
"Hayat mucizeler yaratıyordu benim için, bir yanım kan ağlarken diğer yanım da gül bahçesindeydi sanki. Acılarıma o gül bahçesinde şifa buluyordum."
Aynı Gökyüzünün Altında
Bölüm: 8/ Birbirlerine Denk Düşen Gözler
Boynumun ağrısı yüzünden istemeden inledim ve gözlerimi açamadım. Acı gitgide ilerleyip bütün bedenime yayılıyordu sanki, canım çok yanmıştı. Gözlerimi araladım ve ne olduğu anlamaya çalıştım, duyduğum ses yüzünden uykum bölünmüştü ama geç bir saatte uyuduğum için neyin ne olduğunu bu vaziyetteyken anlayamıyordum.
Biraz olsun üzerimdeki uyku sersemliğini üzerimden atmak adına gözlerimi yumruk yapıp sıktığım ellerimle ovaladım. Saate bakmadan uyuyakalmıştım, ne kadar süre uyuyabildiğimi kestiremiyordum. Doğruldum, olduğum yere yorgunluktan kıvrılıp kalmışım. Üzerimdeki bu yorgunluk bana çok fazla uyumadığımı fark ettirirken üzerimdeki battaniyeyi attım ve ayaklarımı yere sarkıttım.
Babam ben uyuyakalınca üzerimi örtmüş olmalıydı, odada yoktu. Büyük ihtimalle kahvaltı hazırlıyordu. Terliklerimi ayaklarıma geçirdim ve sese doğru adımladım, mutfağa geçtim. Etraf dağınıktı, rastgele konmuş olan kolilerden birkaç tanesi açılmıştı. Babam, kahvaltıyı hazırlamak için eşya alabilmek adına açmış olmalıydı.
Babam yere eğilip kırık parçaları topluyordu. Başını kaldırıp beni kapının dibinde görünce gülümsedi. "Hay Allah," dedi büyük bir sitemle. "Seni uyandırdım mı?" kırdığı su bardağı elinden kaymış olmalıydı zira babam çok dikkatli birisiydi, benim aksime kolay kolay sakarlıklar yapmazdı.
"Önemli değil baba," dedim kendini iyi hissedebilsin diye. "Yardım edeyim," dedikten sonra eğilince istemediğini söylese de yardım ettim. Ortalığı bir güzel temizledik ve salona sofrayı kurduk. Etrafın dağınıklığı insanın moralini bozuyordu ama bunu şu an için umursamadım, sınavım vardı ve bunu düşünmem gereksizdi.
Kahvaltı boyunca havadan sudan konuştuk, vaktimizi bu şekilde dolu dolu geçirdik. "Baba," diye seslendim ona, tabağına birkaç dilim peynir almakla meşgulken bana döndü bakışları. "Ben bugün okula tek başıma gidebilir miyim? Biraz yürümek istiyorum," babam beni hiç kısıtlamaz, bir dediğimi iki etmezdi ama daha okulun nerede olduğunu bile bilmezken beni tek başıma bırakmak isteyeceğini düşünmüyordum. Yine de şansımı denemek istedim ve sordum.
Kararsızca yüzümde dolanan hareleri soruma bir cevap arayışı içinde olduğunu anlamama yardımcı oluyordu. Çatalını tabağının yanına bıraktı ve ellerini birleştirdi. "Okuluna hiç götürmedim seni, bundan emin misin?" beni kırmaktan, hevesimi yok etmekten çekinen sesi kulaklarıma dolunca elini tuttum. "Ben de yolu kendim öğrenmek istiyorum. Hem sen yakın olduğunu söylemiştin, sora sora bulurum bir şekilde," dedim yüreğini rahatlatmak için.
"Peki, tamam," dedi uzun bir aradan sonra. Hızla da ekledi, "Kaybolduğunu hissettiğin an beni arıyorsun Besra," dediğinde başımı salladım ve saate baktım. Hemen hazırlanıp çıkarsam eğer, kaybolsam dahi okula yetişebilirdim. "Ben çıkacağım," dediğimde cümlemin devamında ne diyeceğimi çok iyi bilen babam konuştu. "Düşünme sen. Ben hallederim buraları. Paran var mı?" ayağa kalkmadan hemen önce küçük bir parça ekmeğe reçel sürdüm. Ağzıma atmadan hemen önce konuştum. "Var var," dedim ve üzerimi değiştirmek için yan odaya geçtim.
Babam okul formamı almayı unutmamıştı. Bir çırpıda üzerimi değiştirdim. Forma klasikti, beyaz gömlek ve mavi bir kravat vardı. Kare desenli siyah eteğin altına da beyaz renkli uzun çoraplarımı giymiştim. Saçımı sıkıca at kuyruğu yaptım ve sprey ile tutturdum. Saçımın bozulmasını ve yeniden yeniden düzeltmeyi sevmiyordum. Odanın bir köşesine öylece yasladığımız boy aynasından üzerime baktım. Bir sorun gözükmüyordu. Çantamı toparlayıp montumu üzerime geçirince gitmek için hazır olacaktım.
Odaya geçince ders programına göre çantamı hazırladım. Neyseki babam kayıt için okula gittiğinde ders kitaplarımı da almıştı. Dördündü ders sınav vardı, okulda da çalışabilirdim. Çantamı hemen hazırladım ve babamın yanağını öpüp onunla vedalaştım. Üzerime geçirdiğim zümrüt yeşili montumu düzelttim ve beyaz ayakkabılarımı giyip evden çıktım. Babam konumu atmıştı, şükür ki fenalaştığım taraftan gitmeme gerek kalmıyordu.
Oradan tekrar geçmek şu anlık bana iyi gelmeyecekti, kendimi suçlu hissetmeme sebep olacaktı. Yaptığım benim açımdan çok masumcaydı ama babamları korkutmuş, kendimi istemeden de olsa tehlikeye atmıştım. Belki de mavi gözlü çocuk bana o an müdahale etmiş olmasaydı durumum bu kadar iyi olmayabilirdi. Bunları düşünmeyi bir kenara bıraktım, kötü günler artık ardımda kalmalıydı.
Kulaklığımı çantamın içinden çıkardım ve gördüğüm manzara karşısında yüzümü ekşittim. Babam kablosuz kulaklık almak istese de inatla kablolu kulaklığımı kullanmaya devam ediyordum. Haliyle gördüğüm manzara her zaman aynıydı; bir adet kabloları dolanmış ve kör düğüm olmaya bir tık uzak, sarı renkli kulaklığım. Ondan vazgeçemiyordum ama yine de bu eziyeti çekip duruyordum.
Yolun hemen hemen yarısı kulaklığı açmakla geçince sinirle ofladım ve bir yerde duraksayıp en sonunda inat edip düğümü çözdüm ve listemden bir şarkıyı seçip açtım. Babamın uzun ısrarları üzerine hep bir kulağımda takılı olurdu kulaklığım. Yolda yürürken ikisini de takmamı istemezdi. Bu sayede güvende olacağımı telkin ederdi, her zamanki gibi bu konuda da onun sözünden çıkmaz, dediklerine uyardım.
Etrafımdaki her şeyde bir acele vardı; Yanımdan hızlıca geçen kişiler ve arabalar bir yere varma umuduyla ilerliyorlardı. Güneş açmaya başlasa da etrafta bir karanık hakimdi ve ona kafa tutan sokak lambaları ışıklarıyla bize eşlik ediyorlardı. Sabah saatleri her zaman ve her yerde yoğun geçerdi, ben de herkesi inceleme fırsatı bulduğum için bu saatleri severdim. Birini izleyip onun hakkında fikir sahibi olmaya çalışmak küçüklüğümden gelen bir alışkanlık olmuştu benim için.
Geçtiğim her yeri kafamda kodlayıp aklımda kalmalarını sağladım. Yaşadığım çevreyi, her gün okula giderken kullanacağım yolu bilmem gerekiyordu. Birilerine çarpmamaya çalışarak kaldırımda yürüdüm ve telefonumdan gittiğim yerin doğruluğuna baktım. Doğru olarak gidiyor olmam gerekiyordu ama okul görüş alanıma bir türlü girmiyordu. Bir an için kaybolduğumu düşünüp korksam da kendimi toparladım. Sakinliğimi korumam şu an için yapabileceğim en iyi şey olacaktı.
Duraksadım ve etrafıma baktım. Son beş dakikadır aynı yerde dönüp dolaşıyordum. Bu beni tedirgin ederken nerede hata yaptığımı da çözemiyordum. Attığım her adım doğru yere beni götürüyormuş gibi geldiği için kaybolma fikri kulağıma hoş gelmiyordu. İlk günden anılarıma böyle bir anı yerleştirmek de istemiyordum.
Babamı aramakla aramamak arasında gidip gelirken duyduğum cümle yüzünden hızla arkamı döndüm. "Kayboldun galiba?" diyen soran tınının sahibi ile göz göze geldik. Üzerindeki okul formasına bakılınca aynı okulda okuduğumuz, daha doğrusu okuyacak olduğumuz, belli olabiliyordu. Adımlayıp aramızdaki mesafeyi kapattı ve hemen yanımdaki boşlukta durdu.
"Evet," dedim cevap olarak. "Yeni taşındık ve buraları bilmiyorum." başını sallayıp anladığını bu şekilde bana belli ederken çaktırmadan onu inceledim. Kahverengi saçları anlından dökülüyordu. Formayı öylesine üzerine geçirmiş gibi duruyordu, montunun önünü kapatmadığı için beceriksizce yapmaya çalıştığı kravatını görebiliyordum. Siyah çantası sağ omzundaydı. Yüzündeki yorgunluk ifadesi ilk fark ettiğim şey olmuştu. Bakışlarındaki yumuşaklık beni kötü hissetmekten uzaklaştırıyordu.
Üzerini gösterip muzip bir ifade ile, "Gördüğün gibi aynı okula gidiyoruz, İstersen sana eşlik edebilirim," dediğinde başımı salladım. Zaman gittikçe daralıyordu ve haftanın ilk günü olduğu için İstiklal Marşı okunacaktı. Giriş saatinden önce toplanılacağını tahmin ediyordum, yola devam etsek iyi olacaktı.
Ona uyup adımlamaya başladığımda yanında bir fazlalık olarak yer almak istemedim ve aramızda yaşanan sohbeti ilk olarak ben başlattım, konuşamadan önce biraz çekinsem de gözlerindeki ifadeye güvenerek konuştum. "Adın ne?" diye sorunca yere bakan gözleri kısa bir an için beni buldu. "Timur, ya senin?" diye cevap verince ben de sorusuna karşılık verdim.
"Besra Yağmur ama genelde Besra ismini kullanıyorum," dediğimde eklememde bir sakınca görmeyerek devam ettim. "Aslında annemler Besra ismine karar vermişler ama çok yağmur yağan bir günde doğduğum için bu ismi de eklemişler," gülümsedi, aklına gelen düşünceyi benimle de paylaşmaktan çekinmedi. "Optiklerde kodlamak zor olmuyor mu?"
"Genelde bir adımı kodladığım için zor olmuyor ama bazılarında istedikleri için süremin yarısı kodlamakla geçiyor," ben de onun gibi gülümsedim ve başımı çevirip etrafa bakınca geldiğimizi gördüm. "Okul üç yıl önce yeniden yapılınca yeri değişti. Öğrenciler mağdur olmasın, okula devam edebilsin diye yakınına yeni bir bina yapıldı. Çoğu kişi bu yüzden yolu bulamıyor," açıklaması içime su serpmişti. Yanlız olmamak insanı mutlu ediyordu, öte yandan doğru yere geldiğimden adım kadar emindim.
"Teşekkür ederim," dedim bütün içtenliğim ile birlikte. "Müsaade edersen sana kahve ısmarlamak isterim," dedim birden. Bana yardım eden birine karşılık vermek istiyordum. Umursamazca omuzlarını silkeledi. "Önemli değil. Düşünmen yeter," büyük bir samimiyetle bunları söylese de bir an için ısrar etmek istedim ama ne tepki vereceğini bilemediğim için susmayı tercih ettim. Aramızı belki de bozabilirdim. Belki daha sonra ben ona bir iyilik yapabilirdim.
"Hangi şubedesin?" diye sorunca bir an için bocaladım. Buna bakmamıştım ama babam bir kere cümlesinin içinde geçirmişti. Hatırlamaya çalıştım ve kısa bir süreden sonra hatırlayınca anın verdiği heyecan ile pat diye, "11/C," dedim, daha sonra da hafifçe kızardığımı hissettim çünkü farkında olmadan aşırı tepki vermiştim, yine de kendimi bozmadım.
"Dünya ile aynı sınıftasın," bir yere dalıp giden gözleri duygu yoğunluğundan ötürü beni fark edemiyordu. Fısıltı ile söylediği sözleri, bana kendi kendine konuştuğunu hissettirirken onu bu halden kurtarmayı umarak usulca, "O kim?" diye sordum ve başımı eğip onunla göz göze gelmeye çalıştım ama bu girişimim başarısızlıkla sonuçlandı.
Koluna dokundum ve bana hızla döndü. "Hı?" diyen sesi beni dinlemediğini belli ediyordu. "Onun kim olduğunu sormuştum ama cevap vermek istemiyorsan sen bilirsin," mahcupça konuştum. Bana kıyasla samimiyeti sevmiyor olabilirdi, belki de fazla ileriye gitmiştim istemeden.
Bakışları yumuşadı. "Bu biraz karışık bir durum," dudakları büzüldü ve ellerini ceplerine soktu, üşümüş olmalıydı. Hava esmediği için soğuk gibi gelmiyordu bana ama hareket etmeden dikildiğimiz için ben de yavaştan üşüdüğümü hissediyordum.
"Onu tanıdığımı bil yeter," dedi hemen ardından. Bahsetmek istediği bir konu gibi durmuyordu. "Neyse zaten önemli değil, ben şey için sormuştum," cümlesini bitirmeden durakladı. "Sıranı ve sınıfını tarif etmek için," işaret parmağı ile sırada bekleyen kişileri gösterdi. "Atatürk heykelinin sol tarafında kalan sıra sizin. Sınıfın ise üçüncü katta, sağdan ikini sınıf olması gerek. Kantin ve kütüphane ek binada, spor salonu da onun içinde. Beden dersleri genelde orada yapılıyor," durakladı. Ben de onun gibi hazırlanan kişileri görebiliyordum.
"Hızlı olsak iyi olacak," dediğinde acelemiz olduğu için teşekkür edemesem de bunu bir kenara not aldım, aynı okulda olduğumuza göre bir ara denk gelip söyleyebilirdim. Ben sıranın en arkasına geçince o da bizim sınıfı geçti, aynı sınıfta değildik hatta bana kalırsa benden büyük olmalıydı. Tahminimce on ikiye gidiyor olmalıydı.
Töreni yapıp sıraya göre içeriye girdiğimizde dediğine uydum. Dediği gibi sınıfımı buldum ve çekine çekine sınıfa geçtim. Herkes birbiri ile konuşmaya başlamıştı ve sınıfta bir uğultu meydana gelmişti. Bunu umursamadan duvar kenarından üçüncü sıraya yöneldim, her zaman burada otururdum ve boş olması beni mutlu etmişti. Bir önde oturan sarı saçlı kıza, "Burası boş mu?" diye sordum.
İlk önce yüzüme dik dik baktı. Bu beni rahatsız etmişti ama sonra bakışları yumuşadı. Yanakları yaptığı hareketten ötürü utandığı için hafifçe kızarırken başını salladı. "Kusura bakma, seni hiç görmemiştim. Öyle bakmak istemedim," cümlesini bitirince gülümsedim ve sıraya oturdum. Şimdi sebebi anlaşılmıştı, beni tanımaya çalışmıştı. Bu yüreğime su serperken gülümseyerek cevap verdim.
İlk günden bu tür bir tatsızlık yaşamak istemiyordum. Ayrıca yaklaşık iki yılımı geçireceğim kişilerle anlaşamamazlık yaşamak da kulağa hiç hoş gelmiyordu. Uyum sağlamak kolay değildi ve istenmemek yüreğe acı veriyordu. Hayatımda şu anlık bunlara yer olmamalıydı.
"Buraya yeni taşındık ve okuldaki ilk günüm." cevabımdan sonra kısa bir tanışma faslı geçti aramızda. İsmi Seda'ydı, ilk günden birileri ile konuşup anlaşıyor olmak içimdeki çekingeç tarafı ufak ufak yok ederken konuşmamız ilerledi ve hocalardan devam etti. Onun sayesinde hocalar ile ilgili hemen hemen bütün bilgiyi edindim.
O hararetli hararetli cümlelerine devam ederken içeriye giren hoca ile birlikte sınıftaki uğultu kesildi. Herkes gibi ben de ayağa kalktım, sonra da hocayla selamlaşıp yerimize oturduk. Seda arkasını dönmedi ama geriye doğru yaslandı. "Sana bahsettiğim coğrafya hocası bu," onun hakkında pek iyi şeyler söylemediğini anımsayınca gerildim. Başlangıcı bu hocayla yapmamayı dilerdim ama benim şansıma yine bu hoca ile ilk derse başlardım, bundan adım kadar emindim.
Daha fazla konuşmadı ve önüne döndü. Hoca yoklamayı aldı, bana gelince durakladı. Bakışları sınıfta gezinince herkesteki gerginliği ben de iliklerime kadar hissettim. Bakışları sınıfta gezindi ve en sonunda kahverengi gözleri beni bulunca bütün herkes refleks olarak bana baktı. Yutkundum, gerginliğim her saniye artıyordu. Dilim damağım kuruyor, kadının çakmak çakmak gözlerimin içine bakan gözlerinden gözlerimi ayıramıyordum. Hatta kızar diye korkumdan gözlerimi dahi sık kırpamıyordum.
Tok bir sesle, "Besra Yağmur Kara sen misin?" diye sorunca bir an için kalakaldım. Bakışları keskindi. Daha ilk günün verdiği çekinceyi üzerimden atamamıştım. Bir sessizlik sürerken kızgın gözleriyle karşılaşınca hemen konuştum. "Evet hocam," dedim. Bakışları aldığı cevap karşısında az da olsa yumuşarken yine konuşup bana soru sordu. "Yeni mi geldin. Seni hiç görmemiştim buralarda."
"Buraya yeni taşındım. Okuldaki ilk günüm." cevap verdim ama sesim içime kaçmış gibiydi. Kadın başını dalladı. Yüzündeki beyaz gözlüğü işaret parmağı ile ittirdi ve burnunun hemen yukarısında bulunan boşluğa oturttu. "Hoş geldin o zaman," sesi ilk konuşmasına göre yumuşak çıkmıştı ve bu da benim üzerimdeki gerginliği az çok azaltmıştı. "Sınıf hocanız Vildan Hanım. Kendisi tarih öğretmeniniz. Bir sorunun olursa onun yanına gidebilirsin," dedikten sonra çantasına yöneldi ve içini kurcaladı.
Nezaketen. "Teşekkür ederim hocam," dedim. Ayaklandı ve akıllı tahtayı açtı. Flashı taktı ve dosyalara girdi. "Bugün sizinle harita üzerinden ders işleyeceğiz," dedi ve dünya haritasını bizim için açtı. Hemen çantamı açtım ve defterimle kalem kutumu çıkarttım. Dersi derste dinleyip not almadıktan sonra eve gidince kendi başıma zorlanıyordum. En sevdiğim kalemimi elime aldım, ucunu kontrol ettim.Her zamanki gibi renkli kalemlerimi masanın üzerine koydum. Önemli yerleri renkli kalem ile yazmak hoşuma gidiyordu.
İlk iki ders beklediğimden güzel ve enerjik geçti. Hoca ilk baştaki soğuk ve sert halinden eser kalmayacak şekilde gülümsüyor, dersi akılda kalıcı olacak şekilde anlatıyordu. İkinci dersin sonlarına doğru beş kişiyi tahtaya kaldırıp tiyatro halinde canlandırması da arka sırada uyuyan kişilerin bile dikkatini çekmişti. Sınıftaki kahkaha tufanının koridora kadar ulaştığından adım kadar da emindim.
Zil çaldı ve hoca bize veda ederek dışarı çıktı. Şimdi sınavdan önce bir ders daha vardı. Seda'dan aldığım bilgilere göre ikinci ders sınav olacaktık ve kelebek sistemi olacaktı. Kimin hangi sınıfta sınava gireceği de panoda yazıyordu. Ben de kendi yerimi panoya bakarak öğrendim. Daha sonra da yerime geçip notlarıma tekrar göz attım. Sınavdan önce yaşadığımız bunca şey bende ister istemez yapamayacağım, kaygısı meydana getirmişti. Ne kadar çalışırsam çalışayım yüksek bir not alamayacağımı hissediyordum.
Başarısız olma korkusu hissettiklerimin en baskınıydı şu an. Çenemi kastım ve sınavda çıkacak olan konulara tek tek baktım. Sınıfta bir uğultu vardı çünkü herkes birbirlerine konuyu anlatıyordu. Bazıları da dersi dinlemedikleri gibi sınava çalışmıyordu bile. Hoca sınav kağıtlarını düzenliyor, fotokopi çekiyordu. Sınıftaki bunca sesin bir diğer sebebi de buydu. Başkan olan ve adının Aysima olduğunu öğrendiğim kız da birkaç defa tahtaya kalkıp sınıfı uyarmıştı ama bu etkili olmamıştı. Oflayarak yerine geçmesi de o an için gözüme çok tatlı gelmişti.
Neyseki stresten bunu umursayabilecek bir vaziyette değildim. Bir tavus kuşunun kafasını toprağa gömmesi gibi ben de başımı neredeyse deftere ve kitaba gömmüş bir şekilde, tam konsantre tekrar yapıyordum artık ezberleme aşamasına geldiğim konuları. Ders saatinin bitmesine yakın geriye doğru yaslandım ve neredeyse elimle birlikte bir bütün haline gelmiş olan kalemimi sıranın üzerine bıraktım. Gözlerim ağrımıştı ve dinlendirici gözlüklerimi takmak aklıma şimdi geliyordu. Kendime ofladım ve bir yudum su içtim.
Biraz sonra çalan zille birlikte herkes sınavı olacakları sınıfa gitmek için hareketlendi. Daha neyin nerede olduğunu yeni yeni öğreniyordum ama tahminime göre şubeler aynı yerlerde bulunuyordu. Bu katın bir altına gidip şubeyi bulmam zor olmasa gerekti. Eşyalarımı toparladım ve sınıftan çıktım. On ikilerle birlikte sınava girecektik, bu yüzden koridorlar ve merdivenler tıklım tıklımdı. Üst kata çıktım, gireceğim sınıf bu katta bulunuyordu.
Kalabalıkla birlikte sürüklenip giderken sınıfımı bulunca hemen daldım ve derin bir nefes aldım. Hocaya içimden dua ettim çünkü bu kadar kağıdı okumak demek, işkenceye denk geliyordu neredeyse. Yaklaşık iki yüze yakın kişi, ki bu sadece benim tahminim, aynı anda hareket ettikleri için oldukça ses geliyordu koridordan. İlerledim ve boş olan en arka sıraya geçtim. Sıraya yazılan uyarıları tek tek okudum. Yanımıza üst sınıflardan birisi gelecekti. Biz sağ tarafta oturacaktık, onlar da bizim solumuzda kalan yere.
Sınıf yavaştan doluyordu. Herkes boş olan yerlere geçiyordu. Kalabalık giddikçe azalırken ses de onlarla birlikte yavaş yavaş yok oluyordu. Sınavın üzerinde kalem, silgi, su ve kalemtraştan başka bir şey bulunmayacağını da yazının devamında okumuştum. Sınav için gerekli olan malzemeleri çıkarıp çantamı sıranın yanında bulunan küçük askıya astım. Sınavdan hemen önce son bir tekrar yapmak ne yazık ki başkalarına iyi geldiği gibi bana iyi gelmiyordu.
Hatırlamaya çalışıyor, son kez tekrar ettiğimi bilmem de bu çabamı olumsuz etkiliyordu çünkü aklıma gelmeyen bilgiler beni daha çok strese sokuyordu. Bu yüzden asla ama asla son bir kez daha bakayım hatasına düşmez, sabırla sürenin geçmesini beklerdim. Kalemimin ucunu kontrol ettim ve şişemi açıp bir yudum su aldım ağzıma. Ellerim terliyordu.
Gözüm duvardaki saate takılıp kaldı. Sürenin geçmesini beklerken saate bakmak pek de yararlı değildi ama şu an yapabileceğim pek de bir şey yoktu. Tuvalet ihtiyacım yoktu, kantine gidip gelirsem de büyük ihtimalle geç kalırdım. En iyisi yerimden ayrılmamak olacaktı.
Saate farkında olmadan nasıl daldıysam, yanıma oturan bedeni bile fark edememiştim. Saniyeleri geçiren saat koluna tutunup ben de ona sürüklenmiştim. "Merhaba," demesi üzerine bir an için duraksadım ve beynimin bana bir oyun oynayıp oynamadığını çözmeye çalıştım. Ağır hareketlerle birlikte başımı soluma çevirdim.
Mavi gözlü çocuk tam da yanımda oturuyor, bana nazikçe gülümsüyor, tanışmamızın verdiği samimiyetle birlikte gözlerini gözlerimle buluşturuyordu. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım ve şükür ki bu hareketime ağzını bşle açmadı, rahatsız olduğunu dile getirmedi. Titreyen nefesime sesim de eşlik etti ve titrekçe, "Merhaba," diyerek selamını kabul ettim. Hala daha bu ihtimalin gerçek olup olmadığını çözmekle meşguldü zihnim.
Bir nefes kadar yakınımdaydı, ona dokunabilecek kadar yakınımdaydı, gözlerinin içinde kendi suretimi görebilecek kadar yakınımdaydı. Ellerim heyecandan titredi, sınavdan önce bu bana iyi gelmeyecekti. Yutkundum, demim su içmiştim ama birden su içme ihtiyacı hissetmiştim bedenimde.
"Beni beklemiyordun galiba," diye nazikçe konuştu. Yüz ifademin nasıl olduğunu gözlerinden görebiliyordum ve bu cümlesini ben de olsam ben de kurardım. Kendimi toparlayabilmek için bakışımı ondan çektim, gözlerine bakmadan konuşmak benim için daha kolay olacaktı. "Bu kadar büyük bir şehirde tekrar karşılaşma ihtimalimiz kaç ki?" sorumu çekine çekine sordum. Bu benim için mucize gibi bir şeydi.
Yıllar sonra taşınan komşumuzla yeniden sokakta karşılaşmak gibiydi, bir annenin yıllar sonra evladına kavuşması gibiydi, bir işçinin saatler sonra alın teriyle aldığı parasını evine götürmek gibiydi, çölde suya hasret kişinin au içmesi gibiydi onunla yeniden karşılaşmak. Bedenime iyi geliyor, hem kalbimi sevinçten ve mutluluktan hızlı hızlı çarptırıyor hem de bu duygulara tezat yeniden kaybederim korkusunu hissettiriyordu.
"Milyonda bir herhalde," diyerek bana cevap verince gülümasemeye çalıştım. Cevap vermedim, o da konuşmadı. Aramızdaki sessizlik devam ederken zaman da daralıyordu, sınav vakti gelmeye yakındı. Sayılı zaman tez geçer dedikleri tam da buydu işte.
"Adın ne?" pat diye sorunca bakışlarındaki şaşkınlık dalgasına şahit oldum ve bedenimi ona çevirdim. "Kusuruma bakma lütfen, pat diye sordum biraz," utandığım için hızlı hızlı konuşarak kendimi izah ettim. Benim üzerimde tuhaf bir etkisi vardı, bedenim sanki benim irademe uymuyor, kafasına göre hareket ediyor gibiydi.
"Sorun değil, doğru düzgün tanışamadık," duraksadı ve sağ elini bana uzattı. "Ben Buğra," dediğinde elimi uzatıp benimkine kıyasla büyük olan elini tuttum. "Ben de Besra, tanıştığımıza menun oldum. Ayrıca çok teşekkür ederim, dün teşekkür etme fırsatı bulamadım," mahçupça sarf ettiğim kelimelere şükrettim çünkü hata yapmadan, duraksamadan ve kekelemeden cümlelerin dilimden dökülebilmesini başarabilmiştim.
"Sahi ne oldu? Ailen bir şey öğrenebildi mi? Doktorla konuştum ve ikna ettim, bir sorum yaşadın mı?" merak ve kaygı ile titreyen harelerine şahit olunca bir kez daha içindeki iyi niyet karşısında içimden bir ılıklık akıp gitti. Buğra, kötü insanlara inat son derece iyiydi. Dünyadaki siyah tarafa kafa tutarak beyazlığın üstün gelmesine sebep oluyordu.
"Senin sayende bilmiyorlar." büyük bir heyecanla ağzımdan çıkan kelimeler, içimdeki duygu yoğunluğunu dışa vuruyordu. Gülümsedi. "Buna çok sevindim, senin için çok önemliydi çünkü," dedi cevap olarak. Karşılıklı bakışırken buldum birbirimizi, bir uzağa bakıyordu bakışlarımız sanki. İçimizi, düşündüklerimizi görmeye çalışıyorduk kendimizce. Öte yandan yüzümüzdeki kusurları dahi görebilecek kadar yakın bakıyorduk birbirimize. Nefeslerimiz birbirlerine karışıyor, inip kalkan göğüslerimiz ahenk ile hareket edyordu.
Hayatta pek çok kez tanıdığımız kişilerle yolda denk gelebilirdik. Yolda birden başımızı kaldırır, tanıdığımıza bakar, tesadeüf karşısında şaşırır ve ardından da ayaküstü derin bir sohbete dalardık. Ne mekan gelirdi aklımıza, ne de onunla geçip giden zaman. Hiçbir şeyin önemi kalmazdı o an için. Sadece sen veo olurdu zihninizde.
Şimdi sadece Besra ve Buğra vardı sınıfta, gerisi yoktu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |