
Mavinin Yeşili
Bölüm: 19
Anlam yüklediğimiz şeylerin maddi değeri olmazdı gözümüzde.
Annesinden ona kalan bu saat, kaç liraya satılsa, Derin'in gözündeki değere ulaşabilirdi?
Elinde tuttuğu, doksanlı yıllara ait olduğu çok belli olan saat, nefesini tutarak açtığı kırmızı kutudan çıkmıştı. Annesine ait olduğunu düşünüyordu zira babası ona annesini anlatırken çokça bu saatten bahsetmiş, bu saati ona detaylıca anlatmış ve bu saat için, "Annenin gözünün nuru," tabirini kullanarak anlatmıştı.
Ona dediklerinin biri de annesine, evlilik yıldönümlerinde aldığı bir hediye idi. Annesinin bu saati kızına vermeyi hep çok istediğini ama kaderi yüzünden yapamamış olduğunu, zamanı gelince de bir şekilde onun eline ulaşacağını anlatıp durmuştu, geceleri uyumadan hemen önce.
Şimdi ise, babasının tam da dediği gibi zaman ve mekana rağmen onun eline ulaşmıştı bu saat.
Yutkundu.
Annesine ait olan ve onda bulunan tek şey bu saatti. Bir zamanlar annesinin bileğinde olan bu saat, artık onun bileğinde olacaktı.
Derin, annesini hissetmek istercesine saatin üzerinde parmaklarını gezdirdi, her bir detayında gezinen mavi gözleri ile de onun üzerinde bulunan küçücük bir çiziği bile hafızasına kazıdı.
Derin bir nefes çekti içine. Her şeyi toparlamak için uğraşırken bu sefer arkasını toparlayamıyor, koca bir dert dağının içinde sürüklenip duruyordu. Her ne kadar mutlu olmaya çalışsa da geçmişi onun yakasını bırakmıyor, gelişeceği ile iş birliği yaparak acısına acı katıyordu.
Derin, son kez saate baktı ardından yavaş hareketlerle onu kutudaki yerine tekrar koydu. Bu sefer de titreyen ellerini zarfın üzerine tuttu. Burda neler yazdığını bilmese de annesinden ona kalan bir şeylerin olduğunu hissedebiliyordu. Parmakları, zarfı kavradı ve yavaş hareketlerle onu açtı.
Zarfı, yatağın yanına, boşluğa gelişi güzel bırakıp elinde kalan katlı kâğıdı da derin bir nefes alarak ve kendimi içinden çıkacak her şeye hazırlayarak açtı.
Çok güzel bir el yazısıyla yazılmış bir mektup vardı. Mürekkep boya ve kâğıt, üzerindeki solmalardan ve bozulan mürekkep lekeleri sayesinde çok eskiden beri, bu kutuda açılmayı beklediklerini bas bas bağırıyordular.
Gözlerini kâğıdın üzerinde gezdirdi ve okumaya başladı.
Ben hissediyorum miniğim. Kötü şeyler olacak ve biliyorum bunu sende hissediyorsun. Elim, karnımın üzerinde ve içerde durmadan kıpırdanmandan bunu anlayabiliyorum. Şu an, babanın çalışma masasında, elime aldığım bir kalem ve kâğıt ile yazıyorum bu cümleleri sana. Söz uçar yazı kalır, derler. Ben ise belki görüşemeyiz diye yazıyorum bu satırları sana.
Güzel kızım benim, yavrum, hayatında belki olamayacağım ama seni her daim, nerede olursam olayım çok seveceğim. Belki bedenen yanında olamayacağım lakin ruhum hep seninle olacak.
Derin, duraksadı. Bu kısımlarda, su yüzünden dağılımalar oluşmuştu ve okumakta biraz güçlük çekiyordu. Bunlar annesinin gözyaşları olmalıydı, parmakları o kısmın üzerine gitti. Boğazı düğüm düğümdü, yutkunmakta zorluk çekti. Ne zaman ağladığını dahi bilmese de de derin bir nefes çekti ciğerlerine ve okumaya devam etti, içi yana yana, yüreği parçalana parçalana.
Seni dünya gözüyle görmeyi o kadar çok istiyorum ki... Güzel bir kız oluşunu, okula gitmeni, gelinlik giymeni ve anne olmanı...
Hıçkırdı Derin ama bir yandan da boşta kalan eliyle ağzını kapattı, dışarıya sesi gidip de evdekileri telaşlandırmamak için sessizce ağlamaya çalıştı.
