılmış olan demir çubuklara asılı olan soba maşasını eline aldı. Sobanın içini karıştırıp elindeki maşayı geri yerine koydu. Yanıma gelip oturdu ve ayaklarını öne doğru uzatıp, "Burayı özlemişim," dedi ve bu ses tonuna da yansıdı.
Gözlerim odada gezindi. Bayramdan bayrama burada kaldığımız gibi her yaz da burada kalırdık. Babam her zaman şehir hayatının insanı yıprattığını, biraz olsun oradan uzaklaşıp rahatlamamız gerektiğini söylerdi. Ona katılsam da şehir benim için bambaşkaydı. Her yere gidebilmek, her yere ulaşabilmek çok iyiydi mesela. Şimdi ise yarım saatlik bir araba yolculuğu yaparak şehire gidiyorduk.
babam kapıda bizim valizlerimizle belirince ablam ayaklandı ve bize ait olanları aldı. Burası iki odalıydı. Biz ablam ile bu odada kalacakken babam da salonda kalacaktı. Bababannemin onun için hazırlık yaptığını bilmek içimi rahatlatıyordu. Her gece yaptığı gibi ikimizin de alnından öptü ve iyi geceler, dedi. Yanımızdan ayrılır ayrılmaz ablamla üzerimizi çıkardık ve pijama takımlarımızı giydik.
"Valizi boşaltmaya gerek var mı?" diye bir soru attım ortaya. " Zaten babam ev işi ayarlayacak, burda çok fazla durmamıza gerek kalmayacak," dedim ve ablam bana takılmak istediğini belli eder bir bakış attı yüzüme. "Ne o, babaannemleri istemiyor musun yoksa?" dedi ve yüzünü çevirip valiziyle ilgilendi. adım kadar emindim ki yüzündeki gıcık ve sinir bozucu halini benden kaçırmak için başını çevirmişti. Valizinden en sevdiği pijama takımını çıkardı.
"Ben öyle bir şey demedim bir kere," dedim çemkirircesine. Ona takılmayı seviyordum, o da öyleydi ve bu halimiz sadece bize özeldi. Arkadaşlarımızla da bu tür sohbetler, daha doğrusu küçük ve eğlenceli atışmalar, geçiyordu aramızda ama ablam özeldi. Ona istediğimi söyleyebilirdim. Gerekirse içimdekileri dökmek için küfür bile ederdim ona ama o bir kez olsun beni yanlız bırakmaz, sırt çevirmek, kırılan kolumun yerine onun kolları yer alırdı bedenimde.
Ablam benim en iyi arkadaşımdı, ben de onun için öyleydim ve bunu bilmek beni çok güçlü hissettiriyordu. Mesela ilkokuldayken sınıfın en havalısı bendim çünkü arkamda ablam vardı, ona güvenir bana laf atanlara ablamı öve öve anlatırdım. Kimse yanıma yaklaşamazdı, hatta benden iki yaş büyük bir çocuk beni seviyormuş ve bana mektup yazarak açılmayı, bana karşı olan hislerini itiraf etmeyi istemiş ama ablama olan korkusundan hep içine atmış. Bunu da mezuniyette, farklı okullara gideceğimiz zaman söylemişti bana. Çocuk artık nasıl korktuysa artık, bir daha görüşemeyeceğimizi bilerek mezunyeti seçmiş.
"Tabi canım belli belli," dedi hafiften iğneler bir tonda. Bir yandan da pijamasını giymişti ve çıkardığı kıyafetlerini özenle katlıyordu. "Nerden belliymiş o?" diye sordum ve ona gıcıklık olsun diye ve rolüme bürünmek için yüzümü ekşittim. İçimden gülmek geliyordu ama bu oyunumu devam ettirmem gerekiyordu, daha sonra zaten onunla yerlerde sürüne sürüne kahkaha atacaktık, bu hep böyle olurdu.
"Çünkü sen başka yerlerinden olayları anlıyorsun da ondan," dedi ve dilini çıkardı. "Ya, ne alakası var?" dedikten sonra elime aldığım ve babannemin çeyizinden kalma olan yastığı ona fırtlattım. Havada tutup yine bana atınca kendimi yatağa attım ve yastık havada süzülüp yere düştü. "O bir antika farkında mısın? Tarihi eser değerinde, kendine gel," dedim daha demin ben atmamışım gibi. "Sen atarken hiç öyle söylemiyordun ama," dedi homurdarcasına.
"Olabilir, bana ne?" dedim umursamazca. "Benim umrumda değil ki," diyerek ekleme yaptm cümleme, son harfi uzatarak. Onun gözünden bakınca ne kadar gıcık olduğumu ve davrandığımı biliyordum ama bizim buna ihtiyacımız vardı. Yaralarımızın kabuk bağlaması, acılarımızın dinmesi gerekiyordu ve bizim de elimizden bu geliyordu; annemsiz bir hayata merhaba diyerek adapte olmak.
Eline gelen yastığı fırtlattı ve üzerime çullandı. Bir an için ne olduğunu anlamadım ama daha sonra ellerimle yüzümü kapattım. Attığı yastık ile durmadan bana vuruyordu, bir yandan da kıkır kıkır gülmeyi ihmal etmiyordu. "Çok gıcıksın farkında mısın?" dediğinde onunla bir an için göz göze geldik. Bana durmadan yastığı savurduğu için topuz yaptığı saçı bozulmuştu. Tokadan firar eden birkaç tutam önüne geliyordu. Onun bu görüntüsüne güldüm ve ne olduğunu anlayamayarak üzerimden doğruldu.
Ne oldu, dercesine bakıyordu ve nefes nefese kaldığı için soru da soramıyordu. "Canavara benzemişsin," dedim gülmemin arasından konuşmaya çalışarak. Kaşları çatıldı, "Yalancı," dedi ama halinin ne olduğunun da farkına varabiliyordu. Tokayı çekti ve saçlarının pençesinden çekip aldı, toplamaya başlarken, "Abla yeter artık," dedim gülmem yüzünden gözümden akan birkaç damla yaşı silerken. Bu iyi gelmişti, anneme ihanet ediyorum düşüncesi bir an için beynimde dolaştı ve bu da kalp atış hızımı arttırdı. Gözlerimi kapatıp sakin kalmaya çalıştım. Doktorumun dediği cümle kulaklarımda hayat buldu," Anneniz sizi üzgün görmek istemezdi," deyişi yüreğimdeki ateşi bir nebze azalttı.
"İyi misin sen?" diye soran ablam saçlarını sıkıca bir at kuyruğu yapmıştı. Onunla dertleşmek iyi gelebilirdi aslında ama acılarımız ortakken bu bir dertleşme değil, işkenceye dönüşecekti bizim için. Yaşadığımız kısacık keyifli anı gölgede bırakmak istemedim. "Sana gülmekten nefesim kesildi de," dedim ve pis pis sırıttım. Yine eline yastığı aldı ve, "Besra," dedi tehdit edercesine. "Seni sabaha kadar yastıkla dövebilirim değil mi canım kardeşim," dedi ama 'Canım kardeşim' demesi bile bana yapacaklarının bir ön gösterimi gibiydi.
"Ne yapacakmışssınız bakalım küçük hanım?" babam kapıyı açar açmaz bunları söyleyince ikimiz de o yöne döndük ve fırsattan istifade ederek ablamdan kaçıp babamın arkasına geçtim. "Ablam beni dövüyor baba," dedim mızıldayarak. Bu durum küçüklüğümüzden beri böyleydi. Ben olayları babama büyüterek anlatırdım ve her seferinde babam ablamı da dinlediği için haksız taraf ben olurdum. Bu yüzden her defasında haklı gözükebilmek için abartarak anlatırdım olayları.
Ablam gözlerini devirdi. "Ay baba bilmiyor musun kızını? Abartıyor yine," dediğinde babamın güldüğünü duydum. Annemin ölümünün üzerinden ilk defa gülüyordu ve bu da bana iyi geliyordu. Onu mutlu ve huzurlu görmek için dünyaları dahi feda edebilirdim. İçimi sarıp kuşatan sıcaklığın tanımı huzurdu ve bu da beni mutlu etmeye yetiyordu.
Babam bana döndü, gözlerinin içi gülerken konuşmaya başladı. "Kaç yaşına geldiniz hala daha bundan vaz geçmiyor musun?" diye sordu ve gülmemek için dudağının bir kenarını ısırdı. Kendimi savunamam gerekiyordu. "İlk o başlattı," diyerek itiraz ettim. "Büyümeyen o," diyerek bir de üste çıkmak için bir laf attım ortaya.
Babam başını iki yana salladı. "Sen de boş durmayarak ablanı kızdırdın değil mi?" diye sorunca gülmeden edemedim. İkimizi de bu kadar iyi tanıyan birine yalan söylemek, ters yöne doğru kürek çekmekten daha zordu. "Yapmış olabilirim," dedim ve gözlerimi ondan kaçırdım. Elini saçlarıma atıp okşadı. "Ablana sarmadan mutlu olamıyorsun değil mi benim ay yüzlüm," dediğinde olayın komikliğini bırakıp ses tonunun içtenliğine bıraktım kendimi.
Sevgisini hissediyordum içimde ve bu sevgi sahte değildi. Gerçekti, bundan daha güzel, içimi rahatalatacak ne olabilirdi ki? Babam beni seviyor, kolluyor ve umursuyordu. Her şeye rağmen ben dünyanın en şanslı kızı sayılmaz mıydım?
Aklımdam geçen soruların tek bir cevabı vardı ve o cevap da benim mutluluğuma mutluluk katıyordu. Babam bir el işareti ile ablamı da yanına çağırınca ablam geldi. Beni sağ tarafına onu da sol tarafına alarak iki kolunun içerisine hapsetti ikimizi de. "Uyumanız gerekiyor yoksa babaanneniz 'Sen benim torunlarıma böyle mi bakıyorsun?' diyerek eline aldığı terlik ile beni kovalayacak, bilmiş olun," dediğinde gözümüzün önünden geçen görüntüler yüzünden kahkaha attık ablamla.
Babam hızla elini kaldırdı. "Uyuyorlar," dediğininde gülmeyi aynı anda bıraktık. "Hadi benim güzel kızlarım," dedi ve yine bizi öptü. "Sabah çok işimiz var," dediğinde haklıydı. Ev bakmalıydık, okulum vardı. Ablam mezuna kalmıştı ve kursuna devam etmeliydi. Onun için de buradan bir dil öğretmeni bulmamız gerekiyordu. Burada başlayacak olan hayatımıza dinç bir şekilde merhaba dememiz için uyuyup güç toplamamız gerekiyordu.
Odamızdan çıkınca ablamla bakıştık. "Ben her zaman haklıyım," dediğinde bu sefer de ben ona gözlerimi devirdi. Diş fırçamı ve macunumu çıkartarak evde bulunan küçük banyoya ilerledim.
Yeni hayatımız asıl yarın başlayacaktır ve şairin de dediği gibi asıl başlangıçlar işte böyle olurdu; yeniden yaşamaya başlardık bu hayatı ama bir yanımız hep eksik ve burukmkalırdı.
...
"Ya şunu beceremeyeceksen ver bana," diyerek homurdanan ablam bir yandan da salatalıkları kesiyordu. "Abla alt tarafı domates kesiyorum, nesini beceremiyor olabilirim?" diye sordum ve omuzlarını silkeledi. Bir cevabı yoktu çünkü o da bana neden bulaştığını bilmiyordu. Babannem erkenden kaldırmıştı ikimizi de ve ablam uykusunu alamadığı için saracak yer arıyordu kendine ve ben de onu alttan alma görevini üstlenen kişiydim. Kendine gelesiye kadar onu idare edebileceğimi umuyordum çünkü ablam her geçen saniye daha da huysuzlanıyordu.
Kolunu dürttüm. "Hadi git uyu," dedim. "Hasta felan olduğunu söylerim, işlerini de yaparım sen dert etme," cümleme devam edince bakışlarını salatalıktan çekip bana çevirdi. Mutluluğu gözlerinden taşıp akacak gibiydi. Bana kıyasla uykuyu severdi ve ben de ona kıyamıyordum. Yanaklarımdan öptü ve fırlayarak mutfaktan çıkınca arkasından bakakaldım.
Haline hafifçe tebessüm ederek işlerimi halletmeye çalıştım, ablamın işleri de bana kalınca kahvaltıyı hazırlamam biraz geç olacaktı ama sorun olmayacağını düşündüm. Babamın işleri vardı ama bu ona engel olmayacaktı.
Tepsiyi hazırladım ve gözlerimi tepsinin üzerinde gezdirdim. Eksik yoktu şu anlık, her şey yerli yerindeydi. Tepsiyi elime aldım. Uzun bir aradan sonra ilk defa yerde oturarak yemek yiyecektim. Bunu özlemiştim açıkçası, beni eski zamanlarıma götürüyor, buradaki anılarımı gözümde canlandırmama yardım eden bir diğer unsur oluyordu. Tabii kendince zorluğu vardı ama katlanmaya değerdi.
Tepsiyi salonun ortasında bulunan sofra bezinin tam ortasına bıraktım. Babam, dedem ve babaannem televizyona bakıyor, her zamanki gibi haberlere bakıyordular. Babaannem babam ile konuşmayı, hasret gidermeyi severdi ama bir noktadan sonra konular başa sarıyor, aynı şeyleri konuşuyorlardı. Haber izleyip onları yorumlamak, konuşacak konuyu var ediyordu onlar için.
"Size kahvaltı hazırladım!" dedim, onlara varlığımı belli etmek için çünkü hiçkimse geldiğimi dahi görmemişti. Babaannem bakışlarını haberden çekmedi ve elini havada salladı. "Dur kızım az bekle. Şu bitsin," dedi ama benim ikna olduğum söylenemezdi. Reklama girince başka bir kanalı açacaklardı ve bu döngü böyle devam edecekti.
Babannemin yanındaki boşluğa attım kendimi. Babaannem üçlü koltukta tek başına oturuyordu. Dedem televizyonun tam da karşısında yer alan tekli koltukta otururken babam da minderlere oturmayı seçmişti. Babaanemin yanağını öptüm. "Ama hepsini tek tek kendi ellerimle hazırladım," dedim üzgünce. Kendimce onun kanına girip duygu sömürüsü yapmaya çalışıyordum.
"Ne varmış?" dediğinde yanaklarımı şişirdim. Benim için büyük bir şeydi çünkü ablam varken bu tür işler bana kalmıyordu. Tabiri caizse beceriksizdim bu konularda ve bunları yapıyor olabilmek için her ne kadar çoğu kişi için küçük olsa da benim için büyük bir şeydi. "Nasıl ne varmış? Ben hazırladım hepsini," dedim mahrumca.
Haber reklama girince nihayet bana baktı. "Ben senin yaşındayken babanı doğurmuştum. Hey gidi günler hey," dediğinde gülmemek için yanağımın içini ısırdım. Haklı çıkabilmek için sarf ettiği cümleleri tatlılıkla söylemişti. Yanaklarını sıktım. "Oy sen ne de güzel bir anne olmuşsundur," dedim. Ellerini bileklerime uzattı ve ittirdi. "Ay git başımdan deli," dedi gülmesinin arasından. Keyfi yerine geliyordu.
O da en az bizim kadar annemin yokluğuna üzülüyordu. Yaramız kabuk bağlamamıştı daha ve ben de o yarayı yeniden deşme niyetinde değildim. Sadece biraz vakite ihtiyacımız vardı, ardından o yaranın varlığını bile hatırlamayacaktık. Bu bizim için gerekliydiyoksa şu üç günlük dünyanın iki gününü kendimize zindan edecektik.
"Hadi hadi," dedim birden. Aklımdan geçen düşünceleri bir kenara bırakmamın bir diğer yöntemiydi bu. "Kahvaltı yapalım. Daha çok işimiz var. Babam daha ev bulacak," dediğimde babam beni onayladı. "Birkaç kişiyle görüştüm. Okuluna yakın bir yer seçmeye çalışacağım Besra," dediğinde gülümsedi. En merkeze beni koyarak yeni hayatımızı inşa etmeye başlıyordu ve bu çok küçük bir detay olsa da yanan sobadan daha çok içimi ısıtıyordu.
İlk önce babam geçti sofraya, "Ardından biz de onun yanına geçerken ben de çay katıyordum. "Ablan yok mu?" diye soran babam bir parça ekmeği ağzına attı. "Uyuyor," diye fısıldadım ona doğru, zaten dibindeydim. Babaannem bu tür şeyleri sevmezdi. İşten kaçılmaması gerektiğini düşünür, bunu kutsal bir görev olarak kabul ederdi. Bu yüzden de bizi bu şekilde yetiştimeye çalışıyor, hayatımızdaki işleri yaparken de aynı tutumu sergilememizi bekliyordu. Yine de ablamla ben sırt sırta vererek işten kaçmanın bir yolunu buluyorduk.
Babam göz kıptı bana. Babannemin bu tutumunu bildiği için başka bir şey sormadı bu konu hakkında. Uzun bir aradan sonra yan yana geldiğimiz için hoş bir sohbet eşliğinde ettik kahvaltımızı. Sadece geçmişten konuştuk ve konu ne olursa olsun her şeye rağmen güldük. Gülmenin yapıştıtıcı bir etkisi vardı üzerimizde sanki. Kalbimizdeki kırıklıkları yapıştırıyordu ve her ne kadar onları yok edemiyor olsa da göze batmamasını sağlıyordu. Bu da bize iyi geliyordu. O yarayı hatırlamıyorduk ve bu sayede unutarak canımızı acıtmasına engel olabiliyorduk.
"Benimle gelmek ister misim Besra?" diye soran babama merakla baktım. Burada başlayacak olan hayatımızı kurma görevi babama aitti. Bu yüzden de evden ayrılacaktı ama ne için beni çağırdığını anlayamamıştım. Bakışlarımdaki merakı fark etmiş olacak ki benim için açıklama yapmaya başladı.
"İlk olarak ev işini halletmek istedim. Naklini buraya alabilmemiz için evimizin olması gerekiyor. Seni şehrin bir ucundan diğer ucuna göndermek istemiyorum, evimizin yakınındaki bir okula gidersin," dedi ve ardından ekledi. "Eski evimizdeki yeni eşyalar gelecek onlar haricinde her şeyi buradan alacağız ve bu da ablan ile sana düşüyor," gülümsedi. Ablan dekorasyon işlerini severdi. Bu yüzden annem bahçe kısmını ablama bırakır, her şeyi onun ayarlamasına izim verirdi.
Babam ayaklandı. "Hadi hazırlan da çıkalım. Buraları ablan toplar," dedi ve ayaklanıp salondan dışarı çıktı. Ben de onu bekletmek istemeyerek ablam ile kaldığımız odaya geçtim. "Babam beni de çağırdı. Ev bakacağız," dedim ve kıpırdamadığını görünce kıkırdadım.
"Senin geleceğin yok belli ki, ben gidiyorum. Çağırmadınız deme bak ona göre," valizimi açarken sesim yüzünden kımıldandığını fark ettim. "Sorun değil," mırıldanarak bunları söyleyince cevabımı almış oldum. Üzerime giymek için siyah bir kot pantolon ve kırmızı kazağımı aldım. Bir çırpıda üzerini değiştirince ablama fark ettirmeden onun valizinden makyaj çantasını aldım.
Neyse ki kafasına kadar çektiği yorgan sayesinde bu yaptığımı görmeyecekti, bu güvende hissettiriyordu. Ablam her zaman makyaj yapan birisi değildi. Bu yüzden de ayda yılda malzeme aldığı için en iyisini tercih ederdi. Birkaç parçasını kullanmam bence sorun olmayacaktı. Gözlerime rimel çekip dudağıma pembe bir ruj sürdüm. Yanaklarımdaki kusurları da giderince hızla aynı yerlerine, ablamın eşyalarını bıraktım.
Ceketimi ve telefonumu alınca dışarıya çıktım, babam beni arabada bekliyordu. Hızla ön koltuktaki yerimi alarak kemerimi taktım. "Birkaç kişiyle görüştüm, istersen evlere bir göz at," diyen babamın üzerine bana uzattığı tableti aldım. Babam arabayı çalıştırınca yola çıkmış olduk. Toplam beş ev bulunuyordu dosyalarda. Hepsi hemen hemen merkeze yakındı ve üç odalıydı. Babam biz rahat edelim diye böyle seçmiş olmalıydı.
Göz attığım dosyanın içinden seçtiğim evin adresini babama verdim ve o da emlakçı ile konuşarak evi görmek istediğimizi söyledi. Yol boyunca cama yaslandım. Normalde babam ile sohbet ederek geçerdi yollarımız ama ikimiz de anlaşmış gibi sustuk, bozmadık bu ortamı. Kulağımda çalan şarkı beni bu dünyadan alıp başka diyarlara götürmüştü. Annemi düşünmemek için bir sürü şeyi düşündüm. Geleceğimi, iyi kilerimi, kötü günlerimi, mutlu anlarımı.... bu liste uzayıp giderken terapi gibi gelen dakikalar geçirdim kendi içimde.
İyi gelmişti bana, durumum göz önünde tutulunca halim son derece iyiydi. Sakindim mesela, hayattan kendimi soyutlamıyordum. Yaşamaya devam etmeye çalışıyordum kendimce. Devam ettirmem gereken bir hayat verdi elimde ve onun kötü anlara ve moral bozukluğuna hakkı yoktu.
Evin önünde durduk, "Geldik kızım. Kazım Bey bizi yukarıda bekliyor. Hadi gidelim," dediğinde ben de onun gibi hareketlendim. Apartmanın dışı ve bahçesi güzeldi. Bulunan ağaçlar ve çiçekler samimi bir ortamı kişiye bahşediyordu. Apartmanın yeni olduğu yazıyordu dosyada, bu da zaten dışarısında anlaşılıyordu.
Seçtiğim ev üçüncü katta bulunuyordu bu yüzden babam ile birlikte asansöre geçtik. Katta inince Kazım Bey bizi kapıda karşıladı. Babam ile aynı yaşta gibi duruyordu. "Buyrun, evi gezelim sonra da karar verirsiniz," dediğine ilk ben geçtim eve. Direkt olareak salona geçiyorduk, diğer odalara gitmek için de sağa doğru bir koridor uzanıyordu. Mutfak ile salonu ayıran duvarda küçük bir pencere bulunuyordu, büyük ihtimalle yemekleri masaya daha rahat taşıyabilmek için düşünüp yapılmıştı.
Diğer odalara da baktık, babamın kalacağı odada bulunan lavabo dışında bir de koridorda lavabo bulunuyordu. Evi sevmiştim, batı cephesine baktığı için ışığı iyi alıyordu. Her şeye hemen hemen yakındı, hatta sokağın başında bulunan kitapçı beni sevindirmişti. Kitaplar birçok ruha ev sahipliği yapardı ve ben de onların arasındayken kendimi hiç yanlız hissetmezdim. Canım sıkkınkn ya da dertlerimden kaçmak istediğim anlarda oraya gidebilirdim.
"Beğendin mi kızım?" diye soran babama hiç tereddüt etmeden,"Evet," cevabını verince yeni hayatımızın ilk adımını resmi olarak atmış olduk ve yeni bir hayat yeni yaşanmışlıkları da beraberinde sürükleyerek bizimle buluşturacaktı.
Cama doğru adımladım, bu manzaraya bundan sonra birçok kez tanık olacak olmak tuhaf gelse de alışmam gerekiyordu, aslında bundan sonra her şeye alışmam gerekiyordu.
Anne, seni sakın unuttuğumuzu düşünme. Biliyorum, sen de bunun olmasını ve bu kararı vermemizi isterdin. Bu yüzden içim rahat, ruhum ferah. Sadece bazı şeyleri kabullenmem zor olacak.
Annemin bana doğum günümde aldığı kolyeyi sıktım ve gözlerimi kapattım. Derin bir nefesi usul usul ciğerlerime hapsettim. Babam ile Kazım Bey konuşarak durum değerlendirmesi yapıyorlardı. Bense bu şehirde ne yapacağımı düşünmekle meşguldüm.
Bölüm Sonu
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |