
Yeşilin En Koyu Hali
Bölüm: 10
Genç adam, sinirle işaret parmağını direksiyona vurarak ritim tutuyordu. Hissettiği sinirin katbekat artması kaçınılmazdı. Gözleri yoldan bir an olsun ayrılmıyordu. Görmek istediği bedeni görene dek de ayrılmaya niyetli değildi.
Yutkunması kuruydu. En son ne zaman su içtiğini dahi hesap edemiyordu. Siniri yüzünden de vücudu bu şekilde tepki veriyordu. Aklında yapacağı konuşmayı planlarken buldu kendini. Neler diyeceğini bilemiyordu genç adam. Onun ne yapmaya çalıştığını fark edebiliyordu ama elinden de bir şey gelemiyordu.
Burcu'nun inatla ve ısrarla ondan neden kaçtığını anlaması, onun için çok da zor değildi. Deniz, bu engelleri bir bir yıkmakta kararlıydı ama bunlar Burcu için geçerli değildi.
Genç kadın, ağabeyinin arkadaşı ile birlikte olmayı istemiyordu. Seviyor olup olmadığına bakmıyordu. Onun baktığı tek şey, aralarındaki dostluktu. Bu yüzden de ona olan aşkını en derinlere gömmüştü.
Burcu, Deniz'e kıyasla duygularını hemen fark edememişti. Fark ettikten sonraki çöküş ise oldukça acı vericiydi.
Elindeki defterleri sıkıca göğsüne bastırdı. Kombinine uyması açısından küçük çantalarından birisini yanın aldığı için bir kez daha içinden kendine söylendi. Geçen hafta kötü olduğu için okula gelememişti. Arkadaşı ise onun için notlarını getirmişti. Bunu tamamen unuttuğu için yükü çekmek de yine ona kalıyordu. Şoförün onu nerede beklediğini bulmak için bakışlarını etrafta gezdirdi. Kendi arabası olsa da kullanmaktan korkan genç kadın her yere evin şoförü ile gidiyordu.
Ağabeyi onu cesaretlendirecek sözler sarf edip onu rahatlatmaya çalışsa da genç kadın bir türlü rahatlayamıyordu. Mavi gözleri, aradığı arabadan ziyade başka bir tanıdık arabaya denk gelince yutkundu. Üç gündür Deniz'in aramalarına cevap vermiyordu. Onu burada beklediği de söylenemezdi ama muhtemel son da kaçınılmazdı. Onun kahverengi gözlerine denk gelince yutkundu.
Kısa ama oldukça etkili bir andan kendini çekip aldı ve şoförün nerede olduğunu bile bilmeden adımlamaya başladı. Buradan kaçıp saklamalıydı kendini. Üç dersinden sonra kafasını toparlamaya hali kalmamıştı. Onunla konuşmak istemiyordu.
Deniz, dudaklarını birbirlerine bastırdı ve hızla arabadan indi. Sinirle çarptığı kapıyı dahi umursamadan hızlı ve büyük adımlarla birlikte hedefine doğru ilerledi. Sola dönüp gözden kaybolmayı hedefleyen Burcu'yu kolundan yakaladı ve korkup irkilmesine neden oldu. "Korkma benim," diyerek onu uyardı.
Burcu, "Bu daha korkutucu," deme isteğini içine gömdü ve ona döndü. "Ne istiyorsun?" diyerek azarlar bir tonda sordu. "Benden neden kaçıyorsun?" Deniz, sinirli bir merakla bunu sordu ona. Burcu, meydan okurcasına başını dikleştirdi. "Senden kaçtığım filan yok," dedi düz ve sakin bir tonda.
Deniz sinirle güldü. Elini kolunu nereye koyacağını dahi bilmiyordu. "Kaçmıyor musun?" sorusunun cevabı kısa bir baş sallaması olunca daha da hiddetlendi. "Telefonlarımı neden açmıyorsun? Bir mesaj yazma zahmetine dahi neden girmiyorsun?" Burcu, onun titreyen hareleri karşısında titrediğini hissetti. Deniz ile beraber büyüdüğü için onun sinirli haline çok defa denk gelmişti ama bu diğerlerinden farklıydı.
Deniz, patlamaya hazır bir bombaydı sanki ve pinini de parmaklarının ucuyla tutuyordu genç kadın. Düşüncesizce atacağı her bir hamle hem onu hem de kendisini mahvedecekti.
"Sana hesap vermem gerektiğini bilmiyordum, sen kimsin ki?" cümleye konan nokta gibiydi sözleri. Deniz'in bir şey demesine fırsat vermiyordu. Bu, genç adam için bardağı doldurup taşıran son damla olmuştu. "Ben kim miyim?" dedi histerik bir şekilde. "Ben kimim, öyle mi?" ses tonunun yüksekliği, Burcu'yu korkuttu ama yine de tavrını değiştirmedi.
"Benim pozisyonum senin yüzünden değişmiyor farkında mısın?" sesindeki kırıklık, sözlerindeki boğukluğa karıştı. İçi cayır cayır yanıyordu ve onu da beraberinde yakmamak için üstün bir çaba sarf ediyordu Deniz. Onun canını yakmak, kendi canını yakmak oluyordu. Kendini yakmak pahasına dilinin ucuna gelen sözleri yutup sindirmeye çalışıyordu.
"Çünkü ben ördüğün o kalın duvarları aşamıyorum. Duvarlarına sardığın dikenli sarmaşıkları tutamıyorum!" Hiddet ile konuştuğu için başını biraz daha eğip aralarındaki mesafeyi kapatmıştı Deniz. Bu yüzden de hızlı soluğu Burcu'nun yanaklarına değiyordu. Genç kadın yutkunmadan edemedi, gözleri dolmuştu. Ona sonuna kadar haklı olduğunun farkındaydı ama çok fazla nedenleri vardı kendince.
Bu aşkın altında ezilmekten korkuyor, çocuk kendine ihanet ediyor gibi geliyordu. Babaannesinin dayattığı, "Siz kardeşsiniz," kalıbı yakasına yapışmıştı. Onu sevmek, zehir içmekle eşdeğermiş gibi geliyordu bu yüzden. Yaptığı şey sadece duygularını bastırmaktı.
Gözlerinin titrekliği canını yakıyordu. Onun haklı olduğunun farkındaydı ama yapamıyordu. Beynine işlenen düşünceler elini kolunu bağlıyordu.
"Tutma, sana kim tutmanı söylüyor?" en az onun kadar hiddetle söylediği sözleri idrak edince eli ayağı titredi. Yine aynı şeyi yapıyor, onu kendinden uzaklaştırıyor ve en sonunda yeniden pişman oluyordu. Bu döngü devam ettikçe de bir parçası kopuyordu sanki. Benliği acılar içinde kıvranıyordu.
Deniz, acıyla gülümsedi. Burcu'ya her adım attığında kendisini çekmesinden yorulmuştu. Yollarında hiçbir engel yokken kendi engellerin bizzat kendi elleriyle inşa etmesinden bıkmıştı. Son çırpınışıydı bu, biliyordu.
"Haklısın," dedi birden. Bunu kendi bile beklemiyordu. Kaşık ile yeri delmeye çalışan birisi gibi soluk soluğa kalarak ümitsizliğe düşmüştü. Buraya gelip konuşurken farklı şeyler hayal etmişti Deniz.
Ceketinin cebinde taşıdığı küçük yüzük kutusu onu yere çekiyordu sanki. Ayakta durmakta zorlanıyordu.
Genç kadının afallaması üzerine içinde meydana gelen sarılma dürtüsüne küfürler yağdırdı genç adam. Onun üzülmesine dayanamıyor, istese de kayıtsız kalamıyordu. Yine de bunu bir kenara bıraktı. Hep böyle olduğu için bu durumun içerisindeydiler. Köpürüp söndüğü içindi bu gelgitleri.
Artık ne olması gerekiyorsa olmalıydı. Kadere yapılan müdahale kendisine ihanetti.
"Bütün suç bende. Ben niye uğraşıyorum ki? Bir hiç uğruna," şimdi kırılma sırası Burcu'daydı. Genç kadının kalbine saplanan ok kanını akıtmıyordu belki ama canını yakıyordu. Bir şey demesine fırsat vermeden arkasını döndü Deniz. Onun üzgün ve mutsuz yüzüne bakmak, bütün fikirlerini ve planlarını değiştiriverecekti. Geride bırakmalıydı belki de. İleriyi düşünmek hiç fayda etmemişti.
Burcu, çenesinin titrediğini ve bir gözyaşının yanağında yol aldığını hissetti. Hıçkıra hıçkıra ağlamamak için kendini kastığından ötürü bedeni şiddetle titriyordu. Üzerindeki kalın kıyafetlere inat küçük bedeni titriyordu. Genç adamın sırtındaki gözlerini kapattı ve onun gidişini seyretmeyi bıraktı. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu ama attığı her geri adımda ayağına takılan düşünceler yüzünden yere kapaklanıveriyordu.
Etrafından geçen insanları umursamadan sırtını okulunun duvarına yasladı ve yere çöktü. Başı dönmüştü. Karnında hissettiği yumru midesini bulandırıyordu. En sonunda biraz olsun kendine gelebildiğinde duvardan destek alarak ayağa kalkmaya çalıştı ama girişimi sonuçsuz kalınca aynı yere yeniden çöktü.
Deniz'e zarar verdiği kadar kendi de bu aşktan payını ziyadesiyle alıyordu.
....
Genç kadın, ilk önce kızının üzerindeki eşyalardan kurtulmasına yardım etti. Daha sonra da kendi eşyalarını çıkarıp girişteki dolaba yerleştirdi. Yoğun bir günün üzerine kızı ile geçirdiği güzel zaman, bütün stresini ve yorgunluğunu bir cımbız misali bedeninden söküp atmıştı. Kendini sabaha göre daha dinç hissediyordu. Önünden hızla geçip giden kızına seslendi.
"Odana çık hemen güzelim. Ellerini yıkayıp üzerini değiştir," dedi. Kızının ilk önce televizyona yöneleceğini tahmin ederek. Küçük kız, gözlerini salonun kapısına yöneltti. Oraya gitmeyi deli gibi istiyordu ama ilk önce üzerini çıkartıp ellerini yıkamalıydı. Bu kural onun canını sıkıyordu ama elinden de bir şey geldiği söylenemezdi.
Coşku ile, "Tamam anne," dedi ve merdivenleri olabildiğince hızlı çıktı. Ne kadar hızlı olursa o kadar çabuk salona geçerek çizgi filmini izleyebilirdi. Derin, gülmeden edemedi. Onun amacını anlamış, coşkusu karşısında mutlu olmadan edememişti.
Merdivenlere yöneleceği zaman duyduğu sesler üzerine duraksadı. Genç adamın orada olduğunu anlayabiliyordu. Eli, merdivenlerin tırabzanlarında kalıverdi. Ona bakıp bakmamak arasında gidip geliyordu.
Genç adamın, "Neden geldin?" sorusuna verebileceği herhangi bir cevabı yoktu çünkü aynı evin içinde yaşayan iki yabancıydılar. Merakı da ağır basıyordu. Bir bahane uydurabileceğini düşünerek koridorun sonuna kadar adımladı. Salon, kullandıkları ortak bir alandı. Genç adamın bunun üzerinde çok durmayacağını umdu.
Emre, Derin'in özenerek seçtiği yemek takımını düzenine göre masadaki yerlerine yerleştiriyordu. Akşamki yemek için en küçük ayrıntıya dikkat etmeye çalışan genç adam, adım seslerini duydu ama başını kaldırmadı.
Onun gözlerine bakmak, bedenine iyi gelmiyordu. Her ne olursa olsun planlarına sadık kalmaya kararlıydı. Onunla duygusal bir bağ kurmamalı, hayatı ikisi için de zindana çevirmemeliydi. İşine dalmış gibi yapmayı düşündü.
Derin, karşılaştığı manzara karşısında kaşlarını çattı. Yemek yemeyeceklerini ona söylediğini çok iyi hatırlıyordu. Emre'nin bunu unutmuş olma ihtimalini ilk başta eledi ve elinde elle tutulur bir şey kalmadı.
Dudakları, konuşmak için aralanacakken tabakları saymak için duraksadı. Elde ettiği sayı, neler olduğunu kavramasına yardımcı olmuştu. "Merhaba," dedi ayakta durmaktan yorularak. Bunu yaparak onun dikkatini çekmeye çalıştı.
Genç adam, yaptığı işten başını kaldırmadan, "Merhaba," diyerek selamına karşılık verdi. Onun konuşmasına fırsat vermeden aklındaki sorulara cevap verdi. "Babaannem aradı ve akşam yemek için geleceklerini haber verdi." masa düzeni için koyacağı bir şeyler kalmayınca mecburen başını kaldırıp onunla göz göze geldi. Değişen nefesi, canını yakıyordu. Gömdüğü ve onları saklamaya çabaladığı bütün duygular etrafındaydı. Sıkıştığını hissediyordu.
"Anladım, yemekleri hallederim hemen," dedi. Onun yemek yaptığından habersizdi. "Ben halettim," diyerek hızla konuştu Emre. "Babaannemler birazdan burada olurlar herhalde. Sen hazırlan. Ben de odama gidip hazırlanacağım işlerimi bitirince," Derin sadece başını salladı. Gerçekten çok yorulmuştu ve her zamanın aksine bu soru nezakettendi.
Ceylin'e banyo yapacağını haber verip hızla odasına geçti, duş aldı ve yatağına oturdu. Saçlarını tarayıp kuruturken ne giyeceğini düşündü. Resmi olmamalıydı ama evde giyindiği şekilde de giyinirse çok sade kalacaktı. Eylül'ün varlığı burnunun direğini sızlattı. Ondan doğru düzgün haber alamıyordu. Konuşmaları ise oldukça kısaydı. Arkadaşı genelde aramalarına cevap vermiyordu ama durumunu izah eden kısa bir mesaj ile de Derin'in endişesini yerle bir ediyordu.
Üşüyen bedenine hızla bir şeyler geçirdi. Turuncu bir kumaş pantolon, üzerine de gri bir gömlek geçirdi. Ne çok resmiydi ne de çok rahattı. Aynadan kendini süzdü ve olduğuna karar vererek gülümsedi. Eylül'e kalsa daha resmi ve şatafatlı bir şekilde inmiş olurdu aşağıya. Bakışları
Elini karnına koydu, bakışları o noktayı buldu. "Ne yapacağım ben seninle," diye fısıldadı. Duygu geçişlerinin bebeği sayesinde olduğunu bilerek bu şekilde hareket etti. "Daha doğmadan beni çok yoruyorsun ama," onun yüzüne bakıyormuş gibi konuşuyordu. Bir başka kişiyi bu haldeyken görse delirdiğini düşünebilirdi ama insan, yaşamadan yargıladığı için hep hataya düşüyordu.
Gün içinde, hayatın koşuşturması yüzünden onu hissetmeye ve düşünmeye vakti kalmıyordu. Şimdi ise bunun tam fırsatıydı.
Aklına gelen düşünce yüzünden irkildi. Bebeğinin ismini bile düşünmemişti. Bunun için erken olup olmadığını dahi bilmiyordu. Ceylin'i evlat edindiğinde böyle bir sorunu hiç olmamıştı. Buna ne zaman karar vermeliydi? Aklına gelen bir diğer düşünce ile birlikte gözlerini yumdu. Bu konuda Emre'nin fikrini almalı, ona da sormalı mıydı?
Rahatlamak için derin bir soluk çekti içine. Genç adamın Aklına bunun geldiğinden bile şüpheliydi. Kendi çocuklarını istemeyen bir adamın bunu düşünmeyeceği aşikardı ama yine de onun ne koymak istediğini merak ediyordu.
"Ben sana isimlerin en güzelini bulurum," dedi hırsla. Ceylin'e babası olmadan da çok güzel bakmıştı, bu her ne kadar canını yakıyor olsa da bebeğine de öyle bakacaktı. Ceylin'e ismini vermemişti. Aklına gelen düşünce beyninin kıvrımlarını gıdıkladı. Hiç de değiştirmeyi düşünmemişti. Onu evlat edinirken bunu yapabilirdi, böyle bir hakka sahipti ama o bunu yapmamıştı.
Her ne kadar Ceylin, ona birçok ilki bahşetmiş olsa da bu onun için de bir ilk olacaktı. İlk defa bir evladına ismini kendi verecek, özenerek seçecek ve adı ile yaşaması için gerekirse dünyayı bile karşısına alacaktı.
Bunun düşüncesi dahi kalbinin pır pır etmesine neden oluyorken gerçek olduğu zamanda kendisini nasıl tutabileceğini hayal dahi edemiyordu. Bedeninin kaldıramayacağı kadar kuvvetli bir akım ile karşı karşıya kalacaktı. Elektrik çarpmış gibi olacak, bilmediği duyguların arasından bir buğday tarlasından geçercesine koşarak geçecekti. Yine de bu onun için tarifi imkânsız bir an olacak, hayatının yazıldığı günlüğe bir yeni anı daha beraberinde getirecekti.
Günlüğünün sayfaları, özenle dolacaktı.
Açılan kapıyla birlikte içeri giren küçük kızına bakışlarını çevirdi. Kızı ellerini yıkayıp üzerini değiştirmişti. Zorlansa da bunu tek başına yapabiliyordu. "Anne," diyerek koşup yatağa tırmandı. "Anne bak! Üzerimi değiştirdim." Derin elini kızının pembe yanağına yasladı. Çok güzel olmuşsun bebeğim," diyerek gülümsedi.
"Burcu Abla bana oyuncak getirecekmiş," diyerek heyecanını annesiyle paylaştı. "Söz vermişti." eklediği cümle Derin'in telaşlanmasına neden oldu. Burcu'nun unutup oyuncağı getirmeme ihtimali onu korkutuyordu. Küçük kızı heyecanlandığı her konuda oldukça hevesli oluyordu. Bu yüzden de yaşadığı hayal kırıklığı büyük bir buz kütlesi gibiydi. Çarpında paramparça oluyordu.
"Söz verdiyse mutlaka getirir, sen merak etme," dedi. Ardından Ceylin'in hızla dediği şeyler üzerine donup kaldı. "Kardeşime dokunabilir miyim?" Derin, gözlerinin dolduğunu hissetti. Küçük kız, bir kardeşinin olacağını biliyordu ama ona karşı hiç bu kadar ilgili olmamıştı. Hayatına birden dahil olacak olan küçük bedene adapte olmak, onun için hiç kolay değildir.
"Tabii miniğim," dedi genç kadın ağlamaklı bir sesle. Onun minicik elini avuçlarının arasına aldı. Karnına bastırdı ve onun değişen yüz ifadesini keyifle seyretti. "Ben de mi buradaydım?" beş yılı beraber geçirmişlerdi ama böyle bir soruyla hiç karşılaşmamıştı genç kadın. Kızı hiç bu tür şeyler sormamıştı. Babasıyla ilgili sorabileceği her şeyi sormuş, bilgi almak için elinden geleni yapmıştı.
Genç kadın, yutkunup boğazındaki düğümü yok etmeye çalıştı ama gayreti çabasız kalıyordu. "Evet," derken buldu kendini. Kızının böyle bilmesi en iyisiydi. Bir müddet bu pozisyonda kaldılar. "Senin gelmeni bekliyorum," diyerek annesinin karnına doğru konuştu. "Seninle oyunlar oynamak istiyorum," dediğinde Derin kızının saçlarını okşadı. Aklının fikrinin oyunda olması şaşırtıcı bir şey değildi.
Küçük kız artık sıkılmıştı. Doğruldu ve annesinin gözlerinin içine baktı. "Burcu Abla ile oynamak için oyuncaklarımı çıkartacağım," dedi ve hareketlendi. "Tamam miniğim, ben de saçlarımı kurutup üzerimi düzelteyim. Burcu Ablanlar gelince de aşağıya inersin olur mu?" Bu teklif, Ceylin'in reddedemeyeceği bir türdendi. Hızla odasına geçip eşyalarını etrafa yaymaya başladı.
....
Açılan kapı ile birlikte gülümseyen genç kadın, "Hoş geldiniz," dedi cıvıl cıvıl bir sesle. Onlarla yaşadığı kısacık an aralarında uzun bir bağın oluşmasına neden olmuştu. Gözlerinden, hissettiği özlem buram buram kokuyordu. Onunla aynı duyguları hisseden yaşlı kadın hemen ileri atıp kollarını onlar için açan gelinine sardı. "Hoş bulduk kızım," cevabını verirken Derin de ona karşılık verdi. "Lütfen içeri geçin," dedi Sena Hanım'dan ayrılırken. "Ayakta kaldınız."
Burcu ile de sarıldı. Onun kulağına doğru, "Ceylin nerede?" sarf ettiği kelimeler üzerine duraksadı. Bunu beklemiyordu. Biraz geri çekildi ama kollarını ondan ayırmadı. Sesindeki bitkinlik kendini belli ediyordu. "Yukarıda," dedi ve kısaca duraksadı. Sorup sormamak arasında tereddütlüydü. Sena Hanım ve Hakan Bey'in içeri geçtiğini fark ederek ondan ayrılıp ellerini tuttu. "Sen iyi misin?"
Burcu, gördüğü şefkat ve ilgi karşısında ağlamanın eşiğine geldi ama kendini dizginledi. Babaannesinin ne kadar heyecanlı olduğunu görmüştü. Onu üzmemek adına yaşadıklarını içine gömüyor, geceyi mahvedecek herhangi bir şey yapmamaya çalışıyordu.
"İyiyim," dedi. Söylediği ile yaşadığı arasındaki tezat, Derin'in gözlerinden kaçmıyordu. İnanmayan bakışlarını ona yönlendirdi. Onu zorlamak istemiyordu ama hali de canını yakıyordu. Burcu, bir açıklama yapmak zorunda olduğunu fark edebiliyordu.
"Babaannem çok heyecanlı. Senin de ne kadar mutlu ve hevesli olduğunu görebiliyorum." burnunu çekip sesinin düzgün çıkması adına boğazını temizledi. "Geceyi mahvetmeye istemiyorum," Derin, ağzının aralandığını dahi fark edemeyecek kadar şaşkındı.
Burcu, konuyu değiştirmek adına elindeki torbayı gösterdi. "Ceylin'e söz vermiştim. Ona oyuncak aldım, beni heyecanla bekliyor olmalı," bunun havayı değiştirmesini umdu. "Gitsem iyi olacak, beraber ineriz yemek için." Derin başını salladı ve açık olan kapıyı kapattı. Burcu'nun üzerindekileri dolaba yerleştirip yukarıya çıkışını izledi bir müddet.
Neler olduğunu çözemiyordu ama onu sıkıştırıp içinde bulunmak istemediği bir duruma sokmadığı için de mutluydu. Burcu'nun halini sormayı kafasının bir köşesine yazdı, hali içini parçalamıştı. Sena Hanım'ın getirdiği tatlıyı da alarak mutfağa geçti, çorba dolu olan tencereyi de alıp bu sefer de salona geçti.
Burcu ve Ceylin hariç herkes Masadaki yerlerini almıştı. Derin elindeki tencereyi masaya bıraktı ve soran gözlerle birlikte kendisine bakan Sena Hanım'a' döndü. Onun neyi merak ettiğini çok iyi anlıyordu. "Burcu ve Ceylin yukarıdalar," dedi. "Burcu, Ceylin'e aldığı hediyeyi vermek için onun yanına çıktı. Birazdan yanımıza gelmiş olurlar," diyerek onları bilgilendirdi ve Sena Hanım'ın merakını gidermiş oldu.
Daha sonra ise kendisine uzatılan tabakları eline alarak kepçe yardımı ile çorbayı kaselere boşalttı. En sonunda kendi tabağını da alarak yerine geçtiğinde Burcu ve Ceylin beraber aşağı inmişlerdi. Ceylin'in yüzündeki gülümseme aldığı hediyenin vermiş olduğu mutluluğu gizlemiyordu. İkisi de yerine geçti Hakan Bey'in "Afiyet olsun," sözleri üzerine yemek başlamış oldu.
Derin, eskiden içinde bulunduğu bu ortamın yeniden var olması üzerine mutluydu. Bu aile geleneğinin bir parçası olmak da mutluluğuna mutluluk katıyordu. Sena Hanım'ın başlattığı konuşma üzerine kadınlar kendi aralarında konuşurlarken beyler ise susarak yemeklerini yiyorlardı. Şirketteki kötü durum ikisinin de sinirini bozuyor, gidişat hiç hoşlarına gitmiyordu.
Emre aynı şeylerin tekrarlanmasından korkuyordu. Şirketi yeniden kaybetmekten ve bu sefer de yeniden kazanamamaktan korkuyordu. Sıkışıp kalacağı döndü, canını yakıyordu. Kendileri kadar en az rakipleri de güçlüydü. Bütün planı düşünerek inşa etmelerine rağmen bir yerde açık vermiş olmalıydılar. Dedesiyle her göz göze gelişinde onun gerginliğini bizzat üzerinde hissediyor, onun sözlerini ve temkinlerini yeniden duyuyormuş gibi oluyordu.
Hak verdiği sözler canını yakıyordu. Onun doğru konuştuğunu biliyordu ama yaptığı hatalar karşısında da kendini suçlamadan edemiyordu genç adam. Sonunda Sena Hanım'ların getirdiği tatlı bittiğinde Emre ve Hakan Bey çalışma odasına geçtiler. Sena Hanım bu durumdan hoşnut değildi zira ailenin toplanması üzerine yapılacak güzel bir sohbete hayır demezdi ama eşi ve torunu her zamanki gibi iş ile ilgileniyor, onları yalnız bırakıyorlardı.
Onların gergin ve sinirli olduğunu çok biliyordu yaşlı kadın ama yine de biraz zamanlarının olduğunu düşünüyor ve bu sohbetin onlara iyi geleceğini hissediyordu. Üstelemedi ve ikisinin gidişini izleyebildi sadece. Her şey değişmiş, torunu hayatına yeni bir kişiyi almıştı ama bu düzenleri asla değişmiyordu, Hakan Bey ve Emre her zaman işleri ile ilgileniyor, yorulduklarını bile önemsemiyorlardı.
Sena Hanım, aklındaki düşünceleri bir kenara süpürdü. Derin'e "Hadi kızım bize bir kahve yap da içelim," dediğinde Derin gülümseyerek hareketlendi. Uzun zamandır evine birini davet etmemişti. Bunun verdiği huzur ve neşe ile mutfağa geçti. Burcu ve Sena Hanım'ın kahvelerini nasıl içtiklerini biliyordu. Hızlıca İki kahve yaptı. Kendisi hamile olduğu için içmek istemediğinden ötürü de kızıyla kendisine birer bardak meyve suyu doldurdu.
En sonunda hazır olan tepsiyi de alarak salona adımlarken rahat bir nefesi de ciğerlerine çekti. İşle ilgili düşünmüyor, ailesi olarak bildiği kişiler ile vakit geçiriyordu. Annesi ve babasına hiç sahip olmamıştı ama Sena Hanım'ın anaç tavrı ve ilgisi içindeki çocuk ruhu okşuyor, bakışlarındaki sevinç ve şefkat kalbinin yüreğinin ısınmasına neden oluyordu.
Salona geçip yerine oturduğunda herkes içeceklerini ellerine almıştı Burcu'nun durgun hali gözden kaçmıyordu ama uydurduğu bahaneler o kadar inandırıcıydı ki iki kadın da bunun üzerinde durmadı aşıkları korna üzerine sohbetleri büyüdü saatin kaç olduğunun bir önemi yok Doğan Bu yüzden de saatin geçtiğinin fark etmediler
Derin aklına gelen fikirle hızla konuştu, "İsterseniz bu saatte gitmeyin sizin için yatak hazırlayabilirim, burada kalabilirsiniz. Hem sabah kahvaltıyı da beraber yapmış oluruz," diyerek fikrini belirtti Sena Hanım gülümsedi, "Çok İyi düşünmüşsün kızım zaten Emre ve Hakan'ın işleri bitecek gibi durmuyor. Belki gece bile çalışırlar sen bize En iyisi bir yerle birer hazırla biz de kalalım burada," dedi
Ceylin durmadan atıldı, "Burcu Abla ile yatabilir miyim?" dedi hiç onunla beraber uyumadım hem bana masal da anlatır Burcu kederi ve derdinin arasından gülümsedi. "Senin için bir tane masal öğrendim istersen onu anlatabilirim Hem biraz daha hayal gücümüzü kullanırız ve onu değiştiririz Ne dersin Ceylin sevinçle gülümsedi çok iyi olur."
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 45.85k Okunma |
3.36k Oy |
0 Takip |
63 Bölümlü Kitap |