4. Bölüm

°•Özgürce Uçan Kuş•°

Elif
mavii_bulutt345

Aynı Gökyüzünün Altında

 

Bölüm: 4/ Özgürce Uçan Kuş

 

Timur Dağdelen

 

Okuduğunuz bir kitap, dinlediğiniz bir müzik, izlediğiniz bir manzara ya da çizdiğiniz bir resim, sizi mutluluktan havalara uçurup, bulutların üzerinde geziniyormuşsunuz gibi hissettirebilirdi fakat herkesin mutlaka kendisini mutlu etmesini istediği birileri vardır bu hayatta.

 

Annemizden, babamızdan kardeşimizden, eşimizden arkadaşımızdan ya da belki de mutluluğu sokaktan geçen herhangi bir kişide arardık.

 

Bende öyle yapıyordum.

 

Annemden ve babamdan sevgi görüyordum ama sevigiyi görmek ve ondan hissetmek istediğim biri vardı.

 

Ne hayatımdaydı ne de benim onu sevdiğimden haberdardı. Her gün okul sırasında, bahçede, sınıfta ve koridorda karşılaşsakta ikimizde birbirimize yabancıydık.

 

Onun elaları, benim kahverengi gözlerime karışırken, benim kalbim onu her gördüğünde bir maratona çıkmış gibi hızlanırken, nefes alış verişlerim suyun içinde çırpınan biri gibi düzensizleşip sıklaşırken, heyecandan bütün vücudum titrerken, o bunlardan habersizdi ve büyük ihtimallede asla haberi olmayacaktı.

 

Arkadaşı Ebru ile her zamanki yerlerine geçtiklerinde benim gözlerim onların üzerindeydi. Arkadaşıyla aralarında konuşurlarken Fiko koluma kolunu değdirdi. "Gene Dünya'yı mı kesiyorsun?" dedikten sonra kahvesinden bir yudum aldı.

 

"Sence?"

 

"Oğlum bırak şu kızı, sizin onunla tek ortak noktanız okulunuz ve paranız."

 

Elimdeki çaydan bir yudum aldım. "Çok içimi rahatlattın birader, Allah razı olsun," diye kinayeyle konuştuktan sonra sinirle güldüm.

 

"Kafayı yedi galiba," diyen Deha, şişe dibi gibi olan siyah çerçeveli gözlüğünü işaret ve orta parmağını kullanarak yüzüne daha da yerleştirdi. Fiko, kolunu omzuma attı. "Bir şey olmaz ona Dünya'cığına kavuşamıyor ya ondan bu tavırları."

 

Kolunu sinirle ittim. "Yürü git işine ya," dedikten sonra yüzümü buruşturdum. Bu konuyla ilgili benimle dalga geçmeyi çok severdi zibidi.

 

Gıcık olacağım bir şekilde sırıttı. "Benim senden başka işim mi var?" dediğinde onu takmadım bile.

 

"Seninde ondan bir farkın yok," diye söze başladı Deha. Çayından bir yudum aldı. "Sende Ebru'ya aşıksın ve yandan yandan kızı kesip duruyorsun."

 

Deha'nın yüzüne sinirli sinirli baktı Fiko. Pis pis sırıtırken, "Ulan Allah'ın dahisi, çok zekisin sen ya," dedim ve sırıtmaya devam etti. Onun bu sözleri benim kaçan keyfimi yerine getirdi.

 

Fiko, ağzının içinde bir küfür söyledi. "Senin adın boşuna Deha değil, belli," dediğini homurdanırcasına derken bu sefer ben onun omzuna kolumu attım. Bakışları Ebru'yu bulunduğunda, "Gene Ebru'yu mu kesiyorsun?" dedim. Gülmemek için çok fazla efor sarf etsem de ağzımdan kaçan kahkahaya engel olamadım.

 

Bana yandan öyle bir baktı ki, bakışlarıyla beni yerin yedi kat dibine gömebilirdi ama bizim Fikret'le olan arkadaşlığımız böyleydi. O bana takılır, sinirlenirim; ben ona takılır, sinirlenirdi ve günün sonunda da oturur bir bilgisayar oyunu oynar, tıka basa yemek yerdik.

 

Bir de Deha var tabii...

 

Deha, üçümüzün içinde beyin görevini üslenirken büyük ihtimalle Fikret ya da ben bir yanlış yaparsak bizi kurtarmaya gelen ilk kişi o olurdu. Çok iyi bir hackerdı ve adının hakkını bayağı veriyordu, okul birincisi olması da bunun bir diğer kanıtıydı.

 

Daha deminki konuşmamızı unutarak bu sefer başka bir konu açtık. Aramızda bazen gülüp bazen ciddi olurken, bize doğru gelen kişiyle birlikte adeta donup kaldım. Avuçlarım terlerken yutkunamadım bile. Fikret kulağıma eğildi, "Geliyor seninki," diye bana takılsa da onu umursayacak bir vaziyette değildim.

 

Dünya, Deha'nın yanındaki boşluğa oturdu. Ela gözlerinin direkt olarak hedefi benken, "Adın Timur'du öyle değil mi?" diye sordu hiçbir duygu barındırmayan sesiyle. "Evet?" dedim soru soran bir şekilde.

 

"Seninle konuşmamız lazım."

 

Deha direkt olarak kalkarken Fiko hâlâ daha kalkmamıştı. Yandan bir bakış attığımda kulağıma yaklaşıp, "Evlenme teklifi felan ederse kalpten gitme tamam mı? Üzerimize kalırsın." ikimizden başka kimse onu duymasın diye sessizce konuşurken, "Saçmalama," diye tısladım adeta.

 

Deha ve Fikret yanımızdan ayrılırken, kollarımı masaya koyarak elimden geldiğince sakin bir şekilde Dünya'nın yüzüne baktım. Etrafına bakındıktan sonra, "Caner ile kavgalı olan kişi sendin öyle değil mi?" diye sordu. Onun adını duymamla birlikte kanımın damarlarımda kaynadığını hissettim.

 

Herkes bizim onunla bir basketbol maçı yüzünden kavga ettiğimizi düşünse de perdenin ardında çok büyük bir gerçek yatıyordu. Caner, Dünya'yı aldatıyordu. Bunu duyduğumda bir hafta boyunca pimi çekilmiş bir bomba gibi etrafta dolanırken, yaptığımız maçta damarıma basması da benim patlama nedenim olmuştu. Caner'in onu aldattığını bilmesini istemediğimden bunun üzerini böyle bir yalanla örtmüştüm.

 

Dünya ile Caner iki yıldır çıkıyorlardı, bunu Dünya duyarsa az çok nasıl bir tepki vereceğini tahmin ediyordum ve bunu Dünya benden duymamalıydı. Ben onun hayatında hiç yer almamıştım ve belki de Caner'in bana her defasında, " Sen onun hayatında bir hiçsin ve asla onun hayatında yer almayacaksın. Boşa kürek çekme. " gibi kurduğu cümleler beni çok fazla etkisi altına aldığından bunu ona söyleyememiştim, yapamamıştım. Onunla her defasında bu konu için konuşmaya çalıştıkça görünmez bir ip boğazıma dolanıp beni susturmuştu.

 

"Ne konuşacağız?" diye dümdüz bir şekilde konuştum.

 

"Caner'in ablası, hafta sonu bir parti verecek. O partiye benimle gelmeni istiyorum. Ne istersen de yaparım." söyledikleriyle ne olduğunu anlamazken, "Ne?" dedim sesime yaşadığım şaşkınlık bir hayli yansıyordu. Sevgilisinin ablasının düzenlediği partiye benimle birlikte gitmek istemesi pek akıl kârı değildi.

 

"Ne dediysem o, benden ne istersen de yaparım." ciddiyetle söyledikleri karşısında ne diyeceğimi bilemedim. "Benden ne istediğinin farkında mısın?" diye sordum ifadesinin değişeceğini düşünerek ama hâlâ daha bana aynı ciddiyetle bakıyordu. "Sevgilinle gitsene?" dediğimde resmen tıslayarak konuştum.

 

"O artık benim sevgilim değil," dediğinde ne zaman ayrıldıklarını değil de onun nasıl düşündüğünü ve hissettiğini düşünüyordum. Acı çekmiş miydi onunla ayrılırken? Ya da depresyona girerek onun yüzünden kendini mahvetmiş miydi? Onun yüzünden ağlamış mıydı? Dokunmaya kıyamadığım saçlarını çekmiş miydi, kendine acı çektirmek için?

 

Ben bunlarla boğulurken, "Yapacak mısın?" diye sordu. Dünya, kimseden bir istekte bulunamazdı. Arkadaşı Ebru haricinde kimseyle de konuşmazdı. Şu an benim karşımda bunları diyorsa eğer, bunun çok büyük bir nedeni olmalıydı. "Neden ben? Neden şu koca okulda," derken çenemle okulun bahçesine dolaşan öğrencileri gösterdim. "Bir tek benden böyle bir şeyi istiyorsun?"

 

"Caner ile kavgalısın ve benim ondan alacağım intikamı daha da acı verici yapacak bu durum."

 

"Yani sen beni kullanırken benim de seni kullanmama izin vereceksin yani öyle mi? Koskoca Dünya Sayer bunu yapacak?"

 

"Çıkar meselesi diyelim. Kabul ediyor musun etmiyor musun? Başkasını da bulabilirim istersen."

 

Gözlerinin içine bakarken zaten kabul edeceğimi biliyordum ama ondan ne isteyeceğimi hiç bilmiyordum. Onu yanımda tutmayı, en azından iki hafta kadar da olsun onunla zaman geçirmeyi istiyordum.

 

Aklıma gelen fikirle adını dahi bilmediğim, ağacın altında oturup kitap okuyan sarı saçlı, üzerinde okul forması bulunan kızı gösterdim. "Şu kız var ya," bakışları benden ayrılıp gösterdiğim yere kaydı. Dünya kıza bakarken konuşmaya başladım. "O kız bana sulanıp duruyor. Bunun benim bir sevgilim olmadığı için yaptığını düşünüyorum. Onun önüne çıkacak bir engel olması lazım yani benim bir sevgili faktörüne ihtiyacım var."

 

Benim tam olarak ne demek istediğimi anlamış gibi sert sert yüzüme baktı. "Çıkar meselesi," diyerek alay edercesine konuştum. Gözlerini sinirle yumdu ve derin bir soluk bırakarak gözlerini açarak benim gözlerimin içine baktı. "Ne kadar istiyorsun? Yani senin sevgilin olmamı?"

 

"İki..." dedim sağ elimi havaya kaldırıp işaret ve orta parmağımı kullanarak 'iki' yaptım. "...hafta kadar."

 

Bir iki dakika masanın üzerine bakarak düşünmeye başladı sonra da ela gözleri beni bulduğunda, elini uzatarak, "Tamam," dedi. Elini tuttuğumda, sanki vücudumda bir elektrik akımı var gibiydi. Midem kasılırken nefeslerim sıklaştı. Bu hislerin birleşimine aşk diyorlardı galiba...

 

Elini çekti ve bir kartı bana uzattı. Ayağa kalkmadan önce, "Burda benim numaram yazıyor, hafta sonu olduğunda beni ararsın," dedikten sonra da arkadaşı Ebru'nun yanına gitti.

 

Deha ve Fikret bunu bekliyormuş gibi hemen eski yerlerine geçtiklerinde Fikret, "Ne o sana evlenme teklifi mı etti? Hâlâ daha etkisinden çıkarmamışsın," dedi. Evet, haklıydı hâlâ daha bunun etkisinden çıkamamıştım ve uykudan yeni uyanmış biri gibi mahrum mahrum etrafa bakıp duruyordum.

 

Fiko, çayından bir yudum alırken konuştum. "Hafta sonu Caner'in ablası bir parti verecekmiş, o partiye benimle birlikte gitmek istediğini söyledi," dediğimde, öksürüp ağzındaki bardağı masaya bırakması bir oldu. O derin derin nefesler alıp öksürürken, elimi yumruk yaparak sırtına vurdum. "Helal, helal," diye vurmaya devam ederken o da eliyle ağzını kapatarak öksürüyordu. En sonunda, kızarmış yüzünü bana dikerek, "Tamam," dedi kekeleyerek.

 

"Fikret bu kadar tepki verdiyse senin kalpten gitmiş olman gerekiyordu," diyen Deha'ya döndüm. "Onun etkisinden çıksam öbür dünyaya gideceğim de etkisinden bir türlü çıkamadım ki, sesi hâlâ daha kulaklarımda. Bakışları hâlâ daha benim üzerimdeymiş gibi geliyor." Fikret yüzünü buruşturdu. "Sana romantizm yakışmıyor," dedi.

 

Koluna çok sert olmayacak bir şekilde yumruk geçirdim. "Sana mı soracağım lan?" dediğimde pis pis sırıttı. "Tabii ki de bana soracaksın," dediğinde, gözlerimi devirdim. Zil çaldığında, "Fikret Bey, ayağa kalkıp sınıfa gidebilir miyim lütfen?" dedim alayla ve daha deminki konuya gönderme yaptım.

 

Fikret ayağa kalkmadan, düşünür gibi yaptı, "Hayır, sensiz sınıf daha güzel," deyip hızla okula koşmaya başladığında, arkasından bir taş attım. Ağzımın içinde homurdandığımda ayaklanıp ben de okula girdim.

 

....

 

Bir insanın içi neden sığamazdı vücuduna? Ya da insan neden böyle hissederdi durup dururken?

 

Boy aynasının karşısında, mavi üzerinde sarı dikey çizgiler bulunan gömleğimin yakalarını düzeltmekle meşguldüm. Gözlerim aynadan neler yaptığıma odaklıyken beynim bunun yanlış olduğunu; kalbim ise doğru olduğunu söylüyordu, bense bu düşünceler arasında yıkılıp kalıyor, boğuluyordum.

 

Beynim, bunun tam bir aptallık olduğunu, hatta ilk başta Dünya'nın teklifini kabul etmemem gerektiğini söylerken kalbim ise aşkım için mücadele ettiğim ve Dünya ile iki ya da üç saatliğine bile olsa vakit geçireceğim için beni takdir edip destekliyordu. Bense iki uçurum arasına yapılan bir köprünün tam ortasında bir oraya bir buraya gitmeye çalışırken sallanıp duruyordum.

 

Derin bir nefes aldım, içimdeki bu kasvetli havayı dağıtmak için. Avucumun içi ile son kez saçlarımı düzeltip odamdan çıktım. Merdivenleri indiğimde, basamakların bittiği yerde annem beni karşıladı. "Çıkıyor musun oğlum?" diye sordu, yüzünden eksik etmediği gülümsemesi ile. "Çıkıyorum anne," diyip yanağını hızla öptüm ve çıkmadan hemen önce de ceketimi kaptım.

 

Arkamı dönüp annem ile göz göze geldiğimde vicdanım sızladı. Dünya ile ilgili hissettiğim her şeyi anneme anlatmıştım ve o da haliyle benim için üzülmüştü ama o güzel yüzüne bir lütuf olarak özenle konulmuş gözlerinin bana bakarken üzgün olması derimi delip geçiyordu. Onu üzmeye hakkım yoktu.

 

Yanağına gidip bir öpücük kondurdum, "Ben iyiyim," dedim, içim cayır cayır yanarken. "Sadece biraz zamana ihtiyacım var o kadar," elini yanağıma koyup gülümsedi. Bu dünyada beni anlayan ya da anlayabilecek tek kişi oydu, babam ile durumları Dünya ile benim ki gibiydi. Annem babamı uzaktan seviyordu ama babam annemin kıymetini çok sonradan fark ediyordu.

 

Onlar, bir yolunu bulup beraber olmayı başarmışlardı ama ya biz Dünya ile onların ki gibi bir aşka sahip olamazsak benim bu yüreğim o acıya nasıl dayanacaktı? Nasıl bir daha ayağa kalkıp yürüyebilecektim ben? Onsuz nasıl yaşardım?

 

O benim dünyamdı, bir insan dünyası olmadan nasıl hayatta kalabilirdi ki?

 

"Sen çok güçlüsün Timur. Bisikletten düşüp bacağındaki yaraya dikiş atılırken tek bir damla dahi düşmedi, kurban olduğum gözlerinden," onun böyle konuşması beni duygu şelalesinin tam da merkezine atıyordu. Öyle nahif bir tonda benimle konuşuyordu ki, bir ömür boyu sadece onun sesini duyacağımı bilsem ne sıkılırdım ne de bıkardım.

 

"Dünya'nın kalbini kazanmayı unutma ve onun yeni bir ilişkiye başlayıp başlamayacağını da hesaba kat. Onu da daha fazla bekletme. Bir kadın asla bekletilmemeli," bu sözünü gülerek söylediğinde altında yatan imayı anladım. Babam onu birçok kez caddelerde ya da kafelerde bekletmişti. Şimdi ise bunu benim yapmamı istemiyordu.

 

Şakağına bir öpücük daha kondurdum. "Ben çıkıyorum o zaman, gelince seninle konuşuruz," dememin ardından kapıya kadar benimle gelip beni yolcu etti. Çağırdığım taksi kapının önünde beni bekliyordu.

 

Ezbere bildiğim Dünya'nın evini tarif ettim. Dünya, beni kapıda bekliyordu.

 

O, çok güzel ve eşsizdi...

 

Sıkıca yaptığı topuzu yüzünün her hattını gün yüzüne çıkartmıştı. Üzerine giydiği sarı elbisesi bir yıldız gibi gecenin ışığında patlamasını sağlıyordu. Ona bakmayı bırakıp titreyen ellerimle kapıyı açıp indim. Ona kapıyı açarken, "Merhaba," dedim ama yüzüme dahi bakmadan arabaya geçip oturdu.

 

Her zamanki soğuk halleriydi. Bunu bilsem de yine de canım yanıyordu. Bir saniyelik bile olsa göz göze gelebilmemiz için her şeyi yapardım ama o bunlardan habersizdi.

 

Bu gidişle de asla haberi olmayacaktı.

 

Yanına oturmayı istiyordum ama terslemesinden korktum. İnsan en çok sevdiği kişiden darbeyi yiyince yıkılıyordu. Dünya'nın beni yıkmasından korktum. Ön tarafa geçip taksiciye yolu tarif ettim.

 

Taksi hareket edip durana kadar hiçbir şey konuşmadık. Onunla göz göze gelmek için aynadan arkaya bakıyordum ama o sadece dışarıyı seyredip duruyordu.

 

Belki de yapacağı şeyleri düşünüyorum, alacağı intikamın vereceği hazzını hayalini kuruyordu. Bir müddet onu izledim.

 

Elini önüne gelen saçlarını çekmek için hareket ettirince benim fark eder diye korktum ama bana bakmadı. Elini yanağına yaslayıp dışarıya bakmaya başladı.

 

Dudağının kenarı yukarı doğru kıvrılınca güldüğünü anladım. Gülüşü çok güzeldi. İlk defa onu gülümserken görüyordum. Bu benim için unutamayacağım bir andı. Bu yüzden onun yüzünü ilk önce kalbime sonra da beynime ilmek ilmek işledim.

 

Taksi durunca kendime gelebildim. Cebimde çıkardığım iki yüz lirayı adama uzatıp teşekkür ettim ve üstünü almadan indim. Yine Dünya için kapıyı açtım ve kapattım.

 

Kolumu ona doğru uzatınca sağ kolunu sol koluma geçirdi. "Hazır mısın?" diye sordum. "Eğer kötü hissedeceksen..." cümlemi hızla kesti. "Biraz daha beklersek vazgeçeceğim." dedi sinirle.

 

"Ben sadece üzülmeni istemiyorum," diyerek kendimi savundum. Siniri bana değildi, yaşayacaklarının canını yakacak olmasını bilmek gerilmesine sebep oluyordu.

 

Benim onu düşündüğümü duyunca bakışları değişti. "Üzülmem merak etme. Onun sinirden kudurduğunu görmek beni mutlu edecek. Hadi gidelim."

 

Cümlesinin üzerine hareketlendik. Yol en fazla on adımdı ama yürüdükçe bitmiyor gibi geldi. Girişte üzerimizdeki eşyaları bırakıp gürültünün içine karıştık. İçimde bir sıkıntı vardı. Dünya'nın bu sahte sevgililik oyunu sayesinde Caner'i sinir edecek olmamız mutlu olmamı sağlamalıydı. Benim içim ise bunu tam tersini yapıyordu.

 

Dünya, topuklu ayakkabı giymesine rağmen, parmak uçlarına basarak boyunun uzamasını sağladı. "Şurada Caner ve ablası var. Hadi gidelim," demesinin üzerine bakışlarım oraya kaydı. Gitmeyelim, diyemedim. Beni söylediğime pişman ederdi ayrıca bir söz vermiştim.

 

Derin bir nefes alıp onu takip ettim. Caner bize bakınca yüzünü düşürdü. Ablası ise ikimize de sarıldı. "Hoş geldiniz!" heyecanlı ve mutlu sesi ortamdaki müziği ikiye bölmeye yetecek düzeydeydi.

 

"Hoş bulduk," ikimiz adına Dünya cevap verince karşılıklı olacak şekilde oturduk. Ablası bizi kafasına takmıyordu. Yani kardeşinin eski sevgilisi yeni biriyle birlikteydi. Bunu yadırgamıyordu ama kardeşi öyle değildi. Delici bakışları üzerimden geçiyordu. Dünya yerinde dikleşti. Ona meydan okuduğunu beden diliyle söylemeyi tercih ediyordu.

 

Sırıtmadan edemedim, Caner yerinde kuduruyordu. En az Dünya kadar ben de bu durumdan keyif alıyordum. Dünya'nın omzuna kolumu attım, bakışları beni buldu ama bir şey demedi. Mutluluktan otuz iki diş sırıtmama çok az kalmıştı, ona hiç bu kadar yakın olmamıştım. Parfümünün kokusu burnuma değiyordu, topuzundan kaçan birkaç tutam koluma değiyordu.

 

"Nasılsınız?" diyen Şeyma Ablaya Dünya cevap verdi. "İyiyiz," dedikten sonra gülümsedi, nezaketen yaptığı belli oluyordu ve konuştu. "Seni sormama gerek yok galiba, doğum günü kızı olarak mutlu olmalısın," dedi. Bu sefer samimi ve içtendi. Şeyma Abla'yı severdi, hatta anlaştığı nadide insanlardan biriydi ama şu durumda ileride aralarındaki bağın aynı olmayacağından adım kadar emindim.

 

Şeyma Abla gülümsedi. "Bu hoş sözlerin için teşekkür ederim," dedi bir kraliçe edası ile. Bazen onun gerçekten kraliyet ailesinden geldiğini düşünmüyor değildim. Oldukça zarif ve bir o kadar da soylu gibi davranıyordu. Bakışları bizim arkamızdaki bir noktaya kilitlenince biz de ister istemez o tarafa döndük. "Yurtdışından arkadaşları gelmiş," merak ile baktığımız gençlerin kim olduğunu bu şekilde öğrenmiş olduk.

 

Bakışlarını yeniden bize çevirdi. "Onları ağırlamam gerekiyor," diyerek mahcupca söze başlayınca Dünya lafını kesti. "Bizi dert etme, bak rahatına," dedi ve o da bunu vermiş olduğu rahatlama ile yanımızdan geçip gitti.

 

Sakin bir şarkı çalıyordu, herkes ritme ayak uyduruyor, keyiflerine bakıyordu. Dünya nereden bulduğunu bilmediğim içkiyi kafasına dikti. Caner'in varlığını neredeyse unutuyorduk ki beyfendi öksürerek resmen yanımızda olduğunu bas bas bağırdı.

 

"Tebrik ederim," diye mırıldandı ya da bana öyle geliyordu çünkü sesten ötürü söyledikleri çok anlaşılmıyordu ama yüz ifadesi anlatmaya yetiyordu her şeyi. Bana bakmıyordu bile çünkü Dünya'nın benim yanımda olmasını hazmedemiyordu. Planımız istediğimiz yöne doğru gidiyordu.

 

"Teşekkür ederiz," Dünya biraz daha bana sokulunca elim ayağım birden titredi. Anlıktı ama bir ömür gibi gelmişti. Bazen benim üzerimde bıraktığı etkilere hayret ediyordum ama alışsam iyi olacaktı, ne de olsa onun için kısa ama benim için sonsuzluğa bedel olacak bir süre zarfında yan yana bulunacaktık.

 

Caner tehdit edercesine gözlerini bana dikince ben de boş durmayarak onun gibi baktım. Burada tatsızlığın çıkmasını istemiyordum, ablası bunu hak etmiyordu ama bakışları da hayra alamet değildi.

 

"Biz gidelim," dedi Dünya. Aramızdaki gerilimi fark etmişti ve bu kadarına müsaade etmiyordu. O da benim gibi bugünü mahvetmeyi istemiyordu.

 

Dünya önden ilerleyince onu takip etmek zorunda kaldım ama ondan önce Caner'e göz kırpıp sırıttım.

 

Dönüp giderken gözlerimin önünde beliren ve keyiften beni bir ömür boyu mutlu edecek bir anı yakalamıştım; Caner'in sinirden kıpkırmızı olan yüzünü.

 

"Nereye gidiyoruz?" salondan çıkıp havuzun dibine kadar gelmiştik ve nereye gittiğimizi anlayamadığımız için bunu sormuştum. "Bundan sıkıldım Timur, ben istediğimi aldım. Gitsek iyi olacak. Şeyma Abla'ya hediyesini verip gidelim buradan," konuşurken yüzüme dahi bakmadan önüne bakıyordu. Kolundan tutup durdurunca sinirle gözlerini bana dikti.

 

"Ne değişti?" diye sordum. Demin iyiydi. Aklıma gelenlerle birlikte elim ayağım titredi. Yoksa hala daha onu seviyor ve sinirlendiğini gördükçe üzülüyor muydu? Bunun düşüncesi bile beni yıkarken ondan bunu duyarsam nasıl dayanacaktım?

 

"Görmüyor musun umrunda değil! Ben bunu beklemiyordum Timur, beni bu kadar kolay unutacağını düşünmemiştim," benimle ilk kez bu kadar rahat konuşuyor, duygularını çekinmeden bana sunuyordu. Omuzlarından tutup yüzüne doğru eğildim. Nefesi yüzüme çarpacak kadar yakındım şimdi ona. "Seni kaybettiği için üzülmüyorsa bu onun karaktersizliği olur ancak. Senin yaptığın bir şey yok ama o bunların hepsini hak ediyor. Ayrıca arkan dönük olduğu için görmeden ama sinirden yüzü kıpkırmızı olmuştu."

 

Gözleri bu sözlerim üzerine titredi. Onu mutlu etmeyi başarmıştım. Kaşları birden çatılınca ne olduğunu anlayamadım ve başımı ne olduğunu sorar şekilde salladım. "Ama sen hiç yabani değilmişsin," diye fısıldadı, dibimde olmasa sesten dolayı onu duyamazdım ama şimdi kelimeler anlaşır şekildeydi.

 

"Anlamadım?" sesim ne olduğunu anlamadığım için yüksek ve sert çıkmıştı. Yakalanmışlığın verdiği utanç ile başını çevirip gözlerini benden kaçırdı. "Ne olduğunu anlamıyordum ama demek ki birileri beni ona böyle tarif etmişti. Gerçi haksız da sayılmazlardı, onlara göre, daha doğrusu onların normallerine göre, biri değildim ama bundan rahatsız olduğum da söylenemezdi.

 

Ben özgür bir kuştum ve ne yapacağımı kimseye sorma gereksinimi bile duymuyordum.

 

Bana tam da cevap vereceği anda bir ses yükseldi haporlörden. "Herkes buraya bakabilir mi?" Caner'in neşeli ve hevesli sesiyle hızla havuzun başına baktık. Eliyle bir kızı tutuyordu. Dünya kızı görünce sinirden o kadar sert soludu ki nefesiyle önüne gelen saçlar hareket etti. Kızı tanıyor olmalıydı. Müzik kesilince bütün dikkatler ikiliye çevrildi.

 

"O kim?" diyerek eğildim ve sordum. "Beni aldattığı kız," dedi dövecekmiş gibi. Dudakları titriyor, benim içim gidiyordu ama sustum, onu yatıştırmanın yolunu bulmak için ne doğru bir zamandaydık ne de yerde. Bunu aklıma kazıdım ve neler olduğunu anlamaya çalıştım.

 

"Buraya ablamın doğum günü için geldiğinizi biliyorum, amacım ne bunu bozmak ne de bunu gölgede bırakmaktı ama böyle bir haberi herkesin içinde vermek daha iyi olacak," dedi ve yanındaki kişiye elindeki mikrofounu uzatıp verdi. Bir yüzük kutusunu, cebinin iç kısmından çıkarınca kız eliyle ağzını kapattı. Bunu beklemiyor gibiydi, gerçi bu kimsenin beklediği bir şey değildi.

 

tek ayağının üzerine oturup diğer dizini kırarak onun önünde eğildi. Ellerimi sinirle sıktım. Adım kadar emindim ki biz buradayız diye böyle gösteriler yapıyordu. "Gidelim burdan," der demez Dünya beni beklemeden çıkışa doğru ilerledi. O kadar hızlı gidiyordu ki bir ara bu kadar insanın içinde kaybettim onu ama kapıdan çıktığını son anda fark edip peşinden ben de çıktım.

 

Sokak lambalarının aydınlattığı sokakta hızla ilerliyordu, hatta bir ara koştuğunu düünmüştüm. Hangi ara olduğuınu fark edememiştim ama ayakkabılarını çıkarıp bir köşeye atmıştı. İnce iplerinden tutup elime aldım. "Dünya dur artık!" dedim arkasından ama beni umusuyor gibi durmuyordu. İlk başta kendini sakinleştirmesini bekledim ama üç sokak geçmişti resmen ve hala daha durmuyordu. Ne kadar hızlı koşarsam koşayım ona yetişemiyordum. Nefes nefese kalmıştım.

 

Bir an için durakladım ve o da sokağın başındaydı. Her şey birden oldu ve ben kendimi o kadar yetersiz ve çaresiz hissettim ki urganı başımdan geçirip kendimi asabilirdim. O an bunu yapmak geldi içimden.

 

Dünya birden yola fırlamıştı ve beyaz bir araba zar zor durdu. Hatta Dünya ayakta kalmak için arabaya yaslandı. Araba dibinde durmuştu. Hızla koştum, hangi ara dibine kadar gelip kolunu tuttuğumu ve kaç defa iyi olduğunu sorduğumu hatırlamıyordum bile.

 

Bana cevap vermiyor oluşu endişemiz katbekat arttırmaya yetiyordu. Arabanın kapısı hızla çarparak kapandı.

 

"Kardeşim ne diye yola atlıyorsun?" diye cellalenen şoför sinirimi kontrol etmemi zorlaştırıyordu. Evet, Dünya sonuna kadar suçluydu ama bütün duyguları birden hissetmemden dolayı sakin kalamıyordum.

 

"Lütfen yola devam edin, sadece biraz sinirliydi. Kendine hakim olamadı," son derece sakin bir şekilde konuşmuş olmama hayret içinde kaldım ama kahva etmenin bir manası yoktu.

 

"Hadi gidelim," dedim ama bir noktaya odaklanıp kalmıştı. Omuzlarından tutup sarstım ama gözlerini kırpıp nefes almaktan başka bir hayat göstergesi yoktu bedeninde.

 

Bacaklarının altından bir elimi daha sonra da beline diğer elimi sardım ve kucağıma aldım. Burdan gitmemiz gerekiyordu ve onu bir an önce kendine getirmem şarttı.

 

Bir sokak boyunca hiçbir şey demeden kucağımda durdu öyle. İlk defa kıpırdandığında bana kızacağını ve bağırıp çağıracağını düşündüm ama sesini çıkarmadı ve gözlerini sildi. Makyajı akmıştı ve bir kısmı da gömleğime bulaşmıştı.

 

"Hadi bakalım biraz kendine gel," dedim onun bu haline daha fazla dayanamayarak. Her bir gözyaşı kristale dönüşüp kalbime saplanıyordu sanki. Onunki kadar en az benim de canım yanıyordu.

 

Bana bakmıyor, yerden de başını kaldırmıyordu. Ne düşündüğünü merak ettim ve bana söylenmesini istedim. Söylesin ki ben de onun yaralarına derman olayım istedim.

 

Dünya, üzerindeki elbiseydi bile düşünmeden kaldırıma oturdu. Oldukça düşünceliydi. Eteğini düzeltti ve çantasını kucağına aldı.

 

Yanına oturdum, "Bak yıldız kayıyor, bir dilek dile belki tutar," dedim morali biraz olsun düzelir diye ama bu haldeyken beni sinirinden kovalayabilirdi. Gözü dönüyordu bazen, kaldıramıyordu kurban olduğum yüreği. Böyle tepkiler verip kurtulmaya çalışıyordu kendince.

 

Umursamazca omzunu silkeledi, "Boş ver, ben yıldız diye dilek dilesem o uçak çıkar," dedi şakaya vurmaya çalışarak ama beceremedi. Ben de bir şey demedim. Düzgünce düşünebilmesi için zaman verdim ona. Sonra birden konuştu ve ben de pür dikkat onu dinledim.

 

"Yanlız olmayı kaldıramıyorum Timur. Bu dünyada o kadar insanın içinde sadece ben varmışım gibi geliyor. Ben yalnız ölmekten çok korkuyorum," burnunu çekti. Gözyaşı omzuma damladı ve makyajının akan kısımları önce yüzüne, daha sonra da başını yasladığı için omzuma bulaştı. Bir süre sonra omzumda uyuyakalmıştı. Bir müddet o uyanmasın diye hafif hafif nefesler alıp vermiştim.

 

Elimi saçlarına uzattım. Bunu her zaman yapmayı istemiş, bazen bunu düşleyerek uykuya dalmıştım. Şimdi ise canlı canlı yaşamak bana unutulmaz bir anı armağan ediyordu.

 

"Sana söz veriyorum yanlız bırakmayacağım seni, karanlıktan korktuğun için uyuyamadığın gecelerde ben yanında olacağım. Yanlız ölmene asla izin vermeyeceğim Dünya." uymasını istemediğim için mi ya da doğru zamanın olmadığını düşünmemden midir nedir şimdi döküldü kelimeler dudaklarımdan, şimdi aşkımın ilk itirafını o duymasa bile yaptım.

 

Bölüm : 19.05.2025 13:39 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...