Okuduğu bu satırlarda parmağı dolandı, başını hafifçe sola yatırıp, "Acaba senin istediğin gibi bir anne olabildim mi anne? Senin gibi canını bile verebilecek kadar fedakârlık yaptım mı kızım için?" yavaşça ve tane tane, sanki kâğıtta annesi varmış gibi kısabildiği kadar kıstığı sesiyle sordu.
Ceylin'e layık bir anne olamamak hayatındaki en büyük korkusu ve tedirginliğiydi. Onun yanındayken öz annesini aramadığını, onu iyi bir şekilde büyüttüğünü, Ceylin'in ona ihtiyacı olduğu anda ona vaktinde koşup koşmadığını her zaman sorgulamıştı. Bir yanı bu konu hakkında tereddütte kalsa da diğer yanı onun çok iyi bir anne olduğunu bas bas bağırıyordu.
Kuruyan dudaklarını diliyle ıslattı ardından okumaya devam etti, elindeki mektupta yazılanları.
Lakin bazen hayatımızda her şey istediğimiz gibi gitmiyor, bunu sakın aklından çıkarma. Her şeyin değiştiği ve dünyamızın adeta başımıza yıkıldığı anlar olur. Bu anlarımız bizim dönüm noktalarımızdır. Bu anlarda asla inancını kaybetme, sen çok güçlü olacaksın. Adımların kendinden emin, bakışların son derece kararlı olsun kızım. Ben biliyorum sen çok güçlüsün.
Derin, birdenbire rahatladığını hissetti. Ceylin'in rahatsızlığını ve Emre ile yapacakları evlilikle ilgili bütün kaygıları, buhar olup uçmuştu sanki bedeninden.
Annesinin yaşamasa dahi onu teselli edişi, çelik bir zırh gibi bütün acılardan korkuyordu onu. Buna ihtiyacı varmış gibi, tozlu bir ortamda açılan bir pencere sayesinde içeri süzülen nefesi sevinçle ve aceleyle ciğerlerine çektiği gibi, rahatlamış ciğerlerine kavuşturuyordu ihtiyacı olan oksijeni.
Annesinin dediklerini yapmalı ve güçlü durarak dimdik ayakta olmalıydı Derin. Şimdiki hali, her ne kadar denizin üzerinde sallanan bir gemi misali güç bela ayakta dursa da artık kendine biraz çeki düzen vererek daha fazla çabalayarak dimdik ayakta olmalıydı. Onun hayatında, artık vazgeçiş, inanmayış ve güçsüzlük gibi kavramlara yer yoktu.
Elindeki mektubun bitmesine üç-dört satır kalmıştı ve Derin, mektup ellerindeyken buhar olup uçacakmış gibi hızlı hızlı, kalan yerleri okumaya devam etti.
Bu mektup, diğer mektupların önsözü gibi bir şey. Sana bıraktığım diğer mektupları da sakın okumayı unutma. Zaten bu mektuplarla birlikte bu mektupta eline geçmişse, benim hissettiklerim gerçekleşmiş, seni tanımadan kaybetmişim demektir...
-8 Kasım 1995-
Gözleri, son yerlerde dolanmaya devam etti. "Seni tanımadan kaybetmişim demektir..."
Kelimelerin silahı olsa, o an Derin acı çeke çeke, kıvrana kıvrana oturduğu yerde can vermiş olurdu.
Derin bir nefes çekti ciğerlerine ve mektubu, annesine sarılırmış gibi bağrına bastı ve ardından da kollarıyla sarmaladı.
Biraz olsun kendine gelebildiğinde, annesinin mektupta yazmış olduğu şu yer aklında dolanmaya başladı. Bu mektup, diğer mektupların ön sözü gibi bir şey. Sana bıraktığım diğer mektupları da sakın okumayı unutma.
Diğer mektuplar, elinde tuttuğu mektubu bulmuş olduğu kutuda yoktu, peki ya bu mektuplar neredeydi?
Derin, mektubun her tarafında gözlerini gezdirdi lakin annesinin ona yazdıklarından başka hiçbir şey yazmıyordu, eskimiş kâğıt parçasının üzerinde. Önüne gelen saçlarını, alelacele kulağının arkasına kıstırdı.
İçinde, okula ilk başlayan küçük bir çocuğun duyguları peyda olmuştu. Biraz korku vardı içinde, mektupların yerini bilmediği için ve endişe vardı birazda, nerede olduklarını bulamayacağını düşündüğü için. Bir yandan da hafif bir burukluk vardı içinde. Annesinden ona kalan tek şey bunlardı lakin o, bunlara sarılmayı değil annesine sarılmayı, onun o güzel kokusunu ciğerlerine doya doya çekmeyi tercih ederdi.
Öte yandan da heyecanlıydı, şu an için tam da tabiri caizse karnında kelebekler uçuşuyordu. Bu mektuplar, ona annesi ile arasında görünmez bir bağ olacak, onunla tanışma fırsatını sağlayarak içindeki bu anne özlemini biraz da olsa giderebilecekti.
Parmakları kutunun içinde dolandı. Bulamadığı mektuplarla birlikte artık sabredebilecek bir saniyesi bile kalmamıştı. Sinirle ofladı ve başka bir çözüm yolu bulamadığı için kırmızı kutuyu, ters çevirip içindekilerin yatağın üzerine dökülüp yayılmasını sağladı.
İki-üç kâğıt parçası ve bir-iki resmi belgeyi gören Derin, kaşlarını çatarak kağıt parçalarını eline aldı. Resmi belgeler, annesinden ve babasından ona kalan yerleri içeriyordu.
Derin, annesinin ve babasının evlenip yaşadığı ve hayatını birdenbire tepe taklak eden kazanın zamanına kadar yaşadığı evin tapusunu eline aldığında, beyninden vurulmuşa döndü. Bunca zaman oraya hiç gitmemiş hatta o evin varlığını bile, sanki o ev hiç hayatında olamamış gibi, unutmuştu.
Şu anda, imkanı olsa yeri ortadan ikiye ayırıp yerin yedi kat dibine inerek üzerine kendi elleriyle toprak atar, kendini bu utanç duygusundan kurtarmak için, gömmüş olurdu zira bu evin varlığını unutmak, Derin için geçmişine, annesine, babasına ve babası ile geçirdiği dört seneye ihanet etmiş gibi hissettiriyordu ve bundan da çok utanıyordu Derin.
Eliyle anlını, sanki kaşınan bir yer varmışçasına kaşıdı ve ovaladı. Dudaklarının arasından titrek bir soluğu havaya bıraktı.
Kâğıda, önceden yaşadığı evinin adresini aklında tutabilmek için son kez baktı zira o eve şimdi olmasa da bir gün gidecekti. Şu an hayatındaki olaylar yüzünden buna pek vakti olmasa da o eve gidecek, babasıyla olan anılarını yad edecek ve Eylül ile Ceylin'i ikna edip, anlaşmalı evlilikleri biter bitmez o eve taşınacaklardı. En çok istediği şeylerden biri buydu ve onlarında bu istediğini geri çevirmeyeceklerini az çok bildiği için seviniyor, bu konu hakkında endişe duymayacağını hissedip rahatlıyordu.
Elindeki kağıdı, diğer kağıt karmaşasının arasına gelişi güzel bir şekilde bıraktı.
Aradığı şeye hâlâ daha ulaşamamış olan Derin, kendine sakin olmasını ve sabırlı olarak annesinin ona yazmış olduğu mektupları bulabileceğini içinden söyledi ve ardından da böyle olmayı umdu.
Bugün onun için çok önemli bir gündü ve hazırlıklarına hiç vakit kaybetmeden devam edip misafirlerini en iyi olacak şekilde ağırlaması gerekiyordu. Geçen her saniye, bugün için onun adına çok önemliydi ve artık yatağından kalkmalı, odasından ayrılmalı, hiç vakit kaybetmeden Melek Hanım'a yardım edip hazırlıklara bir el atmalıydı.
Derin, bir zamanlar annesine ait olan lakin ona miras kalıp şu anda da yanında bulunan altın saati büyük bir özenle ve kırılıp tuzla buz olacak, âdeta bir tarihi esermiş gibi büyük bir dikkatle incecik bileğine taktı.
Gelişi güzel bir şekilde yatağının üzerine atmış olduğu kırmızı renkli kutuyu yanında bulunan boşluğa, yatağının üzerine saçmış olduğu kağıtların yanına koydu.
Yatağının üzerinde, her yere saçılan kağıtları ve belgeleri düzgün bir hale getirip tekrardan kutuya yerleştirdi ve bilerek en sona annesinin ona, kendi elleriyle yazmış olduğu mektubu bıraktı zira annesine son bir kez veda etmeden bu mektubu kutudaki yerine yerleştirmek istememişti.
Mektubu, eline aldı ve kâğıdın üzerindeki ıslak yerlere dudaklarını bastırdı. Annesinin kokusuymuş gibi mektubun kâğıt ve biraz mürekkep kokan kokusunu denizin ortasında, boğulan fakat güç bela kendini suyun üzerine atıp yaşamak için ciğerlerine çektiği nefes gibi derin derin, hızlı hızlı ve hissede hissede ciğerleriyle buluşturdu.
Bu koku, her ne kadar genellikle şirkette duyduğu ve birçok kez hayatının her yerinde karşılaşabileceği bir koku olsa da annesi için hayal edip düşünebileceği tek kokuydu. Bu yüzden de onun için çok önemli olup, bu kokunun eşsiz olmasının bir sebebi de buydu.
Annesine karışmış biraz kâğıt, birazda mürekkep kokusu, Derin'e annesini hatırlatıp onun her yerde ve her zaman yanında olduğunun ufak bir hatırlatması ve göstergesi olacaktı.
Dolan gözlerini bir-iki kere kırpıştırdı ve ardından mektubu koymak için yanında kalan beyaz zarfı eline adlı.
Mektubunu güzel ve katladı, zarfın içine yeniden koymak için. Derin, katladığı mektubu yanında duran zarfa koymak için beyaz ve üzerinde biraz sararmaların bulunduğu zamana direnemeyip kırışan zarfı boşta kalan sağ eline aldı.
Mektubu, açmış olduğu zarfın içine koyacakken, Derin o an bir şeyi fark etti. Zarfın içinde mavi renkli mürekkeple yazılmış şeyler yazıyordu. Kaşlarını çattı ve okuyabildiğince içinde yazılanları okumaya çalıştı kısa bir an için.
Arkasında, balkonun kapısı bulunuyordu ve cam kısımdan içeri süzülen güneş ışığı, elinde tutmuş olduğu zarfa vurarak onun içindeki yazıları az çok belli ederek varlığını bildiriyor, yazan yazıları gözler önüne seriyordu.
Derin, hiç beklemeden hızlı hareketlerle, yazılara en ufak bir zarar dahi vermek istemediği için zarfın katlanmış ve katlanan yerlerden yapıştırıcı ile yapıştırılmış kısımlarını eliyle dikkatlice açtı ve kıvrılmış olan kenar ile orta yerleri avucunun içiyle düzeltti. Artık kâğıdın üzerine yazılmış olan yazılar, mavi gözlerinin önündeydi ve artık, yazıları okuması için önünde herhangi bir engel kalmadığı için aceleyle ve burada yazılanların onu, annesinin ona yazıp bırakmış olduğu mektuplara götürecek olmasını canı gönülden diledi ve mavi mürekkep ile yazılan yazıları okumaya başladı.
Biliyorum kızım, sana bırakmış olduğum mektupların yerini öğrenmeyi ve bir an önce onları eline almayı istiyorsun lakin ben bunu istemedim. Çünkü onlar her ne kadar benim sana olan hislerim olsa da bir yerde içimi döktüğüm kâğıt parçalarıydı ve beni böyle tanımanı istemedim. Bilmiyorum, kafandaki anne profili ve ben nasılım bilmiyorum ama onu bozmayı, seni üzmeyi ve acılarıma ortak olup acı çekmeni istemedim.
Bir yerde, mektuplarıma kavuşman gerektiğini söyleyen bir yanım var içimde. İçimdeki ses, o mektupların senin hakkın olduğunu söylüyor ve ben onu çok haklı buluyorum. Sen bunları hak ediyorsun kızım, benim mezarıma git ve mektuplarına kavuş Derin'im. Annene ve geçmişine bir perde aç, onlar senin hayatının bir köşesinde yer bulsun.
- Seni çok seven annen-
Derin, evinden çıkıp dışarının o sert ve soğuk rüzgarını yüzünde hissetmişçesine titredi, odanın içi onu üşütmeyecek kadar sıcak olsa da Derin birdenbire üşüdüğünü, oturmasına ve hiç hareket etmemesine rağmen terlediğini iliklerine kadar hissetti.
O, hiç annesinin mezarına gitmemişti ve hatta annesinin mezarının yerini dahi bilmiyordu.
Kalbinin sıkıştığını hissettiğinde, elindeki kâğıt parmaklarının arasından kayıp kucağına düştü. Boştaki elini kalbinin üzerine koydu ve hızlı hızlı çarpan kalbini durdurup eski ritmini kazandıracakmış gibi eliyle oraya biraz basınç uyguladı.
Yerdeki halının desenlerinde dolanıp bir saniye bile duraksamayan mavi gözleri dehşete düşmüşçesine büyümüş, bir cinayete tanık olmuş gibi donuk ve dolu doluydu.
Derin, kendi içinde kendini sorguluyor, annesinin neden mezarına gitmediğini düşünüyor ve bir yandan da onun için böyle bir fedakarlığı yapan annesinin yanına hiç gitme gereksinimi hissetmediğini düşünerek bulunduğu bu durumdan en küçük uzvuna kadar utanıyordu.
Şaka gibi geliyordu hatta kısa bir an düşündüğünde böyle olduğunu hissetmişti. Bu, şu an yaşadığı durum çok kötü bir şakaydı.
Hıçkıra hıçkıra ağlarken, az önce kimse duymasın diye elini ağzına kapatmışken şimdi ağladığının bile farkında olmadan omuzları sarsıla sarsıla ağlıyor, içindeki bu utanç duygusunun onu terk etmesini bekliyordu zira bu duygu onu öldürmekten beter ederek acı çekmesine sebep oluyor, diri diri ölmek değiminin en somut durumunu yaşamasını sağlıyordu.
Ne kadar ağladığını bilmese de en sonunda gözlerinden en küçük bir damla akmayana ve gözleri ağlamaktan kızarıp acıyacak kadar bir süre geçtikten sonra kendine zar zor gelebildi.
Elinin tersiyle yanaklarını sildi. Hayatında olanlar bütün dengesini bozmuşken ve o da ayağa kalkıp önündeki bütün engellere göğüs gerip dimdik durmak isterken bu onun için en ağır ve öldürücü darbe olmuştu.
Babasının mezarına mutlaka gidiyor hatta acılarını onunla paylaşıp acılarından birdenbire, hiç acı çekmemiş gibi kurtulabiliyordu ama annesiyle hiç böyle bir şey yapmamıştı üstelik annesinin mezarının yerini dahi bilmiyor, hiç gitme gereksinimi hissetmiyor ve bir kere bile gitmemişti.
Derin, şu an hemen annesinin yanına gitmeli, babasının mezarına gidip acısını paylaşarak rahatladığı gibi rahatlamalı ve ondan özür dilemeliydi.
Zarfı ve annesinin ona yazdığı mektubu kutunun içine kapattı ardından da yatağın üzerinde bulunan kırmızı kutunun kapağın eline aldı. Kapattığı kutuyu, aldığı yere komodinin çekmecesine bıraktı.
Kısa bir duraksayıp ne yapacağını ve nasıl hissettiğini düşündü. Hissettikleri, ölüp ölüp tekrar dikilmesine yol açarken hemen annesinin yanına gitmesi gerektiğini fark ederek hareketlendi. Kapının koluna elini attığında, daha kapıyı açmadan duraksadı.
Mavi gözleri, üzerindeki kıyafetlere kaydığında mezarlığa böyle gitmemesi gerektiğini fark etti. Dolabına yönelip üzerine giymek için siyah bir uzun kollu gömlek altına da İspanyol paça siyah pantolon seçti. Üzerindeki çıkardı ve odasında bulunan tuvaletteki çamaşır makinasına, sonra diğer kıyafetleriyle birlikte yıkatmak için attı ve giymek için hazırlayıp yatağının üzerine bıraktığı kıyafetlerini üzerine geçirdi. Gömleğinin son düğmesini de ilikledikten sonra telefonunu almayı ihmal etmedi ve odasından ayrıldı.
Gözleri bir an için banyonun kapısına gitti ve Eylül'ün hâlâ daha orda olup olmadığını sorguladı ardından mutfak kapısından, "Melek Abla ben çıkıyorum," dedi, Melek Hanım'a haber vermek için.
Tezgâhta, kurabiyeler ve akşam gelecek olan misafirlere hazırladığı diğer ikramlarla uğraşan Melek Hanım, arkasını döndü ve şaşkınca, "Nereye kızım?" dedi çünkü bu koşuşturma ve telaşın arasında Derin'in bundan daha önemli ne işi olacağını tahmin edemiyordu.
"Ufak bir işim var," normalde Melek Hanım'dan en ufak bir konuyu bile gizlemeyen Derin ilk kez ondan annesinin mezarına gidecek olmasını gizledi zira bunu ona veyahut herhangi bir kişiye demesi sanki annesinin özelliğini bozacak, annesini ondan koparacaktı. Yıllardır sakladığı bir mendil gibi sadece onun bilmesini istiyordu.
"Bu koşuşturma esnasında mı?" Melek Hanım, Derin'in perişan halini ve mavi gözlerinin etrafını saran kızarıklıktan dolayı onun ağladığını anladığında duraksadı. "Sen iyi misin? Ne bu halin kızım? Ceylin ile ilgili bir şey mi oldu yoksa?" son sorusunu yüreği ağzında sorsa da bunun sadece kendi düşüncesi olmasını ve Ceylin ile ilgili kötü şeylerin olmamasını diledi kırklı yaşlardaki kadın.
"Melek Abla, lütfen sorma," Derin, ona yalan söylemek istemiyordu ama gerçekleri söylemekte gelmiyordu içinden. En iyisi olarak hiçbir şey dememeyi seçerek Melek Hanım'ın onun üzerine daha fazla gelmemesini diledi ve bir an önce evden çıkması gerektiğini fark etti.
"Peki kızım ama geç kalma," onun üzerine gitmemesi gerektiğini ve gideceği yere bir an önce gidip gelebilmesi için onu daha fazla meşgul edip bir yığın soru sorarak tutmayı istemedi, Melek Hanım. Derin geldiğinde de bu sorularını sorabilirdi ama şimdi Derin'in hiç vakti yoktu onunla konuşmaya.
Başını salladı kapının önünde bulunan dolabı açarak bordo botunu ayaklarına geçirdi. Siyah, kot ceketini de sırtına geçirdi ve çantasını da alarak evden ayrıldı.
Arabasına yerleşip kemerini taktı ve ardından arabasını çalışarak, gideceği yere en kısa sürede ulaşabilmek için bildiği kestirme yolları kullandı. Kestirme yollar sayesinde, kısa sürede mezarlığa varan Derin, arabasından inmemişti.
Buna hazır olduğunu sorguluyor, bu zamana kadar annesinin yanına bir kez bile olsun gitmediği için mezarın yanına gittiğinde onu yanında istemeyeceğini veyahut annesi yaşamasa bile onun bu davranışından ötürü kızgın olduğunu kafasında kurarak arabanın içinde, oturduğu yerde küçüldüğünü ve ardından da yok olduğunu hissediyordu.
Düşündükleri, onun bu durumunu daha da kötü bir hale getirip onu sanki çıkmaz bir sokakta kapana kısılmış gibi hissediyordu ve Derin sakin olup bu düşüncelerden bir an önce kurtulması gerektiğinin de farkındaydı. Direksiyonu tutan parmakları sıklaşıp beyazlaşacak raddeye geldiğinde, Derin kemerini çözdü ve anahtarını eline aldı.
Çantasını almasına gerek olmadığını düşünerek sadece telefonunu ve başını örtmek için baş örtüsünü yanına aldı ve kapıyı açıp arabasından indi. Etrafta kimse olmasa da arabasını kilitledi.
Mezarın kapısı, zamana yenik düşerek eskimişti ve demirden yapılmıştı. Derin, yaklaşık beline kadar olan siyah renkli kapıyı yavaşça araladı ve çıkan kulak tırmalayan sesle irkildi. Mezarlık, onun tüylerini diken diken ederken duyduğu en küçük bir ses bile ürkmesine sebep oluyor ve onda, buradan arasında bile bakmadan kaçması gerektiğini hissettiriyordu lakin annesini görmeden, ölse dahi bu mezarlıktan çıkmazdı Derin, bunun bilincinde olduğu için kendini güvende hissetmek adına omuzlarını dikleştirdi ve bakışlarını gideceği yol haricinde başka bir yere yönlendirmemeye çalıştı.
Her ne kadar etrafa bakmamaya çalışa da içinden gelen bir dürtü ile etrafa baktı ve donmuşçasına titredi.
Mezar, insanın artık bu dünyadaki son durağıydı. Bunu fark ettikçe bir tuhaf hissediyor, kalbi hızlı hızlı çarpıyor ve eli ayağı birbirine dolanıyordu.
Mavi gözleri, aradığı mezarı bulduğunda, olduğu yerde durdu. Annesi orda yatıyordu, bir yığın toprağın altında, en fazla iki metre uzunluğunda bir mezarda...
Ne yapacağını bilemeyerek ayakta ne kadar süre öylece durduğunu bilmeden durdu.
"Derin!"
Birden duyduğu ses ile irkildi ve ona seslenildiği için arkasını dönerek sesin sahibiyle göz göze geldi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 45.85k Okunma |
3.36k Oy |
0 Takip |
63 Bölümlü Kitap |