
Aynı Gökyüzünün Altında
Bölüm: 6/ Başka Toprağa Ekilen Çiçekler
Adapte olmak, ilk başta hiç kolay değildi ve sancılı bir süreci de beraberinde getiriyordu. Özellikle insan, doğup büyüdüğü şehirden ve yuvası bilip güvende hissettiği evinden ayrılarak başka bir yere adapte olacaksa eğer bu süreç daha da sancılı bir hale geliyordu. Hatta bana göre bu durum Çin işkencelerini bile geçebilirdi.
Ama yine de elimden bir şey gelmiyordu zira kaderin ağına takılan her beden, yaşayacaklarını yaşamaya mahkumdu. Benim de kaderime boyun eğip yaşayacaklarımı kabul etmekten başka çarem kalmıyordu. Yaslandığım pencereden çekilip eşyalarımızı getiren arabadan çektim bakışlarımı. Bir hafta içinde her şeyi hemen hemen halletmiştik. Yeni bir evimiz vardı artık. Babam işlerini yoluna sokmuştu, benim okulum ayarlanmıştı. Ablam için bir hocayla anlaşmıştık.
Yeniydi her şey, eskiyi tozlu raflarında bırakıp önümüze bakmanın vakti gelmişti artık. "Bu kadar eşyayı nereye koyacağız?" diye oflaya puflaya yanıma ablam geldi. Açıkçası sabahtan beri bütün işleri ona yıktığım için yorulmuştu ama beceremeyeceğimi söyleyerek hiçbir iş yaptırmamıştı bana.
Babam elektirik ve su için yanımızdan ayrılınca ev ikimize kalmıştı. Babannem de öğle namazını kıldığı için bize şu anlık akıl verecek kimse yoktu. "Boş ver," diyerek geliştirdim onu. Zaten yorulmuştu, biraz dinlenmesinin bir zararı olmazdı. Evde bulunan yığıntının içinden hemen bir sandalye buldum ve önüne kadar getirdim.
"Hadi gel otur biraz. Babannem poğaça yapmıştı, patatesli. Sen seversin. Meyve suyu da var," Bunları dememi bekliyormuşcasına kendini sandalyeye attı ve bana tebessüm etti. Her yeri silmekten yorulan kollarını bedenine sardı ve beni bekledi.
Hemen bir tabağa onun için üç tane poğaça koydum. Neyse ki babaannem bu hengamede acıkacağımızı düşünerek tepsi tepsi yemek hazırlamıştı bizim için. Tabii sadece bize değil, çalışan kişilere de ikram etmişti.
Meyve suyunu da ablamın en sevdiği kupasına koydum ve mutfaktan salona geçtim. Odaları değiştirince gerçekten de ablama hak verdim, her yerde koli vardı, bazı yerleri temizlemiş olsak da yine de etraf kirlenmişe benziyordu. Ona elimdekileri uzatınca teşekkür fahi etmeden hemen alıp yemeğe başladı. Onun bu haline tebessüm ettim. İster istemez sorumluluklar ona yükleniyordu.
Kendince annemin yerini o doldurmaya çalışıyor, bunun için mücadele ediyor ve bu sessiz mücadelesini devam ettirirken gıkını dahi çıkartmıyordu zira bazı mücadeleler duyulmazdı ama hissedilirdi.
"Yavaş ye boğulacaksın," dememe bile aldırmadan yiyordu. Bir ara cevap vermeye çalışsa da ağzı dolu olduğu için bu girişimi sonuçsuz kaldı. Başımı iki yana sallayıp ona gülmeme bile aldırmayınca gerçekten çok yorulduğunu bir kez daha anlamış oldum.
Elime bir bez aldım ve camları silmeye başladım. Ablam bana iş yaptırmayı sevmezdi çünkü bazen çok sakar olabiliyordum. Bu da onun için bir alay konusu olduğundan ötürü işin arasında yine iş çıkartmamı istemiyordu ama ben de ona yardım etmek istiyordum, sadece biraz dikkatli olmam gerekiyordu.
Benden beklenmeyecek şekilde camları tertemiz yaptım. Hani aynaya bakıp cam gibi, cama bakıp da ayna gibi oldu diyoruz ya aynı zamanda saçma ama mantıklı olsa da. Ben de aynısını yapmıştım camlara, ayna gibi olmuştu bütün evin camları. Ablam tek kaşını kaldırıp bana bakınca sırıtmama engel olamadım.
Ayağa kalkıp elindeki tepsiyi elime tutuşturup camlara yakından baktı. "Vay be!" dedi ve kolumu cimcirdi. "Sende de ne cevherler varmış kız," diyerek güldü ve bana baktı. Benden bunları beklemiyordu aslında ben de beklemiyordum. "Neyse sen daha fazla yorulma," dediğinde burukça gülümsedim. Hastalığım yüzünden üzerime düşüyor oluşu beni her ne kadar mutlu etse de bazen altın bir kafesteki kuşa dönüyordum zira hareketlerim ister istemez kısıtlanıyordu.
Gerçi şu ana bile şükretmem gerekiyordu, astım hastası olduğum için çocukluğumun çok da keyfini çıkartamamıştım. "Besra yavaş ol, kızım yorma kendini, hastasın sen," gibi cümleler engellemişti beni, hayatımın mutlu anlarına perde çekip mutluluğumu almışlardı benden. Bu yüzden hep kaledeki kişi ben olurdum, topun peşinden koşma şansı hiç verilmemişti bana. Yakar top oynarken her zaman kenarda olup top atan kişi yine ben olmuştum.
İşte tam da bu yüzden bence benim hayatım eksikti, yarımdı zira bir insanın tekrar yaşayamayacağı duyguları ben hiç yaşama şansı bulamamıştım.
Bazen suçlamak geliyordu içimden ailemi ve beni düşündüğü için bana bunları yapanları ama bunu benim için yapıyor olmaları da elimi kolumu bağlıyordu hatta belki de onları koparıp atmama sebep oluyordu.
"Besra, Besra," diyerek ablam parmağını şıklatınca odanın bir köşesine odaklamış olduğum kahverengi gözlerimi ona yönelttim. "İyi misin? Birden daldın gittin," demesiyle kendime nihayet gelebildim. En büyük sır ortağım oydu ama şu an bu konuları ona anlatıp moralini bozmayı istemedim. Sırası değildi, benim içimde yaşadığım guygular şimdilik yerlerinde kalıp saklanmalıydı.
"Ay iyiyim abla," diyerek elini önümden iteleyince şaşkınlıkla suratıma baktı. Toparlanabilmek için zamana ihtiyacım vardı. Bu yüzden de kafamdaki düşüncelerden sıyrılabilmek adına hızla konuştum, "Sen beni boş ver ben sadece daldım," dediğimde kıkırdadı ve ben bunun sebebini anlamadım. Kolunu koluma vurdu ve sırıttı. "Ne o? üç beş iş yapınca hemen yoruldun mu?" diyerek bana takılınca gözlerimi devirdim. "Evet," dedim onun oyununa alet olup. "Ben bu evin prensesi sayılırım, elim bu zamana kadar hiç iş görmemiş. Yorulacağım tabii," dedim ve değişen yüz ifadesi yüzünden gülmemek için zor tuttum kendimi.
"İlk ben doğduğuma göre bu evin haseki prensesi benim," dedikten sonra bana savurduğu el bezinden kaçtım. "Beni de ortadan kaldırıp tek olmak istiyorsun herhalde," diyip kıkırdayınca sinsi bir gülüş yüzünden hızla geçip gitti. "Abla," dedim bastıra bastıra. "Senden korkmam mı gerekiyor mu?" aramızda atışıyorduk ama bşr an için bana öyle bir bakış atmıştı ki yüreim ağzıma gelmişti.
"Orasını sen bileceksin," diyerek temizlik yaparken ona engel olmaması için balık sırtı yapmış olduğu toplu saçını savurdu. Sonra da benim donup kalan ifadem üzerine kahkaha atıp sandalyeye çıktı. "Getir şu bezi hadi," diyerek elini havada sallayınca eğilip bezi elime aldım. Uzaktan ona atınca tuttu ve gözlerini devirdi, uzaktan atmamamın sebebini anlamıştı. "İnsan yemiyorum Besra," dediğinde dilimi çıkardım ama beni umursamadı ve yarım bıraktığı işe devam etti.
Babaannem yan odadan elindeki secdade ile gelirken gözleri parlıyordu. "Maşallah benim güzel kızlarıma," diyerek övgüsüne başladı. "Ne de güzel temizlemişsiniz ortalığı," demesiyle birlikte ablam işaret parmağını kalıdırıp onun bu sözlerine katılmadığını belli edercesine salladı. "Babaaanneciğim lütfen çoğul kişi ekini kullanma. Burada bütün dertleri ben çekiyorum," diyerek ufak çaplı bir acındırma gösterisi izlemiş olduk.
"Haklı," demekten başka bir cevabım yoktu. Ablamın omuzlarıyla birlikte başı da dikleşti. Övülüyor olmak hoşuna gitmişti. "Sizin varlığınız yeter kızım," diyen babaannem beni de düşünüyordu ve bu mutlu hissettiriyordu.
"E babanız nerede kaldı?" dedikten sonra secdadesini katlayıp özenle sandalyenin üzerine koydu. "Birkaç işi vardı, bitimedi herhalde," diyen ablamın üzerine, "Rahatsız etmemek için aramadık," cümlesini ekledim. Başını salladı. "Salon hallolmuş sayılır," dedikten sonra ablam konuşup kendini övecekken babannem onun bu haline güldü. "Anladık deli kız sen hallettin," dedikten sonra ablam yanaklarını şişirip işine geri döndü.
"Sadece salon için eşyaları koymak kaldı, yavaştan başlayalım isterseniz?" diye sorunca babamın her şeyi bize bırakmış olduğu geldi. Her şeye razıyım demişti sabah giderken. Siz yeter ki rahat olun, demeyi de ihmal etmemişti. Sadece harflerin dizilişinden oluşan bu birkaç kelime insanın ruhuna sarılıp okşamaya yetiyordu.
"Babam bize bıraktı onu babaanne," diyen ablam boyumun yetişemediği yerleri sildi hemen ve çıktığı sandalyeden indi. "İstersen bir uçtan başlayalım," dedi ve benim de onay verip vermediğimi anlamak için bana baktı. Omzumu silkeledim. "Ne kadar erken o kadar iyi," dedim. İlk önce salonla başlamaya karar vermiştik çünkü her şey için burayı kullanabilirdik. Ardından banyoyu ve mutfağı halledecek, en son odalarımızı bitirip yeni evimizi yaşamaya uygun bir hale getirecektik.
"Tamam o zaman Müge ilk önce koltukları ayarlayalım," diyen babannem kapının hemen yanına konmuş olan koltuklara yöneldi. Üzerindeki örtüyü kaldırdı ve çekti, ablam da diğer tarafına geçip ondan tarafa ittirdi. Neyseki çok ağır değillerdi. Yer de parke olunca hareket ettirmesi kolaylaşıyordu. Pencerenin önüne koyduktan sonra düzelttiler. Ben de boş durmayarak sehpaha takımını aldım ve koltuğun yanına odanın bir köşesine yerleştirdim.
Daha arabadan televizyon ünitesi indirilmemişti, onun için de zaten büyük ihtimalle yardım almamız gerekecekti. Diğer koltuğu da odanın bir köşesine yerleştirince etrafın dağınıklığı biraz olsun düzelmiş oldu. Ablam temizlik ürünlerini çıkartıp odayı biraz daha ferahlatınca ben de ablamın çok sevip ilgi ile baktığı çiçeğini sehpanın üzerine koydum ve etrafına bulaşan tozları silkeledim, aynı zamanda burnumu kapatmayı ihmal etöedim çünkü kötileşiyordum.
"Besra aç kızım pencereyi," diyen babanneme baktım, o da neyi nereye koyacağımızı düşünüyordu. "Hareket edince toz çıktı yine. Ev yeni ya biraz böyle olacak," dediğinde başımı salladım ve dediğini yaptım. O sırada da evimizin hemen önüne park eden arabayla birlikte babamın gelmiş olduğunu gördüm. "Babam geldi!" diyerek çıplık atarcasına konuşunca babannem yüreğini tutup damağını işaret parmağı ile yukarıya doğru kaldırdı. "Hay deli kız sakin ol, bir şey oldu sandım," diyince mahcupça yüzüne baktım.
"Ay babannem ne yapayım babamı görünce heyecanlandım," dedim ve dudağımı kemirdim. Korkutmuştum onu ama o da en az benim kadar mutlu olmuştu verdiğim habere. "Tamam hadi aç kapıyı babana," dediğinde hızla girişe yöneldim. Arkadan anahtar sesleri geliyordu, muhtamelen babam girmek için anahtarlarını eline almıştı. Hemen kapıyı açtım ve gülümsedim. "Hoş geldin," dedim sonlara doğru uzatarak. Sesimle birlikte bakışı yumuşadı, ardından da gülümsedi. Omzuma kolunu attı ve saçıma küçük bir öpücük bıraktı.
"Hoş bulduk ay yüzlüm," dediğinde içeriye yöneldi. Salon hariç her yer temizlenmediği için ayakkabı ile oralarda dolanıyorduk, zaten gelecek malzemeler yüzünden silsek dahi yine batacaktı her yer. Düşünüp buna karar vermiştik. Ceketini çıkartıp bana uzatınca hemen aldım ellerinden. "Neler yaptınız ben yokken?" diye sorusunu yöneltti. "Salonu hemen hemen hakkettik sayılır. Temizliği bitti ama tam olarak hazır olmadıkça tamamen temizlenmiş olmayacak," dedim ve o da beni dinleyip sadece başını salladı.
"Sen ne yaptın baba?" dediğimde salonun önüne kadar gelmiştik. Ayakkabısını çıkartıp kapının hemen yanında bulunan ve ona ait olan terlikleri ayaklarına geçirdi. Herkes duysun diye koltuğa oturdu. "Su ve elektrik için başvuru yaptım. Bu hafta içinde bağlayacaklarını söylediler ama bu haldeyken hemen yerleşemeyiz," dediğinde sıkıntısı sesinden belli oluyordu.
Bakışları beni bulunca benim hakkımda konuşacağını anladım. "Kızım senin sınav haftanmış daha sonra ise mazeret olarak girersen yoğunluktan ötürü sıkışabileceğini söyledi müdürün. Haliyle bir günde birden çok sınava gireceksin, ne yapacağım hiç bilmiyorum," dedi ve soluklandı. Bu hayatta konu bizsek eğer babam kendini yetersiz hissediyordu ama bu dünyadaki en iyi baba oydu. Bunu hissetmesin istiyordum. Yüzüne karşı mükemmel olduğunu haykırmayı ve onun içindeki bu derdi söküp atmak geliyordu içimsden ama yapamıyordum.
"Sıkışmaman için burayı bir an önce halletmemiz gerek, halledemezsek de artık ikimiz salonda kalırız. Biliyorum pek sağlıklı bir ortam değil şu an ama köyden gidip gelmek çok uzun ve yorucu olacak senin için," dediği oldukça mantıklıydı ayrıca ben de büyük ihtimalle onun yerinde olsaydım aynı kararı verirdim.
Ablam yüzünü astı. "Ben ne olacağım?" diyerek mızmızlanınca güldüm haline. "Sen kendini bir kere de karıştırma abla," dedim onu gıcık etmek için. Bana dil çıkartınca babam bu halimize güldü. "Gel Müge'm yanıma," dedi ve yanındaki boş kısma gelmesi için işaret etti.
Ablam yanına oturup ona sarılınca babam da onun başını öpti ve yanağını başına yasladı. "En fazla bir hafta sürecek kızım bu ayrılığımız. Ayrıca iki günde bir gelip burayı da halledersiniz, kısa sürede evimize yerleşiriz," dedi. Babamın özen ile konu ne olursa olsun kırmadan cevap veriyor oluşunu seviyordum. Bir kağıt gibiydi sözleri, keskin yerini getirip can yakmamaya özen gösteriyor, bizi kırmıyordu sözleriyle.
"İyi tamam," dedi ablam büyük bir kabullenişle birlikte. Uzatması gerektiği bir konu olmadığını fark etse de bu kısa süreli ayrılık hoşuna gitmişe benzemiyordu ama acı, ödülden önce geliyordu. Bu yüzden biraz beklemeyi göze alabilirdi. Babam hoşnut bir şekilde başını salladı.
"Acıkmış olmalısınız," diyen babannem de diğer koltuğa geçip oturunca kapının pervazına yaslanmış bir vaziyette onları dinlediğimi fark ettim ama istifimi bozmadım, aynı yerimde kaldım. "Valla ben ok acıktım," diyen ablam önüne gelen saçları düzeltmekle meşguldü. "En son ne zaman ne yedik onu bile hatırlayamıyorum," diye mahrumca konuşunca ona hak verdim. Ev ile uğraşırken akıp giden zamanı fark
edemediğimiz gibi kendi halimizi de fark edememiştik.
"Ben yemek yapmıştım sizin için, ısıtırım bir güzel. Sonra da hep birlikte yeriz," diyen babanneme hepimiz gözlerimizde gizlenen kalpler ile bakıyorduk adeta. Babannem bir şey unutmuş gibi dalgınca baktı bir süre. Sonra da hızla konuştu. "Ay ben ekmek almayı unuttum," diyerek ellerini isyan edercesine birbirine vurdu. "Hay Allah, alırız bir fırından diye düşünmüştüm ama söylemeyi unutmuşum," dedi mahcupça.
Babam belli ki ekmek almak için hareketlenirken gelen bir istekle, "Ben giderim baba," dedim birden. Hareketleri bu cümlem yüzünden yavaşladı ve kaşları çatıldı. Düşünüyor olmalıydı. "Kızım sen buraları bilmiyorsun daha," dedi en sonunda. Bu vermesini beklediğim bir cevaptı ve ekledi. "Olmaz yolu bulamazsın, ben giderim," dedi ama bir kere inadım tutmuştu işte. Hem çıkıp etrafı tanımayı da istiyordum.
"Ya baba lütfen," dedim yalvarırcasına. "Hemen dönerim, vakit kaybetmem. Ayrıca büyüdüm artık ben farkındaysan," kelimelerim onu ikna etmek için bir araya gelmişlerdi, amacım onu sinir etmek değildi. Bu yüzden de sesimin tonuna çok dikkat ettim. "Gidip gelebilirim," sözlerim onu ikna etmeye çok yakındı. Değişen yüz ifadesi bunu belli ediyordu bana.
Ablama umutla baktım. Bana hak verdiği gözlerinden belli olabiliyordu ama o da babam kadar endişeliydi bu konu hakkında. Yine de içten içe sözlerimin doğru olduğunu biliyordu. "Besra da hava almış olur baba," diyen ablam babamı ikna edecek bir noktaya değiniyordu. Evet, şu an ihtiyacım olmasa da ciğerlerim temiz havayla dolsa fena olmazdı. Ayrıca büyük bir merakla sokağın başında gördüğüm kitapçıya da uğramayı istiyordum.
Babamın bakışları ablamı buldu ama ikilemde kaldığı belliydi. "Ben sokakta bir fırın görmüştüm, bir koşu gider gelir," diyen ablama göz kırptım. Babam ikna olmuşa benziyordu. Dudakları bir şerit misali düz bir hal aldı, omuzları düştü. Elini sağ cebine daldırıp elli lirayı bana doğru uzattı ve ben de beklemeden hemen ona doğru yöneldim.
Mutlulukla kocaman gülümsedim ve yanaklarını öptüm. Mutluluğum bir perdeye dönüşüp üzerine yapışıp kalan endişeyi örtüyordu sanki. Çünkü gözlerindeki endişe yavaş yavaş mutluluğa ve huzura bırakıyordu kendini.
Elindeki parayı avucuma tutuşturdu. İşaret parmağını gözümün önüne kadar getirince bana bir nutuk çekeceğini anladım. "En fazla on beş dakika sonra burada oluyorsun, fazla uzağa gitmiyorsun, telefonunun sesini açık bırakıyorsun, tenha sokaklara girmiyorsun ve en önemlisi de kendini fazla yormuyorsun," dedi tane tane. Gözlerime de öyle bir kararlılık ile bakıyordu ki insan ister istemez uymak zorunda hissediyordu kendini.
Arkamı döneceğim zaman ekledi. "İlacını da almayı unutma," dediğinde başımı salladım ve arkamı dönünce burukça gülümsedim. Ona muhtaçken nasıl bırakabilirdim ki?
Ayakkabılarımı ayağıma geçirdim. Babam katı kuralları olup bizi evden çıkartmayan birisi değildi ama bilmediğimiz bir yer olunca ister istemez benim için endişe hissediyordu içinde. Pembe kabanımı üzerime geçirdim. Telefonumu, İlacımı ve anahtarlarımı kontrol edip kapıdan çıktım.
Kış ayı ile sonbaharın birleşimi olan aralığın son haftalarındaydık. İzmir'de hava güzeldi ve bu insanın ruhuna da enerji veriyordu.
Etrafı aklıma kazımak istercesine baktım her yere. Tek küçük bir ayrıntıyı kaçırmak istemeyerek dolaştı kahverengi gözlerim etrafta. Evimizin bulunduğu apartman merkeze yirmi dakıkalık bir mesafede kalıyordu, bu da ulaşım açısından oldukça iyiydi. Sokakların arasında yer alan yerler de görünüş olarak çok iyiydi. Mesela evimizin hemen çaprazında bir lokanta bulunuyordu ve çiçeklerle süslenen camları görsel bir şölene davet ediyordu insanı.
Yanımdan geçip giden arabalar yüzünden savrulup yüzüme gelen saçlarıma sinirle ofladım. Etrafı seyreden gözlerime engel olmalarıydı, sinirlenmeme sebep olan. Mor beremi cebimden çıkarttım ve özenle başıma geçirdim. Soğuktan üşüyen ellerimi cebime sokup kulağıma kulaklıklarımı geçirdim. Babamın bana tanıdığı süre burayı keşfetmeme yeterli gelmeyebilirdi ama en azından neyin nerede olduğunu öğrenebilirdim.
İlerledikçe sokağın sonuna yaklaşıyordum. Düşünmek istiyordu bir yanım, hayal etmeyi istiyordu bir yanım deli gibi. Benim ise hayal edeceğim bir şey kalmamıştı. Her şey değişince insanın hayalleri de değişiyordu ve ben bu yüzden neyi hayal edeceğimi bilmiyordum.
Soğuk havayla temasa geçen sıcak nefesim buharı meydana getiriyordu, gözlerimin önünde. Etarfta çok fazla kişi vardı çünkü iş çıkış saatine denk gelmiştim, yine de bu kalabalık beni rahatsız etmiyordu, aksine onlara bakarak beynimi meşgul ediyordum. Ruhuma iyi geliyordu bu, düşüncelerimden kaçmak için açık bir kapı bırakıyordu bana.
Birilerine çarpmamaya çalışarak kaldırımda yürüdüm. Biraz ileride fırını gördüm ve bu yüzden de adımlarım hızlandı. Birkaç adım kala çocuk sesleri yüzünden duraksadım. Kulaklığımdaki şarkıya rağmen duyduğum sesler yüzünden bir kulaklığımı çıkartıp sese yöneldim. Burada yeni olduğum için birine denk gelmiş olamazdım ama bu sese de kayıtsız kalmak istemedim.
"Abla topu atar mısın?" diyen çocuk ellerini ağzının iki yanına uzatıp bana daha yüksek sesle söyledi. Arkamda kalan topa baktım. Karşı kaldırımdaki oyun parkında maç yapan sekiz çocuk umutla yüzüme bakıp beni bekliyordu. Başımı sallayıp topa tekme attım ama yapabildiğim tek şey karşı kaldırıma geçirmek olmuştu. Diğer çocuklardan biri aşağıya doğru yuvarlanan topun peşinde giderken kalanlar bana gülmekle meşguldü.
Nefesimi sinirle dışarıya bıraktım. Ne bekliyordum ki? Bunu en son kaç yaşımdayken yaptığımı bile hatırlamıyordum çünkü hareketlerim hastalığım yüzünden kısıtlı olmak zorundaydı. Her an nefesim kesilebilir, bu yüzden de baygınlık geçirebilirdim. Yoluma devam edecekken top için seslenen çocuk yine konuştu. "Gel abla öğretelim sana," dedi diğerlerine nazaran anlayışla bakıp.
"Ya bırak Furkan," diyen arkadaşı sinirimi bozacak kelimeleri sırasıyla dizdi. "Daha topa vurmayı bile bilmiyorum. Kime neyi öğreteceğiz? Belli ki rapunzel gibi kulesinden inmiyor," bu sözüne kendi gibi arkadaşları da gülünce kızardım. Buz gibi havaya inat yanaklarım elma gibi kızardı. Gözlerim yanıyordu ama dudaklarımı kemirdim.
Furkan onlara sert bir bakış attı. "Abla sen gel," dedi onlara inat olsun diye. Aslında yaşları on ila on dört arasındaydı tahminimce. Ergenliğin verdiği bir büyüklük vardı üzerlerinde. Biri benimle dalga geçerken diğeri de benimle dalga geçmesinler diye uğraşıyordu. "Ben beş dakikada öğretirim sana."
Saate baktım, evden ayrılalı on dakika bile olmamıştı. Beş dakikamı buna ayırabilir, o çocuklara dediklerini yutturabilirdim. Bu düşünce ister istemez kanımın damarlarımda bir lava dönüşüp fokurdamasına sebep olunca hemen sağı solu kolaçan edip karşıya geçtim. "Hadi bakalım beyler," dedim gelen bir özgüven ile birlikte. "Marifetlerinizi görelim." Furkan bana bakıp gülümsedi.
Şimdiden sevmiştim onu, sıcak bakışları ve diğer arkadaşlarına göre biraz olgun duruşu hoşuma gitmişti. Ayağımın önüne topu koydu. Evde top bile olmuyordu bazen zira annemler peşinden koşup gideceğim her şeyi ortadan kaldırıyorlardı. Birkaç kere dışında top ile oynamamıştım ya da oynamışsam da ben yaşım yüzünden hatırlamıyordum.
"Hızını ayarla ve kaleye vur," dediğinde kaleye hiza almaya çalıştım ama onuncu denemeden sonra pes ederek üzgünce ona baktım. Ayrıca kaledeki çocuk istün bir yetenekle her yere atlıyordu, gerçekten bu konuda yetenekli olduğu aşikardı. Ellerimi dizlerime koyup eğildim. Yorulmuştum ve nefesim sıklaşmıştı ister istemez ama yine de içimde var olan korkuyu bir kenara bıraktım. Bu her zaman hayatımda olabilecek bir şey değildi, babama da etrafı gezdiğimi söyleyebilirdim. Ona yalan söylemek hoşuma gitmese de bunu bir kere için yapmak kötü olmazdı herhalde.
"Abla ne yapıyorsun ya," diye isyan eden Furkan bana yaklaştı ve arkadaşları duymasın diye kısık sesle konuştu. Omzumu silkeledim. "Ne yapayım? Ben hiç top oynamadım ki," gözlerini devirince kaşlarımı çattım ama cevap vermedi ve topu tekrar ayağımın önüne koydu. Neyse ki saat geç olduğu için o, kaledeki çocuk ve bir kişi daha kalmıştı geriye. Herkes akşam yemeği için evlerine dağılırken onlar da benim başarmamı bekliyorlardı. Tabii eğer becerebilirsem.
Sinirle soluğumu içime çektim. Gözlerimle kaleyi hizaladım ve geriye gittim. Hızla ileriye atılıp topa çok sert bir şekilde vurdum. Bu sefer kaledeki çocuk yetişemedi ve top parmaklarına değse de kaleden içeriye girdi. Yerimde zıpladım ve Furkan'ın bana doğru yumruk yaptığı eline karşılık verdim. "E tabii öğreten ben olunca," diyen Furkan'a gülümsedim ve saçlarını karıştırdım. "Aferin çocuk," dedim gülmemin arasından.
Geri çekti kendini, bu hareketim belli ki onu sinir etmişti ama ben bu mutluluğun üzerine düşünmedim daha fazla. "Şey abla," diyen kaleci çocuğa bakışlarım yöneldi. "Bizim top biraz ileriye gitti de. E bizde de kural var yani," diyen çocuğa bön bön bakınca bir posta da benim bu halime güldüler. Furkan açıklamak için, "Atan alır," dediğinde onaylar tarzda mırıldandım.
Telefonum çalınca bir korku kapladı içimi. Telefonun ekranına bakınca ablamın aradığını gördüm. Açmadam önce çocuklara susmaları gerektiğini söyledim ve telefonu açıp kulağıma dayadım. "Nerdesin sen? Tam yarım saat oldu? Babam dışarıya çıkıp seni arayacaktı da zor tuttuk," dediğinde kendimi kötü hissettim ama burada geçirdiğim dakikalar da benim için çok kıymetliydi.
"Abla ne yapayım, etrafa dalıp gitmişim hemen geliyorum ben. Endişe etmeyin benim için." dedim ve rahatlamasını umdum. "İyi tamam," sesi demine göre iyi geliyordu. Cevabım onu rahatlatmış olmalıydı. "Fazla vakit kaybetmeden gel hemen," dediğinde "Tamam," dedim ve telefonu kapattım ama bir işim daha vardı, yapmam gereken.
"Burda bekleyin, ben hemen getiriyorum," dedim birden fırlayarak. O an sadece düşündüğüm şey endişeli olan babamın gönlünü rahatlatabilmek için evime gitmekti, bu yüzen koştuğumun farkına bile varamadım. Sokak eğimli olduğu için evimizin yanına kadar gelmiştim. Topu eğilip aldım ve aynı şekilde koşmaya başladım ama ciğerlerimdeki yanma hissi yüzünden tökezledim.
Acı yüzünden gözlerimi sıkıca kapattım. Soğuk havaya maruz kalan ciğerlerim daha fazla dayanamıyorlardı. İçimden kendime saydırmaya başladım. Ayrıca astım krizimin tutacağı başka bir zaaman da kalmamıştı sanki. Gözlerimde biriken yaşlar görüşümü bulanıklatınca yalpaladım ve yere düşecekken son anda durdum. Başım dönüyordu ve nefes almam git gide zorlaşıyordu. Yanımaki duvara avucumu yaslasam da bacaklarımın beni taşımaya hali kalmamıştı.
"İyi misiniz?" ilgi ve merakla sorulan soru karşısında eğilen başım hızla havaya kalktı. Gözlerimi kırptıkça akan yaşlar sayesinde görüşüm az çok netleşiyordu. İlk önce kahverengi gözlerim endişe ile yüzümde dolanan mavi gözlerine takıldı. Elini uzatıp uzatmamakta tereddüt ediyordu sanki. Bir tepki vereceğimden korkuyor olmalıydı.
"Ben," dedim ama ağzım kupkuru olmuştu. Ona elimi uzattım ve benimkine nazaran sıcak eliyle sardı bileğimi. "Eviniz nerede? İsterseniz size eşlik edeyim?" bunlar güzel sorulardı ama bir türlü konuşamıyordum. Bedenimin ayakta durmaya hali artık kalmamıştı bu yüzden de resmen üzerine yığıldım. Belimden tutup bedenini bedenime yasladı ve ayakta durmamı sağladı. "İlacım," dedi fısıltı ile. "Cebimde," dediğimde olayın aciliyetini anlamış olcak ki hemen ceplerimi yokladı.
"Yok," dedi birden ve dünya benim için o an dönmeyi bıraktı. Korku ile kesişen gözlerimiz aynı duygulara ev sahipliği yapıyordu ama bir fark vardı arda. O tanımadığı birine yardım edemiyordu, bense ölüme adım adım yaklaşıyordum. Bilincim artık kapanmaya yakındı. Gözlerimi açmaya mecalim yoktu. O bedenimi sarsıp beni uyandırmaya çalışırken ben de nefes alıp verdiğimi anlayamıyordum.
"Kendine gel," diyen güzel sesine odaklanmak istedim. Çok güzel bir sesi vardı ama korku ile karışık olduğu için kulağa pek de hoş geldiği söylenemezdi. Bedenine tutunan ellerim gevşiyordu, bu yüzden beni tutması zorlaşıyordu.
"Abi," diyen Furkan'ın sesi yakınımdan geliyordu ama nerede olduğunu göremiyordum. "Abla bunu düşürdü," diyince bir umut kanatlanıp uçtu yüreğime doğru. İlacımı bulup getirmişti. Beni tutan mavi gözlü çocuk hemen ilacı ağzıma dayadı ve basarak nefes almamı sağladı. Ciğerlerim temiz hava ve ilaç karışımı sayesinde kendine gliyordu yavaş yavaş ama bu bedenim için geçerli değildi çünkü bunlar, bayılmadan önce algıladığım son şeyler olmuştu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |