18. Bölüm

🩵15. Bölüm🩵

Elif
mavii_bulutt345

Mavinin Yeşili

 

Bölüm: 15

 

Bir şeyin olacağı varsa olur, sözü şu an da genç adamın üzerinde büyük bir etki gösteriyordu. Yemek masasında, her zamanki gibi dedesi, babannesi ve kız kardeşi Burcu ile yemek yerlerken birazdan söyleyeceği sözler için ne olursa olsun diye düşünüyordu. Söyleyeceği şeyler, Derin'in bir kızı olduğuydu lakin Ceylin'in kendi kızı olduğunu söyleyemezdi. Buna bir yerde cesaret edemezken bir yerde de dedesi Hakan'ın ve babaannesi Sena'nın, Ceylin'i isteyip istemediklerini kafasında kestiremiyordu.

 

Babaannesinin bir torun istediğini bildiği için Ceylin'in kendi öz kızı olduğunu ona söylemesinde bir sakınca görmüyordu Emre ama dedesinin Ceylin'i isteyip istemeyeceğini bilemiyordu. Dedesinin de bir torun istediğini çok iyi biliyordu ama Nefes'in doğurmuş olduğu bir çocuğu ister miydi sorusuna bir türlü cevap bulamıyordu. Bir yerde de dedesinin Ceylin'in onun öz kızı olduğunu öğrendiğinde onu yanlarına almak isteyeceğini düşündüğü için bu gerçeği sır gibi saklıyıp, üzerini topraklarla kapatıp gömmek istiyordu ve dedesine söylemek istememesinin en büyük sebeplerinden biri de buydu.

 

Bu Emre'nin Ceylin'i isteyip istememesiyle alakalı değildi, bu Ceylin'i düşündüğü içindi. Emre, Ceylin'in Derin'e olan bakışlarını ve tavırlarını görmüştü. Bu sebepten ötürü de dedesi eğer Ceylin'i yanlarına almak isterse eğer, anne kız birbirlerinden ayrılacaklardı ve Emre buna sebep olmayı istemiyordu.

 

Emre, yeşil gözlerini sofranın üzerinde gezdirdi. Bu düşünceler yüzünden, içinde oluşan sıkıntı sebebiyle tabağına koymuş olduğu bir parça peynir, iki üç tane zeytin ve iki dilim domates yerli yerinde duruyordular çünkü Emre aklındaki düşüncelerle boğuşurken bir lokma bile olsun yiyemiyordu.

 

Emre'nin tabağına koyduklarını yememesi ve sıkıntıyla masanın üzerinde gezdirdiği yeşil hareleri, Hakan Bey'in gözünden kaçmamıştı. Torunuyla konuşup kendi içinde cebelleştiği derdi öğrenmeyi istiyordu bu yaşlı adam. Oturduğu sandalyede geriye doğru yaslanıp elindeki çatalı tabağının yanına bıraktı. "Emre," dedi. Emre'ye seslenmesinin sebebi torununun bütün dikkatini üzerine çekebilmek içindi.

 

Emre, hızla başını kaldırıp dedesi Hakan ile göz göze gelirken masadaki Sena Hanım ve Burcu da Hakan Bey'in Emre'ye seslenmesi üzerine meraklı gözlerle Hakan Bey'e bakmaya başladılar.

 

Emre, hafifçe öksürüp boğazını temizledi. "Efendim dede?" diyerek Hakan Bey'e cevap verdi.

 

"Oğlum, doğru düzgün tabağına aldığın kahvaltılıkları yemedin. Bir sorun mu var?" diye sorduğunda bir cevap bekledi Hakan Bey.

 

Emre, sıkıntıyla bir nefes çekti ciğerlerine. İçinde savaştığı bu durum, dedesinden kaçmamıştı ve konuya nasıl ve nerden başlayıp konuşması gerektiğini bilemiyordu.

 

Aklında kesinlikle Ceylin'in onun öz kızı olduğunu söylemek yoktu çünkü Emre kendini bir "baba" olarak göremiyordu. Bütün yollar Ceylin'in onun öz kızı olduğunu söylememeye çıkarken Emre içinde oluşan bu huzursuzluğun sebebini bilmiyordu ama bir ağa takılmıştı.

 

Bu ağ, babalık iç güdüsüydü ve Emre bu iç güdü yüzünden iki cümleyi bir araya getiremeyerek duraksamasına sebep oluyordu.

 

Yıllarca, hem kameraların önünde hem de onlarca insanın önünde konuşma yapan Emre, şimdi ise iki cümleyi nasıl bir araya getireceğini bilemiyordu ve içinden bunu değilde Ceylin'in onun öz kızı olduğunu söylemek geçiyordu ama bunu yapamazdı. Derin'e veridiği bir söz vardı. Ceylin için uygun bir ilik bulunduğunda ikisinin de hayatında hiç var olmamış gibi çıkacaktı. Dedesine bu gerçekleri söylemesi, onların hayatından çıkamasını bir hayli zorlaştırırdı.

 

"Emre, oğlum sen iyi misin? Ne bu hâlin?" diyerek endişeyle konuştu Sena Hanım. Torununun, kahvaltı masasına oturduğundan beri sessizce oturup, sıkıntı ile masanın üzerinde gezdirdiği gözleri onun ilgisini çekip onun için endişelenmesini sağlamıştı.

 

"Ben..." diyerek ağzını açıp cümlesinin başlangıcını yapsa da duraksadı Emre. Ne diyeceğini kafasında bir türlü toparlayamıyordu. Kafasından binbir türlü konuşma ve düşünce geçerken o, kafasında bunları toparlayıp bir düzen içine sokmaya çalıştıkça, konuşurken bocalıyor, ne diyeceğini bilemiyordu.

 

Duraksayıp konuşamayan Emre ile yaşlı çift, daha da endişelendi. Masada oturan Burcu, Sena Hanım ve Hakan Bey, Emre konuşabilsin diye sessiz kalıp pür dikkat onun ağzından çıkacak olan bir harfe bile özenle dikkat ederlerken, "Ağabey, cidden neyin var? Çok kararsız gibisin? Endişelendiriyorsun bizi," diyen Burcu'ya kaydı Emre'nin gözleri.

 

Burcu, genellikle abisi kötüyken ya da eve işten yorgun olarak geldiğinde abisini iki saniyeliğine bile güldürebilmek için türlü türlü şeyler denerdi. Emre, her ne kadar Nefes'ten sonra gülmeyi unutsa da kimseye belli etmeden dudağının kenarı kıvrılır, en azından kardeşinin onun için uğraşının boşa gittiğini düşündürmmemek için ona pür dikkat bakıp, onun için yaptıklarını izlemesinin ardından da Burcu'nun sarı saçlarının arasına küçük bir öpücük bırakarak odasına çıkardı.

 

Emre'nin yapısı böyleydi. Onun için önemli olan insanlara karşı sevgi ile onlara yaklaşırken, sert ifadesi ve keskin bakışları sadece aileden olmayan yabancı insanlaraydı. Emre için bu dünya üzerinde ailesi önemli olduğu için onları kırmaktan korkarken, sert mizacı yüzünden korkan ya da üzülen bir insan onun umrunda bile değildi.

 

Emre'nin bu tavırları, bir kaplumbağanın güvenli saydığı evi olan kabuğunun içine girip tehlike geçene kadar orada kalmasından farksız değildi. Emre için, ardında saklanıp içine girdiği sert bir yüz ve keskin gözler, onu bir kaplumbağanın güvende kalıp saklanması gibi koruyordu. Biri, ona bir şey yapmak istese bile onun öldürücü bakışlarına maruz kaldığı için korkarken, Emre kendini bu şekilde güvende tutmaya çalışıyordu.

 

Derin bir nefes alarak, "İyiyim," diyebildi sadece. Artık konuya girmesi gerektiğini düşünüp, aklında son kez ne diyeceğini kontrol ederek boğazını temizledi ve yüz hatları ciddileşti. "Size, Derin ile evleneceğimi söyledim," dedikten sonra masadaki üç kişinin onun dinleyip dinlemediğini ve onun konuşmasından sonraki tepkilerini fark etmek için yeşil gözleri Burcu, Sena Hanım ve Hakan Bey'in yüzünde gezindi. Onların, onu pür dikkat izleyip dinlediğini fark ettikten sonra da bakışları Hakan Bey'i bulup konuşmaya başladı.

 

"Ben bu durumu sorun etmiyorum lakin sizin için bir sorun olur mu diye de tereddüt etmiyor değilim," diyerek kısa bir an duraksadı.

 

Sena Hanım, içindeki korku yüzünden endişelenip, "Emre, oğlum de artık dilinin ucundakileri endişelendiriyorsun beni," diyerek sıkıntıyla ve endişeyle konuştu Sena Hanım.

 

En son, Emre'nin yüzünde böyle bir ifadeyi gördüğünde, Emre Nefes'in onda açmış olduğu yaraları sarmak için şehir dışına çıkarak yaklaşık iki yıl onlardan uzak kalmıştı. Sena Hanım, yine buna benzer bir olayı yaşayacaklarını düşünüp, endişelendiği için Emre konuşabilsin diye onu pür dikkat dinleyip sussa da, içindeki bu endişeyi bitirmek için de Emre'ye nelerin olduğunu sormuştu.

 

Emre, babaannesi Sena'yı daha fazla endişelendirmeyi ve dedesi Hakan ile kız kardeşi Burcu'yu daha fazla merakta bırakmayı istemiyordu. Kollarını masaya dayayarak rahat bir pozisyon aldı. "Derin'in küçük bir kızı var," diyerek cümleye başladığında onu, mavi gözlerini duyduklarına inanamayan Burcu kesti. "Derin Abla, evli miymiş?" diyerek istemeden ve fark etmeden abisini susturdu.

 

Emre, kardeşine döndü. Kendi başladığı ve devamını getireceği cümle Burcu'nun sorduğu soruya yanıt olduğu için hiç beklemeden başladığı cümleyi devam ettirdi. "Derin, on dokuz yaşındayken yetimhaneden bir kız çocuğu evlat edinmiş. Çocuğun üvey dayısı, Derin'in kızı evlat edinmesi için onayı vermiş. " masada, sessizce Emre'yi dinleyen Burcu, Sena Hanım ve Hakan Bey, kafalarında bazı şeyleri yerli yerine koyup bir sonuca varsalarda, Emre daha konunun devamını getirmediği için kafalarında varmış oldukları sonuçlar hep onları bir yere ulaştırımıyordu.

 

Burcu, hafifçe gülümsedi. "Ağabey," dedi abisi ona dönüp bütün dikkatini ona verebilsin diye. Burcu, her ne kadar şu an gülümsese de içinde, abisinin Derin'in kızını istemediğini ve bu yüzdende kahvaltı masasında şu an bunu onlara demek istediğini düşünüp korkuyordu. Abisinin artık mutlu olmasını ve Derin'in evlat edindiği kızı, abisi Emre'nin de hayatında istemesini hayatında bir şeyi istemediği kadar çok istiyordu.

 

Emre, bakışlarını kardeşine çevirdi ve onun ağzından çıkanları dinlemeye başladı. "Sen Derin ablanın kızını istemiyor musun?" diye sordu tereddütle ama tereddüt etmesine rağmen devam etti konuşmasına, "Bu yüzden mi bunları bize dedin?" diye sorduğunda, mavi gözleri abisinin yüzünde dolaşıp duruyor, abisinin bir şey demesini bekliyordu Burcu.

 

Burcu'nun söylediklerinden sonra, masada oturan yaşlı çiftin içinde de, Burcu'nun içinde ortaya çıkan korku yer aldı. Onlarda, Burcu gibi kız çocuğunu Emre'nin istemediğini ve bu yüzden de onun evlenip mutlu olamayacağı düşüncesi geçiyordu.

 

Emre, "İsteyip istemediğimi bende bilmiyorum," dedi dürüstçe ve belki de bu masada anlatamadığı her şeyin içinde bir tek bu doğruydu. "Ama Derin ve siz istiyorsanız bunu sorun etmem," dediğinde, masada oturup Emre'yi dinleyen Sena Hanım, Hakan Bey ve Burcu rahat bir nefes alarak içlerindeki bu korkuyu bastırmaya çalıştılar.

 

"Tamam o zaman," dedi Sena Hanım şen şakrak bir sesle. "Bugün pazar ve biz Burcu ile akşama kadar boşuz. Eğer Derin'in de bir işi yoksa küçük kızla da tanışmayı isteriz," deyip gülümseyen Sena Hanım, Burcu'ya çevirdi gözlerini ve onunda onu onaylamasını bekledi.

 

Burcu gülümseyip, "Babaannem haklı ağabey," dedikten sonra heyecanla konuşmaya başladı, "Hem biz onunla oyunlar oynarız ve akşama kadar güzel vakit geçiririz," dedi.

 

Emre, "Ben Derin'e sorayım," dedikten sonra sandalyesini geriye çekip ayaklandı ve kapıdan çıkıp koridora geçtiğinde, telefonunu eline alıp Derin'i aradı ardından da sırtını duvara yaslayıp bir elini de pantolonunun cebine koydu. Diğer elindeki telefonu kulağına yaslayarak Derin'in telefonu açmasını bekledi.

 

Derin, Eylül ve Ceylin, her zamanki gibi masada birlikte kahvaltılarını yaparken aralarında ufak bir sohbet geçiyordu. Derin, Eylül'ün sinirle homurdandığı şeye gülerken, masanın üzerine bırakmış olduğu telefonu çalınca gülmeyi kesti. Masada kısa bir sessizlik oluşurken, Derin mavi gözleriyle kimin onu aradığını gördü ve Emre'nin onu neden aradığını düşünürken de fark etmeden kaşları çatıldı.

 

"Kim o?" diyerek merakla soran Eylül'e cevap olarak, "Emre Karahan arıyor," dedi. Eylül, ona anlamaz gözlerle bakarken, "Önceden bir şeyler planlamış mıydınız?" diye sorduğunda, Derin, "Hayır," dedi. Sandalyesini geriye doğru çekip ayaklandı ve mutfaktan çıkmadan önce aramayı onaylayıp telefonunu kulağına yasladı.

 

"Efendim," diye merakla konuşan Derin, koridora geçti ve bir elini beline koyarak Emre'nin diyeceklerini dinlemeye başladı.

 

"Derin," diyerek cümlesine başlayan Emre kısa bir an için duraksadı. Bugün konuşurken çok fazla durakladığını fark eden Emre omuzlarını silkeleyip kendine gelmeye çalıştı. "Ben, dedemlere Ceylin'den bahsettim. Onlarda Ceylin ile tanışmak istediklerini söylediler. Bugün eğer müsaitsen Ceylin'i buraya getirir misin?" diye soran Emre'nin ses tonu, Kahvaltı masasında konuşurken ki gibi içinde duygu barındırmanın aksine düz ve duygusuzdu.

 

Derin, "Bugün yapacağım herhangi bir şey yok. Ceylin'i getirebilirim," dedi. "Tamam," diyerek onu onaylayan Emre, tam telefonu kapatacakken Derin hızla araya girip, "Emre," dedi.

"Babaannenler, Ceylin için ne dediler?" diye sorarken belindeki eli havalandı ve Derin tırnaklarını kemirmeye başladı.

 

Emre, "Çok sevindiler," dediğinde Derin, "Onlara senin kızın olduğunu söyledin mi?" diye soracakken son anda kendini frenledi. Emre'nin böyle bir şeyi yapmayacağını tahmin etmek onun için hiçte zor değildi.

 

"Tamam," dedi ve kısa bir an için deyip demeyeceği konusunda tereddütte kalsa da, "Görüşürüz," dedi. Emre, hiçbir şey demeden telefonu kapattı ve kahvaltı masasına geçerek," Derin bugün Ceylin'i buraya getirecek," dedi ve tabağının yanına bırakmış olduğu çatalını eline alıp peynir dilimine batırdı.

 

"kızın adı Ceylin mi?" diye sordu Burcu hayretle. Emre, çatalına batırdığı peyniri ağzına atıp çiğnerken, "Evet" dedi. Burcu, başını sallayarak abisini onaylasa da içini bir huzursuzluk kaplamıştı. Bunun bir tesadüf olduğunu düşünerek kendini rahatlatmaya çalışan Burcu'dan pekte farksız değildi, Sena Hanım.

 

Hakan Bey, bilmese de Sena Hanım ve Burcu çok iyi biliyorlardı ki Ceylin ismi, Nefes'in ölen ablasının adıydı ve bu sebepten dolayı da iki kadın istemsizce ürperdiler. Her ne kadar Nefes artık onların hayatlarından çıkmış olsa da onu hatırlatan en ufak bir detay bile ikisini de ürpertip onları huzursuzlaştırıyordu, tıpkı şimdi olduğu gibi.

 

Derin, hiç vakit kaybetmeden mutfağa geçti. Sandalyesine oturduğunda, Eylül tabağıyla ilgilenmeyi bırakarak, "Ne dedi sana?" diye sordu merakla.

 

"Sena Hanım ve Burcu, Ceylin ile tanışmayı istiyorlarmış," dedi Derin. Ceylin, adını duyduğu için tabağıyla ilgilenmeyi bırakıp mavi gözlerini annesine dikti. "Onlar kim?" diye sordu merakla, duyduğu iki kişinin kim olduğunu bilemediği ve öğrenmek için.

 

Derin kısa bir an için tereddütte kalıp ne diyeceğini bilmese de hızlıca kendini toparlayarak kızının sorusunu cevapladı." Sena Hanım, Emre'nin babaannesi; Burcu ise Emre'nin kız kardeşi. Emre onlara senden biraz bahsetmiş, onlarda seninle tanışmayı istedikleri için bizi bugün evlerine davet ettiler," kızının nasıl bir tepki verdiğini görmek için duraksadı ardından da onun bu durum için olumsuz bir tepkisinin olmadığını görüp rahatladı. Kızı ile tekrar aralarının bozulmasını ve verdiği sözü yerine getirememekten endişe ediyordu. Yaptıkları anlaşmada her ne kadar zorunlu olan bir davranış olmasa da Derin bir yola ayak basmıştı ve yaptığı her hareket Emre'yi zor bir durumda bırakmamalıydı, Derin'e göre.

 

"Sena Hanım ve Burcu ile tanışmayı ister misin? Bu gün onların yanına gidelim mi seninle?" Ceylin, her ne kadar girdiği her ortamda hemen insanlarla kaynaşıp anlaşsa da şimdi biraz çekiniyordu. Sadece isimlerini bildiği insanlarla vakit geçirmek küçük kızı tereddütte düşürmüyor değildi ama aklına gelenle heyecanla, "Onlarla birlikte oyun oynayabilir miyim?" diye sordu.

 

Derin, hafifçe gülümsedi, "Onlarda isterse neden olmasın?" dediğinde Ceylin sevinçle ellerini çırptı. "O zaman hemen gidelim anne lütfen," diyerek heyecanla annesine sordu. Derin, kızının sevinçle parıldayan mavi gözlerini görüp, "Kahvaltımızı yapıp etrafı toparladıktan sonra gideriz kızım," dedi.

 

Onları, masada sessizce dinleyen Eylül, birden aklına gelen fikirle hızla konuştu. "Ben toparlarım burayı. Doyduysanız hazırlanıp çıkın siz," dedi ve onların onu onaylamasını bekledi. Eylül, bugün işe öğleden sonra sadece bir saatliğine gidecekti ve bunun haricinde tüm gün boyunca evde olduğu için masayı toplamanın onun için bir sorun olacağını pek düşünmüyordu.

 

Derin, arkadaşına bütün işleri yıkmayı istemediği için itiraz edecekken, Eylül onu fark edip, "Ben zaten neredeyse bütün gün boyunca evde olacağım. Masayı toplamak benim için sorun olmaz merak etmeyin, eğlenmenize bakın," dedi. Derin, arkadaşına minnetle gülümseyerek kızına döndü. "Tamam o zaman, sen doydun mu?" diye sordu.

 

Küçük kız bunu beklediği için hemen, "Evet," dedi ve ayaklandı. "Yukarıya üzerimi değiştirmek için çıkabilir miyim?" dediğinde Derin kafasını salladı. Ceylin hızla mutafaktan çıkıp merdivenlere yöneldiğinde,"Yavaş!" diyerek onun arkasından bağırdı Derin ama Ceylin onu dinlemeden hızlı adımlarla birlikte yukarıya çıktı ve üzerini değiştirip eşyalarını yanına almak için odasına geçti.

 

Eylül, onun bu hallerini yüzündeki hoş bir gülümsemeyle izlerken, küçücük bir çocuğun sadece bir oyun için bu kadar çok sevinebildiğini görüp hayretler içinde kalıyordu. Belki de çocukluk vakti geçtiği için onun bu halleri ona biraz fazla gelse de bu dünyadaki en masum varlıkların çocuklar olduğunu düşünmeden edemedi.

 

"Sen doydun mu? Doyduysan eğer masayı toparlayalım," dedi Derin ve ayaklanarak peynir tabağını buzdolabına koymak için masadan aldı. Eylül, onun bileğini tuttu, "Hadi sen de üzerini değiştirmek için yukarıya çık ben hallederim burayı," dedikten sonra da Derin'in elindeki küçük, mor ve içinde peynir dolu olan tabağı alıp masaya bıraktı.

 

"Tamam," diyen Derin, "Kendine dikkat et tamam mı? Biliyorsun benim telefonum her zaman açık, bir şey olursa da beni ararsın," dedi.

 

Eylül, onun bu korumacı tavırları karşısında ayaklandı ve eline bir tabak alarak, "Benim için endişelenme," dedikten sonra sol eliyle saçını kulağının arkasına sıkıştırdı. Gülümseyerek, "Bütün gün film izlemeyi düşünüyorum. Film yüzünden şirkete gitmeyi unutmazsam da iki saatliğine şirkete gideceğim," dedi ve eline almış olduğu reçel tabağını buzdolabına koydu.

 

Derin, onu dinlerken Eylül musluğu açarak ellerini yıkamaya başladı. Ellerini yıkarken, "Hadi durma," diye resmen azarladı Eylül Derin'i. "Ceylin çoktan hazırlanmıştır bekletme onu."

 

"Tamam," dedikten sonra Derin tekrar Eylül'e tavsiye verecekken, "Aklın ben de kalmasın," diyerek bir nevi onun artık mutfaktan çıkıp odasına geçmesini ve hazırlanması gerektiğini ona hatırlattı. Derin son kez Eylül'e baktıktan sonra başını sallayarak merdiven basamaklarını hızla adımladı.

 

Odasına geçip dolabını açtı ve kıyafetleriyle göz göze geldi. Aklında ne giymesi gerektiğini düşünürken içini çocuksu bir heyecan sarmıştı. Aklında ne giymesi gerektiğini düşünse de Emre'yi görüp göremeyeceğini düşünüyordu. bir an için kıyafet almak için dolaba uzattığı eli, duraksadı. Aklına gelen,"Acaba Emre'yi de görebilir miyim" sorusu karşısında utandığını ve bu sebepten ötürü de yanaklarının kızardığını hissetti.

 

Dilini dudaklarının üzerinde gezdirip dudaklarını ıslattı ve hızla eline askıdan mavi renkli olan, üzerinde beyaz renkli yukarıdan aşağıya doğru çizgiler bulunan gömleğini aldı. Altına da beyaz renkli dar pantolonunun uyacağını düşünerek diğer elinede onu alarak dolabını kapattı. Elindekileri yatağının üzerine bırakıp bir çırpıda üzerini değiştirdi. üzerinden çıkarmış olduğu kıyafetleri banyoya götürüp kirli torbasına attı.

 

Odasına tekrar geçtiğinde komodinin üzerinden telefonunu eline aldı ve mavi gözleri odanın içinde dolandı. yanına odasından başka bir şey alıp almayacağını düşündü ve ardından tek alması gereken şeyin telefon olduğuna kanaat edip odasından çıktı. Ceylin'e bakması gerektiği için Derin, Ceylin'in odasının kapısına kadar geldi ve kapıyı

tıklattıktan sonra içeriye girdi.

 

ceylin, oyuncak yığının tam ortasına oturmuş, eline almış olduğu sarı çantayada oyuncak oyuncak yığının içinden eline aldığı oyuncakları dolduruyordu. Derin, kızının çantaya çok fazla oyuncak doldurduğunu fark etti ve hayretle, "Kızım," dedikten sonra boş bir yere, Ceylin'in yanına oturdu. "Bunlar çok fazla, "dedi. "Hepsini oraya götürmeyelim kızım olur mu?" diye sordu, kızını üzmek istemeyerek.

 

Ceylin, dudaklarını büzüp, "Ama anne," diye cümleye başlasa da, cümlesi annesinin onun yanağına bıraktığı sulu bir öpücük yüzünden yarım kaldı. "Anneciğim, oraya taşındığımızda bütün oyuncakların orda olacak zaten. Şimdi yanına bir-iki tane oyuncak al sonra oraya taşındığımızda, oradan istediğin kadar oyuncakla oynayabilirsin," dedi kızını ikna ettiğini umdu.

 

Ceylin, annesinin konuşmasından sonra oyuncakları bile unutup hızla, "Oraya mı taşınacağız anne? "diye sordu annesinin yüzünde gezdirdiği mavi gözleri, bir cevap almak için annesinin dudaklarına kaydı.

 

Derin, kızının sorusunu cevaplamak için ağzını açıp kapatsa da bu sorunun cevabını kendi dahi bilmiyordu. Bunu Emre ile hiç konuşmamıştı bu konuyu ve ne diyeceğini ya da ne demesi gerektiğini tam olarak bilemiyordu.

 

"Evet canım," dedi. "Emre'nin evinde kalmamız gerekecek," dedi. Bu konuyu Emre ile konuştuktan sonra eğer Derin'in Ceylin'e olan cevabında bir değişiklik olursa bunu ona açıklayıp gerçeği söyleyebilirdi.

 

Şimdi sadece yalan söylemek zorundaydı, tıpkı ilk başta Ceylin'e söylediği yalanlar gibi...

 

Ceylin, dudağını büküp üzgün gözlerle annesine baktı. Şimdi, elinden şekeri alınmış küçük bir çocuktan farksızdı Ceylin. Bu ev, onun doğup büyüdüğü, her şeyi öğrendiği evdi ve burdan kalıcı olarak ayrılmasını bile düşünmesi, onu üzüyordu.

 

Derin, kızının bu halini görüp hemen kızının çenesini kavradı usulca. Nazik hareketlerle kızının eğmiş olduğu başını kaldırdı ve kızının masmavi olan gözleriyle denk geldi, mavi gözleri. "Ne oldu anneciğim?" diye sordu, onun birden sessizleşip üzülmesinin nedenini anlamayan Derin, içten içe kızı için endişeleniyordu ama bu endişesinin fevri bir hareketle sonuçlanmaması için de her şeyi kavrayıp buna gire bir tepki vermesi gerektiğini düşündü.

 

"Burdan gitmeyi istemiyorum," diye mırıldandı usulca. Ceylin, annesine bir cevap vermeyi fakat bu cevabı annesinin duymasını istemediği için böyle sessizce cevap vermişti annesine. Aralarında oluşabilecek en ufak bir tatsızlıktan korkmuştu ve bu yüzden de annesine verdiği cevap sessiz sakin firar etmişti iki dudağının arasından.

 

Derin, anlayışla gülümsedi. Kızının neden sessiz konuştuğunu anlaması pek zor değildi. Eğilip kızının yanağına bir öpücük bıraktı. Ceylin rahatsın diye de yüzündeki gülümsemeyi daha da büyüttü. "Anneciğim, seni anlıyorum. Buradan gitmeyi istemiyorsun ama biz burada sonsuza kadar kalamayız ki. Emre'nin evine taşınmasak da başka bir sebepten ötürü de bu evden ayrılabiliriz," dedikten sonra duraksadı. Kızının ilgisini bir şeylerle çekmeli ve onun içini rahatlatıp bu durum için onu ikna etmeliydi.

 

"Hem bir kuş, yuvası olan ağaçtan ayrılmazsa eğer asla uçmayı öğrenemez. Biz seninle bu evden taşındığımızda uçmayı öğreneceğiniz. Bunu istemez misin?" diye sordu. Derin, bu dediğinin doğruluğunun farkındaydı. Ceylin ile bu evden ayrıldıklarında, tıpkı uçmak için yuvasından ayrılan küçük bir kuş gibi yeni şeyler öğrenecektiler.

 

Küçük kız, annesinin dediğini yanlış yorumlayıp, "Anne, biz bu evden taşındıktan sonra uçmayı mı öğreneceğiz?" diyen sordu. Derin, bir an için kızının sorusunu anlayamadı çünkü kızından böyle bir soru beklemiyordu. Kızının ne dediğini anladığında kıpırdamadan edemedi. "Yok anneciğim, ben öyle demek istemedim. Yani hani yuvası olan evinden ayrılan bir kuş uçmayı, yemek yemeyi, yaşamayı öğrenir ya?" dedikten sonra duraksayıp Ceylin'in onun dediklerini anlayıp anlamadığını ve nasıl bir tepki vereceğini gözlemledi.

 

Ceylin, annesinin dediklerini anlamak için pür dikkat onu dinlerken annesinin son dediğine başını sallayarak onu onayladığını belli etti. "Biz de o kuş gibi bu evden ayrılıp yeni şeyler öğreneceğiz. Mesela, Emre'lerin evi bizim evimizden biraz kalabalık, biz o eve taşındığımızda kalabalık bir ortamda nasıl yaşandığını öğreneceğiz," dedi aklına ilk gelen örneği vererek.

 

"Emre abilerin evi çok mu kalabalık?" diye Ceylin sorduğunda, Derin onun biraz ikna olduğunu ve asıl amacına yavaş yavaş ulaştığını sezdi. "Evet," dedikten sonra elini kaldırdı ve parmaklarını kullanarak evde kimlerin olduğunu tek tek saydı Derin, Ceylin'e, "Emre var, Emre'nin babaannesi Sena ve dedesi Hakan var, kız kardeşi Burcu var ve sonra da biz varız."

 

"Çok kişi olacağız o zaman," dedi Ceylin şaşkınca. Bir evde bu kadar kişinin nasıl yaşayacağını düşünmüyor değildi. "Emre abilerin evi çok mu büyük?" diye sordu. "Evet, canım. Üç katlı büyük bir ev ve çokta güzel," dedi.

 

Ceylin, ikna olmuştu. "Tamam o zaman, orda kalalım anne," dedi. Derin, kızının ellerini öptü. "Tamam meleğim," dediğinde kızını ikna edebildiği için içi çok rahatlamıştı.

 

Yaklaşık yirmi dakika boyunca Derin ve Ceylin yukarıda kaldıkları için, Eylül son bulaşığı da yıkayıp kuruladı ve yerine bıraktı. Yukarıda hâlâ daha duran anne-kızın neden yukarıdan inmeyip evden çıkmadıklarını merak ettiği için elini bir havluyla güzelce kurulayıp mutfaktan çıkmadan önce de gözlerini mutfakta gezdirdi. Eksik hiçbir şeyin olmadığını düşünerek tek tek merdivenleri adımladı.

 

İlk önce kapıyı bir kez tıklatıp Derin'in odasında olup olmadığına baktı. Kapıyı çaldıktan sonra içeriden bir ses gelmediği için odaya girdi. "Derin?" diye seslendi ama Derin odada yoktu. Eylül seri adımlarla banyoyu da kontrol etti ve anne-kızın Ceylin'in odasında olduklarını anlayıp Derin'in odasından çıktı.

 

Ceylin'in odasının kapısını açmadan hemen önce iki defa kapıyı tıklatıp içeri geçti Eylül. Gülümseyerek, "Ne yapıyorsunuz burada?" diye sordu. "Şimdiye çıkmış olmanız gerekmiyor muydu?"

 

"Ceylin ile biraz konuştuk," dedi Derin. "Hmm," diye mırıldandı Eylül, onları onayladığını belli etmek için. Derin, oturduğu yerden kalktı ve Ceylin'in ellerinden tutup onu da kaldırdı. "Anneciğim, sen aşağıda bekle beni, ben eşyalarını alıp geleceğim. Tamam mı?" dedikten sonra onun bir cevap vermesini bekledi. Ceylin gülümseyip, "Tamam anne," dedikten sonra hızla odadan çıktı. İki kadının gözleri de o kapıdan çıkana kadar onu takip ettiğinde, Ceylin çıktıktan sonra göz göze geldiler.

 

Derin, yüzündeki gülümsemeyi soldurdu. Eliyle sanki kaşınan bir yer varmış gibi anlını ovalarken Eylül onun bu halinin sebebini anlamamıştı. "Ne oldu?" diye sormadan edemedi. "Bir sorun mu var Derin?" sesini her ne kadar sabit tutmaya çalışsa da bir şey olduğunu düşündüğü için içinde yaşadığı endişe, sesine de yansımıştı.

 

Derin, sertçe nefesini bıraktıktan sonra, "Kızımın iyiliği için yalanlar üzerine yalanlar söyleyip duruyorum," kendine olan sinirinden ötürü çenesi titriyordu. "Ben Ceylin'e hiç yalan söylemedim. Şimdi ise söylediğim yalanları öğrenirse diye ödüm kopuyor. Bir şeyi söylerken kırk kez düşünüyorum. Bir gerçeğin üzerini yalanlarla örterken diğer bir gerçeğin üzerini örtemezsem korkusuyla ne diyeceğimi şaşırıyorum."

 

Derin, içinde biriktirdiklerini tek tek Eylül'e söylerken, Eylül üzgünce arkadaşına baktı. Derin'in yanına geçti ve onun omzunu sıvazlayıp, "Sakinleş biraz," dedi. Derin, o an için dolan gözlerini ve hızlanan nefeslerini fark edememişti. Fark ettikten sonra sakinleşmeyi bekledi. "Sen her şeyi Ceylin için yapıyorsun," dedi, sanki sesine büyülü tozlar serpilmiş gibi Derin'in onun sözlerinden sonra sakinleşmesini ve kendini suçlamayı bırakmasını istiyordu.

 

"Kim böyle bir şeyi yapabilir? Kim adını dahi bilemediği bir adamla kızı için evli kalabilir? Kim bunca yüke, bunca acıya dayanabilir? Sen bunları başarıyorsun Derin ve inan bana, güneş her zaman geceden sonra doğar," dediğinde, Derin'in gözleri gibi dolmuştu. Eylül dolan gözlerini kırpıştırdı.

 

Derin, tekrar gülümsedi. Belki de böyle bir itirafa ihtiyacı vardı ya da bunları yeni fark ediyor, bunlardan da gurur duyuyordu. Bunun cevabını Derin hiç bilmiyordu lakin bir-iki damla gözyaşı döktükten sonra hızla Eylül'e sarıldı.

 

Eylül, bu kasvetli ve onu rahatsız eden havadan kurtulmak istedi. Yavaşça Derin'den ayrıldı. "Ceylin bizi bekliyor olmalı, beklemeyelim onu daha fazla," dediğinde Derin, gözlerinin altını parmaklarıyla temizleyip başını salladı. Ceylin için alması gereken eşyaları aldı ve Eylül ile birlikte aşağıya, Ceylin'in yanına geçtiler.

 

Ceylin, annesini mutfakta bekliyordu. Adım seslerini duyduğunda hızla ayağa kalktı. Merdivenlerin başına geldiğinde, "Anne hadi gidelim," diyor, bir yandan da yerinde hafifçe zıplıyordu küçük kız.

 

Eylül, Derin'den önce hızla indi merdivenlerden. Ceylin'in hemen önünde, topuklarının üzerine oturduğunda Ceylin'in yanaklarını sıktı. "Seni gidi tavşan seni," dediğinde sol elinin işaret parmağıyla Ceylin'in burnuna dokundu yavaşça. Eylül, küçük kızın yanaklarına birer öpücük bıraktı. "Orda yaramazlık yapma ve annenin sözünden çıkma olur mu?"

 

"Olur Eylül abla," dediğinde Eylül doğrulamadan hemen önce, "Aferin sana," dedi.

 

Derin, kızının omzuna elini koydu ve ona dönmesini sağladı. "Hadi çıkalım kızım," dedi. "Fazla oyalandık, Sena Hanım ve Burcu bizi bekliyor olmalı," diye de ekledi hemen.

 

"Tamam anne," dedikten sonra kapının önündeki dolabın önüne geldi Ceylin. Derin, dolaptan Ceylin'in sarı montunu aldı ve küçük kızın giymesine yardımcı oldu. Dolabın alt kısmından da Ceylin'in kırmızı, cırt cırtlı ayakkabısını çıkardı ve yine kızına yardım edip ayakkabısını giydirdi.

 

Derin, üzerine yeşil montunu ve dolgu topuklu olan ayakkabılarını geçirdi. Eylül onlar için kapıyı açtığında, anne-kız kapıdan geçtiler. Eylül el sallayarak, "Güle güle," dediğinde Derin de el sallayarak, "Hoşça kal," dedi.

 

Derin, Ceylin'in arabaya geçmesine yardım etti. Kızının kemerinin takım olduğunu kontrol etti ve arabayı kullanmak için sürücü koltuğuna oturdu. Arabayı çalıştırdığında, Derin'in kullanmış olduğu araba, Sena Hanım ve Burcu'nun evine gitmek için bahçeden ayrılmıştı.

Bölüm : 01.12.2024 14:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...